89 GÖÇÜ
Bulgaristan’da 1984-89 Azınlık
Politikaları ve Türkiye’ye Zorunlu Göç
Editörler
Neriman Ersoy-Hacısalihoğlu
Mehmet Hacısalihoğlu
BALKAR & BALMED
İSTANBUL 2012
89 GÖÇÜ
Bulgaristan’da 1984-89 Azınlık
Politikaları ve Türkiye’ye
Zorunlu Göç
Editörler
Neriman Ersoy-Hacısalihoğlu
Mehmet Hacısalihoğlu
Yıldız Teknik Üniversitesi
Balkan ve Karadeniz Araştırmaları Merkezi (BALKAR)
&
Balkanlar Medeniyet Merkezi (BALMED)
İstanbul 2012
BALKAN VE KARADENİZ ARAŞTIRMALARI
BALKAN AND BLACK SEA STUDIES
Forced Migration of
1989
Minority Policies in Bulgaria
between 1984 and 1989 and the
Forced Migration to Turkey
Edited by
Neriman Ersoy-Hacısalihoğlu
Mehmet Hacısalihoğlu
Yıldız Technical University
Center for Balkan and Black Sea Studies (BALKAR)
&
The Balkans Civilisation Centre (BALMED)
Istanbul 2012
BALKAN VE KARADENİZ ARAŞTIRMALARI
BALKAN AND BLACK SEA STUDIES
1
89 Göçü: Bulgaristan’da 1984-1989 Azınlık Politikaları ve Türkiye’ye Zorunlu
Göç / Editörler: Neriman Ersoy-Hacısalihoğlu ve Mehmet Hacısalihoğlu
Anahtar kelimeler: Bulgaristan, Türk Azınlık, Azınlık Hakları, Azınlık
Politikaları, Türk-Bulgar İlişkileri, 1989 Göçü, Zorunlu Göç
Forced Migration of 1989: Minority Policies in Bulgaria between 1984 and
1989 and the Forced Migration to Turkey / Edited by Neriman ErsoyHacısalihoğlu and Mehmet Hacısalihoğlu
Key words: Bulgaria, Turkish Minority, Minority Rights in Bulgaria, Bulgarian
Minority Policy, Turkish-Bulgarian Relations, the Migration of 1989, Forced
Migration
Her hakkı mahfuzdur 2012, All rights reserved.
Kitabın bütün yayın hakları Yıldız Teknik Üniversitesi Balkan ve Karadeniz
Araştırmaları Merkezi (BALKAR)’ne aittir.
ISBN: 978-975-461-484-8
Y.T.Ü. Kütüphane ve Dokümantasyon Merkezi Sayı: YTÜ.BALKAR.12-0853
Ekte kullanılan fotoğrafların kaynağı Cevat Kara, Behiç Günatan, Zaman ve
Hürriyet gazeteleri olup internet üzerinden elde edilmişlerdir.
Kapak ve Sayfa Düzeni: Emin Uzun
Baskı: Yıldız Teknik Üniversitesi Basım Yayın Merkezi
Birinci Baskı: 300 Adet, İstanbul, Ocak 2012
Balkan ve Karadeniz Araştırmaları Merkezi (BALKAR)
E-posta: balkar@yildiz.edu.tr
Web: http://www.balkar.yildiz.edu.tr, http://bal-kar.org
Yıldız Teknik Üniversitesi Yönetim Kurulu’nun 12.01.2012 tarih ve
2012/01 sayılı toplantısında alınan karara göre Üniversitemiz
Matbaasında 300 (üçyüz) adet bastırılan, “1989 Göçü: Bulgaristan’da
1984-1989 Azınlık Politikaları ve Türkiye’ye Zorunlu Göç” adlı eserin her
türlü bilimsel ve etik sorumluluğu yazarlarına aittir.
Kendileri de 1989 göçmeni olan sevgili annemiz FATMA
ERSOY’a ve sevgili babamız AKİF ERSOY’un aziz anısına
(Editörler)
TEŞEKKÜR
2009 yılında düzenlediğimiz “20. Yılında 89 Göçü” konulu
sempozyum bu derlemenin altyapısını oluşturdu. Bu
sempozyumu düzenlememize katkı sağlayan Yıldız Teknik
Üniversitesi Rektörlüğüne, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dekanlığına ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bölümüne, İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü’ne,
konferansın finansmanına katkı sağlayan Balkanlar Medeniyet
Merkezi (BALMED)’ne ve Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet
Derneği (BULTÜRK)’ne ve konferansta görev yapan Siyaset
Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencilerine teşekkür
ederiz. Konferansın organizasyonunda bize destek olan Öğr.
Gör. Dr. Sadriye Güneş’e, kullanılan fotoğrafların temininde
yardımcı olan Cevat Kara’ya ve Yrd. Doç. Dr. Sevim Hacıoğlu’na
teşekkür ederiz. Bu toplantıya bildiri sunarak veya oturum
başkanı
olarak
katılan
meslektaşlarımızın
tamamına
müteşekkiriz. Özellikle bu eser için makale hazırlayan ve uzun
editörlük sürecinde her türlü soru ve önerilerimize büyük bir
anlayışla cevap veren yazarlarımıza teşekkür borçluyuz.
Balkan ve Karadeniz Araştırmaları Merkezi (BALKAR)’nin
internet sayfasını ve birçok başka çalışmayı büyük bir ustalıkla
hazırlayan öğrencimiz Emin Uzun, bu kitabın da sayfa ve kapak
düzenlemesini yaptı. Başka öğrencilerimizin de farklı düzeylerde
katkıları
oldu.
Samimi
desteklerinden
dolayı
sevgili
öğrencilerimize burada teşekkür etmek bizim için büyük bir
mutluluktur. Eseri Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yayınlanmaya
değer bulan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayın Kurulu’na
ve bu kararı onaylayan Üniversite Yönetim Kuruluna, eserin
kendi yayın serilerinde yayınlanmasını kabul eden Yıldız Teknik
Üniversitesi Balkan ve Karadeniz Araştırmaları Merkezi yönetim
kuruluna, kitabın ortak yayın olarak çıkmasını kabul eden
Balkanlar Medeniyet Merkezi Müdürü Dr. Halit Eren’e
sağladıkları her türlü destek için teşekkür ederiz.
İÇİNDEKİLER
Mehmet HACISALİHOĞLU, Neriman ERSOY-HACISALİHOĞLU
GİRİŞ ...................................................................................... 11
GÖÇ KAVRAMI, TARİH YAZIMI VE KAMUOYU
Mehmet HACISALİHOĞLU
“89 Göçü” İle İlgili Tarih Yazımı ve Kamuoyu Algıları ............... 31
Ayhan KAYA
Kökler, Güzergahlar ve Ulus-Devletler: Değişen Göç
Olgusu .................................................................................... 75
ZORLA İSİM DEĞİŞTİRME: TARİHSEL ARKA PLANI,
UYGULAMASI, DİRENİŞLER VE 89 GÖÇÜ
Ayşe KAYAPINAR
Bulgar Tarihçilerinin Komplo Teorilerinden Örnekler ve
Bunların Bulgaristan'daki Türk Azınlığına Etkileri .................. 99
Orlin SABEV (Orhan SALİH)
Osmanlı Sonrası Bulgaristan’da ‘Yeniden Doğuş’
Süreçleri ............................................................................... 121
Ömer Engin LÜTEM
1984–89 Dönemi Türkiye’nin Bulgaristan Politikası ve 89
Göçü ..................................................................................... 137
Neriman ERSOY-HACISALİHOĞLU
1984-1985 İsim Değiştirme Meselesi ve Uygulamaları ........... 171
Zeynep ZAFER
Bulgaristan Türklerinin 89 Göçünü Hazırlayan Eritme
Politikasına Karşı Direnişi ..................................................... 199
Sait ÖZTÜRK
Devlet Hikâyeleri: Kimliğin Kaybı ve Yeniden/Yenisinin
Kazanılması .......................................................................... 235
Hüseyin MEVSİM
Bulgar Dışişleri Bakanı Petır Mladenov’un Anılarında
1984 ve 1989 Olayları ........................................................... 269
10
89 SONRASI BULGARİSTAN’DA AZINLIKLAR VE
AZINLIK HAKLARI
Ali DAYIOĞLU
1989-2010 Döneminde Bulgaristan’la ve Müslüman-Türk
Azınlıkla İlgili Gelişmeler ....................................................... 283
Ş. İnan RÜMA
Kalanlara Ne Oldu? Bulgaristan'da Azınlık Haklarının
Gelişiminde AB Genişlemesinin Etkisi................................... 343
89 GÖÇMENLERİ, ENTEGRASYON SORUNLARI VE
ULUSAŞIRI GÖÇMENLİK
Levent KAYAPINAR
Atatürk, Menderes ve Özal Dönemi Bulgaristan’dan Gelen
Göçmenler Üzerine Gözlemler ............................................... 373
N. Aslı ŞİRİN
1989 Göçü ve Sonrası ile İlgili Türkiye’de Yapılan
Sosyolojik Araştırmalarla İlgili Bir Değerlendirme ................. 397
Magdalena ELÇİNOVA
1989 Yılında Türkiye’ Ye Göç Eden Bulgaristan
Türklerinde Göç ve Adaptasyon: Dinin Rolü .......................... 423
Barbara PUSCH
‘Hayatım Filim Gibi’: Bulgaristan’dan Türkiye’ye UlusAşırı Göç ............................................................................... 443
Nurcan ÖZGÜR-BAKLACIOĞLU
Türkiye-Bulgaristan Siyasetinde Sınırötesi Vatandaşlık ve
Göç ....................................................................................... 459
Sevim HACIOĞLU
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri ........................................ 493
DEĞERLENDİRME
Mustafa TÜRKEŞ
1989 Göçü Nasıl Konumlandırılabilir ve Sistematik
midir? ................................................................................... 591
BİBLİYOGRAFYA ................................................................... 603
KRONOLOJİ .......................................................................... 633
YAZARLAR ............................................................................ 651
GİRİŞ
Mehmet HACISALİHOĞLU, Neriman ERSOYHACISALİHOĞLU
Bulgaristan Türkleri, Balkan ülkelerinde yaşayan en büyük
Türk azınlık grubunu oluşturmaktadır. Osmanlı merkezine
yakınlığı nedeniyle Bulgaristan coğrafyası yoğun bir Türk
yerleşim
merkezi
olmuştur.
Bulgaristan
devletinin
kuruluşundan sonra burada yaşayan Türkler / Müslümanlar
farklı dönemlerde ve farklı nedenlerle göç etmek durumunda
kalmıştır. Bu göçlerin en son dalgası 1989 yılında
gerçekleşmiştir. Bu eser 1989 zorunlu göçünün öncesinde
yatan süreç ve nedenleri, göç süreci ve göç sonrasında
Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler ile göçmenlerin
yaşadıkları entegrasyon problemlerini ele alan makalelerden
meydana gelmektedir ve 89 Göçü konusunda temel bir başvuru
eseri olarak hazırlanmıştır.
1989’da Bulgaristan’dan Türkiye’ye yaşanan zorunlu göç,
geçen yirmi yıllık süreçte birçok kez akademik toplantılara konu
olmuş
ve
özellikle
Türk-Bulgar
ilişkileri
bağlamında
tartışılmıştır. 2009 yılı bu zorunlu göçün 20. yılı olması
nedeniyle Bursa’da, İstanbul’da ve İzmir’de Bulgaristan
göçmenlerinin dernekleri ve belediyelerin işbirliğiyle anma
toplantıları düzenlenmiş ve bu toplantılarda araştırmacıların da
katılımıyla 89 Göçü gündeme getirilmiştir. Biz de 2009 yılında
Yıldız Teknik Üniversitesinde editörlüğünü yaptığımız bu esere
alt yapı oluşturan uluslararası bir konferansı düzenledik.
Toplantının amacı özellikle konuya akademik ilgiyi teşvik etmek
ve 20 yıl sonra 89 Göçünün nasıl algılandığını yeni çıkan
belgeler yardımıyla tartışmaktı. Bunu yaparken de deneyimli
bilim insanlarını ve dönemin şahitlerini genç araştırmacılarla
bir araya getirerek, aralarında bilimsel işbirliği yapılması
sağlandı. Toplantıda bildiri sunan ve oturumları yönetenler
12 Hacısalihoğlu, Ersoy-Hacısalihoğlu
siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, sosyoloji, dil bilimi, edebiyat
ve tarih gibi farklı disiplinlerde çalışan bilim insanları, farklı
konuları disiplinler arası bir yaklaşımla ele alarak ayrıntılı
olarak tartışmıştır.
Toplantının
organizasyonunda
üniversite
dışındaki
kurumlarla
işbirliğine
gidilerek,
konunun
yalnızca
akademisyenler arasında tartışılması yerine, toplumun daha
geniş kesimlerine ulaşılmıştır. Göçmen dernekleri ve merkezler
aracılığıyla konunun asıl muhataplarına, yani 89 göçmenlerine
çok daha etkin bir şekilde ulaşmak ve konuyu genel
kamuoyunun da dikkatine sunmak mümkün olmuştur.
Neticede 89 Göçünün kamuoyuna hatırlatılması ve tartışılması
/ yüzleşilmesi gereken önemli bir konu olduğunun altı çizilmiş
oldu. 89 Göçü özellikle Türkiye ve Bulgaristan kamuoyunu
yakından ilgilendiren bir konu olmakla birlikte; Avrupa, hatta
dünya kamuoyunun bu zorunlu göçü hatırlaması ve
yüzleşmesi, ilgili ülkelerde ve bölgede demokrasinin gelişmesi
açısından önem taşımaktadır.
1989 yılı dünya tarihinin önemli dönüm noktalarından biri
olarak kabul edilebilir. Çünkü bu tarihte Doğu Bloğu diye
tanımlanan sosyalist rejimler yıkılmış ve Soğuk Savaş sona
ermiştir. Soğuk Savaşı sona erdiren en önemli etken sosyalist
rejimlerin krizi olmuştur. Bu anlamda 1989 zorunlu göçü
sosyalist rejimlerin yaşadığı krizin ulaştığı en üst noktayı
göstermektedir ve bu anlamda dünya tarihi açısından da önem
taşımaktadır.
1989 Zorunlu Göçünü hazırlayan süreçte Bulgaristan’da
Türklere
ve
Müslümanlara
karşı
uygulanan
zorunlu
asimilasyon politikaları vardır. 1984 yılının sonlarında
Bulgaristan’ın güneyinde başlayan zorunlu isim değiştirme
politikaları 1985 yılı başlarında Bulgaristan’ın kuzey doğusuna
yaygınlaştırılarak ülkede yaşayan bütün Müslümanların Türkçe
(Arapça ve Farsça da dâhil) isimleri Bulgar/Slav isimlerle
değiştirilmiştir. Bu süreçte İslam geleneğine göre ölü defnetme,
sünnet gibi İslami gelenekler de yasaklanmış, Osmanlı-İslam-
Giriş 13
Türk izlerinin silinmesi adına mezar taşlarındaki isimler bile
silinmiştir. Bu politikanın gerekçesi olarak da Jivkov’un
yönetimindeki
Bulgaristan
hükümeti,
ülkede
yaşayan
Müslümanların aslında “Osmanlı boyunduruğu”nda zorla
Müslümanlaştırılmış ve Türkleştirilmiş Bulgarlar olduklarını,
Bulgarca isimlerini gönüllü olarak aldıklarını savunarak dünya
kamuoyundaki konumunu kuvvetlendirmeye çalışmıştır. Ne var
ki bu politikada Bulgaristan diğer sosyalist ülkelerden bile
destek alamamış ve Türkiye’nin de gösterdiği tepkiler
sonucunda uluslararası politikada izole olmaya başlamıştır.
Şiddetli baskı önlemlerine rağmen Bulgaristan Müslümanları
arasında bu politikaya karşı direniş hareketleri ortaya çıkmış ve
bu süreçte çok sayıda insan hayatını kaybetmiş veya çeşitli
cezalara çarptırılmıştır.
Yaklaşık 5 yıl süren bu baskı ve asimilasyon politikası 1989
yılının baharında Bulgaristan’ın kapılarını açmasıyla büyük bir
göç hareketine neden olmuştur. Genellikle Türkiye’ye göç
edecek kişiler hükümet tarafından belirlenerek Türkiye’ye
zorunlu göçe tabi tutulmuş, bunun yanında birçok insan
Bulgaristan’ı terk etmek için harekete geçmiştir. 1989 HaziranTemmuz ayları arasında toplam 300.000’den fazla kişi
Türkiye’ye giriş yapmıştır. Göç süreci göçe tabi tutulan
Türklerin büyük güvenlik korkuları yaşamalarına neden olmuş
ve üzerlerinde travmatik bir etki yaratmıştır. Gruplar halinde
bir yerden başka yere günlerce yollarda, ormanlarda bekletilen
göçmenler sınır bölgesine getirilmiştir. Bir kısmı da trenlerle
Türkiye’ye gelmiştir.
Türkiye’ye sığınan yüzbinlerce göçmen sınır bölgesine yakın
yerlerde çadırlarda, daha sonra okul binaları gibi resmi
binalarda konaklayarak, Trakya’daki değişik bölgelere, Bursa ve
İstanbul gibi göçmenlerin akrabalarının bulunduğu şehirlere
sevk edilmişlerdir.
Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra göçmenler için yeni bir
dönem başlamıştır. Göçmenlerin Türkiye’ye girişleriyle birlikte,
alınan bütün önlemlere rağmen büyük sorunlarla karşılaştıkları
14 Hacısalihoğlu, Ersoy-Hacısalihoğlu
görülmektedir. Bu zorluklar nedeniyle henüz Jivkov rejimi
yıkılmadan Bulgaristan’a geri dönenler olmuştur. Her ne kadar
aynı etnik köken veya dine bağlı olsalar da farklı siyasal ve
coğrafi yapı içinde yetişmiş topluluklar arasında ciddi bir uyum
problemi ortaya çıkması doğaldır. Göçmenlerin yerlilere uyumu,
devletin onlara yönelik istihdam politikalarına rağmen ciddi
işsizlik sorunları, okul çağındaki çocuklar için yeni bir okul
sistemine uyum ve dil sorunları gibi çok sayıda problemle karşı
karşıya kalmışlardır.
Bu sorunlar yaşanırken Bulgaristan’da aynı yılın
sonbaharında rejim değişikliği yaşanmış, sosyalist rejim
yıkılmıştır. Müslümanlara / Türklere yönelik asimilasyon
politikasından vazgeçilerek tekrar isimlerini geri alma hakkı da
dâhil olmak üzere birçok azınlık hakkı iade edilmiş ve
Bulgaristan’da yeni bir dönem başlamıştır.
Bunun üzerine Türkiye’ye göç etmiş olan kişilerin önemli
bir bölümü tekrar Bulgaristan’a geri dönmüştür. Fakat bu da
problemsiz bir süreç olmamıştır. Yıkılan düzenin yeniden
kurulması büyük zorlukları beraberinde getirmiştir. Bu göç
süreçlerinde sonuçta parçalanmış aileler, mal mülk sorunları
gibi çok sayıda sorun ortaya çıkmıştır.
Yeni dönemde Bulgaristan’da çok partili sistem işlemeye
başlamıştır. Türk ve diğer Müslüman azınlıkları temsil eden
Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Bulgaristan siyasal
hayatında önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Bulgaristan’da
yaşanan geçiş (transition) döneminde Türkler Makedonya ve
Sırbistan’daki Arnavutların aksine silahlı bir direnişe
kalkışmamışlardır.
Haklarını,
Türkiye
ile
Bulgaristan
arasındaki diplomatik ilişkiler, Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne
üyelik süreci ve Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin çalışmaları
yoluyla geliştirmeye çalışmışlardır. Bunun sonucunda sınırlı da
olsa bazı haklar elde edebilmişlerdir. Bulgaristan da bu süreç
sonucunda AB üyeliğine kabul edilerek demokratikleşme
yolunda önemli bir aşama kat etmiştir.
Giriş 15
Türkiye’de kalan göçmenlerin durumuna gelince, bunların
önemli bir kısmı kendine yeni bir hayat kurma mücadelesi
vererek 20 yıllık süreç içinde büyük başarılar elde etmiştir.
Bununla birlikte kendine özgü bir göçmen kimliği oluşmuş ve
toplumun diğer kesimleriyle uyum problemleri kısmen varlığını
korumuştur.
Göçmenlerin önemli bir kısmı Bulgaristan’daki haklarını
korumak ve doğup büyüdükleri topraklara vize sorunu
yaşamadan seyahat edebilmek için tekrar Bulgaristan
pasaportlarını almışlardır. Bulgaristan’ın AB üyeliğinden sonra
Bulgaristan vatandaşlığını alanların sayısında artış olmuştur.
Bu şekilde çift pasaportlu bir kitle ortaya çıkmıştır. Bunların bir
kısmı iki ülke arasında değişik nedenlerle artık “ulusötesi”
(transnational) diye adlandırılabilecek yeni bir göç sürecine
girmiştir. Yurt dışında yaşayan Bulgaristan vatandaşlarına
Bulgaristan’daki siyasal seçimlerde oy kullanma hakkının
tanınmasıyla, Türkiye’de yaşayan çift pasaportlu göçmenler
Bulgaristan’daki seçimlerde oy kullanarak Bulgaristan’la
bağlarını siyasal katılım olarak da sürdürmüşlerdir (2011
yılında
bu
uygulamadan
vazgeçilmiştir).
Bu
süreçte
Bulgaristan’la bağlarını sürdüren göçmenlerin çoğunluğu eski
Türkçe isimlerini geri alırken, isimlerini değişik nedenlerle geri
almayan kişilere de rastlanmaktadır.
Avrupa’da yükselen yabancı düşmanlığına paralel olarak
Bulgaristan’da Ataka ve VMRO gibi aşırı milliyetçi partilerin
siyaset sahnesine çıkmasıyla Türklere yönelik demokratikleşme
sürecinde sıkıntılar yaşanmaya devam etmektedir. Özellikle
okul ve eğitim, vakıf malları gibi alanlarda Müslüman azınlığın
problemleri devam etmekle birlikte, mevcut hakların
sınırlandırılması gerektiğini savunan siyasal hareketler
kuvvetlenmeye
başlamıştır.
Bulgaristan’daki
Türklerin
konumunu, Türkiye-Bulgaristan ilişkileri ve AB içindeki
gelişmelere paralel olarak iyileştirme girişimleri devam
etmektedir.
16 Hacısalihoğlu, Ersoy-Hacısalihoğlu
Burada yayınlanan makalelerin konuları düzenlediğimiz
konferansta sunulan bildirilerin konularıyla büyük ölçüde
örtüşmektedir. Fakat bildiri sahiplerinden yazılarını makale
formatında hazırlamaları istenmiş ve bununla kendi içinde
bütünlüğü olan bir eser meydana getirmek amaçlanmıştır.
Kitaba yalnızca derleme kriterlerine göre hazırlanmış makaleler
dâhil edilmiş, bu nedenle bazı bildiri metinleri dâhil edilmemiş,
bunun yerine konunun bütünlüğünü sağlaması amacıyla
konferansta bildiri sunmamış uzmanların da makalelerine yer
verilmiştir. Beş ana başlık altında toplanan makalelerde bazı
bilgilerin tekrarlanması her makalenin kendi içinde ayrı bir
bütünlük oluşturması nedeniyle önlenememiştir. Öte yandan
aynı konulara değinen makalelerin bir birini tamamlayıcı
bilgiler vermesi kitabın genelinde sürecin daha iyi ortaya
konmasına katkı sağlamıştır.
Göç Kavramı, Tarih Yazımı ve Kamuoyu
Kitabın ilk makalesinde Mehmet Hacısalihoğlu 1989
Zorunlu Göçünün öncesi ve sonrasıyla tarih yazımında ve
kamuoyunda ne şekilde yer aldığını tartışmaktadır. Öncelikle
bütünüyle bu konuyu ele alan monografik çalışmaların mevcut
olmadığını tespit etmektedir. Hacısalihoğlu’na göre konu esas
itibariyle Bulgaristan’da Azınlıklar ve Azınlık Politikaları, daha
da spesifik olarak Bulgaristan’da Türk Azınlık üzerine yapılan
çalışmalarda ve ikinci olarak Bulgaristan’ın son dönem tarihi ve
demokrasiye geçiş sürecini ele alan çalışmalarda ele alınmıştır.
Bu çalışmalarda esasen Bulgaristan’ın azınlıklara yönelik
politikalarının
daha
eski
dönemlerde
de
görüldüğü
vurgulanmakla birlikte, 1984/85 zorunlu isim değiştirme
süreciyle başlayan asimilasyon politikalarından bütünüyle
Jivkov rejimi sorumlu tutulmaktadır. Yazar, daha sonra
yaşanan demokratikleşme dönemi nedeniyle 1984-89 arasında
yaşanan baskı politikalarına vurgunun azaldığını ve dikkatlerin
Bulgaristan’da
yaşayan
Türklerin
Türkiye-Bulgaristan
arasındaki göçmenlik ilişkisine ve azınlık hakları konusuna
yoğunlaşmış olduğunu tespit etmektedir. 1989 Olaylarının
kamuoyundaki konumuyla ilgili olarak da Hacısalihoğlu
Giriş 17
özellikle Batı kamuoyunda, hatta Türk kamuoyunda bile bu
konunun unutulmaya yüz tuttuğunu, özellikle Bulgar
kamuoyunda bununla yüzleşmek yerine unutma eğiliminin ağır
bastığını, hatta bu sürecin meşru olarak görüldüğünü
vurgulamaktadır. Ayrıca göçle ilgili çok az sayıda anı kitabının
kaleme alındığının, asimilasyon uygulamalarının ve göç
sürecinin ayrıntılı hikâyesinin yazılmasında anı kitaplarının
taşıdığı önemin altını çizmektedir.
Ayhan Kaya makalesinde son dönemde değişen göç
olgusunu ele alarak, 1989 Zorunlu Göçünden sonra yaşanan
süreçler sonucunda Bulgaristan ve Türkiye arasındaki
göçmenlik olgusunun yapısının değiştiğini belirtmektedir. Bu
yeni göçmenlik olgusunun açıklanmasında ulusaşırı alan
(transnational space) ve ulusaşırı göçmen kavramlarının dikkate
alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Şimdiye kadar kullanılan
göç paradigmalarını a) Çekici ve İtici Faktörler (iktisadi, siyasi ve
kültürel), b) Marxist Kalkınma Paradigması, c) Ulusaşırı Alan
Paradigması olarak gruplandıran Kaya, Bulgaristan-Türklerinin
Türkiye ile Bulgaristan arasında bir ulusaşırı alan yarattığını ve
bilimsel ve özellikle antropolojik araştırmaların öncelikle bu
ulusaşırı alanın siyaseti, sosyal ağları, kültürel kimlikleri ve
ekonomisine
yönelmesi
gerektiğini
savunmaktadır.
Almanya’daki Türk göçmenlerden de örnek veren Kaya, “transmigrant”
kavramını
kullanmakta
ve
bu
kavramın
küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkmış yeni göçmen tipini ifade
etmek için kullanılan bir kavram olarak Bulgaristan Türkleri
için de geçerli olabileceğini belirtmektedir. Ayrıca Bulgaristan’ın
Türk azınlığa karşı uyguladığı 89 öncesi asimilasyon
politikalarını kriz halindeki devletin güvenlikleştirme söylemi ve
kavramıyla açıklamaktadır.
Zorla
İsim
Değiştirme:
Tarihsel
Uygulaması, Direnişler ve 89 Göçü
Arka
Planı,
Derlemedeki bir diğer makale Ayşe Kayapınar tarafından
Bulgaristan’da tarihçilerin Türk azınlıkla ilgili komplo teorileri
hakkında yazılmıştır. 1984-89 asimilasyon sürecini yaşamış ve
18 Hacısalihoğlu, Ersoy-Hacısalihoğlu
bu süreç sonucunda Türkiye’ye göç etmiş olan Ayşe Kayapınar,
makalesinde ilk olarak Bulgaristan’da Türkler için kullanılan
asimilasyon amaçlı kavramları tarihi seyri içinde ele
almaktadır. Buna örnek olarak “Bulgar Türkleri” kavramını
göstermektedir.
Ayrıca
Ortaçağdaki
Bulgar
krallığının
sınırlarına göre bir Bulgar vatanı anlayışının tarihçiler
tarafından
savunulması,
Bulgarların
Bulgaristan’daki
varlıklarının Türklerden daha eski olduğu görüşü, saptırılmış
demografi çalışmaları, Bulgarlara yönelik katliam yapıldığı
belirtilen Batak miti gibi ulusal bellek yaratmaya yönelik
olayların anlatımı, “beş asırlık Türk boyunduruğu” (Tursko igo)
imgesi, “zorla İslamlaştırma” iddiası ve bununla ilgili olarak
doğruluğu şüpheli olan Metodi Draginov’un kroniği, Türkiye’nin
propagandası ve Türk tehdidi iddiası gibi konuların Bulgar
tarihçiler tarafından savunulan temel konular olduğunu
belirten Ayşe Kayapınar, tarihçilerin bu iddialarının ülkedeki
Türk düşmanlığını körüklediğini ve Türklere karşı uygulanan
asimilasyon ve göç politikalarına meşruiyet zemini hazırlamaya
hizmet ettiğini belirtmektedir. Kayapınar, bu tür yanlı ve
milliyetçi tarih yazımının 89 sonrasında da devam ettiğinin
altını çizmektedir.
Orlin Sabev (Türkçe yayınlarında ayrıca 1984/85 isim
değiştirme
sürecinden
önceki
ismi
Orhan
Salih’i
kullanmaktadır)
makalesinde
1984-1989
arasında
Bulgaristan’da “yeniden doğuş süreci” diye adlandırılan sürecin
konuyla ilgili literatürde bir kez yaşanmış, istisnai koşulların
yarattığı bir gelişme gibi anlatıldığını belirtmekte, aslında daha
önce de buna benzer “yeniden doğuş süreçleri”nin yaşandığını
vurgulamaktadır.
Bunların
nedeninin
Bulgaristan
topraklarındaki Osmanlı/Türk izlerini tamamen silmek ve
intikam almak duygusu olduğunu, daha önce yaşanmış
süreçlere göre ise en radikalinin 1980’lerde yaşanan süreç
olduğunu belirtmektedir. Sabev zorunlu isim değiştirme
süreçlerini iki ana döneme ayırmaktadır: birinci dönem 18781944 arasında olup bu dönemin siyasetinin temelinde aşırı
Bulgar milliyetçiliği ve Ortodoks kilisesinin taassubu vardır;
ikinci dönem ise 1944-1989 arası dönem olup bu dönemdeki
Giriş 19
isim değiştirme süreçlerinin temelinde Bulgar milliyetçiliği ile
komünist ideolojisi yatmaktadır. “Yeniden doğuş süreçleri”nden
ilki olarak 1912-13 yıllarında Rodopları ele geçiren Bulgar
ordusunun Bulgar kilisesiyle işbirliği yaparak Müslüman
Pomakların (yaklaşık 150.000-200.000 kişi) isimlerini ve
dinlerini zorla değiştirmesi, bunun yanında 1906 ve 1934
yıllarında Türkçe yer isimlerinin değiştirilmesi, 1930’lu ve
1940’lı yıllarda Rodina örgütünün Rodoplarda yeniden
Pomakları Bulgarlaştırma girişimleri, 1942 yılında Sofya
Çingenelerinin adlarının zorla Bulgarcalaştırılması, 1962’de
Komünist Partisinin Pomakların ve Çingenelerin adlarının zorla
Bulgarlaştırılmasını kararlaştırması (1962-64 ve 1970-74
arasında Pomaklara yönelik ve 1980’lere kadar Çingenelere
yönelik uygulanması), 1982 yılında Bulgar-Türk karışık
evliliklerde Türk tarafının isminin Bulgarlaştırılması ve nihayet
1984-85 yıllarında Bulgaristan’ın tamamında yaşayan Türklerin
isimlerinin zorla değiştirilmesi, Bulgaristan’daki “yeniden
doğuş” politikalarının son halkasını oluşturmaktadır. Sabev,
1984-85 isim değiştirme politikasında karar alma sürecine de
değinerek her ne kadar toplu isim değiştirmeyle ilgili bir karar
olmasa da bu uygulamanın üst düzey yöneticilerin kararları
sonucunda gerçekleştiği görüşünü paylaşmaktadır. 1989
Göçünün az ya da çok zorunlu gerçekleştiğini, ancak göç
ihtimalinin daha 1985 yılı başlarında Jivkov tarafından Türk
diplomatlarına ifade edildiğini, bu nedenle 89 Göçüne Türk
tarafının hazırlıksız olduğu görüşünün temelsiz olduğunu
vurgulamaktadır. Sonuç olarak “yeniden doğuş” kavramının
Osmanlı mirasını ortadan kaldırmayı hedefleyen siyaseti ifade
ettiğini, Müslüman etnik gruplara karşı uygulanan baskıların
diğer azınlık grupları Yahudilere ve Ermenilere karşı
uygulanmadığını belirtmektedir.
Emekli Büyükelçi Ömer Engin Lütem 1984-1989 yıllarını
kapsayan Türk-Bulgar ilişkilerinin kriz döneminde Türkiye’nin
Sofya Büyükelçisi olarak görev yapmıştı. Bulgaristan’daki bu
dönem gelişmelerini elen alan eserler de yayınlayan Lütem, bu
derlemedeki yazısında 1984-1989 Türkiye’nin Bulgaristan
Politikası ve 89 Göçünü birinci elden tanık olarak
20 Hacısalihoğlu, Ersoy-Hacısalihoğlu
anlatmaktadır. Yazıda Türk-Bulgar ilişkilerinin II. Dünya
Savaşı’nın sonundan 1984 yılına kadar uzanan sürecini
özetledikten sonra, Bulgaristan’da 1984-85 asimilasyon
kampanyasının başlamasını ve asimilasyon kampanyalarını 12
madde halinde sıralamaktadır. Lütem yazısında diğer ülkelerin
ve uluslararası örgütlerin Bulgaristan’daki gelişmelere yönelik
tutumlarına da yer vermektedir. 1985’ten itibaren Türkiye ile
Bulgaristan arasında gerçekleşen görüşme ve pazarlıklarda
yaşanan krizler ve gelişmeleri anlatarak, nihayet 1989 Göçünün
başlatıldığını belirtmektedir. 320.000 kişinin Türkiye’ye giriş
yapmasından sonra 20 Ağustos 1989’da Türkiye’nin yeniden
vize rejimine geri dönmek zorunda kaldığını ve günlük girişlerin
sayısının 1.000 kişiyle sınırlandırıldığını belirten Lütem,
kendisinin göç sürecinde Jivkov’la görüşmelerine ve Jivkov’u bir
göç anlaşması yapmaya ikna etmek için yürüttüğü çabalara da
yer vermektedir. Türklerin direncinin ve göçün Jivkov rejiminin
devrilmesinde dolaylı da olsa önemli bir rol oynadığını
vurgulamaktadır.
Emekli
Büyükelçi
Lütem’in
önemli
tespitlerinden biri de Türkiye’nin Bulgaristan’daki isim
değiştirme politikasına zamanında tepki göstermediği ve
kendisinin bu konudaki çabalarının yetersiz kaldığı noktasıdır.
Lütem’in ilginç görüşlerinden biri de Jivkov’un neden Türklerin
topyekûn Bulgarlaştırılmasına karar verdiğiyle ilgilidir.
Jivkov’un bu şekilde Bulgar tarihine bir kahraman olarak
geçmeyi düşünmüş olabileceğini belirtmektedir.
Neriman Ersoy Hacısalihoğlu makalesinde, ortaokul ve lise
çağlarında Bulgaristan’daki Türk azınlığın bir mensubu olarak
bizzat maruz kaldığı 1984-85 İsim Değiştirme Politikası ve
Uygulamalarını konuyla ilgili kaynakları kendi gözlemleriyle de
birleştirerek ele almaktadır. İlk olarak isim değiştirme kararının
nasıl alındığını sorgulayan Ersoy Hacısalihoğlu, bu kararın
uygulamadan çok daha önce düşünüldüğünü, esas sorunun
ülkedeki Türk nüfusunun artışı olduğunu ve bu nüfusun ya
Bulgarlaştırılması ya da ülkeden gönderilmesi seçenekleri
üzerinde düşünüldüğünü iddia etmektedir. Ersoy Hacısalihoğlu
Türklerin isimlerinin ne şekilde ve hangi yöntemlerle
değiştirildiğini (gece baskınları, tutuklamalar, çeşitli cezalar vs.)
Giriş 21
anlatarak isim değiştirmelere örnekler vermektedir. Ayrıca
değişik nedenlerle bazı Türklerin (örneğin yurt dışında
bulunanların,
bazı
mahkûmların
vs.)
isimlerinin
değiştirilmediğini de tespit etmektedir. İsim değiştirmenin
yaratmış olduğu şaşkınlık ve problemlere de değinerek, meşhur
Türk sanatçı Yıldız İbrahimova ile ilgili anlatılan bir anekdota
yer vermektedir. Buna göre İbrahimova’nın konserinin
afişindeki isminin üzerine değiştirilmiş ismi Suzana Erova
yapıştırılmış, halk bu isimde bir sanatçıyı tanımadığı için
yabancı bir sanatçının konsere geldiğini zannetmiştir. Makalede
isim değiştirme uygulamalarına karşı Türklerin tepkilerine de
yer verilmiştir.
Bir diğer makale kendisi de Bulgaristan göçmeni olan
Zeynep Zafer tarafından kaleme alınmış olup, Bulgaristan’daki
asimilasyon politikalarına karşı Türklerin direnişi konusunu ele
almaktadır. Bu makalede yazar direniş hareketinde bizzat
kendisinin Bağımsız İnsan Haklarını Savunma Derneği Varna
sorumlusu olarak oynadığı rolü de anlattığından kısmen anı
olarak da görülebilir. Bu nedenle yazar yer yer duygusal ifadeler
kullanmaktan kaçınmamıştır. 1984’te Kırcaali (Kırcali/Kărdžali)
bölgesinde direniş amacıyla kurulan örgütler ve bunların
örgütlediği protestolar, Uzunkış Derneği, Benkovski Grubu,
Türk Kurtuluş Hareketi, Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman
Türklerinin Dayanışma Derneği, Türk Milli Partisi, Bulgaristan
Türk Kurtuluş Hareketi gibi direniş örgütlerini, bunların
kurucuları, birbirleriyle ilişkileri ve faaliyetleriyle birlikte
incelemektedir. 1988 başında Bulgar muhalifler tarafından
kurulan Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneği ve Türklerin
bu
dernekle
ilişkilerine
de
değinen
Zafer
özellikle
Bulgaristan’daki Türk direniş hareketlerinin prensip olarak
legal bir mücadele yolunu benimsediklerini vurgulamaktadır.
Türklerin düzenlediği protesto yürüyüşlerine Bulgar polisinin
müdahalesi ve can kayıplarına da yer verilen makalede Jivkov
hükümetinin bu direniş karşısında ne şekilde göç kararı aldığı
konusu da tartışılmaktadır.
22 Hacısalihoğlu, Ersoy-Hacısalihoğlu
Sait Öztürk, makalesini esas olarak 8 Bulgaristan
göçmeniyle yaptığı mülakatlara dayandırmaktadır. Konuyla ilgili
literatürle de karşılaştırdığı mülakat verilerini devletin şiddet
tekeli kavramı ve diğer kavramlarla açıklayarak konuya
kavramsal bir çerçeve çizmeye çalışmaktadır. Öztürk öncelikle
sosyalist dönemde uygulanan baskı politikaları ve göçleri akıcı
bir üslupla özetleyerek 1989 göçmenlerinin Bulgaristan’daki
politikaları nasıl algıladığı, Türkiye’yi nasıl değerlendirdikleri
sorularına yönelmektedir. Üzerinde durduğu noktalardan bir
tanesi 89 göçmenlerinin 1984 sonlarından itibaren kendilerine
karşı uygulanan zorla asimilasyon politikalarına karşı pek de
tanımadıkları Türkiye’yi idealize etmeye başlamaları, ancak 89
Göçünden sonra birçok hayal kırıklığı yaşamalarıyla birlikte
1985 öncesi sosyalist Bulgaristan yönetimini idealize ederek
hatırlamaları konusudur. Bunu yaparken kendilerinin yaşadığı
süreçlere benzer süreçlerin Türkiye içinde de başka etnik
gruplara karşı yaşanmış olması konusunda ise fazla fikir sahibi
olmadıkları veya çoğunlukla buna ihtimal vermedikleri tespit
edilmektedir.
Hüseyin Mevsim makalesinde Jivkov dönemi Komünist
Partisi Merkez Komite Üyesi, 1971-1989 arası Bulgaristan
Dışişleri Bakanı ve Jivkov’dan sonra devlet başkanı olan Petır
Mladenov’un anılarını analiz etmekte ve 89 Göçü ve göç öncesi
zorunlu
asimilasyon
süreci
hakkındaki
görüşlerini
değerlendirmektedir. Yazarın en önemli tespiti Mladenov’un
anılarında bu süreçleri yok sayma eğiliminde olduğu ve bunun
da ötesinde uygulanan politikaları haklı ve meşru görme
eğiliminde olduğu şeklindedir. Mladenov’un 1992’de yazdığı
anılarında “Bulgaristan Türkleri” tanımını kullanmaktan
kaçındığını, “Türk” kavramını kullansa da ancak tırnak işareti
içinde yazdığını vurgulamaktadır.
89 Sonrası Bulgaristan’da Azınlıklar ve Azınlık Hakları
1989 sonrası Bulgaristan’da Türk ve Müslüman azınlıkların
konumu, 1989 olaylarının etkisiyle olumlu bir seyir izlemeye
başlamıştır. Bu süreçte rol oynayan faktörler ve günümüze
Giriş 23
kadar yaşanan gelişmeler bu derleme eserde farklı makalelerle
ele alınmıştır.
Bulgaristan’da 89 sonrası gelişmelerle ilgili makalelerden
biri Şadan İnan Rüma tarafından kaleme alınmıştır. Rüma
makalesinde Bulgaristan’daki azınlık haklarının gelişmesinde
AB faktörünü ele almaktadır.
Rüma, Bulgaristan’da azınlık
haklarının
gelişmesinde
Avrupa
Birliği’nin
genişleme
politikasının hayati bir önem taşıdığını belirtmektedir. Bununla
birlikte Avrupa Birliği’nin esas aldığı Avrupa Konseyi Azınlık
Hakları Çerçeve Sözleşmesi’nin yeterince açık olmaması gibi
faktörlerin,
AB’nin
Bulgaristan’daki
azınlık
haklarının
gelişmesindeki rolünü karmaşıklaştırdığını belirtmektedir.
Bulgaristan’ın Kopenhag kriterlerini yerine getirme sürecinde
hazırlanan raporlarda sürekli olarak azınlık haklarının
gündeme getirilmiş olması, bununla birlikte azınlık sorunlarına
rağmen Bulgaristan’ın kriterleri yerine getirdiği açıklamaları
gibi tezat oluşturan durumların altı çizilmektedir. Ayrıca AB
sürecinin yasal önlemler ve kurumların oluşması sürecinde
oldukça etkili olduğu vurgulanmaktadır. Phare projeleri ele
alınarak
özellikle
Romanlarla
ilgili
girişimler
değerlendirilmektedir. Azınlıkların içinde bulunduğu sosyoekonomik sorunlar da AB tarafından azınlık sorunları
çerçevesinde değerlendirilmiş ve bu projelerle azınlıkların sosyal
statüsü yükseltilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak bakıldığında
AB’nin
etkisinin
göreceli
olduğu,
başarılar
yanında
başarısızlıkların da olduğunun altı çizilmektedir.
Ali Dayıoğlu “1989-2010 Döneminde Bulgaristan’la ve
Müslüman-Türk Azınlıkla İlgili Gelişmeler” konulu makalesinde
Bulgaristan’ın yaşadığı 89 sonrası demokrasiye geçiş dönemi ve
AB’ye üyelik sürecini ele alarak; bu dönemde Müslüman-Türk
azınlıkla ilgili politikaların nasıl geliştiğini ve bu süreçte
azınlıkların nasıl etkilendiklerini tartışmaktadır. Dayıoğlu
makalesinde Bulgaristan’ın 1989 sonrasında kuruluşundan
beri takip ettiği Türkleri asimile etme politikasını terk ettiğini
belirtmekte ve “Bulgar Etnik Modeli” ile birlikte azınlık
sorunlarının diyalog yoluyla çözümü yoluna gidildiğini
24 Hacısalihoğlu, Ersoy-Hacısalihoğlu
belirtmektedir. Bulgaristan’da kanlı azınlık sorunlarının
yaşanmamasını da Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin ılımlı
tavırlarıyla ve Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkileriyle de
ilintilendiren Dayıoğlu, ülkedeki milliyetçi ve azınlık karşıtı
hareketlere işaret etmekte ve azınlıklarla ilgili sorunların
çözülmesinin önemine vurgu yapmaktadır.
89 Göçmenleri, Entegrasyon Sorunları ve Ulusaşırı
Göçmenlik
Levent Kayapınar’ın makalesi (Atatürk, Menderes ve Özal
Dönemi Bulgaristan’dan Gelen Göçmenler Üzerine Gözlemler)
20. yüzyılda Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden gruplar
hakkında Ankara örneğinde sosyal, kültürel ve ekonomik
bakımdan ilginç bir karşılaştırmalı değerlendirme denemesidir.
Kayapınar makalesinde ilk olarak kendi ailesinin de mensup
olduğu bir grup Bulgaristan göçmeninin 1927 yılında Türkiye’ye
göç ederek 1928’de Ankara’da Etimesgut’a yerleştirilmesini ve
göçmenlerin bu kasabada devam eden yıllardaki hayatını ele
almaktadır.
Göçmenlerin
yerleştirilmesinden
sonra
Etimesgut’un şehirleşme çalışmaları ve kurulan kurumlar ele
alınarak kısa sürede nasıl modern bir kasabanın oluştuğu
anlatılmaktadır. Soğuk Savaş döneminde yaşanan göçlere de
değinen Kayapınar, kendi ailesinden verdiği bir örnekle göçler
nedeniyle bölünmüş ailelerin farklı rejimlerde yetişmeleri
nedeniyle karşılaştıkları düşünce farklarına da değinmekte ve
bunun derin görüş ayrılıklarını beraberinde getirdiğini
örneklendirmektedir. 1989’da Türkiye’ye gelen göçmenlerin
daha önceki göçmenlere kıyasla eğitim düzeylerinin daha iyi
olduğunun ve sanayide istihdamlarının mümkün olduğunu
belirtmektedir. Ayrıca bu son grup göçmenin 1990’da
Bulgaristan’da yaşanan demokratikleşme sayesinde doğup
büyüdükleri topraklara tekrar gitme şansı bulduğu, ancak daha
önceki göçmenlerin böyle bir şansa sahip olamadığı da
Kayapınar’ın tespitleri arasında yer almaktadır.
Aslı Şirin makalesinde 1989 Göçmenleri hakkında
Türkiye’de yapılmış olan sosyolojik incelemeleri ele almakta ve
Giriş 25
tartışmaktadır. Özellikle Beğlan Toğrol, Belkıs Kümbetoğlu,
Nesrin Türkaslan, Suat Kolukırık, Turhan Çetin ve T. Nichols
ile N. Suğur’un yayınlarını ele alarak 89 göçmenlerinin
Türkiye’deki uyum süreçleriyle ilgili çalışmaları karşılaştırmalı
olarak değerlendirmektedir. İncelenen eserlerde göçmenlerinin
1989’dan günümüze yaşadıkları entegrasyon sorunları siyasi,
sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve kültürel açılardan
değerlendirilerek bunların sonucunda mevcut sorunlara
rağmen nispeten pozitif bir tablonun oluştuğu belirtilmektedir.
Magdalena Elçinova makalesinde 89 Göçmenlerinin
Türkiye’de uyum sürecinde dinin rolünü ele almaktadır.
Bulgaristan
göçmenlerinin
Bulgaristan’da
Müslüman
kimlikleriyle tanımlanmalarına karşılık, Türkiye’de yerli
Müslümanlar tarafından 89 göçmenlerinin dinle ilişkileri
nedeniyle dışlamayla karşı karşıya kaldıklarını belirtmektedir.
Makalede Elçinova, Bulgaristan’da Razgrad’a bağlı Zavet
kasabasında ve İzmir’de yaşayan 89 göçmenleri arasında yaptığı
antropolojik
çalışmayı
değerlendirmektedir.
Bulgaristan
Türklerinde dinin yalnızca dini bir inanç ve pratik olmadığını,
daha ziyade kimliğin pekiştirici bir unsuru olarak çok önemli
bir konuma sahip olduğunu tespit etmektedir. Buna karşılık
İzmir’de yaşayan 89 göçmenlerinde yerli Müslümanlar
tarafından pek o kadar “gerçek Müslüman” olamama, yani
yeterince dindar olmama yönünde bir yargının mevcudiyetinin
altı çizilmektedir. Burada yazar yerli ve göçmen grup arasındaki
önyargıları sıralayarak göçmenlerin aynı etnik köken ve dini
anlayışa rağmen Türkiye’de de Bulgaristan’da olduğu gibi
yabancı konumunda kaldıklarını belirtmektedir. Göçmenlerin
de kendilerini daha az dindar ve daha laik olarak tanımlayarak
kendilerini “yerlilere” karşı daha modern bir grup olarak
tanımlama eğilimleri olduğunu vurgulamaktadır.
Ulusaşırı göç konusunda çalışan Barbara Pusch ‘Hayatım
Filim Gibi’: Bulgaristan’dan Türkiye’ye Ulus-Aşırı Göç başlıklı
makalesinde, 1989’da gerçekleşen zorunlu göçten sonra
Bulgaristan’daki rejim değişikliği ve gelişen yeni koşullarda yeni
bir göçmen tipin ortaya çıktığını belirtmektedir. Makalenin ilk
26 Hacısalihoğlu, Ersoy-Hacısalihoğlu
kısmında ulusaşırı göç kavramını ve teorilerini özetleyerek,
ikinci bölümde bu teorileri 89 göçmenlerine uygulamaktadır.
Örnek olarak 89 göçmeni “Ayşe Hanım”ın 1990’larda oğlunun
çalışmak amacıyla Bulgaristan’a gitmesi, daha sonraki yıllarda
kendisinin de doğup büyüdüğü topraklara ziyaret amacıyla
giderek bu seyahatleri kolaylaştırması amacıyla tekrar
Bulgaristan pasaportu alarak çifte vatandaş olması, bunun
yanında oğlunun işleri nedeniyle iki ülke arasında gidip
gelmesini anlatmaktadır. Pusch sonuç olarak zorunlu ya da
politik göç olarak tanımlanan 89 Göçünün yarattığı
göçmenlerin, değişen uluslararası konjonktür, küreselleşme vs.
nedeniyle artık bir ulusaşırı göçmen kavramıyla da ele alınması
gerektiğini vurgulamaktadır.
Nurcan Özgür Baklacıoğlu’nun makalesi Bulgaristan’dan
Türkiye’ye göç ve sınırötesi vatandaşlık, çifte vatandaşlık
konusunu ele almaktadır. Özellikle 1990’ların sonlarından
itibaren gelişen süreçte çok sayıda 89 göçmeni Bulgaristan
pasaportu alarak çifte vatandaş olmuştur. Özgür Baklacıoğlu,
makalesinde ilk olarak cumhuriyet döneminde Bulgaristan’dan
Türkiye’ye göç eden Türk ve Müslümanların ne şekilde Türk
vatandaşlığına alındığını anlatmaktadır. Bulgaristan’da 1997
yılında, 1 Haziran 1989’dan sonra Bulgaristan’dan göç eden
tüm
vatandaşların
başka
vatandaşlığa
girmelerine
bakılmaksızın Bulgar vatandaşlıklarını muhafaza ettiklerinin
kabul edilmesiyle birçok göçmen Bulgaristan pasaportu almaya
hak kazanmıştır. 2002 yılında 1940’dan beri Türkiye’ye göç
eden 638.000 Türkün vatandaşlığını geri alma hakkı kabul
edilmiştir. Bunların neticesinde 2007 yılında 185.000
Bulgaristan
vatandaşı
seçmen
kaydedilmiştir.
Yazar,
Bulgaristan ve Türkiye’de çifte vatandaşlığın nasıl algılandığı
sorusuna da yönelerek, özellikle Bulgaristan’da Bulgar
vatandaşlığının yurt dışında yaşayanlar için korunması veya
seçmenlik hakları gibi konularda olumsuz eğilimlerin
bulunduğunu belirtmektedir. Nitekim 2009’da yurtdışından
gelen oylarla Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin mecliste 5
sandalye kazanması bu konuda diğer siyasi partilerin
tutumlarının negatifleşmesinde rol oynamaktadır. ATAKA ve
Giriş 27
GERB gibi Bulgar aşırı milliyetçi partileri Hak ve Özgürlükler
Hareketi’ni Türkiye’nin Bulgaristan’daki “beşinci kolu” gibi
göstererek Türklerin haklarına yönelik kısıtlamalara gidilmesi
için propaganda yaptıklarının altını çizmektedir.
Sevim
Hacıoğlu
ise
kapsamlı
makalesinde
çifte
vatandaşların Bulgar evraklarında kullandıkları isimler
konusunu incelemektedir. Özellikle üzerinde durduğu konu 89
öncesinde zorla ismi değiştirilen Türklerin, 89 Göçünden sonra
yeniden Bulgar vatandaşlığını almalarıyla birlikte, bunlardan
bir kısmının henüz Türkçe isimlerini geri almamış olmaları ve
kendilerine zorla verilmiş Bulgarca isimleri kullanmalarıdır.
Makalede bu durumun nedenleri üzerine serbest mülakat ve
anket çalışmalarını değerlendirmektedir. Hacıoğlu makalesinde
ilk olarak ismin sosyolojik bir değerlendirmesini yapmaktadır ve
ardından anket sonuçlarını değerlendirmektedir. Anketlerde
Bulgarca isim kullanmanın yapılan bazı yorumlarla, örneğin bu
kişilerin kendilerini Bulgar olarak hissettikleri için isimlerini
değiştirmedikleri veya Türkçe isimlerine Bulgar isimlerini tercih
ettikleri gibi yorumlarla örtüşmediğini belirtmektedir. Yapılan
iki ankette de Türkçe isimlerini geri almadaki prosedürle
uğraşmaya vakitlerinin olmaması gerekçe olarak ön plana
çıkmıştır. Bununla birlikte Bulgaristan’da yabancı olarak
dikkat çekmek istememe gibi sosyo-ekonomik faktörler de az da
olsa seçenekler arasında yer almaktadır.
Değerlendirme
Mustafa Türkeş makalesinde 1989 Göçünün nasıl
konumlandırılabileceği sorusunu ele almaktadır. Bulgaristan’ın
kuruluşundan günümüze değin yaşanan göç süreçlerini
özetleyerek, 1989 Göçünün bu göçlerle benzerlik ve
farklılıklarını ortaya koyarak, 1989 Göçünün herhangi bir
anlaşmaya dayanmadan zor kullanılarak yapıldığını, bu göçle
uluslararası antlaşmaların açıkça ihlal edildiğini, bu nedenle bu
göçün
Zorunlu
Göç
olarak
tanımlanması
gerektiğini
belirtmektedir. Türkeş’in ele aldığı ikinci soru bu Zorunlu
Göç’ün sistematik bir politikanın ürünü olup olmadığıdır. Daha
28 Hacısalihoğlu, Ersoy-Hacısalihoğlu
önceki süreçlerden de örnekler vererek Bulgaristan’ın
homojenleştirme politikası çerçevesinde azınlıklara karşı
sistematik olarak dışlama ve baskı politikaları uyguladığını ve
bu politikaların istenen sonucu sağlamaması durumunda da
zorunlu göçe başvurduğunu belirtmektedir. Bu gerekçelerle 89
Zorunlu Göçünün sistematik bir politikanın ürünü olduğunu
belirtmektedir.
Bu eserde yer alan makalelere toplu olarak bakıldığında,
elinizdeki bu eserin, 1894-1989 dönemi Bulgaristan’daki Türk
azınlık ve 1989 Göçü konusuyla ilgili birçok soruya açıklık
getirmeye çalıştığını, yeni sorular sorduğunu ve içerdiği konular
ve bilgiler itibarıyla, konuyla ilgili temel bir başvuru eseri
özelliğine sahip olduğunu söyleyebiliriz.
GÖÇ KAVRAMI, TARİH YAZIMI
VE KAMUOYU
“89 GÖÇÜ” İLE İLGİLİ TARİH YAZIMI VE
KAMUOYU ALGILARI*
Mehmet HACISALİHOĞLU
1989 Göçünün, öncesi ve sonrasıyla birlikte tarih
yazımında ve kamuoyundaki konumunu ortaya koymaya
çalışan bu makalede, öncelikle konuyla ilgili en temel
kavramlar, yayınlar ve tartışmalar ele alınarak konuya genel bir
giriş yapmak hedeflenmektedir. İlk olarak konuyla ilgili bazı
kavramlar yorumlanmaya çalışılacak ve ardından tarih yazımı
ve diğer yayın türlerine değinilerek, son bölümde Türk ve
Bulgar
kamuoyunun
89
Göçü
konusuna
yaklaşımı
değerlendirilecektir.
“Göçmen” ve “Muhacir” Kavramları
Türkçede
“göç”
kavramı
İngilizcede
“migration”
1
(immigration,
emigration)
kavramına
karşılık
olarak
kullanılmakta olup geniş bir anlama sahiptir. Değişik
nedenlerle meydana gelen nüfus hareketlerinin neredeyse
tamamı bu kavramla ifade edilmektedir. Örneğin sosyoekonomik nedenlerle “köyden şehre göç” veya “Türkiye’den
Almanya’ya göç” ile politik göç olarak tanımlanan “Bosna’dan
Türkiye’ye göç”, “Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç” gibi zorunlu
göçler de genel olarak aynı kelimeyle ifade edilmektedir. Ancak
konuyla ilgili literatürde “zorunlu göç”, “sürgün” gibi
kavramların da kullanıldığı görülmektedir. Günümüzdeki
kullanımı dikkate alınacak olur ise, farklı nedenlerle göç etmiş
Bu makalenin hazırlanmasında eleştirileriyle katkı sağlayan Prof. Dr. Nedim
İpek’e, Prof. Dr. Gencer Özcan’a ve Yrd. Doç. Dr. Neriman ErsoyHacısalihoğlu’na; Bulgarca literatürün bir kısmının temininde yardımlarından
dolayı Yrd. Doç. Dr. Sevim Hacıoğlu’na ve Dr. Aziz Şakir Taş’a teşekkür
ederim.
1 Resuhi Akdikmen, Langenscheidt Standard English Dictionary, İstanbul
1989, s. 330, 149.
*
32 Hacısalihoğlu
olan ve özellikle Balkanlar’dan ve Kafkaslardan Türkiye’ye
gelmiş olanlar kamuoyu tarafından “göçmen” biçiminde
adlandırılmaktadır. Göçmen kavramı ile eş anlamlı ya da ilintili
kavramların
zaman
içinde
farklı
biçimlere
evrilerek
dönüştükleri görülmektedir. 30 Ocak 1923’de Lozan Konferansı
sırasında imzalanan Mübadele Antlaşması uyarınca gelen
göçmenler kendilerini “mübadil” olarak adlandırmaktadırlar.
Fakat bu kavramın kullanıldığı kitleye göre taşıdığı anlam
farklılaşmaktadır. “Bulgaristan göçmeni” deyince başka bir
kavrama ihtiyaç duyulmadan bundan esasen zorunlu göçe
maruz kalmış göçmen anlaşılmaktadır. Bu nedenle “89
Göçü”nün (“89 Göçmeni”), tıpkı “93 Muhacereti” (“93 Harbi
Muhaciri”) gibi bu göçün politik nedenlerle meydana gelmiş bir
zorunlu göç olduğu anlamını içermektedir.
Göç kelimesinin Türkçedeki bu kullanımı Türkiye’nin kendi
tarihi deneyimleriyle ilgilidir. “Göç” Osmanlı döneminde ve
cumhuriyetin ilk dönemlerinde kullanılan “muhaceret”
kavramının karşılığı olarak kullanılmaktadır. “Göçmen” ise
“muhacir” kavramının karşılığıdır.2 Rusya’nın Kırım’ı ele
geçirdiği 1880’lerden beri Osmanlı’ya kaçmış, zorunlu göç
ettirilmiş veya sürülmüş bütün Müslüman topluluklar için
kullanılan
kavram
“muhacir”dir.
Bu
kelime
“hicret”
kelimesinden geldiği için İslam ülkelerinde Hz. Muhammed’in
Mekke’den Medine’ye göçüne binaen “dini nedenlerle göç etme”
anlamında kullanılmaktadır ve örneğin Redhouse’da da bu
şekilde açıklanmıştır.3 Şemseddin Sami de meşhur sözlüğünde
“muhacir” kelimesini “emigration” anlamında kullanıyor: “Ailece
yerleşmek üzere diyar-ı ahire giden adam”. Fakat buna
Osmanlı’dan örnekler veriyor: “Dobruca, Kırım, Bosna
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, Ankara 1988, s. 1039.
Sözlükte “muhacir” kelimesi: Who emigrates, an emigrant, especially, an
emigrant for the sake of Islam”, ve “muhaceret” kelimesi: “An emigration,
emigration, to emigrate, especially, to emigrate for the sake of Islam” şeklinde
açıklanmaktadır. S. James Redhouse, A Turkish and English Lexicon, (1.
Baskı 1890), 2. Ed., İstanbul 2001, s. 2040. Muhacir kelimesinin bu
anlamına binaen Kemal H. Karpat da Balkanlar ve Kafkaslardan göçü “dini
nedenlerle göç” şeklinde açıklamaya meyletmektedir.
2
3
Tarih Yazımı 33
muhacirleri”.4 Her ne kadar Şemseddin Sami bunu ifade etmese
de, verdiği örnekler bu kelimenin sözlük anlamı dışında artık
Osmanlı tarihindeki deneyimlerle birlikte “zorunlu göç”
anlamını da içerdiğine işaret etmektedir. Daha sonraki
sözlüklerde de - Karl Steuerwald’ın sözlüğü dışında - hiçbir
sözlükte kelimenin bu anlamı taşıdığı belirtilmemektedir.
Nitekim Karl Steuerwald’ın Türkçe-Almanca sözlüğünde
“muhacir” kelimesi açıklanırken: “(Ein-, Aus-, Zu) wanderer
(haeufig Flüchtling aus abgetretenen bwz. eroberten Gebieten)”
yazılmaktadır. Steuerwald, kelimenin “göçmen” anlamına
geldiğini, fakat “sıklıkla kaybedilen veya fethedilmiş bölgelerden
gelen sığınmacılar” anlamında kullanıldığını ayrıca belirtme
ihtiyacı duymuştur.5 Bir diğer Alman Osmanlı tarihçisi Klaus
Kreiser hazırlamış olduğu “Küçük Türkiye Sözlüğü”nde
“muhacir” kelimesine yönlendirmekte ve “göçmen” kelimesini de
doğrudan
Almanca “Flüchtling”
(sığınmacı)
kelimesiyle
6
açıklamaktadır.
Muhacir kelimesinin Osmanlı’da kullanımında içerdiği
anlamlara ilginç bir örnek de 1877/78 Osmanlı-Rus Savaşı
döneminden verilebilir. Rus işgalinden kaçarak Rodop dağlarına
sığınan Müslümanlar için, İngiliz konsolosluk raporlarında
genellikle “fugitives” ve bazı yerlerde de “refugee” (mülteci,
sığınmacı) kelimeleri kullanılmaktadır.7 Buna karşılık Osmanlı
kaynaklarında bunlara da “muhacir” denmiştir. Bu örnekte de
“muhacir”
kelimesi
“mülteci,
sığınmacı”
anlamında
kullanılmıştır. 1877/78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında
Ş. Sami, Kâmûs-ı Türkî, (1. Baskı 1317), 2. Baskı, İstanbul 1987, s. 1435.
Karl Steuerwald, Türkçe-Almanca Sözlük, (1. Baskı 1972), Wiesbaden,
İstanbul 1988, s. 651.
6
“Göçmen, ‘Flüchtling’ (aeltere Bez. muhacir). Sammelwort für alle
muslimischen Einwanderer aus Südosteuropa (Bosna, Giritli, Pomaken), der
Krim (Tatar) und den Kaukasuslaendern (Tscherkessen) seit Mitte des 19.
Jhs. Ihre Ansiedlung in eigenen Dörfern und Stadtvierteln stellte schon die
osman.
Verwaltung
vor
schwierige
Aufgaben.
Nach
dem
Bevölkerungsaustausch mit Griechenland Anfang der 20er Jahre bildeten
nach 1945 die g[öçmen] aus Bulgarien die grösste Gruppe.”, Klaus Kreiser,
Kleines Türkei Lexikon, München 1992, s. 74.
7 National Archives of the United Kingdom (NAUK), FO 195/1184, Edirne
İngiliz konsolosluk raporuna ek, 6 Ocak 1878, ve rapor, No.11, 7 Ocak 1878.
4
5
34 Hacısalihoğlu
Gürcistan’dan gelen Müslüman göçmenler için de muhacir
sözcüğünden bozulmuş “macır” terimi kullanılmaktadır. Terim
Orta Karadeniz Bölgesinde Gürcü asıllı göçmen anlamına
gelmektedir.8
Sözlü tarih bilgileri de “muhacir” kavramının bu şekilde
kullanıldığı görüşünü desteklemektedir. I. Dünya Savaşı’nda
Çarlık ordusunun Trabzon’u işgali nedeniyle Anadolu’nun iç
kesimlerine göç etmek zorunda kalan insanlar bunu “muhacir
çıktık” şeklinde ifade etmekte, bu dönemi anlatırken de
“muhacirlik
zamanı”
diye
adlandırmaktadır.
Buradaki
“muhacir” kelimesi başka “bir yere yerleşmek amacıyla göç
etmek” anlamından çok “göç etmeye mecbur kalmak”
anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca, Rus işgali nedeniyle
topraklarını terk eden insanların genellikle nereye yerleşecekleri
konusunda bir planları da olmamıştır. Burada kullanılan
“muhacir çıkmak” ifadesi, “zorunlu nedenlerle kaçmak”
anlamına gelmektedir.9
Bu anlamıyla “muhacir” kelimesinin yalnızca Müslüman
sığınmacılar tarafından kullanılmadığını, benzer şekilde göç
etmek zorunda kalmış Bulgarlar tarafından da kullanıldığını
gösteren örnekler vardır. Yanbolu’ya bağlı Karakaya (şimdiki
adı Kozare) köyünde yaptığım bir sözlü tarih çalışmasında
Osmanlı’dan Bulgaristan’a göç etmek veya kaçmak zorunda
kalmış Bulgarlara “Macuri” dendiğini öğrendim. Bulgarcada
ayrıca “bejanets” (çoğul “bejantsi”) kelimesi kullanılmaktadır.
“Muhacir” kelimesinin Bulgarcaya “macuri” (-i takısı çoğul
Daha yakın dönemlerde bölgeye yönelik iç göçlerle gelenler için “gelinti”
terimi kullanmaktadır. Aldığı “-inti” eki yüzünden terimin küçümseyici bir
çağrışımı vardır. Yörede Mübadele Anlaşması uyarınca gelenler için “mübadil”
kavramı da kullanılmaktadır. Orta Karadeniz bölgesiyle ilgili bu bilgileri
benimle paylaşan Prof. Dr. Gencer Özcan’a teşekkür ederim.
9 “Muhacir çıkmak”, “muhacirlik zamanı” ifadelerini, henüz çocuk yaştayken
ailesiyle birlikte Trabzon Tonya’dan Ordu Vona’ya (şimdiki Perşembe) göç
etmek zorunda kalan babaannem Sabire Hacısalihoğlu’ndan ve bu dönemin
şahitlerinden hikayeleri nakleden babam Kemal Hacısalihoğlu’ndan öğrendim.
8
Tarih Yazımı 35
anlamı verdiğinden muhacirler anlamına gelmektedir) şeklinde
geçtiği anlaşılmaktadır.10
Bu bilgilerden yola çıkarak özetlemek gerekirse “muhacir”
kelimesinin Osmanlı bağlamında “sığınmacı” anlamına da
geldiğini ve son dönemlerde onun yerine geçen “göçmen”
kelimesinin de muhacir kelimesinin bu anlamını miras olarak
aldığını söyleyebiliriz.11 Bu nedenle “89 Göçü” demekle
Türkiye’de anlaşılan “89 Muhacereti”, “89 İlticası”, “89 Zorunlu
Göçü”, “89 Sürgünü”dür diyebiliriz.12
Mehmet Hacısalihoğlu, Doğu Rumeli’de Kayıp Köyler: İslimye Sancağı’nda
1878’den Günümüze Göçler, İsim Değişiklikleri ve Harabeler, İstanbul 2008, s.
131. Osmanlı dönemi göç araştırmalarıyla tanınan Nedim İpek de göçlerle ilgili
kullanılan kavramlar problemine değinerek, örneğin Doğu Anadolu’da yine
Rus işgali nedeniyle göç edenlere bazı yerlerde “kaçakaç” dendiğini
belirtmektedir. Nedim İpek, “1864 Kafkaç Göçü Araştırmalarında Kaynaklar
ve Yöntem Sorunu”, 146. Yılında 1864 Kafkas Göçü: Savaş ve Sürgün, İstanbul
6-7 Aralık 2010, tarihli uluslararası sempozyumda sunulan bildiri. Farklı
göçleri ve göçmenleri tanımlamak üzere Türkçe’de kullanılan kavramlarla ilgili
Nedim İpek eserinin giriş bölümünde ayrıntılı bir analiz yapmaktadır: Nedim
İpek, Selanik’ten Samsun’a Mübadiller, Samsun 2010, s. 1-14.
11 “Muhacir” kelimesinin “zorunlu göçmen” anlamında kullanıldığını daha
önce Osmanlı’da göç konusunda çalışan Yıldırım Ağanoğlu da “20. Yılında 89
Göçü, Istanbul 7-8 Aralık 2009” tarihli uluslararası sempozyumda
tartışmalarda dile getirmişti.
12 İngilizce çalışmalarda 89 Göçü anlatırken “migration” yerine “exodus”
kelimesi kullanılmaktadır. Örnek olarak bkz. Clyde Haberman, “Bulgaria
Forces Turkish Exodus of Thousands”, The New York Times, 22/6/1989, s. 1.
Aynı makalede “forced Exodus” kavramı kullanılarak göçmenlere de “refugees”
(sığınmacı) denmektedir. Konuyla ilgili bilimsel çalışmalarda da daha çok
“exodus” kullanılmaktadır. Konuyla ilgili bir makalede göç şu kelimelerle
tasvir edilmektedir: “The quasi-genocidal induced exodus of more than
300,000 Bulgarian Turks in 1989 followed four years of intensive, forced
assimilationist campaigns aimed at destroying their ethnic, religious and
cultural identity and substituting it with a Bulgarian one.” Victor D. Bojkov,
“Bulgaria’s Turks in the 1980s: A Minority Endangered”, Journal of Genocide
Research, 6 (3), 2004, s. 343–369, s. 344; Ayrıca bkz. Milena Mahon, “The
Turkish Minority under Communist Bulgaria – Politics of Ethnicity and
Power”, Journal of Southern Europe and the Balkans, 1 (2), 1999, s. 149-162,
“Exodus” başlığı için bkz. s. 159. “Mass exodus” kavramı için bkz. Maria
Bakalova, “The Bulgarian Turkish Name Conflict and Democratic Transition”,
Innovation, 19 (3/4), 2006, s. 233-246, s. 241. “The mass exodus of Turks
from Bulgaria” ifadesi için bkz. Mary Neuburger, “Bulgaro-Turkish
Encounters and the Re-imagening of the Bulgarian Nation (1878-1995)”, East
European Quarterly, XXXI (1), March 1997, s. 1-20, s. 6. “Europe experienced
its largest mass-exodus since the Second World War” ifadesi için bkz. Carter
Johnson, “Democratic Transition in the Balkans: Romania’s Hungarian and
10
36 Hacısalihoğlu
Bununla birlikte özellikle 1990’dan itibaren yaşanan
gelişmelere paralel olarak göç kavramı “ulusaşırı göç”
(transnational migration) veya “ulusaşırı göçmen” kavramı da
yaygınlık kazanmaya başladığından, “Bulgaristan göçmeni”
ifadesindeki “sürgün edilmişlik” vurgusu azalmaya başlamış
gibi görünmektedir. Fakat henüz bütünüyle bir anlam kayması
söz konusu değildir.
“Bulgaristan Göçmeni”, “Bulgar Göçmeni” Kavramları
Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelip yerleşmiş olan ve kendisini
muhacir, 93 harbi muhaciri, 1951 muhaciri, göçmen, eski
göçmen veya 89 göçmeni olarak tanımlayan kişiler için
Türkiye’de halk arasında, hatta aydınlar arasında da yaygın
olarak kullanılan isim “Bulgar Göçmeni”dir. Bunun yanında
“Bulgar Türkü” ifadesi de kullanıldığı görülür. Oximoron bir
kavram
olmakla birlikte,
bunun
neden
bu
şekilde
kullanıldığının tartışılması gerekir. Bu bir çeşit “Türkiye
Yahudileri”, “Türkiye Ermenileri” demek yerine “Türk
Yahudileri”, “Türk Ermenileri” demek gibi bir anlam ifade
etmektedir. Örneğin Almanya’da ikinci, üçüncü kuşak
Türklerin Almanya’da entegre olduğunu ve büyük ölçüde de
asimile olmaya başladığını ifade etmek üzere “Deutschtürke”
(Alman-Türk) kavramı kullanılmaktadır.13 Benzer bir kavram
Bulgaristan’da Pomaklar için kullanılmakta, onlara “BılgariMohamedani” (Bulgar-Müslümanlar) denmektedir.14 Buradaki
vurgu aynı etnik kökene dayanmayla ilgilidir. Almanya’daki
“Alman-Türk” kavramı aslında “Almanlaşmış Türk” anlamına
gelmektedir. Türkiye’deki Türk Yahudileri de büyük ölçüde
“Türkleşmiş
Yahudiler”
anlamında
kullanılmaktadır.
Bulgaristan’da birçok tarihçi veya siyaset bilimi uzmanı da
Bulgaria’s Turkish Minority “1989-1999)”, Nationalism and Ethnic Politics, 8
(1), Spring 2002, 1-28, alıntı s. 5-6.
13 Bu tanımlamaya erken bir örnek olarak bkz. Claus Leggewiel / Zafer
Şenocak (derl.), Deutsche Türken, Türk Almanlar, Hamburg 1993.
14
Pomaklar için Bulgarca literatürün neredeyse tamamında “Bılgari
Mohamedani” kavramı kullanılmaktadır. Bu nedenle daha 1912-13 yıllarında
zorla Hıristiyanlaştırma politikasına maruz kalmışlardır. Ayrıntı için bkz.
Veliçko Georgiev, Stayko Trifonov, Pokrăstvaneto na Bălgarite Mohamedani
1912-1913. Dokumenti, Sofya 1995.
Tarih Yazımı 37
Türkler için “Bılgarski Turtsi”, bir çeşit “Bulgar Türkleri”
(buradaki Bulgar kelimesi sıfat olarak kullanılıyor) kavramını
kullanıyor.15 İngilizce yazarken de “Bulgarian Turks” kelimesi
kullanılarak, hem “Bulgaristan Türkleri”, hem de “Bulgar
Türkleri” olarak anlaşılabilecek bir ifade tercih edilmektedir.
Türkiye’de kullanılan “Bulgar Türkü” kavramı göçmenler
tarafından sert bir şekilde reddediliyor ve yabancılaşmaya
neden oluyor. Çünkü göçmenlere göre kendileri Bulgar
olmadıkları, Türk oldukları için göç etmek zorunda kalmışlardır
ve buna rağmen “Bulgar” olarak adlandırılmak kendilerince
hakaret olarak algılanmaktadır.16 Bulgaristan’dan Türkiye’ye
gelmiş olan Müslümanlar ile Bulgarlar arasındaki fark
bilinmesine rağmen “Bulgar”, “Bulgar Türkü” kavramının
kullanılmasını
belki
Türkçedeki
“Bulgar”
kavramının
kullanımıyla açıklamak mümkün olabilir. “Bulgar” kavramı
halk arasında etnik bir kavram olmaktan çok coğrafi bir
kavram olarak da kullanıldığında “Bulgaristan coğrafyasından
olan” anlamına gelebiliyor. Gelibolu yarımadasında bir köyde
burada yaşayanların kimler olduğunu sorduğumda “Çoğu
Bulgar’dan geliyor” cevabını aldım. Buradaki “Bulgar”
kelimesinin “Bulgaristan” anlamında kullanıldığı açıktır. Bu
durumda “Bulgar göçmeni” demekle kastedilen “Bulgaristan
göçmeni”dir. Benzer bir örnekle Batı Trakya Türkleri arasında
karşılaştım. Eski Sovyet topraklarından 1990 sonrasında
Yunanistan’a göç eden çok sayıda Rum, Batı Trakya
(Gümülcine) bölgesine yerleştirildi. Bu Rusyalı Rumları ifade
etmek için orada yaşayan Türklerin “Rus” kelimesini
kullandıklarını gördüm. Buradaki “Rus” kelimesi de “Rusyalı”
Sosyalist dönemde Bulgaristan’da tarihçi olarak kariyer yapan Türkler
arasında da bu kavram yaygın olarak kullanılmaktaydı. Örnek olarak bkz.
Hüseyin Memişoğlu’nun Türklerin Bulgaristan’da sosyalizmin kuruluşuna
katkılarını abartılı olarak anlatan kitabı; Yusein Memişev, Zadružno v
Sotsialističeskoto Stroitelstvo na Rodinata. Priobštavane na Bălgarskite Turtsi
kăm Izgraždaneto na Sotsializma, Sofya 1984.
16 Özellikle Bulgaristan’da Bulgarlar tarafından Türk oldukları için dışlanan,
İslamî gelenek ve göreneklerini savunan ve bu yüzden evini, malını-mülkünü
bırakarak göç eden bu kişiler arasında, Türkiye’de de “Bulgar” olarak
tanımlanarak aynı dışlamayı gördüklerini, kendilerine Bulgarlar ile aynı
muamelenin yapıldığını düşünen çok sayıda kişi mevcuttur.
15
38 Hacısalihoğlu
kelimesinin kısaltılmış şekli olarak düşünülebilir. Aynı şekilde
Yunanistan’da eski Sovyet cumhuriyetlerinden gelen Rumlara
“Rosopontios” (“Rus-Pontuslu”) denmekte, bununla da Rusyalı
Pontuslu denmek istenmektedir. Almanya’da eski Sovyetlerden
gelen Alman göçmenler için ayrımı daha net bir ifade
“Russlands-Deutsche” (Rusya Almanı) kullanılmaktadır.
Buna rağmen “Bulgar göçmeni” yerine kısaltma yapmadan
“Bulgaristan göçmeni” kavramının kullanılması elbette ki daha
doğru olacaktır ve böylece yanlış anlaşılmalar önlenebilecektir.
89 Göçü ile İlgili Bilimsel Çalışmalar
Konunun nispeten yakın tarihe ait olması ve etkisinin
günümüzde de devam ediyor olması nedeniyle çalışmaların
çoğu uluslararası ilişkiler ve tarih uzmanları tarafından
yapılmıştır. Bununla birlikte bütünüyle 89 Göçü konusuna
odaklanmış monografik bir eser – tespit edebildiğim kadarıyla henüz yayınlanmış değildir.
Buna karşılık, Bulgaristan’da “Soyadönüş Süreci”ni17 89
Göçünü de kapsayacak şekilde ele alan bazı monografik
çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan biri Mihail Gruev ve Aleksey
Kalyonski tarafından 2008 yılında yayınlanmıştır.18 Kitap iki
bölümden oluşmakta, ilk bölüm Mihail Gruev tarafından
yazılmış olup yazarların “Bulgar Müslümanlar” diye tanımladığı
Pomaklara yönelik asimilasyon politikalarını, A. Kalyonski
tarafından yazılan ikinci bölüm ise Türklere yönelik asimilasyon
politikalarını tartışmaktadır. Eserde, Türklerin sosyalizm
öncesi, sosyalist rejim tarafından “en uzak ötekiler”, “yeterince
modern ve laik olmayanlar” olarak görüldüğü ve modernleşme
17
Jivkov döneminde Bulgar resmi makamları tarafından kullanılan kavram “Văzroditelen
Protses” veya “Văzroditelniyat Protses” Yeniden Doğuş Süreci anlamına gelmektedir. 19.
yüzyılda Osmanlı yönetiminde Bulgarlar arasında başlayan milliyetçi hareket ve bağımsızlık
mücadeleleri de “Văzroždenie” (Yeniden Doğuş) kavramıyla tanımlanmaktadır. Türklere karşı
uygulanan asimilasyon politikası da “yeniden doğma”, “uyanma”, “aydınlanma” olarak 19.
yüzyıldaki ulusal uyanışın bir devamı gibi tanımlanmıştır. Fakat buradaki “yeniden doğma”
daha ziyade “gerçek soyuna dönmek” anlamında kullanılmıştır. Bu nedenle bu kavram
Türkçe’ye “Soya Dönüş Süreci” olarak da aktarılmaktadır.
18 Mihail Gruev / Aleksey Kalyonski, Văzroditelniyat Protses. Myusyulmanskite
Obštnosti i Komunističeskiyat Režim, Sofya 2008.
Tarih Yazımı 39
ile
asimilasyon
politikalarının
birlikte
uygulandığı
belirtilmektedir.
Buna
göre
1984-85
toplu
isim
değiştirmelerinden önce 1970’lerin ortalarında Pomaklara
yönelik isim değiştirme uygulamaları esnasında Orta
Rodoplar’daki Türk köylerindeki Türklerin de isimleri
değiştirilmiştir. Bu isim değiştirmelere gerekçe olarak komşu
Pomak köyleriyle evlilikler yoluyla Türkler arasında Bulgar
kanının ağır bastığı öne sürülmüştür. Kitabın ikinci kısmının
son bölümünde (s. 176-193) “Mayıs Olayları” (Türklerin
düzenlediği protestolar) ve “Büyük Gezinti” (Golyamata
Ekskurziya), yani 89 Göçü ele alınmıştır. Türklerin kitleler
halinde göçünün ele alındığı kısımda, Todor Jivkov’un bu göçü
gerekli
gördüğü
yine
kendi
ifadelerine
dayanarak
vurgulanmaktadır. Buna göre Jivkov 7 Haziran 1989’da siyasi
elitlerle görüşmesinde şöyle demiştir: “Size gizli tuttuğum bir
şeyi söyleyeceğim.
Bu nüfustan 200-300 bin kişiyi
göndermezsek, 15 sene sonra Bulgaristan var olmayacak. Kıbrıs
veya ona benzer bir şey haline gelecek.”19 Eserde, Türkiye’nin
sınırı açtığı 3 Haziran’dan 21 Ağustos 1989’a kadar yaklaşık
360.000 kişinin Türkiye’ye göç ettiği, fakat Jivkov’un
hükümetten düşmesine kadar bunların 40.000’inin üç aylık
vize süreleri dolmadan geri döndüğü belirtilmektedir.20 Bununla
birlikte aynı dönemde yaklaşık 400.000 kişinin de Türkiye’ye
göç etmek isteğiyle pasaporta başvurmasının da aynı derecede
önemli olduğunun altı çizilmektedir. Çalışma, 1990 yılı sonuna
kadar göç edenlerin yaklaşık % 40’ının (150.000 kişi)
Bulgaristan’a geri döndüğü belirtilmektedir.21
Bulgaristan’daki son dönem gelişmelerini ele alan genel
çalışmalar arasında öncelikle Richard J. Crampton’un 1997’de
basılmış A Concise History of Bulgaria başlıklı eserini
Gruev / Kalyonski, age, s. 185.
Fakat geri dönüş nedenleri üzerinde durulmamaktadır. Yazar bu bilgileri D.
Dimitrova’ya dayandırmaktadır. Donka Dimitrova, “Bălgarskite Turtsi
preselnitsi v Republika Turtsiya prez 1989 godina”, Meždu Adaptatsiyata i
Nostalgiyata. Bălgarskite Turtsi v Turtsiya, Der. Antonina Jelyazkova, Sofya
1998, s. 76-139.
21 Gruev / Kalyonski, age, s. 193.
19
20
40 Hacısalihoğlu
anabiliriz.22 Doğrudan Bulgaristan’daki Türkleri ele alan
çalışmalar arasında ise özellikle Ali Eminov’un 1997’de
Londra’da basılan eseri Turkish and Other Muslim Minorities in
Bulgaria23 en çok yararlanılan eserlerden biri haline gelmiştir.
Bunda şüphesiz eserin İngilizce olmasının da katkısı büyüktür.
Bunun dışında İbrahim Yalımov’un “Bulgaristan’da Türk
Toplumunun Tarihi” başlıklı eseri,24 Valeri Stoyanov’un 1998’de
Sofya’da Bulgarca olarak yayınlanmış “Bulgaristan’da Etnik
Politika Kutupları Arasında Türk Topluluğu”25 başlıklı eseri ile
Ali Dayıoğlu’nun 2005 yılında Türkçe olarak yayınlanmış
“Toplama Kampından Meclise Bulgaristan’da Türk ve
Müslüman Azınlığı”26 başlıklı eserleri mevcuttur. Bu iki eser
yayınlandıkları ülkeler Türkiye ve Bulgaristan’da sıklıkla
başvurulan çalışmalardır. Bunlar da Ali Eminov’un eseri gibi
Bulgaristan’daki Türklerin 20. yüzyıldaki durumunu tarihsel
bir süreç içinde ele almaktadır. 89 Göçü konusu ise genellikle
ayrı bir bölüm olarak bu eserlerde incelenmektedir. Burada
Bulgaristan’daki azınlıkların tarihini ya da Türk-Bulgar
ilişkilerini
ele
alan
başka çalışmalar
da
sıralamak
27
mümkündür. Bu çalışmaların yanı sıra, Balkanlardan göç
R. J. Crampton, A Concise History of Bulgaria, 1. Baskı 1997, 2. Baskı,
Cambridge 2007.
23 Ali Eminov, Turkish and Other Muslim Minorities in Bulgaria, London 1997.
Ayrıca bkz. Ali Eminov, “Turks and Tatars in Bulgaria and the Balkans”,
Nationalities Papers, 28 (1), 2000, s. 129-164; aynı yazar, “The Turks in
Bulgaria: Post-1989 Developments”, Nationalities Papers, 27 (1), 1999, s. 3155.
24 Ibrahim Yalımov, Istoriya na Turskata Obštnost v Bălgariya, Sofya 2002.
25 Valeri Stoyanov, Turskoto Naselenie v Bălgariya Meždu Polyusite na
Etničeskata Politika, Sofya 1998.
26 Ali Dayıoğlu, Toplama Kampından Meclis’e Bulgaristan’da Türk ve
Müslüman Azınlığı, İstanbul 2005.
27 Örneğin bkz. Birgűl Demirtaş Coşkun, Bulgaristan'da Yeni Dőnem (Soğuk
Savaş Sonrası Ankara-Sofya İlişkileri). Ankara 2001. Ayrıca Bilal Şimşir
tarafından Bulgaristan Türkleri hakkında çok sayıda çalışma yapılmıştır,
örnek olarak bkz. Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri, 1878-1985, Ankara
1986. Bu çalışmada kitabın baskı tarihine kadar yaşanan isim değiştirme
sürecine de değinilmiştir. Yazar eserin ikinci baskısında 89 Göçünü de ele
almıştır, Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri (1878-2008), Genişletilmiş 2. Baskı,
Ankara 2009. Bulgaristan’da Müslüman azınlık hakkında çalışmaları
bulunan bir başka uzman İlker Alp’tir. Çalışmalarına örnek olarak bkz. İlker
Alp, Pomak Türkleri (Kumanlar-Kıpçaklar), Edirne 2008; aynı yazar, Belge ve
Fotoğraflarla Bulgar Mezalimi (1878-1989), Ankara 1990; aynı yazar, Bulgarian
22
Tarih Yazımı 41
konusunu genel olarak ele alan başka incelemelerde de 89
Göçüne kısaca değinilmektedir.28 Bulgaristan’ın son dönem
tarihi ve dış ilişkileri hakkındaki çalışmalarda da konuya kısaca
değinilmekte ve özellikle Jivkov hükümetinin Türklere karşı
uyguladığı politikalar, Bulgaristan’ın bulunduğu uluslararası
konjonktürle bağlantılı olarak değerlendirilmektedir.29
Bu genel çalışmaların yanında, 1984’ten günümüze kadar
uzanan süreçle ilgili hazırlanmış çok sayıda yüksek lisans ve
doktora çalışması mevcuttur. Bunlar arasında örneğin Nurcan
Özgür (Baklacıoğlu) Bulgaristan’da Hak ve Özgürlükler
Hareketi’yle ilgili bir yüksek lisans çalışması hazırlamış ve
çalışması kitap olarak basılmıştır.30 Konunun farklı boyutlarıyla
ilgili çok sayıda bilimsel makale de yayınlanmıştır.31
1989 Göçü ve bununla bağlantılı konular, doğal olarak
geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. 1989 sonrası Bulgaristan’da
yaşanan gelişmelerle ilgili çalışanlar arasında Fransa’dan
Nadege Ragaru, Bulgaristan’da demokratikleşme ve Türk
azınlığın konumu hakkında çok sayıda makale kaleme
almıştır.32 Aynı şekilde Almanya’da Wolfgang Höpken’ın
Atrocities. Documents and Photographs, London 1988. Ayrıca bkz. Hüseyin
Memişoğlu, Bulgar Zulmüne Tarihi Bir Bakış, Ankara 1989.
28 H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makûs Talihi
Göç, İstanbul 2001, s. 314-318.
29 Örnek olarak bkz. Plamen S. Tsvetkov, Bălgariya i Balkanite ot nay-stari
vremena do naši dni, cilt 2, Săvremenna Bălgariya, Sofya 1996, s. 412-422.
30 Nurcan Özgür, Etnik Sorunların Çözümünde Hak ve Özgürlükler Hareketi,
İstanbul 1999. Başka tezlere örnek olarak bkz. Ahmet Öztürk, “Tarihi Gelişim
İçinde Bulgaristan’da Türk Azınlığı ve Sorunları”, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü yükseklisans tezi, 1990.
31 Örnek olarak bkz. Hamza Eroğlu, “Milletlerarası Hukuk Açısından
Bulgaristan’daki Türk Azınlığı Sorunu”, Bulgaristan’da Türk Varlığı I, Türk
Tarih Kurumu, Bildiriler, 7 Haziran 1985, 1. Baskı 1985, Ankara 1987, s. 1546 (Aynı derlemenin İngilizcesi: The Turkish Presence in Bulgaria,
Communications, 7 June 1985, Ankara 1986).
32 Nadège Ragaru / Antonela Capelle-Pogacean, "Les partis minoritaires, des
partis ‘comme les autres’? Les expériences de l’UDMR en Roumanie et du
MDL en Bulgarie", Revue d’études comparatives Est-Ouest, 38/4, décembre
2007, s. 115-148; aynı yazar, "En quête de notabilité : vivre et survivre en
politique dans la Bulgarie post-communiste", Politix, 17/67, nov. 2004, s. 71100; aynı yazar, "Islam in Post-communist Bulgaria : An Aborted ‘Clash of
Civilizations’ ?", Nationalities Papers, 29/2, June 2001, s. 293-324; aynı
42 Hacısalihoğlu
çalışmalarını anabiliriz.33 Bulgaristan’da geçiş dönemini
(transition) ele alan çalışmalar bu konuyu da içermektedir. 34
Türkiye’de 89 Göçüyle ilgili en çok ilgi çeken konulardan biri
göçmenlerin Türkiye’de yerleşmesi ve uyum sürecidir. Burada
göçmenlik kimliği, Türkiye’deki diğer gruplarla ilişkiler gibi
birçok konu çalışmalarda yer bulmuştur. Bu derlemedeki
makalesinde Aslı Şirin, bu konu hakkında kitap ya da makale
yayınlayan Beğlan Toğrol, Belkıs Kümbetoğlu, Nesrin
yazar, "L’émergence d’un parti nationaliste radical en Bulgarie : Ataka ou le
mal-être du post-communisme", Critique internationale, 30, janvier 2006, s.
42-56; aynı yazar, "L’islam de la transition en Bulgarie post-communiste", Le
nouvel islam balkanique. Les musulmans, acteurs du post-communisme, 19902000, Der. Xavier Bougarel / Nathalie Clayer, Paris 2001, s. 241-288; aynı
yazar, "ONG et enjeux minoritaires en Bulgarie: au-delà
de
‘l’importation/exportation’ des
modèles
internationaux",
Critique
internationale, 40, 2008, s. 27-50; aynı yazar, "Recompositions identitaires
chez les musulmans de Bulgarie: entre marqueurs ethniques et religieux",
Balkanologie, 3/1, September 1999, s. 121-146; aynı yazar, “’Rendre service’:
politique et solidarités privées en Bulgarie post-communiste", Cahiers
d’études sur la Méditerranée orientale et le monde turco-iranien, 31, janvierjuin 2001, s. 9-56.
33 Wolfgan Höpken, Die ungeliebte Minderheit. Die Tűrken Bulgariens, 18781993, Münih 1994.
34 Örneğin bkz. Magdalena Elchinova, “Alien by Default. The Identity of the
Turks of Bulgaria at Home and in Immigration”, Developing Cultural Identity in
the Balkans: Convergence vs. Divergence. Eds. R. Detrez / P. Plas, Brüksel
2006, s. 87-110; aynı yazar, “Reformulating Identity in Transition: The Turks
of Bulgaria after 1989”, Europe and the Historical Legacies of the Balkans,
Eds. R. Detrez / B. Segaert, Brüksel 2008, s. 129-142; aynı yazar,
“Spreminjanje identitete: konstrukcija in sprememba identitete pri borgarskih
Turkih”,
Borеc,
LVI,
(Ljubljana
2004),
s.
25-42;
aynı
yazar,
“Instrumentalizirane na mita (‘Văzroditelniyat protses’ v Bălgariya i etničniyat
konflikt v Republika Makedoniya)”, Antropologični izsledvaniya, 4/2003, s. 937. Ayrıca bkz. Evgeniya Kalinova / Iskra Baeva, Bălgarskite Prehodi 19392002, Sofya 2002; Dia Anagnostou, "Nationalist Legacies and European
Trajectories: Post-communist Liberalization and Turkish Minority Politics in
Bulgaria", Southeast European and Black Sea Studies, 5 (1) 2005, s. 89-111;
Nora Ananieva, "The role of self-government for the consolidation of the
Bulgarian ethnic model", National Minorities in South-east Europe: Legal and
Social Status at the Local Level, Zagreb 2002, s. 57-70; John Anderson, "The
Treatment of Religious Minorities in South-Eastern Europe: Greece and
Bulgaria Compared", Religion, State and Society, 30 (1) 2002, s. 9-31; Vesselin
P. Bosakov, "Bulgarian Turks in the Context of Neighborhood with Other
Ethno-Religious Communities in Bulgaria," International Journal of the
Sociology of Language, 179/2006, s. 29-40; aynı yazar, Bălgarskite Turtsi
meždu Kulturata na Săsedstvo i Religioznata Identičnost, Sofya 2000; James
W. Warhola / Orlina Boteva, “The Turkish Minority in Contemporary
Bulgaria”, Nationalities Papers, 31 (3), September 2003, s. 255-279.
Tarih Yazımı 43
Türkaslan, Suat Kolukırık, Turhan Çetin ve T. Nichols ile N.
Suğur’un çalışmalarını değerlendirmektedir.35 Bu nedenle bu
çalışmalara burada ayrıntılı olarak değinilmeyecektir. Bu
çalışmalara ek olarak son yıllarda yaptığı çalışmalarla Ayşe
Parla da bu konuya önemli katkılar sağlamıştır.36 Göçmenlerin
Türkiye’ye
uyumu
konusu
Antonina
Jelyazkova
gibi
Bulgaristan’daki bazı araştırmacılar tarafından da inceleme
konusu yapılmıştır. Uluslararası Azınlık Problemleri ve Kültürel
İlişkiler Merkezi başkanı Jelyazkova bu konuda bir derleme
kitap yayınlamıştır.37
Beğlan Toğrol, 1989 Yazında Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç Eden Türklerin
Psikolojik İncelemesi, İstanbul 1990; aynı yazar, Direniş. Bulgaristan
Türklerinin 114 Yıllık Onur Mücadelesinin Karşılaştırmalı Psikolojik İncelemesi,
İstanbul 1991; Suat Kolukırık, “Bulgaristan’dan Göç Eden Türk Göçmenlerin
Dayanışma ve Örgütlenme Biçimleri: İzmir Örneği”, C. Ü. Sosyal Bilimler
Dergisi, 30 (1) (2006), s. 1-13; Belkıs Kümbetoğlu, “Göçmen ve Sığınmacı
Gruplardan Bir Kesit: Bulgaristan Göçmenleri ve Bosnalı Sığınmacılar”,Yeni
Balkanlar, Eski Sorunlar, Der. K. Saybaşılı / G. Özcan, İstanbul 1997, ss.
227-259; Turhan Çetin, “The Socio-Economic Outcomes of the Last Turkish
Migration (1989) from Bulgaria to Turkey”, Turkish Studies, 3 (7) (2008), s.
241-270; Theo Nichols / Nadir Suğur, Global İşletme, Yerel Emek: Türkiye’de
İşçiler ve Modern Fabrika, İstanbul 2005, s. 83-103; Theo Nichols / Nadir
Sugur / Serap Sugur, “Muhacir Bulgarian Workers in Turkey: Their Relation
to Management and Fellow Workers in the Formal Employment Sector”,
Middle Eastern Studies, 39 (2), April 2003, s. 37-54.
36 Ayşe Parla, “Remembering across the Border: Postsocialist Nostalgia among
Turkish Immigrants from Bulgaria”, American Ethnologist 36 (4) 2009, s. 750767; Aynı yazar ve Zeynep Kaslı, “Broken Lines of Il/legality and the
Reproduction of State Sovereignty: The Impact of Visa Policies on Turkish
Immigrants from Bulgaria”, Alternatives: Global, Local, Political 34 (2) 2009, s.
203-227; aynı yazar, “Irregular Workers or Ethnic Kin?: Post 1990s Labor
Migration from Bulgaria to Turkey”, International Migration 45(3), 2007, s.
157-181; aynı yazar, “Longing, Belonging and Locations of Homeland among
Turkish Immigrants from Bulgaria”, Journal of Southeast European and Black
Sea Studies 6 (4), 2006, s. 543-557; aynı yazar, “Marking Time along the
Bulgarian-Turkish Border.” Ethnography 4(4), 2003, s. 561-575; aynı yazar ve
Didem Danış, “Nafile Soydaşlık: Irak ve Bulgaristan Türkleri Örneğinde
Göçmen, Dernek ve Devlet”, Toplum ve Bilim 114/2009, s. 131-158.
37 Antonina Jelyazkova (Der.), Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata. Bălgarskite
Turtsi v Turtsiya, Sofya 1998. Derlemede Jelyazkova’nın “Bulgar
Göçmenlerinin Türkiye’de Sosyal ve Kültürel Uyumu” konulu bir makalesi
bulunmaktadır: “Sotsialna i Kulturna Adaptatsiya na Bălgarskite Izselnitsi v
Turtsiya”, age, s. 11-44. Ayrıca bkz. Tsvetana Georgieva, “Preselničeskata
Motivatsiya na Bălgarskite Turtsi”, age, s. 45-75; Donka Dimitrova,
“Bălgarskite Turtsi preselnitsi v Republika Turtsiya prez 1989 godina
(Adaptatsiya i Promeni v Kulturen Model)”, age, s. 76-139.
35
44 Hacısalihoğlu
Konuyla
ilgili
Türkiye’de
çalışan
akademisyenlere
baktığımızda, “göç arkaplanlı” akademisyenlerin çoğunlukta
olduğunu görüyoruz. Göçü bizzat yaşamış insanların akademik
çalışmaları aynı zamanda kendi deneyimleri ve anılarıyla da
beslenmektedir. Bu ve ayrıca Bulgarcaya ve konuyla ilgili
Bulgarca literatüre de vakıf olmaları onlar için büyük bir
avantaj oluşturmaktadır. Her ne kadar göçü bizzat yaşamış
insanların, duygusal yaklaşımlarının daha yoğun olacağı akla
gelse de, mevcut çalışmaların çoğunda mesafeli bir yaklaşımın
hâkim olduğunu söyleyebiliriz.38
89 Göçüyle İle İlgili Belge Yayınları
Son on yıllık dönemde Bulgaristan’da “Yeniden Doğuş
Süreci” (Vızroditelniyat Protses) hakkında yüzlerce belgeyi
içeren Bulgarca belge derlemeleri yayınlandı. Aşağıda ele
alınacak bu derlemelerde yayınlanan belgeler çoğunlukla
Bulgaristan resmi kurumlarının yazışmaları ve raporlardan
oluşmaktadır. Büyük bir kısmı ilk kez yayınlanan bu belgelerin
konuyla ilgili birçok sorunun aydınlatılmasında önemli katkılar
sağlayacağı söylenebilir.
Bununla birlikte belge yayınlarının derleyenin ilgi alanına,
vermek istediği mesaja uygun olarak seçtiği belgelerden
oluşması, bu kaynakların değerini sınırlandıran en önemli
faktör olarak değerlendirilebilir. Doğal olarak derleyenine göre
kaynakların
çeşitliliği
değişebilmektedir.
Ayrıca
belge
yayınlarında derleyenin iyi niyetinin de ötesinde, önemli farklar
yaratabilecek aktarma/transkripsiyon yanlışları ya da yanlış
düzeltmelerle de karşılaşılmaktadır. Bu ve benzeri nedenler
yüzünden belge yayınlarının hiçbir zaman arşiv çalışmasının
yerine geçemeyeceği ileri sürülebilir. Fakat yukarıda da
belirtildiği gibi bu tür yayınlar kaynak yayınları olarak önem
taşımaktadır.
“Soya dönüş süreci” ve 89 Göçü onların hayatında bir travma oluşturmaktadır ve kendileri bu tür incelemelerde aynı zamanda bu travmayla
yüzleşmektedirler. Bu da ayrıca önem taşımaktadır.
38
Tarih Yazımı 45
İlk belge derlemelerinden birisi olan “Soyadönüş Süreci
Hakkında Gerçek” 2003 yılında Entegrasyon Araştırmaları
Enstitüsü tarafından Sofya’da yayınlandı.39 Bulgar Komünist
Partisi Merkez Komitesi ve Politbüroya ait belgelerin toplandığı
bu derlemenin Ahmed Doğan’ın başkanlığını yaptığı bir proje
olarak hazırlandığı ve Samuel Levi tarafından derlendiği
belirtilmektedir. Derlemenin girişinde ancak ulaşılabilen
belgelerin yayınlanabildiği belirtilerek, ileride yeni belgelerle
tamamlanarak geliştirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. 19851990 arası dönemle ilgili toplam 19 belge, Todor Jivkov’un
açıklamaları, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin
kararları, toplantı tutanakları, mektuplar vardır.
Daha kapsamlı bir belge yayını Veselin Angelov tarafından
2008 yılında yapılmıştır.40 830 sayfalık eserde Bulgar Komünist
Partisi Merkez Komitesi’nin ve Politbüro’nun şimdi Merkezi
Devlet Arşivinde (Tsentralen Dırjaven Arhiv) bulunan
belgelerinden toplam 197 belge yayınlanmıştır ve bu belgelerin
çoğunluğu ilk kez kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Angelov eserin
girişinde iki önemli sorunsalla ilgili belgeleri seçtiğini
belirtmektedir: 1984-89 sürecinde Komünist Parti merkezinin
rolünü ve bu dönemdeki Bulgar-Türk ilişkilerini açıklayan
belgelere ağırlık vermiştir. Belgeler Politbüro toplantı
tutanakları, Türklerin asimilasyonu ile ilgili en üst düzeyde
yapılan toplantı ve raporlar, Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi ile
görüşme raporları, propaganda yazıları gibi çoğunlukla Todor
Jivkov’la ilgili en üst düzey devlet yönetiminde oluşmuş
metinleri kapsamaktadır. Angelov eserin girişinde konuyla ilgili
kısa bir tarih yazımı tartışması yaparak, 1984-89 sürecinde
Komünist Parti’nin ortaya attığı daha sonra da etkisi süren
tezleri ele alarak yayınladığı belgelerin bu tezleri çürüttüğünü
belirtmektedir. Sorguladığı iddialardan ilki asimilasyon
Istinata za “Văzroditelniya Protses”. Dokumenti ot arhiva na Politbyuro i TsK
na BKP, Proje başkanı Ahmed Dogan, Derleyen Samuel Levi, Institut za
Izsledvane na Integratsiyata, Sofya 2003.
40 Veselin Angelov, Strogo Poveritelno! Asimilatorskata kampaniya sreštu
turskoto natsionalno maltsinstvo v Bălgariya (1984-1989). Dokumenti, Sofya
2008.
39
46 Hacısalihoğlu
kampanyasının zorla yapıldığına dair belgenin bulunmadığı ve
bu kararı kimin verdiğinin belli olmadığıdır. Angelov’a göre bir
diğer “yalan”, bu hareketin “alttan” geldiği, yani Türkler
tarafından gönüllü olarak talep edildiği ve uygulandığı
iddiasıdır. Angelov yayınladığı belgelerin bu kararın şüphe
götürmez şekilde Todor Jivkov ve onun en yakın çevresi
tarafından alındığını ortaya koyduğunu belirtmektedir. Bu
kararın uygulayıcıları da Politbüro üyeleridir. Sözkonusu
uygulamalar Komünist Partinin yerel üyeleri, ordu, milis ve
istihbarat
gibi
devletin
bütün
organları
kullanılarak
dayatılmıştır.
Angelov tarafından yayınlanan bir diğer belge derlemesi
1989 Ocak-Mayıs arasında Bulgaristan’da Türklerin düzenlediği
protestolara ilişkindir. 2009’da yayınlanan derleme istihbarat
teşkilatı ve Politbüro’ya ait 85 belgeyi içermektedir.41 Yazar
derlemenin girişine uzun bir makale koyarak konuyu ayrıntılı
olarak tartışmaktadır.
Bir diğer önemli belge yayını 2009 yılında Iskra Baeva ile
Evgeniya Kalinova tarafından yapılmıştır. İki ciltlik bu eser
birinci cildinde 372, ikinci cildinde 542 belge içermekte olup
1600 sayfadan oluşmaktadır.42 Derlemede 1984 öncesine ait
Türk azınlıkla ilgili belgelere de yer verilmiş olmakla birlikte,
belgelerin çoğunluğu 1984-1989 dönemine aittir. Yazarlar bu
eserin her iki cildine de bir giriş makalesi ekleyerek birinci ciltte
Bulgaristan devletinin 1930’lardan 1990’lara Türk azınlığa
yönelik politikası ve “Vizroditelniyat Protses”i, ikinci ciltte ise bu
sürecin uluslararası alandaki etkisini ele almışlardır. Bulgar
Merkez Arşivinde İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Bulgar
Telgraf Ajansı Arşivleri’nden resmi yazışmalar ve raporlar
arasında
seçilen
belgeler
yayınlanmıştır.
Yazarların
yayınladıkları belgelerin konuyla ilgili araştırmalara önemli
Veselin Angelov, Sekretno! Protestnite aktsii na turtsite v Bălgariya,
Yanuari-May 1989, Sofya 2009.
42 Evgeniya Kalinova, Iskra Baeva (Yayına Hazırlayanlar), “Văzroditelniyat
Protses”. Cilt 1: Bălgarskata Dăržava i Bălgarskite Turtsi (Sredata na 30-te –
načaloto na 90-te godini na XX vek), Cilt 2: Meždunarodni izmereniya (19841989), Sofya 2009.
41
Tarih Yazımı 47
kaynak oluşturacakları muhakkaktır. Fakat yazarların
kullandıkları ifadeler belgelerin diliyle yer yer benzerlikler
göstermekte, ayrıca yaptıkları değerlendirmeler de 1984-89
arası Bulgar resmi söyleminin etkisi altında kaldıklarını ortaya
koymaktadır. Yazarların bu giriş makalelerinde ortaya
koydukları düşüncelere aşağıda tarih yazımı tartışmasında
kısmen değinilmektedir.
1990 sonrası yayınlanan belgeler yanında 1984-89
sürecinde Bulgaristan hükümeti tarafından propaganda
amacıyla yayınlanmış kitaplar, kitapçıklar bulunmaktadır.
Bunlar da dönemin politikalarını anlamak açısından önem
taşımaktadır. Örneğin 1985 yılında “Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanına Açık Mektup” başlığıyla Bulgaristan’da önde gelen
Türklerin Bulgarca isimleriyle yer aldıkları bir kitapçık
yayınlandı. Burada kendilerinin zorla Türkleştirilmiş Bulgarlar
oldukları ve isimlerini gönüllü olarak tekrar geri aldıkları
belirtilmekte ve Türk hükümetinden Bulgaristan’ın içişlerine
karışmaması talep edilmektedir.43 Bir başka propaganda yayını
ise 1987 yılında geri dönenlerin “kapitalist Türkiye”ye göç
ederek yaşadıkları büyük “hayal kırıklığını” anlattıkları
hikâyeleri içermektedir.44 Buna karşılık Türkiye’de ve yurt
dışında Bulgaristan’da uygulanan baskı rejimi hakkında
eleştirel yayınlar çıkmıştır. Bunlar arasında Helsinki
Komitesi’nin yayınları anılabilir.45
Offener Brief einer Gruppe Bulgaren aus der Volksrepublik Bulgarien, die ihre
bulgarischen Namen wieder angenommen haben, an den Ministerpreasidenten
der Republik Türkei, Sofya 1985. Bu kitapçığın farklı dillerde yayınlandığı
anlaşılmaktadır.
44 Izstratana Obič po Bălgariya. Razkazvat Zavărnali se ot Turtsiya Bălgarski
Graždani, Sofya 1987.
45 Norveç Hesinki Komitesi, “Bulgaristan’daki Türk ve İslam Azınlığına Baskı”,
Çev. Yaşar Yücel, Belleten, Cilt LI, sayı 201 (Aralık 1987), s. 1445-1467. Jeri
Laber, Destroying Ethnic Identity: the Turks of Bulgaria, A Helsinki Watch
Report, New York, NY 1987. Ted Zang, Destroying Ethnic Identity: the
Expulsion of the Bulgarian Turks, U.S. Helsinki Watch Committee, New York,
NY 1989.
43
48 Hacısalihoğlu
1984-1989 Dönemi Basın Yayın ve Akademik Dergiler
Bulgaristan devlet kurumlarında oluşmuş belgeler ve raporlar
yanında Bulgaristan’daki süreci incelemede başvurulması
gereken önemli kaynak gruplarından biri de basın-yayın ve o
dönemde yayınlanmış akademik dergilerdir. Bulgaristan’da
uygulanan politikalar ve olaylar hakkında her ne kadar
Bulgaristan’daki ulusal gazetelerde bilinçli olarak haberler
yayınlanmamışsa
da,
yerel
gazetelerde
hükümetin
politikalarının taşrada uygulanışına dair resmi politikayla
uyumlu haberler yayınlanmıştır. Fakat Bulgaristan’daki
basından çok komşu ülkelerde, özellikle Yugoslavya’da, Batı
ülkelerinde ve Türkiye’de çıkan gazetelerde konu hakkında çok
sayıda haber yayınlanmıştır. Bulgaristan’da zorunlu isim
değiştirme olaylarının duyulmasıyla ve tanıkların dış basınyayın organlarına ilettikleri haberler sayesinde, birçok gazete,
radyo ve televizyon konuyu haber yapmıştır.
Bunlar yanında güncel siyasal gelişmeler ve uluslararası
ilişkilere yoğunlaşmış akademik dergilerde çıkan yazılar da
kısmen birinci el kaynak değerini taşımaktadır. Bu dergiler
arasında örnek olarak Münih’te Güneydoğu-Enstitüsü (SüdostInstitut) tarafından yayınlanan Güneydoğu Avrupa (SüdostEuropa) adlı dergi anılabilir. Zorla isim değiştirmelerin
tamamlandığı 1985 yılı başında Mart-Nisan sayısında derginin
Yugoslavya sorumlusu Jens Reuter “Bulgaristan’da Türklerin
Milliyetsizleştirilmesi: Yugoslavya gözüyle Sofya’nın Zorla
Bulgarlaştırma Politikası” başlıklı bir yazı yayınlamış, yazıda
zorla isim değiştirme sürecini birçok yönüyle ortaya koymuş ve
Yugoslav basınının Bulgar politikasına karşı eleştirel
haberlerini özetlemiştir.46 Derginin Haziran sayısında Balkan
tarihçisi Stefan Tröbst, Eylül sayısında da diğer bir Balkan
tarihçisi Wolfgang Höpken’in konuyla ilgili yazılar ve belgeler
46
Jens Reuter, “Die Entnationalisierung der Türken in Bulgarien. Sofias Politik der
Zwangsbulgarisierung aus jugoslawischer Sicht”, Südost-Europa, 34. Jahrgang, Heft 3-4, 1985,
s. 169-177.
Tarih Yazımı 49
yayınlanmıştır. İlerleyen yıllarda da ara ara konuya değinen
yazılar yayınlamışlardır.47
Bu yazılarda bu zorla asimilasyon politikası anlatılırken bir
şoke olmuşluk havası veya aşırı duyarlılık izleri yoktur. Sanki
sıradan bir olaymış gibi son derece nötr bir şekilde ele
alınmıştır. Fakat bazı yazılarda ülkede Türklerin varlığını
bütünüyle inkâr eden Bulgar siyasetçilere yönelik alaycı bir
üslup takınıldığını da belirtmek gerekir. Örneğin S. Troebst bir
yazısında Bulgar tezlerini “Politbüro ve 1001 Gece Hikâyeleri”
başlığı altında aktarmıştır.48
89 Göçüyle İlgili Değerlendirmeler ve İddialar
Bulgaristan’da 1989 sonlarında gerçekleşen rejim değişikliği
Jivkov rejimi ve 89 Göçü ile doğrudan ilgili olduğundan 1990’lı
yıllarda bu konuda çok sayıda yayın yapıldığı görülmektedir. Bu
yayınlar arasında Jivkov rejimi tarafından Türklere karşı
uygulanan
politikaları
meşru
gören
yayınlar
dikkat
çekmektedir. Örneğin “Bulgaristan’da Yeniden Doğuş Süreci”
başlıklı kitabında Stoyan Mihaylov49 ülkedeki Türklerden
“Türkleştirilmiş Bulgarlar” olarak söz etmekte ve Türklere
yönelik asimilasyon politikalarını olumlu değerlendirmektedir.
1989 dönüşümünü hayal kırıklığıyla karşılayan yazar
Türkiye’nin veya “Türk köleleştirici”nin Bulgaristan’daki
Bulgarları Türkleştirmeye ve Müslümanlaştırmaya devam
ettiğini iddia etmektedir. “Yalnızca yazık değil, aynı zamanda
trajiktir ki, Bağımsızlıktan sonra da, 1944’ten sonra da ve
Kasım 1989’dan sonra da İslamlaştırma ve Türkleştirme devam
47
Stefan Troebst, “Von bulgarischen Türken und ‘getürkten’ Bulgaren”, Südost-Europa, 34.
Jahrgang, Heft 6, 1985, s. 359-367; Aynı yazar, “Zur bulgarischen Assimilationspolitik
gegenüber der türkischen Minderheit: Geschichten aus Politbüro und 1001 Nacht”, SüdostEuropa, 34. Jahrgang, Heft 9, 1985, s. 486-506; Wolfgang Höpken, “Aussenpolitische Aspekte
der bulgarischen ‘Türken-Politik’”, Südost-Europa, 34. Jahrgang, Heft 9, 1985, s. 477-485;
aynı yazar, “Die bulgarisch-türkischen Beziehungen”, Südost-Europa, 36. Jahrgang, Heft 2-3,
1987, s. 75-95; aynı yazar, “Im Schatten der nationalen Frage: Die bulgarisch-türkischen
Beziehungen (II)”, Südost-Europa, 36. Jahrgang, Heft 4, 1987, s. 178-194.
48
Stefan Troebst, “Zur bulgarischen Assimilationspolitik gegenüber der türkischen Minderheit:
Geschichten aus Politbüro und 1001 Nacht”, age.
49 Stoyan Mihaylov, Văzroditelniyat Protses v Bălgariya, Sofya 1992.
50 Hacısalihoğlu
etmektedir.”50 Aşırı Bulgar milliyetçisi ve Türkiye karşıtı tezlerle
dolu bu eserde ileri sürülen görüşler aslında büyük ölçüde
1989’dan sonra da Bulgar tarih yazımında egemen olan milli
tarih tezleriyle paralellikler göstermektedir. “Türk esareti”,
“zorla Türkleştirme ve Müslümanlaştırma” gibi Osmanlı-Türk
karşıtı tarih anlatımı Bulgaristan’ın kuruluşundan beri varlığını
sürdürmüştür. Bu nedenle 1984-89 arası egemen olan ve bu
eserde de sürdürülen “Türkleştirilmiş Bulgarlar” söylemini
tartışırken genel Bulgar tarih yazımını da mercek altına almak
gerekir. Nitekim daha ılımlı görünen diğer yayınlarda da bu
görüşler mevcuttur. “Yeniden Doğuş Süreci”ni tartışan bir
başka eser de “yeniden doğuş süreci karşıtı kampanya” “Bulgar
karşıtlığı” ve “Bulgar Müslümanların Türkleştirilmesi”nden
bahsetmektedir.51 “Yeniden doğuş Süreci”ni haklı ve gerekli
gören yayınlardan bir diğeri Bonço Asenov tarafından
yapılmıştır.52 Jivkov politikalarının uygulandığı dönemde de
aktif olarak görev yaptığı anlaşılan Asenov eserinde şöyle
yazmaktadır: “Yeniden Doğuş Süreci (daha önce de söyledim)
Bulgar
halkının
hayatında
objektif
bir
düsturdur
(zakonomernost). O, belgelerle ve karşı yeniden doğuş
süreçleriyle durdurulamaz. O milletimizin hayati menfaatleriyle
bağlantılıdır ve bu onun hayatımızdaki gerçek varlığını tayin
ediyor.”53 Hatta kitabın sonsözünde Todor Jivkov’un konuyla
ilgili ifadesini alıntı yapıyor: “Sorun şudur: Ya biz bu problemi
akıllıca, sakince, kışkırtmalara kapılmadan uluslararası
gerçeklikleri öğrenerek şimdi çözeceğiz, ya da yarın Kıbrıs veya
Kıbrıs’tan daha kötü bir şey olacağız. Sorun Bulgaristan
sorunudur.”54 1989 sonrasında da değişmeden varlığını
sürdüren konu Osmanlı ve Türkiye algısı olduğu için,
günümüzde de buna benzer görüşler gerek aydınlar, gerekse
siyasetçiler arasında oldukça yaygındır.
50
51
52
53
54
S. Mihaylov, age, s. 5.
Orlin Zagovor, Văzroditelniyat Protses. Teza i Antiteza, Sofya 1993, s. 156.
Bonço Asenov, Văzroditelniyat Protses i Dăržavna Sigurnost, Sofya 1996.
Asenov, age, s. 177.
Asenov, age, s. 192.
Tarih Yazımı 51
Şimdiye kadar yapılan çalışmalarda henüz yeterince ele
alınmamış önemli konular bulunmaktadır. Örneğin 1984/85
isim değiştirme süreci ve olayları bölgelere göre ayrıntılı olarak
incelenmemiştir. Müslüman halkın tepkilerini inceleyen
çalışmalar yeterli sayıda mevcut değildir.55
Bu süreçte örneğin Bulgaristan Komünist Partisi’yle birlikte
hareket Türklerin de mevcut olduğu konuyla ilgili tartışmalarda
sıkça dile getirilmektedir. Fakat bu konuyla ve bu kişilerin 1990
sonrasındaki durumuyla ilgili bir çalışma da henüz yapılmış
değildir. Oysa günümüzde önemli pozisyonlarda oturan ve
1984-89 arasında Komünist Partisi’ne ajan olarak çalışmış olan
kişilerin isimleri deşifre edilmiş ve bu da Bulgar kamuoyunda
tartışmalara yol açmıştır.
Aynı şekilde 1984-89 baskılarının sorumlularının 1990
sonrasında Bulgar toplumunda nasıl karşılandığı, yaşattıkları
kâbusun hesabını neden vermeye zorlanmadıkları ve
günümüzde bu konuya nasıl yaklaştıkları da henüz yeterince
üzerinde durulmuş bir konu değildir.
Bulgaristan’da en çok dikkat çeken konulardan biri zorla
isimleri değiştirilen Müslüman Pomakların ve Romanların 1990
sonrasında Türkçe isimlerini – en azından önemli bir kısmının geri almamış olmasıdır. Bunun nedenlerinin araştırılması da
önem taşımaktadır. Evgenia Krısteva-Blagoeva bir çalışmasında
Rudozem’e bağlı Çepintsi adlı köyle ilgili bir inceleme yaparak
bu köydeki Müslümanların (Pomakların) yaşadıkları isim
değiştirme ve asimilasyon süreçlerini ele almaktadır. Bu
incelemede 1990’larda bazılarının isimlerini geri almadığına
Mevcut çalışmalara örnek olarak bkz. Evgenia Krısteva Blagoeva, “Za
Imenata i Preimenuvaniyata na Bălgarite Myusulmani (1912-2000)”,
Etnografski Institut s Muzey pri BAN, Bălgarska Etnologiya, godina 27, Kniga
2, 2001, s. 126-148; John D. Bell, “The 'Revival Process': the Turkish and
Pomak Minorities in Bulgarian Politics”, Ethnicity and Nationalism in East
Central Europe and the Balkans, Eds. Thanasis D. Sfikas and Christopher
Willimans, Aldershot 1999, s. 237-268; Victor D. Bojkov, “Bulgaria's Turks in
the 1980s: a minority endangered”, Journal of Genocide Research, 6 (3), 2004,
s. 343-369.
55
52 Hacısalihoğlu
işaret ederek buna gerekçe olarak entegre olmak isteğini
göstermektedir.56
Türkiye’ye göç etmiş ve daha sonra Bulgaristan pasaportu
almış Türkler arasında da Bulgarca isimlerini kullanan kişilerin
olduğunu biliyoruz. Bunun nedenleri konusunda bu derlemede
Sevim Hacıoğlu’nun makalesi oldukça aydınlatıcıdır.
Bulgarca yayınlanan çalışmaların önemli bir bölümünde
1984 sonunda uygulanmaya başlayan isim değiştirme ve
zorunlu asimilasyon politikasının yalnızca Todor Jivkov ile
yakın çevresinin aldığı bir karar olduğu noktası öne
çıkartılmaktadır.57 Böyle bir açıklama, Bulgar toplumunun
diğer kesimlerinin bu zorunlu Bulgarlaştırma politikalarıyla
ilgisi olmadığı vurgusu taşımaktadır. Yukarda incelenen belge
yayının giriş makalesinde Veselin Angelov bütün sorumluluğu
Bulgar Komünist Partisine yüklerken Bulgar toplumunu bu
sürecin dışında tutma arzusu dikkat çekmektedir: “Bu
belgelerin okuyucularından rica ediyorum, Bulgar halkının
herhangi bir suçu olduğuna dair bir kanıt aramaya
çalışmasınlar. Çünkü böyle bir şey bulamazlar.”58 Angelov’a göre
Hıristiyan Bulgar halkının büyük bir çoğunluğu bu asimilasyon
politikasını
desteklememiştir.
“Onlar
vatandaşlarıyla,
meslektaşlarıyla, komşularıyla dayanışma içinde olmuştur.”59
Evgenia Krăsteva Blagoeva, “Za Imena i Preimenuvaniyata na Bălgarite
Myusyulmani (1912-2000)”, Bălgarska Etnologiya, Yıl 27, No. 2 (2001), s. 126148. Bu çalışmalar yanında Pomaklara yönelik asimilasyon politikalarını haklı
gören çalışmalar 1990’larda da yayınlanmaya devam etmiştir. Örnek olarak
bkz. Petăr Dyulgerov, Razpnati Duši. Moyata Istina za Văzroditelniya Protses
sred Bălgarite Mohamedani, Sofya 1996.
57 Örnek olarak bkz. Evgeniya Kalinova, Iskra Baeva, “’Văzroditelniyat Protses’
– Vărhăt na Aysberga: Bălgarskata Dăržava i Turkskata Etničeska Obštnost v
Stranata (sredata na 30te – načaloto na 90te godini na XX vek),
“Văzroditelniyat Protses”. Bălgarskata Dăržava i Bălgarskite Turtsi, Cilt 1,
Eds. Evgeniya Kalinova / Iskra Baeva, Sofya 2009, s. 29.
58 Angelov, Strogo Poveritelno!, s. 7-8.
59 Angelov, aynı yer. Benzer görüşler başka çalışmalarda da görülmektedir.
Örnek olarak bkz. Ivaylo Grouev, “Beyond Essentialism Bulgarian Inclusive
Nationalism – The Case of Turkish Minority”, Doktora Tezi, University of
Ottawa, 2005, s. 184-199.
56
Tarih Yazımı 53
Bu şekilde Angelov bir yandan Komünist Partisinin tezlerini
çürütmeye çalışırken, öte yandan tartışmaya açık yeni tezler
ortaya atmaktadır. Şüphesiz Bulgarlar arasında bu asimilasyon
politikasına karşı çıkanlar olmuştur. Fakat bunu bu şekilde
genellemek ve mutlaklaştırmak sorunlu bir yaklaşımdır.
Dönemin bazı tanıklıklarının bu savları desteklemediğini,
dolayısıyla “Bulgarlar baskıyı onaylamadı” biçiminde bir yargıya
varmanın pek de kolay olmadığını dikkate almak gerekir.60
Angelov tarafından bütünüyle Jivkov ve Komünist Parti’ye
mal edilen bu politikanın Bulgar halkı tarafından nasıl
karşılandığı, destek veya karşı çıkışların mahiyeti şüphesiz
derinlemesine araştırmaya değer bir konudur. Burada Türk
azınlığa karşı ön yargıların aslında yalnızca Jivkov dönemi ile
sınırlı olmadığını, Jivkov döneminde egemen olan tezlerin daha
önce ve daha sonra da mevcut olduğunu, bu imgelerin
Bulgarların Türk azınlığa bakışlarında önemli bir rol oynadığını
dikkate almak gerekmektedir. Bu nedenle, Angelov’un belirttiği
Bulgar halkının asimilasyon politikasına karşı gösterdiği “sessiz
direniş”ten çok, Bulgaristan’ın kuruluşundan itibaren OsmanlıTürk karşıtı bir tarih eğitimi yoluyla Bulgar toplumunda Türk
azınlığa karşı oluşturulmuş negatif stereotipler nedeniyle
Bulgar toplumunda asimilasyon politikasını “sessiz bir
Örnek olarak 1989 göçmeni Fatma Ahmed ile yaptığım mülakatı burada
özetliyorum: 1985 başlarında Provadi şehrine bağlı Slaveykovo (eski adı
Damlalı) köyünde gece 12’de sivil kıyafetli polisler evlerine gelerek kendilerini
muhtarlığa-karakola götüreceklerini söylemişler. “Arabaya binin, sizi
muhtarlığa götüreceğiz” demişler. Fakat genç kızların arabaya bindirilip
tecavüz edildiği yolunda söylentiler olduğundan, Fatma Hanım ve kızı arabaya
binmeyi kabul etmeyip, 10-15 dakikalık yürüme mesafesinde olan muhtarlığa
yürüyerek gitmişler. Köyün yerlisi ve komşuları olan okul müdürü Ivan
Georgiev onlara “Neden isminizi değiştirmeyi kabul etmiyorsunuz? Siz bu
havayı solumuyor musunuz?” diye bağırmış. Müdürün yanında çalışan
memurlar da “Siz zaten Bulgarsınız. Türkler değiştirmiş sizin adınızı” diyerek
müdüre destek vermişler. Burada bizzat komşuları tarafından ve kendilerine
ayrıca baskı ve hakaret edilerek bu uygulamaya maruz kaldıkları
görülmektedir. Fatma Hanım ayrıca ismi değiştirildikten sonra da işyerindeki
Bulgar meslektaşlarından bazılarının kendisiyle “İsmin çok güzel olmuş”
şeklinde ifadelerle alay ettiğini anlatıyor. Bununla birlikte daha yaşlı
kuşaktan olanların böyle davranmamaları için bu kişileri zaman zaman
uyardıklarını da belirtmektedir. Slaveykovo (Damlalı) köyünden 1989’da
Türkiye’ye zorunlu göç etmiş Fatma Ahmed ile 14.03.2011 tarihli mülakat.
60
54 Hacısalihoğlu
kabulleniş” daha muhtemel görünmektedir. Fakat konuyla ilgili
daha sağlıklı bilgilere ulaşmak, ancak farklı kaynak tiplerine
başvurarak kapsamlı bir inceleme ile mümkün olabilir.
Zorunlu isim değiştirme politikalarına karşı direnen
Türklerden öldürülenlerin sayısı da incelenmesi gereken bir
başka konudur. Resmi Bulgar verilerine göre 1984-85 “soya
dönüş sürecinde” ölenlerin sayısının 10 kişi olduğu
belirtilmektedir.61 Fakat dönemin şahitlerinin anılarında bu
rakamın çok daha yüksek olduğu belirtilmektedir.62
Türklere karşı uygulanan asimilasyon baskılarında ve 1989
Göçünde Bulgarca literatürde Türk hükümetinin de sorumlu
olduğu şeklinde görüşler mevcuttur. Buna göre Türkiye’nin
politikaları – örneğin Kıbrıs’taki durum – Bulgar idarecilerinin
ülkenin ulusal güvenliği konusunda korkuya kapılmalarına
neden olmuştur.63
1989 yılında Türklerin toplu olarak göç etmelerinin baskılar
ve zorlama ile gerçekleştiği genel kabul gören bir görüş olmakla
birlikte, Bulgarca yayınlarda ekonomik gerekçelerin de önemli
rol oynadığı, Türklerin sosyalist Bulgaristan’dan refah düzeyi
daha yüksek Türkiye’ye göç ederek ekonomik refah elde etmek
istedikleri şeklinde de değerlendirmeler vardır. Buna delil
olarak da 1989’un Kasım ayında göçmenlerin yaklaşık
60.000’inin hayat şartları ve fırsatların değerlendirmesinden
hayal
kırıklığına
uğradıkları
için
geri
döndükleri
gösterilmektedir. Aynı şekilde demokratik reformlardan sonra
bir yıl içinde göç edenlerin % 42’sinin geri döndüğü
belirtilmektedir.64 Bu tür iddialar Bulgar kamuoyunda da çok
Kalinova / Baeva, age, s. 33.
Öldürülenlerin hikayelerinin anlatıldığı anı tarzında bir eser için bkz.
Hüseyin Köse, Kanlı İzler: Şehitlerimizin Belgesel Öyküleri, Razgrat 2001.
63 Örnek olarak bkz. Kalinova / Baeva, age, s. 33.
64 Örnek olarak bkz. Kalinova / Baeva, age, s. 33. Henüz geri dönüşlerin
yaşandığı dönemde Bulgar Komünist Partisinin güdümünde Kiril Kertikov
tarafından yönetilen bir grup tarafından geri dönenlerle anketlere ve
söyleşilere dayanan sosyolojik bir çalışma yapılmış ve yayınlanmıştır. Bkz.
Krıstio Petkov / Georgi Fotev (eds.), Etničeskiyat Konflikt v Bălgariya 1989.
61
62
Tarih Yazımı 55
yoğun olarak gündeme gelmekte, bu şekilde 89 Göçü bir
zorunlu göç olmaktan çok bir çeşit ekonomik göç olarak
resmedilmektedir. New York Üniversitesinde yazdığı doktora
tezinde Ayşe Parla da 89 Göçü ve göçmenlerle ilgili “milliyetçi
Türk anlatımı”nı eleştirirken, 89 Göçünün tek bir nedene
dayandırılamayacağını belirtmektedir. Ona göre bazıları siyasal
görüşleri nedeniyle deporte edilmiştir, bazıları genel güvensizlik
ve korku yüzünden göç etmiştir, bazıları ise ekonomide genel
bir kötüye gidişten korktuğu için, dolayısıyla daha iyi bir hayat
beklentisiyle Türkiye’ye göç etmiştir.65 Özellikle ekonomik göç
tezini teyit eden bu sonuncu madde Bulgar milliyetçi
anlatımıyla paralellik göstermektedir.66
Kitlesel
geri
dönüşlerin
Bulgaristan’daki
rejim
değişikliğinden sonra olması, aslında meselenin ekonomik
olmayıp, politik olduğunu göstermektedir. Jivkov rejimi
yıkılmadan önce yaşanan geri dönüşlerin de nedenlerinin ayrıca
araştırılması gerekmektedir. Konuyla ilgili görüşlerin daha
detaylı şekilde incelenmesi gerekmektedir ve 1990’lardaki
ekonomik temelli göçlere bakarak basit varsayımlarla ve
genellemelerle açıklanabilecek bir konu değildir.
Bir diğer ilginç görüş de, Yugoslavya’nın dağılması
sürecinde yaşananların aksine, Bulgaristan’da 1990 sonrası
dönemde karşılaşılan azınlık sorunlarının silahlı çatışmaya yol
açmaması olgusuna dikkat çekmektedir. Birçok Bulgar tarihçi
veya siyaset bilimi uzmanı bunu Bulgarların azınlıklara karşı
daha toleranslı olması ile açıklayarak, Bulgar hükümetinin
tanıdığı azınlık haklarının genişliğine bağlamaktadır. Hatta
azınlık sorunlarının çözümünde “Bulgar Etnik Modeli” diye bir
kavram ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda örneğin Ivaylo Gruev
Sotsiologičeski Arhiv, Sofya 1990. Haziran-Aralık 1989 arasında yapılan
çalışmaları içeriyor.
65 Ayşe Parla, “Terms of Belonging: Turkish Immigrants from Bulgaria in the
Imagined Homeland”, Doktora Tezi, New York University, 2005, s. 2-3.
66
Kaynakçasında Bulgarca yayın veya belge bulunmamasına, hatta
doğrudan 89 Göçünü ele alan İngilizce yayınlara bile yeterince yer vermemiş
olmasına bakılarak, Ayşe Parla’nın bu görüşünün 1990’lardaki ekonomik
göçlerden esinlenerek oluştuğu anlaşılmaktadır.
56 Hacısalihoğlu
Türklerin haklarının bütünüyle geri verilmesinden (full
restoration) bahsederek tezini “kapsayıcı Bulgar milliyetçiliği”
görüşüne oturtmaktadır.67 Bulgar yönetici elitlerinin söyleminde
yoğun olarak yer alan bu kavramla Türk azınlığın siyasete
katılımı ve geniş haklara sahip oldukları vurgulanmaktadır.
Buna karşılık azınlığa karşı ırkçı hareketler ve diğer azınlık
sorunlarının bu kavramla birlikte üstünün örtüldüğüne dair
görüşler mevcuttur.68 Öte yandan, Türk azınlık ortaya çıkan
sonucu Bulgarların toleransından çok Türklerin teröre
başvurmamak eğilimine ve Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin
meşru zeminden ayrılmamak konusundaki kararlılığına
bağlamaktadır.69 Maria Bakalova, konuyla ilgili bir makalesinde
sözkonusu faktörlerin yanı sıra “Türkiye’nin Bulgaristan’daki
Türk azınlığını himaye politikası”, “Avrupa Birliği perspektifi”
gibi dışsal faktörlerin de önemine işaret etmektedir.70 Şüphesiz
bu konu da ayrıca yanıtlanması gereken sorular ortaya
koymaktadır. Dil ve eğitim-öğretim hakkı gibi temel kültürel
alanlarda Bulgaristan’da Türk azınlığın edindiği hakların,
Makedonya’da yaşayan Arnavutların doksanlı yıllarda kazandığı
haklarla karşılaştırılamayacak ölçüde sınırlı düzeyde kaldığını
göz önünde bulundurursak, konunun izahında Bakalova’nın
sorularının daha detaylı incelenmesi gerektiğini söyleyebiliriz.71
Bulgaristan’da uygulanan asimilasyon politikası ve 89 Göçü
ile ilgili olarak bazı göçmen dernekleri veya grupları tarafından
bunun bir “soykırım” (genocide) olduğu yolunda görüşler de dile
Ivaylo Grouev, Beyond Essentialism, s. 206.
Bernd Rechel, “The ‘Bulgarian Ethnic Model’- Reality or Ideology?”, EuropeAsia Studies, 59 (7), November 2007, s. 1201-1215.
69 Örnek olarak bkz. İbrahim Tatarlı, Hak ve Özgürlükler Hareketi, Yurtta ve
Balkanlar’da Demokrasi, İşbirliği ve Güvenliğin Etkin Faktörüdür, Etütler /
Dviženie za Prava i Svobodi, faktor za Demokratsiya, Razbiratelstvo i Sigurnost
v Strana i na Balkanite, Studii, Sofya 2003, s. 10, 40. Ayrıca Hak ve
Özgürlükler Hareketi ve hareketin lideri Ahmet Dogan hakkında Bulgarca
olarak kaleme alınmış çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bunlardan bazıları
için bkz. Paunka Goçeva, DPS v Syanka i na Svetlina, Sofya 1991.
70 M. Bakalova, “The Bulgarian Turkish Name Conflict…”, s. 241-242.
71 Konuyla ilgili makaleler için bkz. Mehmet Hacısalihoğlu / Fuat Aksu (eds.),
Proceedings of the International Conference on Minority Issues in the Balkans
and the EU, İstanbul 2007.
67
68
Tarih Yazımı 57
getirilmektedir. Bazı bilimsel yayınlarda da “cultural genocide”
(kültürel soykırım) kavramı kullanılmaktadır.72
1984-89 döneminde Bulgaristan içinde zorunlu göç
ettirmeler ve sürgünlerin de yapıldığı bilinmektedir.73 Fakat bu
konuyla ilgili detaylı çalışmalar henüz mevcut değildir. Bunun
yanında Belene Kampına/hapishanesine gönderilen Türklerle
ilgili anılarda bilgiler bulunmakla birlikte ayrıntılı bilimsel
çalışmalar henüz yoktur. Nihayet 1984-89 arası dönemde
uygulanan asimilasyon politikası ve hayatın her sahasını
kapsayacak şekilde uygulanması hakkında kapsamlı çalışmalar
henüz mevcut olmayıp ayrıntılı incelemelere ihtiyaç vardır.74
89 Göçüyle İlgili Yayınlanan Anılar
1989’da yaşanan rejim değişikliğinden sonra dönemin
tanıkları tarafından yayınlanmış anılar mevcuttur. Bütün bu
sürecin baş aktörü Todor Jivkov da anılarını yazmıştır.75 Fakat
Jivkov anılarında şaşırtıcı bir şekilde “yeniden doğuş” veya
“soyadönüş” sürecinden hiç bahsetmemektedir ve genel
üslubuna bakıldığında yaptıklarından herhangi bir şekilde
pişmanlık duyduğuna dair bir izlenim de oluşmamaktadır. 10
Kasım 1989’da Parti Genel Sekreterliğinden ayrılışının bir
devrim gibi anlatılmasına kızarak, görevden zorla değil kendi
isteğiyle ayrıldığını ve bu düşüncesinin daha önceden de var
olduğunu belirtmektedir.76 Jivkov’la birlikte parti merkez
komitesinde yer alan ve Jivkov’dan sonra parti genel
sekreterliğine geçen Petır Mladenov da anılarını yayınlamıştır. 77
Rossen Vasilev, “Bulgaria’s Ethnic Problems”, East European Quarterly,
XXXVI (1), March 2002, s. 103-125, s. 105.
73 Jeri Laber, Destroying Ethnic Identity: the Turks of Bulgaria, A Helsinki
Watch Report, New York, NY 1987, S. 31
74 Asimilasyon politikası insan ve yer isimlerini, müslümanlara ait ibadet
yerleri, mezarlıklar, mezar taşları, dini uygulamalar, dille ilgili yasaklar, tarih
eğitimi, din eğitimi, şalvar gibi kıyafet yasakları gibi çok geniş bir alanı
kapsamaktadır ve bu alanların her birinin ayrı ayrı derinlemesine ele alınması
gerekmektedir.
75 Todor Jivkov, Memoari, Sofya, V. Tırnovo 1997.
76 Jivkov, age, s. 620-626.
77 Petır Mladenov, Životăt. Plyusite i Minusi, Ruse (Rusçuk) 1992.
72
58 Hacısalihoğlu
Fakat onun anılarında da “yeniden doğuş süreci” ve “89
Göçü”ne değinilmemektedir.78
Öte yandan 89 Göçüyle ilgili anılar konusunda göçmenlerin
oldukça ihmalkâr kaldığını belirtmek gerekir. 300.000’in
üzerinde göçe maruz kalmış bir kitleden anılarını yazıp
yayınlamış olanların sayısı oldukça azdır. Bu döneme ilişkin en
kapsamlı tanıklık 1983-1989 yılları arasında Türkiye’nin
Bulgaristan Büyükelçisi Ömer E. Lütem’in çalışmasıdır.79
Göçmenler arasında anılarını yazanlardan özellikle Ahmet Şerif
Şerefli’yi anabiliriz. “Türk Doğduk, Türk Öldük” başlıklı anı
kitabı T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yayınlandı.80 Yayınlanan
az sayıdaki diğer anılar iyi bilinen yayınevlerinden çıkmış ve
dağıtımı iyi yapılan eserler değildir. Bunlar arasında
mahkûmların tutulduğu meşhur hapishane Belene Adasında
bulunmuş Mehmet Türker’in yazdığı kitaplar vardır. Kendisi
kitabını “Belen Adası. Zulmün Ateş Çemberinden Anılar”
başlığıyla yayınladı.81 Bir başka Belene Adası mahkûmu Ömer
Osman Erendoruk anılarını “Istıraphaneden Mektuplar” başlığı
altında yayınladı.82 Buna benzer başka birkaç tane daha
yayınlanmış anı kitabı bulmak mümkündür. Mehmet Türker
Anılarını yayınladığı kitabının önsözünde şöyle yazıyor:
“Hatıralarımın esas kısmını içeren dönemi – 16 ay Belene’de,
13 ay Bobovdol’da, 16 ay da sürgünde geçen günleri –
Türkiye’ye geldiğim 1989 yılı sonunda yazmıştım. İyi ki de o
zaman vakit ayırıp yazmışım. Yaşanan olayları, şimdi günü
Mladenov’un ayrıntılı incelemesi için bkz. Hüseyin Mevsim’in bu
derlemedeki makalesi.
79 Ömer E. Lütem, Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989, Cilt I, 1983-1985, Ankara:
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 2000.
80 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk Türk Öldük (Soy Kırımı Yaşantıları), 1.
Baskı 1990, 2. Baskı 2002.
81 Mehmet Türker, Belene Adası. Zulmün Ateş Çemberinden Anılar, 3. Baskı,
İstanbul: Çağrı Yayınları, 2004.
82 Ömer Osman Erendoruk, Istıraphaneden Mektuplar, İstanbul: Çağrı
Yayınları, 2007.
78
Tarih Yazımı 59
gününe, kişilerin
değildi.”83
isimlerini
de
hatırlayabilmem
mümkün
Meselenin üzerinden zaman geçtikçe birçok ayrıntı
unutulacaktır. 20 yıl kısa bir zaman olmamakla birlikte, birçok
göçmen için hayat mücadelesiyle geçmiştir. Yayınlanamazsa
bile, anıların yazılarak bir kenarda durması tarih çalışmaları
için önem taşımaktadır. Nitekim birçok ayrıntıyı birinci el
belgeler, resmi yazışmalar değil anılar verebilmektedir. Bu
nedenle bazı araştırmacılar anıları “yaşanmışlık” olarak
tanımlayarak resmi belgelerden daha fazla önemsemektedir.
Aşağıdaki anekdotlar, anıların bilimsel çalışmalara
sağlayacağı katkı bakımından örnek gösterilebilir:84
İsimler zorla değiştirildiğinde kendisi ortaokul öğrencisi.
Öğretmen sınıfta Türk çocuklarına yeni Bulgarca isimleriyle
hitap ediyor. Fakat Türk çocukları aralarında buna karşı pasif
bir direniş yolu bulmuşlar ve Bulgarca isimlerle çağrıldıklarında
duymamış gibi yapıyorlar, cevap vermiyorlar. Tehdit ve ısrarlara
rağmen çocuklar tepki vermeyince öğretmenler Türk çocuklarını
numaralarıyla – 3 numara, 15 numara şeklinde - çağırmaya
başlamak zorunda kalıyorlar.
Bir başka anekdot yine zorla verilmiş Bulgarca isimlerle
ilgili. Kendisi ortaokuldayken küçük kardeşi ilkokula başlıyor
ve bir törende çocuk şiir okumakla görevlendiriliyor. Şiir
okumaya çıkınca çocuğun kendisini takdim etmesi gerekiyor.
Belli ki isimler konusunda kafası karışık olan çocuk ablasına
dönüyor ve soruyor: Abla, hangi ismimi söyleyeceğim, Türk
ismimi mi, Bulgar ismimi mi? Kendisi Bulgarca isimlere direnen
abla bu soru karşısında ne diyeceğini bilemiyor. Çünkü bu
soruyu kendisine yönelten okula yeni başlamış ve kendisinden
sorumlu olduğu küçük kardeşi. Ona Türkçe isminle kendini
takdim et dese, bunun hem kardeşi, hem de ailesi için ne gibi
Mehmet Türker, age, s. VII.
Bu hikayeler, kendisi de 1989 göçmeni olan Neriman ErsoyHacısalihoğlu’ndan dinlediğim ve dikkatimi çekmiş olan anekdotlardan
bazılarıdır. Ayrıca bkz. N. Ersoy-Hacısalihoğlu’nun bu derlemedeki makalesi.
83
84
60 Hacısalihoğlu
kötü sonuçlar doğurabileceğini çok iyi biliyor. Öte yandan ona
“kendini Bulgarca isminle takdim et!” demekse ona kendi
kimliğine ihanet gibi geliyor. Bu ruh halinin getirdiği çaresizlikle
ona ancak: “Hangi ismini söylemek istiyorsan onu söyle!”
diyebiliyor.
Bunun gibi bir başka anekdot ölen bir Müslümanın defin
merasimiyle ilgili:
Köyde bir Müslüman ölünce cenaze yıkanacak, kefene
sarılıp imam eşliğinde defnedilecek. Fakat Jivkov hükümeti
bunu yasaklamış olduğundan yerel yöneticiler ölüyü İslam
geleneğine göre gömemezsiniz diyorlar. Buna göre ölüye bir
takım elbise giydirilecek, saçı sakalı tıraş edilecek, tabuta
koyulacak ve özetle Ortodoks geleneğinde alışılmış olduğu
üzere, yani gerçek bir Bulgar gibi, defnedilecek. Müslümanlar
bunun karşısında büyük bir şok yaşamış ve buna isimlerinin
değiştirilmesine gösterdikleri tepkiden çok daha büyük bir
dirençle karşı çıkmışlar.85
Burada aktardığım bu anekdotlar zorla isim değiştirme
sürecindeki bir çocuğun algılamalarını ve Türklerin bu süreçte
nasıl etkilendiklerini anlamak bakımında çok büyük değer
taşımaktadır. Bunları diğer yazılı kaynaklarda bulmak
mümkün olmayabilir. İnsanların olayları nasıl algıladığı ve neler
hissettiğini en güzel şekilde anılar ortaya koymaktadır. Bu
nedenle, anı yazmanın çok önemli ve gerekli olduğunun tekrar
altını çizmek gerekir.
1989 Göçünün Kamuoyunda Algılanışı ve Konumu
Burada
öncelikle
iki
farklı
ülkedeki
kamuoyunu
değerlendirmek gerekmektedir. Önce Bulgar kamuoyunda –
ülkedeki çoğunluk grubu kastedilmektedir - konunun genel
olarak nasıl algılandığı sorusuna gelecek olursak, çok farklı
değerlendirmeler
olduğunu
görürüz.
Bulgaristan’da
İslami usulde definin yasaklanmasıyla ilgili ayrıca bkz. Jeri Laber,
Destroying Ethnic Identity: the Turks of Bulgaria, A Helsinki Watch Report, s.
17.
85
Tarih Yazımı 61
bulunduğum 1997, 2001, 2008 yıllarından ve okuduğum
yayınlardan aldığım izlenime göre Bulgar kamuoyunda farklı ve
bir birbirine zıt görüşler hâkimdir. Öncelikle Jivkov rejiminin
Türklere yönelik uygulamalarının yanlış olduğunu ve 89
Göçünün bu uygulamalar nedeniyle zorunlu bir göç olduğunu
savunan bir kesim mevcuttur. Bunların başında Bulgaristan
Helsinki Komitesi ve Dr. Krasimir Kănev gibi uzmanları
sayabiliriz.86 Fakat akademisyenler arasında 1989 Göçüyle ilgili
olarak Bulgaristan’dan çok Türkiye’nin suçlu olduğunu,
Türkiye’nin Bulgaristan’daki Türkleri kullanarak kışkırtıp göçü
teşvik ettiğini savunan kesimler de vardır. Halk arasında ise
89’da göç edenlere hakaret eden ve “Zaten göç edenler
çingeneydi” veya “Keşke hepsi gitseydi de kurtulsaydık” gibi
aşırı yorumlar yapanlar da sıklıkla mevcuttur.
Ayrıca Türkler günümüzde de Bulgaristan’da önemli bir
azınlık grubu oluşturmaktadır.87 1989 öncesi uygulanan
baskıları meşru gören ve yeniden Türklere yönelik baskılar
uygulanması gerektiğini savunan kişiler olduğu gibi, siyasal
partiler de mevcuttur. Aşırı milliyetçi “Ataka” Partisi meclise bir
önerge vererek Bulgar resmi televizyonunda yapılan günde 10
dakika Türkçe yayının kaldırılmasını talep edecek kadar ileri
giden talepler dile getirmektedir.88
Krasimir Kănev, "Muslim Minorities and the Democratization Process in
Bulgaria", Proceedings of the International Conference on Minority Issues in the
Balkans and the EU, Eds. Mehmet Hacısalihoğlu / Fuat Aksu, İstanbul 2007,
s. 79-88.
87 2001 nüfus verilerine göre Türkler Bulgaristan’daki nüfusun % 9’unu
oluşturmaktadır. 2011 nüfus sayımının sonuçlarına göre Türklerin nüfusu
hem sayı bakımından hem de oran olarak gerilemiştir. Buna göre toplam
nüfus 7.364.570 olup, bu nüfusun 5.664.624’ü (% 84.8) etnik Bulgar,
588.318 (% 8,8) Türk (2001 sayımında bu rakam 746.664 olup, oran %
9,4’tü), 325.343 % 4.9 Roma(n)’dır. Dini aidiyete göre ise nüfusun % 10’u
Müslümanlardan oluşmaktadır. Natsionalen Statičeski Institut, Prebroyavane
2011,
http://www.nsi.bg/EPDOCS/Census2011final.pdf
88
“Bulgarian party campaigns against news in Turkish”, TRT Haber,
03.10.2009,
http://www.trtarmenian.com/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=afad1a4c
-4c5b-4de7-a439-37af494a0eba; “Ultra-nationalist TV opposes Turkish
broadcasts”,
Hürriyet.
Daily
News,
August
28,
2009,
86
62 Hacısalihoğlu
Özetle Bulgar kamuoyu bu konu ile gerektiği gibi
yüzleşebilmiş değildir. Bunu bizzat 2009 yılında 89 Göçüyle
ilgili konferans organizasyonunda da yaşadık. Bulgaristan’dan
konuyla ilgili meslektaşlarımızı araştırıp davet etmek
istediğimizde – birkaç isim verildi, ama konferansa
katılamayabilirler, çünkü “Ataka”dan (yani aşırı milliyetçi
partiden) korkuyorlar – diye uyarıldık. Çağırdığımız üç kişi her
şey hazırlanmış ve kendileriyle ilgili bütün ayrıntılar
kararlaştırılıp program, afiş ve özet kitapçığı basılmışken,
sempozyumdan birkaç gün önce maalesef işlerinin çıktığını ve
gelemeyeceklerini bildirdiler. Bu da Bulgaristan’dan gelecek
konukların yarısının konferansa katılamaması anlamına geldi.
Bunları yorumlarken 89 Göçü meselesinin gündeme
getirilmesine Bulgar kamuoyunda genellikle pek de memnun
olunmadığı düşüncesi ağırlık kazanmaktadır. Türkiye’nin
aksine Bulgaristan’da konuyla ilgili herhangi bir sempozyum
organizasyonu da yapılmamıştır. Oysa 89 Göçü meselesi,
yalnızca orada yaşayan Türklerin bir meselesi değildir. Bu
mesele bizzat Bulgaristan’ın demokratikleşmesinde kilit bir
öneme sahiptir. Bu nedenle Bulgar kamuoyunun bu meseleyle
yüzleşebildiği ölçüde demokratikleşebileceğini söylemek abartılı
olmaz.
Burada değinilmesi gereken bir diğer konu Türkiye
kamuoyudur ( bununla özellikle göçmenler dışında kalan farklı
etnik gruplardan oluşan çoğunluk grubu kastedilmektedir).
Türkiye’de 1989 Göçü, o dönemi yaşamış kuşağın hafızasında
canlı olmakla birlikte, bu konuda birbirinden farklı algılamalar
ve karmaşık duygular mevcuttur. Özellikle 1980’lerde Özal
hükümetinin de söylemlerine uygun olarak yaygınlık kazanan
“soydaş”
kavramının
kullanımında
günümüze
kadar
değişimlerin olduğunu söyleyebiliriz.89 Türkiye’de 1989 Göçü ve
http://www.hurriyetdailynews.com/n.php?n=ultra-nationalist-tv-againstturkish-broadcasts-2009-08-28.
89
“Soydaş” etnik akrabalığı vurgulamak amacıyla kullanılan bir kavram olup, 1989 göçmenleri
için dönemin siyasetçileri tarafından yoğun olarak kullanılmıştır. Yabancı dillere çevirisi zor
olan bu kavramla kastedilen, Türk kökenli olup T.C. vatandaşı olmayan, yani Türkiye dışında
yaşayan insanlardır. Türkçe’deki bu kavramın başka dillere çevirisinde zorluklar
yaşanmaktadır. İngilizce “of the same race” veya “co-national”, “ethnic brothers” gibi
Tarih Yazımı 63
göçmenleriyle ilgili kullanılan kavramlar yukarıda da belirtildiği
gibi Türk kamuoyunun bu konuda yeterli hassasiyete sahip
olmadığına işaret ediyor. Nitekim çok ciddi bilim adamlarının
bile Bulgaristan Türklerinden bahsederken sıklıkla “Bulgar”
dediğine şahit olmaktayız. Bir başka kavram “Bulgar Türkleri”.
Bu da aynı şekilde belki MS 6-7. yüzyıllarda Balkanlara ve
Kazan bölgesine yerleşen Türki topluluk için kullanılabilir.
Onlara tarih yazımında günümüz Bulgarlarından ayırt etmek
amacıyla Proto-Bulgarlar, Tuna Bulgarları ve Volga Bulgarları
denmektedir. Dolayısıyla, günümüzde Bulgaristan’da yaşayan
Türklere “Bulgar Türkü” denmesi yukarıda da belirtildiği gibi
etnik kavramların coğrafi kavramlar gibi kullanılmasıyla ilgili
görünse de, bunun bir ötekileştirmeyi de beraberinde getirdiği
açıktır.
Dikkat çeken önyargılardan bazıları şöyle sıralanabilir:
“Bulgarların”- tabi burada bahsedilen Türkler – “dinden
haberleri yok!”. “Kadın erkek çalışıyorlar!”. “Daha dün geldiler
zengin oldular.” “Gelip işlerimizi elimizden aldılar!” Göçün
yaşandığı dönemlerde halk arasında ihtiyaç fazlası evlere el
konulacağı veya evlerin bir odasının göçmenlere tahsis edileceği
yolunda söylentiler de çıkmıştır. Bu tür söylentiler de
önyargıları tetikleyen bir rol oynuyordu. 89 göçmenleri ile ilgili
stereotipler genellikle olumsuz anlamlar içerse de olumlu
stereotipler de mevcuttur. En yaygın stereotip 89 göçmenlerinin
“çalışkan” olması: “Bulgarlar çalışkan olur!” Ailelerin birbirine
bağlı ve dayanışma içerisinde olmaları da sıklıkla duyulan
stereotiplerden biridir. Bunun gibi onlarca örnek sıralamak
mümkündür.
kelimelerle tarif edilmektedir. Almanca’da Hitler iktidarı döneminde “Volksgenosse” kavramı
Almanya dışında yaşayan Almanları da kapsayacak şekilde kullanıldığından, günümüzde bu
kavram Nazi terminolojisi olarak değerlendirilmekte ve kullanılmamaktadır. Bunun yerine “
“Landsleute” kavramları kullanılmaktadır. Bulgarcada ise soydaş kelimesiyle bütünüyle örtüşen
ve sıkça kullanılmış bir kavram mevcuttur: “Sănarodnik”. Bu kavram Bulgaristan dışında
yaşayan Bulgarlar için, özellikle de 20. yüzyılın başlarında Osmanlı topraklarında yaşayan
Bulgarları ifade etmek için kullanılmıştı. Günümüzde Türkiye’de “soydaş” kavramı bazı
kesimler tarafından bir yandan etnik ayrımcılık olarak değerlendirilerek reddedilirken,
Bulgaristan Türkleri tarafından da Türkiye’de yaşayan Türklerle aralarında bir ayrım yapıldığı
düşünülerek reddetmektedir.
64 Hacısalihoğlu
Fakat bu önyargılar tek taraflı değildir. 1989 göçmenlerinin
de yerlilerle, özellikle Anadolulularla ilgili derin ön yargıları
vardır. “Yerlilerin kadınları evde oturuyor, sonra devletten
yardım bekliyorlar!” “Yerliler göçmenleri sevmez!” “Şu kişi ben
göçmenim diye bana düşmanlık ediyor!” “Geri kafalılar!” gibi
çok sayıda ön yargıları dikkat çekmektedir. Buna göre de
yerlilerle ilgili stereotipler “bağnaz”, “kadınları ikinci sınıf
gören”, “tembel” olarak özetlenebilir.
Türkiye’de farklı bölgelerde yaşayan insanlar arasında da
mevcut olan bu tür önyargılar ve stereotipler göçmenlerin
entegrasyonunu bütünüyle engelleyecek ölçüde etkili değildir.
Örneğin Kayserililer “cimri”, “paragöz” veya “iyi tüccar” olur,
Karadenizliler “sinirli” veya “inatçı” olur gibi karşılıklı ön
yargılar, yerliler ve göçmenler arasındaki önyargılardan daha
hafif
olarak
değerlendirilemez.
Özellikle
yerli-göçmen
ilişkilerindeki bu önyargılar incelenirken bunun daha eskiye
dayanan kökleri de olduğunu dikkate almak gerekir.
Balkanlar’da yaşayan Müslümanların Anadolu’da yaşayan
Müslümanlara karşı ön yargılarına 19. yüzyılın sonlarında da
rastlamak mümkündür. Bu dönemde Anadolu bir sürgün yeri
olarak algılanıyordu. Aynı şekilde Anadolu’da özellikle
Cumhuriyet kurulduktan sonra gerek Atatürk ve gerekse
cumhuriyetin yönetiminde söz sahibi olan pek çok siyasal
kişiliğin Balkan kökenli olması, muhalifler arasında “suyun
öbür yakasından gelenler” söylemini ortaya çıkardı. Bunun da
suyun öbür yakasından gelenlerin iyi şeyler getirmediği iması
içeren “ötekileştirici” bir dilin kurulmasına katkıda bulunduğu
açıktır. Dolayısıyla bu mesele, yalnızca 89 göçmenleri
bağlamında değil Türkiye içindeki kimlikler ve kültürel sınırlar
bağlamında da ele alınması gereken boyutları çok geniş bir
konudur.
Öte yandan Bulgaristan Türkleri ve 89 Göçü konusu
Türkiye’nin Kürt Meselesi ve Irak politikası bağlamında ilginç
karşılaştırmalara konu olmuştur. Türkiye hükümetinin
Bulgaristan Türklerine sergilediği yaklaşımı Irak’tan gelen
Kürtlere karşı sergilemediği yolunda eleştiriler yapılmıştır.
Tarih Yazımı 65
Örneğin Başbakan Süleyman Demirel 8 Aralık 1991’de
Diyarbakır’da
yaptığı
konuşmasında
konuya
şöyle
değerlendirmiştir: “Şimdi bu bölgede Kürtçe konuşan
vatandaşlarımız var. Irak’ta da Kürtçe konuşanlar var. Irak’ta
Kürtçe konuşanlara biz hiç ilgi göstermedik. Halepçe oldu
ilgilenmedik. Ama Bulgaristan’da Türkler sorunu çıktı; ‘Bir lokma
ekmeğimiz var, onu da paylaşırız dedik’ Şimdi Bulgaristan’daki
Türkler kardeşimiz, Güneydoğu’daki insanımız da kardeşimiz.
Güneydoğu’daki insanımız kardeşimizse, Kuzey Irak’ta onların
kardeşleri de kardeşimiz olmalı.”90 Burada Kürtler dışlanırken
Bulgaristan Türklerine karşı etnik milliyetçi bir politikanın
takip edildiği yolunda bir eleştiri de mevcuttur.
Yine Türkiye’de kamuoyunun konuya yaklaşımıyla ilgili
olarak 89 Göçü sempozyumunun organizasyonu sürecinde
edindiğimiz deneyimler de bu tespitleri destekler niteliktedir.
Kendisini solcu olarak tanımlayan gruplar “Bulgaristan
Türkleri” konusuyla ilgilenmeyi bir çeşit milliyetçilik olarak
değerlendirme eğilimindedir. Hatta isim değiştirmelerin yapıldığı
1984-1985
döneminde
Türkiye’deki
komünistlerin
Bulgaristan’daki Türk azınlığı konusunda Bulgarların görüşünü
benimsediğine dair iddialar vardır. Nitekim iki ülke arasındaki
ilişkilerin iyice gerildiği bir dönemde yasaklı Türkiye Komünist
Partisi Genel Sekreteri Haydar Kutlu Temmuz 1985’te Jivkov’u
ziyaret etmiştir.91 1990’lara kadar Türkiye dışında yaşayan
Türkler veya Türklerle akraba topluluklarla ilgilenmek
genellikle “milliyetçi” kesimlerin tekelinde bir konu olarak
algılanmış, milliyetçilerle kanlı bıçaklı hale gelmiş sosyalist
çevreler içinse bu topluluklar ötekileştirmeye maruz kalmıştır.
Bu eğilim 1990’lardan sonra hızla değişmiş olmakla birlikte, az
da olsa etkisi günümüze kadar devam etmiştir.
Muhafazakâr kesimlerde de göçmenler muhafazakâr
partilerin seçmeni olarak görülmediği için mesafeli yaklaşımlar
Gencer Özcan, “Dört Köşeli Üçgen Olmaz: Irak Savaşı, Kürt Sorunu ve Bir
Stratejik Perspektifin Kırılması,” Foreign Policy, (Haziran 2003) s. 38-49.
91 Ömer E. Lütem, Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989, cilt I: 1983-1985, Ankara
2000, s. 412-413.
90
66 Hacısalihoğlu
dikkat çekmektedir. İnsan hakları sorunlarına eğilen akademik
çalışmalara destek veren uluslararası kuruluşlar da - şimdiye
kadar edindiğim şahsi izlenimlere göre - 89 Göçü ve Bulgaristan
Türklerini konu alan projelerin desteklenmesini öncelikli bir
konu olarak görmemektedir. Örneğin 89 Göçü sempozyumu
organizasyonunu
yaparken,
destek
almak
amacıyla
başvurduğumuz eski sosyalist ülkelerde demokratikleşmeyi
destekleyen yabancı vakıflardan biri bize “Konu bizim
önceliklerimiz arasında yer almıyor!” şeklinde cevap verdi.
Oysa bu konunun özelde Bulgaristan’ın demokratikleşmesi,
genelde Doğu ve Güney Doğu Avrupa’da demokratikleşme
açısından büyük bir öneme sahip olduğu açıktır. Buna karşın,
farklı kesimler tarafından farklı şekillerde algılanan 1989
Zorunlu Göçü sosyal bilim çalışmalarına destek veren
kuruluşların
önceliklerini
kendi
siyasal
gündemleri
doğrultusunda belirlemeleri nedeniyle genellikle desteğe değer
bulunmamaktadır.
Sonuç
Genel olarak bakıldığında 1989’da yaşanan zorunlu göç
hakkında en çok çalışma Bulgaristan’da yapılmıştır.
Bulgaristan’ı Türkiye ve öteki bazı Avrupa ülkeleri izlemektedir.
Son yıllarda Bulgaristan’da yapılan birkaç belge derlemesi ve
Türkiye ve Bulgaristan’da yayınlanan anılar araştırmaların
gelişmesine katkı sağlayacak niteliktedir. Fakat hem belge
yayınlarının hem de basılan anıların sayısı henüz çok sınırlıdır.
Bulgaristan’da yapılan çalışmalarda ağırlıklı olarak Jivkov
rejimi incelenmekte ve bu bağlamda Türklere yönelik
asimilasyon politikaları ele alınmaktadır. Türkiye’de ise
Bulgaristan’da Türk azınlığın konumu ve göçmenlerin
Türkiye’deki uyum süreçleri incelemelerin ana eksenini
oluşturmaktadır. Fakat bu incelemeler konuyla ilgili birçok
soruya henüz yeterince cevap verecek kapsamda değildir ve
farklı boyutlarıyla göç öncesi, göç süreci ve sonrası dönemi ele
alacak incelemelere ihtiyaç vardır. Sorunun iki yakasındaki
ülkelerin siyasal ve toplumsal gündemlerine odaklanan
Tarih Yazımı 67
akademik çalışmaların, doğup büyüdükleri toprakları terk
etmek zorunda kalan yüzbinlerce insanın yaşadığı sorunlara
hala yeterince eğilmemiş olması önemli bir eksikliktir.
Kaynakça
Ağanoğlu, H. Yıldırım, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın
Makûs Talihi Göç, İstanbul 2001.
Alp, İlker, Belge ve Fotoğraflarla Bulgar Mezalimi (1878-1989),
Ankara 1990.
Alp, İlker, Bulgarian Atrocities. Documents and Photographs,
London 1988.
Alp, İlker, Pomak Türkleri (Kumanlar-Kıpçaklar), Edirne 2008.
Anagnostou, Dia, "Nationalist legacies and European
trajectories: post-communist liberalization and Turkish
minority politics in Bulgaria", Southeast European and
Black Sea Studies, 5 (1) 2005, s. 89-111.
Ananieva, Nora, "The role of self-government for the
consolidation of the Bulgarian ethnic model", National
Minorities in South-east Europe: Legal and Social Status at
the Local Level, Zagreb 2002, s. 57-70.
Anderson, John, "The treatment of religious minorities in
South-Eastern Europe: Greece and Bulgaria compared",
Religion, State and Society, 30 (1) 2002, s. 9-31.
Angelov, Veselin, Sekretno! Protestnite aktsii na turtsite v
Bălgariya, Yanuari-May 1989, Sofya 2009.
Angelov, Veselin, Strogo Poveritelno! Asimilatorskata kampaniya
sreštu turskoto natsionalno maltsinstvo v Bălgariya (19841989). Dokumenti, Sofya 2008.
Asenov, Bončo, Văzroditelniyat Protses i Dăržavna Sigurnost,
Sofya 1996.
Bakalova, Maria, “The Bulgarian Turkish Name Conflict and
Democratic Transition”, Innovation, 19 (3/4), 2006, s. 233246.
Bell, John D., "The 'Revival Process': the Turkish and Pomak
Minorities in Bulgarian Politics", Ethnicity and Nationalism
in East Central Europe and the Balkans, Eds. Thanasis D.
Sfikas and Christopher Willimans, Aldershot 1999, s. 237268.
Blagoeva, Evgenia Krăsteva “Za Imena i Preimenuvaniyata na
Bălgarite Myusyulmani (1912-2000)”, Bălgarska Etnologiya,
Yıl 27, No. 2 (2001), s. 126-148.
68 Hacısalihoğlu
Blagoeva, Evgenia Krăsteva, “Za Imenata i Preimenuvaniyata na
Bălgarite Myusulmani (1912-2000)”, Etnografski Institut s
Muzey pri BAN, Bălgarska Etnologiya, godina 27, Kniga 2,
2001, s. 126-148.
Bojkov, Victor D., "Bulgaria's Turks in the 1980s: A Minority
Endangered", Journal of Genocide Research, 6 (3), 2004, s.
343-369.
Bosakov, Vesselin P., "Bulgarian Turks in the Context of
Neighborhood with Other Ethno-religious Communities in
Bulgaria," International Journal of the Sociology of
Language, 179/2006, s. 29-40.
Bosakov, Vesselin P., Bălgarskite Turtsi meždu Kulturata na
Săsedstvo i Religioznata Identičnost, Sofya 2000.
Crampton, R. J., A Concise History of Bulgaria, 1. Baskı 1997,
2. Baskı, Cambridge 2007.
Çetin, Turhan, “The Socio-Economic Outcomes of the Last
Turkish Migration (1989) from Bulgaria to Turkey”, Turkish
Studies, 3 (7) (2008), s. 241-270.
Dayıoğlu, Ali, Toplama Kampından Meclis’e Bulgaristan’da Türk
ve Müslüman Azınlığı, İstanbul 2005.
Demirtaş Coşkun, Birgűl, Bulgaristan'da Yeni Dőnem (Soğuk
Savaş Sonrası Ankara-Sofya İlişkileri). Ankara 2001.
Dimitrova, Donka, “Bălgarskite Turtsi preselnitsi v Republika
Turtsiya prez 1989 godina”, Meždu adaptatsiyata i
nostalgiyata. Bălgarskite turtsi v Turtsiya (Adaptatsiya i
Promeni v Kulturen Model), Der. Antonina Jelyazkova, Sofya
1998, s. 76-139.
Dyulgerov, Petăr, Razpnati Duši. Moyata Istina za văzroditelniya
protses sred bălgarite mohamedani, Sofya 1996.
Elchinova, Magdalena, “Alien by Default. The Identity of the
Turks of Bulgaria at Home and in Immigration”, Developing
Cultural Identity in the Balkans: Convergence vs. Divergence.
Eds. R. Detrez / P. Plas, Brüksel 2006, s. 87-110.
Elchinova,
Magdalena,
“Instrumentalizirane
na
mita
(‘Văzroditelniyat protses’ v Bălgariya i etničniyat konflikt v
Republika Makedoniya)”, Antropologični izsledvaniya,
4/2003, s. 9-37.
Elchinova, Magdalena, “Reformulating Identity in Transition:
The Turks of Bulgaria after 1989”, Europe and the Historical
Legacies of the Balkans, Eds. R. Detrez / B. Segaert,
Brüksel 2008, s. 129-142.
Tarih Yazımı 69
Elchinova, Magdalena, “Spreminjanje identitete: konstrukcija in
sprememba identitete pri borgarskih Turkih”, Borеc, LVI,
(Ljubljana 2004), s. 25-42.
Eminov, Ali, Turkish and Other Muslim Minorities in Bulgaria,
London 1997.
Eminov, Ali, “Turks and Tatars in Bulgaria and the Balkans”,
Nationalities Papers, 28 (1), 2000, s. 129-164.
Eminov, Ali, “The Turks in Bulgaria: Post-1989 Developments”,
Nationalities Papers, 27 (1), 1999, s. 31-55.
Erendoruk, Ömer Osman, Istıraphaneden Mektuplar, İstanbul
2007.
Eroğlu,
Hamza,
“Milletlerarası
Hukuk
Açısından
Bulgaristan’daki Türk Azınlığı Sorunu”, Bulgaristan’da Türk
Varlığı I, Bildiriler, 7 Haziran 1985, Türk Tarih Kurumu, 1.
Baskı 1985, Ankara 1987, s. 15-46 (Aynı derlemenin
İngilizcesi:
The
Turkish
Presence
in
Bulgaria,
Communications, 7 June 1985, Ankara 1986).
Georgiev, Veliçko / Stayko Trifonov, Pokrăstvaneto na Bălgarite
Mohamedani 1912-1913. Dokumenti, Sofya 1995.
Georgieva,
Tsvetana,
“Preselničeskata
Motivatsiya
na
Bălgarskite Turtsi”, Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata.
Bălgarskite Turtsi v Turtsiya, Antonina Jelyazkova (Der.),
Sofya 1998, s. 45-75.
Goçeva, Paunka, DPS v Syanka i na Svetlina, Sofya 1991.
Grouev, Ivaylo, “Beyond Essentialism Bulgarian Inclusive
Nationalism – The Case of Turkish Minority”, Doktora Tezi,
University of Ottawa, 2005.
Gruev, Mihail / Aleksey Kalyonski, Văzroditelniyat Protses.
Myusyulmanskite Obštnosti i Komunističeskiyat Režim,
Sofya 2008.
Haberman, Clyde, “Bulgaria Forces Turkish Exodus of
Thousands”, The New York Times, 22/6/1989, s. 1.
Hacısalihoğlu, Mehmet / Fuat Aksu (ed.), Proceedings of the
International Conference on Minority Issues in the Balkans
and the EU, İstanbul 2007.
Hacısalihoğlu, Mehmet, Doğu Rumeli’de Kayıp Köyler: İslimye
Sancağı’nda 1878’den Günümüze Göçler, İsim Değişiklikleri
ve Harabeler, İstanbul 2008.
Höpken, Wolfgang, “Aussenpolitische Aspekte der bulgarischen
‘Türken-Politik’”, Südost-Europa, 34. Jahrgang, Heft 9,
1985, s. 477-485.
Höpken, Wolfgang, “Die bulgarisch-türkischen Beziehungen”,
Südost-Europa, 36. Jahrgang, Heft 2-3, 1987, s. 75-95.
70 Hacısalihoğlu
Höpken, Wolfgang, “Im Schatten der nationalen Frage: Die
bulgarisch-türkischen Beziehungen (II)”, Südost-Europa, 36.
Jahrgang, Heft 4, 1987, s. 178-194.
Höpken, Wolfgang, Die ungeliebte Minderheit. Die Tűrken
Bulgariens, 1878-1993, Münih 1994.
Istinata za “Văzroditelniya Protses”. Dokumenti ot arhiva na
Politbyuro i TsK na BKP, Proje başkanı Ahmed Dogan,
Derleyen Samuel Levi, Institut za Izsledvane na
Integratsiyata, Sofya 2003.
İpek, Nedim, Selanik’ten Samsun’a Mübadiller, Samsun 2010.
İpek, Nedim, “1864 Kafkaç Göçü Araştırmalarında Kaynaklar ve
Yöntem Sorunu”, 146. Yılında 1864 Kafkas Göçü: Savaş ve
Sürgün, İstanbul 6-7 Aralık 2010, tarihli uluslararası
sempozyumda sunulan bildiri.
Izstratana Obič po Bălgariya. Razkazvat Zavărnali se ot Turtsiya
Bălgarski Graždani, Sofya 1987.
Johnson, Carter, “Democratic Transition in the Balkans:
Romania’s Hungarian and Bulgaria’s Turkish Minority
“1989-1999)”, Nationalism and Ethnic Politics, 8 (1), Spring
2002, 1-28.
Jelyazkova, Antonina, “Sotsialna i Kulturna Adaptatsiya na
Bălgarskite Izselnitsi v Turtsiya”, Meždu Adaptatsiyata i
Nostalgiyata. Bălgarskite Turtsi v Turtsiya, Der. Antonina
Jelyazkova, Sofya 1998, s. 11-44.
Jelyazkova,
Antonina
(Der.),
Meždu
Adaptatsiyata
i
Nostalgiyata. Bălgarskite Turtsi v Turtsiya, Sofya 1998.
Jivkov, Todor, Memoari, Sofya, V. Tırnovo 1997.
Kalinova, Evgeniya / Iskra Baeva (Yayına Hazırlayanlar),
“Văzroditelniyat Protses”. Cilt 1: Bălgarskata Dăržava i
Bălgarskite Turtsi (Sredata na 30-te – načaloto na 90-te
godini na XX vek), Cilt 2: Meždunarodni izmereniya (19841989), Sofya 2009.
Kalinova, Evgeniya / Iskra Baeva, “’Văzroditelniyat Protses’ –
Vărhăt na Aysberga: Bălgarskata Dăržava i Turkskata
Etničeska Obštnost v Stranata (sredata na 30te – načaloto
na 90te godini na XX vek), “Văzroditelniyat Protses”.
Bălgarskata Dăržava i Bălgarskite Turtsi, Cilt 1, Eds.
Evgeniya Kalinova / Iskra Baeva, Sofya 2009, s. 5-40.
Kalinova, Evgeniya / Iskra Baeva, Bălgarskite prehodi 19392002, Sofya 2002.
Kanev, Krassimir, "Muslim Minorities and the Democratization
Process in Bulgaria", Proceedings of the International
Conference on Minority Issues in the Balkans and the EU,
Tarih Yazımı 71
Eds. Mehmet Hacısalihoğlu / Fuat Aksu, İstanbul 2007, s.
79-88.
Kolukırık, Suat, “Bulgaristan’dan Göç Eden Türk Göçmenlerin
Dayanışma ve Örgütlenme Biçimleri: İzmir Örneği”, C. Ü.
Sosyal Bilimler Dergisi, 30 (1) (2006), s. 1-13.
Köse, Hüseyin, Kanlı İzler: Şehitlerimizin Belgesel Öyküleri,
Razgrat 2001.
Kreiser, Klaus, Kleines Türkei Lexikon, München 1992.
Kümbetoğlu, Belkıs, “Göçmen ve Sığınmacı Gruplardan Bir
Kesit: Bulgaristan Göçmenleri ve Bosnalı Sığınmacılar”,Yeni
Balkanlar, Eski Sorunlar, Der. K. Saybaşılı / G. Özcan,
İstanbul 1997, s. 227-259.
Laber, Jeri, Destroying Ethnic Identity: the Turks of Bulgaria, A
Helsinki Watch Report, New York, NY 1987.
Leggewiel, Claus / Zafer Şenocak (derl.), Deutsche Türken, Türk
Almanlar, Hamburg 1993.
Lütem, Ömer E., Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989, Cilt I, 19831985, Ankara 2000.
Mahon, Milena, “The Turkish Minority under Communist
Bulgaria – Politics of Ethnicity and Power”, Journal of
Southern Europe and the Balkans, 1 (2), 1999, s. 149-162.
Memişev, Yusein, Zadružno v Sotsialističeskoto Stroitelstvo na
Rodinata. Priobštavane na Bălgarskite Turtsi kăm
Izgraždaneto na Sotsializma, Sofya 1984.
Memişoğlu, Hüseyin, Bulgar Zulmüne Tarihi Bir Bakış, Ankara
1989.
Mihaylov, Stoyan, Văzroditelniyat Protses v Bălgariya, Sofya
1992.
Mladenov, Petır, Životăt. Plyusite i Minusi, Ruse (Rusçuk) 1992.
National Archives of the United Kingdom (NAUK), FO 195/1184,
Edirne İngiliz konsolosluk raporuna ek, 6 Ocak 1878, ve
rapor, No.11, 7 Ocak 1878.
Neuburger, Mary, “Bulgaro-Turkish Encounters and the Reimagening of the Bulgarian Natioan (1878-1995)”, East
European Quarterly, XXXI/1, March 1997, s. 1-20.
Nichols, Theo / Nadir Suğur, Global İşletme, Yerel Emek:
Türkiye’de İşçiler ve Modern Fabrika, İstanbul 2005, s. 83103.
Nichols, Theo / Nadir Sugur / Serap Sugur, “Muhacir
Bulgarian Workers in Turkey: Their Relation to
Management and Fellow Workers in the Formal
Employment Sector”, Middle Eastern Studies, 39 (2), April
2003, s. 37-54.
72 Hacısalihoğlu
Norveç Hesinki Komitesi, “Bulgaristan’daki Türk ve İslam
Azınlığına Baskı”, Çev. Yaşar Yücel, Belleten, Cilt LI, sayı
201 (Aralık 1987), s. 1445-1467.
Offener Brief einer Gruppe Bulgaren aus der Volksrepublik
Bulgarien, die ihre bulgarischen Namen wieder angenommen
haben, an den Ministerpreasidenten der Republik Türkei,
Sofya 1985.
Özgür, Nurcan, Etnik Sorunların Çözümünde Hak ve Özgürlükler
Hareketi, İstanbul 1999.
Öztürk, Ahmet, “Tarihi Gelişim İçinde Bulgaristan’da Türk
Azınlığı ve Sorunları”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü yükseklisans tezi 1990.
Parla, Ayşe / Didem Danış, “Nafile Soydaşlık: Irak ve
Bulgaristan Türkleri Örneğinde Göçmen, Dernek ve Devlet”,
Toplum ve Bilim 114/2009, s. 131-158.
Parla, Ayşe / Zeynep Kaslı, “Broken Lines of Il/legality and the
Reproduction of State Sovereignty: The Impact of Visa
Policies
on
Turkish
Immigrants
from
Bulgaria”,
Alternatives: Global, Local, Political 34 (2) 2009, s. 203-227.
Parla, Ayşe, “Irregular Workers or Ethnic Kin?: Post 1990s
Labor Migration from Bulgaria to Turkey”, International
Migration 45(3), 2007, s. 157-181.
Parla, Ayşe, “Longing, Belonging and Locations of Homeland
among Turkish Immigrants from Bulgaria”, Journal of
Southeast European and Black Sea Studies, 6 (4), 2006, s.
543-557.
Parla, Ayşe, “Marking Time along the Bulgarian-Turkish
Border.” Ethnography 4(4), 2003, s. 561-575.
Parla, Ayşe, “Remembering across the border: Postsocialist
nostalgia among Turkish immigrants from Bulgaria”,
American Ethnologist 36 (4) 2009, s. 750-767.
Parla, Ayşe, “Terms of Belonging: Turkish Immigrants from
Bulgaria in the Imagened Homeland”, Doktora Tezi, New
York University, 2005.
Petkov, Krıstio / Georgi Fotev (eds.), Etničeskiyat Konflikt v
Bălgariya 1989. Sotsiologičeski Arhiv, Sofya 1990.
Ragaru, Nadège / Antonela Capelle-Pogacean, "Les partis
minoritaires, des partis ‘comme les autres’? Les expériences
de l’UDMR en Roumanie et du MDL en Bulgarie", Revue
d’études comparatives Est-Ouest, 38/4, décembre 2007, s.
115-148.
Tarih Yazımı 73
Ragaru, Nadège, "En quête de notabilité : vivre et survivre en
politique dans la Bulgarie post-communiste", Politix, 17/67,
nov. 2004, s. 71-100.
Ragaru, Nadège, "Islam in Post-communist Bulgaria : An
Aborted ‘Clash of Civilizations’ ?", Nationalities Papers,
29/2, June 2001, s. 293-324.
Ragaru, Nadège, "L’émergence d’un parti nationaliste radical en
Bulgarie : Ataka ou le mal-être du post-communisme",
Critique internationale, 30, janvier 2006, s. 42-56.
Ragaru, Nadège, "L’islam de la transition en Bulgarie postcommuniste", Le nouvel islam balkanique. Les musulmans,
acteurs du post-communisme, 1990-2000, Der. Xavier
Bougarel / Nathalie Clayer, Paris 2001, s. 241-288.
Ragaru, Nadège, "ONG et enjeux minoritaires en Bulgarie: audelà
de
‘l’importation/exportation’ des
modèles
internationaux", Critique internationale, 40, 2008, s. 27-50.
Ragaru, Nadège, "Recompositions identitaires chez les
musulmans de Bulgarie: entre marqueurs ethniques et
religieux", Balkanologie, 3/1, September 1999, s. 121-146.
Ragaru, Nadège, “’Rendre service’: politique et solidarités
privées en Bulgarie post-communiste", Cahiers d’études sur
la Méditerranée orientale et le monde turco-iranien, 31,
janvier-juin 2001, s. 9-56.
Rechel, Bernd, “The ‘Bulgarian Ethnic Model’- Reality or
Ideology?”, Europe-Asia Studies, 59 (7), November 2007, s.
1201-1215.
Reuter, Jens, “Die Entnationalisierung der Türken in Bulgarien.
Sofias Politik der Zwangsbulgarisierung aus jugoslawischer
Sicht”, Südost-Europa, 34. Jahrgang, Heft 3-4, 1985, s.
169-177.
Stoyanov, Valeri, Turskoto Naselenie v Bălgariya Meždu
Polyusite na Etničeskata Politika, Sofya 1998.
Şerefli, Ahmet Şerif, Türk Doğduk Türk Öldük (Soy Kırımı
Yaşantıları), 1. Baskı 1990, 2. Baskı, Ankara 2002.
Şimşir, Bilal N., Bulgaristan Türkleri, 1878-1985, Ankara 1986.
Şimşir, Bilal, Bulgaristan Türkleri (1878-2008), Genişletilmiş 2.
Baskı, Ankara 2009.
Tatarlı, İbrahim, Hak ve Özgürlükler Hareketi, Yurtta ve
Balkanlar’da Demokrasi, İşbirliği ve Güvenliğin Etkin
Faktörüdür, Etütler / Dviženie za Prava i Svobodi, faktor za
Demokratsiya, Razbiratelstvo i Sigurnost v Strana i na
Balkanite, Studii, Sofya 2003.
74 Hacısalihoğlu
Toğrol, Beğlan, 1989 Yazında Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç
Eden Türklerin Psikolojik İncelemesi, İstanbul 1990.
Toğrol, Beğlan, Direniş. Bulgaristan Türklerinin 114 Yıllık Onur
Mücadelesinin Karşılaştırmalı Psikolojik İncelemesi, İstanbul
1991.
Troebst, Stefan, “Von bulgarischen Türken und ‘getürkten’
Bulgaren”, Südost-Europa, 34. Jahrgang, Heft 6, 1985, s.
359-367.
Troebst, Stefan, “Zur bulgarischen Assimilationspolitik
gegenüber der türkischen Minderheit: Geschichten aus
Politbüro und 1001 Nacht”, Südost-Europa, 34. Jahrgang,
Heft 9, 1985, s. 486-506.
Tsvetkov, Plamen S., Bălgariya i Balkanite ot nay-stari vremena
do naši dni, cilt 2, Săvremenna Bălgariya, Sofya 1996, s.
412-422.
Türker, Mehmet, Belene Adası. Zulmün Ateş Çemberinden
Anılar, 3. Baskı, İstanbul 2004.
Vasilev, Rossen, “Bulgaria’s Ethnic Problems”, East European
Quarterly, XXXVI/1, March 2002, s. 103-125.
Warhola, James W. / Orlina Boteva, “The Turkish Minority in
Contemporary Bulgaria”, Nationalities Papers, 31 (3),
September 2003, s. 255-279.
Yalămov, Ibrahim, Istoriya na Turskata Obštnost v Bălgariya,
Sofya 2002.
Zagovor, Orlin, Văzroditelniyat Protses. Teza i Antiteza, Sofya
1993.
Zang, Ted, Destroying Ethnic Identity: the Expulsion of the
Bulgarian Turks, U.S. Helsinki Watch Committee, New York,
NY 1989.
KÖKLER, GÜZERGAHLAR VE ULUSDEVLETLER: DEĞİŞEN GÖÇ OLGUSU
Ayhan KAYA
Bulgaristan-Türklerinin 1989 yılında gerçekleştirdikleri
kitlesel göçün ardından geçen yirmi yıllık süreçte yerel ve
küresel düzeyde gelişen siyasal, toplumsal ve iktisadi
dönüşümün ardından sözkonusu göçmen kökenli insan
topluluklarının
anlam
dünyalarına
ve
geliştirdikleri
sübjektivitelere derinlemesine nüfuz edebilmek için paradigma
dönüşümüne ihtiyacımız olduğu kanısındayım. Jivkov rejiminin
yerini Avrupa Birliği rejimine bıraktığı Bulgaristan’da bir
yandan radikal anlamda sosyo-ekonomik ve siyasal bir
dönüşüm yaşanırken, Bulgaristan Türklerinin göç etmelerine
neden olan siyasal etmenlerin de büyük oranda değiştiği
görülmektedir. Bu nedenledir ki, bir kısım göçmen daha sonra
yeniden Bulgaristan’a geri dönmüş ve böylelikle Avrupa Birliği
yurttaşı olma hakkını kullanabilmiştir. Öte yandan Türkiye ve
Bulgaristan arasında daha önceki yıllarda yaşanan siyasal
gerginliklerin
yerini
işbirliğine
bırakması
beraberinde
Bulgaristan Türklerinin iki ülke arasında sürekli hareket eden
sosyal, ekonomik ve kültürel aktörlere dönüşmesine neden
olmuştur. Ulusaşırı alan (transnational space) şeklinde
tanımlanabilecek bu alanın siyaseti, ekonomisi ve kültürü daha
yakından ele alınmalıdır. Bu çalışmada sözkonusu bu ulusaşırı
alana ilişkin teorik bir takım değerlendirmeler yapılacaktır.
Göç Çalışmalarında Kullanılan Paradigmalar
Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında gündeme gelen
uluslararası göç olgusunun aktörleri olan göçmenler,
mülteciler, sığınmacılar ve onların çocukları küreselleşme
süreçlerinden hem etkilendiler hem de bu süreçleri çok
yakından etkilediler. Küresel kapitalizmin bir sonucu olarak
ortaya çıkan bu kitlelerin oluşturdukları toplumsal, siyasal,
76 Kaya
etnik, kültürel ve dinsel kimliklerin tanımlanması amacıyla
birbirinden farklı bazı epistemolojik önermeler ileri sürüldü. Bu
grupları tanımlamak amacıyla ‘ulusaşırı alan’, ‘diasporik alan’
ve ‘devletaşırı alan’ gibi bazı farklı kavramlar türetildi. Alejandro
Portes1 ve Linda Basch ve diğerleri2 gibi sosyal bilimciler,
‘ulusaşırı alan’ kavramını tercih ederken James Clifford3 ve
Steven Vertovec4 gibi antropologlar ise ‘diaspora’ kavramını
kullanmayı tercih etmişlerdir. Bu tür kavramların kullanımı,
içinde bulunduğunuz sosyal bilim disiplininin temel aldığı
analiz biriminin niteliğiyle yakından bağlantılıdır. Sosyolojinin
analiz birimi öncelikli olarak toplum olduğundan, ‘ulusaşırı
alan’ kavramının neden tercih edildiği daha kolay anlaşılabilir.
Öte yandan, temel analiz birimi insan olan sosyal antropoloji
veya kültürel antropoloji disiplini içinden değerlendirmeler
yapılıyorsa, kültürel üretim, kimlik, anavatana dönme isteği,
‘gurbet’, ‘sıla’ gibi olguların altını çizen ‘diasporik alan’
kavramının kullanımı da meşru görülebilir. Sosyoloji veya
antropoloji değil de siyaset bilimiyse içinde bulunduğumuz
disiplin eğer, siyaset biliminin analiz birimi devlet ve ilgili
siyasal kurumlar olduğundan Thomas Faist tarafından üretilen
‘devletaşırı alan’ kavramının kullanımı da söz konusu olabilir.5
Bu noktada yukarıda sıkça kullandığımız ‘alan’ kavramına
ilişkin çok kısaca bir değerlendirme yapmakta fayda olduğunu
düşünüyoruz. Kimilerince “üçüncü alan”6, “rizomatik alan”7 ve
Alejandro Portes (ed.), The Economic Sociology of Immigration: Essays on
Networks, Ethnicity, and Entrepreneurship, New York 1995.
2 Linda Basch et al. Nations Unbound: Transnational Projects, Postcolonial
Predicaments and Deterritorialized Nation-States, Langhorne, PA 1994.
3 James Clifford, Routes: Travel and Translation in the Late Twentieth Century,
Cambridge 1997.
4 Steven Vertovec, “Diaspora”, Dictionary of Race and Ethnic Relations, ed. E.
Cashmore, London 1997, s. 99-101.
5 Thomas Faist, “The Border-Crossing Expansion of Spaces: Common
Questions, Concepts and Topics,” Intitute for Intercultural and International
Studies (InIIS), University of Bremen & Department of Public Administration
and Economics, Middle East Technical University (METU), Anakara. GermanTurkish Summer Institue Working Paper, No. 1, 2000.
6 Homi K. Bhabha, “The Third Space. Interview with Homi Bhabha”, Identity,
Community, Culture and Difference, der. J. Rutherford, London 1990, s. 2071
Göç Olgusu 77
“diasporik alan”8 şeklinde de nitelendirilen ulusaşırı alanlar,
ulus-devletlerin sınırlarını aşan bir düzlemde ortaya çıkan ve
süreklilik arz eden toplumsal ağları ve ilişkilerin bütününü
ifade eder. “Alan” (space), ontolojik açıdan bakıldığında önceden
verili ve değişmeyen sınırlara sahip bir anlatıyı ifade etmez. Bu
bağlamda “alan” ile “mekân” kavramları arasında önemli bir
farkın olduğuna işaret etmek gerekmektedir. “Alan”, hem maddi
hem de söylemsel düzlemde ortaya çıkan davranış, eylem,
tutum, sözler ile birlikte üzerinde yaşadığımız coğrafyayı ve
mekânı içine alır. “Mekân” ise sadece maddi olan coğrafyayı ve
yeri ifade eder. Bir örnek vermek gerekirse, harita üzerinde
gösterilen bir nokta “mekân”ı ifade eder. Ancak “alan” ise, söz
konusu maddi mekânın ötesinde haritada görülmeyen özneler,
aileler, kurumlar, işletmeler, ağlar, imajlar, figürler, diller,
sesler, söylemler, sanatlar, ritüeller ve semboller arasındaki
tüm gerçek ve sembolik nitelikte olabilecek sosyal, kültürel,
iktisadi ve siyasal ilişkilerin bütününü kapsar. Diğer bir deyişle,
“mekân” ontolojik olarak önceden vardır, ancak “alan” özneler
tarafından inşa edilir ve zaman içerisinde değişime uğrar. David
Harvey, alan/mekân kavramını, mutlak mekân (absolute
space), göreli mekân (relative space) ve ilişkisel mekân
(relational space) olarak üçe ayırmaktadır. Mutlak mekân, harita
üzerinde gösterilen fiziki coğrafyayı; göreli mekân, haritada
görünmeyen insan, para, gökyüzü, enerji, ürün ve benzeri
unsurları; ilişkisel mekân ise insan grupları tarafından türdeş
kılınan ve böylelikle birbirine bağlanan birbirinden uzak
coğrafyaları ifade eder.9 Hiç şüphe yok ki, “alan” kavramının bu
denli karmaşık ve dinamik bir içerik kazanmasının en önemli
nedenlerinden biri küreselleşme olgusudur. Daha da
221; ve Mike Featherstone, Global Culture: Nationalism, Globalization and
Modernity, London 1994.
7 Gilles Deleuze and Felix Guattari,
A Thousand Plateaus: Capitalism and
Schizophrenia, Translated by B. Massumi, Minneapolis 1987.
8 Avtar Brah, Cartographies of Diaspora: Contesting Identities, London 1996;
Ayhan Kaya, Sicher in Kreuzberg: Constructing Diasporas, Turkish Hip-Hop
Youth in Berlin, Bielefeld 2001; ve Ayhan Kaya, Berlin’deki Küçük İstanbul,
İstanbul 2000.
9 David Harvey, Spaces of Global Capitalism: Towards a Theory of Uneven
Geographical Development, London 2006, s. 126-128.
78 Kaya
belirginleştirmek gerekirse, bugünkü şekliyle küreselleşme
olgusunu var kılan hızlı iletişim ve ulaşım teknolojileri10,
“alanların”, yerel ulus-devlet sınırlarını aşarak ulusaşırı bir
nitelik kazanmalarına olanak sağlamaktadır. Küreselleşme
süreçleriyle daha karmaşıklaşan alan olgusu beraberinde
kültür nosyonunun da geçmişe oranla daha farklı bir anlam
kazanmasına neden olmuştur. Toplumsal hareketliliğin görece
daha az olduğu ve gelenekselin daha baskın olduğu yakın
geçmişte kültür nosyonu, daha çok statik ve primordial (tözcü)
bir anlayış üzerinden tanımlanırken, farklılık, kimlik, çeşitlilik,
hız, toplumsal hareketlilik söylemlerin egemenliğindeki
günümüzde ise daha çok dinamizm ve eşzamanlılık
(senkretizm) üzerinden tanımlanabilmektedir.
Küreselleşme ile Değişen Kültür Nosyonları
Antropolojik açıdan bakıldığında kültür nosyonu iki farklı
şekilde ele alınabilir. Bu nosyonlardan biri ‘bütünselci’
(wholistic) kültür nosyonu, diğeri ise ‘senkretik’ (syncretic)
kültür nosyonudur. İlk nosyon, modernitenin getirdiği anlayışın
bir ürünü olup, kültürü yerel ve ulusal sınırlar içerisine
hapseder. Öte yandan, ‘senkretik’ kültür nosyonu ise
küreselleşme ile gündeme gelen bir nosyon olmuştur. Bu
nosyon, kültürün yerel ve coğrafi sınırlar içerisine
hapsedilemeyeceğini ve bu sınırların ötesinde gerçekleşen bir
alaşım süreci içinde oluştuğunu öngörür. Bütünselci kültür
nosyonu ‘ortak anlam ve değerlerin’ kültürlerin özünü
oluşturduğunu söyler. Buna göre, herhangi bir toplum
tarafından ortaklaşa kabul gören belli anlam ve değerler, birer
değişmez bütün oluştururlar ve diğer toplumların oluşturduğu
ortak anlam ve değer bütünlerinden ayrılırlar. Birbirinden kalın
sınırlarla ayrıldığı düşünülen bu kültürel bütünler, ulusal ya da
yerel kültürleri ifade ederler. Kültürleri birbirleriyle karışmayan
bütünler olarak kabul eden bu anlayışa göre, kültürel alaşım
sorunlu bir süreçtir ve bozulmaya yol açar. Etnik azınlık
kültürlerini değerlendiren, akademik çalışmalarda sıkça
10
Paul Virilio, The Information Bomb, London 2000.
Göç Olgusu 79
rastladığımız ‘kimlik krizi’, ‘iki kültür arasında kalmış’, ‘kayıp
kimlikler’ ve ‘dejenere olmuş’ gibi tanımlamalar böylesine bir
kültür nosyonunun ürünüdürler. Kültürel alaşımı reddeden ve
‘otantik’ olanı savunan bu yaklaşım, ayrıca kültürün etnik ve
ulusal çerçevede oluştuğunu iddia eder. Bir başka deyişle bu
nosyon, kültürü etnisiteye indirger.
Öte yandan, senkretik kültür nosyonu ise, kültürel kimliğin
dinamik bir süreç içinde sürekli değişim sonucunda oluştuğu
anlayışına dayanır. Sözgelimi 1989 yılı itibariyle Türkiye’ye göç
eden Bulgaristan-Türklerinin kültürel kimlikleri bu anlayışla
değerlendirildiğinde, bu insanların kimliklenme süreçlerinde
Türk, Bulgar, Müslüman ve sosyalist kültürel bagajlarıyla
birlikte giderek ivme kazanan küresel kültürün izlerini de
sürmek
mümkündür.11
Senkretik
kültür
nosyonunu
benimseyen bilimsel yaklaşımlar, aynı zamanda, Fredrik
Barth'ın etnisite konusundaki yaklaşımını da kabul ederler.
Norveçli antropolog F. Barth, etnisitenin baştan beri var olan
tözsel bir olgu değil, zaman içinde toplumsal koşullara bağlı
olarak oluşan bir tasarım olduğunu söyler. Barth'a göre,
etnisite töze ait bir şey olmadığı gibi, kültürel kimliğin sabit bir
bileşeni de değildir. Etnik kimlik, bireylerin ya da grupların
kendi haklarında sahip oldukları düşünceler ve inanışlar ile
'öteki'nin söz konusu birey ya da gruplar hakkında sahip
olduğu düşünce ve inanışların karşılıklı etkileşimi ile oluşur. 12
Etnisite konusundaki bu modernist anlayış, kaçınılmaz olarak,
etnisiteyi primordialist (tarihin başlangıcından buyana var olan)
bir yaklaşımla ele alan bütünselci kültür yaklaşımıyla çatışma
halindedir. Barthçı yaklaşım etnisiteyi bir muhafazakârlık
göstergesi ya da sadece psikolojik ölçekte aidiyet hissine kadar
Bu konuda adaha ayrıntılı bilgilendirme için bkz., Ayşe Parla,
“Remembering across the Border: Postsocialist Nostalgia among Turkish
Immigrants from Bulgaria”, American Ethnologist 36/4 (2009), s. 750-767.
12 Bkz., Fredrik Barth, Ethnic Groups and Boundaries: The Social Organisation
of Cultural Difference, London 1969 (Türkçe çevirisi, Ayhan Kaya ve Seda
Gürkan, Etnik Gruplar ve Sınırları, İstanbul 2003; ve F. Barth, “Enduring and
emerging issues in the analysis of ethnicity”, The Anthropology of Ethnicity:
Beyond ‘Ethnic Groups and Boundaries’, der. H. Vermeulen / C. Govers,
Amsterdam 1994, s. 11-32.
11
80 Kaya
indirgenebilen bir unsur olarak değerlendirmez. Etnisite,
bireyler
veya
gruplar
arasında
gerçekleşen
etkileşim
süreçlerinde ortaya çıkan toplumsal bir tasarımdır. Bu
yaklaşım, özne merkezli bir özellik taşımakla birlikte etnik
kimliklerin de diğer kimlikler gibi rasyonel bir temelde
oluşturulduğunu söyler.
Ayrıca, küreselleşme olgusunun bu denli önem kazandığı
bir dönemde bütünselci kültür nosyonunda diretmek,
toplumsal ve kültürel değişim süreçlerini tam anlamıyla
tanımlayabilme şansımızı ortadan kaldırabilir. Sözgelimi,
Türkiye’de yaşayan Bulgaristan-Türklerinin etnik kimlikleri,
sadece Türk etnisitesi üzerinden tanımlanıyor olsaydı, bu
insanların çoğunluk Türk toplumu içinde kendilerine özgü
farklı bir kimlik alanı yarattıklarını iddia etmek mümkün
olmazdı. Eğer etnik kimlik sadece Türklük gibi primordial bir
değer üzerinden tanımlanıyor olsaydı, gayet tabii ki
Bulgaristan-Türkleri de Türklük kimliği içerisinde eriyip
giderlerdi. Ancak yapılan araştırmalarda çok farklı etnokültürel kimliklenme süreçleri şekillendirdikleri tespit edilen
Bulgaristan-Türklerinin daha çok sosyalist nostalji, çalışkanlık,
modernlik ve üretkenlik gibi değerlere de vurgu yapmak
suretiyle kendilerini çoğunluk Türk toplumundan ayrı bir yere
koydukları ve Pierre Bourdieau’nün kullandığı sözcüğü
kullanmak gerekirse kendilerine özgü bir ayrıcalık (distinction)13
yarattıkları gözlenmektedir.14 Kültürün küresel ölçekte akışkan
bir nitelik kazanmasıyla devam eden modernite, kültürel
çeşitlilik, ulus-aşırı toplumsal hareketler ve küresel kentler gibi
bizim kültürel erime potaları diye adlandırabileceğimiz
Ayrıcalık (distinction) kavramı, Pierre Bourdieu’nun Distinction adlı
çalışmasındaki anlamıyla kullanılmıştır. Bu çalışmasında Bourdieu bireylerin
içinde bulundakları sosyal sınıf ya da grup içinde statülerini yükseltmek ve
diğer insanlar karşısında bazı üstün ayrıcalıklar yaratabilmek için sosyal,
kültürel, sembolik ve ekonomik sermayelerini nasıl kullandıklarını anlatır.
Bkz. Pierre Bourdieu, Distinction, Cambridge 1984.
14 Bu konuda ayrıntılı tartışma için bkz., Ayşe Parla, “Longing, Belonging and
Locations of Homeland among Turkish Immigrants from Bulgaria”, Journal of
Southeast European and Black Sea Studies 6/4 (2006), s. 543-557; ve Ayşe
Parla, “Remembering across the border”.
13
Göç Olgusu 81
oluşumlara yol açmıştır. Kültürel coğrafyada yaşanan bu hızlı
değişimin ardında küreselleşme rüzgârları vardır. Küreselleşme
pek çok araştırmacı tarafından gerek toplumsal, gerek siyasal
ve gerek ekonomik açılardan tanımlanmıştır.15 Küreselleşme,
kültürel açıdan ele alındığında Roland Robertson’un yaptığı
tanımlamayı kullanmak gayet yerinde olur. Buna göre,
küreselleşme ‘modern ulaşım ve iletişim araçları sayesinde
dünyanın küçülmesi ve dünyanın bir bütün olarak algılanması’
şeklinde tanımlanabilir.16 Küreselleşmenin getirdiği en önemli
sosyo-kültürel değişimlerden biri hiç şüphesiz, geleneksel
kültür anlayışından farklı olan, zamanı, hafızası, konteksti ve
belirgin bir coğrafyası olmayan, görece homojen bir küresel
kültürün oluşumudur. Bu küresel kültürün temel niteliklerini
anlamak için Arjun Appadurai’nin bu konuda yaptığı
değerlendirmelere kısaca göz atmak gerekiyor. Appadurai’ye
göre küresel kültür birbirinden farklı beş ayrı eksende gelişir: 17
Turistlerin, göçmenlerin, sığınmacıların, sürgünlerin ve
misafir işçilerin hareketlerinin gerçekleştiği ethnoscape bu
eksenlerden ilkidir. İkinci eksen makinelerin, teknolojinin,
ulusal ve çokuluslu şirketlerin hareketliliğinin yaşandığı
techoscapedir. Bir diğer eksen ise paranın uluslararası
hareketliliğinin yaşandığı finanscapedir. Dördüncü eksen ise
imajların, sembollerin ve bilgilerin televizyon, radyo, gazete,
dergi ve film yoluyla hareketini sağlayan mediascapedir. Son
eksen ise, devlet yanlısı ya da devlet karşıtı ideolojilerle ilgisi
15 Küreselleşme konusunda daha geniş bilgi için bkz. Roland Robertson,
Globalization, London and Newbury Park 1992; Anthony Giddens, The
Consequences of Modernity, Cambridge 1990; Stuart Hall, “The Local and the
Global: Globalization and Ethnicity”, Culture, Globalization and the World
System, Der. Anthony King, London 1991, s. 19-40; Arjun Appadurai,
“Disjuncture and Difference in the Global Cultural Economy”, Global Culture:
Nationalism, Globalisation and Modernity, Der. M. Featherstone, London 1990,
s. 295-310; Ulf Hannerz, Transnational Connections, London 1996; John
Brecher, et al., Global Visions: Beyond the New World Order, Boston 1993; ve
Leslie Sklair, Sociology of the Global System, Hertfordshire 1991.
16 Bkz. R. Robertson, Globalization, s. 8.
17 Arjun Appadurai, “Disjuncture and difference in the global cultural
economy,” s. 6-7.
82 Kaya
olan özgürlük,
ideoscapedir.
refah
ve
hak
gibi
söylemlerin
yayıldığı
Appadurai'nin genel hatlarıyla resmini çizdiği küresel
kültür olgusu, farklı kültürel renklerin bir arada kullanılmasına
olanak tanıyan bir kültürel formdur.18 Bu formu anlatabilmek
için günümüzde araştırmacılar tarafından farklı sözcükler
kullanılmaktadır. Senkretik, brikolaj, ‘hybrid’, creole ve melangé
gibi kavramlar bunlardan sadece birkaçıdır.19
Her ne kadar, farklı disiplinlerden hareketle farklı
kavramsallaştırmalara gidilmişse de, modern zamanların
uluslararası göçmenlerini ve onların çocuklarını tanımlamak
için kullanılan bu üç kavramın önemli ortak yanları vardır.
Kavramların her biri, göç edilen ülkede, anavatandan uzakta,
diasporada yaşayan insanları, küresel kapitalizmin kurbanı
olan pasif bireyler olarak değil, kendi kaderlerini tayin eden
aktif özneler olarak değerlendirir. Buna göre, sözgelimi
Almanya’da veya Fransa’da yaşayan Türkiye kökenli kitleler, ne
Alman ve Türk kültürü arasında kalmış ‘dejenere’ olmuş
insanlar ne de ‘otantik’ kültürlerine bağlı egzotik bireyler olarak
algılanamazlar. Ya da Bulgaristan’dan 20 yıl önce Türkiye’ye
göç etmek zorunda bırakılan insanlar yaşadıkları bütün
olumsuz koşullara rağmen geride bıraktıkları ülkenin
değerlerini
kolaylıkla
unutmayacaklardır.
Bu
farklı
epistemolojik kavramsallaştırmaların ortak bir şekilde altını
çizdikleri asıl nokta, 'kimlik sorunu' diye tanımlanan konunun
kültürel mirasla ilgili olmadığı, aksine siyasal ve toplumsal
değişim ile doğrudan ilgili olduğudur. Her üç epistemolojik
önerme, uluslararası göçle ortaya çıkan ulusaşırı alanların
Bu noktada küreselleşmeyi bir süreç olarak değerlendirdiğimi ve
‘küreselleşme’ ideolojisi tartışmasına girmek istemediğimi söylemek istiyorum.
Küreselleşmenin bir süreç ve ayrıca bir ideoloji olarak ayrımsallaştırılması
gerektiğini düşünüyorum. İngilizce’deki globalisation kavramı küreselleşme
sürecini ifade ederken, globalism kavramı ise küreselleşme ideolojisi anlamına
gelmektedir. Türkçe’de ise globalisation ve globalism kavramlarını karşılayan
tek sözcük küreselleşmedir. Ancak Türkçe’de bu şekilde bir net ayrıma gitmek
çok faydalı olabcaktır diye düşünüyorum.
19 Bu konuda daha ayrıntılı tartışma için bkz., Ayhan Kaya, Berlin’deki Küçük
İstanbul.
18
Göç Olgusu 83
kendilerine özgü dinamik alanlar olduğu savını ileri sürerler.
Bu nedenle, bu alanda ortaya çıkan siyasal, toplumsal, etnik,
kültürel ve dinsel kimlikler kendilerine özgü süreçlerin bir
sonucu olarak ortaya çıkarlar. Öyleyse, bu alanı tam olarak
anlayabilmek ve anlatabilmek için yeni bilimsel yatırımlara ve
çalışmalara ihtiyaç vardır.
Değişen Paradigmalar
Ulusaşırı alan, diaspora ve devletaşırı alan gibi kavramların
son yıllarda göç çalışmalarında yoğunluklu olarak kullanılmaya
başlaması paradigmatik bir dönüşüme de işaret etmektedir hiç
şüphesiz. Yirminci yüzyıl göç çalışmalarında kullanılan temel
paradigmalar kısaca gözden geçirilecek olursa bu dönüşümün
niteliği hakkında fikir sahibi olunabilir.
Çekici ve İtici Faktörler: Uluslararası göçte günümüze
değin en çok kullanılan paradigma çekici ve itici faktörler (pullpush factors) paradigmasıdır. Bu paradigma, geride bırakılan
anavatanın, göçmenlerin iktisadi, siyasal ve kültürel
alanlardaki istek ve arzularına cevap vermekte yetersiz
olduğunu, buna karşın, göç edilen ülkenin ise, bu alanlarda
çekici bir nitelik sergilediğine işaret eder. Dolayısıyla,
uluslararası göçün ardındaki temel nedenler, geride bırakılan
ülkenin iticiliği ve göç edilen ülkenin çekiciliğinden
kaynaklanan yapısal nedenlerdir.
Marksist Kalkınma Paradigması: Bu yaklaşımın
ardından, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren yaygınlık kazanan
bir diğer paradigma ise Marxist kalkınma anlayışıdır. Kalkınma
paradigması, uluslararası göçü kapitalist yayılmacılığın bir
türevi olarak açıklama eğilimindedir. Buna göre, görece
kalkınmamış ve/veya az kalkınmış bölgelerden kapitalist
merkezlere doğru göçün yaşanması kaçınılmazdır. Bu durum,
küresel kapitalizmin doğası gereğidir. 19. yüzyılın sonlarında
köleliğin ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan işgücü açığını
kapatmak için dünyanın farklı yerlerine göç eden Hindistanlı
sözleşmeli işçiler ile 20. yüzyılda yaşanan kırdan kente göç
84 Kaya
süreçlerini çoğunluklar bu paradigmanın yardımıyla açıklamak
mümkün.
Ulusaşırı Alan Paradigması: Öte yandan son yıllarda
yaygınlık kazanan diğer bir üçüncü yaklaşım ise, ulusaşırı alan
paradigmasıdır. Bu tür bir yaklaşım, kendinden önce gelen
diğer iki yaklaşım gibi, göçmenlik durumunu değişmeyen bir
statü olarak değerlendirmez ve göçmenlik halini tözselleştirmez.
Böyle bir anlayış yerine, ulusaşırı sosyal alanlar paradigması,
göçle birlikte ortaya çıkan toplumsal, siyasal, ekonomik ve
kültürel
ilişkilerin
sözkonusu
ülkelerin
sınırları
ötesinde/arasında ulusaşırı bir dinamik alanın yaratıldığını
iddia eder. Böyle bir yaklaşım, göçün sadece yapısal bir olgu
olarak değil, aynı zamanda yapı içerisinde yer alan bireylerin
(göçmenlerin) kendi rasyonel tercihleriyle ve öznellikleriyle
şekillenen bir olgu olduğunu bize hatırlatır. Buna göre
göçmenler,
indirgemeci
bir
yaklaşımla
sömürgeciliğin,
kapitalizmin ya da endüstrileşmenin edilgen kurbanları
şeklinde değil, göç sürecinin karar alıcı, etken sosyal ajanları
olarak değerlendirilmelidirler.20
Uluslararası göç, “merkez - yarı çevre - çevre” şeklindeki
dünya sistemleri teorisi gibi makro ölçekli bir yaklaşımla
açıklanmak yerine, göçmenlerin göç sürecinde geliştirdikleri
sosyal, siyasal, ekonomik ve ticari ağların ışığında mikro
düzlemlerde çalışılmalıdır. Türkiye’de yaşayan Bulgaristan
Türklerinin ve onların çocukları açısından bakıldığında Türkiye
ile Bulgaristan’ın pek çok açıdan iç içe geçtiğini söylemek
mümkündür. Söz konusu iki ülke arasındaki ulusaşırı alanda
ortaya çıkan siyasal, iktisadi ve kültürel gelişmeler, bu
alanların öznelerini etkilemekle birlikte, aynı zamanda her iki
coğrafyanın yerleşik halklarını da yakından etkilemektedir. İki
ülke arasında bir tür köprü rolü oynayan BulgaristanTürklerinin geliştirdikleri bu ulusaşırı alanın siyaseti, sosyal
Göç paradigmaları konusunda ayrıntılı tartışma için bkz. Thomas Faist, The
Volume and Dynamics of International Migration and Transnational Social
Spaces, Oxford 2000 (Türkçesi, Uluslararası Göç ve Ulusaşırı Toplumsal
Alanların Dinamikleri, çev. Zana Gündoğdu / Can Nacar, İstanbul 2003).
20
Göç Olgusu 85
ağları, kültürel kimlikleri ve ekonomisi bilimsel ve daha çok
antropolojik çalışmalarla derinlemesine ele alınmalıdır.
Küreselleşme Çağının Göçmenleri: Transmigrants
İster ulusaşırı, ister diasporik veya isterseniz devletaşırı
alanlar olarak adlandıracağımız söz konusu bu modern
oluşumlar,
küreselleşme
sürecinin
bir
ürünü
olup,
küreselleşme araçlarıyla ifade edilirler. Türk TV kanallarının,
gazetelerinin,
video
ve
müzik
kasetlerinin
kolaylıkla
erişilebildiği, İstanbul’a ucuz hafta sonu alış-veriş turlarının
düzenlendiği ve Türkiye’nin pek çok noktasına sürekli ucuz
charter
uçuşlarının
yapıldığı
özellikle
Batı
Avrupa
metropollerinde, yani başka bir bağlam ve oluşum içinde,
Türkiye’yi sürekli olarak yaşamak ve yaşatmak mümkün. Bir
başka deyişle, anavatandan uzakta anavatanın bir benzerini
kendine özgü bir oluşum içinde sembolik olarak da olsa
kurmak mümkün. Ancak bu yeni oluşum, anavatanın aynadaki
yansıması gibi değildir. Söz konusu oluşum, anavatanın din ve
etnisite gibi bazı kültürel özelliklerinin tözselleştirildiği, öte
yandan dil, semboller, edebiyat ve müzik gibi diğer bazı
yanlarının ise içinde yaşanılan çoğunluk kültürüne referansla
kültürel bir tercüme sürecine tâbi olacak şekilde değiştirildiği
bir oluşumdur.
Bu açıdan bakıldığında Berlin-Kreuzberg’de yaşayan bir
Türk göçmeninin çoğunluk toplumu ile etkileşimi sürecinde
oluşturduğu etno-kültürel, siyasal ve dinsel kimlikler ile
İstanbul-Tarlabaşı’nda yaşayan Kürt kökenli bir zorunlu göç
mağdurunun çoğunluk toplumuyla girdiği etkileşim sürecinde
ortaya çıkardığı kimlikler arasında paralellikler vardır. Her iki
örnekte de belirgin olan özellik, göçmenlerin ekonomik, siyasal,
kültürel ve diğer toplumsal süreçlere katılımı konusunda
yaşadıkları dışlanmışlık halidir. Egemen siyasal-sosyalkültürel-ekonomik ve hukuksal yapıların, göçmenleri bu tür
süreçlere eklemlemek konusunda yeterince istekli ve hazırlıklı
olmadıkları göz önünde bulundurulursa, kentsel alana dâhil
olan yeni grupların son 30 yıldır dünya genelinde yaşanmakta
86 Kaya
olan sanayisizleşme (deindustrialization) sürecinden olumsuz
etkilendikleri görülecektir. 30 yıl öncesinde kentsel alanlar
kendine doğru akan göçmen grupları ikame edebilirken,
günümüzde bu pek mümkün olmamaktadır. Gerek Batılı
kentlerde gerekse İstanbul gibi büyük kentlerimizde kent dışına
ve hatta ülke dışına doğru kayan sanayi üretimi ardında kronik
olarak işsizliği tecrübe eden ve bu nedenle de refah devleti
sistemi içinde yer alamayan kitleleri bırakmaktadır.
Diğer taraftan uluslararası göç çalışmalarında kullanılan
yeni paradigmalar, göçmenlerin küreselleşmenin bu denli yoğun
olarak yaşanmadığı dönemlere oranla günümüzde çok daha
farklı nitelikler taşıdığını ve onların artık geleneksel ‘göçmen’
tanımına uymadıklarını göstermektedir. Sözgelimi, Almanya’ya
giden ve kuşaklar boyunca orada yaşayan ve diasporayı
kendine yeni yurt edinen bu insanların vatan hasretiyle yanıp
tutuşmadıklarını pek çok çalışma sergilemektedir.21 Bu tür
çalışmalar artık göçmenleri, içinde bulundukları kentsel ve
kamusal alanların dışında bırakılan edilgen varlıklar olarak
değil, bu alanları değiştiren ve şekillendiren aktif özneler olarak
değerlendirir. Bu nedenledir ki, İngilizce bir kavram olan
‘transmigrant’ (göçmenaşırı) kavramı üretilmiştir. Nina GlickSchiller ve diğerleri ‘transmigrant’ kavramını ‘günlük hayatları
çok yönlü ulusaşırı (transnational) bağlantılara dayalı olan ve
kamusal kimlikleri birden fazla ulus-devletle olan ilişkileri
üzerinden tanımlanan’ göçmen kökenli insanlar olarak
betimlerler.22 Kısacası, burada üzerinde durulan ‘ulus-aşırılık’
(‘transnationalism’) olgusu göçmenlik dinamiklerinin gelinen
ülke sınırları içinde bitmediğinin anlatımıdır. Ulus-aşırılık
kavramı, göçmenlerin geldikleri toplum ile geride bıraktıkları
toplumu birbirine bağlantılandıran çok-yönlü toplumsal
ilişkileri nasıl meydana çıkardıklarını ve geliştirdiklerini anlatan
Gündüz Vassaf, Daha Sesimizi Duyuramadık: Avrupa’da Türk İsçi Çocukları,
İstanbul 1982; Nermin Abadan-Unat, Bitmeyen Göç: Konuk İşçilikten UlusÖtesi Yurttaşlığa, İstanbul 2002; ve Ayhan Kaya, Berlin’deki Küçük İstanbul.
22 Glick-Schiller, Nina / Linda Basch / Cristina Szanton Blanc, “From
Immigrant
to
Transmigrant:
Theorizing
Transnational
Migration”,
Anthropological Quarterly, 68 (1995), s. 48-63.
21
Göç Olgusu 87
süreci ifade eder. Linda Basch ve diğerlerine göre günümüzde
göçmen kökenli topluluklar coğrafi, kültürel ve politik sınırları
kesen sosyal alanlar yaratmaktadırlar.23 Alessandro Portes ve
diğerleri ise politik sınırları kesen yoğun ulus-aşırı ağların artan
önemine dikkati çekmektedirler. Göçmenler tarafından ileri-geri
hareketlilik her zaman söz konusu olmuş olsa da, bu
hareketlilik henüz şimdi yeni bir sosyal alanın ortaya çıkışına
işaret edecek yoğunluğa ve karmaşıklığa erişmiştir: “Bu alan
ikili hayatlar yaşayan, iki dil konuşan, iki ülkede de kendilerine
ev kuran ve ulus-sınırları aşırı nitelikli düzenli ve sürekli ilişki
formları sayesinde geçimini sağlayan, sayıları giderek artan
insanlardan oluşmaktadır.”24 Üretilen “transmigrant” (göçmenaşırı) yeni kavram, küresel çağın göç deneyiminin, bir yerden
kopup başka bir yere asimile olmak anlamına gelmediğini,
geride bırakılan anavatanın hasretinin insanları yakıp
kavurmadığını, geride bırakılan anavatanın düşsel bir cennet
olarak tasarlanmadığını, tüm bunların tam da aksine
göçmenaşırı bireylerin anavatan ile diaspora arasında bir yerde
kendilerine iki yerden de beslenmek kaydıyla başka bir alan
yarattıklarını, anavatanlarını sürekli bir şekilde reel (ucuz uçak
seferleri vb. yollar) ve sembolik (internet, televizyon, radyo, video
filmleri, sinema endüstrisi, müzik endüstrisi vb.) olarak ziyaret
ettiklerini ve anavatanları ile yeni vatanları karşısında değişen
aidiyet biçimleri geliştirdiklerini bizlere hatırlatır. Bu açılardan
bakıldığında İstanbul, Diyarbakır ve Mersin gibi illerde yaşayan
zorunlu göç mağdurlarının da benzeri süreçler içinde
bulundukları gözlemlenmektedir. Ancak, bu göçmenlerin henüz
içinde bulundukları kentsel alanlara eklemlenebilmeleri için
gerekli olan siyasal ve yerel mekanizmaların üretilmediği ve
dolayısıyla kentin eteklerinde asılı kaldıkları gözden uzak
tutulmamalıdır. İstanbul’un Tarlabaşı, Diyarbakır’ın Gürdoğan
Mahallesi ve Fatih Mahallesi, Mersin’in Adana-Tarsus arasında
sıkışmış Toroslar ve Selçuklar Mahalleleri gibi semtlerinde
Linda Basch et al., Nations Unbound: Transnational Projects, Postcolonial
Predicaments and Deterritorialized Nation-States. Langhorne, PA 1994, s. 7.
24 Alejandro Portes / L. E. Guarnizo / P. Landolt, “The study of
transnationalism: pitfalls and promise of an emergent research field”, Ethnic
and Racial Studies, 22 (2) (1999), s. 217.
23
88 Kaya
zorunlu göç mağdurları çanak antenlerden sürekli izledikleri
Roj TV, angaje oldukları Kürt sorunu, konuştukları dil,
sürdürdükleri
kültürel
ritüeller,
sürekli
olarak
memleketlerinden kendilerine katılan veya ziyaret eden
misafirleriyle birlikte İstanbul’a, Diyarbakır’a ve Mersin’e farklı
bir kimlik kazandırırken, kamusal alanda karşılaştıkları öteki
İstanbul, Diyarbakır ve Mersin’den etkilenmektedirler.25
Korkunun İktidarı Ve Güvenlikleştirme: Yeni Bir Tür
Yönetsellik Aracı
New York (11 Eylül 2001, 3000 kayıp), Djerba (11 Nisan
2002, 21 kayıp), Bali (12 Ekim 2202, 202 kayıp), Casablanca
(13 Mayıs 2003, 33 kayıp), Riad (12 Mayıs ve 8 Kasım 2003, 43
kayıp), İstanbul (15 ve 20 Kasım 2003, 57 kayıp), Moskova (6
Şubat 2004, 41 kayıp), Madrid (11 Mart 2004, 191 kayıp),
Beslan (1 Eylül 2004, 330 kayıp) ve Londra (7 Temmuz 2005,
50 kayıp) bombalama eylemleri, teröre karşı var olan korkuyu
küreselleştirmiştir. Bu korkunun geniş bir iktidar alanı
mevcuttur. Küreselleşen bu kitlesel korku, hiç şüphesiz, bir
takım zanlıların ve potansiyel suçluların üretilmesine de neden
olmaktadır. Toplumlar, kendi varlıklarını ve güvenliklerini
tehdit altında hissettiklerinde, korkunun nedeni olduğunu
düşündükleri unsurlara karşı kendiliğinden bir tepki
geliştirirler. Bu tepki çoğu zaman, toplumsal türdeşliği bozan
‘öteki’ gruplara karşı geliştirilir. Batı’da bu tepkinin adresi
yabancılar, göçmenler, Müslümanlar ve diğer azınlıklar olabilir.
Bunun en son örneğini İsviçre’deki referandumda gözlemledik.
Ötekine, yabancıya, göçmene, azınlığa, İslam’a, ‘biz’den
olmayana karşı duyulan bu korku, kendiliğinden bir toplumsal
refleks olarak ortaya çıksa bile, sürekliliği başka unsurlarca
sağlanmaktadır. Bu bağlamda ele alınabilecek en önemli unsur,
son yıllarda hemen her alanda karşı karşıya kaldığımız güvenlik
söylemidir.26
Ayhan Kaya et al, Günümüz Türkiyesi’nde İç Göçler, İstanbul 2009.
Göçün güvenlikleştirilmesi (securitization) hakkında bkz. R. L. Doty,
“Immigration and the Politics of Security”, Security Studies, 8 (2-3), 2000, s.
25
26
Göç Olgusu 89
‘Toplumsal güvenlik’, ‘asayiş’, ‘ulusal güvenlik’, ‘kamu
güvenliği’, ‘sınırların güvenliği’, ‘güvenlik duvarları’, ‘güvenlik
önlemleri’, ‘güvenliği tehdit eden unsurlar’ ve daha pek çok
değimi son yıllarda sıkça duyar olduk. Güvenliğe ilişkin
tedbirlere hemen her yerde tanık olduk. Gelinen bu noktada,
herhalde güvenlik en fazla nema elde edilen sektörlerden biri
haline geldi. Nemalananlar hiç şüphesiz sadece güvenlik
şirketleri değil. Güvenlik söylemi üzerinden nemalanan diğer
önemli bir taraf ise siyasal iktidarlar olabilmektedir.
Günümüzde özellikle muhafazakâr iktidarların hâkim olduğu
modern devletler, egemen toplumsal korkuyu işleyerek ve
yeniden üreterek kurumsallaştırdıkları korkunun iktidarından
beslenmenin yolunu bulmuşlardır. Korkunun üzerinden siyaset
yapan bu tür iktidarlar, adeta korkuyu bir tür yönetsellik
(governmentality) aygıtı haline getirmişlerdir.27 Ulusal güvenliğin
tehdit altında olduğu şeklinde bir ‘bilgi’ üreten ve bu bilgiyi
ideolojik aygıtlarla kamusallaştıran iktidar, önceden var olan
toplumsal korkuyu mutlaklaştırır. Bundan böyle karşı karşıya
kalınan iktidar ‘korkunun iktidarı’dır. En üst düzey teknolojinin
kullanıldığı istihbarat teknikleriyle, polisiye ve askeri
tedbirlerle, korku salan her türlü tehdide karşı koymaya çalışır
modern devlet. Devlet artık hemen her şeyi obsesif bir şekilde
güvenlik söylemi içinde değerlendirir (güvenlikleştirme).
11 Eylül terör olaylarının ardından genel bir ‘güvensizlik’
havasının dünyada egemen olduğu görülmektedir. Ulusal
güvenliği günümüzde tehdit eden unsurlar, Soğuk Savaş
dönemindeki egemen süper güçler, siyasal ideolojiler ve nükleer
silahlar gibi tehditlerle sınırlı kalmamaktadır. Ulus-devletleri
yöneten seçkinler bu tür geleneksel tehditlerin ötesinde yeni
71-93; ve John Huysmans, “The Question of the Limit: Desecuritization and
the Aesthetics of Horror in Political Realism”, Millenium: Journal of
International Studies, 27 (3), 1989, s. 569-589.
27 Yönetsellik (governmentality) konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Michel
Foucault, “Governmentality”, Power: Essential Works of Foucault 1954-1984,
Vol 3, Ed. J. D. Faubion, London 2000, s. 201-222. Michel Foucault,
governmentality kavramını, siyasal iktidarın, iktidarını sürdürebilmek için
kullandığı yöntemler bütünü olarak veya iktidar edebilme sanatı olarak
tanımlar.
90 Kaya
tehditler tanımlama eğilimi içindedirler. Artık, pekâlâ İslam,
göç, yabancılar, azınlıklar ve etnik gruplar, siyasal karar alıcılar
tarafından ulusal güvenliğe tehdit olarak tanımlanabilmektedir.
‘İçimizdeki ötekiler’, farklı etnik gruplar ve göçmenler, sık sık,
insan kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı, suç, şiddet, kap-kaç
ve terör kavramlarıyla birlikte anılarak, sürekli bir
‘ötekileştirme’ sürecine tabi tutulmakta ve ‘ulusal güvenliği ve
bütünlüğü
tehdit
eden
unsurlar’
şeklinde
tanımlanabilmektedirler. Yabancıya ve ötekine karşı gösterilen
dışlayıcı toplumsal refleksi son yıllarda yeniden ABD, Hollanda,
Fransa, İspanya, Türkiye, İrlanda ve daha pek çok ülkede
gördük. Bu tür ülkelerde gündemi belirleyen şey, artan terör ve
bombalama eylemleri karşısında milliyetçi ve yabancı düşmanı
toplumsal tepkiler olmuştur. Ancak bu tepkinin devamı veya
sona erdirilmesi genellikle siyasal iktidarın tavrına bağlıdır.
Batı’da özellikle göçmenlere, Müslümanlara ve yabancılara
karşı yükselen bu milliyetçi ve ‘yurtsever’ toplumsal tepkiyi,
Almanya’da olduğu gibi Sosyal Demokrat ve Yeşil iktidar
eleştirmiş ve ‘öteki’ ile birlikte yaşayabilmenin siyasetini
oluşturmaya çalışmışlardır. Dolayısıyla, sol ve liberal iktidarlar,
milliyetçi toplumsal refleksin karşısında durarak gündemi
iktisadi, siyasal ve kültürel bölüşüm-paylaşım konularına
çekmeye çalışmışlardır. Ancak, ABD, Hollanda, Fransa ve
İrlanda’da olduğu gibi muhafazakâr iktidarlar ise, statükocu bir
yaklaşımla var olan popüler milliyetçi refleks üzerine yatırım
yaparak kendileri lehine fayda sağlamaya çalışmışlar ve
enformel milliyetçiliği formel düzeye taşımışlardır. Öyle
görünüyor ki, 1989’da Bulgaristan’da yaşananlar da küresel
toplumsal ve siyasal dönüşüm karşısında iktidarını yeniden
üretebilme konusunda sıkıntıları olan rejimin kolay olan yolu
seçerek içerideki, düşman sendromunu yaratmak suretiyle
Türkleri/Müslümanları
günah
keçisi
olarak
çoğunluk
toplumunun önüne atmıştır.
Sonuç
Küreselleşmenin hızla yaşandığı günümüzde göç olgusunun
da köklü anlamda değiştiğini söylemek abartılı olmayacaktır.
Göç Olgusu 91
Yakın geçmişte göçmenlerin anavatanlarını büyük oranda fiziki
olarak geride bıraktıkları ve anavatanlarıyla daha çok sembolik
bir
aidiyet
geliştirdikleri
bilinmektedir.
Bugün
ise
küreselleşmenin sağladığı hızlı iletişim ve ulaşım araçları
sayesinde göçmenler anavatanlarıyla daha farklı bağlar
kurabilmektedirler. Artık gerçek anlamda geride bırakılan ve
zorluklarla
zaman
zaman
dönülebilen
anavatanlardan
bahsetmek
çok
mümkün
değil.
Göçmenler
artık
anavatanlarındaki akrabalarıyla, tanıdıklarıyla, arkadaşlarıyla
daha kolay ve sıklıkla temas kurabilmekte ve anavatanlarını
gerek internet, telefon, televizyon, video üzerinden sembolik
düzeyde ziyaret edebilmekte hem de hızlı ulaşım yöntemleriyle
de reel düzeyde sıklıkla ziyaret edebilmektedirler. Bu nedenle
artık göçmen sözcüğü yerine belki de başka bir sözcük
bulmanın ve kullanmanın zamanı gelmiştir. İşte bu sözcük
transmigrant
(göçmen-aşırı)
sözcüğü
olabilir
pekâlâ.
Bulgaristan-Türkleri düşünüldüğünde, zaten iki komşu ülkenin
varlığı ile birlikte bu iki ülkenin de özellikle son yıllarda
geliştirdikleri dostane komşuluk ilişkileri ve Avrupa Birliği
entegrasyon
süreci
göz
önünde
bulundurulduğunda
transmigrant kavramı daha da bir anlam kazanır. BulgaristanTürklerinin bir kısmı Bulgaristan’a geri dönmüş, bir kısmı bu
iki ülke arasında mekik dokumakta, bir kısmı ise iki ülkedeki
akrabaları aracılığıyla reel ve sembolik düzeyde bir bakıma
adeta nehrin iki yakasında aynı anda yaşayabilme becerisi
göstermektedirler. Onlar küreselleşmenin kendilerine sağladığı
olanaklarla her iki ülkeyi aynı anda yaşayan, bir anlamda
nehrin iki yakasında aynı anda var olabilen, ulus-aşırı insanlar
haline geldiler. Onlar artık göçmen değil, göçmen-aşırı
(transmigrant) insanlardır. Tüm bu nedenlerden ötürü bildikleri
dillerin, kültürlerin, geleneklerin ve hatta dinlerin kendilerine
sağladığı ayrıcalıkla dünyanın her yerinde rahatlıkla
yaşayabilme becerisini gösterebilecek çok kültürlü özneler
haline geldiler.
Uluslararası ve ulusal nitelikteki nüfus hareketlerinin
yoğunluk kazandığı günümüzde, modern insanın aidiyet
92 Kaya
hissettiği büyük siyasal anlatılar, sadece ulus-devletle sınırlı
tutulamaz. Küreselleşme sürecinin hem nesnesi hem de öznesi
olan kitleler ulus-devletin dışında başka siyasal ünitelere de
bağlılık veya sorumluluk duyabilir. Eğer birey anavatanından
uzakta yaşayan diasporik bir özne ise hem anavatanına hem de
yaşadığı ülkeye siyasal anlamda bir aidiyet hissi besleyebilir.
Bu durumda, bu kimsenin ihtiyacına karşılık verecek olan
uygulama, çifte yurttaşlık uygulaması olup bir tür diasporik
yurttaşlık veya diğer bir deyişle ulus-aşırı yurttaşlık
(transnational citizenship), deneyimiyle karşı karşıya kalınabilir.
Sürekli hareket halindeki diasporik yurttaş, küreselleşmenin
kendine sağladığı modern ulaşım ve iletişim araçlarıyla nehrin
her iki yakasında (anavatan ve diaspora) aynı anda var olmayı
başaran bireydir. Öte yandan çok-etnili bir toplumda yaşayan
azınlığa ait başka bir birey, içinde yaşadığı ülkenin siyasal
iktidarınca kendine verilen siyasal, sosyal ve kültürel haklardan
yararlanarak siyasal katılımını kültürel eksen üzerinden
ürettiği söylemlerle gerçekleştirebilir. Burada söz konusu
bireyin deneyimlediği siyasal aidiyet biçimine, çok kültürlü
yurttaşlık (multicultural citizenship) denebilir.28 Türkiye’de
yaşayan Bulgaristan-Türkleri her iki ülkeye birden kendilerini
pekâlâ ait hissedebilirler. Her iki ülkede de mülkiyet haklarını
korumayı arzu edenler olabilir. Her iki dile çok iyi konuşabilen,
sürekli bir hareketlilik (mobility) içinde olan, her iki ülkenin
kültürel geleneklerinden beslenen bu insanların yaşadığı
ulusaşırı alanın da kendine özgü yanları vardır ve bu alan çifte
yurttaşlık hakkı gibi hakların garanti altına alınması suretiyle
göçmen-aşırı insanların rahatlıkla yaşayabildikleri bir alana
dönüştürülebilir. Bu makale daha çok sözkonusu ulusaşırı
alanın betimlemesi üzerine yoğunlaştı.
Kaynakça
Abadan-Unat, Nermin, Bitmeyen Göç: Konuk İşçilikten UlusÖtesi Yurttaşlığa, İstanbul 2002.
Will Kymlicka, Multicultural Citizenship: A Liberal Theory of Minority Rights,
Oxford 1995.
28
Göç Olgusu 93
Appadurai, Arjun, “Disjuncture and Difference in the Global
Cultural
Economy,”
Global
Culture:
Nationalism,
Globalisation and Modernity, Der. Mike Featherstone,
London 1990, s. 295-310.
Barth, Fredrik, “Enduring and emerging issues in the analysis
of ethnicity”, The Anthropology of Ethnicity: Beyond ‘Ethnic
Groups and Boundaries’, Der. H. Vermeulen / C. Govers,
Amsterdam 1994, s. 11-32.
Barth, Fredrik, Ethnic Groups and Boundaries: The Social
Organisation of Cultural Difference, London 1969 (Türkçe
çevirisi, Ayhan Kaya / Seda Gürkan, Etnik Gruplar ve
Sınırları, İstanbul 2003).
Basch, Linda et al., Nations Unbound: Transnational Projects,
Postcolonial Predicaments and Deterritorialized NationStates, Langhorne, PA 1994.
Bhabha, Homi K., “The Third Space. Interview with Homi
Bhabha”, Identity, Community, Culture and Difference, Der.
J. Rutherford, London 1990, s. 207-221.
Bourdieu, Pierre, Distinction, Cambridge 1984.
Brah, Avtar, Cartographies of Diaspora: Contesting Identities,
London 1996.
Brecher, John, et al., Global Visions: Beyond the New World
Order, Boston 1993.
Clifford, James, Routes: Travel and Translation in the Late
Twentieth Century, Cambridge 1997.
Deleuze, Gilles / Felix Guattari,
A Thousand Plateaus:
Capitalism and Schizophrenia, Translated by B. Massumi,
Minneapolis 1987.
Doty, R. L., “Immigration and the Politics of Security,” Security
Studies, 8 (2-3), 2000, s. 71-93.
Faist, Thomas, “The Border-Crossing Expansion of Spaces:
Common Questions, Concepts and Topics,” Intitute for
Intercultural and International Studies (InIIS), University of
Bremen & Department of Public Administration and
Economics, Middle East Technical University (METU),
Anakara. German-Turkish Summer Institue Working Paper,
No. 1, 2000.
94 Kaya
Faist, Thomas, The Volume and Dynamics of International
Migration and Transnational Social Spaces, Oxford 2000
(Türkçesi, Uluslararası Göç ve Ulusaşırı Toplumsal Alanların
Dinamikleri, çev. Zana Gündoğdu / Can Nacar, İstanbul
2003).
Featherstone, Mike, Global Culture: Nationalism, Globalization
and Modernity, London 1994.
Foucault, Michel, “Governmentality” Power: Essential Works of
Foucault 1954-1984, Vol 3, Ed. J. D. Faubion, London
2000, s. 201-222.
Giddens, Anthony, The Consequences of Modernity, Cambridge
1990.
Glick-Schiller, Nina / Linda Basch / Cristina Szanton Blanc,
“From
Immigrant
to
Transmigrant:
Theorizing
Transnational Migration”, Anthropological Quarterly, 68
(1995), s. 48-63.
Hall, Stuart, “The Local and the Global: Globalization and
Ethnicity”, Culture, Globalization and the World System,
Der. Anthony King, London 1991, s. 19-40.
Hannerz, Ulf, Transnational Connections, London 1996.
Harvey, David, Spaces of Global Capitalism: Towards a Theory
of Uneven Geographical Development, London 2006.
Huysmans, John, “The Question of the Limit: Desecuritization
and the Aesthetics of Horror in Political Realism”, Millenium:
Journal of International Studies, 27 (3), 1989, s. 569-589.
Kaya, Ayhan et al, Günümüz Türkiyesi’nde İç Göçler, İstanbul
2009.
Kaya, Ayhan, Berlin’deki Küçük İstanbul, İstanbul 2000.
Kaya, Ayhan, Sicher in Kreuzberg: Constructing Diasporas,
Turkish Hip-Hop Youth in Berlin, Bielefeld 2001.
Kymlicka, Will, Multicultural Citizenship: A Liberal Theory of
Minority Rights, Oxford 1995.
Parla, Ayşe, “Longing, Belonging and Locations of Homeland
among Turkish Immigrants from Bulgaria”, Journal of
Southeast European and Black Sea Studies, 6 (4), 2006, s.
543-557.
Göç Olgusu 95
Parla, Ayşe, “Remembering across the border: Postsocialist
nostalgia among Turkish immigrants from Bulgaria”,
American Ethnologist 36 (4), 2009, s. 750-767.
Portes, Alejandro (ed.), The Economic Sociology of Immigration:
Essays on Networks, Ethnicity, and Entrepreneurship, New
York 1995.
Portes, Alejandro / L. E. Guarnizo / P. Landolt, “The Study of
Transnationalism: Pitfalls and Promise of an Emergent
Research Field”, Ethnic and Racial Studies, 22 (2), 1999, s.
217-237.
Robertson, Roland, Globalization, London, Newbury Park 1992.
Sklair, Leslie, Sociology of the Global System, Hertfordshire
1991.
Vassaf, Gündüz, Daha Sesimizi Duyuramadık: Avrupa’da Türk
İsçi Çocukları, İstanbul 1982.
Vertovec, Steven, “Diaspora”, Dictionary of Race and Ethnic
Relations, Ed. E. Cashmore, London 1997, s. 99-101.
Virilio, Paul, The Information Bomb, London 2000.
ZORLA İSİM DEĞİŞTİRME:
TARİHSEL ARKA PLANI,
UYGULAMASI, DİRENİŞLER VE
89 GÖÇÜ
BULGAR TARİHÇİLERİNİN KOMPLO
TEORİLERİNDEN ÖRNEKLER VE BUNLARIN
BULGARİSTAN'DAKİ TÜRK AZINLIĞINA
ETKİLERİ1
Ayşe KAYAPINAR
Giriş
Öncellikle bu çalışmada “komplo teorileri” kavramıyla bazı
Bulgar tarihçilerinin2 Bulgaristan’ın Türk ve Müslüman azınlık
politikasını yönlendiren veya onlara destek sağlayan çalışmaları
kastedilmiştir. Bulgaristan tarih yazımında Bulgaristan’ın bazı
milliyetçi politikalarına yön veren temalar mevcuttur. Bu
temalar adeta klişeleşmiş ve neredeyse değişmeyen ve zaman
zaman “sessizlikle” geçiştirilen veya yanlış olduğu bilinmekle
beraber açıkça ifade edilen ya da gönüllü olarak kabul edilen
tabular
durumundadırlar.
Hatta
bazı
Bulgar
tarih
araştırmacılarının çalışmalarını bir takım efsaneler veya hamasi
ifadelerle doldurdukları bilinmektedir. Bu temaları, “Bulgar
Türkü mü, Bulgaristan Türkü mü?”, “Sınırlar meselesi”,
“Kadim’ halk meselesi, “Tarihi süreçlerin Bulgar tarih
yazımında saptırılması”, “Beş asırlık boyunduruk’ meselesi”,
“Zorla İslamlaştırma’ meselesi”, “Türkiye’nin propagandası ve
Türkiye tehdidi meselesi” gibi başlıklarla sıralayabiliriz.
Burada bu çalışmamı hazırlarken bana destek olan ve fikirleriyle katkıda
bulunan eşim Doç. Dr. Levent Kayapınar’a teşekkürlerimi ifade etmek isterim.
2 Bulgaristan tarihçilerinden bazılarının Osmanlı tarihine bakış açısının
eleştirilmesi için bk. M. T. Gökbilgin, “İki Bulgar Tarihçisinin İddiaları ile İlgili
Mülahazalar”, İ.Ü.E.F. Tarih Dergisi, 19 (1964), s. 15-40. Bulgar tarihçiliğinin
asimilasyon politikaları doğrultusunda kullanılmasına dair güzel bir örnek
için bk. Stranitsi ot Bălgarskata Istoriya. Očerk za Islyamiziranite Bălgari i
Natsionalnovăzroditelniya Protses, Ed. Hr. Hristov, Haz. Georgi Yankov, Sofya
1989.
1
100 Kayapınar
Bu çalışmamızın amacı, Bulgar tarih yazımından örnekler
vererek bunların Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığa karşı
izledikleri politikaları nasıl etkilediğini ortaya koymaktır. Artık
bir “demir perde” ülkesi olmaktan çıkıp Avrupa Birliği üyesi
haline gelen Bulgaristan’da, bu teorilerin varlığının hala sürüp
sürmediğinin tespiti de çalışmanın bir diğer amacıdır.
Çalışmamız Bulgar tarihçilerince üretilmiş “komplo teorilerinin”
tamamını kapsama iddiasında değildir. Burada dikkat çeken
belli başlı örnekler ele alınmaktadır.
Bulgar Türkü mü, Bulgaristan Türkü mü?
Öncellikle Türkçede bir ayrım yapılmayan, ancak bazı batı
dilleri ile Bulgarcada böyle bir ayrımın olması dolayısıyla
Türkleri ifade eden “Turtsi” ve “Tyurki” kavramlarını ele alalım.
Bulgar literatüründe “Turtsi” kavramıyla Selçuklu, Osmanlı ve
Türkiye Türkleri kastedilmektedir. “Tyurki” tabiri ise kökenleri
Orta Asya’ya dayanan ve Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara
inen Türkler (Türki kavimler) için kullanılmaktadır. Fransızca
ve İngilizce’de de buna benzer ayrımlar vardır. Ancak dikkat
çekici bir nokta, en az Türkler kadar geniş coğrafyaya yayılmış
ve farklı dinlerle karşılaşmış Slavlar için ne batı dillerinde ne
Bulgarcada böyle bir ayrımın olmayışıdır. Onların tümü Slav
olarak adlandırılmaktadır. Bulgar tarihçiler örneğin, Valeri
Stoyanov’un ifadesine göre bu iki kavramın varlığının karışıklığı
önleme amacına yönelik olduğunu ve günümüzde “Turtsi”
kavramıyla Türkiye Türkleri ile Balkanlar’da Osmanlı mirası
Türk azınlığının adlandırıldığını belirtmektedir. Bulgaristan’da
yaşayan Türkleri de Türkiye Türklerinden ayırmak için
“bălgarski Turtsi = Bulgarian Turks” - Bulgar Türkleri,
“bălgarski graždani s tursko samosăznanie” - Türk bilincine
sahip Bulgar vatandaşları”, “bălgarski graždani ot turski
proizhod” - “Türk menşeli Bulgar vatandaşları”, “etničeski Turtsi
- etnik Türkler” gibi kavramlar kullanılmaktadır. Oysa bu
kavramların kullanımının, Türk azınlığı açısından düşündüğümüzde, Bulgaristan’daki Türklerin diğer Türklerden farklı
olduklarını vurgulamak ve bunların ülke içerisindeki diğer
Komplo Teorileri 101
Müslüman topluluklarla bağlarını koparmak amacına yönelik
olduğu açıktır.
Türkiye’deki bazı medya kuruluşlarında ve araştırmalarda
“Bulgar Türkleri - Bulgarian Turks” tabirinin aynen
Bulgarcadan (bazen İngilizce kanalıyla) alınıp çevrildiği
görülebilmektedir.3 Oysa kanaatimizce kullanılması gereken
ifade “Bulgaristan’da yaşayan Türkler” ve Türkiye açısından göç
edenler için uygun olan tabir “Bulgaristan’dan gelen
Türkler”dir. Daha kısa bir tabir olarak Türkçe çalışma ve
söylemlerde “Bulgaristan Türkü” kavramı da tercih edilebilir.
“Soydaşlar” tabirinin Türkiye’de kullanılmasının da bazı ayrımcı
emellere hizmet ettiğini söyleyebiliriz.4 “Bulgar Türkü”
kavramında da “komplo teorisi”ni şöyle ifade edebiliriz: “Bulgar
Türkleri” tabiri ile hem Bulgaristan’da yaşayan Türklere, hem
Türkiye’ye, hem de dünya kamuoyu nezdinde, “Bulgar olan
Türkler” manası gizlice dayatılmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de
akademik çalışmalarda “Bulgar Türkü” kavramıyla Bulgarların
Protobulgar-Prabălgari (Ön/İlk-Bulgarlar) dedikleri ataları ifade
edilmektedir. Bulgarlar, Anadolu Türkleriyle aynı soydan
geldiklerini kabul etmedikleri ve geçmişlerinden utandıkları için
kendi ilmî araştırmalarında atalarına Bulgar Türkü değil de,
Protobulgar (İlkbulgar) demişlerdir.
“Bulgar Türklerinin Elindeki Siyasal Kozlar” başlığı için bkz. Nazif Mandacı /
Birsen Erdoğan, Balkanlarda Azınlık Sorunu: Yunanistan, Arnavutluk,
Makedonya ve Bulgaristan’daki Azınlıklara Bakış, Ankara 2001, s. 111. Ayrıca
aynı başlığın altındaki paragrafta da çok hoş olmayan “Etnik Türkler” gibi bir
tabir kullanılmaktadır. Sanki “Etniksiz Türkler” diye bir şeyin varlığı söz
konusu ki, ayrım yapılma ihtiyacı duyulmaktadır. Bunun dışında aynı
makalede “Asimilasyon politikalarının babası Jivkov daha sonra yargılanmış ve
1997 Ağustosuna kadar evinde gözaltında tutulmuştur.” cümlesinden
Jivkov’un asimilasyondan dolayı yargılandığı anlamı çıkarılabilir. Oysa
bugüne kadar “ad değişim sürecine” sebep olan hiçbir Bulgar politikacı
yargılanmamıştır. Hatta bu sürecin de “zaman aşımına” uğradığına dair
Bulgaristan’daki hukuk çevrelerince konuşulduğu görülmektedir.
4 Bu kavramın, 1989’da Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen Türk kökenli
göçmenleri, doğu sınırından Türkiye’ye giriş yapan diğer göçmenlerden
ayırmak amacıyla ortaya atıldığı bilinmektedir. Ancak bugün hala zaman
zaman “Bulgaristan’dan gelen soydaşlar” veya “Bulgaristan’da yaşayan
soydaşlar” tabirleri ile karşılaşabiliyoruz.
3
102 Kayapınar
“Bălgarski
Turtsi”
(Bulgarian
Turks)5
kavramı,
Bulgaristan’da 1970’li yıllarında kullanılmaya başlanmıştır.
Günümüzde hala Bulgaristan’da yaşayan Türkler, Bulgarlar
tarafından bu tabirle adlandırılmaktadır. Ancak nasıl ki,
Türkiye’de yaşamış veya yaşayan Bulgarlar için “turski bălgariTürk Bulgarları-Turkish Bulgarians” tabiri kullanılmıyorsa,
Bulgar Türkleri kavramının kullanımının da yanlış olduğunu
ifade etmeliyiz. Bălgarski Turtsi - Bulgar Türkleri - Bulgarian
Turks, kavramının Bulgaristan’daki Türkler için kullanıldığını
düşünürsek, düz mantık çerçevesinde Yunanistan’da yaşayan
Türkler için grătski Turtsi - Yunan Türkleri - Greek Turks;
Makedonya’da yaşayanlar için makedonski Turtsi - Makedon
Türkleri - Macedonian Turks veya Romanya’da yaşayanlar için
rumănski Turtsi - Romen Türkleri – Romanian Turks vs.
tabirlerinin de olması gerekir. Ayrıca Rusya’da yaşayan
Bulgarları ifade etmek için de ruski bălgari - Rus Bulgarları Russian
Bulgarians gibi
“bălgarski Turtsi”
ifadesinin
türetilmesine benzer bir şekilde oluşturulan tabirlerin
türetilmesi mümkünse de oldukça anlamsız gözükmektedir.6
Ayrıca böyle bir türetme işleminin mümkün olmasına rağmen
Rusya’da / Türkiye’de yaşayan Bulgarları ifade etmek için
Bulgarların
“Bălgari
živeeşti
v
Rusiya/Turtsiya”
[Rusya’da/Türkiye’de yaşayan Bulgarlar] şeklindeki bir ifadeyi
tercih
ettiklerini
de
belirtmemiz gerekir.
Bu
arada
Bulgaristan’daki araştırmalarda 1989’da Türkiye’ye göç ettikleri
halde Bulgaristan’dan gelen Türkler hala “bălgarski TurtsiBulgarian Turks” şeklinde adlandırılabilmektedirler. Örneğin
1998 yılında Türkiye’ye göç eden Bulgaristan Türkleri üzerine
yapılan bir araştırmanın sonucu olarak çıkan bir kitabın
Ayrıca “bălgarski myusyulmani-Bulgar müslümanları-Bulgarian Muslims”
şeklinde bir terim de Bulgarlarca kullanılmaktadır. Bir örnek için bk. Evgenia
Kalinova, “Bulgarian-Turkish Diplomatic Relations (1980-1985)”, TurkishBulgarian Relations Past and Present, ed. Mustafa Türkeş, İstanbul 2010, s.
84.
6 Bu arada unutmamak gerekir ki, bir ulusun adı olan “Bulgar” ve bir devletin
adı olan “Bulgaristan” özel isimleri de, menşe itibarıyla Türkçe olup karışmak
anlamına gelen “bulgamak” fiilinden türetilmişlerdir. Bk. Kayapınar, Ayşe,
“Tuna Bulgar Devleti (679-1018)”, Türkler, c. 2, ed. H. C. Güzel / K. Çiçek / S.
Koca, Ankara 2002, s. 630-640, s. 630.
5
Komplo Teorileri 103
başlığında bu tabirin yer aldığını görmek oldukça şaşırtıcıdır. 7
Bundan dolayı hem Türkiye’deki medya ve araştırmacılara, hem
de
dünyadaki
meslektaşlarıma
seslenerek;
Bulgar
komplolarının önüne geçebilmek ve başlangıç noktasında
bunları engelleyebilmek için “onun bunun (başka bir ırkın)
Türkü”
olmasının
mümkün
olmadığını
belirtmek
ve
“Bulgaristan’dan gelen Türkler”, “Bulgaristan’da yaşayan
Türkler” veya nihayetinde “Bulgaristan Türkleri” ifadelerinin
tercih edilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum.8
Sınırlar Meselesi
Bazı Bulgar tarihçilerin geçiştirdiği veya ulusal çıkarları
açısından önemli bulduğu konulardan bir diğeri de devlet
sınırlarıdır. I. Bulgar Devletinin en geniş sınırlara ulaştığı 10.
yüzyılın ilk yarısında Çar Simeon ile 13. yüzyılın ilk yarsında II.
Bulgar Devletinin II. İvan Asen döneminde sahip olduğu
topraklar, Büyük Bulgariya nostaljisini uyandırmaktadır.
Ayastefanos antlaşması, bu nostaljiyi gerçekleştirmek üzere
atılan bir adım iken Berlin Kongresi bu yönde hayal kırıklığı
yaşatmıştır. Bulgaristan’daki tarih araştırmalarına baktığınız
zaman tarihte kurulan I. ve II. Bulgar Devletinin sınırları her
zaman olabildiğince geniş coğrafya içerisinde muğlâk bir şekilde
çizilmektedir.9 Örneğin 681 yılında kurulan I. Bulgar Devletinin
(Krallığının) sınırlarının nereye kadar uzandığı sorusu ile Bulgar
tarih yazımına başvurduğunuzda açık bir şekilde sınırlar
tanımlanmamaktadır. Sadece Bulgar tarihçi Zlatarsky,
çalışmalarında bu sınırları tam olarak çizmeye gayret etmiştir.10
Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata, Bălgarskite Turtsi v Turtsiya, ed.
Antonina Želyazkova, Sofya 1998. İngilizcesi için bk. Between Adaptation adn
Nostalgia, the Bulgarian Turks in Turkey, ed. Antonina Jelyazkova, Sofya
1998.
8 Değişik zamanlarda bu konuya dikkatimi çeken meslektaşlar arasında
özellikle Prof. Dr. Mustafa Türkeş’e, Doç. Dr. Zeynep Zafer’e ve Yrd. Doç. Dr.
Neriman Ersoy Hacisalihoğlu’na teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim.
9 Ayşe Kayapınar, “Le sancak ottoman de Vidin du XV e à la fin du XVIe siècle”,
Basılmamış Doktora Tezi, EHESS/Paris 2004, s. 25.
10 V. Zlatarsky, Istoriya na Bălgarskata Dăržava prez Srednite Vekove, Cilt
I/1, Sofya 1918, s. 152; Haritalarla Bulgaristan sınırlarının çizilmesi için bk.
7
104 Kayapınar
Sınırlar meselesi Türk azınlık politikası bakımından önem
kazanmaktadır. Tartışmalı olmasına rağmen Bulgaristan,
Akdeniz’e ve Ege Denizi’ne kadar uzandı teorisi ile özellikle
Trakya coğrafyasında oturan Türk azınlığına dair ürettiği
“Türkleşmiş ve İslamlaşmış Bulgarların torunları” komplosuna
Bulgarlar kendilerine göre destek bulmaktadırlar. Ayrıca
tarihlerinin altın çağını arayan Bulgarların bu komplo teorisi,
Büyük Bulgaristan düşüncesini gündemde tutmaktadır. Bu
fikrin yanlış olduğunu hatırlatan Türk azınlığının bölgedeki
varlığı rahatsızlık vermektedir. Bunun sonucunda Büyük
Bulgaristan’ın engelleyicisi olarak algılanan Türklere karşı
asimilasyon politikaları üretilmekte ve Türklerin bölgedeki
varlığını ve etkinliğini azaltmak amacı güdülmektedir.
“Kadim” Halk Meselesi
Balkanlarda “kadim” halk olmak önemli bir meseledir.11
Bulgaristan tarih yazımı ağırlıklı olarak “Türkler”in Bulgaristan
topraklarındaki varlığını Osmanlı geçmişi ile sınırlandırmaktadır. Oysa Türkler, Balkanlara kökenleri İlliriyalılara
dayandırılan Arnavutlar ve Yunanlılardan sonra yarımadaya
gelen üçüncü kavimdir. M.S. 4. yüzyıldan itibaren Balkanlara
gelen Türkler, siyasi teşekkül olarak da burada Slavlardan önce
var olmuşlardır. Türklerin Balkanlara gelişi Karadeniz’in
kuzeyinden geçmek suretiyle (Hunlar, Avarlar, Bulgar Türkleri,
Peçenekler, Uzlar, Kumanlar ve Tatarlar) veya güneyden
Anadolu (Selçuklu ve Osmanlı Türkleri) üzerinden olmuştur.
Ancak yukarıda değindiğimiz gibi Bulgar tarihçiler “Tyurki”
deyip Karadeniz’in kuzeyinden gelen Türklerle Anadolu’dan
gelen
Türkler
arasında
fark
olduğunu
vurgulamaya
çalışmaktadırlar. Osmanlılardan önce Türkçe konuşan bir
nüfusun
varlığının
Osmanlılaşmayı
ve
İslamlaşmayı
kolaylaştıran bir husus olabileceğini asla göz önünde
The Bulgarians in their Historical, Ethnographical and Political Frontiers,
preface by D. Rizoff, Berlin 1917.
11 Ayşe Kayapınar, “Türkiye-Bulgaristan İlişkilerinin Bulgaristan’da Yaşayan
Türkler Açısından Değerlendirilmesi”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, 2 (2003),
s. 201-220.
Komplo Teorileri 105
bulundurmamaktadırlar.
Oysa
Machiel
Kiel’in
yaptığı
araştırmalarda
örneğin
Meriç
havzasındaki,
sonradan
Müslümanlığı kabul eden ve Türkleşen kitlelerin Bizanslıların
bölgeye yerleştirdikleri Hıristiyan Peçenek Türkleri olduğu
anlaşılmaktadır. Kiel’e göre de dil birliği din birliği
oluşturmanın zeminini hazırlamıştır.12
Balkanlarda Türklerin varlığını Osmanlı dönemi ile
sınırlandırmadaki amaç, “Türklerin kadim olmadığı, sonradan
geldiği, yani sömürgeci emperyalist oldukları iddiasına temel
oluşturmaktır.”13 Böyle bir iddia ise, Bulgaristan’daki Türk
azınlığını soy bakımından bir tercih yapmak durumunda
bırakıyor: Bu durumda ya “sömürgeci emperiyalist”lerin
torunları olacaklar, ya da zülum görmüş ve İslamlaşmış
Bulgarların neslinden geleceklerdir. Bu durum da haliyle, “Türk
isen Türkiye’ye git”, “Bulgar isen Bulgaristan’da kal”
seçeneklerini tercihe zorlamaktadır.
Tarihi Süreçlerin Bulgar Tarih Yazımında Saptırılması
Bazı Bulgar tarihçiler eksik ya da yetersiz belgelerle tarihte
gerçek
olmayan
süreçleri
gerçekmiş
gibi
göstermeye
çalışmışlardır. Hristo Gandev, Petăr Petrov gibi Bulgar
tarihçilerin çalışmalarında buna dair pek çok örnek
bulunmaktadır. Örneğin, Vidin bölgesi 1396 Eylül’ünde
Osmanlı topraklarına dahil edilip, sancak olarak Osmanlı idari
sisteminde yer almıştır. Bu tarihten sonra bölgeye Türk
yerleşimi başlamış, ancak Niğbolu ve Silistre bölgelerinin aksine
burada Türk-Müslüman nüfusu Vidin başta olmak üzere
sadece şehir merkezleri ile sınırlı kalmış ve taşra ortamında
Müslüman nüfusun sayısı oldukça düşük oranda seyretmiştir.
Bunun yanı sıra Vidin’de Osmanlıların bölgeye gelişinden
Machiel Kiel, “Dimetoka”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. IX, s.
307.
13 K. Karpat, “Balkanlar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. V, s.
25-32; Levent Kayapınar, “Türklerin Balkan Tarihindeki Yerleri ve Günümüz
Balkanlarındaki Durumu” I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı, 09-15
Nisan 2006 (İzmir-Çeşme), Bildiri Kitabı III, Ed. Fikret Türkmen / Güler
Gülsevin, İzmir 2007, s. 1310.
12
106 Kayapınar
önceki ve sonraki dönemlerde Bulgar, Eflak ve Yahudi
unsurların yaşadığını görüyoruz. Bulgar nüfusunun oranı
şehirde genel nüfusun yarısının altına düşmemiştir.14
Bulgar tarih yazımına baktığımız zaman ise, özellikle Hr.
Gandev’in çalışmalarında (bilhassa “Pronikvaneto i ukrepvaneto
na bălgarite văv Vidin kăm kraja na XVII i prez XVIII v.” - 17.
yüzyılın sonunda ve 18. yüzyıl boyunca Bulgarların Vidin’e
Girişi ve Güçlenmesi) 17. yüzyılın sonuna doğru ilk defa Vidin
şehrine Bulgarların girişi ve yerleşmesinin gerçekleştiği izlenimi
yaratılmaktadır.15 Sanki Osmanlı Devletinin ilk devirlerinde
Vidin’de yaşayan bütün Bulgarlar Osmanlılarca katledilmiş ve
17. yüzyılın sonuna kadar burada oturan herhangi bir Bulgarın
kalmadığı fikri uyandırılmaktadır. Oysa böyle bir sürecin söz
konusu olmadığını Osmanlı tahrir defterlerindeki bilgiler
ışığında rahatlıkla söyleyebiliriz. Vidin’de 17. yüzyılın sonu ile
18. yüzyıl boyunca yaşanan olay, Bulgarların ilk defa bu
yüzyıllarda Vidin’de görünmesi değil, Bulgarların ya da
Gayrimüslimlerin Müslümanlardan yoğun olarak ev veya başka
bir mülk alıp Müslüman mahallelerine yerleşmesidir.16
Bulgaristan’daki tarih ders kitaplarında da tarihi olaylar
saptırılmakta ve objektiflikten uzak, olumsuz duygular yüklü
cümlelerle anlatılmaktadır. Böylece olumsuz Osmanlı Devleti,
Osmanlı, Türk ve Müslüman imajı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Ayşe Kayapınar, “Le sancak ottoman de Vidin du XVe à la fin du XVIe
siècle”, Basılmamış Doktora Tezi, EHESS/Paris 2004, s. 132.
15 Bu gibi çalışmalar, bugün Bulgaristan’da yükselen milliyetçiliğin liderliğini
üstlenen Ataka partisinin 14 Temmuz 2009’dan itibaren Bulgar
Parlamentosuna sunduğu “Osmanlılar 1396-1878” yılları arasında soykırım
yapmıştır” yönergesinin de temelini oluşturmaktadır
16 H. Gandev, “Pronikvaneto i Ukrepvaneto na Bălgarite văv Vidin kăm Kraya
na XVII i prez XVIII v.”, Izvestiya na Etnografskiya Institut i Muzey, 4 (1961), s.
6. Bir de aynı makale için bk., Zaraždane na Kapitalističeskite Otnošeniya v
čifliškoto Stopanstvo v Severozapadna Bălgariya prez XVIII Vek - Problemi na
Bălgarskoto Văzraždane, Sofya 1976, s. 516-538.
14
Komplo Teorileri 107
Dolayısıyla çok küçük yaştan itibaren Bulgar çocukları,
katleden korkunç Osmanlı Türk imajıyla karşılaşmaktadır.17
Bulgaristan tarih yazımında ve ders kitaplarında 1876
yılında yaşanan ve Batak katliamı olarak bilinen bir olaya
ayrıntılı olarak değinilir. Bu olay, batılı gazetelerinde yer alan
misyonerlik bilgilerinden hareketle Bulgar tarih yazımı
tarafından abartılmıştır. Hatta genelde batı kaynaklarına
istinaden çalışan Halil Berktay gibi Türk tarihçileri de bu olayı
gerçekmiş gibi algılamışlardır.18 Ne yazık ki bugüne kadar bu
olay, Türk araştırmacılar tarafından ayrıntılı bir şekilde
Osmanlı kaynaklarına dayalı olarak incelenmemiştir. 1876
yılında Batak’ta yaşananlar, batı literatürüne istinaden
olabildiğince saptırılarak Osmanlı Devletine karşı mücadele
eden kahraman bir Bulgar halkı örneği yaratılmıştır.
Günümüzde Bulgar tarihçi Martina Baleva ile Alman tarihçi Ulf
Brunbauer’in yaptığı araştırmalar, Batak olayının tamamen bir
ulusal bellek yaratmaya yönelik olduğunu ve olayların Rusların
telkiniyle başta İngilizler olmak üzere önce batılılar tarafından
daha sonra Bulgar tarihçi ve yazarlar tarafından çarptırıldığını
ortaya koymuştur.19
Hem Gandev’in demografi üzerine uydurmaları hem de
Batak olayı aslında Bulgaristan’ın ulusal bellek inşasında
tarihçilerden yararlandığının göstergesidir. Ancak Bulgar tarih
yazımındaki olayların saptırılması ülkede Türk-Müslüman
karşıtlığının ortaya çıkmasına ve kuvvetlenmesine yol açmıştır.
Ayrıca bu çarptırmalar, daha sonra Müslüman-Türk azınlığına
Myumyun İsov, Nay-različniyat Săsed. Obrazăt na Osmantsite (Turtsite) i
Osmanskata Imperiya (Turtsiya) v Bălgarskite Učebnitsi po Istoriya prez
Vtorata Polovina XX vek, Sofya 2005.
18 Sacit Kutlu, “Bulgar Kolektif Bellek ve İnşasında bir “Hatırlama veUnutma
Yeri”: Batak”, Toplumsal Tarih, sayı 181 (Ocak 2009), s. 38-39. Konferans
esnasında bu konuyla alakalı bu çalışmasının varlığından bahseden Sacit
Kutlu’ya teşekkür ederim. Türkçe olarak meseleyi teferruatlı ele alan ve Batak
“düzmecesinin” nasıl yaratıldığı sorusunu bilimsel olarak irdeleyen önemli bir
makaledir.
19 Batak kato Myasto na Pametta, Der. Martina Baleva / Ulf Brunbauer, Sofya
(t.y., önsöz 2007). Ayrıca bk. Kutlu, agm, s. 32-39.
17
108 Kayapınar
karşı uygulanan asimilasyon politikalarının da meşru zeminini
oluşturmuştur.
“Beş Asırlık Boyunduruk” Meselesi
“Beş asırlık boyunduruk” teması Bulgaristan’da en sevilen
temalardan birisidir. 1996 yılında Bulgaristan uzmanı Fransız
araştırmacı Bernard Lory “Beş asır boyunca bizi kestiler”
Mitosu Üzerine Düşünceler”20 adlı makalesinde şöyle
demektedir: “Bulgarların acıyla baktıkları geçmişleri, dışardan,
hatta yüzeysel bir izleyicinin de dikkatinden kaçmaz. Bulgarlar
onu kaçınılmaz olarak tarihi süreklilik üzerine vurguyu koyarak
trajik plan çerçevesinde göstermektedirler. Bulgar tarihindeki
trajik olgu, özellikle “beş asırlık Türk boyunduruk”u fikriyle
sentezlenmiştir. Hemen romantik terminoloji içerisinde yer alan
ve gerçek hakkında bilimsel temelli bir kanıt sunamayacak olan
“boyunduruk” terimini [bu ifade kalıbının] içerisinden çıkartıyoruz
(Belçika Ulusal Marşı da “Boyunduruk asırlarının ardından...”
sözleriyle başlamaktadır: başlamaktadır ki bu sözlerin harfiyen
kabul edilmesi mümkün değildir). “20. yüzyılda köklü bir
şekilde asıl manası değişen [ifade kalıbının] içerisindeki
‘Türklüğe değin’ sözünü de daha doğru olan ‘Osmanlı’ ifadesiyle
değiştirelim. Böylece ‘beş asırlık Osmanlı rejimi’ ifadesini elde
etmekteyiz”.21
Makalenin gelişiminde Lory, aslında “Beş asır boyunca bizi
kestiler” mitosunun 1860-1878 yılları arasındaki Bulgar
bağımsızlık hareketi ile yakından ilgili olduğunu söylemektedir.
Ancak bu söylemin Vera Mutafçieva’nın 1779-1813 olarak
dönemlendirdiği “Kırcaliler Dönemi” ile alakalı olduğunu da
söylemektedir. Aslında Kırcaliler devri, Vera Mutafçieva’nın
yaptığı dönemlendirmeye göre sadece 34 yıl sürmüş, ancak
etkisi 1860’ların yükselen Bulgar milliyetçilik duyguları ile beş
asra yayılmıştır. Aynı zamanda ilginç olan şudur: Bulgar
Rönesansı (Bălgarsko Văzraždane) diye Bulgarların adlandırdığı
Bernard Lory, “Razsăždeniya vărhu Istoričeskiya Mit “pet veka ni klaha”,
Istoričeski Pregled, 1 (1997), s. 92-98.
21 Lory, agm, s. 92.
20
Komplo Teorileri 109
dönemde kendi kafalarında yaratılmış olan Osmanlı imajının
bugün
hâla
yaşıyor
olması
ve
hiçbir
şekilde
22
sorgulanmamasıdır. Bazı Bulgar tarihçilerin, böyle bir fikri
sorgulaması bile “vatan”a ihanet olarak algılanabilir.
“Beş asır, kronolojik olarak en fazla 5-6 nesillik ya da
yaklaşık 150 yıllık bir dönemin hatırasını kapsayan sıradan
insanın algılama yetilerini aşan bir zaman içermektedir. Beş asır
sürmüş bir çilenin algılanabilmesi aşırı derecede güçtür. Hatta
profesyonel tarihçi için bile bu kapsam oldukça geniştir”
görüşünü ifade eden Bernard Lory’ye Bulgar tarihçi ve yazar
Vera Mutafçieva hemen cevap verme ihtiyacı duymuştur.
Öncellikle Mutafçieva, Fransız tarih yazımında fikirlerin
olduğunu, ancak bilgilerin olmadığını belirterek Bernard
Lory’nin görüşlerini mercek altına alıp eleştirmeyi uygun
bulmuştur. Vera Mutafçieva, Bulgaristan’ın ilk fetihlerden
itibaren sınır bölgesinde yer aldığını, bundan dolayı da
Bulgarların esarete, cinayetlere ve sürgünlere diğer Balkan
ülkelerinden daha fazla maruz kaldığını belirtmektedir. Sanki
Ortaçağ Balkanlarında ulus-devletler bugünkü gibi mevcuttu ve
homojen bir nüfus yapısına sahipti. Ayrıca Mutafçieva’ya göre
fetih alanı daha batıya kaydığı zaman yine Bulgaristan
toprakları en fazla zayiat veren ve en çok ıstırap çeken topraklar
olmuştur. Çünkü bu Bulgar tarihçisine göre Bulgarlar, Osmanlı
ordusunun yardımcı kuvvetleri arasında olup sefere giden
Osmanlı orduları yine Bulgaristan’dan geçerek Bulgarların
dağılmalarına sebep olmuştur.23 Bu arada “Bulgaristan
toprakları” kavramı ile günümüz Bulgaristan’ı mı, yoksa
Bulgarlarla yoğun olarak meskun olan bölgeler mi, yoksa hayali
Büyük Bulgaristan sınırları içerisinde kalan bölgeler mi
kastedilmekte, açıkça anlaşılmamaktadır. Görüldüğü gibi ünlü
Bulgar tarihçisi ve bu konuların ehli Vera Mutafçieva da “beş
asırlık boyunduruk” klişesinin unutulması söz konusu olunca
hassasiyetini gizlemeyip Fransız tarihçiye “sen aslında konuları
Lory, agm.
Vera Mutafçieva, “Nyakoi Razsăždeniya Otnosno Razsăždeniyata na Bernar
Lori vărhu Istoričeskiya mit “pet veka ni klaha”, http://www.libsu.unisofia.bg/Statii/Mutafchieva.html.
22
23
110 Kayapınar
iyi bilmiyorsun” demek için tenkit yazısı kaleme almıştır.
Bulgarların nüfus kaybı meselesi, 1972 yılında Bulgar tarihçi
Hristo Gandev tarafından “15. Yüzyılda Bulgar UlusuBălgarskata narodnost prez XV-ti vek” adlı eserinde
incelenmiştir. Yazara göre 1460 ile 1493 yılları arasında
680.000 kişilik kayıp yaşandığını, dolayısıyla bu tarihlerde
Bulgaristan’da
büyük
bir
nüfus
felaketi
yaşandığını
yazmaktadır.24 Hâlbuki bu dönemde sadece Bulgaristan’da değil
tüm imparatorluk topraklarında genel nüfus artışı söz
konusudur.25
Bulgarlar arasında “Beş asırlık boyunduruk” klişesi
Türkçedeki deyimle söyleyecek olursak “yediden yetmişe” kadar
herkesin çok iyi bildiği bir şeydir. Türk-Müslüman azınlığı
açısından bakacak olursak pek çok etkisi olmakla birlikte bu
klişenin iki yönlü etkisi vardır. Bunları, öncellikle “eğer siz
Türkler
[Bulgaristan’da
yaşayan
Türkler]
Osmanlıların
torunlarıysanız, bakın bize beş asır boyunca neler çektirmişsiniz”, ikinci olarak “eğer siz Türkler Müslümanlaşmış
Bulgarların torunlarıysanız, siz aslında bu beş asırlık devrin
“zorla İslamlaştırma politikasının bir ürünüsünüz” şeklinde
özetleyebiliriz. Bunun sonucu olarak 1984-1985 yıllarındaki
politikalar, “siz bizi nasıl boyundurukla yönettiniz, şimdi siz de
bunu
hak
ediyorsunuz.
Zaten
Bulgar
kökenli
Müslümanlarsınız.
“Soya
Dönüş”
projesiyle
aslınıza
döneceksiniz” denilmek suretiyle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
“Zorla İslamlaştırma” Meselesi
Bulgar tarihçilerinin çok sevdiği bir başka tema da “zorla
İslamlaştırma” temasıdır. Bu tema, Bulgaristan’da Pomak,
Hr. Gandev, Bălgarskata Narodnost prez XV-ti Vek, Sofya 1972, s. 129-131.
Yeni nesil tarihçileri istisna tutmakla beraber Bulgar tarihçilerinin büyük
bir kısmı, yabancı dil bilseler dahi, çalışmalarında yabancı dildeki
araştırmalara yer vermemektedirler. Genelde Bulgarca yazılmış tarih
yazımının ürünlerini referans olarak göstermeyi tercih etmektedirler Böylece
bir yazarın yaptığı yanlışların geniş kitleler tarafından reprodüksiyonuna ve
uydurma bir olayın ulusal boyuta taşınmasına yol açmaktadırlar.
24
25
Komplo Teorileri 111
Çingene ve Türk olmak üzere bütün Müslüman unsurlara karşı
güdülen Bulgarlaştırma kampanyasının en güçlü destekleyicisi
konumundadır. Yeni nesil Bulgar tarihçilerinden olan Antonina
Želyazkova’nın konuyla alakalı “Yüzde olarak İslamlaşmanın
etkisinin o kadar yüksek olmadığı Bulgaristan, bu tarihî gerçeğe
her zaman romantik-duygusal bir şekilde yaklaşmıştır. Sürekli
değişen siyasî konjonktüre hizmet etmesi, kamuoyunu harekete
geçirmesi ve etkilemesi için Bulgar tarihçilerinin ve bilim
adamlarının çalışmalarını devlet mekanizması, sık sık teşvik
etmekte ve yönlendirmektedir” şeklindeki değerlendirmesi ilgi
çekicidir.26 Antonina Želyazkova, Bulgar tarihçilerinin uzun
yıllardan beri “tutarsız tezlere rağbet” ettiklerini ifade
etmektedir. Bu tezler iki ana eksen etrafında dönmektedir.
Bunlardan ilkine göre Bulgarlar yoğun olarak Anadolu Türkleri
tarafından sömürgeci eylemlere ve fethin ardından soykırıma
maruz kalmışlardır. “Bundan sonra hayatta kalan Bulgarların
bazısının İslamlaştırılması için paralel istikamette uygulanan
kitlesel
şiddet
kampanyaları”27
düzenlenmiştir.
“Belirli
aralıklarla bu tez, siyasî durum için güncel önem kazanmakta ve
bundan dolayı tarihçilerin ilgisi tekrar tekrar konuya
çekilmektedir.”28 İkinci eksene oturtulan tez ise Anadolu
yönünden gelen her türlü sömürgeci eylemi ret etmektedir. Bu
tez çerçevesinde Bulgaristan’da yaşayan “Müslüman topluluğun,
yerli halkın İslamlaştırılması için uygulanan kitlesel şiddet
kampanyalarının sonucunda oluştuğu belirtilmektedir.” “Zorla
İslamlaştırma” olarak adlandırılabilecek bu tez, Antonina
Želyazkova’nın da altını çizdiği gibi Bulgar tarihçileri arasında
ilk teze nazaran daha fazla ilgi uyandırmakta ve “1984-1989
döneminde Bulgaristan’daki Türk azınlığın asimile edilmesi
girişiminin arkasında bulunan” temel anlayış olarak ortaya
çıkmaktadır.29
Antonina Želyazkova, “Osmanlı Mirası ve Balkan Tarihçiliğinin Oluşumu”,
Osmanlı, c. 7, Ankara 1999, s. 690.
27 Želyazkova, agm, s. 691.
28 Želyazkova, agm, s. 691.
29 Želyazkova, agm, s. 691.
26
112 Kayapınar
“Zorla İslamlaştırma” teması, 1964 yılında Anton Donçev
adında bir yazarın “Vreme razdelno” (Ayrılma Zamanı) başlığı ile
kaleme aldığı romana da konu olmuştur. Daha sonra bu
roman, 1987 yılında rejisör Lüdmil Staykov tarafından
sinemaya film olarak uyarlanmıştır. Bu film, 1990 yılında
Bulgaristan’dan Türkiye’ye Türklerin göçü devam ettiği sırada
sinema ve televizyonlarda gösterime girmiştir. 30 Aslında bu film,
1668 yılında Çepino’da Bulgarların zorla İslamlaşmasını konu
edinen kısa bir Bulgar kroniğine dayanmaktadır. Papaz Metodi
Draginov tarafından kaleme alınan bu kronik, Batı Rodoplar’da
Çepino bölgesinde Bulgarların toplu ve zorla İslamlaşması
olayına tanıklık etmektedir. Bu kronik, ilk defa Bulgar
milliyetçisi yazar Stefan Zahariev tarafından 1870 yılında
Bulgarca
olarak
basılmıştır.
Kroniğin
aslı
muhafaza
edilmemiştir. Verdiği bilgilere göre ise, Filibe piskoposu Çepino
Bulgarlarını kilise vergisini ödemedikleri için Sultan IV.
Mehmet’e (1648-1687) şikayet etmiştir. Sultan IV. Mehmet,
bölgeye Mehmet Paşa komutasında bir ordu göndererek
bölgedekilerin cezalandırılmasını sağlamıştır. Çepino Bulgarları
zorla Müslüman yapılmıştır. Aslında Konstantin Jireçek ve
Marin Drinov gibi tarihçiler bu kroniğin dil ve olayların
zamansal olarak anlatımı bakımından çelişkiler içermesi
sebebiyle
orijinal
olamayacağını
söylemişlerdir.
Ayrıca
Batkunino ve Golyamo Belovo kronikleriyle benzerliği de tespit
edilmiştir.31
Edebiyat tarihçisi İlya Todorov, Metodi Draginov’un
kroniğini ayrıntılı olarak dil ve içerik bakımından inceledikten
sonra, onun daha çok 19. yüzyılda yazılmış olabileceğini
kanıtlamış ve muhtemelen Golyamo Belovo kroniğini bilen
Stefan Zahariev tarafından kaleme alındığını öne sürmüştür.
Yazar Stefan Zahariev ise, “sahte tarihsel kaynaklar”ı edebi
metot kullanarak gerçekmiş gibi göstermekle tanınmaktadır.
1989 Göçü sırasında defalarca Bulgar televizyonunda İslamlaşmayı konu
alan “Koziyat rog-Keçi Boynuzu” ve Türkiye’nin “geri kalmışlığını” vurgulamak
üzere Türkiye aleyhtarlığı yapmak amacıyla her akşam Türk sinemasından
“Sürü” ve “Yol” filmleri gösterilmiştir. (yazarın hatırası)
31 Želyazkova, agm, s. 701.
30
Komplo Teorileri 113
Stefan
Zahariev’in
bu
davranışının,
1860’lı
yıllarda
Bulgaristan’da önce Rum kilisesine ve daha sonra Osmanlılara
karşı başlatılan mücadele ortamının bir yansıması olduğu da
İlya Todorov tarafından vurgulanmıştır. Ancak bazı tarihçiler bu
eserin sahte olmasının, onu tarihsel kaynak olmaktan
çıkartmadığını söylemekte ve muhakkak sözlü olarak intikal
ettirilen
“doğru”
tarihsel
hikâyeler
içerebileceğini
savunmaktadır.32
Machiel Kiel, bu kroniğin tamamen tarihsel kaynak olarak
kullanılmasına karşı çıkmaktadır.33 Mariya Todorova ise, bu
kroniğin 19. yüzyılda meydana gelen Bulgarlarla Rumlar
arasındaki kilise çatışması, kültür mücadelesi, fikirler tarihi ve
Bulgarlar arasındaki İslamlaşma fikri açısından önemli bir
kaynak olduğunu savunmaktadır. Ayrıca Todorova bu eserin
her ne kadar İslamlaşma konusunda ikincil derecede olmakla
beraber, kökenleri 17. yüzyıla kadar uzanabilen ve Bulgar
toplumunda yer etmiş olan efsaneleri içerdiğini söylemektedir.
Bu efsanelerin gerçek hikâyeler olma ihtimalinin de olduğuna
vurgu yapmaktadır. Bununla beraber yazar, 17. yüzyılda
Balkan Hıristiyanlarından Osmanlı idaresine verilen gönüllü
İslamlaşmak istediklerine dair dilekçelere rastlandığından söz
etmekte ve enteresan bir varsayımda bulunmaktadır. Todorova,
17. yüzyılda verilen dilekçelerin, 1985 yılında gerçekleştirilen
“Türklerin ad değiştirme” kampanyasında verdikleri “gönüllü
dilekçelere”34
benzer
bir
şekilde
Osmanlı
idaresince
Bu görüşün savunusu için bkz. Elena Grozdanova / Stefan Adreev,
“Falšifikat li e Letopisniyat Razkaz na Pop Metodi Draginov?”, Istoričeski
Pregled, 2 (1993), s. 146-157; Želyazkova, agm, s. 701. Balkan edebiyatında
olumsuz Osmanlı ve Türk imlajları yaratmak için sahte kronikler düzenlemek
rastlanılan bir olaydır. Örneğin “Sahte” ve “gerçek” Sfrancis’in verdiği bilgiler
ve her ikisinde yaratılan Osmanlı ve Türk imajı için bkz. İstanbul’ un Fethinin
Bizanslı Son Tanığı Yorgios Sfrancis’ in Anıları, Chronicon Minus, çeviren ve
notlandıran Levent Kayapınar, İstanbul 2009.
33 Mahiel Kil, “Razprostranenie na Islyama v Bălgarskoto Selo prez
Osmanskata Epoha (XV-XVIII v.)”, Myusyulmanskata Kultura po Bălgarskite
Zemi. Izsledvaniya, Der. Rositsa Gradeva / Svetlana Ivanova, Sofya 1998, s.
56-126, s. 82.
34 1984 sonu ile 1985’in başında Bulgaristan hükümeti, Türk-Müslüman
azılığına hazır daktilo edilmiş bireysel dilekçeler dağıtmıştı. Böylece, Türkler,
güya gönüllü olarak Arapça ve Türkçe olan isimlerini değiştirmek istedikleri
32
114 Kayapınar
düzenletilmiş olabileceğini varsaymaktadır. Todorova’nın hem
Metodi Draginov’un kroniği hem de “İslamlaşma dilekçeleri” ile
ilgili öne sürdüğü varsayımlarının, ünlü bir tarihçi için metot
sorunu olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu iki olay
arasında böylesi bir benzerlik / analoji kurmak yalnızca
metodolojik açıdan (bağlam, içerik ve zaman farkından dolayı)
ciddi bir hata değil, aynı zamanda tarihsel sosyolojiyi iyi niyetli
kullanmamak anlamına gelmektedir. 1985’te yaşananı bir
taraftan eleştirdiğini ifade etmekte, öte yandan onu 17.
yüzyıldan bir örnekle meşrulaştırmaya çalışmaktadır.35 Ne yazık
ki Bulgar tarih yazınında bunlara sıkça rastlanmaktadır.
“Ad değiştirme kampanyasının” savunucularından Bulgar
tarihçi Petăr Petrov, 1987 Metodi Draginov’un eserindeki
olayların doğru olabileceğini ima ederek Asparuh Velkov
tarafından yayınlanan 1679-1680 yılına ait 339 kişilik yeni
İslamlaşmış Gayrimüslimlerin listesini içeren bir deftere dikkat
çekmektedir. 1988 yılında Metodi Draginov’un eserini referans
göstererek Petăr Petrov, Bulgaristan’daki Müslüman nüfusun
Bulgar asıllı olduğu ve her zaman da Bulgar milletinin bir
parçası olduğu konusunda kesin bir sonuca varmaktadır.36
Balkanlarda İslamlaşmaların olduğu bilinen bir gerçektir.
Ancak Balkanlarda ve özellikle Bulgaristan’da bütün Türklerin
İslamlaşmanın, üstelik zorla İslamlaşmanın37 bir ürünü
için bu tek tip formları doldurduklarını iddia etmişti. Oysa Bulgar hükümeti
gönüllülük esasında tamamen elyazısı ile yazılmış ve tek tip hazır formatlı
olmayan dilekçelerin makbul olduğunu gözden kaçırmıştır.
35 Mariya Todorova, “İslamizatsiyata kato Motiv v Bălgarskata Istoriografiya,
Literatura i Kino”, Kritika i Humanizım, 12/3 (2001), s. 7-30. Mariya Todorova,
bu çalışmasında “ad değiştirme kampanyasına” karşı olduğunu ima etmekte,
ancak Amerika’da bir ders esnasında gösterdiği “Vreme razdelno” [Ayrılık
Zamanı] adlı filme bir Bulgaristan Türkü kızın tepkisine de şaşırmış
gözükmektedir. Mariya Todorova’nın, ünü Bulgaristan’ın sınırlarını aşmış bir
tarihçi olarak, çelişkili tutumu dikkat çekicidir.
36
Petăr Petrov, Po Sledite na Nasilieto. Dokumenti i Materiali za
Pomohamedančvaniya i Poturčvaniya, Sofya 1972; aynı eserin ikinci baskısı
hakkında bk. Po Sledite na Nasilieto. Dokumenti i Materiali za
Pomohamedančvaniya i Poturčvaniya, Kısım I, Sofya 1987, 150-151; Po Sledite
na Nasilieto. Dokumenti i Materiali za Pomohamedančvaniya i Poturčvaniya,
Kısım II, Sofya, 1988, s. 357-358.
37 Acaba Bulgarlar, Çar Boris’in kendi oğlu dahil 52 boyarın aileleri ile beraber
başını vurdurarak kendilerini zorla Hıristiyan yaptığı olayını unutmadılar da,
Komplo Teorileri 115
olduğunu söylemek bu sorunun basite indirgenmiş bir
açıklaması olup siyasi iradenin politikalarına destek
sağlamaktan başka bir amaca hizmet etmemektedir. Başka bir
deyişle İslamlaşma ile ilgili araştırmalar, Bulgaristan’daki
homojen bir nüfus yapısı elde etme çabalarına destek vermenin
ötesine gidememektedir. Ayrıca Anadolu’dan Bulgaristan’a
Selçuklu döneminde Sarı Saltuk’la beraber, Osmanlı
döneminde de Anadolu Beyliklerinden binlerce Anadolu kökenli
Türk hanenin iskân edildiği bazı Bulgar tarihçiler tarafından
görülmez veya sayıları küçültülerek verilir. İskân politikası da
kolonizasyon denilerek yine Osmanlı Devletinin sömürgeci
olduğu fikri işlenmeye çalışılmaktadır. Oysa tarihin bir
döneminde zorla ya da gönüllü Müslüman olmuş bugünkü
Bulgaristan’da yaşayan Türk-Müslüman nüfusunun kökeni
önemli değildir. Bugün bu insanların kendilerini nasıl
tanımladıkları önemlidir. Eğer, onlar kendilerini Bulgarlardan
farklı Türk ve Müslüman olarak görüyorlarsa, dini ve etnik
olarak kendilerini istedikleri şekilde tanımlamaları en temel
haklarıdır.
Türkiye’nin Propagandası ve Türkiye Tehdidi Meselesi
Bulgaristan’da araştırmacıların büyük kısmının geliştirmeyi
sevdikleri bir başka konu da Türkiye’nin Bulgaristan’daki
Türkler
üzerindeki
etkisi
ve
yürüttüğü
propaganda
faaliyetleridir.
Güya
Türkiye
Pantürkist
emellerle
Bulgaristan’daki Türkleri kendisinin bir parçası saymakta,
onların Türkiye sevgisini canlı tutarak da Bulgaristan’a
bağlılıklarını engellemekte ve Bulgaristan’ı ele geçirmek için
fırsat kollamaktadır. Hatta Bulgaristan’daki “ad değiştirme”
sürecinin sebeplerinden birisi olarak burada yaşayan Türklerin
Türkiye propagandasının etkisinde kolayca kalabilme durumları
gösterilmektedir.38
Bulgarlar,
bir
taraftan
Türkiye’yi
İslamlaşmanın da zorla yapıldığını mı düşünmektedirler? Ya da nasıl ki Çar
Boris, tek dinli tek dilli Bulgar ulusu yarattıysa o şekilde de XX. yüzyıl Bulgar
siyasi mekanizması da tek dilli ve tek dinli homojen bir ulus yaratabileceğini
mi düşündü?
38 Valeri Stoyanov, Turskoto Naselenie v Bălgariya Meždu Polyusite na
Etničeskata Politika, Sofya 1998, s. 6-7.
116 Kayapınar
ülkelerindeki Türk azınlığı söz konusu olunca “iç işlerine”
karışmakla suçlarlar,39 ancak diğer taraftan kendileri
Makedonya’nın iç işlerine karışmayı, Makedonları Bulgar olarak
telakki etmeyi ve bunları kendilerine propaganda malzemesi
yapmayı da en doğal hakları olarak görmektedirler. Son
zamanlarda yapılan bir çalışmada Bulgaristan’ın Makedonya’da
yaşayan Bulgarlara ve Makedon olarak kendini tanımlayanlara
karşı tavrının ne olması gerektiğine dair bir takım öneriler yer
almaktadır. Burada Bulgar olanların Bulgar ulusunun bir
parçası olarak kendilerini görmelerini sağlayacak önemli
telkinler yer almaktadır.40 Bu da Bulgarların ne kadar konulara
çelişkili bakabileceğinin bir göstergesidir. Türk propagandasını
bahane ederek Bulgarlar, ülkelerindeki Türk ve Müslüman
azınlıklarına karşı güttükleri asimilasyon politikasının asıl
suçlusu
olarak
Türkiye’yi
göstermektedirler.
1974’te
gerçekleşen Kıbrıs harekâtı Bulgaristan’ın Türkiye korkusunu
arttırmıştır.
Bulgarlar,
sürekli
Türkiye’nin
kendilerine
saldırabileceği ve ülkedeki Türk-Müslüman azınlığına sahip
çıkacağı endişesine kapılmışlardır.
Burada vurgulanması gereken diğer bir konu da Bulgarların
artmayan nüfuslarını çoğaltmak için diğer azınlık gruplarını
hedef haline getirmeleridir. Makedonlar, Gagauzlar, Ulahlar,
Romenler, Yunanlılar gibi asimilasyonu Hıristiyan olmaları
sebebiyle kolay olan grupların yanı sıra Müslüman
olmalarından dolayı zor asimile edilebilecek gruplar olarak
Türkler, Pomaklar ve Çingeneler de bu politikanın kurbanı
olmuşlardır. Bulgaristan’da 1912 yılından itibaren Pomakların
Hıristiyanlaştırılmasıyla başlatılan “ad değiştirme” süreci
sistematik olarak her dönemde uygulanmış ve doruk noktası
olan Türklerin 1984-1985 yılındaki adlarının değiştirilmesiyle
tamamlanmıştır.
Yukarıda sözü edilen Balkan tarihi uzmanı Fransız asıllı
Bernard Lory, Bulgarlara tarihi algılama ve yorumlama
Kalinova, agm, s. 79-85.
P. Emil Mitev / Antonina Želyazkova / Goran Stoykovski, Makedoniya na
Krăstopăt, Sofya 2008, s. 45-47.
39
40
Komplo Teorileri 117
konusunda yeniden düşünmelerini tavsiye etmektedir. Bugün
Bulgaristan’da ATAKA gibi partiler ortaya çıkabiliyor ve
“Osmanlılar Bulgaristan’da soykırım yapmıştır” denilebiliyor.41
Bulgar kökenli Martina Baleva ile Doğu Avrupa Enstitüsü üyesi
Ulf Brunbauer’in "Batak katliamı" olarak bilinen olayın aslında
bir "düzmece" olduğunu açıklaması42, Bulgaristan’da başta
Cumhurbaşkanı Georgi Părvanov olmak üzere parlamentoya
yasa teklifi götürtecek kadar tepki yaratabiliyor.43 Bütün
bunlar, artık bir Avrupa Birliği ülkesi olan Bulgaristan’da
Bernard Lory’nin sorguladığı “beş asır boyunca bizi kestiler”
mitosunun ve buna bağlı Türklerle olan ilişkilerin gözden
geçirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Sonuç
Çalışmamızda Bulgar tarih yazımından verdiğimiz örnekler,
Bulgar tarih yazımının Bulgaristan hükümetlerinin siyasi
emellerine hizmet ettiğini göstermiştir. Özellikle ülke içerisinde
Türk-Müslüman azınlığının varlığını doğrudan ya da dolaylı
hedef alan kalıplaşmış dil, söylem ve komplo teorileri ülkedeki
milliyetçilik duygularını ve siyasi yaptırım mekanizmasını
galeyana getirdiğini ortaya koymuştur. Türk azınlığın ülke
içerisinde dışlanmasına ve potansiyel “hain” olarak görülmesine
de yine bu teorilerin katkıda bulunduğunu ve bazı algılamaları
pekiştirdiğini söyleyebiliriz. 1985 olaylarından 25 yıl, 1989
Göçünden de 20 yıl geçmiştir. Bu süre içerisinde Bulgaristan
“demir perde” ülkesi olmaktan çıkmış ve bir Avrupa Birliği
ülkesi haline gelmiştir. Bulgaristan’ın yakın geçmişte ülke
olarak uluslararası ortamda böyle bir statü değişikliğine
uğramış olmasına rağmen 19. yüzyılın ortalarından itibaren 20.
yüzyıl boyunca Bulgar tarih yazımında yaratılan Osmanlı-Türk
Bulgaristan’da Ataka Partisi konu ile ilgili Bulgaristan Cumhuriyeti 41.
Millet Meclisine taslak sunmuştur. Bk. V-k “Ataka” gazetesi, sayı 1145,
15.07.2009,.
42 Batak kato Myasto na Pametta, Der. Martina Baleva / Ulf Brunbauer, Sofya
(t.y., önsöz 2007) [Brunnbauer ve Baleva katliamın olmadığını iddia
etmediklerini, yalnızca bu olayın mitolojik bir şekil aldığını ve tartışılması
gerektiğini açıklamışlardır, Editörü notu].
43 “Bulgar iftirası yalan çıktı”, Hürriyet, 27.04.2007; Kutlu, agm, s. 39.
41
118 Kayapınar
karşıtı teorilerinin oluşturduğu kalıplaşmış dil ve söylemlerin
değişmediğini ve uydurma olaylara itibar edilmeye devam
edildiğini görmek oldukça şaşırtıcıdır. Dolayısıyla tarih
yazımının yarattığı teorilere bakılırsa şöyle bir soruyu da akla
getirebiliriz: acaba Bulgaristan’da kim daha muhafazakâr?
Asırlarca klişe söylemleri yaratan Bulgar tarihçileri mi, yoksa
kendi aleyhlerinde üretilen politikalara karşı kimliğini
muhafaza etmeye çalışan ve tutuculukla suçlanan Bulgaristan
Türkleri mi?
Bulgar tarih yazımında yer alan kalıplaşmış dil ve
söylemler, Bulgaristan’da tarih algılamasının, yorumunun ve
yazınının ne kadar Osmanlı karşıtı olduğunu, Türk ve
Müslüman
aleyhtarlığı
yaratabileceğini
göstermektedir.
Çalışmamızda kullandığımız bazı referansların 1989 sonrasında
yazıldığını dikkate alırsak, bir kısım Bulgar tarihçisi bu dil ve
söylemleri kullanmayı sürdürdüğünü ve kullanmaya devam
edeceğini de net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Yakın
geçmişte ve günümüzde tarih araştırmalarında hala kullanılan
dili, tarih algılamasını ve yorumunu, tarih yazımını ve bunların
sonucunda yaratılan komplo teorilerini bir bütün olarak ele
aldığımızda; bunların Bulgar elitinin aynı olumsuz söylemi
yeniden üretmelerine katkı sağladığını ve Türk azınlığı başta
olmak üzere, ülkedeki bütün azınlıklara yönelik politikanın
değişmesini hedeflemek yerine, yeniden üretiminin gerçekleşmesine yol açtığını vurgulamak yerinde olacaktır.
Bibliyografya
Batak kato Myasto na Pametta, Der. Martina Baleva / Ulf
Brunbauer, Sofya (t.y., önsöz -2007).
Between Adaptation and Nostalgia, the Bulgarian Turks in
Turkey, ed. Antonina Jelyazkova, Sofya 1998.
“Bulgar iftirası yalan çıktı”, Hürriyet, 27.04.2007.
Gandev, H., “Pronikvaneto i Ukrepvaneto na Bălgarite văv Vidin
kăm Kraya na XVII i prez XVIII v.”, Izvestiya na
Etnografskiya Institut i Muzey, 4 (1961), s. 5-26.
Komplo Teorileri 119
Gandev, H., Zaraždane na Kapitalističeskite Otnošeniya v
čifliškoto Stopanstvo v Severozapadna Bălgariya prez XVIII
Vek - Problemi na Bălgarskoto Văzraždane, Sofya 1976.
Gandev, Hr., Bălgarskata Narodnost prez XV-ti Vek, Sofya 1972.
Grozdanova, Elena / Stefan Adreev, “Falšifikat li e Letopisniyat
Razkaz na Pop Metodi Draginov?”, Istoričeski Pregled, 2
(1993), s. 146-157.
Isov, Myumyun, Nay-različniyat Săsed. Obrazăt na Osmantsite
(Turtsite) i Osmanskata Imperiya (Turtsiya) v Bălgarskite
Učebnici po Istoriya prez Vtorata Polovina XX Vek, Sofya
2005.
İstanbul’ un Fethinin Bizanslı Son Tanığı Yorgios Sfrancis’ in
Anıları, Chronicon Minus, çeviren ve notlandıran Levent
Kayapınar, İstanbul 2009.
Kalinova, Evgenia, “Bulgarian-turkish Diplomatic Relations
(1980-1985)”, Turkish-Bulgarian Relations Past and Present,
ed. Mustafa Türkeş, İstanbul 2010, s. 79-85.
Kayapınar, Ayşe, “Tuna Bulgar Devleti (679-1018)”, Türkler, c.
2, ed. H. C. Güzel / K. Çiçek / S. Koca, Ankara 2002, s.
630-640.
Kayapınar, Ayşe, “Türkiye-Bulgaristan İlişkilerinin Bulgaristan’da Yaşayan Türkler Açısından Değerlendirilmesi”,
Stratejik Araştırmalar Dergisi, 2 (2003), s. 201-220.
Kayapınar, Ayşe, “Le sancak ottoman de Vidin du XVe à la fin
du XVIe siècle”, Basılmamış Doktora Tezi, EHESS/Paris
2004.
Kayapınar, Levent, “Türklerin Balkan Tarihindeki Yerleri ve
Günümüz Balkanlarındaki Durumu” I. Uluslararası Türk
Dünyası Kültür Kurultayı, 09-15 Nisan 2006 (İzmir-Çeşme),
Bildiri Kitabı-III, Ed. Fikret Türkmen / Güler Gülsevin,
İzmir 2007, s. 1309-1317 .
Karpat, Kemal H., “Balkanlar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, c. V, s. 25-32.
Kiel, Machiel, “Dimetoka”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, c. IX, s. 305-308.
Kil, Mahiel, “Razprostranenie na Islyama v Bălgarskoto Selo
prez Osmanskata Epoha (XV-XVIII v.), Myusyulmanskata
120 Kayapınar
Kultura po Bălgarskite Zemi. Izsledvaniya, Der. Rositsa
Gradeva / Svetlana Ivanova, Sofya 1998, s. 56-126.
Kutlu, Sacit, “Bulgar Kolektif Bellek ve İnşasında bir ‘Hatırlama
ve Unutma Yeri’”: Batak”, Toplumsal Tarih, 181 (Ocak
2009), s. 38-39.
Lory, Bernard, “Razsăždeniya vărhu Istoričeskiya Mit “pet veka
ni klaha”, Istoričeski Pregled, 1 (1997), s. 92-98.
Mandacı, Nazif / Birsen Erdoğan, Balkanlarda Azınlık Sorunu:
Yunanistan, Arnavutluk, Makedonya ve Bulgaristan’daki
Azınlıklara Bakış, Ankara 2001, s. 109-123.
Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata, Bălgarskite Turtsi v
Turtsiya, Der. Antonina Želyazkova, Sofya 1998.
Mutafčieva,
Vera,
“Nyakoi
Razsăždeniya
otnosno
Razcăždeniyata na Bernar Lori vărhu Istoričeskiya Mit “pet
veka ni klaha”,
http://www.libsu.uni-sofia.bg/Statii/Mutafchieva.html.
Stranitsi ot Bălgarskata Istoriya. Očerk za Islyamiziranite Bălgari
i Natsionalnovăzroditelniya Protses, Ed. Hr. Hristov, haz.
Georgi Yankov, Sofya 1989.
Petrov, Petăr, Po Sledite na Nasilieto. Dokumenti i Materiali za
Pomohamedančvaniya i Poturçvaniya, Sofya 1972.
Petrov, Petăr, Po Sledite na Nasilieto. Dokumenti i Materiali za
Pomohamedančvaniya i Poturçvaniya, 2 Kısım, Sofya 19871988.
Stoyanov, Valeri, Turskoto Naselenie v Bălgariya Meždu
Polyusite na Etničeskata Politika, Sofya 1998.
Todorova, Mariya, “Islamizatsiyata kato Motiv v Bălgarskata
Istoriografiya, Literatura i Kino”, Kritika i Humanizăm,
12/3, 2001, s. 7-30.
V-к “Аtака”, 15.07.2009, sayı 1145.
Zlatarsky, V., Istoriya na Bălgarskata Dăržava prez Srednite
Vekove, c. I/1, Sofya 1918.
Želyazkova, Antonina, “Osmanlı Mirası ve Balkan Tarihçiliğinin
Oluşumu”, Osmanlı, c. 7, Ankara 1999, s. 690-703.
OSMANLI SONRASI BULGARİSTAN’DA
‘YENİDEN DOĞUŞ’ SÜREÇLERİ
Orlin SABEV (Orhan SALİH)
‘Yeniden doğuş süreci’ Bulgarca ifadesi (vızroditelen protses)
ilk defa Bulgaristan Devlet Şura Kurulunun Bakan yardımcısı
Georgi Atanasov’un 18 Ocak 1985 tarihinde düzenlenen Bulgar
Komünist Partisi il komite sekreterlerinin toplantısında yaptığı
konuşmasında yer almaktadır.1 Georgi Atanasov bu ifade ile bir
yandan
1970’li
yıllarda
Bulgar
hükümeti
tarafından
gerçekleştirilen Bulgaristan Pomaklarının zorunlu ad değiştirme
kampanyasını, öte yandan Aralık 1984 – Ocak 1985 tarihleri
arasında gerçekleştirilen Bulgaristan Türklerinin zorunlu ad
değiştirme kampanyasını kastetmiştir. Konuşmaya göre gerek
Pomakların gerek Türklerin Türk-Arap kökenli adlarının Bulgar
adlarıyla değiştirilmesi bu azınlıkların Bulgar milletine
kazandırılması için en büyük önemi taşımaktadır. Hatta
konuşmada ‘ad değiştirme’ ifadesinin yanı sıra ‘yeniden Bulgar
adı almak’ gibi ifadeler de kullanılmıştır. Bu ifadeler o zamanki
Bulgar
hükümetinin
Bulgaristan
Türkleri
ile
ilgili
genelleştirilmiş bir görüşünü yansıtmaktadır. Bu görüşe göre
Bulgaristan sınırlarında yaşayan tüm Türkler, aslında Osmanlı
döneminde İslamlaştırılmış ve Türkleştirilmiş Bulgarların
varisleriydi. Dolayısıyla bunlar ‘yeniden Bulgar adı’ alarak
‘yeniden Bulgar olarak bir kez daha dünyaya gelmiş’ oldular.
Komünist rejim 10 Kasım 1989 tarihinde sona erdiğinde
Bulgaristan’da demokratik bir siyasi yapılanma başladı. Aralık
1989’da daha ziyade Pomakların katıldıkları protestolar
gerçekleştirildi. Komünist partisinin önde gelen liderlerinden
Aleksandır Lilov 29 Aralık 1989 tarihinde partinin merkez
Istinata za “Văzroditelniya Protses”. Dokumenti ot Arhiva na Politbyuro na
TsK na BKP, der. S. Levi, Sofya 2003, s. 7-20; Veselin Angelov, Strogo
Poveritelno! Asimilatorskata Kampaniya Sreštu Turskoto Natsionalno
Maltsinstvo v Bălgariya (1984-1989). Dokumenti, Sofya 2008, s. 160-171.
1
122 Sabev
komitesinin toplantısında ‘yeniden doğuş süreci’ ve Bulgaristan
Türklerinin zorunlu göçünün “büyük bir siyasi hata” olduğunu
itiraf etmiştir. Bunun sonucunda Bulgaristan’da yaşayan Türk
ve Pomak azınlık sonradan takılan Bulgar adlarının yerine
doğumda aldıkları adlarını taşıma hakkını kazanmışlardır.2
Bundan sonra Bulgaristan’ın yakın çağ tarihinde önemli bir
yeri olan ‘yeniden doğuş süreci’ araştırmacıların dikkatini
çekmiş ve birçok incelemenin konusunu teşkil etmiştir.3 Son
yıllarda ise bu süreçle ilgili oldukça önemli belgeler de gün
ışığına kavuşturulmuştur.4
Ancak
söz
konusu
incelemelerin
yapılan
değişik
yorumlarıyla çok değerli olmakla beraber ortak bir eksiği de
mevcuttur ki, bunlarda ‘yeniden doğuş süreci’ ya çok sınırlı bir
zaman zarfında ya da oldukça kısıtlı bir bağlam çerçevesinde
ele alınmıştır. Kanaatimizce Osmanlı sonrası Bulgaristan’da tek
1989 yılı Bulgaristan’ının siyasi gelişmeleri hakkında bilgi için bk. Dimităr
Ludžev, Revolyutsiyata v Bălgariya 1989-1991. Kniga 1, Sofya 2008.
3 Stoyan Mihaylov, Văzroždenskiyat Protses v Bălgariya, Sofya 1992; Orlin
Zagorov, Văzroditelniyat Protses. Teza-Antiteza. Otritsanie na Otritsanieto,
Sofya 1993; Stayko Trifonov, „Myusyulmanite v Politikata na Bălgarskata
Dăržava (1944-1989)”, Stranitsi ot Bălgarskata Istoriya. Săbitiya, Razmisli,
Ličnosti. Čast 2, Sofya 1993, s. 211-224; Georgi Fotev, Drugiyat Etnos, Sofya
1994; Wolfgang Höpken, “From Religious Identity to Ethnic Mobilisation: The
Turks of Bulgaria before, under and since Communism”, Muslim Identity and
the Balkan State, eds. H. Poulton / S. Taji-Farouki, London 1997, s. 54-81;
Valeri Stoyanov, Turskoto Naselenie v Bălgariya Meždu Polyusite na
Etničeskata Politika, Sofya 1998; Ulrich Büchsenschütz, Maltsinstvenata
Politika v Bălgariya. Politikata na BKP kăm Evrei, Romi, Pomatsi i Turtsi 19441989,
Sofya
2000;
Evgeniya
Krăsteva-Blagoeva,
“Za
Imenata
i
Preimenuvaniyata na Bălgarite Myusyulmani (1912-2000)”, Ethnologia
Bulgarica, 2 (2001); Evgenia Ivanova, Othvărlenite “Priobšteni” ili Protsesăt,
Narečen “Văzroditelen” (1912-1989), Sofya 2002; Mary Neuburger, The Orient
Within. Muslim Minorities and the Negotiation of Nationhood in Modern
Bulgaria, London 2004; Evgeniya Kalinova, “Nasilieto v Politikata na
Bălgarskata Dăržava kăm Bălgarskite Turtsi”, Istoriya 3 (2004), s. 52-64;
Orlin Săbev, „Stereotipi na Vzaimnoto Văzpriemane meždu Myusyulmani i
Nemyusyulmani i Diskriminatsionni Praktiki”, Otvăd Različieto. Kăm
Tolerantnost i Dialog Meždu Hristiyanstvo i Islyam v Bălgariya, Der. E. Ilieva,
Sofya 2004, s. 34-40; Mihail Gruev / Aleksey Kalyonski, Văzroditelniyat
Protses: Myusyulmanskite Obštnosti i Komunističeskiyat Režim, Sofya 2008.
4 Istinata za “Văzroditelniya Protses”; Angelov, age; Iskra Baeva / Evgeniya
Kalinova, “Văzroditelniyat Protses”. Bălgarskata Dăržava i Bălgarskite Turtsi
(Sredata na 30-te – Načaloto na 90-te Godini na XX vek), cilt 1-2, Sofya 2009.
2
“Yeniden Doğuş” Süreçleri 123
bir ‘yeniden doğuş süreci’ değil, aslında birbirine az çok bağlı
olan birkaç ‘yeniden doğuş süreci’ yaşanmıştır. Bu süreçler
Osmanlı sonrası Bulgaristan devletinin ve toplumunun
gelişmesi bağlamında ele alındığında böyle “büyük siyasi
hata”larının
asıl
veya
muhtemel
nedenlerinin
ortaya
çıkarılmasının mümkün olabileceği kanaatindeyiz. Dolayısıyla
bu yazının amacı söz konusu ‘yeniden doğuş süreçlerini’ genel
hatlarıyla bir arada ve genel bir tarihsel bağlamda gözden
geçirmek ve bu gelişmelerinin temelinde yatan nedenleri ortaya
çıkarmaktır.
Bulgaristan Pomaklarının ve Türklerinin bunun gibi
zorunlu ad değiştirme sürecine maruz kalma olayları Bulgar
milliyetçiliğinin olumsuz hareketlerinin en çok göze çarpan
örneklerini teşkil etseler de, aslında Osmanlı sonrası ulusdevlet kurmayı hedefleyen Bulgaristan’da buna benzer birçok
süreçler yaşanmıştır. Bunlar ‘yeniden doğuş’ süreçlerinden
oluşan bir nevi zincir teşkil etmektedirler. Söz konusu süreçler
birbirine bağlı olarak ve belli başlı bir milliyetçilik programı
bağlamında ele alındığı zaman bu süreçlerin nedenlerini
açıklayan ortak bir ulus-devlet ve milliyetçilik mantığı ortaya
çıkmaktadır. Bu mantık ise Bulgaristan’da Osmanlı mirası olan
ve Bulgaristan tarihinde Osmanlı dönemini andıran her şeyi
yok ederek ve Bulgar topraklarının üzerinden tamamen silerek
tarihin gelişmeleri bakımından bir nevi intikam almaktır.
Aynı zamanda zincir oluşturan bu süreçlerde bir gelişme
söz konusudur. İlk adımların kapsamı ve etkisi daha kısıtlı
olup, 1980’li yıllarda yapılan son adımlar şüphesiz en
radikalidir.
Bulgar hükümetinin Bulgaristan’da Osmanlı mirasını silme
siyasetinin en çarpıcı göstergesi, Osmanlı döneminden kalan
azınlıklarının temsilcilerinin doğumlarında verilen adlarını
baskı uygulayarak zorunlu bir şekilde değiştirmesidir. Bu süreç
iki ana dönem olarak ele alınabilir. 1878-1944 yıllarını
kapsayan ilk dönemde gerçekleştirilen ad değiştirme
kampanyalarının temelinde aşırı Bulgar milliyetçilik duygusu
124 Sabev
ile Ortodoks Kilisesi’nin temsil ettiği aşırı dini duygunun
karışımı yer almıştır. 1944-1989 yıllarını kapsayan ikinci
dönemde ise bu kampanyaların temelinde aşırı milliyetçilikle
komünist ideolojisi karışımı yer almıştır. Hemen şunu belirtmek
lazım ki, bu kampanyalarda bir kişinin adının değiştirilmesiyle
aynı zamanda bu kişinin dini ve milli bilincinin değiştirilmesi
hedefleniyordu. Bu şekilde bir nevi “dini ve etnik mühendislik”
olarak niteleyebileceğimiz bir deneme uygulanmış olduğu
söylenebilir.
Söz konusu kampanyalardan ilki 1912-1913 yıllarında
Birinci Balkan Savaşı esnasında gerçekleştirilmiştir. Savaş
esnasında Bulgar askerinin eline geçen Rodop dağlarında yoğun
olarak yaşayan Pomakların adları Bulgar Patrikhanesi’nin
girişimi sayesinde ve buralarda yeni kurulan Bulgar idaresinin
uyguladığı baskı altında değiştirilmiştir. Bu kampanya
esnasında 150.000 – 200.000 Pomak zorunlu ad değiştirme
uygulamasına maruz kalmıştır. Pomakların gösterdikleri güçlü
direniş sonucunda daha çok onları Hıristiyanlaştırmayı
hedefleyen
bu
uygulamaya
İkinci
Balkan
Savaşı’nın
başlamasıyla son verilmiştir.5
Kişisel adların değiştirilme çabalarının yanı sıra Bulgar
dilini Osmanlı mirası olan Türk sözcük ve ifadelerinden
temizlemek ve yerleşim merkezlerinin Türk kökenli adlarını
Bulgar kökenli adlarla değiştirmek gibi uygulamalar da
yapılmıştır.
Bulgar dilini Türk sözcük ve ifadelerinden temizleme süreci
henüz Bulgaristan’ın Osmanlı idaresinin son döneminde yani
19. yüzyılda başlamış, ancak en belirgin dönemi 1920’li ve
1930’lu yılları olmuştur. Bu sürecinin önderleri Bulgar bilim
adamları ve Bulgar dili uzmanları Aleksandır Teodorov-Balan ve
Stefan Mladenov olmuşlardır. Stefan Mladenov, hemfikri olan
Stefan Popvasilev ile birlikte 1927 yılında Rodna reç (Ana dili)
Svetlozar Eldărov, “Bălgarskata Pravoslavna Tsărkva i Bălgarite
Myusyulmani 1878-1944”, Istoriya na Myusyulmanskata Kultura po
Bălgarskite Zemi, der. S. Ivanova / R. Gradeva, Sofya 2001, s. 592-666.
5
“Yeniden Doğuş” Süreçleri 125
dergisini yayımlamaya başlamıştır. 17 yıl yayını devam eden bu
dergi Bulgar dilini en fazla Türk kökenli (ya da Osmanlı
zamanında Türk dili sayesinde Bulgar diline geçmiş olan Arap
ve Fars kökenli) yabancı dillere has olan kelimelerden
temizlemek politikasına hizmet etmiştir. 1930’lu yılların sonuna
doğru bu dil temizleme politikası aşırı milliyetçi hatta şovenist
boyutlar kazanmıştır.6 Aslında böyle bir gelişme şaşırtıcı
değildir. Çünkü Bulgaristan’da 19 Mayıs 1934 tarihinde askeri
darbe ile İtalya’da Mussolini’nin ve Almanya’da Hitler’in
milliyetçilik anlayışını benimseyen Zveno (Zincir halkası) siyaset
grubu iktidara gelmiştir. Siyasi partileri yasaklamak,
parlamentoyu kapatmak, sansür uygulamak, polisin etkisini
arttırmak, serbest sendikaların yerine devlete bağlı resmi
sendikalar kurmak, özel propaganda direktörlüğü teşkil etmek
gibi birçok alanlarda İtalya ve Almanya’daki siyasi gelişmelere
ayak uyduran Zveno hükümeti yine Osmanlı’dan kalan
yerleşim merkezlerinin Türk adlarını Bulgar adlarıyla
değiştirmiştir.
Aslında bu yönde ilk adımlar 1878-1911 yılları arasında
atılmıştır. Bu dönemde tüm şehir, kasaba ve köylerin yüzde
10,5’ini teşkil eden 423 yerleşim merkezinin çoğunlukla Türk
kökenli olan adları Bulgar kökenli adlarla değiştirilmiştir.
Bundan sonra ad değiştirme sürecinde bir duraklama olduysa
da 1934 yılında Bulgaristan sınırlarında kalan şehir, kasaba ve
köylerin neredeyse üçte birinin yani 1971 yerleşim merkezinin
Türk kökenli adları değiştirilmiştir.7 Bu da aşırı milliyetçi bir
Daha ayrıntılı bilgi için bk. Lyubomir Andreyčin, Iz Istoriyata na Našeto
Ezikovo Stroitelstvo, Sofya 1986.
7 Nikolay Mičev / Petăr Koledarov, Rečnik na Selištata i Selištnite Imena v
Bălgariya 1878-1987, Sofya 1989, s. 8-11; Orlin Sabev, “The Village of
Chikendin/Liliak (Bulgaria): A Place-name Palimpsest”, Uluslararası Osmanlı
ve Cumhuriyet Dönemi Türk-Bulgar İlişkileri Sempozyumu 11-13 Mayıs 2005,
Eskişehir, Türkiye. Bildiriler, Eskişehir 2005, s. 237-242. [Bulgaristan’da yer
isimlerinin değiştirilmesi hakkında ayrıca bkz. Mehmet Hacısalihoğlu, Doğu
Rumeli’de Kayıp Köyler. İslimye Sancağı’nda 1878’den Günümüze Göçler, İsim
Değişiklikleri ve Harabeler, İstanbul 2008, Aynı yazar, “Minorities in the
Balkans and the Issue of Toponymy: The Bulgarian Case”, Proceedings of the
International Conference on Minority Issues in the Balkans and the EU, Eds. M.
Hacısalihoğlu, F. Aksu, Istanbul 2007, s. 61-78, Editörün notu]
6
126 Sabev
siyaset takip eden Zveno’nun Osmanlı mirasının belirtilerinden
birini silme adına gerçekleştirdiği bir kampanya olarak
nitelendirilebilir.
Yine aşırı milliyetçi siyasetin uygulandığı 1937 yılında
Rodop dağlarının merkezi olan Smolyan kasabasında bu
siyasete yatkın olan bazı Pomak entelektüeller Rodina adlı
kültür örgütünü kurmuşlardır. Bu örgüt 1930’lu ve 1940’lı
yıllarda,
1912-1913
yıllarında
uygulanan
başarısız
Hıristiyanlaştırma
kampanyasının
yerine
Bulgarlaştırma
kampanyası uygulamaya çalışmıştır. Temsilcilerine göre
Pomaklar Müslüman ancak etnik köken bakımından Bulgar’dır
ve dolayısıyla İslam geleneğine bağlı olan isimlerinin Bulgar
adları ile değiştirilmesi lazımdı. Bunun dışında Pomak
kelimesinin yerine ‘Müslüman Bulgar’ (bılgaromohamedanin)
ifadesinin kullanılmasını öneriyorlardı. Rodina örgütünün
temsilcileri diğer Pomaklara örnek olup kendi isteği ile adlarını
değiştirmişlerdir. Hâlbuki daha çok telkin yoluyla yapılan bu
kampanya fazla başarılı olamamıştır.8
1940’lı yılların başında Mussolini’nin İtalya’sı ve Hitler’in
Almanya’sı ile siyasi ve askeri ittifak kuran Bulgar hükümeti
Yahudilere karşı aldığı soykırım tedbirleri çerçevesinde
Müslüman Çingeneleri de baskıya tabi tutmuştur. Örneğin
1942 yılında Fakülte (Факултета/Fakulteta) olarak bilinen
Sofya mahallelerinden birinde yaşayan Müslüman Çingenelerin
adları Bulgarlaştırılmıştır.9
Aslında
henüz
1920’li
yılların
sonralarına
doğru
Bulgaristan’da kurulan küçük çapta bazı Faşist örgütler
“Bulgaristan Bulgarlara aittir” sloganı kullanarak burada
yaşayan Türkleri göç etmeleri için zorluyorlardı.10 Zveno siyaset
grubunun iktidara geldiği 19 Mayıs 1934 tarihinin hemen
ardından Türklere karşı baskılar yoğunlaşmıştı. O zamanki
Gruev / Aleksey, s. 13-20.
Elena Marušiakova / Vasil Popov, Tsiganite v Bălgariya, Sofya 1993, s. 87;
Büchsenschütz, age, s. 38.
10 Stoyanov, age, s. 86-87, 89.
8
9
“Yeniden Doğuş” Süreçleri 127
İçişleri ve Dışişleri bakanlıkları arasında Haziran ve Temmuz
1934 tarihli yazışmalarda Türklerin dükkânlarda ve kamuya ait
yerlerde Türkçe konuşmalarının yasaklandığı ve diğer baskılara
maruz kaldıkları dile getirilmiştir.11
1944 yılında Bulgaristan’da yönetimi ele geçiren Komünist
Partisi ilk başta azınlıklara karşı iyi davranmıştır. Hatta Rodina
örgütünün
kampanyası
esnasında
adlarını
değiştiren
Pomaklara 1945 yılında eski adlarını geri almaları için izin
verilmiştir.12 1950’li yılların sonuna kadar Bulgar Komünist
Partisi Uluslararası Komünist Örgütü’nün genel siyasetine
uyarak azınlıklara dini ve kültürel haklar tanımıştır. Ancak
1950’li yılların sonuna doğru Komünist Partisi’nin Müslüman
olan azınlıklara karşı tutumu olumsuz yönde sertleşmiştir.
Türk okulları kapanmış, imam-hatip görevinde bulunan
kişilerin sayısı azaltılmış, Çingene, Pomak ve Tatarların
Türklerden uzak tutulması için özen gösterilmiştir. Özellikle
Türk azınlığın haklarının radikal bir şekilde kısıtlanması 19691978 yılları arasındaki göçlere neden olmuştur.13
1962 yılında Komünist Partisi Pomakların ve Çingenelerin
adlarının Bulgarlaştırılmasını kararlaştırmıştır. Çingenelerin ad
değiştirme süreci ta 1980’li yılların başlarına kadar devam
etmişse
de
sonuçta
Müslüman
Çingenelerin
çoğu
Bulgarlaştırılmıştır. Her zaman olduğu gibi toplumsal yapıda
marjinal bir yere sahip olan Çingeneler arasında gerçekleştirilen
bu uygulama toplumda fazla yankı yaratmamıştır. Pomaklara
gelince biri 1962-1964, diğeri 1970-1974 yılları arasında olmak
üzere iki defa ad değiştirme kampanyası gerçekleştirilmiştir. İlk
kampanya Pirin ve Rodop dağlarında yaşayan Pomakların
arasında jandarma yardımı ile uygulanmış ancak Pomakların
gösterdikleri
sert
direniş
yüzünden
geçici
olarak
durdurulmuştur. 1970-1972 yılları arasında uygulanan ikinci
11
12
13
Baeva / Kalinova, age, cilt 1, s. 9, 43-44.
Gruev / Kalyonski, age, s. 20.
Baeva / Kalinova, age, cilt 1, s. 19-27.
128 Sabev
kampanya Kuzey Bulgaristan’da yaşayan Pomakları da
kapsamış ve askeri baskı uygulanıp başarı ile sonuçlanmıştır.14
Artık 1980’li yıllarda sıra Bulgaristan’ın en büyük azınlığını
teşkil eden Türklere gelmişti. Türklerin Bulgarlaştırılmasına
yönelik ilk fikirlerin resmi olarak 1982 yılında ortaya atılmış
olduğu söylenebilir. O dönemde Devlet Şura Kurulu’nun
başkan yardımcısı ve Toplum Manevi Değerleri Geliştirme Şura
Kurulunun başkanı olan Komünist rejiminin ünlü şair
yazarlarından Georgi Djagarov’un Todor Jivkov’a yazdığı 18
Şubat 1982 tarihli ve İç Milli Birliğin Güçlendirilmesinin Devamı
İçin Faktör Olan Manevi Değerler (Genel Fikirler) başlıklı
raporunda bir sonraki yıllarda atılan adımları yönlendiren esas
fikirler dile getirilmiştir. Söz konusu raporda değişik etnik
azınlıkların temsilcilerinin arasındaki evliliklerin teşvik
edilmesi, “Bulgar milleti” mefhumunun etnik ve dini
farklılıklara bakmaksızın Bulgaristan’da yaşayan tüm insanlar
için kullanılması, Osmanlı mirası olan Türk kökenli yer
adlarının Bulgarlaştırılması ve özellikle Bulgaristan Türklerinin
istilacı olan Osmanlı Türkleri ile hiç bir alakasının olmadığı
doğrultusunda tarihi gerçeklerin gün ışığına çıkarılması
önerilmiştir.15 Henüz aynı yılın içinde evli Bulgar-Türk çiftlerin
Türk asıllı mensuplarının adları değiştirilmeye başlanmıştır. Bu
uygulamalara
karşı
birçok
yerde
tepki
ve
direniş
gösterilmiştir.16 1983 yılında Bulgaristan Türklerinin Sosyalist
Bulgar milletine kazandırılması yönünde fikirler ileri
sürülmüştür.17
Bütün bu fikirler 8 Mayıs 1984 tarihinde resmiyet
kazanmıştır. Bu tarihte Bulgar Komünist Partisi Merkez
Komitesi, Bulgaristan Türklerini sosyalizme ve Bulgaristan
Komünist Partisi’nin politikasına yakınlaştırmak ve kazandırmak
(За по-нататъшно сплотяване и приобщаване на
българските турци към делото на социализма, към
14
15
16
17
Gruev
Baeva
Baeva
Baeva
/
/
/
/
Kalyonski, age, s. 44-87.
Kalinova, age, cilt 1, s. 102-105.
Kalinova, age, cilt 1, s. 113-114, 200-201.
Kalinova, age, cilt 1, s. 126-128.
“Yeniden Doğuş” Süreçleri 129
политиката на Българската комунистическа партия) için
önemli bir karar almıştır.18 Söz konusu karara göre
Bulgaristan, sınırlarında tek bir ulusun yaşadığı bir devlet olup
Osmanlı döneminden beri Bulgaristan topraklarında yaşayan
Türklerin tarihi kaderi Komünist Partisi’nin önderliğinde olan
Bulgar milletine bağlıdır. Ancak bir yandan Türklerin Bulgar
toplumuna pek büyük yakınlık göstermemeleri, öte yandan
birçok Bulgar arasında Türklere karşı hala olumsuz bir
davranışın mevcut olduğu yönünde gerçekler de itiraf edilmiştir.
Dolayısıyla Bulgaristan’da yaşayan Bulgar çoğunluk ile Türk
azınlık arasında bir yakınlık teşkil edilmesinin gerekli olduğu
dile getirilmiştir. Ancak yakınlaştırmak için zorunlu etnik
asimilasyon
metot
olarak
asla
uygulanamaz
ifadesi
kullanılmıştır. Bunun yerine asimilasyonu kolaylaştıran
tedbirlerin
uygulanması
tavsiye
edilmiştir.
Örneğin
Bulgaristan’ın dört bir yanından Bulgarların, Türklerin yoğun
olarak
yaşadıkları
bölgelere
yerleştirilmeleri
tavsiye
edilmektedir. Bunun yanı sıra Bulgar-Türk evliliklerinin
çoğalması için de tedbirler alınmıştır. Yeni evlenmiş BulgarTürk çiftlere ev için faizsiz kredi verilmesi, bunların
çocuklarının ücretsiz kreşe ve anaokuluna alınması19 ve en
önemlisi de bu çocuklara mecburen Bulgar adı verilmesi gibi
kararlar alınmıştır. Aynı kararnamede 1985 yılının sonuna
kadar tüm yer adlarının Bulgarlaştırılması kararlaştırılmıştır.
Yazımızın başında bahsettiğimiz Komünist Partisi’nin
önderlerinden olan Georgi Atanasov, 20 Haziran 1984 tarihinde
düzenlenen Bulgar Komünist Partisi il komite sekreterlerinin
toplantısında bu kararname ile ilgili önemli açıklamalar
yapmıştır.20 Bu açıklamada Türk dilinde konuşmanın aile
dışında yasaklanacağı dile getirilmiştir.
Bulgaristan Devlet Arşivi’nde saklanan bu belgelerde ad
değiştirme gibi bir tedbir alınması tavsiye edilmemiştir. Hatta 8
Veselin Angelov, age, s. 118-134; Baeva / Kalinova, age, cilt 1, s. 152-160.
Bu uygulama aslında Osmanlı’da din değiştirenlere verilen kisve bahası
yani yeni Müslüman olanlar için verilen giyim parasına benzetilebilir.
20 Veselin Angelov, age, s. 135-143.
18
19
130 Sabev
Mayıs 1984 tarihli kararın alınmasından önce Todor Jivkov’un
Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi’ne yazdığı raporda,
Bulgaristan Türklerinin Osmanlı döneminde Türkleştirilmiş
olan Bulgarların varisleri olduğunu kanıtlama çabalarının
“büyük bir siyasi hata” olacağı ifade edilmiştir. Ancak Jivkov’un
tembihleri sadece fazla tepki yaratmamak adına bir taktik
olarak
nitelendirilebilir.
Çünkü
Jivkov
aynı
yazıda
“Türkleştirilmiş Bulgar olup olmadıkları şu an önemli değil” diye
yazmıştır.21
Söz konusu kararname doğrultusunda sadece evli TürkBulgar çiftlerin Türk adını taşıyan mensuplarının adlarının
Bulgar adı ile değiştirilmesine girilmişken, 1984 yılının sonuna
doğru Güney Bulgaristan’da, daha doğrusu Kırcali, Haskovo,
Filibe (Plovdiv) ve Smolyan bölgelerinde yaşayan tüm Türklerin
adları zorunlu olarak hükümet tarafından değiştirilmiştir.
Hükümetin takip ettiği siyasetin sertleşmesi ilk başta sadece
Türk-Bulgar evliliklerde ad değiştirme kampanyasına karşı
gösterilen tepki ve direniş ve bununla ilgili 30 Ağustos 1984
tarihinde Filibe ve Varna’da gerçekleştirilen bomba patlamaları
gibi terör olaylarına bağlanabilir. Kasım 1984 tarihine kadar ad
değiştirme kampanyası daha eskilerde Bulgarlaştırılmamış
Pomaklarla ve evli Türk-Bulgar çiftlerle sınırlı iken, Aralık
ayında artık tüm Türklerin adlarının zorunlu olarak
değiştirilmesine varılmıştır.22 Bu yeni gelişmeler İçişleri
Bakanlığı’nda 4 Ocak 1985 tarihinde düzenlenen toplantıda
değerlendirilmiştir. Bu toplantıda Blagoevgrad bölgesindeki
gelişmeleri aktaran Dragov, ad değiştirme kampanyası sadece
evli Türk-Bulgar çiftlere sınırlı kalırsa problem tamamen
çözülmemiş olacağından tüm Türklerin adlarının değiştirilmesi
yoluna gidildiğini dile getirmiştir.23
Bulgar araştırmacılar Evgeniya Kalinova ve Iskra Baeva,
belgesel bir kanıt göstermeden tüm Bulgaristan Türklerinin
adlarının değiştirilmesi için kararın, 1984 yılının sonuna doğru
21
22
23
Baeva / Kalinova, age, cilt 1, s. 160-162.
Baeva / Kalinova, age, cilt 1, s. 193-195.
Baeva / Kalinova, age, cilt 1, s. 200-216.
“Yeniden Doğuş” Süreçleri 131
şahsen Todor Jivkov ve en yakın çevresinde bulunan kişiler
tarafından alındığını ileri sürmektedirler.24 Bu görüş mantığa
en yakın olmakla beraber şunu belirtmeliyiz ki, araştırmacıların
arşivlerde büyük çabalarla aradıkları ve şu ana kadar bir türlü
bulamadıkları tüm Bulgaristan Türklerini kapsayan son ad
değiştirme kampanyasının gerçekleştirilmesini kararlaştıran
herhangi bir resmi kararname yazılı bir şekilde büyük bir
ihtimalle aslında hiçbir zaman mevcut değildi. Yani Aralık 1984
– Ocak 1985’teki geniş kapsamlı gelişmeler hiçbir resmi karar
olmadan gerçekleştirilmiştir. Sadece Bulgar’la evli olan
Türklerin isimlerinin Bulgarlaştırılması için resmi olarak
alınmış bir karar varken gerçekte totaliter devletin sınırsız gücü
sayesinde tüm Türklerin isimleri değiştirilmiştir.
18 Ocak 1985 tarihinde düzenlenen Bulgar Komünist
Partisi İl Komite Sekreterlerinin Toplantısında ad değiştirme
kampanyasının başarıyla sonuçlandığı dile getirilmiştir. Bu
toplantıda Todor Jivkov artık “sözde Bulgar Türkleri” ifadesi
kullanıp, Bulgaristan Türklerinin Osmanlı döneminde asimile
edilmiş Bulgarlar olduğunun kanıtlandığını söylemiştir.25
Kampanya ilk önce Bulgaristan çapında değil sadece Güney
Bulgaristan’da
uygulanıp
hükümet
tarafından
başarılı
bulunmuş, 18 Ocak 1985’ten sonra Kuzeydoğu Bulgaristan’da
yaşayan Türklerin arasında da askeri ve jandarma gücü
kullanılarak başarıyla uygulanmıştır. Burada daha önceleri
Pomaklara karşı uygulanan ad değiştirme stratejisi aynen
uygulanmıştır.
Bu arada 11 Ocak 1985 yılında Bulgar cumhurbaşkanı
Todor Jivkov, Türk cumhurbaşkanı Kenan Evren’in ad
değiştirme haberleri ile ilgili Sofya’ya göndermiş olduğu
temsilcileri Sedat Güneral ve Baki İlkin ile görüştüğünde Bulgar
yasalarına göre herkesin adını değiştirebileceğini ifade etmiştir.
Ancak Jivkov, adın değişmesinin dinin, kültürün ve milli
bilincin değiştiği anlamına gelmediğini söyleyerek Kenan
Baeva / Kalinova, age, cilt 1, s. 29.
Istinata za “Văzroditelniya Protses”, s. 21; Baeva / Kalinova, age, cilt 1, s.
217-218.
24
25
132 Sabev
Evren’in temsilcilerinin vasıtasıyla ifade ettiği endişesini
yatıştırmaya çalışmıştır. Aynı görüşmede Jivkov, Bulgaristan
hükümetinin çok önemli bir görüşünü de ifade etmiştir. Bu
ifadeye göre Bulgaristan hükümeti 200.000-300.000 kişinin göç
etmesi için hazırdır.26 Bu şekilde tam ad değiştirme kampanyası
esnasında, yani 1985 yılının başlarında Bulgar hükümetinin
dört yıl sonra gerçekleştirilen göç ihtimalini göz önünde
bulundurmakta olduğu görülmektedir. Öte yandan ise resmi
Türk diplomatlarına söylenen bu söz, 1989 yılında gerçekleşen
Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye az çok zorunlu olarak toplu
göçünün Türk hükümeti için beklenmedik bir olay olduğu
doğrultusundaki yorumları yalanlamaktadır.
Aslında bu görüşmede dile getirilen diplomatik ifadeler bir
hafta sonra, yani 18 Ocak 1985 tarihinde düzenlenen
toplantıda söylenenlerle kıyaslandığında Jivkov’un tavrının
ikiyüzlü olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü 18 Ocak tarihli
toplantıda Bulgaristan Türklerinin tümünün Bulgar kökenli
olduğu, adlarının değiştirilmesi ile tarih bakımından Türk
esaretinin, yani Osmanlı mirasının son izlerinin nihayet
silinmiş olduğu, bu şekilde bu azınlığın artık Türklükten
kopmuş olduğu görüşü savunulmuş ve bundan sonra bu
azınlıkta Bulgar milli bilinci ve vatanseverlik duygusu yaratmak
gerektiği ifade edilmiştir.27 Aynı toplantıda Todor Jivkov, adların
değiştirilmesinin “bu halkın Türk esaretinden kurtuluşunun
kutlandığı bir bayram haline gelmesi gerektiğini” belirtmiştir.
Bunun yanı sıra yine 18 Ocak 1985 tarihli toplantıda
Jivkov, adların değiştirilmesiyle Bulgarlaştırma sürecinin
bitmediğini, ancak bunun önemli bir tarihi adım olduğunu
belirtmiştir.28 Bu bağlamda Osmanlı dönemi ile ilgili Bulgar
tarih yazıcılığının genel tezi de değişmiştir. Daha önceki
dönemlerde Osmanlı belgelerine dayanarak Osmanlı zamanında
Anadolu’dan Bulgar topraklarına Türk ve Müslüman nüfusu
kolonizasyonlarının gerçekleştirildiğini kabul eden Bulgar tarih
26
27
28
Angelov, age, s. 152-160.
Istinata za “Văzroditelniya Protses”, s. 21-26; Angelov, age, s. 160-171.
Veselin Angelov, age, s. 171-176; Baeva / Kalinova, age, cilt 1, s. 218.
“Yeniden Doğuş” Süreçleri 133
yazıcılığı, 1985’ten itibaren kolonizasyon kelimesini tamamen
silmiş ve Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslüman
toplulukların Osmanlı devletinin uyguladığı İslamlaştırma
politikası sayesinde ortaya çıktıklarını iddia etmiştir.29
Todor Jivkov, Bulgar Komünist Partisi Merkez Komitesi
Sekretaryasının 30 Mart 1985 tarihinde gerçekleştirilen
toplantısında Bulgaristan Türklerinin adlarının değiştirilmesi ile
bu azınlıkla ilgili geçmişten kalan problemlerin çözülmesi için
önemli bir adım atıldığını, 15-20 sene içinde bu problemlerin
çözülüp tamamen unutulacağını ve bundan sonra İslam diniyle
bağlarının tamamen kesilmesi için tedbirler alınması gerektiğini
dile getirmiştir.30
Bütün bu hareketler sadece Komünist rejimi tarafından
yapılan ad değiştirme kampanyalarının değil, Osmanlı sonrası
genel olarak Bulgar hükümetlerinin takip ettiği siyasetin
bağımsız ve ulus-devlet olmayı hedefleyen Bulgaristan’ın
Osmanlı mirasından rahatsız olmasının31 ve dolayısıyla
Osmanlı geçmişini andıran her şeyi yok etmek, hayattan
mümkün olduğu mertebede silmek hedefinin bir simgesidir. Bu
tür siyaset yeni kurulan bir devletin geçmişten kaynaklanan
komplekslerini göstermektedir. Çünkü Bulgar milliyetçiliği
Pomak, Müslüman Çingene, Tatar ve Türk halkı gibi sadece
Söz konusu değişmiş yaklaşımın en belirgin örneği budur: G. Yankov, S.
Dimitrov, O. Zagorov (der.), Problemi na Razvitieto na Bălgarskata Narodnost i
Natsiya, Sofya 1988; Komünizm rejimine ait Bulgar tarih yazıcılığının genel
bir değerlendirmesi için bk. Antonina Želyazkova, “Formirane na
Myusyulmanskite Obštnosti i Kompleksite na Balkanskite Istoriografii”,
Myusyulmanskite Obštnosti na Balkanite i v Bălgariya. Istoričeski Eskizi, Der.
A. Želyazkova, Sofya 1997, s. 11-56; Božidar Aleksiev, “Rodopskoto Naselenie
v Bălgarskata Humanitaristika”, Myusyulmanskite Obštnosti na Balkanite i v
Bălgariya. Istoričeski Eskizi, Der. A. Želyazkova, Sofya 1997, s. 57-112; Evgeni
Radushev, “Komünizmin Çökmesinden Sonra Bulgaristan’da Osmanlı
Araştırmaları. Yeni Bir Yaklaşıma Doğru”, Güneydoğu Avrupa ve Balkanlar’da
Osmanlı Tarihi Araştırmaları ve Tarih Yazıcılığı. Seminer Bildirileri (İstanbul, 12
Temmuz 2008), der. H. Eren, İstanbul 2010, s. 35-40.
30 Istinata za “Văzroditelniya Protses”, s. 31.
31 Bağımsız Bulgaristan’ın Osmanlı mirasına karşı tutumu hakkında bk.
Bernard Lory, Le sort de l’héritage ottoman en Bulgarie. L’example des villes
bulgares 1878-1900, Istanbul 1985; Maria Todorova, Balkan Identities: Nation
and Memory, New York 2004.
29
134 Sabev
Osmanlı döneminde Bulgar topraklarına yerleşmiş veya bu
topraklarda oluşmuş topluluklara karşı olumsuz davranmıştır.
Hitler Almanyasının baskısı altında Bulgaristan’da uygulanan
Yahudi azınlığına karşı bazı olumsuz düzenlemelerin dışında,
genel olarak Bulgaristan hükümetlerinin Ermeni ve Yahudi
azınlıklarına karşı tutumu nispeten iyiydi.
Türk-Müslüman azınlıklarına karşı uygulanan milli ve dini
bilinci çürütme siyasetinin ‘yeniden doğuş’ ifadesi ile
adlandırılması şüphesiz bir şekilde bunu göstermektedir.
Osmanlı mirasının silinmesi için ilk atılan adımlar daha çok
toplumsal boyuttaydı. Bulgar dili Türk kökenli kelimelerden
temizlendi, Türk kökenli yer adları Bulgarlaştırıldı. Bu
doğrultuda son ve en önemli adım ise doğumda verilen kişi
adlarını Bulgarlaştırmaktı. Bu şekilde insanın iç dünyası
olumsuz olarak etkilenmiş oldu. İnsanların kalplerinde yara
açıldı. Ve doğal olarak tepki gecikmedi...
Kaynakça
Aleksiev, Božidar, “Rodopskoto Naselenie v Bălgarskata
Humanitaristika”, Myusyulmanskite Obštnosti na Balkanite
i v Bălgariya. Istoričeski Eskizi, Der. A. Želyazkova, Sofya
1997, s. 57-112.
Andreyčin, Lyubomir, Iz Istoriyata na Našeto Ezikovo
Stroitelstvo, Sofya 1986.
Angelov, Veselin, Strogo Poveritelno! Asimilatorskata Kampaniya
Sreštu Turskoto Natsionalno Maltsinstvo v Bălgariya (19841989). Dokumenti, Sofya 2008.
Baeva, Iskra / Evgeniya Kalinova, “Văzroditelniyat Protses”.
Bălgarskata Dăržava i Bălgarskite Turtsi (Sredata na 30-te –
Načaloto na 90-te Godini na XX vek), cilt 1-2, Sofya 2009.
Büchsenschütz, Ulrich, Maltsinstvenata Politika v Bălgariya.
Politikata na BKP kăm Evrei, Romi, Pomatsi i Turtsi 19441989, Sofya 2000.
Eldărov, Svetlozar, “Bălgarskata Pravoslavna Tsărkva i Bălgarite
Myusyulmani 1878-1944”, Istoriya na Myusyulmanskata
“Yeniden Doğuş” Süreçleri 135
Kultura po Bălgarskite Zemi, der. S. Ivanova / R. Gradeva,
Sofya 2001, s. 592-666.
Fotev, Georgi, Drugiyat Etnos, Sofya 1994.
Gruev, Mihail / Aleksey Kalyonski, Văzroditelniyat Protses:
Myusyulmanskite Obštnosti i Komunističeskiyat Režim,
Sofya 2008.
Höpken, Wolfgang, “From Religious Identity to Ethnic
Mobilisation: The Turks of Bulgaria before, under and since
Communism”, Muslim Identity and the Balkan State, eds. H.
Poulton / S. Taji-Farouki, London 1997, s. 54-81.
Ivanova, Evgeniya, Othvărlenite “Priobšteni” ili Protsesăt,
Narečen “Văzroditelen” (1912-1989), Sofya 2002.
Kalinova, Evgeniya, “Nasilieto v Politikata na Bălgarskata
Dăržava kăm Bălgarskite Turtsi”, Istoriya 3 (2004), s. 5264.
Krăsteva-Blagoeva, Evgeniya, “Za Imenata i Preimenuvaniyata
na Bălgarite Myusyulmani (1912-2000)”, Ethnologia
Bulgarica, 2 (2001).
Levi, Samuel (der.), Istinata za “Văzroditelniya Protses”.
Dokumenti ot Arhiva na Politbyuro na TsK na BKP, Sofya
2003.
Lory, Bernard, Le sort de l’héritage ottoman en Bulgarie.
L’example des villes bulgares 1878-1900, Istanbul 1985.
Ludžev, Dimităr, Revolyutsiyata v Bălgariya 1989-1991. Kniga
1, Sofya 2008.
Marušiakova, Elena / Vasil Popov, Tsiganite v Bălgariya, Sofya
1993.
Mičev, Nikolay / Petăr Koledarov, Rečnik na Selištata i Selištnite
Imena v Bălgariya 1878-1987, Sofya 1989.
Mihaylov, Stoyan, Văzroždenskiyat Protses v Bălgariya, Sofya
1992.
Neuburger, Mary, The Orient Within. Muslim Minorities and the
Negotiation of Nationhood in Modern Bulgaria, London 2004.
Radushev,
Evgeni
“Komünizmin
Çökmesinden
Sonra
Bulgaristan’da Osmanlı Araştırmaları. Yeni Bir Yaklaşıma
Doğru”, Güneydoğu Avrupa ve Balkanlar’da Osmanlı Tarihi
136 Sabev
Araştırmaları ve Tarih Yazıcılığı. Seminer Bildirileri (İstanbul,
12 Temmuz 2008), Der. H. Eren, İstanbul 2010, s. 35-40.
Sabev, Orlin, “Stereotipi na Vzaimnoto Văzpriemane meždu
Myusyulmani i Nemyusyulmani i Diskriminatsionni
Praktiki”, Otvăd Različieto. Kăm Tolerantnost i Dialog meždu
Hristiyanstvo i Islyam v Bălgariya, Der. E. Ilieva, Sofya
2004, s. 34-40.
Sabev, Orlin, “The Village of Chikendin/Liliak (Bulgaria): A
Place-name
Palimpsest”,
Uluslararası
Osmanlı
ve
Cumhuriyet Dönemi Türk-Bulgar İlişkileri Sempozyumu 11-13
Mayıs 2005, Eskişehir, Türkiye. Bildiriler, Eskişehir 2005, s.
237-242.
Stoyanov, Valeri, Turskoto Naselenie v Bălgariya Meždu
Polyusite na Etničeskata Politika, Sofya 1998.
Todorova, Maria, Balkan Identities: Nation and Memory, New
York 2004.
Trifonov, Stayko, “Myusyulmanite v Politikata na Bălgarskata
Dăržava (1944-1989)”, Stranitsi ot Bălgarskata Istoriya.
Săbitiya, Razmisli, Ličnosti. Čast 2, Sofya 1993, s. 211-224.
Yankov, G. / S. Dimitrov / O. Zagorov (der.), Problemi na
Razvitieto na Bălgarskata Narodnost i Natsiya, Sofya 1988.
Zagorov, Orlin, Văzroditelniyat Protses. Teza-Antiteza. Otritsanie
na Otritsanieto, Sofya 1993.
Želyazkova, Antonina, “Formirane na Myusyulmanskite
Obštnosti i Kompleksite na Balkanskite Istoriografii”,
Myusyulmanskite Obštnosti na Balkanite i v Bălgariya.
Istoričeski Eskizi, Der. A. Želyazkova, Sofya 1997, s. 11-56.
1984–89 DÖNEMİ TÜRKİYE’NİN BULGARİSTAN
POLİTİKASI VE 89 GÖÇÜ*
Ömer Engin LÜTEM
1984-1989 yılları arasında Türkiye’nin
politikasını inceleyebilmek için iki ülkenin
Savaşı’ndan sonra olan ilişkilerine kısa bir
gerekmektedir.
1946–1984
İlişkileri
Yılları
Arasında
Bulgaristan
II. Dünya
göz atmak
Türkiye-Bulgaristan
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin Bulgaristan
Politikasını belirleyen başlıca iki öğe bulunduğu görülmektedir.
Bunların birincisi Bulgaristan’ın Varşova Paktı üyesi olması,
ikincisi ise Bulgaristan’daki Türk azınlığının durumudur.
II. Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği tarafından işgal
edilen Doğu Avrupa ülkeleri gibi Bulgaristan’da da bir
Komünist rejim kurulmuş ve diğerleri gibi Bulgaristan da
Varşova Paktı üyesi olmuştu. Savaş sonrasında Sovyetler
Birliğinin Türkiye’den Kars ve Ardahan illerini ve Boğazların
kontrolünü istemesi, bu ülkeye ve onun müttefiklerine karşı,
haklı olarak, bir güvensizliğin doğmasına, hatta onun da
ötesinde bu ülkelerin bir tür düşman olarak algılanmasına
neden olmuştur. Sovyet tehdidine karşı Türkiye’nin Batılı
ülkelerle işbirliği yoluna gitmesi ve NATO ittifakına kabul
edilmesi, bu kez Sovyetler Birliği ve müttefiklerinin Türkiye’yi
potansiyel düşmanlar arasında görmeleri sonucunu vermiştir.
Bu yazımız 1983-1989 yılları arasında Bulgaristan’daki Büyükelçilik
görevimiz sırasında edindiğimiz kişisel bilgi ve bunlara dayanan görüş ve
düşüncelerimizi
içermektedir.
Bu
nedenle
yazımız
için
kaynak
gösterilmemiştir. Yazımızda değindiğimiz olayların 1987 yılı sonuna kadar
olanları hakkında Türk Bulgar İlişkileri 1983–1989 başlıklı kitaplarımızda
ayrıntılı bilgi mevcuttur. (Türk Bulgar İlişkileri 1983–1989, Cilt I, 1983- 1985,
ASAM, Ankara 2000; Cilt II, 1986–1987, ASAM, Ankara 2000).
*
138 Lütem
Bu açıdan bakıldığında Türkiye, ABD’nin özel konumu istisna
edilirse, Batı Almanya ile birlikte Soğuk Savaşın etkilerinin en
fazla hissedildiği ülke olmuştur.
Türkiye ve Bulgaristan’ın karşıt iki ittifak grubunda yer
almaları, aralarında mevcut işbirliğinin çok azalması sonucunu
vermiştir. Bulgaristan ekonomisinin COMECON aracılığıyla
Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerine bağlanması, iki ülke
arasında esasen fazla olmayan ticaret ilişkilerini ihmal edilebilir
bir düzeye indirmiştir. Kültürel alanda yine fazla olmayan
ilişkiler neredeyse tamamen ortadan kaybolmuştur. İşbirliğinin
mevcut olduğu tek alan, her iki ülke de diğerini transit geçişler
için kullanmak zorunda olduğundan, ulaştırmadır; ancak savaş
sonrasında bu alanda fazla bir etkinlik olmamıştır. Şurasını
belirtmek gerekir ki bu olumsuz tablo bir “Demirperde”nin ikiye
ayırdığı tüm Avrupa için geçerlidir. Soğuk Savaş adı verilen bu
durum, 1953’te Stalin’in ölümüne kadar olan dönemde şiddetle,
izleyen on yıl içinde ise göreceli bir şekilde azalarak sürmüş,
ilişkilerde yumuşama anlamına gelen “détente” dönemiyle son
bulmuştur. “Détente”, barış için tehlikeli bunalımlara son
vermiştir; ancak iki blok arasında işbirliğinin gelişmesi uzun
yıllar almıştır.
Türk Azınlığının Durumu ve 1950–1951 Göçleri
Türkiye-Bulgaristan ilişkilerini etkileyen ikinci öğe,
Bulgaristan’da nüfusun % 10’unu aşan oranda bir Türk
azınlığının bulunmasıdır. Bu azınlık, 1878’de Bulgaristan’ın
özerkliğini kazanmasını izleyen yıllarda “yabancı” olarak
görülmüş ve bu nedenle Türklerin (ve diğer Müslümanların),
Bulgaristan’ın
siyasal
yaşamına
katılması
önlenmeye
çalışılmıştır. Daha sonra, yaklaşık 20. asrın başlarında tek
uluslu bir Bulgaristan yaratmak düşüncesinin ortaya
çıkmasıyla bu azınlıktan kurtulmak fikri doğmuş, ancak
Bulgaristan’ın nispeten küçük bir nüfusa sahip olması ve
özellikle tarımda el emeğine gereksinim duyulması nedeniyle
Türk ve diğer Müslüman azınlıkları asimile etme politikası
izlenmeye başlanmıştır. Ancak, Osmanlı Devletinin ve onu
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 139
izleyerek Türkiye’nin Türk azınlığı ile yakından ilgilenmesi,
diğer yandan savaşlar (Balkan Savaşları ile I. ve II. Dünya
Savaşları), bu politikanın sistemli bir şekilde uygulanmasını
güçleştirmiştir.
Bulgaristan’da, Komünist rejimin iş başına geldiği ilk
yıllarda asimilasyon politikasına kısa bir süre ara verilerek,
Türklerin (ve diğer azınlıkların) kendi kültürlerini korumalarına,
hatta geliştirmelerine izin verilmiş, buna karşın Komünizm
ideallerini benimsemeleri için çalışılmıştır. Ancak, hemen hepsi
tarımda çalışan Türklerin uygulanmak istenen kolektifleştirme
önlemlerine direnmeleri sonucunda, özellikle faal olanlardan
kurtulmak için, Türkiye’ye göçe izin verilmiş ve bazı kişiler de
bu arada sınır dışı edilmiştir. Bu çerçevede, 1950–1951
yıllarında, yaklaşık 150.000 kişi Türkiye’ye göç etmiştir. Bu
süreç iki ülke arasında bazı gerginliklere neden olmuş ve Türk
sınırı iki kez kapatılmıştır.
Söz konusu göçlerden sonra Bulgaristan’ın asimilasyon
politikasına geri döndüğünü, ancak Türkiye ile yeni bunalımlar
çıkmaması için, bu politikanın uzun yıllara yayıldığını
görüyoruz. Başlıca, asimilasyon aracı olarak Türkçe eğitimin
tedricen ortadan kaldırılması seçilmiştir. II. Dünya Savaşı’ndan
sonra, Türk/Müslüman vakıflarının devletleşmesine paralel
olarak Türk okulları da devletleştirilmiş, ancak Türkçe eğitim
devam etmiştir. 1959 yılında Türk okulları Bulgar okullarıyla
birleştirilmiş ve Türkçe derslerin sayısı azaltılmıştır. 1974
yılında ise tüm dersler Bulgarca olmuş ve Türkçe seçimlik ders
haline getirilmiş, ancak bazı caydırıcı uygulamalarla Türkçe
dersleri verilmemiştir. Kısaca, II. Dünya Savaşı sonrasında, 28
yıl içinde, Bulgaristan’da Türkçe eğitim ortadan kaldırılmıştır.
Buna paralel olarak, Türkçe kitap basımı tedricen azaltılmış,
sonra durmuştur. Türkçe gazete ve dergiler de aynı süreci
izlemiş, sonunda, yarısı Bulgarca olmak üzere bir Türkçe gazete
ve bir derginin çıkmasına izin verilmiştir.
1962 Küba bunalımından sonra, Sovyetler Birliği ile ABD
ilişkilerine hâkim olan yumuşama Avrupa’da da ektisini
140 Lütem
göstermiş ve bu “détente” döneminde, iki blok ülkeleri arasında
sınırlı da olsa bazı alanlarda işbirliği başlamış ve bu arada,
özellikle ekonomik ilişkilerde kısa zamanda bir canlanma
görülmüştür.
1968 Göç Anlaşması
Türkiye-Bulgaristan ilişkileri de bu akımdan etkilenmiş ve
1964 yılından başlamak üzere, mevcut sorunları çözmek ve
işbirliğini geliştirmek için bazı temas ve çalışmalar yapılmış;
bunlarda, Türk azınlığının durumu en güç sorun olarak ortaya
çıkmıştır. Türkiye, asimilasyon politikalarına son verilmesini
istemekle beraber, gerçekçi bir davranışla bunu bir ön koşul
olarak ileri sürmemiş ve arzu eden Türklerin Türkiye’ye göçü
üzerinde durmuştur. Bulgar tarafı ise, göçe razı olmakla
beraber, el emeğine duyulan ihtiyaç nedeniyle göç edeceklerin
sayısını sınırlandırmaya çalışmıştır. Uzun süren müzakereler
sonunda,
1968
yılında,
taraflar
bir
göç
anlaşması
imzalamışlardır. Bu anlaşma çerçevesinde, on yıllık bir dönem
içinde, 130.000 kadar Türk Türkiye’ye göç etmiştir.
Böylelikle Türklerle ilgili sorunun kısmen çözüme
kavuşmasından sonra, 1968–1984 yılları arasında yaklaşık 15–
16 yıllık bir dönemde iki ülke arasındaki ilişkilerde ciddi bir
düzelme olmuş ve işbirliğinde de artma gözlemlenmiştir. Buna
paralel olarak da her düzeyde resmi ziyaretler artmıştır. Bir
önceki döneme göre ilişkilerde adeta bir bahar havası esmesine
rağmen, esasta ilişkilerdeki iyileşme ve işbirliğindeki artma
sınırlı kalmıştır. Bunun nedeni, yukarıda da değindiğimiz gibi,
iki ülkenin ayrı siyasi bloklarda yer alması, ekonomik alanda
ise Bulgaristan’ın COMECON ülkeleriyle ilişkilere öncelik
vermek zorunda olmasıdır. Bu dönemde ilişkilerin gerçekten
geliştiği tek alan ulaştırma olmuştur. Avrupa’daki Türk işçileri
Türkiye’ye gelmek ve çalıştıkları ülkelere dönmek için
karayolunu tercih etmişlerdir; bu da her yıl yaklaşık 3 milyon
Türkün
Bulgaristan’dan
geçmesi
sonucunu
vermiştir.
Bulgaristan da, döviz deposu olarak görülen Arap ülkelerine
kamyonlarla yaptığı yiyecek maddelerin ihracatı için Türkiye
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 141
yollarını kullanmıştır. Zamanla, Avrupa ülkelerine ihracatı
artan Türkiye de Bulgar yollarından yararlanmaya başlamıştır.
İki ülke arasındaki bu göreceli iyileşmeye rağmen,
Bulgaristan’daki Türkler konusunun, Bulgar devlet adamlarıyla
yapılan görüşmelerin hemen hepsinde dile getirildiği
tutanaklarında görülmektedir. Üzerinde durulan başlıca
konular, göç eden Türklerin Bulgaristan’da ödedikleri sosyal
sigorta veya emeklilik primlerinin kendilerine iadesi,
Bulgaristan’da Türkçe eğitime yeniden başlanması ve
parçalanmış ailelerin birleşmesine (1968 anlaşmasıyla göç
edenlerin Bulgaristan’da kalan aile bireylerinin de Türkiye’ye
göç etmesi) izin verilmesidir. Bulgar makamları bu talepleri
reddetmemekle beraber kabul de etmemiştir ve Bulgaristan’daki
Türkler konusunun kendileri için kapanmış olduğunu
hissettirmişlerdir.
Asimilasyon Kampanyasının Başlaması, Türkiye’nin
Tepkileri, Bulgaristan’a karşı Yeni Bir Politika İzlenmesi
1983 yılı Eylül ayında Türkiye Büyükelçisi olarak
Bulgaristan’da göreve başladığımda, başta Başkan Jivkov,
Başbakan Filipov, Dışişleri Bakanı Mladenov ve Meclis Başkanı
Stanko Todorov olmak üzere ziyaret ettiğim hükümet erkânı ve
yüksek dereceli memurlar tarafından gayet iyi bir şekilde
karşılandım.
Herkes,
Türkiye-Bulgaristan
ilişkilerinin
öneminden ve iki ülke arasındaki işbirliğini arttırma gereğinden
bahsetti, ancak ortaya somut bir öneri atılmadı. Bu arada,
görüştüğüm kişilerin hiçbirinin değil doğrudan, dolaylı bir
şekilde dahi olsun, Bulgaristan’daki Türklerden bahsetmediği
özellikle dikkatimi çekti. Bir süre sonra bu konuyu kendim
açmaya başladım. Bulgaristan Türklerinin iki ülkenin de dilini
ve kültürünü bilen kişiler olarak Türkiye ve Bulgaristan
arasında
köprü
oluşturması
gerektiğini
belirttim.
Muhataplarım beni nazik bir şekilde dinlemekle yetindiler ve bir
fikir ileri sürmediler. Bu arada hiç biri Bulgaristan’da Türk
bulunduğu anlamına gelecek bir söz sarf etmedi. Bu husus
özellikle önemlidir; zira yaklaşık bir yıl sonra ad değiştirme
142 Lütem
kampanyası başlayınca bize,
itirazlarımıza cevaben,
Bulgaristan’da Türk olmadığı, Türk olarak bilinen kişilerin
Türkiye’ye göç etmiş olduğu şeklinde cevaplar verilecektir.
1984 yılı başlarında, Kırcali’den bazı Türklerin adlarının
Bulgar adlarıyla değiştirildiğine dair şikâyetler alınmaya
başlandı; ancak bunların sayısı azdı ve çoğu Pomak kökenli
oldukları için adlarının değiştirildiği anlaşılıyordu. Bilindiği
üzere Pomakların Müslüman adları 1970’li yılların başında
Bulgar adlarıyla değiştirilmişti. 1984 sonuna doğru yine
Kırcali’den bu kez yoğun bir şekilde adların değiştirildiği
haberleri gelmeye başladı. Bu kez sistemli bir ad değiştirme
kampanyasının yürürlüğe sokulduğu anlaşılıyordu. Bu olay
hakkında, ölenler de olmasına rağmen, Bulgaristan’da hiçbir
haber yayımlanmadı. Ankara ise gerek bizim raporlarımızdan,
gerekse Türkiye’deki Bulgaristan göçmeni vatandaşlarımızın
şikâyetlerinden dolayı durumdan haberdardı, ancak hiç tepki
gösterilmiyordu. Anlaşılan, olaylara teşhis koymakta güçlük
çekiliyordu. İzin alarak Ankara’ya gittim ve başta Dışişleri
Bakanı Halefoğlu olmak üzere ilgili kişilere durumu tekrar
anlattım. Ankara’da cevap aranan başlıca soru Bulgaristan’ın
Türkiye ile arasında ciddi gerginlik yaratacak bu uygulamaya
neden
giriştiği
ve
Sovyetler
tarafından
desteklenip
desteklenmediğiydi.
Ankara, konuyu en üst düzeyde ele almanın doğru olacağı
düşüncesiyle, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Sedat
Güneral’ın Başkan Jivkov ile görüşmek üzere Sofya’ya
gönderilmesine karar verdi. 11 Ocak 1985 tarihinde yapılan bu
uzun görüşmede Jivkov ad değiştirme kampanyasını reddetti.
Bazı kişilerin kendi kararlarıyla Bulgar adı aldıklarını söyledi.
Bulgaristan’daki Türklerin Türk ulusunun değil, Bulgar
ulusunun bir parçası olduğunu ve kaderlerinin Bulgar
ulusunun kaderine bağlı bulunduğunu ifade etti. Türkiye ile iyi
komşuluk içinde olmanın değişmez politikaları olduğunu,
toprak dâhil Türkiye’den hiçbir talepleri olmadığını söyledi.
Ayrıca, Ermeni ve Kürt iddialarını desteklemediği için tehditler
aldığını, Türkiye’ye göç eden “Bulgarların” adlarını değiştirdiğini
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 143
(göçmenlerin kendilerine soyadı almalarını kastediyor) ve
Türkçeden başka dillerin yasaklandığını (?) ileri sürdü.
Ardından, kapsamlı (200 ilâ 300 bin kişi) bir göç anlaşmasına
razı olabilecekleri ve ayrıca, soydaşlarımıza karşı Bulgar
polisinin güç kullanması olaylarını kastederek, bunlara karşı
önlem alınacağını ima etti. Güneral kendisine uygun cevaplar
verdi.
Bu görüşmeden çıkarılması gereken normal sonuç,
Türkiye’nin şikâyetleri karşısında Bulgar Devlet Başkanının ad
değiştirme kampanyasını durdurmazsa bile hafifleteceği ve yeni
bir göç anlaşması imzalamak yoluyla da bu konuya daha köklü
bir çözüm getirmeyi düşündüğü idi. Ancak, kampanya
durmadığı gibi, Deliorman’da da uygulanmaya başlandı ve göç
anlaşması önerilerimiz kesinlikle reddedildi. Anlaşılan, Jivkov
ad değiştirmelerin tamamlaması için bizi oyalamak yoluna
gitmişti.
Türkiye’den hemen bir tepki gelmesini önlemek amacıyla ad
değiştirme kampanyasını çok gizli tutmuştu. Alınan duyumlara
göre Politbüro üyelerinden bazıları ve Merkez Komitesi
üyelerinin pek çoğu son dakikaya kadar bu kampanyadan
haberdar olmamış, bir kısmı da kampanya başladıktan sonra
durumu öğrenmişlerdir. Kordiplomatiğin durumu da aynıdır.
Sadece
Büyükelçiliğimiz,
Türklerin
şikâyeti
nedeniyle,
kampanyayı vaktinde duymuştur. Ancak Ankara, ne tür bir
tepki gösterileceğinin saptanamaması nedeniyle hareketsiz
kalmıştır.
Ankara
General
misyonundan
bir
sonuç
çıkmayacağını anladıktan sonra ve Türk basınının tepki
gösterilmesi için ısrarlı talepleri üzerine Ankara harekete
geçmiştir. Bakanlar Kurulu bu konuyu benim de katıldığım ve
açıklamalarda bulunduğum bir toplantıda görüşmüş, T.B.M.M.
de bu konuda gizli bir toplantı yapmıştır. Sonunda, 22 Şubat
1985 tarihinde, Ankara’daki Bulgar Büyükelçisine kısa bir nota
verilmiştir. Notada Türkiye’nin Bulgaristan ile iyi komşuluk
ilişkilerini geliştirmeye önem verdiği belirtiliyor ve iki ülke
arasındaki sorunların, geniş kapsamlı bir göç anlaşması da
dâhil olmak üzere, dışişleri bakanları düzeyinde ele alınıp
144 Lütem
görüşülmesi öneriliyordu. Burada dikkat edilecek nokta,
Ankara’nın ad değiştirme kampanyasına değinmemesi ve
Türklerin adlarının geri verilmesini istememesidir. Bu, kısaca,
“Türkleri istemiyorsanız, biz alırız” demektir. Diğer yandan,
dolaylı bir şekilde, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki iyi
komşuluk ilişkilerinin gelişmesi mevcut sorunların çözümüne
bağlanmıştır. Diğer bir deyimle, Türklerle ilgili sorunlar
çözülmediği sürece iyi komşuluk ilişkileri olmayacağı da ima
edilmiştir.
Bulgaristan bu ılımlı öneriyi kabul etmemiştir. Bunun
sonucu olarak da Türkiye, Bulgaristan’a karşı yeni bir politika
uygulamaya başlamıştır. Bu politikanın üç ana öğesi vardır.
Birincisi, yukarıda da değindiğimiz gibi, asimilasyona tabi
tutulan Türklerin Türkiye’ye göçünün sağlanmasıdır.
İkincisi,
Türklerin
sorunu
çözümleninceye
kadar
Bulgaristan ile olan ilişkilerin asgariye indirilmesidir. Bu
amaçla Türkiye, Bulgaristan ile olan kültür ve spor ilişkilerini
tamamen durdurmuş, ticari ve diğer ekonomik ilişkileri de çok
azaltmıştır.
Üçüncüsü, Bulgaristan Türklerinin durumunun uygun
uluslararası kuruluşlara götürülmesidir.
Bu yeni politikanın uygulanmasını ve alınan sonuçları
aşağıda göreceğiz.
Zorla
Asimilasyon
Kampanyasının
Nedenleri
Asimilasyonu Sağlamak İçin Alınan Önlemler
ve
Önce, Bulgar rejiminin başarıyla yürüttüğü “aşamalı
asimilasyon” olarak tanımlanabilecek politikasını neden terk
ederek, birçok sakıncası bulunan ve sonunda rejimin
devrilmesinin
nedenlerinden
biri
haline
gelen
“zorla
asimilasyon” politikasını uygulamaya başladığı üzerinde
duralım. Hemen belirtmemiz gerekir ki bu sorunun tam cevabı
çok açık değildir. Bilinenler, “zorla asimilasyon”un Jivkov’un ve
yakın çevresince kararlaştırıldığıdır. Bu politika değişikliği için
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 145
duyduğumuz tek neden, Jivkov’un Türkleri Bulgarlaştırmak
yoluyla parti içinde itibarını yükseltmeyi, böylelikle de
koltuğunu sağlamlaştırmayı amaçladığıdır. Ancak, bunu bir
spekülasyon olarak addetmek daha doğru olur; zira Jivkov’un
durumu zaten çok sağlamdı ve parti içinde rakibi yoktu; Lilov
gibi rakip olma potansiyeline sahip olanları da bir yolunu bulup
tasfiye ediyordu. Belki Jivkov Türkleri Bulgarlaştırmak yoluyla
tarihe bir kahraman olarak geçmeyi düşünmüş olabilir.
Bulgaristan’daki aşırı milliyetçi eğilimlerin varlığı dikkate
alındığında bu olasılık güç kazanmaktadır.
Bulgaristan, Türkiye’nin bu konudaki tepkisini geciktirmek
için gayret sarf etmiştir: ancak Türkiye tepki gösterince de
bunu fazla önemsemeden asimilasyon önlemlerini uygulamaya
devam etmiştir. Bunun da makul bir açıklaması yoktur. Akla
gelen, Özal idaresinin ilk yıllarında, 1980 askeri darbesinin bir
devamı gibi görüldüğü, bu nedenle özellikle Avrupa’da fazla bir
itibar sahibi olmadığı, bunun da “zorla asimilasyon”a karşı Batı
dünyasından
gelecek
eleştirileri
sınırlı
tutacağının
hesaplandığıdır. Avrupa ülkelerinin ilk yıllarda soydaşlarımıza
yapılan muameleye, insan haklarının çok açık bir ihlâli
olmasına rağmen, fazla bir tepki göstermedikleri doğrudur,
ancak bu, Komünist ülkelerle iyi ilişkiler sürdürmek
politikasının bir sonucudur. Buna karşın ABD soydaşlarımız
konusunda Türkiye’nin yanında yer almıştır. Bu konuyu
aşağıda göreceğiz.
Zorla asimilasyon olarak bu gün genellikle Türk ve
Müslüman
adlarının
Bulgar
adlarıyla
değiştirilmesi
hatırlanmaktadır. Oysa bu kampanyanın kapsamı çok daha
geniş olup diğer birçok önlemi içermektedir. Bunları kısaca
sıralıyoruz.
1. Birinci sıraya, Türklerin tamamına uygulanan, en fazla
tepki çeken ve bu nedenle de en fazla bilinen ad değiştirmelerini
koymak gerekmektedir. Bu uygulamaya direnen Türklere,
öldürmeden hapse atmaya kadar uzanan sert cezalar
verilmiştir. Ancak, Türk/Müslüman adlarıyla bankadan para
146 Lütem
çekmek, hastaneye gitmek ve işe girmek dâhil hiçbir işlem
yapmak mümkün olmadığından, bir süre sonra, direnen
Türkler de Bulgar adlarını almak zorunda kalmışlardır. Fakat
Türklerin büyük çoğunluğu yeni adlarına karşı olduklarını, bu
ismi değil aile içinde, toplum içindeki çeşitli etkinliklerde de
zorunluluk olmadıkça kullanmamak yoluyla göstermişlerdir.
Yaşlı ve artık çalışmayan Türklerin kendilerine verilmiş Bulgar
adlarını bilmedikleri ve öğrenmek istemedikleri de gözlemlenmiştir.
2. Türkçe konuşmak yasaklanmıştır. Konuşanlardan para
cezası alınmıştır. Asimilasyonun başlıca araçlarından olan bu
önlemin uygulamasının çok zor olduğu görülmüştür. Önce,
resmi dairelerde, okullarda, bankalarda, hatta iş yerlerinde
esasen Bulgarca konuşulduğunu belirtelim. Türkçe yasağına
göre bundan böyle sosyal temaslarda ve aile içinde Bulgarca
konuşulması gerekmektedir ki bunun saptanması kadar
cezalandırılması da zordu. O nedenle, özel gayret gösterilen bazı
kent ve kasabalar hariç, Türklerin aralarında Türkçe
konuşmasına göz yumulmuş, daha doğrusu yumulmak
mecburiyeti doğmuştur.
3. Türk müziği dinlemek yasaklanmıştır. Dinleyenler
cezalandırılmıştır. Bu önlem de, yukarıdaki nedenlerle fazla bir
uygulama görmemiştir. Bu arada, esasen Bulgaristan’da
satılmayan Türk müziği kasetlerinin fiyatlarının çok arttığı,
transit geçen bazı Türk kamyon şoförlerinin kaset ticaretine
başladıkları duyulmuştur.
4. Şalvar gibi geleneksel Türk kıyafetleri yasaklanmıştır. Söz
konusu kıyafetler bazı kırsal bölgelerde nadiren kullanılıyordu.
Bu konudaki yasağın da tam olarak uygulandığı duyulmamıştır.
5. Bulgar radyosunun, Türklerin yoğun olduğu bölgelerde
günde birkaç saat yaptığı yayınlar kaldırılmıştır. Bu önlemin
hayli etkili olduğu, Türklerin Türk radyolarını dinlemeye
çalıştığı, ancak “jamming” (elektronik karıştırma) olduğundan,
bazı yerler hariç, bu radyoların dinlenemediği ve bazı yüksek
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 147
yerler hariç Türk televizyonun izlenemediği görülmüştür.
Zaman içinde Türk radyolarının gücü artmış, buna karşın
“jamming” de bir süre sonra arttırılmıştır. Türkler, dış
dünyadan haber alabilmek için, Amerika’nın Sesi, Radio Free
Europe/Radio Liberty, BBC ve Alman radyolarının Türkçe
yayınlarını dinlemeye başlamışlardır.
6. Yeni Hayat Dergisi ve Yeni Işık gazetesi, Nov Jivot ve
Nova Svetlina adlarıyla sadece Bulgarca çıkmaya başlamıştır.
Bu önlemin etkisinin fazla olduğunu söylemek zordur. Esasen
yarı Türkçe yarı Bulgarca çıkan bu yayınlar, tamamen
Komünist Partisinin kontrolünde olduğundan ve hemen her
zaman propagandaya yönelik yazılar içerdiklerinden zaten fazla
okunmazlardı.
7. Bulgar bayram ve “ritüel”lerinin (adetlerin) uygulanması
mecburiyeti getirilmiştir. Komünist rejim, doğum, evlenme ve
ölüm gibi olaylara şeklen Hıristiyan adetlerini andıran, ancak
hiçbir dini öğe içermeyen bazı usuller saptamıştır. Türkler,
özellikle kırsal kesimde, bunlara uymaz ve geleneksek adetlerini
sürdürürlerdi. Yeni ritüel’ler içinde en fazla tepki çeken,
ölülerin Hıristiyan usulüne benzeyen bir törenle gömülmesi
olmuştur. Bulgaristan’da Türk bulunmadığını kanıtlamak
amacıyla Türklere ait mezar taşlarının kırılması da çok tepki
görmüştür.
8. Zaten az sayıda kalmış olan Türkçe yer adlarının de
Bulgarlaştırılmasına girişilmiştir.
Bu önlemin Türkler üzerinde bir etkisi olmamıştır. Türkler,
resmi işlemler hariç, Türkçe yer adlarını kullanmaya devam
etmiştir.
9. Çocukların daha küçük iken Bulgarlaştırılmasına
çalışılmıştır. Bu bağlamda, Türk çocuklarının Bulgarca
öğrenmesi için kreşlere gönderilmesine önem verilmiş, daha
büyük yaşta olanlar ise okullarda ateist ve Bulgar milliyetçiliği
eğitimine tabi tutulmuştur. Maddi olanakların yetersizliği
nedeniyle kreş uygulamasının yaygın olmadığı duyulmuştur.
148 Lütem
10. İvedi asimilasyon kampanyasından önce de her fırsatta
Türkiye’ye
göç
olmayacağı, yeni
bir
göç
anlaşması
yapılmayacağı dile getirilmiş, böylelikle çok güçlü olan göç
etmek
isteği
önlenmeye
çalışılmıştır.
Ad
değiştirme
kampanyasından sonra bu konu ısrarla ele alınmaya başlanmış
ve böylelikle Türklere, Bulgaristan’da yaşayacakları için,
Bulgarlaşmaları gerektiği anlatılmaya çalışılmıştır 1989 yılında,
yüz binlerce insanın göç etmesi bu konudaki çabaların nafile
olduğunu göstermiştir.
11. Asimilasyon kampanyasından önce de, göç arzusunu
kırmak için, basında Türkiye’yi sistematik bir şekilde kötüleyen
yazılar yayımlanmaktaydı. Bunlara göre, Türkiye’de insanlar
çok fakirdi, sağlık koşulları iyi değildi, işsizlik çoktu, kadınlar
ve çocuklar istismar ediliyordu vs. Kampanya ile birlikte bu tür
yazılar artmıştır. Bunların da Türklere herhangi bir etki
yaptığını söylemek mümkün değildir.
12. Türklerin aslında Osmanlı İmparatorluğu döneminde
zorla Müslüman yapılmış Bulgarlar olduğu yolunda eskiden
beri mevcut bir iddiaya basında geniş şekilde yer verilmeye
başlanmıştır. Bu iddianın Türklerde bir etki yaptığı
görülmemiştir.
Tüm bu önlemler kişisel hak ve özgürlüklerin vahim birer
ihlâlidir. Bu nedenle, insan haklarına da aykırıdır. Ancak,
Bulgar makamlarının ve genelde Komünist Partisi üyelerinin
böyle bir kaygı taşımadıkları ve Türkleri Bulgarlaştırmak için
bu zecri (zorlayıcı) uygulamaları gayet normal karşıladıkları
görülmüştür.
Burada önemli olan bir diğer husus, söz konusu önlemlerin
herhangi bir mevzuata, diğer bir deyimle, hukuksal bir belgeye
dayanmadığı ve resmi makamların fiili bir uygulaması
olduğudur. Oysa normal olarak, kişilerin statüsünde ve
kazanılmış haklarında yapılan değişikliklerin mutlaka hukuki
bir dayanağı olması gerekmektedir. Bu olmadığı için söz konusu
önlemler, “keyfi” nitelik taşımıştır ve hukuk açısından batıl
(geçersiz) olmuştur. Nitekim bu önlemler, 1989 yılı sonunda,
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 149
mevzuatta
bir
kaldırılmıştır.
değişiklik
yapmaya
gerek
kalmadan
Türklerin çok büyük bir kısmının bu asimilasyon
önlemlerinden etkilenmediğini yukarıda belirttik. Kişisel
gözlemlerimiz dışında, bu düşüncemizin kanıtını çok sayıda
Türkün, söz konusu önlemlere direndiği için hapsedilmesi
oluşturmaktadır. Ayrıca, bütün güçlüklere rağmen, bazı Türkler
Bulgaristan’dan kaçmayı başarmışlardır. Bunların en meşhuru
dünya halter şampiyonu olan Naim Süleymanov’tur. Son
olarak, 1989 yılında yaklaşık iki buçuk aylık bir dönemde,
300.000’den fazla Türkün Türkiye’ye göç etmesi ve eğer Türkler
için vize konmasaydı bu rakamın çok daha artacak olması,
zorla asimilasyon önlemlerinin ne derecede tepki çekmiş
olduğunun en çarpıcı kanıtıdır.
Diğer yandan, başta Komünist Partisi üyesi olan Türkler
olmak üzere, büyük şehirlerde oturan ve durumu iyi olan
Türklerden bir kısmının bu önlemleri benimsediği ve hatta
uygulanmasında aktif rol aldıkları bilinmektedir. Ancak,
bunların sayısının az olduğu anlaşılmaktadır.
Krizler Dönemi
Türkiye’nin, Bulgaristan’daki Türklere uygulanan zorla
asimilasyon önlemlerini kabul etmemesi ve bir göç anlaşması
yapılmasında ısrar etmesi; buna karşın, Bulgaristan’ın
ülkesinde Türk olmadığını ve Bulgar Müslümanlarının adlarını
gönüllü olarak değiştirdiklerini iddia etmesi kısa zamanda bir
krize dönüşmüştür. Taraflar hiçbir şekilde uyuşmayan
görüşlerini karşılıklı notalarla birbirlerine bildirmişlerdir. Bu
“notalar düellosu”na bizzat Dışişleri Bakanı Mladenov da
katılarak, Türkiye’yi suçlayan ve protesto etmek isteyen bir
notayı 2 Nisan 1985 tarihinde Sofya’da bana vermek istedi.
Ayrıca, Bulgaristan yollarını kullanan 3 milyon kadar
vatandaşımızın transit geçişlerine müdahale edebileceklerini
şifahen söyledi. Böyle olduğu takdirde bizim de Boğazlardan
geçen Bulgar gemilerine müdahale edebileceğimizi ima ettim ve
iki ülke ilişkilerinin ulaştığı noktada Türkiye’nin hiçbir kusuru
150 Lütem
olmadığını bildirerek protesto notasını reddettim. Bulgarlar
nota vermekle bir sonuç alamayacaklarını anladıktan sonra
karşılıklı nota vermeler de durdu.
1985 yılında, “nota düellosu” ile birlikte Bulgarların bazı
propaganda metotlarına başvurdukları görüldü. Bunlardan biri
üzerinde, ilişkilerde çok büyük gerginlik yarattığından,
durmamız gerekmektedir. 1985 yazında, Viyana’da adının
Yusufov olduğunu ileri süren bir soydaşımız, bir Türk
gazetesinin temsilcisine müracaatla, eziyet gördüğü için
Bulgaristan’dan kaçtığını, Türkiye’ye gitmek istediğini bildirdi.
Gazetenin yardımıyla İstanbul’a getirildi. Burada kısa bir süre
Bulgaristan aleyhindeki söylemini sürdürdü. Sonra ortadan
kayboldu.
Birkaç
gün
sonra
İstanbul’daki
Bulgar
Başkonsolosluğunda
bir
basın
toplantısı
düzenleyerek
kendisinin Türk gizli servisleri tarafından Viyana’dan İstanbul’a
kaçırıldığını, Bulgaristan hakkında konuşmalar yapması için
işkence gördüğünü, tek amacının vatanı Bulgaristan’a dönmek
olduğunu beyan etti. Elçilik binalarının aksine, kişilerin
başkonsolosluklara
sığınması
mümkün
değildi;
ayrıca
başkonsolosluk binaları bulundukları ülke aleyhindeki
faaliyetler için kullanılamazdı. Yusufov’un kaçmasını önlemek
için İstanbul’daki Bulgar Başkonsolosluğu binası sıkı bir
denetime tabi tutuldu. Bulgarlar buna karşın Filibe’deki
Başkonsolosluğumuz binasına girişleri fiilen yasakladılar. Bu
durumda Türkiye, Filibe’deki Başkonsolosluğunu kapatma
kararı
aldı
ve
Bulgaristan’dan
da
İstanbul’daki
Başkonsolosluğunu kapatmasını istedi. Bunun üzerine Bulgar
tarafında bir yumuşama görüldü. Yusufov’un Türkiye’deki
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksel Komiserliği temsilcisine
teslim edilmesi üzerinde mutabık kalındı. Adı geçen kişi
temsilcinin önünde Bulgaristan’a dönmek istediğini beyan
edince Bulgar Büyükelçisine teslim edildi ve onun tarafından
Bulgaristan’a götürüldü.
Böylelikle, belki de diplomatik ilişkilerin dahi kesilebileceği
bir süreç durdurulmuş oldu. Ancak, bu olayın yarattığı
olumsuz hava bu kez, tarafların birbirlerinin ülkesinden geçen
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 151
kamyonlarını çok sıkı bir şekilde denetlemelerine yol açtı. Uzun
müzakerelerden sonra kamyon trafiği normal haline kavuştu.
İki ülke arasında bu olumsuz gelişmeler, yoğunluğunu
biraz kaybetmekle beraber, 1986 yılında da sürdü. Bu kez
taraflar Türkler konusunda karşılıklı olarak birbirini suçlayan
bildiriler yayınlamaya başladılar. Bir bakıma “Notalar
Düellosu”nun yerine “Bildiriler Düellosu” aldı. Bu “düello” da
1986 sonunda, aşağıda ayrıca anlatacağımız gibi, iki ülke
arasında gizli görüşmelerin başlamasıyla durdu.
Bu arada göçmen kökenli Türk vatandaşlarının İstanbul,
Bursa ve Edirne gibi şehirlerde yaptıkları gösterilerin Bulgarları
çok rahatsız ettiği gözlemlendi. İki ülke arasındaki olumsuz
hava her olayın büyümesi sonucunu veriyordu. 1986 yılı
Temmuz ayında bir Balkan Havayolları uçağına, ödenmemiş bir
borç nedeniyle, Yeşilköy Havalimanında haciz kondu. Bu
normal hukuki işlem Bulgar makamları tarafından siyasi bir
olaya dönüştürülmek istendi. Türkiye bu konuda yapılmak
istenen baskılara direnince borç ödendi ve uçak serbest
bırakıldı.
Türkiye-Bulgaristan
Ülkelerin Tutumu
Anlaşmazlığı
Karşısında
Bazı
Bulgar Hükümetlerinin, zorla asimilasyon kampanyasından
önce Türkleri yokmuş farz etmesi, gerektiğinde kısaca Bulgar
Müslümanlarından bahsedilmesi, bu bağlamda Türkler ile
Türkçe bilmeyen Pomakların varlığının kafa karışıklığına neden
olması, ayrıca başkent Sofya’da, orta boy bir yapıt olan
Banyabaşı Camii dışında, “Bulgar Müslümanlarının” varlığının
hemen hiç görülmemesi ve çok büyük bölümü tarımla uğraşan
Türklerin büyük kentlerde değil kırsal bölgelerde oturmaları
gibi nedenlerle, büyük devletler ve Balkan ülkeleri hariç,
kordiplomatiğin büyük bir bölümü Bulgaristan’da Türklerin ve
diğer Müslümanların varlığından ve özellikle baskı altında
olduğundan haberdar değildi. Zorla asimilasyon kampanyası ve
bu kampanyaya karşı direnmeler, öldürülenler, yaralananlar ve
hapsedilenler hakkında Bulgar basınında hiçbir haber
152 Lütem
bulunmadığından bu olaylar da kordiplomatiğin çok büyük bir
kısmı tarafından bilinmiyordu. Bu durumu değiştirmek için
büyük çaba sarf etmemiz gerekti.
Ülkelerin zorla asimilasyon kampanyası karşısındaki
tutumlarını anlayabilmek için bazı sınıflandırmalar yapılması
gerekmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Batı Avrupa ülkeleri, başlangıçta
Türklerin zorla asimilasyonuna hiç karışmak istemediler ve bu
nedenle de, ortada vahim bir insan hakları ihlâli olmasına
rağmen,
Bulgar
makamları
nezdinde
bir
girişimde
bulunmadılar. Bunun nedeni, Batı Avrupa ülkelerinin Doğu
Bloğu devletleriyle her türlü temasın ve özellikle ticari ilişkilerin
arttığı bir dönemde, Türkleri korumaya kalkışmalarının bu
ilişkilere gölge düşüreceği endişesi olduğu, Sofya’da o yıllarda
yapmış olduğumuz görüşmelerden anlaşılıyordu. Bu ülkeler,
Türkiye’nin, Türklere yapılan baskıları uluslararası kuruluşlara
götürmesinden sonra, göreceli olarak, Türklerin durumuna ilgi
göstermeye başladılar.
Buna karşın ABD, Türklere yapılan muamele nedeniyle,
sert bir şekilde olmasa da, Bulgaristan’ı açıkça eleştirdi. Ancak,
bu tutum da soydaşlarımıza gösterilen ilgiden değil, Reagan
Hükümetinin başta Sovyetler Birliği olmak üzere Doğu Bloğu
Devletlerini, insan hakları ihlâlleri ile suçlayarak yıpratma
stratejisinin bir sonucu olduğu anlaşılıyordu.
Türkiye-Bulgaristan
ilişkilerinde
Sovyetler
Birliğinin
belirleyici bir rolü mevcuttu. Bu, Sovyetlerin, tüm müttefiklerini
olduğu gibi, Bulgaristan’ı da yakından denetlemesinden
kaynaklanmaktadır. Diğer bir deyimle, Bulgaristan’ın ne iç ne
de dış siyasetinde Sovyetlerin muvafakatini almadan yeni bir
politika izlenmesi veya herhangi bir girişimde bulunulması
mümkün değildi. Bu nedenle, Bulgaristan’daki Türk azınlığı
konusundaki tüm kararların da Sovyetler Birliğince uygun
görüldüğünü bir belit (aksiyom) olarak görmek doğru olur. Bu
bağlamda “aşamalı” olduğu kadar “zorla” asimilasyon
kararlarının da Sovyetlerce onaylanmış olması gerekmekteydi.
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 153
Uzun
zamana
yayıldığı
için,
aşamalı
asimilasyonun
uygulamalarının Sovyetler için bir sorun oluşturmamış olduğu
düşünülebilir. Ancak,
zorla
asimilasyon
uygulamasına
Türkiye’nin itiraz edeceği muhakkak olduğundan, bu da NATO
ve Varşova Paktları arasında bir soruna dönüşebileceğinden,
“détente”ı
korumakta
kararlı
olan
Sovyetlerin
zorla
asimilasyona neden müsaade ettikleri anlaşılamıyordu.
Sovyetlerin, ileride Türk Cumhuriyetlerinde uygulamak üzere
Bulgaristan’da bir asimilasyon denemesi yaptırdıkları ileri
sürülmüşse de bu düşünce tarzının doğru olmadığını ve
Sovyetlerin böyle bir kampanyayı yürütecek güce sahip
olmadıklarını birkaç yıl sonra Sovyetler Birliğinin ortadan
kalkması göstermiştir. Bu konudaki diğer bir tahmin, Sovyetler
Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Andropov’un
ölümünden sonra yerine seçilen Çernenko’nun, gayet iyi kişisel
ilişkiler içinde olduğu Jivkov’a zorla asimilasyon için yeşil ışık
yakmış olduğudur. Çernenko da bir yıl kadar sonra, 1985 yılı
mart ayında öldü. Bu tarihte ad değiştirmelerin çok büyük
bölümü bitirilmişti. Çernenko’nun yerine seçilen Mihail
Gorbaçov’un ise, hem Türkiye hem de NATO ile sorun
çıkartabileceği
düşüncesiyle,
zorla
asimilasyonu
benimsemediği, ancak ad değiştirmeler tamamlandığı için
müdahalede de bulunmadığı yolunda, doğruluğunu kontrol
edemediğimiz bazı duyumlar almıştık. Diğer yandan, yaptığımız
temaslardan
Sovyetlerin
bu
konuda
Bulgaristan’ı
desteklemedikleri, ancak Blok dayanışması gereği açıkça bir
eleştiride bulunmadıkları ve tepkilerini zorla asimilasyon
politikasından hiç bahsetmeyerek, adeta bu olayı yok farz
ederek gösterme yolunu seçtiklerini öğrenmiştik.
Varşova
Paktının diğer üyeleri de Sovyetleri taklit etmiştir. Ancak bu
ülkelerin, nadir de olsa, bazen bu suskunluklarını bozmaları
gerekmiştir, o zaman da bu konunun Bulgaristan’ın iç işi
olduğu, o nedenle de fikir beyan etmenin uygun olmadığı gibi
açıklamalarda bulunulmuştur. Bu tutumun Bulgaristan’ın çok
işine geldiğinden şüphe yoktur. Ancak, bu konunun içişlerini
ilgilendirdiği yaklaşımı, Bulgaristan’ı uluslararası kuruluşlarda
154 Lütem
müttefiklerinden beklediği kadar destek alamaması sonucunu
da vermiştir.
Bu arada vurgulanmasında yarar bulunan bir diğer husus
Türkiye’nin de Bulgaristan Türkleri konusunu Doğu-Batı
Blokları arasında bir sorun olarak addetmediği ve Bulgaristan
ile olan ikili ilişkileri arasında gördüğüdür. Bu tutumun başlıca
nedeni, sorun bir doğu-batı çekişmesine dönüştüğü takdirde,
Doğu Avrupa ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmak peşinde olan bazı
Avrupalı müttefiklerimizin bu konuya hiç karışmak istememesi
olasılığıdır. Sorunu ikili ilişkiler alanında tutmamız ve insan
haklarının ihlâlini ön plana çıkarmamız, sonraları Türkiye’nin
uluslararası kuruluşlarda, pek güçlü olmasa da, Avrupalı
müttefikleri tarafından desteklenmesiyle sonuçlanmıştır,
Müslüman ülkelere gelince, Sovyetler ve diğer Varşova Paktı
ülkeleriyle yakın ilişkiler içinde olan Suriye, Yemen gibi
ülkelerle Filistin Kurtuluş Örgütü tamamen Bulgar görüşlerini
benimsemişler ve bunları diğer Müslüman ülkelere karşı
savunmuşlardır. Bizim aksini ortaya atmamız, gerçeklerin
öğrenilmesini sağlamıştır. Ancak, Müslüman ülkeler bu sorunu
ikili alanda Bulgarlarla görüşmeye yanaşmamışlar ve aşağıda
göreceğimiz gibi, İslam Konferansı Örgütü içinde Türkiye’yi
desteklemişlerdir.
Latin Amerika veya Uzak Doğu ülkelerine gelince, bölgesel
olarak kendilerini ilgilendirmeyen bu sorundan uzak kalmayı
yeğlemişlerdir.
Uluslararası Kuruluşlar
Türkiye,
Bulgaristan
Türklerine
uygulanan
zorla
asimilasyon önlemlerini bazı uluslararası kuruluşlara götürme
kararı almıştır. Bulgar makamları, ülkelerinde hiç Türk
olmadığı, Bulgar Müslümanlarının isteyerek Bulgar adlarını
aldıkları, böyle yapmakla asıllarına geri döndükleri gibi, adeta
fantastik olarak nitelendirilebilecek bir tez ortaya attıkları için
bu kuruluşlarda kendilerini savunmalarının zor olacağı, ayrıca
Türklere reva görülen muamele, özellikle Avrupa ülkelerinde
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 155
yeterince yankı bulmadığı için, uluslararası kuruluşlarda
yapılacak tartışmaların bazı ülkeler basınında yer alacağı
düşünülmüştü. Diğer yandan, Bulgar Hükümeti, tüm dünyaya
olumlu bir imaj verebilmeye özellikle önem atfettiğinden,
uluslararası kuruluşlarda doğabilecek olumsuz hava ve kanının
etkisinde kalacakları ve Türkler üzerindeki asimilasyon
baskısını kaldırmasalar dahi azaltabilecekleri de ümit
edilmiştir.
Buna karşın, hiçbir uluslararası kuruluş Bulgaristan’ın
zorla asimilasyon uygulamalarını durduracak yetkiye sahip
değildi. Ancak, konuya ilgi göstermeleri, tartışmaları ve bazı
tavsiye kararları almaları, yukarıda da belirttiğimiz gibi
Bulgaristan üzerinde küçümsenmeyecek bir manevi baskı
oluşturabilirdi. Nitekim bunun kısmen gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Uluslararası kuruluşlarda bu konuda yapılan uzun
görüşmeleri anlatmaya yerimiz yeterli değildir. Biz Türkiye’nin
hangi uluslararası kuruluşlara başvurduğuna dair, bazen kısa
açıklamalarla bilgi vermeye çalışacağız.
Parlamentolar Arası Birlik toplantıları yılda iki kez, her
seferinde değişmek üzere, üye devletlerin başkentlerinde
yapılıyordu. Türk delegasyonu 1985’ten başlamak üzere
Bulgaristan’daki Türklerin durumunu bu toplantılarda dile
getirmeye başladı. Bulgar delegasyonu çok rahatsız oldu.
Bulgar Müslümanlarının gönüllü olarak adlarını değiştirdikleri
görüşü inandırıcı olmadı.
Türkiye bu konuyu Avrupa Konseyi Danışma Meclisine de
götürdü. Burada Bulgaristan temsil edilmiyordu. Ancak,
Yunanlı ve Kıbrıslı milletvekilleri, başta Fransızlar olmak üzere
bazı sosyalist milletvekillerinin desteğini sağlayarak Bulgaristan
Türkleri konusunda bir araştırma yapılmasını uzunca bir süre
engelledilerse de, Türk Heyeti Başkanı Kamran İnan’ın
gayretleri sonucunda Türklerin durumunu açıklayan bir karar
kabul edilebildi.
156 Lütem
NATO Asamblesinde de Bulgarlar yoktu. Burada
Sosyalistler çok faal değildi. Biraz zaman alsa da, Türk Heyeti
Başkanı İsmail Şengün’ün çabalarıyla Bulgaristan’ı kınayan
kararlar alınabildi.
O zaman adı Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) olan
günümüz Avrupa Birliği’nin bir tür yasama organı olan Avrupa
Parlamentosunda ne Türkiye ne de Bulgaristan temsil
edilmiyordu. Ancak, ortada bir insan hakları ihlali olduğundan
ve bu çerçevede Türkiye’deki Kürtlerin durumuyla ilgilenen ve
ayrıca 1987 yılında Ermeni sorununa siyasi bir çözüm
bulunması bahanesi altında Ermeni soykırım iddialarını kabul
eden, Türkiye’den de kabul etmesini isteyen ve kabul etmediği
takdirde bunun AET’ye tam üyeliği yolunda bir engel
oluşturacağını
belirten
Avrupa
Parlamentosunda,
Bulgaristan’daki Türklerin durumuyla, bir kaç kişi dışında, hiç
ilgilenilmedi.
Bilindiği üzere en büyük uluslararası kuruluş Birleşmiş
Milletler Teşkilatıdır. Tüm Varşova Paktı ülkelerinin ve genelde
onları destekleyen, bir kısmı Müslüman, üçüncü dünya
ülkelerinin bu teşkilata üye olması, Türklerin durumunun
burada ele alınmasını güçleştiriyordu. Buna rağmen, Türkiye
bu teşkilatın konu ile ilgilenebilecek organlarına bu konuyu
götürdü. Mesela her yıl Türkiye Dışişleri Bakanlarının BM
Genel
Kurulu’nda
yaptıkları
konuşmalarda
Türklerin
durumuna da değinildi. Bulgarlar da bilinen ve fakat hiç de
inandırıcı olmayan görüşlerini tekrarladılar. Türkiye ayrıca
Türklerin durumunu Birleşmiş Milletlerin diğer organlarında da
ortaya attı. Bunlar arasında EKOSOK (Ekonomik ve Sosyal
Konsey), kültürel ve insani konularla görevli Üçüncü Komite,
Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi, İnsan Hakları
Komitesi ve bu Komiteye bağlı Azınlık Ayrımcılığının Önlenmesi
ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu sayılabilir. Buralarda
yapılan uzun tartışmalara da değinemeyeceğiz. Şu kadarını
söyleyelim ki bu tartışmalar, Türklerin zorla asimilasyonu için
uygulanan önlemleri saklamaya çalışan Bulgar Hükümetini zor
durumda bıraktı.
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 157
Türkiye bu konuyu İslam Konferansı Örgütüne (İKÖ) de
götürdü. Bu örgüt üyesi olup Sovyetler ve Müttefikleriyle yakın
ilişkiler
içinde
olan
ülkelerin
karşı
çıkmasına
ve
Bulgaristan’daki Baş Müftü Topciev ve özellikle ondan sonra bu
makama atanan Gencev’in “Bulgar Müslümanlarının” ne kadar
mutlu olduklarını kanıtlama gayretlerine rağmen, İKÖ Bulgar
Müslümanlarının durumunu saptamak için Bulgaristan’a bir
Temas Grubu yollamaya karar verdi. Bulgarlar, bu Grubun
Bulgaristan’a gelişini önlemek için birçok bahane ileri sürdüler;
ancak, siyasi olduğu kadar ekonomik nedenlerle de Müslüman
ülkelerle iyi ilişkiler içinde bulunmaya özellikle özen
gösterdiklerinden Temas Grubunu reddedemediler. Temas
Grubu 1987 yılının Haziran ayında Bulgaristan’a geldi ve
Bulgar ilgililerinin refakatinde Bulgaristan’ın bazı bölgelerinde
temaslarda bulundu, görüşmeler yaptı. Gidilecek bölge ve
şehirler gibi temas edilecek kişiler de Bulgar makamları
tarafından saptanmıştı. Bu kişiler hallerinden memnun
olduklarını ifade ettiler sonra kendilerine karıştığı için
Türkiye’yi şikâyet ettiler. Ancak, Temas Grubu Bulgaristan
dışında da ve bu arada İstanbul’da da Naim Süleymanov gibi
“Bulgar Müslümanlarıyla” da görüştü. Tabii onların verdiği
bilgiler tamamen farklıydı.
Bulgar ve Sovyet yanlısı Arap
ülkelerinin devamlı müdahaleleri, Temas Gurubunun raporunu
geciktirdi. Sonunda, 1988 yılı Mart ayında açıklanan rapor,
soydaşlarımızın durumunu gerçeklere uygun bir şekilde
yansıtıyordu.
Kişisel ve azınlık haklarının ihlâli söz konusu olduğundan
soydaşlarımızın durumunun en iyi şekilde ele alınabileceği
uluslararası örgüt Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansıydı
(AGİK. Bu örgüt şimdi Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
“AGİT” adını taşımaktadır.) Devamlılık arz eden bu konferans
içinde, birçok uzman toplantıları ve alınan kararların
uygulanmasının izlenmesi için de ayrıca toplantılar yapılıyordu.
Türkiye, Bulgaristan Türklerine uygulanan zorla asimilasyon
önlemlerini bu toplantılardan uygun olanlarına götürdü ve
Bulgaristan’ın bu uygulamalara son vermesini istedi. Bulgarlar
olayları ya inkâr ettiler ya da başka türlü yorumladılar. Türkiye
158 Lütem
toplantılarda özellikle ABD’den ve daha az ölçüde AET
ülkelerinden yardım gördü. Avrupa ülkelerinin bu şekilde
davranması, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Bulgaristan
Türklerinin durumunu siyasi yönden değil, insani açıdan ele
almamızla ilgilidir. Buna karşın, Bulgarlar, başta Sovyetler
Birliği olmak üzere müttefiklerinden ya hiç ya da çok yetersiz
dersek gördüler. Bu durum da Avrupalı ülkelerin Türkiye’yi
desteklemesini kolaylaştırdı. Toplantılar genelde uzmanlar
düzeyinde cereyan ediyor ve bakanlar nadiren katılıyordu.
Federal Almanya Dışişleri Bakanı Genscher’in Türk azınlığına
yapılan ayırımcılığa son verilmesini istemesi Bulgarlar için kötü
bir sürpriz oldu.
Sonraları,
AGİK’de
mevcut
aile
birleştirilmesi
mekanizmalarını işleterek, Türkiye’deki yakınlarının talebi
üzerine Bulgaristan’daki bazı Soydaşlarımızın Türkiye’ye
gönderilmesinin istenmeye başlaması da etkili oldu.
Aile Birleşmeleri
1968 Göç Anlaşması Türkiye’ye gelen bazı ailelerin
çocukları veya diğer yakınları, çeşitli nedenlerle onlarla beraber
gelememiş ve Bulgaristan’da kalmıştı. Sonradan bu kişiler
Türkiye’ye getirilmek istenmiş, ancak Bulgar makamları
anlaşmanın sona erdiğini ileri sürerek buna yanaşmamıştı.
Diğer yandan, başta turizm olmak üzere çeşitli nedenlerle
Türkiye’ye giden, ancak Bulgaristan’a dönmek istemeyen bazı
kişilerin eşleri ve çocukları da Bulgaristan’da kalmış, bu şekilde
de bölünmüş aileler meydana gelmişti. Zorla asimilasyonlardan
önce ve iki ülke ilişkilerinin iyi olduğu dönemlerde de aile
birleşmeleri konusu vardı ve Türkiye bu durumdaki yaklaşık
1.500 kişinin göçüne izin verilmesini istiyordu.
Zorla ad
değiştirme kampanyasından sonra aile birleşmesi için yapılan
görüşmeler durdu. Ancak, Türk kamuoyu bu konuda çok
hassastı ve özellikle Bulgaristan’da kalan çocukların
Türkiye’deki aileleriyle birleşmesi sık sık gündeme geliyordu. Bu
da Bulgarlarda rahatsızlık yaratıyordu. Türklerin durumu
nedeniyle iki ülke arasında çıkan krizlerin nispeten hafiflediği
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 159
bir dönemde, 1986 yılı Ağustos ayında, Bulgarlar bir nota
vererek bazı koşullara tabi olmak kaydıyla çocukların bir
kısmının Türkiye’deki anne ve babalarının yanına gitmesine
müsaade edeceklerini bildirdiler. Uygulamaya geçildiğinde,
Bulgar makamlarının mümkün olduğu kadar az sayıda ve
zamana yayarak çocukları Türkiye’ye göndermeye çalıştığı
anlaşıldı. Bu şekilde davranılmasının nedeni çocukların
gönderilmesini Türkiye’ye karşı bir baskı aracı olarak
kullanmak ve uluslararası örgütlerde Bulgaristan’a yöneltilen
eleştirileri azaltmaya çalışmaktı. Diğer yandan, çocuklar
nedeniyle Bulgaristan aleyhinde yayın yapan Türk basınının de
olanaklar ölçüsünde bu konuda sessiz kalmasının istendiği da
anlaşılıyordu. Sonunda, uzun tartışmalardan sonra bu
çocukların büyük bir kısmı peyderpey Türkiye’ye getirilebildi.
Başbakan Özal’ın özel ilgisi nedeniyle bu çocukların en
meşhuru sonradan Özgür soyadını alan Aysel’dir.
Gizli Görüşmeler ve Türkiye Bulgaristan Protokolü
Bulgarlar, ailelerinden ayrı kalmış çocukların Türkiye’ye
gönderilmesini ilke olarak kabul etmelerinden az sonra, 1986
Eylül ayında, iki ülke dışişleri bakanlarının Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu münasebetiyle gidecekleri New York’ta bir
görüşme yapmasını önerdiler. Ancak, Bulgar Dışişleri Bakanı
Mladenov’un bir kalp ameliyatı geçirmesi üzerine bu görüşme
ertelendi ve Kasım ayında Viyana’da yapıldı. Ne var ki, Bulgar
Bakanın Türklerin durumunun görüşülmesini kabul etmemesi
üzerine bu toplantıdan bir sonuç çıkmadı. Bundan sonra,
Sovyetlerin aracılığı ile Türkiye ile Bulgaristan arasında gizli
görüşmeler yapılması kararlaştırıldı.
Gizli görüşmeler Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi
Nüzhet Kandemir ile Bulgar Dışişleri Bakan Yardımcısı İvan
Ganev arasında Cenevre’de yapıldı. Sonra, Sofya Büyükelçiliği
kanalıyla devam etti. Bu görüşmelerde Türk tarafı Bulgaristan
Türklerinin haklarının iadesini, isteyenlerin göç etmesine izin
verilmesini ve parçalanmış ailelerin birleştirilmesini istiyordu.
Bulgaristan
ise
ekonomik
ilişkilerin
canlandırılmasını,
160 Lütem
konsolosluk ve gümrük makamları arasında işbirliği
yapılmasını,
bazı
sınır
saptamalarının
yapılmasını,
Karadeniz’de kıta sahanlığı ve kara suları sorunlarının
çözümünü ve bazı çocukların ailelerine gönderilmesini
öneriyordu.
Ayrıca
Türk
basınının,
Türk
radyo
ve
televizyonlarının Bulgaristan aleyhindeki yazılarına son
verilmesini de talep ediyordu. Burada tek ortak nokta bazı
çocukların Türkiye’ye gönderilmesiydi. Diğer yandan, Türkiye
sınır saptamalarına karşı değildi. Ancak bunlar ayrıntıydı.
Bulgarlar ülkelerindeki Türklerin durumunda bir değişiklik
yapmaya razı olmuyorlar, zorla asimilasyonu sürdürmek
istiyorlardı. İşin ilginç tarafı aynı zamanda Türkiye ile iyi
ilişkiler
içinde
olmayı
istediklerini
öne
sürüyorlardı.
Asimilasyon politikası ile iyi ilişkilerin çeliştiğini görmemeleri
şaşırtıcıydı. Sonuç olarak, hiçbir ilerleme sağlanamayan bu
müzakereler kesildi ve iki ülke arasında yeniden bazı
gerginlikler yaşandı.
1988 yılı Şubat ayı sonunda Yugoslavya’nın başkenti
Belgrad’da Balkan Ülkeleri Dışişleri Bakanları Toplantısı
yapılacaktı. Bu toplantı vesilesiyle bir araya gelen Türkiye
Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz ve Bulgaristan Dışişleri Bakanı
Petır Mladenov yaptıkları görüşmelerden sonra bir protokol
imzaladılar. Bu belge, iki ortak çalışma grubu kuruyordu.
Bunlardan birincisi “insani alanda işbirliği dâhil ikili ilişkilerde
mevcut sorunlara çözümler bulmayı” amaçlıyordu. İkinci Ortak
Çalışma Grubu ise ekonomi, ticaret, turizm, teknoloji, nakliye,
iletişim ve kültür alanlarında işbirliğinin arttırılması için somut
önlemleri belirleyecekti.
Türkiye “insani alanda işbirliğini” içerdiği için birinci ortak
çalışma grubu içinde Bulgaristan’daki Türklerin durumunu ele
almayı ümit ediyordu. Nitekim bu yönde büyük gayret
harcanmış, hatta Bulgar tarafına yeni bir göç anlaşması tasarısı
dahi verilmiştir. Bulgarlar ise ne yeni bir göçü ne de Türk
azınlığının zorla asimilasyonunu amaçlayan önlemlerin
kaldırılmasını kabul etmişlerdir. Onlar için “insani alanda
işbirliği” parçalanmış ailelerden bazılarının birleşmesine izin
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 161
vermekten ibaret olmuştur. Böylelikle, Türkler konusunda bir
ilerleme
sağlanamayınca
birinci
ortak
komisyonun
çalışmalarının da anlamı kalmamıştır. Birinci Ortak Çalışma
Grubun son toplantısı 1988 yılının Temmuz ayında Ankara’da
yapılmıştır. Görüşmeler böylece fiilen kesilince Başkan Jivkov
Cumhurbaşkanı Evren’e 1988 Eylül’ünde bir mesaj göndererek
Türk-Bulgar ilişkilerinin normale dönmesini arzu ettiklerini
vurgulamıştır. Aynı ay içinde iki ülke Dışişleri Bakanları BM
Genel Kurul toplantılarına katılmak üzere gitmiş oldukları New
York’ta görüşmüşlerdir. Tüm bu görüşmelerden çıkan sonuç
şudur: Bulgar tarafı, Türklere uygulanan zorla asimilasyon
önlemleri hariç, diğer tüm konularda anlaşmaya hazır
görünmüştür. Türkler konusunda yapabilecekleri ise, yukarıda
belirttiğimiz gibi bazı ailelerin birleşmesine izin vermektir. İki
ülke arasındaki en önemli sorun Türklerin durumu
olduğundan, Türkiye bu sorun çözümlenmediği sürece diğer
sorunların çözümüne ilgi göstermemiştir. Aksi yapılsaydı ve
diğer sorunların çözümü için Bulgarlarla anlaşılsaydı, bu,
Türklerin haklarının savunulmasından vazgeçildiği anlamına
gelebilir, en azından Bulgaristan tarafından diğer ülkelere böyle
takdim edilebilirdi.
Bu konuyu kapatmadan önce ekonomik konularda işbirliği
için kurulmuş olan İkinci Ortak Çalışma Grubu’nun
çalışmalarına değinelim. Taraflar bu konularda daha ileri bir
işbirliği gerçekleştirmenin koşullarını saptamak için zorlukla
karşılaşmamışlardır. Ancak, Protokole göre ortak çalışma
gruplarının çalışmaları paralel olarak gerçekleşeceğinden birinci
grupta başarı olmayınca ikinci grubun çalışmaları da
uygulamaya konamamıştır.
Bu
arada Bulgaristan’daki
Türklerden
de
kısaca
bahsetmemizde yarar vardır. Ad değiştirmelere ve diğer
asimilasyon önlemlerine karşı direndikleri için çok sayıda kişi
hapsedilmiştir. Bunlardan Belene (Bulgaristan’ın kuzeyinde
Tuna Nehri üzerinde bir yerleşim ada) hapishanesine
konanların durumu, Türk gazetelerinin yayınları nedeniyle iyi
bilinmektedir. Birçok kişi Bulgaristan’dan kaçmıştır. Bunun
162 Lütem
için kullanılan yol, iyi korunmayan Romanya
Yugoslavya sınırı da nispeten kolay geçit vermiştir.
sınırıdır.
Türkler konusunda üzerinde durulması gereken bir diğer
husus, özellikle 1988’den itibaren Türklerin daha cesur
davranmaya başlamalarıdır. Bunun çeşitli nedenleri vardır.
Birincisi, asimilasyon önlemlerinde bir değişiklik yapılmamış
olmakla beraber, bunların uygulanmasında birçok yerde bir
gevşeklik görülmesidir. Naim Süleymanov’un Avustralya’dan
kaçarak Türkiye’ye gelmesi ve bir kahraman gibi karşılanması
da Türkleri çok yüreklendirmiştir. Aynı husus, başta Aysel
olmak üzere bazı çocukların Türkiye’ye gönderilmesi için de
geçerlidir. Belki en etkili unsur, Türkiye’nin kendilerini yalnız
bırakmayacağına
dair
gitgide
güçlenen
bir
inancın
bulunmasıdır.
1989 Yılı Göçleri
1989, Bulgaristan’da Jivkov idaresinin yıkıldığı ve Türkler
için yeni bir dönemin başladığı bir yıl olmuştur.
Bulgaristan Sovyetlerin Glasnost ve Perestroyka sistemini
geç ve isteksiz bir şekilde benimsemiştir. Bu çerçevede, hayli
geciktikten ve bu nedenle de Sovyetlerin memnuniyetsizliğine
hedef olduktan sonra, 9 Mayıs 1989 tarihinde pasaport ve
vatandaşlık
kanunları
değiştirilmiştir.
Böylelikle,
eski
uygulamalara göre çok daha kolay pasaport alınır olmuştur.
Ancak, çıkış vizesi usulü kalkmadığından ve döviz tehditleri
devam ettiğinden resmi makamlar ülke dışına gidecek kişiler
üzerindeki denetimlerini sürdürmüştür.
Çok sayıda Türkün pasaport almak için başvurması
şaşkınlık yaratmıştır. Biraz tereddütten sonra Türklere
pasaport verilmeye başlanmıştır. Yaklaşık 20 Mayıs’tan itibaren
bazı “istenmeyen”
Türkler zorla Avusturya’ya yollanmaya
başlamışlardır. Sonradan muhalif bazı etnik Bulgarlardan da
bu şekilde kurtulmaya çalışıldığı anlaşılmıştır.
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 163
21 Mayıs’ta Kuzey Bulgaristan’da Bohçalar (Kaolinovo) ve
Mahmuzlu (Todor İkonomovo) köylerinde Bulgar Milisi ile
soydaşlarımız arasında, pasaport kanununun uygulanması
hakkındaki bir tartışma, sonradan arbedeye dönüşmüş ve 7
soydaşımız ölmüştür. İzleyen günlerde de o civarda başka
ölümler olduğuna dair haberler alınmıştır. Türkiye bu olaya
büyük tepki göstermiştir. TBMM 24 Mayıs’ta bir kınama kararı
kabul etmiştir.
Jivkov 29 Mayıs’ta televizyonda
“Biz sınırımızı açtık,
Türkiye de tüm Bulgar Müslümanlarına sınırlarını açsın”
şeklinde özetlenebilecek uzun bir konuşma yapmıştır.
Başbakan Özal ertesi gün kendisine cevap vererek Türkiye’nin
sınırlarının açık olduğunu, zaten hiçbir zaman kapalı
olmadığını vurgulayarak Bulgaristan’ı da aynı şekilde hareket
etmeye davet etmiş ve kapsamlı bir göç anlaşması yapılmasını
önermiştir. Türkiye Bulgaristan’dan gelen Türkleri vizesiz
olarak kabule başlamıştır. Böylelikle her gün binlerce Türk
Bulgaristan’ı terk ederek Türkiye’ye göç etmiştir.
Bulgaristan’da 6 yıl kadar süren görevimiz sona erdiği için,
diplomatik usul gereğince, 13 Haziran 1989 tarihinde Jivkov’a
bir veda ziyaretinde bulundum. Büyükelçilerin veda ziyaretleri
nezaket gereğidir ve genelde gayet kısadır. Diğer yandan,
Türklerin göçünün büyük bir yoğunlukla sürdüğü bir ortamda
ve iki ülke ilişkilerinde de ciddi bir gerginlik yaşandığı bir sırada
yapılan bu ziyaretin kısa olması da duruma uygun olurdu.
Oysa Jıvkov’un alışılmışın dışına çıkarak kendi politikalarını
savunmaya başlayınca bu ziyaret kırk dakikayı bulmuştur.
Bulgaristan Devlet Başkanı ülkesinde Türk olduğunu inkâr
etmiş ve Türkiye’nin Bulgaristan’ın iç işlerine karıştığını ileri
sürmüştür. “Bulgar Müslümanlarının” mâli durumunun çok iyi
olduğundan vaktiyle Türkiye ile iyi ilişkiler kurulması için sarf
ettiği özel çabalardan bahsetmiştir.
Kendisine
Türkiye’nin
Bulgaristan’ın
içişlerine
karışmadığını, Bulgaristan’daki Türklerin durumu hakkındaki
tutum ve girişimlerimizin ikili veya çok taraflı anlaşmalardan
164 Lütem
kaynaklandığını söyledim. Türkiye ile iyi ilişkiler kurulması için
çabalarına değinerek, tekrar bir çaba göstermesini ve
Türkiye’nin göç anlaşması önerisini kabul etmesini istedim.
Politbüro’nun bunu kabul etmeyeceğini ifadeyle konuyu
kapattı. Gelinen noktada Politbüro’nun bir göç anlaşmasını
reddedeceğini hiç düşünmedim, zira bir anlaşma olmadan göç
zaten gerçekleşiyordu. Anlaşma yapılması Bulgaristan’ın
Türkiye ile olan ilişkilerini kurtarır ve Batı Dünyasında takdir
toplamasına neden olurdu: Sovyetler de böyle bir anlaşmaya
itiraz etmezlerdi. Ancak bu Jivkov’un işine gelmezdi, zira
anlaşma yapması yıllardan beri sürdürdüğü politikayı inkârı
anlamına gelir, bu da bir süre sonra devrilmesine yol açardı.
Bunu
bildiğinden
anlaşmaya
yanaşmıyordu.
Hatta
Politbüro’nun anlaşmayı kabul etmeyeceğini ifade ile şimdiye
kadar izlenen politikayı Politbüro’nun üzerine atmaya
çalışıyordu.
Bunlar doğru olabilirdi ancak Jivkov’un kendi politikalarını
görevinden ayrılan Türkiye Büyükelçisine savunması ilk bakışta
anlamsızdı. Zira Türkiye’ye bir teklif yapmıyor veya bir talepte
de bulunmuyordu. Sonraları bu savunmanın muhatabının ben
değil, görüşmemizde hazır bulunan ve asık bir suratla bir
kelime bile etmeden Jivkov’u dinleyen Mladenov olduğunu
düşündüm. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, zorla asimilasyon
kararını Jivkov ve yakın çevresi almıştı ve Mladenov bu çevreye
dâhil değildi. Sovyetler Birliğinde okuması ve bir Rus'la evli
olmasının da etkisiyle Moskova’ya çok yakındı. Ayrıca Dışişleri
Bakanı olarak Türklerin zorla asimilasyonu uygulamalarının
uluslararasında Bulgaristan için yarattığı sıkıntıları o çekmişti.
Birkaç gün sonra Sofya’dan ayrıldım ve on binlerce Türk ile
birlikte Kapıkule’den Türkiye’ye giriş yaptım.
Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye vizesiz girişi iki buçuk ay
kadar devam etti ve bu şekilde yaklaşık 320.000 kişi geldi.
Türk Hükümeti gelenlere yemek ve çadırlarda bile olsa yatacak
yer sağladı; ancak gelenlerin hepsine kısa zamanda iş
bulunamadı. Bazıları geri döndüler, buna rağmen göç azalma
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 165
olmadan, sürdü. Bir tahmine göre bu tempo devam etseydi
birkaç ay içinde Bulgaristan’daki Türklerin tamamına yakını
Türkiye’ye göç etmiş olacaktı. Türk Hükümeti, 20 Ağustos
1989 tarihinde vize verilmesi rejimine geri döndü ve Türklere
verilecek vizeyi günde 1000 olarak sınırladı. Bulgaristan’daki
Türk konsolosluklarının önünde aylarca vize kuyrukları oluştu.
Türkiye’ye girişler azaldı.
Yıllarca Türklerin göçüne karşı çıkılmışken sınırların birden
bire açılması ve Türklerin de çok sayıda Türkiye’ye göç etmesi
Bulgarlaştırma
politikasının
iflas
ettiğini
gösteriyordu.
Komünist rejimlerde, tüm diğer totaliter rejimlerde olduğu gibi,
Komünist Partisinin ve ona bağlı olarak da Hükümetlerin
benimsedikleri politikaların, ilke olarak, daima doğru olduğu
kabul edilirdi. Hata yapanlar öz eleştiride bulunur ve
mevkilerini kaybederlerdi. Bu durumda Türklere karşı izlenen
politikanın çok hatalı olduğu Türklerin göçü ile kanıtlandığına
göre bunun bazı siyasi sonuçları olması kaçınılmazdı. İlk sonuç
Sovyetler Birliğinin, zaten hiç memnun olmadıkları Jivkov’dan
kurtulmak için bazı tertipler almaya başlamaları olmuştur.
İkinci sonuç ise Glasnost ilkesi gereği zorlukla da olsa kurulan
hür sendikaların, Türklerin göçünden cesaret alarak
sonbaharda devamlı gösteriler yapmaya başlamasıdır. Sonunda
Jivkov, karşılaştığı sorunlar ile baş edemeyen bir lider olarak
görülmeye başlandı ve o yılın Kasım ayında istifaya mecbur
edildi. Bu açıdan bakıldığında Türklerin göçünün Jivkov’un
istifasının dolaylı bir nedeni olduğunu söylemek mümkündür.
Sonuç
Bulgaristan’ın
özerkliğini
kazandığı
1878
yılından
günümüze kadar önce Osmanlı Devleti, sonra Türkiye
Cumhuriyeti ile olan ilişkilerinde en önemli sorunun
Bulgaristan’daki Türk azınlığı olduğu görülmektedir. Bu
azınlığa iyi muamele edildiği, başlıca haklarına saygı gösterildiği
dönemlerde Türk-Bulgar ilişkileri de iyi olmuş, aksi halde ise,
yukarıda açıklandığı gibi, iki ülke arasında büyük krizler
166 Lütem
çıkmıştır. 1985–1989 yılları Türk azınlığının en fazla baskı
gördüğü hatta varlıklarının dahi inkâr edildiği yıllardır.
1984 yılı sonunda Türk azınlığının ivedi bir şekilde zorla
asimilasyonu kararının bir dizi yanılgı sonunda alınmış ve
uygulanmış olduğu görülmektedir.
Birinci yanılgı, Türklerin Bulgarlaştırılmaya hazır olduğu
düşüncesidir. Bunun temelinde de Bulgaristan’da İslamiyet’in
çok zayıflatılmış olması, Türkçe eğitime getirilen kısıtlamaların
Türk dilini
geriletmiş
bulunması ve
tarıma verilen
sübvansiyonlar nedeniyle Türklerin nispi bir refah içinde olması
yatmaktadır.
Ancak
bunlar,
Bulgar
idarecilerinin
düşüncelerinin aksine, Türklerin Bulgarlaştırmayı kabul etmesi
sonucunu vermemiştir.
İkinci yanılgı, Türkiye’nin Bulgarlaştırma politikasını, başta
itiraz etse de, sonunda kabul etmek zorunda kalacağı
varsayımıdır. Oysa Türkiye, Bulgarlaştırma önlemlerinin aniden
uygulanmaya başlanmasının yarattığı sürprizin etkisinden
kurtulur kurtulmaz, bu önlemlere karşı çıkmış, soydaşlarının
durumunu iki ülke ilişkilerinin ana sorunu haline getirmiş,
ayrıca bu sorunu uluslararası kuruluşlara taşımıştır.
Üçüncü yanılgı, Sovyetlerin ve diğer Varşova Paktı
ülkelerinin bu konuda Bulgaristan’ı destekleyecekleri inancıdır.
Ancak öyle olmamış, söz konusu ülkeler uluslararası
kuruluşlarda
Bulgaristan
Türkiye
tarafından
şiddetle
eleştirilirken, genel olarak bu konuya karışmamayı tercih
etmişlerdir. Diğer yandan Jivkov’un, Sovyetlerin kendisinden ve
yakın çevresinden kurtulmak ve idareyi daha genç ellere teslim
etmek niyetine fazla önem vermemiş olduğu görülmektedir.
Dördüncü yanılgı, askeri rejim ve insan hakları ihlalleri
nedeniyle Türkiye’yi şiddetle eleştiren Batılı ülkelerin
Bulgarlaştırma önlemlerine fazla itiraz etmeyeceği kanısıdır. Bu
husus, Fransa, Almanya ve İtalya gibi bazı Avrupa ülkeleri için
bir süre ve bir ölçüde doğru olmakla beraber, ABD ve göreceli
olarak İngiltere Bulgaristan’ı şiddetle eleştirmişlerdir.
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 167
Beşinci yanılgı, Müslüman bir azınlık söz konusu
olduğundan Batılı çevrelerin insan hakları ihlali üzerinde fazla
durulmayacağıdır. Oysa Uluslararası Af Örgütü zorla
Bulgarlaştırmalar için özel bir rapor hazırlayarak Bulgaristan’ı
şiddetle eleştirmiş, Batı ülkeleri basını da çok olmasa da
Bulgaristan’ı
yermiş,
AGİK
toplantılarında
Türkiye’nin
şikâyetleri Bulgaristan’ı güç duruma sokmuştur.
Altıncı yanılgı, aşırı milliyetçi tutum ve düşüncelerin
etkisinde olan Bulgar kamuoyunun Türklerin asimilasyonu
girişimlerini destekleyeceği, bunun da Jivkov idaresinin devam
etmesini sağlayacağıdır. Gerçekten de Bulgar kamuoyu, en
azından büyük bir kısmı, izleyebildiğimiz kadarıyla Türklerin
asimilasyonu girişimlerini desteklemiş, hiç olmazsa karşı
çıkmamıştır. Ancak bu destek Jivkov idaresinin devrilmesini
önleyecek boyutta olmamıştır. Kişilerin 1989 Göçünün ülkede
yarattığı durumdan endişe duydukları, bu duygunun da onları
pasif bir bekleyiş içine soktuğu görülmüştür. Ayrıca şu
nedenlerle Jivkov’a duyulan güven azalmıştır: Türklerin
asimilasyonu politikasında başarılı olamaması, bu politika
nedeniyle Bulgaristan’ın uluslararasında güç duruma düşmesi,
ülke içinde Türklerin pasif direnişini kıramaması ve yıllarca
Türklerin göçüne karşı çıktıktan sonra birden bire onlardan
kurtulmak amacıyla sınırlarını açması ve bu durumun ülkede
bir kargaşa yaratması.
Sonuç olarak kendisinin neden olduğu krizlerde Jivkov’un
ne kamuoyu, ne de parti tarafından güçlü bir şekilde
desteklenmediği, hür sendikaların gösterilerinin de Jivkov’u çok
yıprattığı ve ilk fırsatta görevinden alındığı görülmektedir.
Türkiye’nin Türk azınlığı konusunda izlediği politikaya
gelince bu konuda şu hususların öne çıktığı gözlemlenmektedir:
Türkiye zorla asimilasyon olayına ne gibi tepki
gösterileceğini
saptamakta
güçlük
çekmiştir.
Tepki
gösterildiğinde ise ad değiştirmeler bitmiş, Bulgaristan bu
konuda geri dönülmez bir noktaya gelmişti. Oysa Ankara’yı
uyardığımız zaman tepki gösterilseydi, büyük olasılıkla ad
168 Lütem
değiştirmeler durdurulur ve yukarıda değindiğimiz krizler
yaşanmazdı.
Türkiye sorunun çözümü için başlangıçta sadece Türklerin
göçüne izin verilmesini istemiştir. Bu, çeşitli nedenlerle göç
edemeyecek Türklerin asimilasyonuna razı olunması anlamına
gelmekteydi. Türkiye hayli zaman sonra bu hatasından dönmüş
ve göç talebine ek olarak Türklerin haklarının kabul edilmesini
de istemeye başlamıştır.
Türkiye Bulgaristan ile olan bu sorunun Doğu ve Batı
Blokları arasında bir anlaşmazlığa dönüşmemesine ve iki ülke
ile sınırlı kalmasına gayret göstermiştir. Bu, Sovyetler ve
müttefikleri tarafından takdir edilmekle beraber ne bir göç
anlaşması yapılmasını ne de Türklerin haklarının iadesini
sağlamıştır.
Türkiye’nin Jivkov’un devrilmesinde bir rolü olduğunu
söylemek güçtür. Başbakan Özal’ın Jivkov’un talebine uyarak
Türk sınırlarını Türklere açmasının Bulgaristan’da yarattığı
kargaşanın Jivkov’un devrilmesine dolaylı bir katkı yaptığı
düşünülebilir.
Jivkov’dan
sonra Bulgar
Komünist Partisi
Genel
Sekreterliğine Dışişleri Bakanı Mladenov geçmiştir. Aralık ayı
sonuna doğru zorla asimilasyon amacıyla Türklere karşı
uygulanan, yukarıda saydığımız önlemlerin hepsi kaldırılmış ve
böylelikle Türkler için çok zor olan bir dönem son bulmuştur.
Ancak Türklere, Krallık döneminde olduğu gibi, dini bir cemaat
olarak ayrı bir statü ve haklar verilmemiştir. Türkler, zorla
asimilasyon döneminden önce, cemaat olarak değil kişisel
olarak sahip oldukları, ancak uygulanmayan haklarını geri
almışlardır. Bu açıdan bakıldığında Jivkov’un devrilmesinin
azınlık hakları alanında Türklere büyük kazançlar sağladığını
söylemek güçtür.
Jivkov’un devrilmesinden günümüze kadar olan zaman
içinde Türklere Bulgaristan’da, hükümet koalisyonlarında yer
aldıkları dönemlerde dahi, birçok alanda fiili bir ayırımcılık
Türkiye’nin Bulgaristan Politikası 169
uygulandığından ve Türkçe eğitim çok az olduğundan, yukarıda
değindiğimiz aşamalı asimilasyonun bir bakıma halen de devam
ettiği söylenebilir.
1984-1985 İSİM DEĞİŞTİRME MESELESİ VE
UYGULAMALARI
Neriman ERSOY-HACISALİHOĞLU
Giriş
1989 yılında Bulgaristan’dan yaklaşık 350.000 kişinin
Türkiye’ye göç etmesiyle birlikte “93 harbi” göçünden sonra
ikinci büyük göç olarak “89 Göçü” gerçekleşti. 89 Göçü deyince
binlerce kişinin çeşitli vasıtalarla, aynı 93 harbinde olduğu gibi,
Türkiye topraklarına göç etmesi ve daha ziyade İstanbul’a
gelmesi hafızalara yerleşti. 89 Göçünün sebepleri nelerdi?
Neden bu kadar çok kişi Türkiye’ye geldi, bu kadar kişiyi
yerinden yurdundan edecek sebep neydi? Bunlar konuyla ilgili
akla gelen ilk sorulardır.
Bütün bu sürece baktığımızda 89 Göçünün akla gelen en
önemli sebebi 1984-85 yıllarında Bulgar Komünist Partisi’nin
başlatmış olduğu Türklere uygulanan zorunlu isim değiştirme
politikasıdır.
1984-85 yıllarında Bulgaristan’da Türklere uygulanan isim
değiştirme politikasını inceleme konusu olarak seçmemin iki
önemli nedeni vardır. Birincisi 1989 Göçünü bizzat yaşamış
birisi olarak 1984-1989 sürecine baktığımda isim değiştirme
meselesi benim için ve muhtemelen aynı yaşta olan benim gibi
birçok kişi için hala netleşmiş ve kendimize açıklayabildiğimiz
bir konu değildir. 1984 yılında ortaokul öğrencisi1 olarak
algılamaya çalıştığım bu meseleyi, 20 sene sonra akademik bir
çalışma konusu olarak ele alarak ve böylelikle benim için de
açıklanamamış birçok soruya cevap bulmayı amaçlıyorum.
Konuyla ilgili Bulgarca ve Türkçe literatürü değerlendirerek ve
1960 yılından sonra Türk okulları kapatılmış olduklarından dolayı, Bulgar
okullarında ise hiçbir Türkçe dersi verilmediğinden benim gibi birçok Türk
öğrenci sadece Bulgarca eğitim veren okullara gitmek zorunda kaldı ve Türk
dili dersi görmedi.
1
172 Ersoy-Hacısalihoğlu
bizzat yaşadığım tecrübelerden de yararlanarak konuyu burada
tartışmaya çalışacağım.
İkinci olarak ise gerek Türkiye’de, gerekse Avrupa’da 198485 yılında Bulgaristan’daki Türklere uygulanmış olan isim
değiştirme meselesi ile ilgili yeterince araştırma yapılmadığı ve
konunun tam olarak anlaşılamadığı dikkat çekmektedir.2 Ayrıca
bu konu belki yeterince incelenmediği için hak ettiği akademik
önemi görmemektedir ve unutulmaya yüz tutmuştur.
89 Göçü ve bu süreçte yaşananlar konusunda son dönemde
birçok yayın yapıldı. Öncelikle Bulgaristan’da Türk varlığı
konuları üzerine çalışmaların en önemlileri Bilal N. Şimşir
tarafından yapılmıştır.3 Yine Bulgaristan Türklerinin 1983-89
dönemini inceleyen ve önemli katkı sağlayan çalışmalardan biri
büyükelçi olarak görev yapan Ömer E. Lütem’in iki ciltlik
eseridir.4 1984 yılında Bulgaristan’da Türklere yönelik isim
değiştirme uygulamalarının başlamasıyla Türk Tarih Kurumu
tarafından
“Bulgaristan’da
Türk
Varlığı”
konulu
bir
sempozyumun düzenlenmesi ve bildirilerin yayınlanması,
kurumun konuya hassasiyetini göstermektedir.5 Çalışmada ilk
defa “Bulgaristan’da bir milletin yok edilmesine başlandığı”
ifade edilmiştir. Bulgarca olarak ise oldukça geniş bir literatür
Üniversite yıllarımdan beri çeşitli ortamlarda tanıştığım yeni kişilerle
sohbetlerim esnasında 1989 yılında Türkiye’ye göçmen olarak geldiğimin
anlaşılması üzerine ilk tepkileri “Orada isminiz neydi?” sorusu idi. Farkında
olmadan bu kişilerin 1984-85 yılları arasında gerçekleşmiş olan isim
değiştirme meselesini aslında “eğlenceli bir oyun” gibi algıladıkları izlenimi
doğuyor. Tam tersine Bulgaristan’daki Türklerin ne kadar büyük bir baskıya
maruz kaldığının, ayrıca bu meselenin yaşandığı dönemde uluslararası bir
mesele haline geldiğinin ve 1989 Göçünün temel sebebi olduğunun
vurgulanmasında yarar vardır. Yaşanan bunun gibi örnekler ve
yorumlarlarıyla günümüz aydınlarının bile bu konuyu tam olarak
algılayamadıkları görülmektedir.
3 Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri (1878-1985), Ankara 1986; Aynı yazar,
Bulgaristan Türkleri (1878-2008), Ankara 2009.
4 Ömer E. Lütem, Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989, Cilt I, 1983-85, Ankara
2000; Aynı yazar, Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989, Cilt II, 1986-87, Ankara
2006.
5 Özellikle Bulgaristan’da Türklere uygulanan asimilasyon politikasına örnek
teşkil eden çalışmalardan biri için bkz. Hamza Eroğlu, “Milletlerarası Hukuk
Açısından Bulgaristan’daki Türk Azınlığı Sorunu”, Bulgaristan’da Türk Varlığı
(Bildiriler 7 Haziran 1985), Ankara 1987, s. 15-46.
2
İsim Değiştirme 173
mevcuttur. Özellikle son zamanlarda Bulgaristan’da dönemin
Komünist Partisinin toplantılarında parti mensubu kişilerin
yapmış oldukları “gizli” konuşmaların belgelere yansıması ve
yayınlanması önemlidir.6 Ayrıca Bulgarların yoğun belge yayını
yapmalarıyla bu konunun detaylarının ortaya çıkması söz
konusu olacaktır. Önemli belge yayınlarından biri iki cilt olarak
Iskra Baeva-Evgeniya Kalinova tarafından hazırlanmıştır.
Burada yayınlanan belgelerin özellikle konumuz olan isim
değiştirme meselesi ve dış dünyada gazete vb. medyaya
yansıması bakımından çok önemli olduğunu görmekteyiz.7
Bulgarlar tarafından “Soya dönüş süreci” (Văzroditelen
protses) olarak adlandırılan bu süreçte Türklerin aslında Bulgar
oldukları iddia edildi. Bu sürecin ise Osmanlıların fethiyle
başladığı ve Bulgar topraklarında bulunan Hıristiyanların zorla
Müslümanlaştırılmış oldukları da ısrarla vurgulandı. Bütün bu
sebeplerden dolayı “zorla Müslüman” olan bu kişileri tekrar
aslına döndürmek için, yani Bulgar olmaları için girişimlerde
bulunuldu.8 İsim değiştirmeler Aralık 1984 - Ocak 1985
tarihlerinde yapıldı. Türkçe-Arapça isimlerin değiştirilmesinin
yanı sıra aynı zamanda resmi dairelerde Türkçe konuşmak
yasaklandı. Sokaklarda Türkçe konuşanlara para cezaları
verilmekteydi. Tepki gösterenler ise önce karakola, daha sonra
ise tamamen polisin keyfi uygulamalarına maruz bırakıldı.9
Bunların dışında Türklerin geleneksel kıyafet giymeleri de
yasaktı. Camiye ibadet için gitmek ve diğer İslami gelenek ve
göreneklerin hepsi yasaklanmıştı. Gerek sünnet ve Mevlut,
gerekse İslami kıstaslara göre defin yasaklar arasındaydı.
Ölüler Bulgar mezarlığına aynı Hıristiyan geleneklerde olduğu
gibi tabutun içinde kıyafetleriyle defnedilmekteydi. Mezar
Veselin Angelov, Strogo Poveritelno! Asimilatorskata Kampaniya sreštu
Turskoto Natsionalno Maltsinstvo v Bălgariya (1984-1989). Dokumenti, Sofya
2008.
7 Evgeniya Kalinova / Iskra Baeva (Yayına Hazırlayanlar), “Văzroditelniyat
Protses”. Cilt 1: Bălgarskata Dăržava i Bălgarskite Turtsi (Sredata na 30-te –
Načaloto na 90-te Godini na XX Vek), Cilt 2: Meždunarodni Izmereniya (19841989), Sofya 2009.
8 Lütem, age, s. 459-468.
9 Beğlan Toğrol, Direniş. Bulgaristan Türklerinin 114 Yıllık Onur Mücadelesinin
Karşılaştırmalı Psikolojik İncelemesi, İstanbul 1991, s. 79-118.
6
174 Ersoy-Hacısalihoğlu
taşlarına da Bulgar isimleri yazılmaktaydı. Yapılan birçok
düğün merasimlerinde de yine Hıristiyan geleneği hâkimdi.
Hiçbir surette Türkçe veya Arapça müzik dinlemek mümkün
değildi. Okullarda zaten daha 1960’lardan beri hiçbir dini
eğitim verilmemekteydi. Sosyalizmin ve komünizmin bir felsefesi
olarak gerek Müslümanlar, gerekse Hıristiyanlar hiçbir dini
eğitim görmemekteydi. Müslüman çocukları ancak ailelerinden
dini öğrenmekteydi. Bütün bunların yanında çocuklara sünnet
yaptırmak kesinlikte yasaktı, yaptıranlar ve yapanlar suçlu
olarak mahkemelere sevk edilmekteydi. Sünnet yaptıran aileler
hakkında suç duyurusunda bulunuluyor, hapis cezasına kadar
varan cezalar veriliyordu.10 Yukarıdaki saydığımız ve kademe
kademe Bulgar Hükümeti tarafından konulan yasaklar yoluyla
Bulgaristan’da yaşayan Türkleri kendi dininden, dilinden ve
kültüründen koparmak ve Bulgarlaştırmak isteniyordu.
Bulgaristan’da yapılan bazı çalışmalarda Türkçe eğitimin
ortadan kaldırılması anlatılırken buna gerekçe olarak Türkçe
okulların geri kalmışlığı vurgulanmaktadır. Buna göre
Bulgaristan’da önceden mevcut olan Türk okullarında eğitim
sistemi iyi değildi ve derslerin çoğu Kuran-ı Kerim üzerine
yapılıyordu. Okullardaki eğitim sisteminin eleştirilmesi yanında,
ayrıca Türklerin maddi durumunun iyi olmaması nedeniyle
okulların desteklenmediğinden kapatıldığı belirtilmektedir.11
Oysa gerek kendi büyüklerimizin aktardıklarından, gerekse
yapılan yayınlardan yola çıkarak Türk okullarının kapatılma
sebebinin partinin girişmiş olduğu Bulgarlaştırma politikası
olduğunu söyleyebiliriz. Yine aynı çalışmada 1920’lerde
Türklerin çoğunun köylerde yaşadığı ve okuma-yazma oranının
çok düşük (% 91,3 hiç okuma-yazma bilmiyor) olduğu
kaydedilmiştir. Bulgar yazarlar bunun nedeninin İslam
muhafazakârlığı
olduğunu
iddia
etmektedir.12
Eğitim
konusunun İslamiyet’le ilişkilendirilmesi ve bu şekilde
Müslümanların “öteki”leştirilmesi veya önyargıyla yaklaşılması
Bulgaristan’ın siyasetine de yansımıştır. Türklerin okuma10
11
12
Ömer E. Lütem, age, s. 439-440.
Baeva / Kalinova, age, C.II, s. 6.
Age, s. 6.
İsim Değiştirme 175
yazma oranına gelince, bu oranın Bulgarca okuma-yazmayı
bilmeyenleri mi, yoksa Bulgar okullarına gitmeyenleri mi
kapsadığı belirtilmemiştir. Elbette Osmanlı döneminden
başlayarak 1960’lı yıllara kadar Türk okullarında eğitim almış
kişilerin Bulgarca okuma-yazma bilmemeleri özellikle kırsal
kesimde söz konusu olmuştur.13 Fakat 1877-78 yıllarına kadar
Osmanlı idaresinde bulunan Bulgaristan’da yüzlerce Türk
mektebinin varlığı söz konusu iken, savaşın akabinde gerek
Osmanlı izlerini yok etme düşüncesiyle, gerekse yol veya
caddeler yapımı gibi “bahanelerle” birçok vakıf eserinin yanı
sıra mektepler de tahrip edilmiş veya Bulgar mektebine
çevrilmiştir.14 Bütün bunları göz önünde bulundurarak
Müslümanlara veya Türklere yönelik az eğitimli veya eğitim
görmemiş yaklaşımının doğruluğuna temkinli yaklaşmak
gerekir düşüncesindeyiz.15
İsim Değiştirme Meselesinin Tarihsel Arka Planı
Bir kişinin daha doğar doğmaz almış olduğu isim, onun
aynı zamanda dinini, dilini, gelenek ve göreneklerini
belirlemektedir. Başka topluluklarda olduğu gibi Bulgaristan’da
yaşayan Türkler için de isim koyma geleneği önemlidir. İsimler
büyükler tarafından konulmuş ve bir miras ve geleneğin devamı
niteliğindedir. Genellikle yeni doğan çocuklara gelenek olarak
büyükanne ve büyükbabaların isimleri verilmektedir. Bu
Örneğin 1913 doğumlu olan rahmetli dedem Ahmet Takavid Türk
mektebinde eğitim almış olduğundan pek Bulgarca konuşamamaktaydı, kendi
notlarını ise hayatının sonuna kadar Osmanlıca harflerle almaktaydı.
14 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Neriman Ersoy, “Bulgaristan Prensliği’nde Türk
Emlaki”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi,
1996.
15 Türklere yönelik bu önyargılar Jivkov döneminde çok daha bariz bir şekilde
ortaya çıktı. Üniversite giriş sınavları öncesinde, üniversitede öğretim üyesi
olarak görev yapan kişilere bir bölüme sadece bir veya iki Türk’ün alınması
emredilmiştir. Yazılı sınavın ardından yapılan sözlü sınavda birçok Türk
başarısız olmuştur. Bütün bu uygulamaların yanında, ayrıca sadece belli
bölümlere Türk öğrenci alınmıştır. Genelde Türkler öğretmen, mühendis,
zanaatla ilgili bölümleri kazanabilmiştir. Örneğin hiçbir Türk pilotu veya
orduda görev yapan kişi bulunmamaktadır. Bununla aslında Bulgaristan
hükümetlerinin Türklere karşı eğitim politikalarında da sınırlamalar getirdiği
ve “öteki”olarak gördüğü anlaşılmaktadır.
13
176 Ersoy-Hacısalihoğlu
yüzden bir kişinin kendi isteğiyle isim değiştirmesi sık görülen
bir durum değildir.16
Şahıs isimlerinin Bulgaristan’da toplu olarak değiştirildiği
ilk dönem Balkan Savaşları dönemi olmuştur. Bu isim
değiştirmelerin uygulandığı topluluk öncelikle Rodoplarda
yaşayan Müslüman Pomaklar olmuştur. Bu isim değiştirmenin
argümanı da tıpkı 1984-85’te olduğu gibi onların aslında Bulgar
ve
Hıristiyan
olduğu
ve
Türkler
tarafından
zorla
Müslümanlaştırıldıkları, şimdi tekrar asıl dinlerine ve
milliyetlerine geri çevrildikleri şeklinde olmuştur. Fakat bu ilk
isim değiştirme hareketinin başka nedenleri de vardır ve bunlar
1876 “Nisan İsyanı”na kadar gitmektedir. Bu isyanla anılan ve
Bulgarların “Batak katliamı” olarak adlandırdığı bir olay
yaşanmıştır ve Rodoplara yakın bölgelerde bulunan Bulgar
köylerindeki isyanlar Pomak gönüllü birlikleri tarafından
bastırılırken Batak köyü de Pomak saldırılarına maruz
kalmıştır. Bulgar tarihinin en acıklı olayı olarak tanımlanan bu
olayın failleri olarak Pomaklar görülmektedir. Yine 1878 yılında
Berlin Antlaşması sonucu Bulgaristan Prensliği kurulup Doğu
Rumeli Vilayeti oluşturulduktan sonra Doğu Rumeli Vilayetine
bırakılan Rodoplar Pomakların şiddetli ve silahlı direnişi
nedeniyle bu vilayete katılmayı reddetmiştir.17 Bu direniş de
Bulgarlar arasında Pomaklara karşı duyulan husumeti ve
kızgınlığı artıran önemli bir faktör olmuştur. Bazı yayınlarda
bunun Pomaklar ve Hıristiyanlar arasında bir “uçurum”
yarattığı belirtilmektedir.18 Nihayet Bulgar orduları 1912 yılında
Aslında Bulgarların kendi geleneklerinde de ismin çok önemli yeri vardır.
Bulgar geleneğinde ismin önemi hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. E.
Krăsteva-Blagoeva, Ličnoto Ime v Bălgarskata Traditsiya, Sofya 1999.
17 Batak katliamı tartışması için bkz. Martina Baleva / Ulf Brunnbauer, Batak
kato Myasto na Pametta. Izložba / Batak ein bulgarischer Erinnerungsort.
Ausstellung, Sofia 2007; Daha eski bir çalışma için bkz. Richard Millman,
“The Bulgarian Massacres Reconsidered,” The Slavonic and Eastern European
Review, 58/2, April 1980, s. 218-231. Ayrıca bkz. Ömer Turan, The Turkish
Minority in Bulgaria (1878-1908), Ankara 1998, s. 47-54, Aynı yazar,
“Rodoplarda 1878 Türk-Pomak Direnşi ve Rodop Komisyonu Raporu”, Türk
Kültürü Araştırmaları (Dr. Orhan F. Köprülü’ye Armağan), XXXIV/1-2, 1996, s.
129-156.
18 M. Gruev / A. Kalyonski, age, s. 72.
16
İsim Değiştirme 177
Rodopları ele geçirince buradan büyük bir kaçış olmuş,
kalanlara karşı şiddetli katliamlara başvurulmuş ve Rodoplarda
yaşayan Müslümanlar toplu olarak zorla Hıristiyanlaştırma
politikasına tabi tutulmuştur. Bu uygulama Çar Ferdinand ve
Başbakan İvan Gešov hükümeti döneminde başladı.19 Zorla
Hıristiyanlaştırmanın
Bulgar
kamuoyu
tarafın-dan
da
desteklendiğine dair belgeler vardır. 1 Aralık 1912 tarihinde
Pazarcık’tan bir grup Bulgar, Bulgar Ruhaniler Meclisi
Başkanına
bir
mektup
göndermiştir.
Bu
mektupta
Hıristiyanlığın önemine vurgu yapılırken, bağımsızlıktan sonra
Bulgaristan’ın tek millet olması gerektiği belirtilmiştir.
Pomakların Bulgarlaştırılmasını da öneren grup bu “önemli
davanın” Bulgar halkı tarafından da destekleneceğini ve “bunu
yapanları tarihin unutmayacağını” yazmıştır.20 Buna daha
mesafeli bakanlar da olmuştur. 26 Aralık 1912 tarihli bir
belgede, Ustovo köyünden Hristo Šiškov tarafından kardeşi
Stoyu’ya gönderilen mektupta, köyde eğitim için gelen 229
kişinin okul ve hanlarda kaldıklarını yazmıştı. Bu kişilere, aynı
zamanda zorla Hıristiyanlığı kabul ettirmek için hükümet
tarafından baskı ve zülüm yapıldığını kardeşine bildirmiştir.
Buna benzer uygulamaların Paşmaklı köyünde yapıldığını
yazan Šiškov, bu girişimin acele alınan bir karar olduğunu da
savunmuştur.21
Çeşitli yerlerde yapılan bu uygulamalara Müslümanlar
karşı çıkmış, buna ise Bulgarların tepkisi çok sert olmuştur.
Özellikle Brısten Jijevo, Ablanitsa, Vılkosel, Tsrınca gibi
köylerde onlarca kişi öldürülmüştür. Londra Konferansı
döneminde Pomaklar arasında gündeme gelen bir konu da Çeça
kasabasının Osmanlı İmparatorluğuna bırakılması konusu
olmuştur. Bu olay Bulgarların yeni zulüm ve ölümler
Veličko Georgiev / Stayko Trifonov, Pokrăstvaneto na Bălgarite Mohamedani
(1912-1913). Dokumenti, Sofya 1995.
20 Aynı mektubun birer kopyasını başbakan Ivan Gešov ve İçişleri Bakanı
Aleksandăr Lyudskanov’a gönderen grup, bu işi “milli bir mesele” olarak
görmektdirler. Bkz. V. Georgiev, age, s. 14-16.
21 Aynı eser, s. 19.
19
178 Ersoy-Hacısalihoğlu
gerçekleştirmeleri için fırsat yaratmıştır. Literatürde 150.000
kişinin Bulgar ismi aldığı belirtilmektedir.22
İsim değiştirme uygulamaları daha sonra 1942-43 ve 197074 yılları arasında tekrarlanmıştır.23 1972 yılındaki isim
değiştirme
sırasında özellikle
Devin bölgesinde
“ismi
değiştirilenler”e karşı uygulanan yöntem de geçmiş yıllardan
farklı değildi. Erkek, kadın demeden dayak ve zorlama ile
isimler değiştirilmiş, direnenler öldürülmüştür.24
Bulgar Komünist Partisinin Merkez Komitesine bağlı
Propaganda Faaliyetleri bölümünde 1980 yılı ortalarına ait bir
belgede, partinin Bulgaristan’daki Türklerle işbirliği yapması ve
onları yönlendirmesi konusuna dikkat etmesi gerektiği
vurgulanmıştır. Aynı belgede 1975 yılındaki nüfus sayımında
Türklerin sayısının 731.865 olduğu ve bunun da toplam
nüfusun % 8,4’üne denk geldiği kaydedilmiştir.25 Bulgaristan’da
genel doğum oranının Türkler arasında genel nüfusa bakılarak
daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Doğal olarak Türklerin
nüfusu konusunda Bulgarların endişeleri vardı. Özellikle
1970’lerden sonra Türkleri, Bulgar Komünist Partisi vasıtasıyla
kendi saflarına çekmek, partinin temel politikası olmuştur.
Bunu gerçekleştirmek için de özellikle eğitimcileri seçtiler ve
onların vasıtasıyla Türkleri yönlendirmeyi hedeflediler.26 Fakat
aynı aydın kesim isim değiştirme uygulamalarına karşı çıktığı
için çeşitli kamplara veya sürgüne gönderildi.27 Problem olarak
Balkan Savaşları dönemine Bulgaristan hükümeti tarafından Pomakların
isimlerinin zorla değiştirilmesi konusunda bkz. V. Georgiev, age, s. 5-12. İlker
Alp, Pomak Türkleri (Kumanlar-Kıpçaklar), Edirne 2008; 1984-85 kışında
Türklerin isim değiştirme uygulamalarının öncüsü olarak ortaya çıkan Bulgar
milliyetçisi P. Dyulgerov bile Balkan savaşları sırasında zorla isim değiştirme
ve uygulanan baskılara eserinde yer vermektedir. Petăr Dyulgerov, Razpnati
Duši (Moyata istina za Văzroditelniya Protses sred Bălgarite Mohamedani),
Sofya 1996, s. 16.
23 Evgeniya Krăsteva-Blagoeva, “Za imenata i Preimenuvaniyata na Bălgarite
Myusyulmani (1912-2000)”, Etnografski İnstitut s Muzey pri BAN, Bălgarska
Etnologiya, Godina XXVII, Kniga 2 (2001), s. 126-148, s. 127.
24 Gruev / Kalyonski, age, s. 74-75.
25 Angelov, age, s. 12.
26 Aynı yer.
27 “Bulgar Baskısında Son Hedef: Aydın Türkler”, Cumhuriyet, 18 Ocak 1986.
22
İsim Değiştirme 179
gördükleri diğer bir konu ise sınır bölgelerinde bulunan Türkler
ve Türkiye ile yakınlaşmalarıdır. Bu sebeplerden dolayı yıllarca
Türkiye’ye seyahatler çok zor bürokratik süreç sonucu
gerçekleşmiştir.
1984-85 Dönemi Zorla İsim Değiştirme Kararı Neden ve
Kimler Tarafından Alındı?
Bu dönemde isim değiştirme politikalarının Türklerin artan
nüfusundan kaynakladığını belirtmeliyiz. Bu yüzden kademe
kademe önce Pomaklar ve Çingenelerden daha sonra en fazla
nüfusa sahip Türklere yönelik isim değiştirme uygulamasına
geçildi. Bu uygulama dikkatli, planlı ve katı bir şekilde Aralık
1984-Ocak 1985’te gerçekleştirildi.
İsim değiştirme meselesi 1984 yılında nasıl, neden ortaya
çıktı ve kimler tarafından ilk defa gündeme getirildi soruları
üzerine oldukça farklı düşünceler vardır. Son dönemde bu
konuyla ilgili yayınladığı kitaplarla gündemde olan Veselin
Angelov’a göre her şey aslında daha 1983 yılının ortalarında
başladı. Aralık 1984 yılına kadar Smolyan, Haskovo ve Kırcali
bölgesinde “karma evlilikler”e sahip olan yaklaşık 50.000 Türk
ve Pomak’ın isimleri değiştirildi. Bu uygulamaya “yeniden
doğuş” adını vererek uluslararası kamuoyunu ikna etmenin
daha kolay olabileceğini düşünmüşlerdi. Angelov, isim
değiştirme süreci başladığında emirlerin daha ziyade sözlü
olarak verildiğini ve sayılı kişi tarafından bilindiğini
belirtiyor.28 Özellikle 11 Ocak 1985 tarihinde dönemin
Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından görüşmeye gönderilen
Sedat Güneral ve Baki İlkin’le Todor Jivkov arasında yapılan
toplantıda birkaç nokta dikkat çekmektedir. Todor Jivkov
Bulgaristan’da bulunan Türklerin aslında Türk milleti ile hiçbir
bağlantısı
olmadığını,
Bulgaristan
tarihi
ve
Bulgar
Hükümeti’nin geleceğine bağlı olduklarını söylemiştir. İsim
değiştirme uygulamasının ise sadece karma evliliklerde
uygulandığını belirtmektedir. Bunun da doğal olduğunu
vurgulayarak Türk kanunlarında da bu şekilde uygulamaların
28
Veselin Angelov, age, s. 7.
180 Ersoy-Hacısalihoğlu
söz konusu olduğunu iddia etmiştir. Karma evliliklerden doğan
çocuğun doğal olarak Bulgar olduğunu savunarak, bunun diğer
ülkelerde de aynı şekilde uygulandığını belirtmiştir.29
Bu tür açıklamalarından dolayı genel kamuoyu öncelikle bu
karardan Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Devlet Başbakanı
Todor Jivkov’u sorumlu tutmaktadır. Fakat onunla birlikte
Komünist Parti’de görev yapan ve önemli konumlarda bulunan
Petır Mladenov, Georgi Atanasov, Stanko Todorov, Dobri Djurov
gibi kişilerin de isimleri geçmektedir. Tarihçi Stayko Trifonov bu
kararın, “kahve molasında” dört kişi tarafından alındığını iddia
etmektedir. Ona göre bu kişiler: Todor Jivkov ile diğer parti
yöneticileri Milko Balev, Dimitır Stoyanov ve Georgi Atanasov.
Bu konuyu ayrıca Stoyan Mihaylov ve Petır Mladenov’un da
bildiğini yazmaktadır. Fakat Stoyan Mihaylov, daha sonra
yazmış olduğu kitapta bu kararın kendisi için de sürpriz
olduğunu vurgulamaktadır.
Uzun yıllar Komünist Partisi çatısı altında, T. Jivkov’un
yardımcılığını da yapmış olan Konstantin Çakırov’a göre ise bu
fikri Todor Jivkov ile Kırcali bölgesinde Partinin Birinci
Sekreteri Georgi Tanev ve Kırcali Milletvekili Georgi Atanasov
ortaya atmıştır. Çakırov, bu sebepten dolayı ilk isim
değiştirmenin Kırcali ve Haskovo bölgesinde başladığını ve daha
sonra Kuzey Bulgaristan’a genişletildiğini yazmaktadır.30
Bulgar Hükümetinin bu kararı alma nedenlerini şu şekilde
izah etmek mümkündür: Osmanlı idaresinden çıktıktan sonraki
süreci incelediğimizde, Bulgarların ve Bulgaristan Komünist
Partisinin politikasının Türklere karşı bir kısıtlama girişiminden
ibaret olduğunu ve gitgide bir kimlik değişimi süreci yaşandığını
söyleyebiliriz. Öncelikle Türk okullarının kapatılması, Türk
Dilinin yasaklanması gibi örnekleri sayabiliriz. Fakat Türklerin
Aynı eser, s. 155-154. Bu konuşma sırasında biraz tehditkar uslüpla
Türkiye’nin iç sorunlarını (Kürt ve Ermeni meselelerini) gündeme getirerek,
Bulgaristan’ın buna müdahale etmediğini ve bu konuda dünya kamuoyuna
Türkiye’nin yanında olduklarını söylediklerini belirterek, aslında “aba altından
sopa” gösteriyor.
30 Asenov, Văzroditelniyat Protses, s. 69- 70
29
İsim Değiştirme 181
nüfusunun önemli bir artış göstermesi Bulgaristan’da Türklere
yönelik korku ve rahatsızlıkların alevlenmesine neden oldu.
Bulgaristan Komünist Partisinin Merkez Komitesi Genel
Sekreteri olan Aleksandır Lilov, isim değiştirme kararının etnik
bir Bulgar milleti oluşturma fikrinden ortaya çıktığını
belirtmektedir. Ona göre milli bilincin ancak insanların
isimlerini değiştirilmesiyle, gelenek ve kültürlerini Bulgarlar gibi
yaşadıkları sürece gerçekleşeceğinden isimler değiştirilmişti.
K. Çakırov’a göre ise
etkilenerek bu kararı aldı:31
Todor
Jivkov
birkaç
sebepten
1. Türk nüfusun aşırı derecede artışı ve özellikle Türkiye
sınırı olan bölgelerdeki nüfusun artması.
2. Müslüman
yaygınlaşması.
nüfusun
artmasıyla
İslam
kültürünün
3. Ekonomik ve askeri açılardan gelişen kalabalık nüfuslu
Türkiye ile komşu olmak.
4. 1974 Kıbrıs Harekâtından sonra Bulgaristan’a yönelik bir
“Yeni Kıbrıs” meselesinin ortaya çıkma tehlikesi.
O dönemde eserini yazan tarihçi İlço Dimitrov ise
yukarıdaki sebeplerle birlikte bu kararı Balkanlarda bir tehlike
olarak gelişen İslam ve Pantürkizm terimlerini kullanarak
açıklıyor. Aynı zamanda bu insanların köklerinin Bulgarlara
dayandığını iddia ediyor.
Gruev ve Kalyonski çalışmalarında Kırcaali’de parti
sekreteri olarak görev yapan Georgi Tanev’in görüşlerine işaret
etmektedir. Onun Eylül 1982 yılında yazdığı bir raporda, bu
bölgede Türk varlığının önemli ölçüde kendini hissettirdiğini,
1958 yılından beri Sovyetler Birliği nezdinde Azerbaycan ve
Sofya Üniversitelerinde32 yetiştirilen öğretmen ve uzmanlara
Asenov, age.
Bulgaristan’daki bazı Türkler arasında Bakü üniversitesinde eğitim almış
kişilerin Bulgar Partisine mensup oldukları ve önemli mevkilere getirilmeleri
31
32
182 Ersoy-Hacısalihoğlu
rağmen Türklerin gelenek ve göreneklerine bağlılığının devam
ettiğini, bunun da partinin amaçlarına yakın görünmediğini
ileri sürmektedir.33
18 Ocak 1985 yılında Genel Sekreterlerle yapılan toplantıda
Geogi Atanasov yaptığı konuşmada, Bulgaristan’ın birçok
bölgesinde “Bulgar Türkleri”nin aslında eskiden beri değişik
zamanlarda İslamiyet’i kabul eden Bulgarlar olduğunu ve
bunun
da
belgelendiğini
belirtmiştir.
Bulgaristan’ın
bağımsızlığını kazanmasından sonra ve 20. yüzyılda bile “karma
evlilik”lerden dolayı ve dinin etkisiyle birçok kişinin
“Türkleştiğini” vurgulamıştır. Bu sürecin başlarda binleri
bulduğunu, ama daha sonraki yıllarda bu sayının hızla
arttığının gözlemlendiğini belirtmiştir. Aynı konuşmasında
Atanasov’un belirttiğine göre, bu hızlı değişim özellikle bazı
bölgelerde bulunan köylerdeki nüfus yapısının kişi ve sülale
bazında araştırılmasına sebep olmuştur. Özellikle Komuniga ve
Çernooçene köylerinde “karma evlilik”lerin ve İslamiyet’i kabul
etmiş bazı sülalelerin atalarının aslında Kırcaali sancağından
bazı Bulgar sülalelerinin atalarından geldiğini iddia etmiştir.
Dolayısıyla Krumovgrad, Momçilgrad, Cebel gibi yerleşim
yerlerindeki nüfusun etnik yapısının Bulgarlara dayandığını ve
bunun belgelendiğini de vurgulamıştır. Bu bölgelerde ikonalar,
Hıristiyan geleneğine göre yapılan definler, giyim ve kuşam vs.
gibi delillerin nüfusun Bulgar olduğunu ispatladığını
söylemiştir. Ayrıca bu bölgedeki nüfus yapısının incelenmesinin
Kırcaali bölgesindeki parti birinci sekreteri Georgi Tanev
tarafından yürütüldüğünü ve hızla gerçekleştiğini belirtmiştir.34
Türk-Arap isimlerinin Bulgarca isimlerle değiştirilmesi
konusunda 18 Ocak 1985 tarihinde Parti toplantısında Todor
tesadüf değildir. İsim değiştirme uygulaması sırasında aynı kişiler öncülük
ettikleri gibi, Türkleri zor durumlarda bırakarak Bulgar makamlarına
muhbirlik ettikleri bilinmektedir. Zaten daha sonraki siyasi gelişmelerde
bunların Türkiye’ye göç etmedikleri de belirlenmiştir. Bununla ilgili farklı
örnekler için bkz. Lütem, age, s. 470-73.
33 Gruev / Kalyonski, age, s. 131-132.
34 Istinata za Văzroditelniya Protses. Dokumenti na Arhiva na Politbyuro i TsK
na BKP, Sofya 2003, s. 7-9.
İsim Değiştirme 183
Jivkov da konuşmasında Bulgaristan’da yaşayan Türklerin
Türkiye ile bir bağlantısının olmadığını ve bu insanların “Beş
yüzyıllık Türk Köleliğinin sonucu” asimile olan Bulgarlar
olduğunu savunmuştur. Tarihi olarak bu olayın ispatlandığını
belirterek, aslında 1912-1913 yıllarında isimleri Bulgarcaya
çevrilen Müslümanların isimlerinin tekrar geri verilmesi
kararıyla Bulgar Hükümeti’nin büyük bir ihanet işlediğini ve
hızla Türklerin nüfusunun arttığını iddia etmiştir. Eski
Hükümetleri suçlarken, kendi hükümetlerinin de 9 Eylül 1944
tarihinden sonra Türkleşmeye uygun ortamlar yarattıklarını
itiraf etmiştir.35 Fakat gelişen olayların bu politikayı
değiştirdiğini belirtmiştir.
Jivkov aynı konuşmada Kenan Evren’in kendisine kabine
üyeleri aracılığıyla bir mektup gönderdiğini ve mektupta
Bulgaristan’daki Türklerin isimlerinin değiştirilmesi konusunu
gündeme getirdiğini belirtmiştir. Jivkov bu mektubun etkisiyle
geri adım atmadığını vurgulamıştır. Türkiye’nin, Bulgaristan’ın
içişlerine karışma hakkına sahip olmadığını, kanuni olarak
Bulgaristan’da yaşayan her insanın istediğinde dilekçe vererek
ismini değiştirebildiğini söylemiştir.36
Jivkov, ayrıca Kenan Evren’in Bulgaristan ziyareti
esnasında 100 ailenin parçalanmış yaşadıkları konusunun
gündeme getirildiğini, daha sonra kendisinin Türkiye’yi
ziyaretinde ise bu ailelerin sayısının 1.500’e yükseldiğini
belirtmiştir. Bunun üzerine bu ailelerin araştırıldığını, isterlerse
göçü gerçekleştirebileceklerini de beyan etmiştir. Fakat
Türkiye’nin göç taraftarı olmadığını söyleyerek, aslında Jivkov
hükümetinin 100-150.000 kişinin istemesi durumunda göç
etmesine izin vereceğini belirtmiştir. Todor Jivkov’un
konuşmalarında Türkiye’yi suçlayan ifadeler yer almakta,
aslında Türkiye’nin isteğinin göç olmadığını, sınır bölgeleriyle
daha ziyade ilgilendiklerini iddia etmektedir. Buna karşılık
kendilerinin sadece isim değiştirdiklerini, cami yıkmadıklarını,
imamların
görevlerini
yaptığını
ve
insanların
dinine
35
36
İstinata, s. 21.
İstinata, s. 24.
184 Ersoy-Hacısalihoğlu
karışmadıklarını söylemiştir. Gerçek problemin isimleri
değiştirilmiş insanlar olmadığını, Bulgarların onları kendi
kardeşleri olarak kabul edip etmeyeceklerinin daha büyük bir
problem olduğunu vurgulamıştır.37
Yukarıda Çakırov’un belirttiği noktalardan hareketle 1944
yılından beri Todor Jivkov başkanlığındaki BKP’nin politikası
azınlıkların ortadan kaldırılması veya asimile edilmesi
yönündedir. Azınlıklara veya özellikle Türklere karşı yapılan
bütün girişimler, onların varlığını ortadan kaldırmaya yönelik
olmuştur. Türkler hiçbir alanda söz sahibi olamayan, kendi
gelenek ve kültürlerini ortadan kaldırmasına karşı çıkamayan
bir konuma getirildi. Yıllar içinde aşırı milliyetçi parti
mensupları Türkleri kimliğinden uzaklaştırdı ve kısa süre içinde
isimleri değiştirme süreciyle bu politikayı tamamlamayı
hedefledi.
Özellikle neden 1980’lerin ortasına doğru Jivkov
hükümetinin böyle radikal bir politikaya başvurduğu sorusuna
birçok tarihçi sosyalist rejimin yaşadığı krizi gerekçe
göstermektedir. Buna göre gittikçe derinleşen ekonomik ve
siyasal kriz nedeniyle hükümete karşı yönelecek tepkilerin
önünü almak amacıyla suni bir gündem yaratılmış, toplumun
dikkatleri öteden beri düşman olarak görülen Müslümanlara
yöneltilmiştir. Bu şekilde rejim konumunu sağlama almış,
sözde bir düşmanla mücadele ediyor gibi görünerek kitleleri
arkasına almaya çalışmıştır. Örneğin Bulgar tarihçi Plamen
Tsvetkov 1984-85 kışında Jivkov’un “aniden” Türkleri “Türk
milli bilincine sahip Bulgarlar” olarak ilan etmesini ülkede
yükselmeye başlayan liberal muhalefete karşı Jivkov’un akıllıca
bir taktiği olarak değerlendirmektedir.38 R. J. Crampton’un
değerlendirmesi de bu görüşe yakındır.39
Age, s. 24-26.
Plamen S. Tsvetkov, Bălgariya i Balkanite ot Nay-stari Vremena do Naši Dni,
Cilt 2, Sofya 1996, s. 412.
39 “A more likely explanation is the simple one that the regime believed that
beating the nationalist drum would increase popular support or at least mask
some of the economic difficulties which were being encountered. The lack of
37
38
İsim Değiştirme 185
İsim Değiştirme Nasıl Gerçekleşti?
Dünyada örneği pek olmayan bir uygulamaya maruz
bırakılan Bulgaristan’da yaşayan Türkler, Aralık 1984 ile OcakŞubat 1985 tarihler arasında Türkçe isimleri değiştirilerek
Bulgar-Slav isimleri almaya zorlandılar.
Bu isim değiştirme sürecinde ben de Bulgaristan’ın Varna
iline bağlı Provadi kasabasının Slaveykovo (Damlalı) köyünde
yaşıyordum ve ortaokul öğrencisiydim. Bizim isimlerimizin
değiştirildiği dönemde kış tatilindeydik (1985 yılı Ocak ayında).
Bütün okulların kapalı olmasından dolayı ve kış koşulları
nedeniyle herkes evde olacağından, Bulgar politikacıların
başlangıç tarihi olarak kış tatilini özellikle seçtiğini
düşünüyorum. İsimlerimizin değiştirilmesinde önce bu konu
hakkında söylentiler çıkmıştı, çünkü daha önce başka
bölgelerde isim değiştirmesi olmuştu. Bu yüzden Türkler
tedirgindi ve aileler sık sık bir araya geliyordu. Özellikle
akrabalar akşamları beraber yemek yiyor, geç saate kadar
radyodaki haberleri takip ediyordu. Ailelerin erkekleri
askerlerin gelmesi durumunda nasıl hareket edeceklerini
konuşuyorlardı. Bu söylentilerin çıkmasından kısa bir süre
sonra köyümüze askerler geldi ve köy giriş ve çıkışlarını kontrol
altına aldı. Birçok köyde isim değiştirme olayları buna benzer
şekilde gerçekleşti.40
Bütün köy askerler tarafından sarılmıştı. Gece bizim
evimize de askerler geldi ve anneme belediyeye gelip isimlerimizi
değiştirmemiz
gerektiğini
söylediler.
Fakat
isimlerin
progress on the economic front and the bad image of Bulgaria abroad had
depressed the population to some degree.”, R. J. Crampton, A Concise History
of Bulgaria, Cambridge 2007, s. 206.
40 Aslında farklı yıllarda isim değiştirme süreçlerinde uygulanan yönteme
baktığımızda birkaç ortak noktayı tespit etmek mümkündür. Alınan karar
sonrası güvenlik güçleri yerleşim yerinde bulunan giriş ve çıkışları abluka
altına almakta ve ilk hedef kitlesi bu yerleşim yerindeki erkeklerinin isimlerini
değiştirmekle başlamaktadır. 1972 yılındaki uygulamaya örnek olarak bkz.
Gruev / Kalyonski, age, s. 74; 1984-85 dönemi için bkz. “Bulgaristan’daki
Türk ve İslam Azınlığına Baskı”, (Haz. Norveç Helsinki Komitesi, Çev. Yaşar
Yücel), Belleten, C.LI, Sayı 201, s. 1446-1467.
186 Ersoy-Hacısalihoğlu
değiştirilmesini engellemek için askerlerin geldiğini haber alır
almaz, babam, babamın amcasının oğlu, dayılarım ve köyden
birçok erkek gizlice köyün dağlık bölgesine kaçmışlardı. Çünkü
aile reisi, yani baba evde olmayınca isimlerin değiştirilmediği
duyulmuştu. Babamın evde olmadığını söyleyen anneme,
ablamla birlikte muhtarlığa gelmeleri söylendi. Evin önünde
bulunan askeri araca binmeyi reddeden annem, ablamla
birlikte aracın önünde muhtarlığa kadar yürüdü. Bulgar
yetkililere babamın evde olmadığını tekrarlayan annem, geri
geldi ve o gün isim değiştirmesi gerçekleşmedi.41
Kış koşullarında babam dağda birkaç gün kalabildi. Evdeki
işlerin zorluğu ve annemin ısrarı üzerine babam eve dönmek
zorunda kaldı. Kısa süre sonra bu kez polisler gündüz vakti eve
geldi. Ellerinde isimlerimizin değiştirildiğine dair evraklar vardı.
Babam bu evraklara imza atmak zorunda kaldı. Böylece
isimlerimiz değiştirilmiş oldu. Bu yeni isimlerle yüzleşmemiz
tekrar okula başladığımızda gerçekleşti. Annem ve babam ise iş
yerinde yeni isimleriyle yüzleşmek zorunda kaldılar.
Aslında birçok Türk, Bulgar ismi almamak için çeşitli yollar
deneyerek ve başka sebepler ileri sürerek bu süreci uzatmak ve
isimlerini korumak düşüncesindeydi. Fakat bu mesele kesin
olarak planlanmış ve uygulanmaya konulmuş olduğu için bunu
engellemek mümkün olamadı. Bulgaristan’da günümüzde
okutulan 6. sınıfa ait tarih ders kitabında 1989 yılında
Türkiye’ye göç eden ve isim değiştirme döneminde henüz küçük
yaşta olan bir kızın isim değiştirme olayını anlatışına yer
veriliyor. Burada isim değiştirme şöyle aktarılmaktadır: “Ben
okulda, annem işteydi. Kendisi dokumacıydı ve fabrikada idi.
Herkesi fabrikanın en üst katına toplamışlar ve isimlerini
değiştireceklerini söylemişler. Erkekler kabul etmeyince onları
dövmeye başlamışlar. Annem bayılmış… Hemen doktor
çağırmışlar… Ve babamla eve gitmesine izin vermişler. Diğer
insanları iki gün tutmuşlar, zorla isimleri değiştirilmiş… Hemen
köye ninem ve dedemin yanına kaçtık. Sabah köyün sarıldığını
41
Krısteva-Blagoeva, age, s. 140.
İsim Değiştirme 187
ve burada da isimlerin değiştirileceğini anladık. Üstümüzde
pijamalarla ormana doğru koşmaya başladık. Dışarısı ise
soğuktu ve kar vardı. Bütün köy halkı ormanda toplanmıştı.
İnsanlar çocuklarıyla beraber, şaşkınca bakışıyorlar ve ne
yapacaklarını bilemiyorlardı. Ertesi gün Harmanlı’ya döndük.
Annem işe gitti, fakat işine son verildiğini öğrendi. Babamı
karakola çağırdılar ve ona ‘istesinler veya istemesinler’ bütün
Türkler Bulgar isimleri taşıyacaklar denmiş. O ne yapsın, razı
oldu.”42 Buna benzer zorla ve baskı ile isimlerin değiştirildiğine
dair birçok örnek vermek mümkündür.
Bunun üzerine isimlerin değiştirildiği bütün dünya
kamuoyuna duyuruldu. Bulgaristan’a yönelik baskıların
artması üzerine Bulgaristan’da yaşayan ve önemli görevlerde
bulunan bir grup Türk dünya kamuoyuna duyurmak üzere
zamanın Başbakanı Turgut Özal’a hitaben bir açık mektup
yazdılar. Almış oldukları yeni isimlerini gönüllü olarak
aldıklarını, esasında kendilerinin zaten Bulgar olduklarını ve
şimdi de özlerine döndüklerini yazıyorlardı. İsim değiştirme
meselesini Bulgaristan’ın aslında yer isimlerini değiştirerek
daha 1906, 1934 yıllarında gerçekleştirmiş olduğunu ve birçok
Türkçe yer isminin Bulgarcaya çevrildiğini belirtiyorlardı.
Dolayısıyla mektupta adı geçen kişilerin bu işi zorla
yapmadıklarını yazıyorlardı. Bu yüzden kapitalist Türkiye
Cumhuriyetinin başbakanının kendi ülkesindeki sorunlarla
uğraşması ve Bulgaristan’ın içişlerine karışmaması çağrısında
bulunuyorlardı. Mektupta daha ziyade önde gelen yönetici,
aydın ve şehir müftülerinin isimleri yer almaktaydı. Örneğin
Andrey
Andreev
(gazeteci),
Sabotin
Tassev
(Bulgar
Televizyonunda); Sergey Radomirov (Doktor, Klinik Şefi); Sider
Hadžiev (Aytos bölgesi Müftüsü); Emiliya Gavasova (Okul
Müdürü); Ana Marinova (Antrenör) ve hepimizin bildiği Naum
Şalamanov yani Naim Süleymanoğlu (Halter Sporcusu) gibi
Rayna Gavrilova / Mariya Radeva / Evgeniya Kalinova, Istoriya i
Tsivilizatsiya za Šesti Klas, Sofya 2007, s. 157.
42
188 Ersoy-Hacısalihoğlu
isimler vardı.43 Bulgar Hükümeti ısrarla Türklerin gönüllü
olduklarını iddia ederek dünya kamuoyunu yanıltmaya
çalışmışsa da kısa süre sonra Naim Süleymanoğlu’nun
Türkiye’ye kaçışı bütün dünyada flaş haber olarak geçti ve
isimlerin gönüllü değil, bunun tam tersi zorla verildiği teyit
edilmiş oldu. Bu broşürün de tamamıyla Komünist Partinin bir
propaganda yazısı olduğu anlaşılıyor.44
Yazılan anılara ve Parti genel merkezi sekreterlerinin
konuşmalarına göre isim değiştirme her yerde aynı şekilde
gerçekleşmişti. Askerler silahlarla köylere gidip köyün bütün
giriş ve çıkışlarını kontrol altına alarak, telefon bağlantılarını
kestiler, evlerden av tüfekleri toplatıldı, Radyo sinyalleri
engellendi ve evler basılarak bütün köy halkının isimleri
değiştirildi. Bulgarca isimlerini kendileri gönüllü olarak
aldıklarına dair bir dilekçe doldurarak imzalatıldı. Burada
söylemek gerekir ki evler genelde gece yarısı 12 gibi ve sabaha
karşı basılmış ve aile reisi babanın kararı veya tepkisine göre
davranılmıştır. Aile reisi direnmezse problem yaşanmamıştır.45
İsim değiştirme sırasında tepki verenler işlerinden oldular veya
başka yere uzun süreli görevlendirildiler veya hapishanelere
gönderildiler. Hüseyin Köse kitabında isim değiştirme
döneminde birçok Türk’ün sebebi anlaşılamadan karakollarda
öldüğünü belirtmektedir.46
Mehmet Türker anılarında köyündeki isim değiştirme
kampanyasını anlatarak köy muhtarının ayak işlerini yapan Ali
Mollov’un da Bulgarlarla birlikte geldiğini ve kendisinin
gelmezse ölümle tehdit edildiğini yazmaktadır. Aynı köyde okul
müdürü olan Hasan Muallim ise Parti üyesi olduğundan isim
değiştirmede kendisinin de yer alması beklendiğini anlayınca
Offener Brief einer Gruppe Bulgaren aus der Volksrepublik Bulgarien, die ihre
bulgarischen Namen wieder angenommen haben, an den Ministerpräsidenten
der Republik Türkei, Sofia-Press 1985.
44 Lütem, age, c. I, s. 470-473.
45 Valeri Stoyanov, Turskoto Naselenie v Bălgariya Meždu Polyusite na
Etničeskata Politika, Sofya 1998, s. 163; Mehmet Türker, Belene Adası Zülmün
Ateş Çemberinden Anılar, İstanbul 2004, s. 78.
46 Hüseyin Köse, Kanlı İzler (Şehitlerimizin Belgesel Öyküleri), Razgrad 2001.
43
İsim Değiştirme 189
ayağının kırıldığını ileri sürerek köyden uzaklaşmış. Bu
davranışından dolayı daha sonra hem partideki görevine, hem
de okul müdürlüğü görevlerine son verilmiş.47
Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesi Georgi Atanasov’un
18 Ocak 1985 tarihinde Bulgar Komünist Partisinin Bölge
toplantısında “okullardaki öğretmenler eğer bu konuda aykırı
duruş sergilerlerse hemen onları başka bölgeye tayin edelim”48
gibi önerileri vardı. Bu tür uygulamalara sıkça rastlıyoruz.
Todor Jivkov parti konuşmasında isim değiştirme olayı ve
sonrasındaki
sürecin
hızlı
ve
fazla
duyurulmadan
gerçekleştiğini, Kırcaali’de bile 20 günde sorunun çözüldüğünü
belirterek isim değiştirme olayının “tarihi viraj” olduğunu
belirtmiştir.49
İsim değiştirme olayı planlanmış ve kısa bir surede
gerçekleşmiş olmasına rağmen Bulgaristan Türkleri üzerine
derin yaralara yol açtı. Türkler, Bulgaristan topraklarında
yıllardır yaşamış ve hiç bir dış ülke görmedikleri halde sadece
aileden Türk dilini öğrenmişlerdi. Yaşlıların vermiş oldukları
sözlü bilgilerle din, örf ve adetlerle büyümüşlerdi. Kendi
dillerinde eğitim alamadıklarından çocuklar bir anda kendilerini
sorgulamaya başladılar. Aslında ellerinde Türklükle ilgili tek
kalan şey anne-babaları tarafından verilen Müslüman
isimleriydi. Oysa 1985’e kadar Bayramlarını kutlayan,
mevlitlerini yapan, ölülerini İslam geleneğine göre defneden
Türkler nasıl olup da bir günde Bulgar olacaklardı. Bu olay
psikolojik olarak çocukları çok etkiledi. Aile bireylerine sorular
soruldu ve Türk kimliği üzerine daha fazla bilgi edinilmeye
çalışıldı.
Hangi İsimler Ne Oldu?
Komünist Partisi Türklerin isimlerini değiştirirken bir isim
kitapçığı hazırlattı. Bu kitapçık bütün kasaba ve köy
47
48
49
Türker, Belene, s. 78.
İstinata, s. 14.
İstinata, s. 26-27.
190 Ersoy-Hacısalihoğlu
muhtarlıklarında vardı. Ama çoğu aile zaten Bulgar ismini
istemediği için alınan isme hiç bakmadı ve evrakları imzaladı.50
Hatta bu konuda ilginç olaylar yaşanmıştır. Örneğin
akrabalarımdan yaşlı bir nine emekli maaşını almak için
bankaya gittiğinde ismi sorulmuş. O da yanındaki köylüsüne
dönerek, “Bir baksana Pasaportuma neymiş benim ismim!” diye
sormuş.
Yeni isimlerde şu usullerin takip edildiği görülmektedir:
a) Bulgaristan’da Türk aydınlardan bir kısmı isimlerini
tercüme ederek yeni isimler aldılar. Örneğin: Nuri -Svetlin,
Nuriye-Svetlina oldu.
b) Bazılarının isimlerinin Türkçe ilk harfi hangisiyse buna
göre Bulgarca ismi de o harfle başlıyordu. Örneğin Sevim,
Selime, Saime, Seniha’lar- Sevda oldu, Ahmet, Ali’ler -Asen,
Orhan, Osman’lar- Orlin; Naim-Naum; Hikmet-Hristofor oldu.
c) Bazı kişiler ise Bulgar hükümetine tepki olarak o
dönemin politikacılarının isimlerini aldılar. Örneğin Todor
Jivkov, Lyudmila Jivkova, Petır Mladenov gibi isimler alınmıştı.
d) Fakat uygulamada en çok Türkçeye yakın isimler tercih
edilmiştir: Sabri –Sevdalin; Mehmet Ali – Madjar; Ali – Alipi;
Deniz-Denisse oldu.
Bulgaristan’da uzun yıllar gazetecilik yapan ve daha sonra
Türkiye’ye göç eden Ahmet Şerif Şerefli’nin anılarında isim
değiştirmelerde birkaç uygulamaya değinilmektedir. 1985
yılında Bulgaristan’da en meşhur Caz sanatçılarından Yıldız
İbrahimova’nın ismi Suzana Erova olarak değiştirilmiştir.
Burgaz’da yapılması planlanan bir konserin önceden baskısı
yapılmış afişlerinin üzerindeki Yıldız İbrahimova ismi üzerine
yeni ismi bir kâğıtla yapıştırılmış. Fakat insanlar bu isimde bir
sanatçı tanımadıkları için biletleri satılamamış. Gece yağan
Kendi ailemde olduğu gibi çevremde buna benzer binlerce örnek verilebilir.
Ayrıca bkz. Beğlan Toğrol, age, s. 82.
50
İsim Değiştirme 191
yağmur nedeniyle yapıştırılan kâğıdın düşmesi üzerine insanlar
Yıldız İbrahimova’nın ismini görünce birkaç saat içinde konser
salonu dolup taşmış.
Diğer bir örnek 1989 yılında ilk sayısı çıkan “Literaturen
Front” (Edebiyat Cephesi) gazetesinde dile getirilen taleplerle
ilgili. Gazetede yarım asır önce ölmüş olan Bulgar
edebiyatçılardan
Yordan
Yovkof’un
eserlerindeki
Türk
kahramanları eleştiriliyordu. Ayrıca Salih Yaşar, Murat, Asiye
vb. Türk isimleri edebiyatımızın sayfalarından kazınmalı diye
yazıyor, hatta bu Türk isimli kahramanların asıllarının Bulgar
olduğunu iddia ediyordu. Deliorman ve Dobra isimli Türk
köylerinde bir gece doktor, öğretmen gibi aydınları otobüslere
doldurarak Plevne ve Vraça yörelerine kışlalara göndermişler.
Sözde seferberlik olacakmış diye aylar süren bir kamptan sonra
isimleri değiştirilmiş. Aralarından Razgradlı bir baba aylar
sonra evine gelmiş. Hamile olan eşini bulamayınca
komşularından eşinin doğum yaptığını ve eşinin çocuğa
Mehmet ismini vererek Esirgeme Yurduna bıraktığını öğrenmiş.
Yurda giden baba Mehmet ismiyle çocuğunu sorduğunda
hemşire ona: “Adı Mehmet’se git Türkiye’de ara: Mehmetler
Türkiye’de!” demiş. Fakat babanın ısrarı üzerine, nihayet
çocuğunun isminin Minko olarak değiştirildiğini söylemişler ve
onu uzaktan görmesine izin vermişler.51
İsim Değiştirememe Durumları
İsim değiştirme kampanyasında isimleri değiştirilemeyenler
de bulunmaktadır. Örneğin aile bireylerinden biri evlilik yoluyla
veya başka nedenlerle yurt dışına gitmişse o kişinin ismi
değiştirilememiştir.
Dolayısıyla
Bulgaristan’daki
nüfus
kütüğündeki ismi Türkçe olarak kalmıştır. Bu şekilde aynı
aileden hem Bulgarca, hem Türkçe isimler olmuştur.
İsim değiştirme uygulaması sırasında nüfus kayıt
defterlerinde Türkçe kaydedilmiş olan bir kişinin yeni ismi
üzerine yazılmıştır, Türkçe isimler yok edilmemiştir. Bu durum
51
Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk Türk Öldük, Ankara 2002, s. 557-558.
192 Ersoy-Hacısalihoğlu
aslında Bulgar hükümetinin bu uygulama ile iddia ettiğinin
aksine isim değiştirme politikasında çok emin olmadığı şeklinde
de yorumlanabilir. Tabii ki eski isimlerin nüfus kayıt
defterlerinde korunmuş olması öncelikle hükümetin nüfusun
geçmişiyle ilgili bilgileri bütünüyle kaybetmek istemediğine
işaret etmektedir.
Yine Mehmet Türker anılarında kendisinin hapiste olduğu
sırada, daha önce farklı sebeplerden dolayı hapse giren
Türklerin isimlerinin henüz değiştirilmediğini yazmıştır.52
İsim Değiştirme Esnasında ve Daha Sonra Türklerin
Tepkileri
İsim değiştirme uygulamalarına karşı Türkler sessiz
kalmamıştır. Gösterilen tepkilerin bir örneğini 11 Eylül 1985
yılında Silistre Emniyet Müdürü R. Slavov ve Savcı Hr.
Hristov’un General Gr. Şopov’a gönderdikleri rapordan
görüyoruz. Önceleri Emniyette (MVR) çalışan Nazım Salimov
Saliev (Neven Levenov Latinov)’in Türk milliyetçiliği yaptığı,
Türkçe konuşma ve İlkokullarda Türkçe eğitimin kaldırılmasına
tepki gösterdiğinden 1979 yılında işten atılmış olduğu rapor
edilmiştir. Aynı kişi Türklerin isimlerinin değiştirildiği dönemde
bulunduğu bir yemek toplantısında “Siz Türk değilsiniz. Hepiniz
boyun eğdiniz. Görmüyor musunuz isimlerimizi değiştirdiler,
dilimizi unutuyoruz” gibi tepkiler verdiğinden emniyet tarafından
başka bir şehre sürgün edilmiştir. Fakat dönüşte bu konuyla
ilgili düşünceleri değişmemiştir. Çevresindeki insanlara tepki
göstermeleri gerektiğini, tarlalarda yeni çıkan mahsulleri yok
ederek veya yakarak, bir takım yerlerde dinamitler patlatarak,
Bulgaristan’da ihtilal yapabilecek bir insanın bulunması
gerektiği gibi konuşmalar yapmıştır. Raporun devamında
Türkiye’nin bu konuda sessiz kalmayacağını ve aynı Kıbrıs gibi
burayı savaşla alacağını söylediği iddia edilerek Nazım Salimov
Saliev’in 3 yıl süreyle Belene’ye gönderilmesine karar
verilmiştir. İlginç olan nokta; raporda Bulgarca isminin yanı
sıra parantez içinde Türkçe isminin de yazılmış olmasıdır.
52
Mehmet Türker, age, s. 20.
İsim Değiştirme 193
Bulgar
Yetkililerin
Düşünceleri
İsim
Değiştirme
Hakkındaki
1984-85
kışında
gerçekleşen
isim
değiştirme
ve
uygulamaları konusunda Komünist parti yetkililerinin olaydan
sonra arşiv belgelerine de yansıyan bazı konuşmaları
bulunmaktadır. Yukarıda bahsedilen Ocak 1985 tarihli
konuşmasında BKP mensubu Georgi Atanasov bu olayı
“muhteşem bir dava” olarak değerlendirmiştir. Bu olayı bir
“tarihi dava” olarak gördüğünü ve bu olayla birlikte “Türk
köleliğinin” izlerinin silineceğini vurgulamıştır. NATO ülkeleri
olarak ABD ve Türkiye’nin Bulgaristan Türkleri üzerinden
siyaset yaparak müdahalede bulunduklarını ve bu olaydan
sonra buna müsaade etmeyeceklerini de belirtmiştir.53
18 Ocak 1985 yılında Todor Jivkov’un Komünist parti
toplantısında Türk-Arap isimlerinin değiştirilmesinin sonuçları
üzerine yaptığı toplantı da dikkat çekmektedir. Jivkov’un
Türklerin isim değiştirme olayının “bir bayrama dönüşmesi”
gerektiği vurgulamış ve gelecekte esas problem olan Bulgarlar
olacağını, Bulgarların bu kişileri kardeş olarak görmeleri
sağlanmalıdır demiştir. Daha sonra isimleri değiştirilen
Türklerin Bulgar toplumuna entegre olmaları konusunda
çalışmalar yapılması gerektiğini belirtmiştir. Bütün bunların
hızlı ve süratli bir şekilde olması, fakat soğukkanlı bir biçimde
yapılması gerektiğini söylemiştir.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulursa 1944 yılından
itibaren Bulgar Hükümetlerinin azınlıklara karşı ve özellikle
Türklere karşı yönelik projeleri bir “homojen milletin” ortaya
çıkması doğrultusundadır.54
İstinata.., s. 9-10.
Gruev / Aleksey Kalyonski, Văzroditelniyat Protses. Myusyulmanskite
Obštnosti i Komunističeskiyat Režim, Sofya 2008.
53
54Mihail
194 Ersoy-Hacısalihoğlu
Bulgar Tarih Ders Kitaplarında İsim Değiştirme Meselesi
1984-89 dönemi ile ilgili gerek isim değiştirme uygulaması
ve gerekse göç mevzuları, aradan geçen zaman içerisinde,
Bulgar tarih ders kitaplarında da yer aldı. Özellikle 6., 10. ve
11. sınıflardaki ders kitaplarında bu konuda kısa da olsa
bilgiler bulmak mümkündür.
İlk olarak 6. Sınıf tarih ders kitabında konu ele alınırken,
öncelikle II. Dünya Savaşından sonra Bulgaristan’ın Türklere
yönelik doğru bir politika izleyemediği belirtilmiştir. Bulgar
idarecilerinin, artan Türk nüfusundan ve Türkiye’nin
politikasından endişe duyduğu, kendi rejiminin bozulabileceği
düşüncesiyle Sovyetler Birliğinin karşı çıkmasına rağmen
Türklerin isimlerini değiştirdiği belirtilmektedir. İnsanların
özgür isim seçme hakkının bir gereği olarak uygulamanın insan
haklarına aykırı olduğu ve uluslararası kamuoyu tarafından
tepki gösterildiği ve bunun bir suç teşkil ettiği de yazılmaktadır.
Bunların yanında Bulgaristan’da siyasi gerilimle birlikte resmi
dairelerde Türkçe konuşma yasağının ve Türk kadınlarının
geleneksel kıyafet taşıması gibi yasakların da olduğu
vurgulanmıştır. Aynı ders kitabında örnek olarak bir Türk kız
çocuğunun isim değiştirme olayını anlatan kısa bir hikâyesi
bulunmaktadır.55 İkinci olarak 10. sınıf tarih ders kitabında ise
Bulgaristan’ın (1945-1989) dönemini anlatan bölümde 1985
yılında Gorbaçov’un Sovyetler Birliği yönetimine gelmesiyle
Bulgaristan’da
olumsuz
gelişmelerin
meydana
geldiği
belirtilmiştir. Yeni reform kararları doğrultusunda Todor
Jivkov’un Türklere yönelik zorla isim değiştirmeye girişmesi ve
bunun sonucunda “büyük gezinti” (Golyamata Ekskurziya)
anlamına gelen 89 Göçünün gerçekleştiği belirtilmiştir.56 Yine
aynı ders kitabında 1989 yılında “Hassas darbeler” ve Doğu
Bloğunun
dağılması
bölümünde
yine
Bulgaristan’daki
gelişmelerin “milli özelliklerinin var olduğu” ve Türklere yönelik
Rayna Gavrilova / Mariya Radeva / Evgeniya Kalinova, İstoriya i
Tsivilizatsiya za Šesti Klas, Sofya 2007, s. 156-157.
56 Georgi Markov / Rumyana Kuševa / Boyko Marinkov, İstoriya i
Tsivilizatsiya za 10. Klas, Sofya 2001, s. 179.
55
İsim Değiştirme 195
politikaların sonucunda göçlerin yaşandığı anlatılmıştır.57
Konuyla ilgili son örnek ise 11. sınıf tarih ders kitabında yer
almaktadır. 1956-1989 döneminde Todor Jivkov’un siyasi rejimi
başlığı altında Bulgaristan’da 850.000 Türk’ün bulunduğu ve
yine Türklerin isimlerinin zorla değiştirilmesi yönünde baskı
yapıldığı kısa da olsa kaydedilmiştir.58
Gerek Avrupa Birliği çerçevesinde gerekse başka
sebeplerden dolayı 20 yılı aşkın süre zarfında isim değiştirme
uygulamasının Bulgar tarih ders kitaplarında yer almış olması
Bulgaristan’daki Türkler ve dünya kamuoyu açısından
önemlidir. Bu şekilde bütünüyle bir inkâr politikasının
olmadığı, konuyla sınırla da olsa bir yüzleşmenin sözkonusu
olduğu söylenebilir.
Sonuç
1960’lı
yıllardan
başlayarak
Bulgaristan
Komünist
Partisinin Türklere yönelik politikasına baktığımızda gerek
eğitim gerekse örf ve adetler konusunda kısıtlamalar söz
konusudur. Fakat esas 1989 Göçünü “fitilleyen” olay ise 198485 kışında Türklere karşı zorla isim değiştirme uygulamasıdır.
Hangi sebeple olursa olsun böyle bir uygulama Türkler
arasında büyük bir travma yarattı. Yıllarca kademe kademe
uygulanan kısıtlamalar nihayet son aşamasına gelmiş ve
isimlerin değiştirilmesiyle azınlık sorununa son verileceği
düşünülmüştü. Birçok Bulgarca yayında Türklerin nüfusunun
artması bir problem olarak yansıtıldı. Parti mensupları ve
özellikle Todor Jivkov’un girişimiyle uygulanan asimilasyon
politikası yüzünden Türkler Bulgarlaştırılmaya çalışıldı. İsim
değiştirmelerinin yanı sıra Türkçe konuşmak yasaklandı, İslami
gelenek ve görenekler uygulanamadı.
Gerek Türk okullarının kapatılması veya Türkçe derslerinin
yapılmaması, gerekse dini eğitimin yasaklanması sonucu bir-iki
kuşak tamamen Bulgar kimliği ile yetiştirilmişti. “Soya dönüş”
57
58
Age, s. 190.
Vasil Gyuzelev vd., İstoriya i Tsivilizatsiya za 11. Klas, Sofya 2001, s. 288.
196 Ersoy-Hacısalihoğlu
adı altında isimlerin değiştirilmesi de aslında Türk/Müslüman
kimliğini yok etme girişimi veya homojen bir millet yaratma
girişimi olarak değerlendirilmelidir. Fakat bu girişim Türkleri
korkutmadı. Her şeyi göze alan bu kişiler Bulgaristan’da
yıllarca çalışıp edindikleri mal ve mülklerini bırakarak
Türkiye’ye göç etti. Diğer taraftan ise Türkiye’nin büyük desteği,
birkaç ay içerisinde binlerce Türk için adeta “seferberlik” ilan
etmesi dünya kamuoyunda da büyük bir prestij kazanmasına
sebep oldu.
Son dönemde yayınlanan anılarda birçok Türk, kişisel
isimlerin bir insanın kimliği ve onuru durumunda olduğunu
belirtmişlerdir. Her ne kadar 1990 sonrasında bu yanlıştan
dönülmüşse de bu sürecin izleri ve etkileri günümüze kadar
gelmiştir. Hala isimlerini geri alan Türklerin isimlerle ilgili
problemleri devam etmektedir. Bulgaristan, Avrupa Birliği üyesi
olmasına rağmen Türkler açısından birçok başka sorun da
devam etmektedir. Türkçe eğitim ve dini eğitimin yapılamaması
ileride Türkler açısından sorunlar doğurabilir. Yeni nesiller dini
eğitim alamamaktadır. Birçok köyde camiler bakımsızdır ve
imam bulunmamaktadır. Ümit ederiz, bunlar zaman içerisinde
daha kötüye gitmez ve sorunlar çözülür.
Kaynakça
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), HR. SYS, No. 312/1, lef 2.
Angelov, Veselin, Strogo Poveritelno! Asimilatorskata Kampaniya
sreštu Turskoto Natsionalno Maltsinstvo v Bălgariya (19841989). Dokumenti, Sofya 2008.
Asenov, Bončo, Văzroditelniyat Protses i Dăržavna Sigurnost,
Sofya 1996.
Baeva, Iskra / Evgeniya Kalinova (Yay.), “Văzroditelniyat
Protsets” Meždunarodni İzmereniya (1984-1989), Sofya
2009.
Baleva, Martina / Ulf Brunnbauer (Der.), Batak kato Myasto na
Pametta. Izložba / Batak ein bulgarischer Erinnerungsort.
Ausstellung, Sofia 2007.
İsim Değiştirme 197
Crampton, R. J., A Concise History of Bulgaria, Cambridge
2007.
Dyulgerov, Petăr, Razpnati Duši. Moyata Istina za Văzroditelniya
Protses sred Bălgarite Mohamedani, Sofya 1996.
Eroğlu,
Hamza,
“Milletlerarası
Hukuk
Açısından
Bulgaristan’daki Türk Azınlığı Sorunu”, Bulgaristan’da Türk
Varlığı, Bildiriler 7 Haziran 1985, Ankara 1987, s. 15-46.
Ersoy, Neriman, “Bulgaristan Prensliği’nde Türk Emlaki”,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, 1996.
Georgiev, Veličko / Stayko Trifonov, Pokrăstvaneto na Bălgarite
Mohamedani 1912-1913. Dokumenti. Sofya 1995.
Gruev, Mihail / Aleksey Kalyonski, Văzroditelniyat Protses.
Myusyulmanskite Obštnosti i Komunističeskiyat Režim:
Politiki, Reaktsii i Posleditsi, Sofya 2008.
Istinata za “Văzroditelniya Protses”, Dokumenti ot Arhiva na
Politbyuro i TsK na BKP, Proje başkanı Ahmed Dogan, Der.
Samuel Levi, Institut za Izsledvane na Integratsiyata, Sofya
2003.
Köse, Hüseyin, Kanlı İzler: Şehitlerimizin Belgesel Öyküleri,
Razgrat 2001.
Krăsteva-Blagoeva, Evgeniya, Ličnoto Ime v Bălgarskata
Traditsiya, Sofya 1999.
Krăsteva-Blagoeva, Evgeniya, “Za Imenata i Preimenuvaniyata
na Bălgarite Myusyulmani (1912-2000)”, Etnografski Institut
s Muzey pri BAN, Bălgarska Etnologiya, Godina XXVII,
Kniga 2 (2001), s. 126-148.
Lütem, Ömer E., Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989, Cilt I, 198385, Ankara 2000.
Millman, Richard, “The Bulgarian Massacres Reconsidered”,
The Slavonic and Eastern European Review, 58/2, April
1980, s. 218-231.
Offener Brief einer Gruppe Bulgaren aus der Volksrepublik
Bulgarien, die ihre bulgarischen Namen wieder angenommen
haben, An den Ministerpräsidenten der Republik Türkei,
Sofia-Press, 1985.
198 Ersoy-Hacısalihoğlu
Spisăk na Naselenite Mesta v Tsarstvo Bălgariya ot
Osvoboždenieto (1879) do 1910 Godina, Sofya 1921.
Stoyanov, Valeri, Turskoto Naselenie v Bălgariya Meždu
Polyusite na Etničeskata Politika, Sofya 1998.
Şerefli, Ahmet Şerif, Türk Doğduk Türk Öldük, Ankara 2002.
Şimşir, Bilal N., Bulgaristan Türkleri (1878-1985), Ankara 1986;
Aynı yazar, Bulgaristan Türkleri (1878-2008), Ankara 2009.
Toğrol, Beğlan, Direniş. Bulgaristan Türklerinin 114 Yıllık Onur
Mücadelesinin Karşılaştırmalı Psikolojik İncelemesi, İstanbul
1991.
Tsvetkov, Plamen S., Bălgariya i Balkanite ot Nay-stari Vremena
do Naši Dni, Cilt 2: Săvremenna Bălgariya, Sofya 1996.
Turan, Ömer, “Rodoplarda 1878 Türk-Pomak Direnişi ve Rodop
Komisyonu Raporu”, Türk Kültürü Araştırmaları (Dr. Orhan
F. Köprülü’ye Armağan), XXXIV/1-2, 1996, s. 129-156.
Turan, Ömer, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908),
Ankara 1998.
Türker, Mehmet, Belene Adası. Zülmün Ateş Çemberinden
Anılar, İstanbul 2004.
BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN 89 GÖÇÜNÜ
HAZIRLAYAN ERİTME POLİTİKASINA KARŞI
DİRENİŞİ
Zeynep ZAFER
Bulgar siyasetçilerin, 1912 yılında patlak veren I. Balkan
Savaşından 1985 yılına kadar belli aralıklarla yarattığı ve
gerçekleştirdiği kitlesel “gönüllü” ve zorunlu Bulgarlaştırma
hareketleri, 1877’de başlayan göçlerle birbirine bağlıdır ve bir
bütün olarak incelenmesi daha doğru olur. 93 Harbi sırasındaki
zorunlu göç ve 1912 yılı zorunlu Hıristiyanlaştırma /
Bulgarlaştırma uygulamaları1, Bulgar yetkilileri için ilk
deneyimler niteliğini taşımakta ve daha sonraki süreçler için
birer örnek teşkil etmektedir. Bulgaristan’da yaşayan Türkler,
çeşitli
Bulgar
hükümetlerinin
insanlığa
sığmayan
uygulamalarına karşı çıkmaktadırlar. Tarih boyunca ortaya
konulan direniş, zorunlu asimilasyon ve zorunlu göç
uygulamalarının bir sonucudur.
Bulgar siyasi yetkilileri, yüzyıllardan beri bu topraklarda
yaşayan Türk ve Müslümanlardan kurtulabilmek için iki ana
yönteme başvurmuşlardır: Göç ve Asimilasyon. Amaç, TürkMüslüman nüfusunu asimile etmek ya da ondan kurtularak
mal varlıklarına el koymaktır. Birçok Balkan ülkesi Türklerden
kurtulabilmek için göçe başvurmuştur, ancak kitlesel zorla isim
ve din değiştirme uygulaması, Bulgarlara ait insanlık dışı bir
“buluş” olarak tarihe geçmiştir.
Son dönemde Bulgaristan’da ciddi bilimsel araştırmalar ve
önceden okuyucuya kapalı olan arşiv belgeleri yayımlanmıştır.2
Bkz. Veličko Georgiev / Stayko Trifonov, Pokrăstvaneto na Bălgarite
Mohamedani. 1912-1913. Dokumenti, Sofya 1995; Evgeniya Ivanova,
Othvărlyanite “Priobšteni”, Sofya 2002.
2 1960-1964, 1972-1973, 1984-1985 Bulgaristan’daki eritme uygulamalarını
ve 89 Göçünü konu alan pek çok anı kitabı 1990’lı yıllarından başlayarak
1
200 Zafer
Bu yayınlar, baskı ve asimilasyon temelinde hazırlanan Türk ve
diğer Müslüman nüfusunun zorunlu veya “gönüllü” göçlere ve
baskıya karşı direnişinin tarihinin yazılması açısından son
derece önemli bilgiler içermektedir. Bulgaristan’da yaşayan
Türk bilim adamlarının olduğu gibi Bulgar bilim adamları ve
konu uzmanlarının ortaya koyduğu bu alandaki çalışmaları,
ondan önceki asimilasyon ve zorunlu göç uygulamalarının yanı
sıra 1989 zorunlu göçünü hazırlayan süreci ve Bulgar
siyasetinin sinsi arka planını ortaya koymaktadır.
Eritme politikası ve göç; Bulgaristan’ın siyasi gündeminden
hiç düşürülmemektedir. Türk ve diğer Müslüman nüfusunu
yok
etmek
isteyen
tüm
Bulgar
yetkililer,
zorunlu
asimilasyondan ve bir tehlike olarak gördüğü bu nüfustan
kurtulma amacından asla vazgeçmemişlerdir. Bulgarlaştırma
faaliyetlerinin en yoğun (kitlesel) olarak uygulandığı yıllar;
1912-1913, 1941-1942, 1960-1964, 1972-1973 ve 19841985’tir. Bulgaristan Türklerinin ve diğer Müslümanların 18771878 ve 1885’ten sonraki zorunlu ve “gönüllü” toplu göçleri ise;
1912-1913, 1929-33, 1935-40, 1950-51, 1969-1978 ve 1989
yıllarında gerçekleştirilmiştir.
Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanların zorunlu
eritme politikasına karşı direnişi, Aralık 1984 - Şubat 1985
yıllarında gerçekleşen son ve en kapsamlı isim değiştirme
uygulaması sırasında ve sonrasında doruk noktasına
ulaşmıştır. Bu direniş, bireysel ve gruplar halinde karşı çıkma
günümüze kadar uzanan süreç içinde yayımlanmıştır. Onlardan bazıları
Devlet Başkanı Todor Jivkov, Jivkov Hükümetinin Dışişleri Bakanı Petır
Mladenov, İçişleri Bakanı Dimitır Stoyanov, uzun yıllar boyunca Jivkov’un
danışmanlığını yapan hukukçu Kostadin Çakırov, 1972-1973 ve 1984-1985
asimilasyon kampanyalarının en önemli mimarı Petır Dülgerov, 27 yıl Bulgar
İstihbaratında çalışmış ve 10 yıldan fazla İstihbaratın Türklerden sorumlu
Daire Başkanlığını yapmış Albay Veselin Bojkov ve başka pek çok Bulgar
yetkilisi, bu konuya değinmiştir. Söz konusu anıların amacı, Bulgaristan’ı
haklı çıkarmak, Türk siyasetçilerini, Türkiye Cumhuriyeti Milli İstihbarat
Teşkilatını ve uygulamalara karşı çıkan Bulgaristan Türklerini suçlamak,
kendilerine ait suçu örtbas etmektir. Anılarda yer alan bilgilerin tarihçiler
tarafından kullanılması, çok yanlış değerlendirmelere yol açmaktadır.
Direniş 201
veya gizli sivil toplum örgütleri3 çerçevesinde faaliyet gösterme
şeklinde ortaya konulmuştur. Asimilasyona karşı gösterilen
bilinçli direniş sonucunda çok sayıda Türk tutuklanmış,
sorgulanma sırasında işkence görmüş, sürgün, hapis veya
ölümle cezalandırılmıştır. Mücadele içinde yer alan her birey,
Türkiye hesabına çalışan casus olarak ilan edilmiştir.
Cezaevleri dolduğu için 1984’ten 1989’a kadar 517 kişi
mahkemeye
çıkarılmadan
Belene
Toplama
Kampına
4
gönderilmiş , birçok erkek ise askeri seferberlik bahanesiyle
göreve çağrılmış ve Bulgarların yaşadığı bölgelerdeki kışlalarda
belli sürelerde kapalı tutularak zorla çalıştırılmıştır.5 Bunun
yanı sıra bazı Türkler, tek başına ya da ailece mahkemeye
çıkarılmadan, Bulgarların yaşadığı köylere sürülmüştür.6
Toplu halde isim değiştirme faaliyetine karşı 1984 yılının
Aralık ayında Kırcali’nin birkaç yerleşim merkezinde ve
Kırcali’de protesto amacıyla yürüyüşlere katılan kalabalığa
açılan ateş sonucunda, annesinin kucağındaki bir bebek de
Bilindiği gibi, Bulgaristan’da Komünist partisi bünyesi dışında herhangi bir
dernek, sivil toplum örgütü veya grup kurma hakkına sahip olmayan tüm
Bulgaristan vatandaşları, haklarını korumak amacıyla büyük tehlikeleri göze
alarak Türkiye’deki sivil toplum örgütlerine benzer grup ve derneklerini gizli
bir şekilde kurmak zorunda kalmışlardır.
4 Bu konudaki ayrıntılı bilgiler için bkz. Mehmet Türker, Belene Adası. Zulmün
Ateş Çemberinden Anılar, İstanbul 2004.
5 Alaydin Mehmedov “Mayskite Săbitiye” i Moyata Săprotiva Sreštu Tošizma”,
Bălgarskata 1989,
http://bulgaria1989.wordpress.com/2010/05/20/alqjdin/, 30.05. 2010.
6 Konumuz direniş gösteren Bulgaristan Türkleri olduğu için, burada son
asimilasyon
sırasında
Bulgar
yetkililere
yardım
eden
Türk
ve
Müslümanlardan söz etmeyeceğiz. O dönemde Türkiye’nin Bulgaristan’daki
Büyük Elçisi olan Sn. Büyük Elçi Ömer E. Lütem çok doğru olarak “işbirlikçi”
şeklinde adlandırdığı bu kişilere kitabında ayrı bir bölüm ayırmaktadır. Bkz.
Ömer E. Lütem, Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989. Cilt II: 1986-1987, Ankara
2006, s. 277-292. Ne yazık ki birçok Türk, Bulgar İstihbaratına çalışmış, çok
sayıda kahraman Türkün tutuklanmasına veya çeşitli sıkıntılar yaşamasına
neden olmuştur. Bu “işbirlikçiler”, direnişi çok olumsuz etkilemişlerdir.
Birkaç yıldan beri Bulgaristan’da herhangi bir devlet kuruluşunda mevki
sahibi olan veya aktif siyaset yapan İstihbarat mensuplarının adları internet
aracılığıyla açıklanmaktadır. Bulgaristan Türklerinin bu utanç verici faaliyeti,
tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Bulgaristan kamuoyuna yapılan bu
bilgilendirme sayesinde, asimilasyona karşı mücadelede yer alıyormuş gibi
görünen bazı Türklerin de, aslında Bulgar İstihbaratıyla işbirliği içinde
oldukları anlaşılmıştır.
3
202 Zafer
olmak üzere toplam 7 Türk öldürülmüş, birçok kişi
yaralanmış7, tutuklanmış, cezaevine, Belene Kampına veya
sürgüne gönderilmiştir. Bu olaylar üzerine bir hafta içinde
Kırcali bölgesinde 11.000 kişinin katıldığı 11 protesto yürüyüşü
düzenlenmiştir.8 Bulgaristan İçişleri Bakanlığı’nın üst düzey
yönetici kadrolarının katıldığı 4 Ocak 1985 tarihli toplantı
tutanağında, bu olaylarla ilgili çok önemli bilgiler mevcuttur.
Tutanağa göre Güneydoğu Bulgaristan’da 24 Aralık’tan 31
Aralık’a kadar sürekli olarak farklı noktalarda kalabalık
protesto yürüyüşleri gerçekleşmiştir. Nitekim Ocak 1985’te de
Balkan Sıradağının eteklerinde bulunan Kotel’e yakın
Yablanovo (Alvanlar) köyünde üç gün süren direniş, polis ve
askeri güçler tarafından bastırılmış, bir kişi öldürülmüş, birçok
kişi yaralanmış, tutuklanmış ve 20’si mahkûm edilmiştir.
Yalnızca bu köyden 22 erkek hiç mahkemeye çıkarılmadan
Belene Toplama Kampına gönderilmiştir.9
Kuzey Bulgaristan’daki isim değiştirme süreci daha kolay
gerçekleşmiş gibi görünmektedir. Güneyde olup bitenleri,
akrabalarından, Türkiye ve Batı kaynaklı radyo yayınlarından
takip eden bölge Türkleri, ilk başta yönetim tarafından yayılan
söylentilere10, yılana sarılmış gibi sarılmışlardır. Türklerin
birçoğu, Bulgar yetkililerin bu tutarsız ve asılsız açıklamalarını
kabul etmiş, kendileri de bu sorunla yüz yüze gelene kadar
Veselin Angelov, Strogo Poveritelno! Asimilatorskata Kampaniya Sreštu
Turskoto Natsionalno Maltsinstvo v Bălgariya (1984-1989), Sofya 2008, s. 809810.
8 Petăr Yapov, Dogan. Demonăt na DS i KGB, Sofya 2009, s. 75.
9 Veselin Angelov, Strogo Poveritelno!, s. 809-810; İbrahim Yalımov, İstoriya na
Turskata Obštnost v Bălgariya, Sofya 2002, s. 391-400; Iskra Baeva/Evgeniya
Kalinova, “Văzroditelniyat Protses”. Bălgarskata Dăržava i Bălgarskite Turtsi
(sredata na 30-te – načaloto na 90-te godini na XX vek), Tom I, Sofya 2009, s.
227; Petăr Yapov, age, s. 77-78.
10 Baeva / Kalinova, age, s. 221. Bu asılsız söylentilere göre Kırcali ve
Haskovo (Hasköy) bölgesinde yaşayanlar Türk değildir. Kuzey Bulgaristan’daki
Türklerin kökünde Bulgarlık (Kendilerini Slav olarak kabul eden Bulgarlar,
“Proto Bulgar” şeklinde adlandırdıkları Bulgar atalarını da Türk kökünden
saymamaktadırlar.) yoktur, bu nedenle zorunlu asimilasyona tabi
tutulmayacaklardır. Bu söylentiler, Kuzey bölgelerdeki halkın protesto
etmemesi için yayılmıştır.
7
Direniş 203
inanmışlardır.11 Ancak halkın ileri görüşlü az sayıdaki
temsilcileri, Bulgarların yıllarca izlediği periyodik eritme
politikasından haberdar olup içlerindeki endişe ve korkudan bir
türlü kurtulamamışlardır.
Bulgar arşiv belgelerine göre, Güneydoğu Bulgaristan’daki
isim değiştirme işlemi “başarıyla” tamamlandıktan sonra Kuzey
Bulgaristan süreci gündeme gelmiştir.12 18 Ocakta Politbüro
üyeleriyle ve Bulgar Komünist Partisi İl Başkanlarıyla
gerçekleştirilen her iki toplantıda, “soya dönüş”13 sürecinin
diğer
bölgelerdeki
Türkler
üzerinde
de
uygulanacağı
konusundaki karar, T. Jivkov ve G. Atanasov tarafından dile
getirilmiştir.14 İçişleri Bakanlığı yöneticilerinin 21 Ocak 1985’te
İl Emniyet Müdürleriyle yaptığı toplantı tutanağından da
anlaşıldığı
gibi,
süreç
artık
Bulgaristan’ın
tamamını
15
kapsamaktadır.
Dönemin İçişleri Bakanı D. Stoyanov’un bulunduğu
toplantıda, güneyde olduğu gibi kuzeyde de polis gücünün yanı
sıra Silahlı Kuvvetlerin mensuplarının da asimilasyon sürecinde
yer alacağı konusu dile getirilmektedir.16 Muhtemel bir direnişe
karşı Kuzey Bulgaristan’da daha büyük önlemler alınır, birçok
erkek önceden askeri kamplarda veya Belene Adasında toplanır,
çeşitli Emniyet Merkezlerinde tutulur. İsim değiştirilme
arifesinde tutuklanan “tehlikeli” Türklerle ilgili uygulamayı D.
Stoyanov şöyle açıklamıştır:
15 Ocak 1985 tarihinde bile Kırcali ve Haskovo bölgeleri dışındaki Türklerin
isimlerinin değiştirilmeyeceği yalanına inananlar vardır. bkz. Aziz Bey,
Demokratičnata Liga na Turtsite v Bălgariya (Noemvri 1988-May 1989), Sofya
2004, s. 74-75. Pomak Türklerinin isimleri değiştirildiği dönemde de bunlara
benzer söylentilere başvurulmuştur.
12 Baeva / Kalinova, age, s. 221.
13 Bilindiği gibi Bulgar siyasiler, bu insanlık dışı eritme politikasını haklı
çıkarmak için Bulgaristan Türklerinin ve diğer Müslümanlarının, zorla
Türkleştirilmiş Bulgarlar olduklarını öne sürerek, eski Bulgar adlarını gönüllü
olarak geri aldıklarını iddia etmiş ve zorunlu isim değiştirme sürecine alaycı
bir tavırla “Soya Dönüş” adını vermiştir.
14 Baeva / Kalinova, age, s. 217-220.
15 Age, s. 221.
16 Age, s. 222.
11
204 Zafer
“Belene bize sınırsız imkânlar sağlayamadığı için, isimleri
değiştirilecek insan sayısı az olan Plovdiv, Sliven, Stara Zagora
gibi bölgelerde gözaltında olanlar, İl Emniyet Müdürlüklerinde
tutulacaktır. Cezaevlerinin bulunduğu bölgelerde, güvenli olduğu
için cezaevlerinde kalacaklardır. Güney Dobruca’nın üç merkezi
olan Tolbuhin, Silistre ile Varna ve de Razgrad, Tırgovişte, Şumen
üçgenindekiler, gerek duyulduğunda Belene’ye gönderilecektir”.17
Burada seferberlik bahanesiyle kamplarda toplanan18 ve
Bulgarların
yaşadığı
köylere
sürülen
Türklerden
söz
edilmemektedir. Haskovo [Hasköy] ve Kırcali dışındaki
Türklerin isimleri bu şartlarda daha kolay değiştirilmiştir.
Bulgaristan yetkilileri, Türkiye, Avrupa ve tüm dünyanın
gözleri önünde, hiç çekinmeden ve hiç kimse tarafından
rahatsız edilmeden, kısa bir süre içinde isim değiştirme sürecini
başarıyla tamamlamıştır. Dönemin Devlet Başkanı T. Jivkov, 18
Şubat 1985 yılında şöyle demektedir:
“Biz 20 yıldır onlara [Türkiye Cumhuriyeti Yetkilileri], göçten
söz ettik, onlar da susarak bizimle alay ettiler. Bizim için göç
konusu artık kapanmıştır. Göç edecek insanımız yok. Bu
insanlar, eskiden Müslümanlaştırılmış Bulgarlardır. Bir adam
bile veremeyiz onlara. Bir veya beş kişiyi verecek olursak, elimizi
uzatıp kolumuzu kaptırmış oluruz.”19
Bulgaristan Türklerinin bazı cesur temsilcileri, kısa sürede
gerçekleştirilen zorunlu isim değiştirme şokundan kurtularak
pasif ve aktif, bireysel ve gruplar halinde, söz konusu insanlık
dışı uygulamaya karşı çıkmaya başlamışlardır.20 Pasif mücadele
ile ifade edilmek istenen şey; gelenek ve göreneklere, Türk diline
ve Türk bilincine eskisinden daha sıkı bağlanmak, Türklük ve
Müslümanlık bilincini canlı tutmak şeklinde özetlenebilir.
Age, s. 22.
Bkz. Mehmedov, age,
http://bulgaria1989.wordpress.com/2010/05/20/alqjdin/ [30.05. 2010].
19 Baeva / Kalinova, Age, s. 235.
20 Baeva / Kalinova, age, s. 274, 299.
17
18
Direniş 205
1984-1985 öncesinden süregelen zorunlu asimilasyona
karşı protestolar, 1983’te büyük hız kazanarak bir yıl sonra
Güney Doğu Bulgaristan’da çok daha belirgin şekilde baş
göstermeye başlamıştır. Özellikle Mayıs ayında Kırcali’de bölge
halkını mücadeleye çağıran bildiriler dağıtılmış, birkaç dernek
ve parti kurulmuştur. Bunlar arasında 1984 yılında
Bulgaristan
Türklerinin
Lenin
Komünist
Partisi21
ve
Momçilgrad’daki [Mestanlı] protesto yürüyüşlerini hazırlayan
Osman Salihoğlu’nun derneği de bulunmaktadır.22
Bulgar İstihbaratı, bir raporunda (18 Ocak 1988) yer alan
Türk Kurtuluş Örgütü ile ilgili değerlendirmesinde, asimilasyona
karşı çıkan bazı Türklerin faaliyetleriyle ilgili çok önemli bir
gerçeği tespit etmektedir:
“Bu soruşturmayla olduğu gibi, soya dönüşe karşı mücadele
etmek amacıyla 1984 yılından itibaren ortaya çıkan 28 gizli
grubu ve birliği devre dışı bırakmak için istihbaratımızın yalnız 6.
Dairesinde yürütülen çalışmalarımızla da, gruplar halinde
organize edilmiş yıkıcı faaliyetlerin kapsamı ve içinde yer alan
kişilerin etki alanının sürekli olarak genişlediği tespit edilmiştir.
Bu yasadışı yapıların çoğu, var olan gizli milliyetçi grupların
temelinde ortaya çıkmışlardır. Genellikle bu gruplar, [Bulgar]
isimlerini geri almakla ilgili yürütülen çalışmalarla aynı döneme
denk gelmektedirler.”23
Muhammet Hüseyinov (Uzunkış), Ocak 1985’te Uzun Kış
Derneği’ni kurmaktadır.24 Bu oluşumun amacı, asimilasyona
karşı mücadele etmektir. Kırcali’ye bağlı, isim değiştirme
sırasında ayaklanan ve şehit veren Benkovski (Killi) köyünde
doğan Uzunkış’ın örgütü, Burgaz merkezli olup 300 üyesi
vardır. Soruşturma 100 kişiyi kapsamaktadır. Sivil toplum
örgütünün amacı, barışçıl yöntemlerle Türklerin haklarını
aramakla ilgili olmasına rağmen 9 kişi mahkûm edilmiştir.
Avni Veliev (Avni Özgürer) tarafından kurulmaktadır.
Baeva / Kalinova, age, s. 202; Toma Bikov, Dosieto na Dogan, Sofya 2009,
s. 384; Yapov, age, s. 85.
23 Bikov, age, s. 385.
24 Yalımov, age, s. 451; Bikov, age, s. 384; Yapov, age, s. 85.
21
22
206 Zafer
Derneğin kurucusu M. Hüseyinov’a (Uzunkış) 49 yıl hapis ve 3
yıl sürgün cezası verilmiştir. Terörizmle de suçlanan dernek
üyelerinin tek “terörist” suçu, ormanda istemeyerek küçük bir
yangın çıkartarak 80 levalık (yaklaşık 80 TL) hasarın meydana
gelmesine sebep olmalarıdır. Terörizmle hiçbir şekilde bağlantısı
olmayan 9 Türk, 1990 yılının ortasında cezaevinden çıkarılarak
serbest bırakılmıştır.25
40 kişilik Benkovski Grubu da Mart 1985’te kurulmuştur.
Derneğin amacı, asimilasyona karşı mücadele verecek güçlü bir
oluşuma dönüşmektir. Tüzük ve program hazırlayan kurucu
üye ve diğer üyelerden 8’i hapis cezasına çarptırılır, 16’sı da
Belene Adasına gönderilir. Her iki grubun faaliyeti, 1986
yılındaki tutuklamalarla sona erer.26
19 Ekim 1989 tarihli bir belgeye göre, Razgrad bölgesinde
Mayıs 1985’ten önce kurulan iki Türk derneğinin üyeleri
tutuklanmış ve soruşturma başlatılmıştır. Türk Kurtuluş
Hareketi ve Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman Türklerinin
Dayanışma Derneği adlı organizasyonların başında Hlebarovo
(Torlak) kasabasından iki kardeş bulunmaktadır. Polis
raporlarına göre 1 Mayıs 1985 arifesinde dağıtılan bildiriler,
yalnız Razgrad ve Hlebarovo civarında değil, Kuzeydoğu
Bulgaristan’ın başka bölgelerine de ulaştırılmıştır.27
İçişleri Bakanlığının raporundan da anlaşıldığı gibi Türk
Kurtuluş Hareketi ve Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman
Türklerinin Dayanışma Derneği28 adlı söz konusu iki derneğin
üyeleri, tüm Bulgaristan üzerinde faaliyet göstermiştir. Dernek
Yalımov, age, s. 452.
Age.
27 Baeva / Kalinova, age, s. 361-362, 377-381; Yalımov, age, s. 453.
28 İstihbarata ait olanlar olduğu gibi diğer raporlarında bu iki dernek veya
hareket bazen farklı isimlerle adlandırılmaktadır. Örneğin Kuzey Bulgaristan
Türk Kurtuluş Hareketi veya Kuzey Bulgaristan Türk Kurtuluş Örgütü adlarıyla
da rastlanmaktadırlar. Ancak Hlebarovolu iki kardeşin isimleri, söz konusu
birliklerin başkanları şeklinde geçmesi, İstihbarat raporlarının Türk Kurtuluş
Hareketi ve Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman-Türk Dayanışma Derneği
faaliyetleriyle ilgili olduğunu göstermektedir. Bu iki kardeş, 35 yaşındaki
Huban Asenov İliev ve 33 yaşındaki Andon Asenov İliev’dir (Türk isimleri
tespit edilememiştir).
25
26
Direniş 207
üyelerinin asimilasyona karşı yürüttükleri mücadele, iki buçuk
yıldan fazla sürmüştür. Bunun yanı sıra Türk Kurtuluş Hareketi
ve Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman Türklerinin Dayanışma
Derneği, zorunlu isim değiştirilmesinden sonra Kuzey
Bulgaristan’da mücadele için oluşturulan ilk dernekler
olmaları, dolayısıyla da daha sonraki oluşumlara örnek teşkil
etmeleri açısından büyük önem taşımaktadırlar. İçişleri
Bakanlığının gizli tutanaklarında tam kuruluş tarihi verilmese
de 1 Mayıs 1985 civarında dağıtılan bildirilerden, grubun Mayıs
ayından çok önce kurulduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle
bu oluşum, Kuzeydoğu Bulgaristan Türklerinin asimilasyona
karşı mücadele etmek amacıyla kurduğu ilk dernektir.
Başında Hlebarovolu iki kardeşin bulunduğu Türk Kurtuluş
Hareketi ve Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman-Türk Dayanışma
Derneği isimli grupların en önemli amacı, asimilasyon sürecini
engellemek, Bulgaristan’ın bu konudaki iç ve dış siyasetini
etkisiz hale getirmektir. Bu doğrultuda asimilasyonla ilgili siyasi
ve sosyal nitelikli bilgiler toplanmaktadır. Örneğin dernek
üyeleri, asimilasyon çerçevesinde cezaevine, Belene Kampına,
Bulgar köylerine sürgüne gönderilen Türklerin listesini
oluşturmuş ve Türklere verilmiş cezaları öngören farklı
kararların fotokopilerini sağlayarak bazı Batı yayın organları ile
insan hakları örgütlerine ulaştırmaya gayret göstermiştir.29
Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman-Türk Dayanışma Derneği
üyesi 19 yaşındaki bir genç30, Türklere yönelik zulümlerle ilgili
bilgiler toplayarak, Türkiye’nin Bulgaristan’daki elçiliği ve
konsolosluklarına, BBC radyosuna iletmiştir31.
Türk Kurtuluş Hareketi’nin Şumen (Şumnu) şubesinde de
geniş
bir
faaliyet
gösterdiği
polis
tutanaklarından
anlaşılmaktadır. Bu hareketin başkanı, başkan yardımcısı,
genel sekreteri, yazı işleri sorumlusu, kasiyeri ve bölge
sorumluları mevcuttur. Onlardan 27’si tutuklanmıştır.
Baeva / Kalinova, age, s. 361-362, 366-367,
377-378.
30 Bedri Aliev Kasabov (Biser İliev Kolev).
31 Baeva / Evgeniya, age, s. 377-379.
29
208 Zafer
Hareketin bildiri hazırlanmasında kullanılan kaşe ve matbaası
vardır. Her üyeden aidat toplanmakta, asimilasyonla ilgili
ulaşılan çeşitli bilgi ve belgeler, olayları duyurmak için yurt
dışına ulaştırılmaktadır.32 18 Ocak 1988 tarihine ait bir
istihbarat raporunda Razgrad ve Şumen derneklerinden söz
edilmekte ve yalnız Şumen bölgesinde 20 grubun kurulduğu
konusunda bilgi verilmektedir.33 Rapordan Razgrad, Ruse
(Rusçuk) ve Pazarcık bölgelerinden 28 kişinin Türk Kurtuluş
Hareketi ve Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman-Türk Dayanışma
Derneği
ile
olan
bağlantıları
nedeniyle
tutuklanıp
sorgulandıkları anlaşılmaktadır. Belgede dernek yöneticileri ile
üyelerin özgeçmişleri ve faaliyetlerinden ayrıntılı bir biçimde söz
edilmektedir. Türk Kurtuluş Hareketi, devlet tarafından organize
edilen 1 Mayıs kutlamalarını boykot etmek için Türk halkına
çağrı yapmış, Ağustos ayında ise Türklerin milli duygularını
yükseltmek amacıyla bildiri dağıtmıştır. Raporlardan, söz
konusu iki derneğin, Razgrad, Ruse ve Şumen’de faaliyet
gösterdiği anlaşılmaktadır.34
Büyük ihtimalle derneklerin faaliyetinden haberdar olan 17
kişilik bir grup, Todor İkonomovo (Mahmuzlu) köyünde35 kendi
birliğini kurmuştur. 18 Ocak 1988 tarihine ait Bulgar İstihbarat
raporuna göre, 1985 yılının Temmuz-Ağustos aylarında
oluşturulan ve Türk Kurtuluş Birliği adını taşıyan bu sivil
toplum örgütünün
başkanı
Yosev
Sandev,36
zorunlu
asimilasyona karşı çıkmış, bu durumu işe gitmeyerek protesto
etmeye çalışmıştır. Sonra da Türk Kurtuluş Birliği’ni kurarak
daha etkili bir direniş göstermiştir. Yosev Sandev, aralarında
bildiri dağıtımı da dâhil olmak üzere farklı faaliyetlerde
bulunmuştur. 1985 yılının 7-8 Ekim gecesi Razgrad, Silistra
Age, s. 366-367.
Age, s. 370-371.
34 Age, s. 378-381.
35 Todor Ikonomovo köyü, Şumen’e bağlı Kaolinovo İlçesine 5-6 km
uzaklıktadır. Köy halkı, 1989 yılındaki 20 Mayıs Pristoe-Kaolinovo protesto
yürüyüşlerinde aktif rol oynamıştır. Polis, 21 Mayıs tutuklamalarına karşı
çıkan halka ateş açmıştır. Bunun sonucunda üç kişi öldürülmüş, birçok kişi
de aldığı yaralardan dolayı hayat boyunca sakat kalmıştır.
36 Türk adı ve soyadı tespit edilememiştir.
32
33
Direniş 209
(Silistre), Tolbuhin (Hacıoğlu Pazarcık - bugünkü Dobriç),
Şumen ve Varna illerinde birlik adına dağıtılan, üzerinde ay ve
yıldızın bulunduğu bildirilerden 300 kadarı polisin eline
geçmiştir. Şiir şeklinde yazılan bu bildirilerle halka, 26 Ekim
için iş bırakma eylemi çağrısı yapılmıştır.37
1985 yılının ortasına doğru Sofya’da gazeteci Halim Pasajov
tarafından gizli bir grup kurulur. Daha ilk toplantıda Türk
halkına yönelik bir sesleniş hazırlanır. Bu seslenişte
Bulgaristan’daki
Türklerin
edebi
Türkçe
konuşmaları,
çocuklarını Türk bilinciyle yetiştirmeleri, rejime yardım
etmemeleri, az çalışıp farklı iş sabotajlarıyla rejime engel
oluşturmaları konusunda çağrı yapılmaktadır. Grup bu
seslenişini yaklaşık 3.000 bildiri şeklinde dağıtır.38
15 Eylül 1985’te ise öğretmen Demir Davidov39, gene
Şumen’e bağlı Pet Mogili (Beştepe) köyünde Türk Kurtuluş
Örgütünü kurarak asimilasyona karşı gizli bir direniş
başlatmıştır. Asimilasyona karşı yaptığı eleştirilerden dolayı
öğretmenlikten uzaklaştırılan ve Sofya’ya yakın bir köye sürülen
Demir Davidov’un kurduğu Türk Kurtuluş Örgütü, sürgün
sonrasında da faaliyetlerine devam etmiştir. Türk Kurtuluş
Birliği ve Türk Kurtuluş Örgütü, ortak ve ayrı faaliyetlerde
bulunarak halkı asimilasyona karşı direnişe sevk etmeye
çalışmıştır. İstihbarat raporunun ait olduğu 18 Ocak 1988
tarihe kadar 2.500 bildiri dağıtılmış ve yalnız 330 tanesi polisin
eline geçmiştir. Bazen bu bildirilerin dernek üyelerince değil,
direniş fikrine sıcak bakan vatandaşlar tarafından da çoğaltıp
dağıtıldığını görüyoruz. Grupta yer almayan ve yalnız milli
duygularıyla
hareket
eden
bu
Türkler
de,
Bulgar
İstihbaratından nasibini almıştır.40 Türk Kurtuluş Örgütü’nün 43
üyesi Şumen, 6’sı Tolbuhin, 2’si Silistra ve 1’i Varna
bölgesinden olmak üzere toplam 52 “yardımcısı ve üyesi”
37
38
39
40
Baeva / Kalinova, age, s. 382-383.
Age, s. 452-453.
Türk adlarına ulaşmak mümkün olamamıştır.
Age, s. 382.
210 Zafer
bulunmaktadır.41 Raporlardan oluşumun bildiri dağıtma
faaliyetlerinin
Nisan
1987
yılında
da
devam
ettiği
42
anlaşılmaktadır .
Buraya kadar vermiş olduğumuz arşiv belgelerinden ve
başka kaynaklardan da anlaşıldığı gibi, önce Güneydoğu,
hemen sonrasında da en yoğun biçimde Razgrad ve Şumen’de
olmak üzere, Kuzeydoğu Bulgaristan’da kurulmuş dernek,
birlik ve grupların bazı faaliyetlerinden haberdar olan, Tolbuhin
ve Varna bölgelerinde ikamet eden bir grup Türk de
asimilasyona karşı mücadele etmek için Haziran 1985’te kendi
derneğini kurmuştur.43 Grubun başında bulunan Necmettin
Hak, herkes tarafından büyük saygı gören ve Tolbuhin’de bir
meslek lisesinde çalışan bir öğretmendir. Kendisi, Türk Milli
Partisi44 veya Bulgaristan Türklerinin Kurtuluş Partisi45 adını
verdiği oluşumun programını hazırlamıştır. Bu oluşumun
kurulmasında yer alan 2 kişi aracılığıyla Necmettin Hak’la
tanıştıktan bir süre sonra programı görebilen Ahmed Doğan46,
çok yakında programın içeriğini ve oluşumun adını değiştirmiş;
birkaç kişinin desteğini alarak Necmettin Hak’ı devre dışı
bırakmayı başarmıştır. Böylece 8 Aralık 1985’te Bulgaristan
Türk Milli Kurtuluş Hareketi’nin başına geçmiştir.
Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş Hareketi’nin faaliyetleri,
bundan önceki derneklerin çalışmalarını tekrarlamaktadır.
Amaç aynıdır ve bu amaca yönelik çalışmalar birbirlerine çok
benzemektedir.47 Soruşturmalar sırasında kayda alınan sorgu
tutanaklarından da anlaşıldığı gibi, Bulgaristan Türk Milli
Kurtuluş Hareketi, üyeleri aracılığıyla 29 Mart 1986’da ilk defa
hareketin programını bazı bölgelere dağıtmıştır,48 31 Mayıs
1986’da ise Varna ve Tolbuhin illerinde yerel seçimleri boykot
41
42
43
44
45
46
47
48
Age, s. 384.
Age, s. 382.
Yapov, age, s. 86.
Yalımov, age, s. 446.
Bikov, age, s. 378.
Age, s. 376-379.
Age, s. 385-386.
Age, s. 387-388, 394.
Direniş 211
çağrısında bulunulduğu ikinci ve son bildiri dağıtımı
gerçekleşmiştir.49 Haziran başında Ahmet Doğan da dâhil olmak
üzere Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş Hareketi’nin kilit isimleri
tutuklanmış ve soruşturma başlatılmıştır.50
Buraya kadar adlarını verdiğimiz Türk Kurtuluş Hareketi,
Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman-Türk Dayanışma Derneği,
Türk
Kurtuluş
Birliği
ve
Türk
Kurtuluş
Örgütü’nün
yöneticilerinin; Ahmet Doğan ile birlikteki 5 kişi ve Necmettin
Hak’la birlikte 11 kişinin arasında aynı soruşturma içinde
bulunmamaları51, bu oluşumların Bulgaristan Türk Milli
Kurtuluş Hareketi’nden önce ve bağımsız olarak kurulduğunu,
onunla hiçbir bağlantısı olmadığını ve ondan ileri gelmediğini
kanıtlamaktadır.52 Aksine, özellikle Türk Kurtuluş Hareketi ve
Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman-Türk Dayanışma Derneği’nin,
Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş Hareketi için bir örnek
oluşturmuş olması ihtimali çok yüksektir, çünkü faaliyetlerinde
bir benzerlik söz konusudur.53 Türk Kurtuluş Hareketi ve
Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman Türklerinin Dayanışma
Derneği’nin ilk bildiri dağıtımının 1 Mayıs 1985 arifesinde
yapıldığı gerçeğini hatırlatmak lazım. Bunun yanı sıra
Kuzeydoğudaki diğer oluşumların faaliyetleri de çok büyük
önem taşımaktadırlar.54
Age, s. 400.
Age, s. 362.
51 Aynı örgüt içinde yer alan yönetici kadrosu, iki ayrı soruşturmada
sorgulanmış ve ayrı mahkemelerde yargılanmıştır.
52 Age, s. 402.
53 Daha önce de belirttiğimiz gibi Türk Kurtuluş Hareketi daha 1985’te 1 Mayıs
kutlamalarını boykot etmek için Razgrad ve Hlebarovo, Türk Kurtuluş Birliği
ise 7-8 Ekim 1985’te Razgrad, Silistra, Tolbuhin, Şumen ve Varna illerinde iş
boykotu çağrısı yapılan çok sayıda bildiri dağıtmaktadır. Bunun yanı sıra Türk
Kurtuluş Hareketi ve Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman-Türk Dayanışma
Derneği, zorunlu asimilasyona karşı iki yıldan fazla bir süre mücadele etmeye
başaran dönemin en uzun faaliyet gösteren sivil toplum örgütüdür.
54 Çünkü 1989 zorunlu göçten sonra Türkiye’ye gelmek zorunda kalan birçok
oluşumunun kurucu ve yönetici kadrosunun büyük katkıları, daha sonra
Hak ve Özgürlük Hareketi adı altında siyasete giren Bulgaristan Türk Milli
Kurtuluş Hareketi’nin üyeleri Ahmet Doğan ve Kasım Dal tarafından
sahiplenmektedir. Bir çok cesur Türkün değerli mücadelesi, amaçlı olarak
unutturulmuş, bir çok kişinin katkısı yalnız Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş
49
50
212 Zafer
1987 yılının ikinci yarısı, Bulgaristan Türklerinin gizli
mücadelesinin yoğunlaştığı ve giderek bilinçli bir hal aldığı
dönem olarak görülebilir. 1988 yılının Ocak ve Şubat aylarında
Sofya’ya, Türklerin yaşadığı tüm bölgelerden İstihbarat
raporları iletilmektedir. Bunlara göre artık Türk halkında bir
uyanma hissedilmekte, her yerde gizli dernek ve örgütler
kurulmakta, rahatça Türkçe konuşulmakta, Türk ve Müslüman
gelenekleri yeniden yaşamın bir parçası haline gelmekte,
asimilasyon
çerçevesinde
yaptırılmak
istenen
zorunlu
uygulamalar halk tarafından reddedilerek yerine getirilmemektedir.55 Ama her zamanki gibi Bulgar İstihbaratı,
gerçekleri görmek yerine halk arasındaki canlanmayı işaret
eden olayları “Türkiye’nin soya dönüş politikasına karşı
yürüttüğü kışkırtıcı faaliyetler”56 şeklinde değerlendirmektedir.
Hükümet, bu tür asılsız suçlamalarla Bulgar halkının desteğini
almayı garantilemek istemiştir.
Eritme politikasına karşı direnişin gittikçe yaygınlaşması,
dolaylı olarak Sovyetler Birliği’nde başlatılan açıklık politikasına
(glasnost) da bağlıdır. M. Gorbaçov, Bulgaristan’ı eleştirmese
de, destek vermemektedir. Görüşme tutanaklarından anlaşıldığına göre, Bulgaristan’a yaptığı ziyaret sırasında 24 Ekim
1985’te Todor Jivkov’la görüşen M. Gorbaçov, Türklere karşı
uygulanan asimilasyon konusunda bilgilendirilmiştir. Ancak
Gorbaçov, Jivkov’un anlattıklarını yorumsuz bırakarak başka
konularda fikirlerini beyan etmeyi tercih etmiştir.57
16 Ocak 1988 tarihi, Bulgaristan’da yaşayan tüm
vatandaşlar açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü
totaliter sisteme karşı çıkan bir Bulgar grubu, Bağımsız İnsan
Haklarını Koruma Derneği adlı ilk legal oluşumunu kurmuş ve
Bulgaristan’da
yaşayan
tüm
vatandaşların
haklarını
koruyacaklarını, Hür Avrupa, BBC, Deutsche Welle ve
Hareketi’ne mal edilmiştir ve kamuoyu bilinçli bir şekilde yanıltılmıştır. Son
zamanlarda konu hakkında Bulgaristan’da çok sayıda makale ve gazete yazısı
yayımlanmıştır.
55 Baeva / Kalinova, age, s. 370-391.
56 Age, s. 375.
57 Angelov, Strogo poveritelno!, s. 211-212.
Direniş 213
Amerika’nın Sesi gibi yayın kuruluşlarında duyurmuştur.
Kuruluş tarihine ait dernek programının bir maddesi, farklı
dinlerin özgürlüklerinin korunmasıyla, bir diğeri de ülkede
yaşayan etnik azınlıkların yaralarının sarılmasıyla ilgilidir.
Dernek üyeleri, aralarında Türk ve Müslümanların da
bulunduğu etnik azınlıkları kapsayan bu maddeler dışında tüm
Bulgaristan vatandaşlarını ilgilendiren pek çok alanda
çalışmalar yürütüleceğine dair güvence vermektedirler.
Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneği kurucu ve diğer
üyelerine karşı sürgün ve sınır dışı etme gibi bazı cezalar
uygulansa da, daha önceki baskılar ve katı yaptırımlar söz
konusu değildir. Sosyalist Bulgaristan’da ilk defa rejime karşı
bir legal mücadele yapılmakta ve halka duyurulmaktadır.
Aynı yılın yaz aylarında Mihaylovgrad’ın (şimdiki Montana)
iki köyünde sürgünde bulunan bir grup Türk genci de, legal
mücadelenin zamanının geldiğine karar vererek, Bağımsız İnsan
Haklarını Koruma Derneği’nin Mihaylovgrad temsilcileriyle
bağlantı kurmaktadırlar. Batı radyo istasyonları aracılığıyla
Bulgaristan’da telaffuz edilmesi dahi yasak olan Türk adlarıyla
derneğin faaliyetlerine katıldıklarını, Bulgaristan’daki Türk ve
diğer Müslüman topluluğuna ilan etmişlerdir.58 Türk grubun
amacı, Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneği aracılığıyla
Batı medyasına Bulgaristan Türklerinin yaşadığı baskıları ve
sıkıntılarını duyurmaktır. Bulgar istihbaratı, 1 Ekim 1988
tarihinde Türk üyelerinin yabancı bir gazeteciyle planlanan
görüşmesini önlemek ve 5 Türkü59 Bağımsız İnsan Haklarını
Koruma Derneği Mihaylovgrad Şubesinden uzaklaştırmak
amacıyla sürgünden serbest bırakarak, daha önce ikamet
1973’ten itibaren aileleriyle birlikte Bulgar eritme politikasına karşı
mücadele ettikleri için çeşitli hapis, sürgün vb. gibi cezalara maruz kalan bu
gençlerin Bulgaristan’daki ve Türkiye’deki isimleri şöyledir: Zeynep
İbrahimova Mustafova (Zeynep Zafer), İbrahim İbrahimov Mustafov (İbrahim
Zafer), Yusuf Hüseyinov Babeçki (Yusuf Babekoğlu), Vahide Hüseyinova
Babeçka (Vahide Babekoğlu) ve Kemal Hüseyinov Babeçki (Kemal Babekoğlu).
59 Sn. Emekli Büyükelçi Dr. Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri kitabının
ikinci baskısında bu dernekten ve derneğin bazı önemli faaliyetlerinden söz
etmektedir. Ancak yalnız Zeynep İbrahimova ve İbrahim İbrahimov’un
isimlerine yer verilmektedir. Bkz. Bilal N. Şimşir., Bulgaristan Türkleri, Ankara
2009, s. 426-427.
58
214 Zafer
ettikleri Şumnu’ya bağlı Kaolinovo (Bohçalar) ilçesinin Kliment
(Emberler) köyüne geri gitmelerini sağlamaktadır.
Buna rağmen Aralık 1985’te Kliment’e ulaşabilen Alain
Chevaleri isimli Hollandalı bir gazeteci röportaj yapmayı
başarmıştır. 1989 yılı Ocak ayı başında da Sofya’da Fransız
gazetecisine röportaj veren Bağımsız İnsan Haklarını Koruma
Derneği’nin iki Türk üyesi, Bulgaristan Türklerinin durumu ile
asimilasyon çerçevesinde yapılan baskılar hakkında önemli
bilgiler vererek, Liberation, Le Monde60 vb. gazetelerde bu
konuda bazı haberlerin çıkmasını sağlamıştır. Bağımsız İnsan
Haklarını Koruma Derneği’nin 5 Türk üyesi, Batı radyo ve gazete
yayınları aracılığıyla Bulgaristan Türklerinin ve diğer
Müslümanların birçok sorununu açıkça dile getirmiş ve bu
şekilde Türk halkını ve asimilasyona karşı çıkan muhalifleri
cesaretlendirmiştir. Söz konusu beş kişiden sonra Bağımsız
İnsan Haklarını Koruma Derneği çalışmalarına aktif olarak
katılan diğer öncü Türkler arasında, Kaolinovo İlçesine bağlı
Pristoe’den (Yusufhanlar) iki kişi61, Rusçuklu bir aydın62 ve
Varna’dan bir kişi63 de bulunmaktadır.64 Demokratik İnsan
Haklarını Koruma (Demokratična Liga za Zaštita na Pravata na
Čoveka) kurucularından biri65, Bağımsız İnsan Haklarını
Koruma Derneği’nin Bulgaristan’da “demokrasi tohumları
ektiğini”, “demokratik mücadelenin en önemli güç” olduğunu ve
bu “mücadelenin stratejisini çizdiğini” belirtmektedir.66 Petır
Yapov’a göre ise “Bu dernek çerçevesinde Türklerin ve Pomak
Bkz. Liberation, 13.01.1989; Le Monde, 18.01. 1989.
Pristoe’den Ali Aliosmanov Mehmedaliev ve Vahdet (Soy adı tespit
edilememiştir) isimli kişiler daha önce sürgünde bulunmaktadırlar.
62 Sabri Hamdiev.
63 Şükrü Aliyev, Belene Toplama Kampında kalmış ve daha sonraki
mücadelede önemli rol oynamıştır. Bkz.: Veselin Angelov, Sekretno! Protestnite
Aktsii na Turtsite v Bălgariya. Yanuari-May 1989, Sofya 2009, s. 166.
64 Türklük adına 7 yıldan fazla cezaevinde kalan Sabri Hamdiyev, Derneği ve
Türk Şubesi’nin mücadelesini 2009’da yayımladığı çok değerli anılarında
anlatmaktadır. Bkz. Sabri Hamdiev, Pătyat kăm Svobodniya Svyat, Plovdiv
2009, s. 85-126.
65 Sabri İskender.
66 Aziz Bey, age, s. 34-35.
60
61
Direniş 215
Türklerinin demokratik mücadelesinin ilk birlikleri kurulmaktadır”.67
Sürgünde bulunan üç Türk, 13 Kasım 1988’te Demokratik
İnsan Haklarını Koruma Birliği’ni68 kurma kararı almış69, ancak
10 Aralık’ta radyolarda duyurarak resmi olarak kuruluşunu
ilan etmiştir.70 Bunun yanı sıra Bulgar aydınlar tarafından
oluşturulan bazı legal dernek ve sivil toplum örgütleri,
Bulgaristan’daki Türk ve Müslümanların hakları konusunda
kamuoyu oluşturmaya başlamıştır.
30 Ocak 1989 yılında Cebel’de Viyana-89’a Destek Derneği71
kurulmuş, Nisan ayında ise Kazanlık’a bağlı Dolno İzvorovo’da
Müslüman İnisiyatif Komitesi72, Bağımsız İnsan Haklarını
Koruma Derneği’nin bünyesinde faaliyet göstermeye başlamıştır.
Fransız Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın Ocak ayında
Bulgaristan’a yapacağı resmi ziyaret, çok büyük önem
taşımaktadır.73 Çünkü resmi görüşmeler dışında totaliter rejime
muhalif olan sivil toplum örgütleri temsilcileriyle de görüşme
talebinde bulunmuş ve Bulgar yetkilileri bunu kabul etmek
zorunda kalmıştır. François Mitterrand’la görüşecekler arasında
Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneği temsilcileri de vardır.
Ancak en önemlisi, Derneğin Türk Şubesi’nin bir temsilcisinin74
de François Mitterrand’la görüşme listesine alınmış olmasıdır.
Böylece Bulgaristan Türklerinin ve diğer Müslümanların
Yapov, age, s. 91.
İçişleri Bakanlığın raporlarında 17 Mart 1989’da ilk defa Demokratik İnsan
Hakları Koruma Birliği’nden söz edilmektedir. Bkz. Angelov, Sekretno!, s. 119120.
69 Birlik’in Başkanı Mustafa Ömer, 13 Kasım 1988 yılında legal mücadele
edecek bir grubun kurulma faaliyetlerinde yer alma cesaretini göstermiştir.
Bkz. Aziz Bey, age, s. 9. Büyük ihtimalle Bağımsız İnsan Hakları Koruma
Derneği üyesi 5 Türkün yürüttüğü legal mücadelesi, karar vermesi için rol
oynamıştır. Bkz. Aziz Bey, age, s. 9.
70 Aziz Bey, age, s. 9-10.
71 Derneğin Başkanı Avni Veliyev (Avni Özgürer), Sekreteri de İsmet
İsmailov’dur.
72 Angelov, Sekretno!, s. 152; Yapov, age, s. 88. Kurucuları İbrahim ve Ferhat
Runtov (İbrahim Kurucu, Ferhat Kurucu) kardeşlerinin olduğu bu komitenin
adı bazı kaynaklarda Müslüman Grev Komitesi olarak verilmektedir.
73 Angelov, Sekretno!, s. 81.
74 Zeynep İbrahimova Mustafova (Zeynep Zafer).
67
68
216 Zafer
sorunları ve istekleri ilk defa bir Batı ülkesinin siyasi liderine
doğrudan iletilecektir.
Ama görüşmenin arifesinde Bulgar emniyet güçleri en çok
çekindikleri Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneği’nin
ondan fazla temsilcilerini 48 saatlik bir süre için tutuklayarak,
son derece önemli görüşmeyi engellemiştir.75 Ne var ki, yapılan
tüm baskılar, aralarında iki Türkün de bulunduğu tutukluların
Fransa’dan gelen televizyon ekibine ve Fransız basın
temsilcilerine röportaj vermelerini76, Bulgaristan Türklerinin ve
Müslümanların sorunlarını dile getirmelerini önleyememiştir77.
Gazete için verilen röportajlar Fransız basınında, televizyon
çekimleri de Bulgaristan’la ilgili belgeselde yer almıştır. Tüm
olan bitenler, Batı radyo istasyonlarında yayımlanmış ve
Türklerin cesaretini ciddi bir biçimde arttırmıştır.78
Tutuklamaların yanı sıra Plovdiv’de (Filibe) oturan Bağımsız
İnsan Haklarını Koruma Derneği sekreteri Şair Petır Manolov’un
evinde arama yapan istihbarat görevlileri, dernek ve özel
arşivine el koyduktan sonra Petır Manolov’un ölüm orucuna
başlamasıyla Bulgaristan’da ilk olarak toplu ve nöbetli bir açlık
grevi protestosu başlamıştır. Şaire yalnız Bulgar aydınları değil,
Dernek üyesi olan Türkler79 de toplu nöbetli açlık grevleri ile
Angelov, Sekretno!, s. 81, 96.
Age, s. 56.
77 Bkz. Liberation, 13.01.1989; Le Monde, 18.01.1989.
78 Bu arada, yukarıda söz edilen derneklerin, Batı radyo istasyonu, gazeteci,
Uluslararası Af Örgütü ve François Mitterrand’la sağlanan bağlantıları, Petır
Boyaciev tarafından gerçekleştirilmiştir. Uzun süre kaldığı cezaevinden
çıktıktan sonra Bulgaristan’dan Türkiye’ye kaçmayı başaran ve Fransa’da
ikamet eden matematikçi Petır Boyaciev’in özverili çalışmaları ve çabaları,
Bulgaristan’daki demokratik mücadelenin başından sonuna kadar büyük rol
oynamıştır. Petır Boyaciev tarafından yayına hazırlanan 110 saatlik görüşme
kayıtları, o dönemde olan bitenlerin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmasına ışık
tutacaktır.
79 Bağımsız İnsan Hakları Koruma Derneği’nin Türk Şubesi üyelerinden
Kliment’ten Zaynep İbrahimova Mustafova, Yusuf Hüseyinov Babeçki ve
Vahide Hüseyinova Babeçka 16 Ocak’ta 7 günlük, Pristoe doğumlu Şumen’de
ikamet eden Ali Aliosmanov Mehmedaliev 17 Ocak’ta 5 günlük ve Klimentli
Alaaddin Sadıkov Mehmedov 17 Ocak’ta 3 günlük nöbetli açlık grevi
başlatmıştır. Yusuf Hüseyinov Babeçki, greve katılanların isimlerini P.
Boyaciev aracılığıyla Hür Avrupa Radyosuna bildirmiştir. Bkz. Intervyuta s
75
76
Direniş 217
destek vermişlerdir. Büyük bir yankı uyandıran söz konusu
açlık grevi protestosu, Türklerin Mayıs ayında yapacağı nöbetli
açlık grevi protestolarına bir örnek teşkil edecektir.
Bulgaristan’da olan bitenler Batı radyo yayınlarından ve
Türkiye’nin Sesi Radyosundan, Bulgaristan’daki Türk halkına
duyurulmuş, geniş kitleler korkudan yavaş yavaş kurtulmuş ve
Kuzeydoğu Bulgaristan Türklerinin Bağımsız İnsan Haklarını
Koruma Derneğinin Türk Şubesi temsilcilerine iletilen üye
dilekçelerinin sayısı günden güne artmıştır. Sonuç olarak
özellikle bu bölgedeki canlanma ve kitlesel direniş gittikçe
yoğunlaşmıştır. Yaklaşık 5 Ocak 1989 tarihinden Şumen’den
bir grup Türk, korkusunu yenerek Bulgaristan’dan gitmekle
ilgili isteklerini açık olarak devlet kurumlarına iletmiştir.80 Bu
bölgeyi izleyen yer Kırcali ilidir.81 Aslında söz konusu dilekçeler,
uygulanan zorunlu asimilasyona karşı bir protesto şeklidir.
François Mitterrand’ın Bulgaristan’daki ziyareti sırasında ise
Şumen köylerinde “Türkiye’ye gitmek istiyoruz! Bize izin verin!”
şeklinde bildiriler dağıtılmaktadır.82
Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneğinin Türk Şubesi
temsilcilerinin yürüttüğü mücadele, Kaolinovo’ya bağlı Kliment
ve Pristoe köylerini, derneğin merkezi haline getirmiştir. 27-29
Ocak 1989 tarihli istihbarat raporunda, Şumnu bölgesindeki
Türklerin
ruh
halinde
bir
farklılık
gözlemlendiği
anlatılmaktadır. Kliment’in bağlı olduğu özellikle Kaolinovo
ilçesinde
derneğin
Varna
sorumlusunun83
François
Mitterrand’la yapması planlanan görüşmesinin önlenmesi, aynı
bölgenin diğer bir yöneticisiyle84 birlikte tutuklanmaları, açlık
grevleri ve yürüttükleri mücadele konusunda geniş halk
kitleleri
tarafından
yorumlar
yapılmış,
Batı
radyo
Rumyana Uzunova, Rolka, No. 92 (Rumyan Uzunova’nın telesekreterinde
yaptığı görüşme kayıtlarının bantları).
80 Angelov, Sekretno!, s. 65, 80.
81 Age, s. 100.
82 Age, s. 78.
83 Zeynep İbrahimova Mustafova.
84 Yusuf Hüseyinov Babeçki.
218 Zafer
istasyonlarının yayınları sürekli olarak dinlenmiştir. Bunlar,
halkın moralini ciddi biçimde etkilemiştir.85
Bu nedenle Şumen’e bağlı Vırbitsa (Söğütlü) köyünden 60
kişi, piknik bahanesiyle toplanarak şartların iyiye gidişini
kutlar.86 Ondan önce Türklerden oluşan böyle bir kalabalığın
bir araya gelmesi, asla mümkün değildi. Çünkü toplanan daha
küçük gruplar bile gizli örgüt kurmakla, Türkiye hesabına
casusluk yapmakla ve Bulgaristan’a karşı faaliyet göstermekle
suçlanmış, katılanlardan bazıları hapisle cezalandırılmıştır.
Bulgaristan’da 1988 yılının ortasından sonra Türklerin
zorunlu eritme politikasına karşı legal mücadelesi sonucunda
hafif de olsa esmeye başlayan özgürlük rüzgârı, cezaevlerinde
bile hissedilmiştir: 16-22 Ocak 1989 tarihine ait İçişleri
Bakanlığının raporunda şu bilgi mevcuttur:
“Sofya Cezaevinde bulunan, adları değiştirilmiş 13
mahkûmun, Batı yayın organlarında yayımlatmak amacıyla
Fransız Elçiliğine iletmek üzere hazırladığı bir bildiri, ele
geçirilmiştir. Bildiride, ‘Bulgaristan’daki Türk azınlığına karşı
soykırım işlendiği’ konusunda yetkililere karşı ciddi suçlamalar
yöneltilmektedir.”87
Özellikle Şumen’deki Türklerin moralinin bu derece
yükselmesi, Bulgar yetkilileri ciddi bir biçimde rahatsız etmiştir.
Bulgaristan Hükümeti, Türklerin legal mücadelesini önlemek
için, Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneğinin Türk
Şubesi’nin ilk 5 Türk üyesini, ikisi aile fertleriyle birlikte (8 kişi)
3 Şubat 1989’da zorla Avusturya’ya sınır dışı etmiştir.88 Bir
hafta kadar sonra derneğin bir Pristoe köyü üyesi89 5 kişilik
ailesiyle, o dönemde tutuklu bulunan Rusçuk sorumlusu Sabri
Hamdiev de bir ay kadar sonra 3 kişilik ailesiyle gene
Avusturya’ya sınır dışı edilmiştir. Bir derneğin faal Türk
85
86
87
88
89
Angelov, Sekretno!, s. 96, 100-102.
Age, s. 98.
Baeva / Kalinova, age, s. 464.
Angelov, Sekretno!, s. 100-102, 105, 107.
Ali Aliosmanov Mehmetaliev.
Direniş 219
yöneticilerinin sınır dışı edilme uygulaması bir ilktir ve ancak
Mayıs ayında tekrar edilecektir. Henüz göçün başlamadığı,
daha Şubat90 1989’da dört Türk ailesinin sınır dışı edilmiş
olması gerçeği, Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneğinin
Türk Şubesi temsilcilerinin ne derece sakıncalı görüldüğünün
göstergesidir.
Ancak rejim amacına ulaşamamıştır. Çünkü Bulgaristan’ın
legal ve organize edilmiş bir mücadeleyle artık baş edemediği
anlaşılmıştır. Bu sınır dışı uygulaması, derneğin faaliyetlerine
son verememiş, aksine bölgedeki Türkleri mücadeleye sevk
etmiştir. Başta Alaydin Sadıkov Mehmedov olmak üzere
Kliment91, daha sonra Razgrad ve Dulovo’dan (Akkadınlar)
seçilen yedek yönetici kadrosu92, aynı şekilde Türklerin
haklarını korumak konusunda büyük bir özveriyle çalışmaya
devam etmiştir. Zamanın değiştiğini, dernek yöneticilerine karşı
sınır dışı etmekten başka hiçbir şey yapılamadığını gören Türk
halkı, merkezi Kliment’te bulunan Bağımsız İnsan Haklarını
Koruma Derneği’nin yeni yönetimine93 akın ederek, haklarını
koruyabilmek amacıyla dernekte çalışma isteğini belirtmiştir.
Bunun yanı sıra da daha önce adını verdiğimiz diğer Türk
derneklerinin üye sayısı hızla artmış, daha etkin bir mücadele
başlatılmıştır. İstihbarat raporlarında, yukarıda söz edilen tüm
dernek ve grupların faaliyetleri, asimilasyon uygulamalarını
tehdit eden birer tehlike olarak değerlendirilmektedir. 6 Mart
1989 tarihli bir rapora göre Bulgaristan’daki Türkler ve diğer
Müslümanlar şu bilince ulaşmışlardır: haklarıyla ilgili sorunlar;
farklı gruplar, oluşumlar ve dernekler çerçevesindeki legal
mücadeleyle çözülecektir.94 Bu anlayışın oluşması ve
Bilindiği gibi zorunlu göç, Mayıs ayının sonunda başlamıştır.
Bağımsız İnsan Hakları Koruma Derneği’nin Varna İli sorumlusu
Kliment’ten Alaydin Sadıkov Mehmedov Alaaddin Mutlu), yardımcısı Sali
Galibov ve sözcüsü Pristoe’den Zikri Fikriev’dir. Bkz. Alaydin Mehmedov
“Mayskite Săbitiye” i Moyata Săprotiva sreštu Tošizma”, Bălgarskata 1989,
http://bulgaria1989.wordpress.com/2010/05/20/alqjdin/ [30.05.2010].
92 Angelov, Sekretno!, s. 101-102, 105, 107, 116-117.
93 Age, s. 100, 105, 107, 110-112, 116-117, 121-126.
94 Age, s. 112.
90
91
220 Zafer
olgunlaşması, Bulgaristan Türklerinin direnişindeki en önemli
aşamadır.
13-20 Mart tarihli istihbarat raporunda, Bağımsız İnsan
Haklarını Koruma Derneği’nin faaliyetleri nedeniyle Şumen ve
Kaolinovo’daki ortamın sürekli olarak daha gergin bir hal aldığı
dile getirilmektedir. Bu belgelerden anlaşıldığına göre dernek
üyeleri, emniyet ve istihbarat görevlileri tarafından uyarılmış
olmalarına rağmen üyelikten vazgeçmeyeceklerini95, zorunlu
asimilasyona karşı olduklarını ve Bulgaristan’dan gitmek
istediklerini beyan etmişlerdir.96 Polis ve istihbaratın Mart ayı
raporlarında Demokratik İnsan Haklarını Koruma Birliği’nin adı
da geçmeye başlamaktadır.97 Yukarıda söz edilen tüm dernek ve
grupların faaliyetleri, asimilasyon siyasetini tehdit eden birer
tehlike olarak raporlarda yer almaktadır.
Nisan ayında Türklerin
morali düzelmiştir. Artık
çekinmeden Türkçe konuşurlar, namaza daha rahat katılırlar,
Türk geleneklerine göre düğün yapmaya başlarlar.98 19 Nisan
1989’da Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneğinin Türk
Şubesinin aktif üyeleri, tutuklanan şair Nikolay Kolev’in (KolevBosiya takma adıyla bilinmektedir) serbest bırakılması için
başlatılan nöbetli açlık grevine de destek vermişlerdir.99
Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneği’nin Türk Şubesi
Kaolinovo bölgesi 10 üyesi 3-4 Mayıs’ta toplanarak, zorunlu
eritme politikasını protesto etmek amacıyla nöbetli açlık grevi
başlatılmasına karar vermiştir. Derneğin Dulovo (Silistra’ya
bağlı) şubesinden 4 üyesi100, 6 Mayıs’ta nöbetli açlık grevini,
Alaydin Mehmedov, age,
http://bulgaria1989.wordpress.com/2010/05/20/alqjdin/, 30.05. 2010.
96 Angelov, Sekretno!, s. 121.
97 Age, s. 120.
98 Angelov, Sekretno!, s. 149.
99 Bkz. Spravka (Belge) No. 491, 17.07.1989, Ministerstvo na Vătrešnite
Raboti, 72400. (Zeynep Zafer’in özel arşivinden); Angelov, Sekretno!, s. 143.
100 Fevzi Recepov Hüseyinov, Zakir İsmailov Mustafov, Hakkı Hakkıyev
Mehmedov, Remzi Süleymanov Nacimov. Bkz. Lilyana Aleksandrieva, Nyakoga
v 89-ta. Intervyuta i Reportaži ot Arhiva na Žurnalistkata ot Radio “Svobodna
Evropa” Rumyana Uzunova, Sofya 2007, s. 341. Derneğin Varna İli sorumlusu
Alaydin Mehmet’in bu konudaki açıklamaları büyük değer taşımaktadırlar:
Alaydin Mehmedov, age,
95
Direniş 221
Hür Avrupa Radyosu aracılığıyla kamuoyuna duyurarak
başlamıştır. İstekleri, zorla değiştirilmiş Türk isimlerinin ve
zorla silinmiş Türk etnik bilincinin iade edilmesidir.101
6 Mayıs tarihi, başka bir açıdan da büyük önem arz
etmektedir.102 Ramazan Bayramın ilk günüdür ve yalnız açlık
grevlerinin başlamasıyla değil, Şumen’deki Tombul Camii’nde
Bayram namazına katılmak için bölgeden toplanan 8001.000103 kişiden oluşan cemaat, bu bölgedeki Türklerdeki
moralin ne kadar yükseldiğinin, cesaretin nasıl arttığının ve
milli duyguların ne denli yüksek bir seviyeye ulaştığının
göstergesidir. Şumen bölgesindeki halk, manevi bir uçuşa
hazırlanıyor gibidir. Çünkü korkuyu tamamıyla yenmiş
durumdadır. Bulgaristan çapındaki dernek üyelerinden 100
kişi, kısa sürede açlık grevine katılmış ve katılımlar devam
etmiştir. Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneğinin Türk
Şubesi, diğer Türk dernek yönetici ve üyeleri tarafından da
desteklenmeye başlanmıştır.
İçişleri Bakanlığına ait bir raporda Viyana-89’a Destek
Derneği kurucusu ve Başkanı Avni Veliev’in, nöbetli açlık
greviyle ilgili Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneğinin
sekreteri
Petır
Manolov’la
Plovdiv’de
görüştüğü
ileri
sürülmektedir.104 Demokratik Birlik’in üç yöneticisi105 de açlık
grevine 15 Mayıs’ta destek vermeyi düşünmüştür, ancak
ikisinin sınır dışı edilmesi, dernek sekreterinin ayın 12’sinde
greve başlamasına neden olmuştur. 14 Mayıs’ta Birliğe üye olan
http://bulgaria1989.wordpress.com/2010/05/20/alqjdin/ [30.05.2010].
101 Lilyana Aleksandrieva, age.
102 Dönemin başka dernek yöneticileri; Mayıs açlık grevlerini, dolayısıyla
Prestoe-Kliment-Kaolinovo’daki (20 Mayıs) ve onları izleyen protesto
yürüyüşlerini sahiplenmeye çalışmaktadırlar. Ancak İçişleri Bakanlığının
raporlarında nöbetli açlık grevlerini başlatanların hep Bağımsız İnsan Hakları
Koruma Derneğinin Türk Şubesi üyeleri olduklarını göstermektedir. Bkz. Baeva
/ Kalinova, age, s. 504; Angelov, Sekretno!, s. 155; Yalımov, age, s. 458;
Spravka, No. 491, tarih 17.07.1989. İçişleri Bakanlığı, 72400. Bu bölgede
yaşayan Türkler ve diğer Müslümanlar, daha Ocak ve Nisan ayında açlık
grevlerine katıldıkları için bu konuda büyük bir tecrübeye sahiptirler.
103 Angelov, Sekretno!, s. 156.
104 Bkz. Spravka, No. 49(5), tarih 17.07.1989. İçişleri Bakanlığı 72400.
105 Mustafa Ömerov, Ali Mustafov ve Sabri İskender.
222 Zafer
Şumen’den 2-3
vermiştir.106
kişi,
17
Mayıs’ta
açlık
grevine
destek
Buraya kadar vermiş olduğumuz bilgilerden de anlaşıldığı
gibi mücadele eden ve protesto edenlerin bağlantısı Türkiye ve
Türk yayın ve basın organlarıyla yapılamamıştır. Bunun nedeni,
iki ülke arasındaki telefon bağlantısının olmamasıdır. Bağımsız
İnsan Haklarını Koruma Derneği Varna sorumlusu Alaydin
Sadıkov Mehmedov107, Türkiye’yle bağlantı sağlayıp, başında
bulunduğu derneğin organize ettiği açlık grevlerinin ve
mücadelenin amacını dile getirebilmek için Hürriyet Gazetesinin
Almanya’daki muhabirini arayarak durumu bildirmiştir. 16
Mayıs’ta Hürriyet’te Alaaddin Sadıkov Mehmedov’un aile
fotoğrafının da yer aldığı Zulme “Açlık” Direnişi adlı bir yazı
yayımlanmıştır. Yazıda şöyle denilmektedir: “Bulgaristan’da
bulunan Türklerin başladığı açlık grevinin yaygınlaşarak
sürdüğü belirtildi. Bağımsız İnsan Hakları Örgütü Varna Bölgesi
Başkanı Alaattin Sadıkoğlu’nun telefonla bildirdiğine göre 6
Mayıs’ta 15 kişinin başlattığı açlık grevine 200’ü aşkın Türkün
katıldığı öğrenildi. Alaattin Sadıkoğlu, gayelerinin seslerini
dünyaya duyurmak olduğunu, bunun için de Türkiye’den destek
beklediklerini belirterek “Türkiye’yi telefonla düşüremiyoruz,
ama Almanya’yla rahatlıkla konuşabiliyoruz. Haberleşme
özgürlüğümüzü bile kısıtlayanlara karşı, lütfen bizi yalnız
bırakmayın”, dedi”.108
Mayıs ayı, Demokratik İnsan Haklarını Koruma Birliği’nin üç
yöneticisi açısından da oldukça önemlidir. 20 Nisan’da Hür
Avrupa Radyosu aracılığıyla Birliğin Birinci Kongresinin, 20
Mayıs’ta Yablanovo köyünde düzenleneceği haberi üyelerine
duyuruldu.109 Polis yetkilileri, düzenlenmesi planlanan Kongreyi
önlemek için farklı Bulgar köylerinde sürgünde bulunan üç
Baeva / Kalinova, age, s. 506; Aziz Bey, age, Ekler – Spravka, s. 4-5.
Dernek çerçevesinde yapmış olduğu mücadelenin özeti ve açlık grevleri için
bkz. Alaydin Mehmedov, age,
http://bulgaria1989.wordpress.com/2010/05/20/alqjdin/ [30.05.2010].
108 Hürriyet Gazetesi, İstanbul, 16 Mayıs 1989.
109 Aziz Bey, age, s. 42; age, Ekler- Spravka, s. 4; Baeva / Kalinova, age, s.
511-512.
106
107
Direniş 223
yöneticiyi 9-16 Mayıs tarihleri arasında sınır dışı etti. 20
Mayıs’ta Yablanovo’da küçük bir kalabalık toplansa da, polis
güçleri tarafından kısa sürede dağıtıldı.110 Sonuç olarak Kongre
duyurusu, bölge Türklerinin kitlesel protesto yürüyüşünü
sağlayamamıştır.
Kuzey
Doğu
Bulgaristan’da
olduğu
gibi
Güney
Bulgaristan’da da Viyana-89’a Destek Derneği, Bağımsız İnsan
Haklarını Koruma Derneğinin Türk Şubesi, Demokratik İnsan
Haklarını Koruma Birliği ve Müslüman İnisiyatif Komitesi’nin
üyeleri bulunmuştur ve Türklerin haklarını korumak için var
gücüyle çalışmıştır. Arşiv belgelerinde yer alan raporlardan da
anlaşıldığı gibi, 19-21 Mayıs’ta Cebel’de yapılan barışçıl
yürüyüşler, özellikle Viyana–89’a Destek Derneği ve Bağımsız
İnsan Haklarını Koruma Derneğinin Türk Şubesi111 yöneticileri
tarafından
düzenlenmiştir.112
İçişleri
Bakanlığının
bir
tutanağına göre Cebel’deki Türkler, Viyana–89’a Destek
Derneği’nin bir yöneticisinin ve Bağımsız İnsan Haklarını
Koruma Derneğinin Türk Şubesi bölge sorumlusunun tutuklu
olmalarından dolayı protestoya girişmiştir.113 1.600 Türkün
katıldığı protesto sırasında, “Biz Türk’üz!”, “Viyana!”,
Baeva / Kalinova, age, s. 513.
Bkz. Spravka (Belge), No. 491, 17.07.1989, Ministerstvo na Vătrešnite
Raboti, 72400.
112 Viyana-89’dan İsmet İsmailov, Bağımsız İnsan Hakları Koruma Derneğinin
Türk Şubesi’nden Argir Trayanov Traykov (Türk isimleri tespit edilememiştir).
İsmet İsmailov “Văzrodenite - 20 godini po-kăsno” (Dönüştürülmüş Olanlar – 20
Yıl Sonra) adlı belgeselde Cebel’deki yürüyüşlerin 19 Mayıs’ta başladığını
söylemektedir. Ancak polis raporlarında başlama tarihi 20 Mayıs olarak
verilmektedir. Bu protesto yürüyüşü, Batı radyoları tarafından duyurulmadığı
için konuyu inceleyen araştırmacıların çalışmalarında genelde 20 Mayıs
olarak gösterilmektedir. Söz konusu yürüyüşlerin 19 Mayıs’ta başladığı ile
ilgili görüşler, uzmanlar tarafından gittikçe daha büyük kabul görmektedirler.
Cebel protesto yürüyüşleri hakkında bkz. Spravka, No. 49(5), tarih
17.07.1989. İçişleri Bakanlığı 72400; Baeva / Kalinova, age, s. 513, 520.
113 Rapora göre halk; Viyana–89’a Destek Derneği yöneticilerinden İsmet
İsmailov’un Mestanlı’da, Bağımsız İnsan Hakları Koruma Derneğinin Türk
Şubesi bölge sorumlusu Argir Trayanov Traykov’un da Cebel’de tutuklu
olmasından dolayı protestoya girişmiştir. A. T. Traykov, kalabalığın da
desteğini alarak, İsmet İsmailov’un serbest bırakılmasını sağlar, ancak iki
yönetici ertesi gün yapılacak bir cenaze töreninden de istifade ederek, tüm
Türklerin sokağa dökülmesini sağlar. Bkz. Spravka, No. 49(5), tarih
17.07.1989. İçişleri Bakanlığı, 72400.
110
111
224 Zafer
“Demokrasi!”, “Adlarımızı geri istiyoruz!” gibi yazılı sloganlarla
Bulgaristan Türklerinin istekleri dile getirildi. Her iki derneğin
önde gelenleri, kalabalığa hitap etti.114 Cebel’de düzenlenen bu
yürüyüş, Bulgaristan Türklerinin ihlal edilmiş hakları açısından
son derece önem arz eder. Araştırmacı yazar Petır Yapov da iki
polis raporuna dayanarak bu konuda şu görüşü ileri
sürmektedir: “Altıncı Şubenin, Viyana-89’a Destek Derneği ve
Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneği’nin faaliyetleri ile ilgili
o zaman çok açık biçimde hazırlanmış diğer iki raporundan, söz
konusu iki örgütün Cebel ve Kuzeydoğu Bulgaristan’daki Mayıs
yürüyüşlerindeki rolü daha net anlaşılmaktadır.”115 Cebel’deki
protesto, şayet Batı Avrupa Radyo istasyonlarında duyurulmuş
olsaydı bölge halkının daha geniş katılımı sağlanabilirdi.
Bu arada, yaklaşık 20-30 km bir mesafede bulunan
Kaolinovo ve Dulovo ilçelerindeki ortam gittikçe gerginleşmiştir. Yerel yönetim, gerginliği azaltmak ve Türk nüfusunu
yurdundan kopartıp atmak için formlar dağıtmaya başladı.
Kaolinovo ve Pristoe’den iki kişi, 19 Mayıs 1989 tarihinde Hür
Avrupa Radyosu Bulgarca Masasında çalışan gazeteci Rumyana
Uzunova’ya telefonda bölgedeki ortamla ilgili şunları
duyurmuştur:
“Ben İsmail İsmailov: - Bulgaristan’daki Türk azınlığından
‘Hür Avrupa Radyosu’na selamlar. Dulovo’da olduğu gibi bugün,
19 Mayıs 1989’da, turist olarak yurt dışına çıkabilmek için
Kaolinovo Emniyet Müdürlüğünden gerekli diğer evraklar
olmadan yalnız formlar116 dağıtılmıştır. Amaç Türk azınlığın açlık
grevlerini kesmektir. Bu, Bulgar yetkilileri tarafından yapılan bir
taktiktir […]. Şimdilik bu formlar, açık olarak değil, yalnız yoğun
Bkz. Spravka (Belge), No. 491, 17.07.1989, Ministerstvo na Vătrešnite
Raboti, 72400.
115 Yapov, age, s. 101.
116
Bulgaristan
vatandaşlarının
elinde
hiçbir
zaman
pasaport
bulunmamaktaydı. Bir kişinin eline pasaport vermek, çıkış izninin verildiği
anlamına gelmekteydi. Turist olarak yurt dışına çıkmak için yapılan
müracaatın anlamı, pasaport başvurusuyla örtüşmekteydi. Yalnız istihbaratın
güvenini kazanan, Komünist Parti mensubu Türklere pasaport verilirdi. Bu
durum Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerin vatandaşları için de
geçerliydi.
114
Direniş 225
açlık grevlerinin yapıldığı bölgelerde dağıtılmaktadır. […] Bu
söylediklerimin programlarınızda olduğu gibi, diğer bağımsız
radyo programlarında da yayımlanmasını talep ediyoruz. Şumen
İline bağlı Kaolinovo’dan İsmail İsmailov Mehmedov ve
Pristoe’den Ahmet Mustafov adına”.117
6 Mayıs’ta Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneğinin
Türk Şubesi tarafından Dulovo köylerinde başlatılan ve daha
sonra tüm Bulgaristan Türklerinden desteklenen nöbetli açlık
grevleri, barışçıl yürüyüş ve mitinglere dönüşmüştür.118 Alaydin
Mehmedov 20 Mayıs protesto yürüyüşlerinin kimler tarafından
organize edildiği ve nasıl başladığı konusunu şu şekilde dile
getirmektedir:
“Nisan ayında Şumen’den beş eski öğretmen (bunlar baskı
görmüş ve işten çıkarılmış öğretmenlerdi), Demokratik İnsan
Haklarını Koruma Birliği Şumen Grubunu kurmaya karar
vermişlerdi. Bize katılmalarını teklif ettik, ancak onlar reddedince
daha fazla ısrar etmedik. Yalnız Hür Avrupa Radyosu’na bir
bildiri iletmemizi rica ettiler. Biz, bu bildiriyi radyodan halka
duyurulmasını sağlayacağımızı bir şartla kabul ettik. Bu bildiriye
bir madde ekleyeceğimizi söyledik. Madde, 20 Mayıs’ta Bahar
Şenliği düzenlenmesiyle ilgiliydi. Öğretmenler grubunun
bildirisine eklediğimiz metin, yaklaşık söylediğim şeklindeydi ve
bizim arkadaşlarımızdan biri bildiriyi telefonla Hür Avrupa
Radyosuna illetti. Sonra her şey çok kolay oldu. Açlık grevleri
başlayınca yavaş yavaş yürüyüş söylentisini yaydık. Toplama
yeri olarak da Pristoe köyü kavşağını gösterdik.”119
20 Mayıs Cumartesi sabahı Pristoe’de toplanmaya başlayan
kalabalığın barışçıl protesto yürüyüşü, Kaolinovo’da ne yazık ki
bir kişinin ölümüyle sonuçlandı. Petır Boyaciev’e120 göre 19
Baeva / Kalinova, age, s. 508.
Mihail
Gruev
/
Aleksey
Kalyonski,
Văzroditelniyat
Protses.
Myusyulmanskite Obštnosti i Komunističeskiya Režim, Sofya 2008, s. 181.
119 Alaydin Mehmedov, age,
http://bulgaria1989.wordpress.com/2010/05/20/alqjdin/ [30.05.2010].
120 Aynı dönemde cezaevinde bulunan Ahmet Doğan, Mayıs protesto
yürüyüşlerini de kendisine mal ederek, onları cezaevinden organize edip
117
118
226 Zafer
Mayıs akşamı Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneğinin Türk
Şubesi’ne mensup bir kişi, telefonla evini arayarak 20 Mayıs’ta
düzenlenmesi planlanan yürüyüşün Radyo yayınlarında
duyurulmasını istemiş. Ancak gece nöbetinde olan Hür Avrupa
Radyosu sorumlusu bunu yayımlamayı reddettiğinden ertesi
gün Deutsche Welle’nin saat 12:00 yayınında duyurulabilmiştir.
19 Mayıs gecesi kulağı radyoda olan Türklerin morali
bozulmamış olmalı ki, büyük bir kalabalık miting davetine
uymuş ve 20 Mayıs Cumartesi, saat 9:00’a doğru Kliment’ten 45 kilometre mesafede bulunan Pristoe köyünün kavşağında
toplanmaya başlamıştır. Belki de o gece duyurunun Hür
Avrupa Radyosundan yapılmaması, emniyet ve askeri güçlerin
önlem almasını engellemiştir.
Türkler, yıllarca süren haklı mücadeleden önemli bir ders
almıştır.
Dernek
yöneticileri
kalabalığın
önünde
bulunmayacaktır, çünkü istihbarat görevlilerinin amacı onları
yakalayarak halkın cesaretini kırmaktır. Özellikle çocuklar,
kadınlar, yaşlılar ve şimdiye kadar herhangi bir sorun
yaşamayan, polis kayıtlarında adı bulunmayanlar önderlik
yapmaktadır. 26 Mayıs’a ait Varna İli Komünist Partisi
Sekreterinin Şumen köyleriyle ilgili bir raporunda yürüyüşlerle
ilgili şu değerlendirmeler yer almaktadır:
“Katılımcılar farklı yaş grubuna ve sosyal sınıfa aittir, ancak
asayiş güçlerinin işini zorlaştırmak için ön safta kadın, çocuk ve
yaşlılar vardır. Kadınlar çok aktif rol oynuyor, sık sık vekil olarak
görüşmelerde yer alıyor ve mitinglerde konuşma yapıyorlar. […]
Yürüyüşlerin liderleri ön plana çıkmıyor. Büyük ihtimalle toplama
yönettiğini iddia etmektedir. Böylece çoğu Türkiye’de bulunan bölge insanının
gösterdiği cesaretini de hiçe sayarak kendi adını efsaneleştirmeyi başarmıştır.
Ancak son zamanlarda çıkan ciddi araştırmalar, aslında kendisinin protesto
yürüyüşleriyle bağlantısı olmadığını göstermektedir. Rumyana Uzunova’nın
radyo kayıtları yayımlandıktan sonra Petır Boyaciev’in 110 saatlik ses
kayıtları da yayına hazırlanmaktadır. Daha önce de söylediğimiz gibi bu
kayıtlar sayesinde 1988-1989 yıllarında faaliyet gösteren farklı derneklerin
çalışmaları, 6 Mayıs’ta başlayan toplu nöbetli açlık grevleri ve bunları izleyen
barışçıl protesto yürüyüşlerinde yer alan ve isimleri unutulan veya
unutturulan pek çok kahraman Türk’ün tarihteki yerini almasına ve şimdiye
kadar yayılan pek çok asılsız iddianın ortadan kalkmasına yardımcı olacaktır.
Direniş 227
yeri ve saati sessizce iletiliyor, bu nedenle kalabalık,
beklenmedik bir şekilde sokağa çıkıyor ve sayısı hızla artıyor”.121
20 Mayıs Cumartesi sabahı Pristoe’de toplanmaya başlayan
kalabalık, Kliment’e varınca Deutsche Welle’nin saat 12:00
yayınında mitingin duyurulmasıyla122 yalnız Kaolinovo, Venets
(Köklüce), Dulovo ilçelerinden değil, etraftaki başka köy ve
kasabalardan akın etmeye başlayan halk, Kliment’te bir
özgürlük kutlaması yapmıştır. Meydandaki çocuklar, Türkçe
şiir ve şarkı söyler, Kıymet123 ismindeki genç kadın, halka
hitaben coşkulu bir konuşma yapar. Mitingde Bulgaristan
Türklerinin istekleri dile getirilir, Türklerin ve Müslümanların
elinden alınmış tüm hakların geri verilmesi istenir. “Haklarımızı
İstiyoruz!”, “Yaşasın Özgürlük”, “Barıştan Yanayız!” vb. gibi
sloganlar atılır.124 Polis raporlarına göre kalabalık, Kaolinovo’ya
yaklaşınca 5.000 – 6.000’e, görgü tanıklarına göre ise 10.000’e,
hatta 15.000’e kadar ulaşmıştır.125 İnsan hakları uzmanı M.
Ivanov’a göre bu yürüyüş, Mayıs’ta yapılanların en kalabalık
olanıdır. Barışçıl yürüyüşe katılan Türklerin tek amacı,
taleplerini Kaolinovo İlçe Merkezine iletmektir. Ancak burada
emniyet ve silahlı güçler tarafından tank ve itfaiye arabalarıyla
karşılanır, katılanların yolu kesilerek bir bölümü dağıtılır,
kalabalığa karşı güç uygulanır, ateş açılır, birçok kişi yaralanır.
Aldığı darbe sonucunda bir kişi orada hayatını kaybeder.126
Barışçıl yürüyüşe katılanların yalnız 1.500’ü Kaolinovo
Belediyesine ulaşabilmiştir. Kalabalığın ısrarı üzerine, büyük
ihtimalle Şumen ve Kaolinovo yetkililerden oluşan bir heyet,
Türklerin isteklerini dinlemeyi kabul etmiştir. Buraya kadar
ulaşabilen Türklerin elçisi, Kaolinovo’da yürüyüşe katılmayı
başaran Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneğinin Türk
Şubesi üyesi127 bir kadındır. Gülten Osmanova128, yetkililerle
121
122
123
124
125
126
127
Baeva / Kalinova, age, s. 515-516.
Bunu da Petır Boyaciev sağlamaktadır.
Soyadını tespit edemedik.
Age, s. 508.
Age, s. 509.
Age, s. 509. Hayatını kaybeden kişinin adı Necip Osmanov’dur.
Age, s. 510.
228 Zafer
konuşarak, tutuklu olan bir kişinin serbest bırakılmasını
sağlar, Türklerin isteklerini iletir ve iki gün sonrası cevap
verileceği sözünü almayı başarır ve kalabalığın dağılmasını
sağlar.129 Söz konusu bu iki kadın, Kuzeydoğu Bulgaristan’da
gerçekleştirilen özgürlük mitinglerinin sembolü olmuşlardır.
Kadınların önderlik etme geleneği, 3 Şubat’ta sınır dışı edilen
Bağımsız
İnsan
Haklarını
Koruma
Derneğinin
Varna
sorumlusundan130 başlar ve daha önce alıntılanan parti
sekreterinin sözlerinden de anlaşıldığı gibi özellikle Kuzeydoğu
Bulgaristan için çok belirgindir. Aynı şekilde bazı Türk
kadınları, 1984 Aralığında Kırcali bölgesindeki protesto
yürüyüşlerinde önderlik etmişlerdi.
Ertesi gün (21 Mayıs, Pazar) emniyet güçlerinin bir ekibi,
Kaolinovo mitingine katılan birkaç göstericiyi tutuklamak
isteğiyle Todor İkonomovo köyüne gider. Pazar günü olması
dolayısıyla çok kalabalık olan Türkler buna karşı çıkmaya
çalışır. Kalabalığa karşı açılan ateş sonucunda üç kişi
öldürülür.131 Batı ve Türk radyolardan bu kanlı olayları duyan
Türk halkını artık durdurmak mümkün değildir. Ardından
sırasıyla Şumen, Razgrad, Tolbuhin merkez, ilçe ve köylerinde,
Kuzeydoğu ve Güneydoğu Bulgaristan’da buna benzer protesto
yürüyüşleri düzenlendi.
Emniyet
güçlerinin
müdahalesi
sonucunda
Mayıs
direnişinin en yoğun seyrettiği Kuzeydoğu Bulgaristan’da
toplam dokuz Türk hayatını kaybetti.132 Türkler, ancak T.
Gülten Osmanova da, adı unutturulan kahraman Türk kadınlarından
biridir.
129 Age, s. 508-509.
130 Zeynep İbrahimova Mustafova. Araştırmalarda sık sık Zeynep İbrahimova,
Gülten Osmanova ve Kıymet (?) isimleri karıştırılmaktadır. Bu üç isim,
mücadele eden Türk kadını sembolüne dönüşerek halk arasında yayılmıştır.
Polis raporlarında da bu şekilde yansımıştır.
131 Mehmet Sali Lom, Mehmet Saraç ve Hasan Arnavut.
132 Bu bilgiler resmi rakamlara göre verilmiştir. Fakat daha sonra ölen yaralı
Türkler bu rakamlara dahil değildir.
128
Direniş 229
Jivkov’un
29
Mayıs’ta
Bulgaristan
halkına
yaptığı
133
134
seslenişinden sonra protesto mitinglerine son verdi.
Zorunlu asimilasyon aracılığıyla Bulgar nüfusunu arttırma
amacını taşıyan Jivkov rejimi, direniş sayesinde insanlık dışı
asimilasyon
uygulamasının
hayalden
ibaret
olduğunu
anlamıştır. Ama yine de Hükümet, öncelikle muhalif olan,
halkın güvendiği ve önder olarak kabul ettiği yaklaşık 5.000
aydın ve mücadeleci Türkün, yürüyüşler arifesi ve hemen
sonrasında sınır dışı edilmesiyle, ortaya çıkan beklenmedik,
olağanüstü durumu kontrol etmeyi planlamıştır. Ancak
aydınlara karşı yapılan bu cezalandırma, geniş Türk kitlelerini
daha iyi organize olup haklarını talep etmeye sevk etmiştir.
18 Şubat 1985’te “Biz 20 yıldır onlara (Türk Yetkililere)
göçten söz ettik, onlar da susarak bizimle alay ettiler. Bizim için
göç konusu artık kapanmıştır. Göç edecek insanımız yok. Bu
insanlar, eskiden Müslümanlaştırılmış Bulgarlardır. Bir adam
bile veremeyiz onlara. Bir veya beş kişiyi verecek olursak, elimizi
uzatıp kolumuzu kaptırmış oluruz”135 diyen Jivkov, hemen
hemen tüm Bulgar yönetimlerden en etkili olarak kabul edilen
ve sık sık gündeme getirilen, uygulanan zorunlu göç yoluna
başvurulmadan Türklerden kurtulamayacaklarını anlamıştır.
Türklerin direnişi karşısında çözüm arayan Jivkov
Hükümeti, insanlık dışı eritme uygulamasıyla, Balkan
Savaşlarından sonra gerçekleştirilen 20. yüzyılın ikinci büyük
göçünü, daha doğrusu ikinci tehcirini gerçekleşmiştir.
369.839136 Türk137, Haziran ayından vize uygulamasına
Age, s. 517-519.
Birçok Bulgar siyaset bilimcisi ve tarihçisine göre; Mayıs Olayları olarak
adlandırılan Türklerin protesto yürüyüşleri, Sosyalist Bloğundaki totaliter
rejimlere karşı yapılan Macaristan Olayları, Polonya Olayları ve Çek Prag
Olaylarından sonra yer almakta ve yürüyüşlerin ardından başlayan zorunlu
göçle birlikte totaliter rejiminin yıkılışını hazırlamaktadır.
135 Baeva / Kalinova, age, s. 235.
136 Yapov, age, s. 109.
137 T. Jivkov, 13 Haziran 1989’da Türkiye Büyük Elçisi Sayın Ömer Lütem ile
yaptığı son görüşmesinde zorunlu göç uygulamasını reddetmekte, Türkiye’ye
kendi isteğiyle giden Bulgaristan vatandaşlarının “kötü yerleştirildiği”
konusunda Türkiye’yi suçlamakta ve hiç çekinmeden, alaycı bir üslupla
133
134
230 Zafer
geçildiği Ağustos ayına kadar, tüm maddi ve manevi
varlıklarından mahrum edilerek sınırını açmak zorunda kalan
Türkiye’ye gönderilmiştir.
Yeni yayımlanan gizli görüşme tutanaklarında, T. Jivkov’un
bu zorunlu göçün şartları ve gerçek amaçları konusundaki
utanç verici düşünceleri yer almaktadır. Daha önce de
söylediğimiz gibi Bulgar siyasetçilerinin amacı, asimile olmak
istemeyen Türklerden zorunlu göç aracılığıyla kurtulmaktır.
Bunun için de daha önceki göçlerde yaptıkları gibi, Türklerde
gereken göç psikolojisini oluşturmuşlardır. 7 Haziran’da yapılan
bir üst düzey toplantıda T. Jivkov’un sözleri, göçü ne kadar çok
arzuladıklarını ortaya koymaktadır:
“Biz büyük göç psikozunun eşiğindeyiz. Bu psikozu nasıl
değerlendirmeliyiz?
Bizim böyle bir psikoza
Ben, sır olarak sakladığımız
halktan 200-300 bin kişiyi
Bulgaristan artık olmayacak.
bir şey olacak.
ihtiyacımız var, iyi bir fırsat çıktı.
bir şey söyleyeceğim. Eğer biz bu
sınır dışı etmezsek, 15 yıl sonra
Bulgaristan Kıbrıs veya ona benzer
[…] Önemli olan Türklerin sınırı açıp açmayacaklarıdır.
Kamuoyu baskısı altında şimdi birkaç günden beri onlar sınırı
açıyor. Ancak bu durum 10-15 günden fazla sürmez. Belki de
devam eder. İnşallah devam eder.138
[…] Göç etmek istiyorlarsa tam desteğimizi alırlar. Eğer
köyde müzik grubu yoksa, başka köylerden bunları sağlarız ve
Türkleri müzikle uğurlarız.139
Oysa protesto eden Türklerin gerçek amacı, Türkiye’ye göç
etmek değildir. İlk başta asimilasyondan tek kurtuluşun
şunları söylemektedir: “Biz 9 milyonluk olan Bulgar nüfusundan 3 milyonun
Türkiye’ye gitmesinden herhangi bir endişe duymuyoruz. Madem ki Türkiye
tüm dünyaya 3 milyon Türkü kabul edeceğini ilan etmiştir, gitmelerine engel
olunmasın.” Angeleov, Strogo poveritelno!, age, s. 619.
138 Age, s. 601.
139 Age, s. 602.
Direniş 231
Türkiye’ye göç etmek olduğu fikri halk arasında yayılsa da
zamanla, Türklerin tüm haklarının iade edileceği umudu ortaya
çıkmaktadır. Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneği üyesi
Gülten Osmanova’ya göre Türklerin azınlık statüsü kabul
edildiği
durumda,
asimilasyondan
kaçmaya
çalışanlar
140
Bulgaristan’ı asla terk etmek istemeyeceklerdir.
Türkler, yavaş yavaş Bulgar hükümetinin amacının
kendilerinden kurtulmak olduğunu anlamakta ve protesto
yürüyüşlerinde, isteklerinin doğdukları topraklarda insan gibi
yaşamaktan, gasp edilmiş haklarını geri almaktan ibaret
olduğunu dile getirmektedirler. Şumnu’da 24 Mayıs’ta yapılan
yürüyüşle ilgili Rumyana Uzunova’ya bilgi veren Ayşe Fettova’ya
göre Türkler, zorunlu isim değiştirme sırasında ve o tarihe
kadar asimilasyona karşı yapılan barışçıl yürüyüşlerde
öldürülen Türklerin ruhuna Fatiha okumuş ve 15 ayrı istek dile
getirmiştir.141 Protestoda yer alan kalabalık, göç sözünü açan
yetkililere “Göç etmek değil, haklarımızı istiyoruz”; istihbarat
görevlilerinin, pasaport verme konusundaki teklifine de “Sizi
dinlemek istemiyoruz” şeklinde cevap vermişlerdir.142
Ancak çoğu eski Bulgaristan yöneticilerinin olduğu gibi,
Jivkov Hükümetinin amacı da Türklerden kurtulmak olduğu
için halkın sesine kulak verilmemiştir. Türkleri asimile etmeyi
Aleksandrieva, age, s. 355.
1. Türk isimlerinin iadesi; 2. Okullarda Türkçe dersinin açılması; 3. Din
özgürlüğü; 4. Yasak olan sünnetin serbest bırakılması; 5. Cenaze törenlerinin
İslami geleneğe göre yapılması; 6. Bulgaristan’daki Türk azınlığın kültürünün
gelişmesi; 7. Gelecekte Bulgar ve Türkler arasında herhangi bir gerginliği
önleyecek ve birliği sağlayacak bir ideolojik hazırlığın yapılması; 8. Ülkenin
ekonomisine zarar vermeyen barışçıl yürüyüşlere karşı güç kullanılmaması; 9.
Barışçıl mitingleri kınayan Bulgar Haber Ajansına yanlış bilgi verilmemesi; 10.
Bulgar Komünist Partisi Merkez Komitesinde Türk azınlığı tarafından seçilmiş
temsilcilerinin bulunması; 11. Bulgaristan Halk Cumhuriyeti sınırları dışına
kovulan suçsuz insanların geri gelmelerinin sağlanması; 12. Türkiye ve başka
ülkelerle yapılan telefon görüşmelerinin dinlenmemesi ve normal bir
haberleşme imkanının sağlanması; 13. Müftülerin, hükümet tarafından değil
halk tarafından seçilmesi; 14. Asimilasyonla ilgili olarak cezaevinde tutuklu
bulunanların serbest bırakılması; 15. Asimilasyona bağlı olarak işini
kaybedenlerin yeniden işlerine dönmelerinin sağlanması. Bkz. Angeleov,
Sekretno!, s. 164-165.
142 Angeleov, Sekretno!, s. 165.
140
141
232 Zafer
başaramayan Jivkov çevresinin tek kaygısı, Türkleri göçe
zorlamak ve malvarlıklarına el koymaktır. Bu nedenle 7 Haziran
toplasında “Giderken ne götürebilirler? Bunlar belirlenmiştir. 500
levadan fazla götüremezler. Ev satışları yasaklansın. Evler
belediyeye kalacak […]. Evler şahıslara asla satılmasın. Hatta
satın alanlar uyarılsın, satın alınmış evler kamulaştırılacak ve
paralar yeni sahiplerine geri iade edilmeyecek. […] Belediyeler
fiyatı belirleyecektir. Eğer evin gerçek fiyatı 50 bin ise, ev
sahibine 2 veya 3 bin ödensin”143 şeklinde konuşmaktadır.
Göç manzarasından gayet memnun görünen Jivkov hiç
çekinmeden ve vicdan azabı çekmeden “[…] Belki de sınırlarını
sonuna kadar açtığı için Türk Hükümetine teşekkür etmeliyiz
[…]”144 demiştir.
Hükümetinin başında olan T. Jivkov, bir taraftan
toplantılarda bunları söylerken, diğer taraftan da zorunlu bir
göçün söz konusu olmadığını, giden “Bulgar Müslümanlarının”
geçici bir ziyaret için145 yurdu terk ettiğini, Bulgaristan’da Türk
asıllı bir azınlık bulunmadığını ve buna benzer gerçek dışı
iddialarını hem ülkesine hem de dünyaya anlatmaya devam
etmiştir. Tüm bu yaşananlardan dolayı da Türk Hükümetini ve
Türk Milli İstihbaratını suçlamıştır.
Sonuç
Türkiye ile Bulgaristan arasındaki göç konusu gündemden
düşünce, 1984-1985 kışında beşinci toplu isim değiştirme
kampanyası
başlatılmıştır.
Asimilasyonu
kabul
etmek
istemeyen çok sayıda Türk tutuklanmış, sorgulanma sırasında
işkence görmüş, sürgün, hapis veya ölümle cezalandırılmıştır.
Buna rağmen eritme politikasına karşı bir direniş başlatılmıştır.
Bulgaristan’daki Türkler, dışarıdan yardım beklemek yerine
Age, s. 603.
Age, s. 605.
145 Zorunlu asimilasyonun
mimarları, bu zorunlu göçü alaycı bir şekilde
“Büyük Gezi” (Golyamata Ekskurziya) olarak adlandırmıştır ve hala basın ve
bilimsel yazılarda bu şekilde kullanılmaktadır. Bkz. Radost Nikolaeva,
“Tyutyunăt e Tsvete a Izkustvoto Rabota”, Dialog, 59 (2010), s. 19.
143
144
Direniş 233
problemlerini kendi çabalarıyla çözebileceklerinin farkına
varmış ve grup, oluşum, dernek çerçevesinde örgütlenmeye
gayret göstermişlerdir. Bu anlayışın oluşması ve olgunlaşması;
Bulgaristan Türklerinin direniş sürecindeki en önemli
aşamadır.
Mayıs 1989’da doruk noktasına ulaşan Türklerin
memnuniyetsizliği, açlık grevleri ve mitinglerle dile getirilerek
tüm dünyaya duyurulmuştur. Barışçıl protesto yürüyüşlerine
karşı açılan ateş sonucunda, 20’den fazla Türk öldürülmüş,
yüzlercesi de yaralanmıştır.
Türklere
uygulanan
asimilasyonun
başarısızlıkla
sonuçlanması, Jivkov önderliğindeki Hükümetin yeniden göçe
başvurmasına yol açmıştır. Böylece 89 Göçü gerçekleştirilmiş ve
üç ay gibi kısa bir süre içinde 370 bin kişi malından,
mülkünden ve en önemlisi vatanından olmuştur.
Kaynakça
Aleksandrieva, Lilyana, Nyakoga v 89-ta. Intervyuta i Reportaži
ot Arhiva na Žurnalistkata ot Radio “Svobodna Evropa
Rumyana Uzunova, Sofya 2007.
Angelov, Veselin, Sekretno! Protestnite Aktsii na Turtsite v
Bălgariya. Yanuari-May 1989, Sofya 2009.
Angelov, Veselin, Strogo Poveritelno! Asimilatorskata Kampaniya
Sreštu Turskoto Natsionalno Maltsinstvo v Bălgariya (19841989), Sofya 2008.
Aziz Bey, Demokratičnata Liga na Turtsite v Bălgariya (Noemvri
1988 - May 1989), Sofya 2004.
Baeva, Iskra / Evgeniya Kalinova, “Văzroditelniyat Protses”.
Bălgarskata Dăržava i Bălgarskite Turtsi (sredata na 30-te –
načaloto na 90-te godini na XX vek), Tom I, Sofya 2009.
Bikov, Toma, Dosieto na Dogan, Sofya 2009.
Georgiev, Veličko / Stayko Trifonov, Pokrăstvaneto na Bălgarite
Mohamedani. 1912-1913. Dokumenti, Sofya 1995.
Gruev, Mihail /Aleksey Kalyonski, “Văzroditelniyat Protses”.
Myusyulmanskite Obštnosti i Komunističeskiya Režim, Sofya
2008.
234 Zafer
Hamdiev, Sabri, Pătyat kăm Svobodniya Svyat, Plovdiv 2009.
Hürriyet Gazetesi, İstanbul, 16 Mayıs 1989.
Ivanova, Evgeniya, Othvărlenite “Priobšteni”, Sofya 2002.
Lütem, Ömer E., Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989. Cilt II: 19861987, Ankara 2006.
Mehmedov, Alaydin, “Mayskite Săbitiye” i Moyata Săprotiva
sreštu Tošizma”, Bălgarskata 1989,
http://bulgaria1989.wordpress.com/2010/05/20/alqjdin/
30.05. 2010.
Radost Nikolaeva, “Tyutyunăt e Tsvete, a Izkustvoto Rabota”,
Dialog, 59 (2010).
Şimşir, Bilal N., Bulgaristan Türkleri, Ankara 2009.
Türker, Mehmet, Belene Adası. Zulmün Ateş Çemberinden
Anılar, İstanbul 2004.
Yalămov, İbrahim, İstoriya na Turskata Obštnost v Bălgariya,
Sofya 2002.
Yapov, Petăr, Dogan. Demonăt na DS i KGB, Sofya 2009.
DEVLET HİKÂYELERİ: KİMLİĞİN KAYBI VE
YENİDEN/YENİSİNİN KAZANILMASI
Sait ÖZTÜRK
Bu yazı, biri genel diğeriyse daha spesifik iki soruyla
uğraşmayı amaçlıyor. Ezilenlerin dayanış(a)mamasını anlamaya
çalışırken cevabı oldukça açık ve basit görünen bir soruyu
yeniden sormayı amaçlıyor: 1989 yazında etnik asimilasyondan
kaçabilmek için Türkiye’ye iltica eden yüz binlerce kişi arasında
nasıl oluyor da başka bir asimilasyoncu milliyetçilik yaygın
şekilde var olabiliyor? Kendilerini genelde Bulgaristan Türkleri
olarak adlandıran bu topluluğun etnik Türklüğü veya onlara
tanınan ayrıcalıklar üzerinden yapılan açıklamaların ilki
özcülükten,
ikincisi
ekonomizmden
muzdarip
oluyor.
Tumturaklı bir cevap üretmekten çok bu özcülük eleştirisinin
altını doldururken bir aşırı olumsallık tuzağına düşmeden
şiddetin ve acının toplumsal öznelerin oluşumundaki rolünü
irdeleyeceğim. Konu milliyetçilik ve şiddet olunca kaçınılmaz
şekilde bunların tekeline sahip olmakla tariflenen ulus-devletler
ve alttakilerin devletçiliği bu incelemedeki önemli dinamikler
olacak.
Bu incelemenin temelini üçü evli çift ve ikisi erkek sekiz
Bulgaristan göçmeni ile yaptığım görüşmeler ve diğer tarihsel ve
etnografik veriler oluşturacak. Bulgaristan rejimine göre
konumlarını temelde üçe ayırabilirim: 1985 öncesinde
Bulgaristan ve Türkiye arasında net bir seçimi olmayanlar
(Asım, Emel, Ayşe, Emin, Fatma); Türk milliyetçiliğine yakın
olanlar (Abdullah, Ziya); ve son olarak Komünist Partisi üyesi
olan Rüstem. Başka bir ayrım da Türkiye’de Bulgaristan’a göre
içinde bulundukları refah seviyesine göre yapılabilir: Asım ve
dolayısıyla eşi Emel oldukça başarılı olmuşken diğerlerinin
hayat standartları aşağı veya yukarı doğru az oynamıştır.
236 Öztürk
Bu noktada okuyucuya kişisel bir uyarı yapmak
zorunluluğunu da hissediyorum: Bu konuyla bir yazı çıkartma
niyetiyle en az iki defa uğraştım.1 İçine doğduğum bir topluluk
hakkında hele de bu kadar çetrefilli ve taraf olmanın zor olduğu
bir tarihin karşısında bir şeyleri toparlayabilme denemelerim
genelde bir akraba sohbetinin genellemeleriyle mesafe
alamamanın getirdiği özgücülük arasında gidip geldi. Bu
konumdan
bakabilmenin
görmeyi
sağladıkları
kadar
engellediklerinin de sorumluluğu bana aittir. Çoğu insan gibi
tek bir sıfatla/konumla var olmadığım için de bu yazı tek bir
yerden
yazılmadığı
gibi,
sadece
o
yerdekilerin
değerlendirebileceği bir kapalılığa sahip değildir. Zaten
aktaracaklarımın
büyük
kısmı
aile
tarihimizde
ya
konuşulmayan ya da bilinmeyen bir alan oluşturduğundan bu
konu hakkında önceden özel bir bilgi birikimine sahip değildim.
Umarım bu kafa karıştırıcı ikaz, yazıyı yazarken içinde
bulunduğum kafa karışıklığını iyi yansıtabilmiştir.
Bulgar Milliyetçiliği: Egemenliğin Sınırları
Bulgaristan Türklerinin iki devlet arasında sıkışmışlığını
anlamak
için
öncelikle
Bulgar
devlet(ler)inin
ve
milliyetçiliklerinin özellikle de 70 ve 80’lerdeki uluslararası
bağlamını görmek gerekiyor. Dimitrov’un belirttiği gibi bu
dönem genelde Doğu Bloğu içerisinde “sistemin resmi
normlarının gittikçe gerçek işleyişiyle alakasızlaştığı” kurumsal
bir çözülme süreci olarak görülmüştür.2 Doğu Avrupa’da
milliyetçilikler, 50’lerde Stalinizm’in mahkûm edilmesinden ve
60’larda ekonomik ve siyasal reform süreçlerinin başarısızlıkla
sonuçlanmasından sonra izlenebilecek bir yöntem olarak öne
çıkmıştır. Bulgaristan özgülündeyse bu süreçler faal olmakla
birlikte daha geç ortaya çıkmıştır: 50’lerin ilk yarısındaki
Bu noktada ilk denememde bana oldukça yardımcı olan ve tüm
beceriksizliklerimi hoşgörüyle karşılayan Dicle Koğacıoğlu’nu anmayı ve
okumakta olduğunuz metnin teorik çerçevesinin büyük kısmını kurmama
yardımcı olan Nazan Üstündağ’a teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.
2 Vesselin Dimitrov, “In Search of a Homogeneous Nation: The Assimilation of
Bulgaria’s Turkish Minority, 1984-1985”, Journal of Ethnopolitics and Minority
Issues in Europe. 1 (2001), s. 9.
1
Devlet Hikayeleri 237
Çervenkov iktidarının katı Stalinizmine karşı Jivkov Hruşçevci
bir ılımlı olarak başa gelmişti. Çekoslovakya ve Doğu Almanya
gibi sanayileşmiş veya Macaristan ve Polonya gibi yarısanayileşmiş ülkelerin aksine Bulgaristan II. Dünya Savaşı’nın
sonunda işgücünün % 80’i tarımda istihdam edilen bir ülkeydi.
Dolayısıyla komuta ekonomisi olarak tabir edilen planlama ile
başarılı şekilde yönetilebilecek bir ekonomik yapısı vardı.
80’lerin ortalarına kadar diğer Doğu Avrupa ülkelerinin özellikle
70’lerden itibaren göstermeye başladıkları ekonomik ve politik
kriz belirtilerini göstermedi. Çervenkov’un Stalin kuklalığının
ötesine geçemeyen baskıcı rejimine karşı Jivkov iktidarı bu
sayede parti ve toplum içerisinde kendisine güçlü bir taban
bulabildi.
Diğer yanda genç Türkiye Cumhuriyeti, resmi olarak
Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olmadığını savunduğundan
Bulgaristan’ın Türk irredantizmine dair kaygıları biraz olsun
hafiflemişti. Beş yüzyıllık Osmanlı hâkimiyetinden sonra
1878’de kurulan Prensliğin nüfusunun yarısından fazlası
Müslüman’dı. Asimilasyon politikaları ile göç dalgaları arasında
her zaman birbirini bütünleyen bir ilişki olmuştu: Yoğun etnik
çatışmaların içinde doğan Prenslikten 1878-1912 arasındaki
350 bin kişi göç etmiş ve bu dalga Balkan Savaşları ve
iktidardaki Halk Partisi’nin isim değiştirme planı ile kesintiye
uğramıştı. Halk Partisi’nin iktidardan düşünü takiben 19131934 arasında senede 10-12 bin kişiyi kapsayan bir göç
anlaşması imzalanmıştı. Türkiye’nin göç almak yerine
Bulgaristan Türklerinin yerlerinde kalmalarını tercih etmesiyle
bu süreç sonlandı ve Bulgaristan’daki faşist iktidar yeni bir
isim-değiştirme ve asimilasyon politikasını yürürlüğe koydu.
Türkiye’nin laik milliyetçilik iddialarının aksine Müslüman olan
(Romanlar hariç) tüm göçmenleri kabul etmesi Bulgaristan’ın
işini kolaylaştırıyordu.3
Bulgar milliyetçiliği, beş yüzyıllık boyunduruk geçmişinin, I.
ve II. Dünya Savaşlarında felaketle sonuçlanan askeri
Kemal H. Karpat, Balkanlarda Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk, Ankara 2004, s.
285.
3
238 Öztürk
maceraların getirdiği bir aşağılık kompleksiyle maluldü. Das’ın
nefretin toplumsal üretiminin temel dayanaklarından biri
olarak gördüğü yan yana yaşayıp geçmişi farklı şekilde anlatma
özelliği4 Bulgaristan’da yeni bir şekil almıştı: Bulgarların yan
yana yaşamak zorunda kaldıkları insanlar eski egemenlerinin
geçmişiyle kendilerini tanımlayanlardı. Bulgar milliyetçiliğinin
kendisine bir mağduriyet tarihi kurma yolundaki her çabası
kapı komşusunun bir düşman olduğunu da kanıtlıyordu.
Düşman komşunun sadece sınırın ötesinde olması durumunda
biraz olsun sürdürülebilirliği olan bu durum, düşman – hem de
güçlü bir düşman – hem kapı, hem de sınır komşusu olunca
iyice çetrefilli hale geliyordu. İsim değiştirmeyi Müslüman/Türk
Sorununun milliyetçi çözümü için makul kılan en önemli
etkenler bunlardı. İsim değiştirmenin içinde bulunduğu
asimilasyoncu ve kapsayıcı söylemle dışlamacı ve katliamcı bir
etnik milliyetçilik birbirini tamamlıyordu. Bu yüzden Bulgar
devleti, resmi olarak ‘Yeniden Doğuş’ diye anılan süreci 70’lerde
başlattığında önüne amaç olarak anayasal bir vatandaşlığı
değil, gerçek etnik kökenlerin farkına varılmasını koymuştu.
Sosyalist Bulgaristan’da Yasal Hoşgörü ve Baskı
II. Dünya Savaşı’nın ardından iktidarı ele geçiren
Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) egemenliğindeki Vatan
Cephesi hem kendi toplumsal tabanını genişletmek, hem de
milliyetçi geçmişten bir çıkarı olmadığını düşündüğü için
Türklerin toplumsal hayata kendi ulusal kimlikleriyle
katılmasını ve bir Türk ulusal kültürünün gelişimini sağlayacak
reformlara girişti. Doğal olarak bunların en önceliklisi bir
önceki rejimin isim değiştirme politikası mağdurlarının eski
isimlerini tekrar almalarına izin vermekti. Türklerin devlet
sosyalizmi altındaki ilk göç dalgası olan 150 bin kişilik 1950-51
göçü,
temelde
Çervenkov
iktidarı
altında
tarımın
kolektifleştirilmesine karşı bir tepkinin ürünüydü. Kültürel
hoşgörü açısından bir altın çağ olarak görülen bu yıllarda
iktidarın çıkardığı yeni yasalar karşı yönde bir eğilimi
Veena Das, “Official Narratives, Rumour, and the Social Production of Hate,”
Social Identities, 4, 1998, s. 109-130.
4
Devlet Hikayeleri 239
gösteriyordu.5 1955’ten sonra Pomak6, Roman ve Tatarların
nüfus kayıtlarına Türk olarak yazılmalarına izin verilmedi. BKP
Merkez Komitesi’nin 1958 tarihli bir genel kurulunda Türkçenin
konuşulmasına sınırlamalar getirildi; Pomak, Roman ve
Tatarların Türkçe eğitim görmesi engellendi ve Bulgar-Türk
ailelerin çocuklarının Bulgar olarak kayıtlara geçirilmesi
emredildi. 1960’ta bir yasa ile Arnavut, Ermeni, Roman, Pomak
ve Türklere Bulgar soyadları alabilme hakkı (!) tanındı. Yine
aynı yıl Müslüman din adamlarının mali özerkliği ortadan
kaldırılarak devletin maaşlı çalışanı olan bir ruhban kesimi
oluşturuldu. 1962’den itibaren Türkçe eğitim sistematik olarak
yok edildi ve 1968’de Sofya Üniversitesi’nde genelde Ortadoğu
ülkelerine diplomat olarak gidecek Bulgarların eğitim gördüğü
Türkoloji Programı dışında Türkçe eğitim veren hiçbir kurum
kalmadı. Türkler ülkenin etnik ve coğrafi tanımlarından
çıkartıldı. Camiler bakımsızlığa terk edilirken veya kapatılırken
kadınların giydiği şalvarlara, Müslümanların dini bayramlarına,
Türkiye’deki akrabalarla iletişime engellemeler getirildi. Bu
dönemde Bulgaristan’da büyük bir demografik dönüşüm
meydana geldi: tarımsal işgücü 1948’te % 82,1’den 1980’de %
23,8’e düştü. Karpat bu dönüşümün nerdeyse tamamen
Bulgarları etkilediğini ve devletin ekonomi ve istihdam
üzerindeki
mutlak egemenliğini
kullanarak
Müslüman
azınlıkları
kırsal
bölgelerde
tutuğunu
belirtmektedir.7
Müslümanların hayatlarını etkileyen bu gelişmelere paralel
olarak Osmanlı/Türk boyunduruğunu anlatan artan sayıdaki
tarih romanında, ülke nüfusundaki Müslüman ve Türk etkisini
Osmanlı istilacılarının Bulgar halkı din değiştirmeye
zorlamasıyla açıklama yönünde yaygın bir eğilim olarak ortaya
çıkıyordu.
İki örnek: Daniel G. Bates, “What's in a Name? Minorities, Identity, and
Politics in Bulgaria”, Identities, 1, 1994, s. 207-208; Krăstev, Petăr, "Večni
Podopečni”, Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata. Bălgarskite Turtsi v Turtsiya,
Der. Antonina Želyazkova, Sofya 1998, s. 140-181.
6 Pomakları Bulgarca konuşan Müslümanlar olarak tarifleyebiliriz. Etnik
kökenleri ise bu yazının konusu olmayan, ama en az onun kadar ilginç bir
tartışma gerektirir.
7 Karpat, Balkanlarda, s. 342.
5
240 Öztürk
1970’lere gelindiğinde artık bu politikanın resmi bir adı –
‘Yeniden Doğuş’– ve resmi bir hedefi –‘tek ve birleşik bir ulus’–
vardı. Bulgar Komünistlerini Bulgar milliyetçiliğinin basit
tekrarcıları olarak görmek mümkün olsa da en azından böyle
bir yorumun arka planındaki olası tarihsizleştirici ve özcü
varsayımlar bizi bundan çekinmeye zorlamalıdır. Yeğen, Kürt
sorununun Türk devletinde hangi söylemler üzerinden
algılandığını incelerken devlet söyleminin bir çarpıtma
söylemine indirgenmesine karşı çıkarak devlet söyleminin
“tarihsel bir takım mümkünlük koşullarına bağlı olarak ve bir
‘söylemsel kuruluş’ içerisinde ortaya çıkan ve cereyan eden
tarihsel bir kategori” olduğunu belirtiyor.8 Daha sonra 1985-89
dönemindeki asimilasyon politikasının kararlaştırılmasına ve
yürütülmesine dair üretilen teorilerde olduğu gibi bu tür bir
açıklama devlet aygıtının nesneleştiği bir fantezinin temellerini
sağlamaktadır. Böyle
bir nesneleştirmenin Bulgaristan
Türklerinin devletçi bir düşünsel çerçeveden kopamamasında
oynadığı belirleyici rolü ileride inceleyeceğim. BKP, her ne kadar
önüne etnik bir milliyetçilik programını koymuş olsa da
Türk/Müslüman Sorunu’nu kavradığı ve anlattığı kategoriler
bir ölçüde yeniydi. Osmanlı’nın devamı olan Türkiye’nin ülke
içindeki ajanlarının yerini kapitalist bir komşunun 5. Kolu
tanımı almıştı. Egemen milliyetçiliklerin azınlıklar karşısında
kendini mağdur gösterebilme becerisi sol bir retorikle
kuvvetlendirilmişti: Söylem düzeyinde milliyetçiliğe karşı
sosyalist enternasyonalizmi savunarak milliyetçi Türk azınlığın
Pomak, Tatar ve Romanları asimile ettiğini savunmak daha da
mümkün olmuştu. Afganistan’daki savaşın etkisiyle köktenci
İslamcılığın Doğu Bloğu için yeni bir tehdit olarak
algılanmasına paralel olarak Türkler İslami fanatizmin ana
taşıyıcıları olarak tanımlandılar.
Türk Tepkisinin Yokluğu
1968-78 döneminde yeni bir göçün önü açıldı ve yaklaşık
120 bin kişi bu dönemde Türkiye’ye göç etti. 1950-51 göçünün
8
Mesut Yeğen, Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, İstanbul 1999, s. 23.
Devlet Hikayeleri 241
tersine bu göçü açıklayabilecek ekonomik bir gerekçe yoktu. Bu
göçün yoğunluk olarak bir önceki dalganın çok altında kalması
Bulgaristan Türklerinin hangi koşullar üzerinden Bulgar
rejimine yabancılaştıkları konusunda bir fikir verebilir.9 Türk
toplumu belli koşullar yüzünden milliyetçi bir bilinç
geliştirememişti. Örneğin Bulgarlarla evlenmemek gibi bir tabu
olmasına rağmen10 Türk toplumunun bütününe dair bir
projeksiyona başta Türk milliyetçisi olarak tanımladığım iki
kişide bile ancak 1985’ten sonrasına dair anlatılarda kayda
değer şekilde rastladım. 1972-74 yıllarında Pomaklara ve 198183 yıllarında Müslüman Romanlara yönelik zorla isim
değiştirme uygulamaları Türk toplumu içerisinde huzursuzluk
yaratsa da hem kaynaklar, hem de görüştüğüm kişilerin
anlattıkları, sıranın kendilerine geleceğini düşünmediklerini
gösteriyor. Sadece üniversite mezunu olan Ayşe “olacağını
biliyorduk, ama hiç gelmeyecek gibiydi” dedi.
Türk toplumunun diğerlerinin isim değiştirmesine seyirci
kalması toplumun içe dönüklüğünün bir sonucu veya kendi
ötesinde ortak kadere sahip olabileceği başka gruplar olmadığı
gibi milliyetçi bir dar görüşlülüğe sahip olabileceğini düşünmesi
olarak algılanabilir. Aslında bu akıl yürütme olgularla çok az
kesişir. Şüphesiz bir dar görüşlülük vardır, ama bu büyük
ölçüde
Bulgaristan’a
duyulan
güvenden
(ve
kendi
topluluklarına duydukları güvensizlikten) kaynaklanır. Hatta
Emel’in anlatımına göre 84 sonunda isim değiştirme
uygulamaları güneydeki Rodop bölgesinde uygulanmaya
başlandığında kuzeydeki Deliorman bölgesinde yaşayan Türkler
arasında rejimin güneydekilerin aslında Pomak olduğu
propagandası
ciddi
bir
taban
bulabilmişti.
Bates,
Krastev (1998) göç edenlerin sayısını 200 bin olarak vermektedir. Fakat
Bates (1994) 130 bin, Zhelyazkova (1998) ise 120 bin rakamını telaffuz
etmektedir. Her halükarda yıllara göre yoğunluğun 1950-51’in çok altında
olduğu görülebilir.
10 Örneğin Emel’in köyün imamı olan dedesinin en küçük oğlu köyde
üniversiteyi bitiren ilk kişi olur, fakat şehirli bir Bulgar’la evlenmesi aile
içersinde hala devam eden bir parçalanmaya yol açar. Şüphesiz bunda
dedenin imam olarak dini rolünün de önemi vardır. Benzer şekilde Asım’ın
ebeveynleri Emel’in Roman, ya da kullanılan tabirle Çingene veya Şopar,
olduğunu söyleyerek onu istemeye gelmemişlerdir.
9
242 Öztürk
Deliorman’dakilerin
Rodop
Türkleriyle
aralarına
çeşitli
yollardan ayrımlar koyduğunu kaydetmektedir: “[Kuzeydekiler]
‘saf’ Türk’türler” (Pomakların veya Türkçe konuşan Romanların
tersine); “asla başkalarıyla evlenmemişlerdir” (bunun güneyde
yaygın olduğu iddia edilmektedir); kısacası onlar ‘farklı’dır.11
Konuştuğum herkes özellikle şehirlerde gençler arasında
daha iyi bir gelecek sahibi olabilmek için Türkçeyi kullanmama
yönünde eğilimlerden bahsetti. Asım ilkokuldayken Bulgarcanın
kaldırılmasının öğrenciler tarafından gereksiz bir yabancı dili
öğrenme yükümlülüğünden kurtulmak olarak görüldüğü için
tepki yerine hafif bir sevinçle karşılandığını söyledi. Emel,
eğitimi de verilmeyen Türkçe konusundaki bilgi kıtlığının da
etkisiyle 1985 öncesinde artık Bulgarca düşünmeye başlamıştı
ve örneğin eşiyle özel yazışmaları da Bulgarcaydı. Özellikle
şehirlerdeki bazı ailelerin, çocuklarının Türk aksanlı bir
Bulgarca yüzünden gelecekte ayrımcılığa uğramaması için
onlara Türkçe öğretmemeye başladığı biliniyordu. Pek çoğu gibi
Fatma da özellikle işyerleri gibi Bulgarların yoğun olduğu
yerlerde kendi adı yerine Bulgarca bir ismi andıran bir kısa ad
kullanıyordu. Eminov’un verdiği istatistik verileri Türk nüfusu
içerisinde
dindarlığın
hızla azaldığını göstermektedir.12
Türklerin evlilik açısından kapalılığı, onlara egemenle konuşma
biçimlerine dair bir kamusal senaryonun yanında egemenin
görmediği alandaki konuşma biçimlerinden oluşan bir gizli
senaryo yazmak için yeterli bir sahne arkası verirken, açıkça
sormama rağmen bu türden hiçbir söylemsel direniş örneğine
rastlamadım.13 Ayşe’nin ilkokulda Türkçe konuştuğu için
cezalandırılması gibi örnekler doğrudan bir karşı çıkma
barındırmazken, özellikle Osmanlı’dan Kurtuluş Günü’nde
etnik olarak karışık bölgelerde çıkan kavga olayları nadir
vakalar olarak değerlendiriliyor ve Bulgar egemenlere dair
bütünlüklü bir yargının oluşmasına neden olmuyordu.
Bates, “What's in a Name?, s. 210.
Ali Eminov, Turkish and Other Moslem Minorities of Bulgaria, London 1997,
s. 55-57.
13 James C.Scott, Tahakküm ve Direniş Sanatları: Gizli Senaryolar, İstanbul,
1995.
11
12
Devlet Hikayeleri 243
Herkesin üstünde ortaklaştığı bir şey varsa o da eğer olaylar
bu yönde giderse Türk toplumunun gelecekte kendiliğinden
Bulgarlaşacağıydı. Bu tespite katılmak veya karşı çıkmak ayrı
bir araştırmanın konusu olsa da görünen Bulgaristan
Türklerinin 1985 öncesinde sadece devletin güçlü baskısıyla
boyun eğdirilen bir topluluk değil, milliyetçi bir siyasal
perspektif ve direniş üretemeyen bir topluluk olduğuydu.
Bunun yapısal nedenleri arasında göçleri, kültürel bir milli
seçkinler grubunun eksikliğini, Türkiye ile bağların zayıflığını ve
özelikle de son ikisine bağlı olarak da milli bir benlik ve tarih
yazımının olmamasını sayabiliriz. Göçler, Bulgaristan rejiminin
emniyet supabı gibi siyasallaşabilecek bir muhalefetin tabanını
yok etmeye yaradı. Ulusal bir kimlik yaratabilecek bir kültürel
seçkinler grubunu oluşturabilecek tüm adaylar ortadan
kalkmıştı: Büyük toprak sahibi Türkler uzun süre önce
Bulgaristan’ı terk etmişti. Kendi imamlarını kendileri seçen ve
en azından dinen otarşik köy hayatı üzerinde dini liderlerin
zaten az olan etkisi, Bulgaristan rejiminin kuklası haline
gelmeleriyle tamamen yok oldu. Yüksek eğitim almış insanların
sayısıysa Türklerin yükselmesini engelleyen görünmez tavanlar
yüzünden hem azdı, hem de aynı nedenden dolayı bu eğitimi
elde edebilen azınlığın rejimle bağları kuvvetliydi.14 Bulgaristan
Türklerinin kendi imkânlarıyla üretemedikleri bu tarihin
Türkiye tarafından üretilip yayılmamasını açıklamak için
Bulgaristan’da bunun taşıyıcılarının eksikliği, Türkiye’nin bu
türden bir irredantizmi içeren bir dış politikasının
bulunmaması15 ve iki dünya bloğu arasındaki sınırın öte
tarafından bu tür operasyonlar yürütmenin olası risklerini
kaldıramaması gibi nedenler sayılabilir.
Buna rağmen 89 Eylemlerini yönetmekten çok uzak olsa da onu
tetikleyecek ufak grupların çoğu bunlar arasında çıkmıştı. Bu gruplar
içerisinde yer almış olan Abdullah ve Ziya köy kökenli olmalarına rağmen
diğer grup üyeleri veya sempatizanları genelde gazeteciler, yazarlar ve
avukatlar gibi meslek sahiplerinden oluşuyor.
15 Türk dış politikasında bu tür bir irredantizmin ilk örneği 1955’te Kıbrıs
mitingleri ve 5-6 Eylül olayları ile başlayan ve 1974 Kıbrıs harekatı ile doruk
noktasına ulaşan Türk-Yunan/Rum gerginlikleri dizisiydi. Diğer Balkan
Türkleri büyük ölçüde Bulgaristan Türkleriyle birlikte hatırlandı. Irak
Türkmenlerinin hatırlanması için Körfez Savaşı’nın, Orta Asya Türklerine
yönelik politikalar içinse Doğu Bloğunun yıkılması gerekecekti.
14
244 Öztürk
İsim Değiştirmenin Zamanlaması
Pomaklar ve Romanlara yönelik isim değiştirme politikaları
başarıyla uygulandıktan sonra Türk Sorunu’na da benzer bir
radikal çözümün getirilmesi için bazı uygun ulusal ve
uluslararası koşullar oluşmaya başlamıştı.16 Özellikle ülkenin
ana stratejik müttefiki olan SSCB’de ve ana düşmanı olan
Türkiye’deki gelişmeler dikkatle izleniyordu. 1980’lerde bir
yandan SSCB’nin askeri korumasını kullanırken, diğer yandan
onun denetimi olmadan hareket edebilmesini sağlayan
değişimler olmuştu. SSCB’nin askeri gücü 1980’lerin başında
doruk noktasına ulaştı. Diğer yandan SSCB’de başa gelen
liderlerin zayıflığı uyduları üstünde sıkı bir kontrol
uygulamasını güçleştiriyordu. İsim değiştirmelerin uygulandığı
sırada (Aralık 1984-Ocak 1985) SSCB lideri Çernenko bir
hastalığa yakalanmıştı ve hayatının son aylarını yaşıyordu.
Böyle bir adımın yaratacağı uluslararası tepkiler bir Doğu-Batı
çekişmesi içerisinde emilebilirdi. Bulgaristan’ın SSCB’nin diğer
uydularıyla karşılaştırıldığında neredeyse istisnasız itaatkârlık
geçmişi de ona başka uydulara verilmeyecek bir manevra alanı
sağlıyordu.
Türkiye’nin Osmanlı’nın devamı olmadığı veya irredantist
özlemler duymadığı izlenimi Kıbrıs meselesiyle birlikte değişti.
1974 Kıbrıs Harekâtı ve Türkiye’nin zorunlu olmadıkça göç
almamaya ve göçleri sınırını kapatarak durdurmaya başlaması
Bulgaristan’a endişelerinde haklı olduğunu gösteriyordu. Oysa
Türkiye’nin Bulgaristan’la çatışmaları temelde Soğuk Savaş’ın
iki Bloğun uç ülkeleri olmalarından kaynaklanıyordu.
Türkiye’ye göç eden Bulgaristan göçmenlerinin kurdukları
dernekler de etkili irredantist baskı gruplarından çok gevşek
kültürel organizasyonlara benziyordu. Buna rağmen 1983-84
yıllarında Bulgar şehirlerinde bir dizi terör faaliyeti17 görülmesi,
şüpheleri Türkiye’nin üstüne çekti. Olayların doruk noktasını
teşkil eden iki olayın - ülkenin ikinci büyük şehri Plovdiv’in tren
istasyonunda
bir
kadının
ölümüne
ve
26
kişinin
16
17
Vesselin Dimitrov, “In Search of a Homogeneous Nation”, s. 11-13.
Bknz. EK Tablo 1: Bulgaristan’da 1965’ten beri terörist faaliyetler
Devlet Hikayeleri 245
yaralanmasına,
Varna
Havaalanı’nda
da
iki
kişinin
yaralanmasına yol açan bombalamalar - aynı gün –30 Ağustos
1984– gerçekleşmesi faaliyetin organize olduğuna dair şüpheleri
daha da arttırdı.
Türkiye’deki gelişmeler sadece Bulgaristan’ın korkularını
arttırmıyor, aynı zamanda koşulların uygunluğuna dair
inancını da kuvvetlendiriyordu. 1980 darbesi Türkiye’deki
rejimin demokratik yapısına ve sağlamlığına gölge düşürdü,
dolayısıyla uluslararası alandaki diplomatik gücüne büyük
ölçüde zarar verdi. Doğu’da yeni bir Kürt isyanının
başlamasıyla hem artan insan hakları ihlalleri bir önceki
durumu kötüleştirdi, hem de ordunun önemli bir kısmını
bölgeye çekerek Bulgaristan’a yönelik bir askeri operasyon
olasılığını azalttı. Türkiye’nin Kürtler ve 1915 katliamları gibi
konulardaki inkârcı tutumu uluslararası alanda Bulgaristan
Türklerini savunurken inandırıcılığının az olmasına yol
açacaktı. Son olarak isim değiştirmenin hızla tamamlanıp
sınırlar kapalı olduğu için Türkiye’nin bundan geç haberi
olacağı ve vaktinde harekete geçemeyeceği umuluyordu.
Doğrusu Türkiye gerçekten hazırlıksız yakalandı ve 1985 yazına
kadar uluslararası forumlarda kapsamlı bir kampanya
başlatamadı.
Dönüm Noktası
İsim değiştirmenin uygulanacağı bölgelerde öncelikle bir
tarama yapılır ve yerel yöneticilerden değişikliğe tepki
verebilecek insanların listesi talep edilirdi. Rüstem bu politikaya
muhalif olsa da bu listelerden hazırlamıştı.18 Program
uygulanmadan önce günün erken veya geç saatlerinde
potansiyel muhalifler evlerinden toplanır ve askeri kamplara
gönderilirdi.19 Ziya bu şekilde toplananlardan biriydi.
Kuzeydoğudaki Şumen’den ülkenin Batı ucundaki bir askeri
Rüstem’in muhalif olmasını doğal diye adlandırmamamın sebebi bazı Türk
BKP yöneticilerin isim değiştirmenin nihayetinde Türklerin şive ve
isimlerinden dolayı karşılaştıkları ayrımcılıkların ortadan kaldırılmasını
sağlayabileceğine dair inançlarıdır. Örneğin Bates, agm, s. 208.
19 Ali Eminov, Turkish and other, s. 88-89.
18
246 Öztürk
kampa gönderilmişti ve daha sonra sadece
köylerinden yüzden fazla benzeri otobüsün
öğrenmişti. İki ay sonra ailesine geri dönebildi.
Şumen’in
kalktığını
İsim değiştirmenin yasal aracı, birey veya reşit olmayan
çocuk adına ebeveyni tarafından imzalanarak mahkemeye
gönderilecek bir dilekçeydi. Dilekçeler kırsal bölgelerde polis
veya milislerin eşlik ettiği bürokrat heyetleri tarafından
imzalatılıyordu. Ayrıca kırsal bölgelerde ateşli silahlar da isim
değiştirme tamamlanmadan çıkabilecek bir silahlı ayaklanma
ihtimaline karşı toplanıyordu. Bu silahlar ancak bir yıl sonra
geri verilecekti. Şehirlerdeyse isim değiştirme işyerleri ve
emeklilerin maaş ödemeleri sırasında gerçekleştiriliyordu.
Bulgaristan’daki Haklar ve Özgürlükler Hareketi adlı Türk
partisinin verilerine göre bu iki ayda yaklaşık 815 bin kişinin
ismi değiştirildi.
Gönüllülük göstermeleri beklenmiyordu. Bürokrat grupları
zaten dilekçeleri önceden hazırlamışlardı. Eğer imzacı bir Slav
ismi seçmek isterse bunda serbestti, ama bazı durumlarda,
örneğin seçtiği isim kendi ismine çok benziyorsa veya politik bir
önemi varsa, tekrar isim seçmesi istenirdi. Bu uygulamaya
maruz kalanlarsa genelde yeni ismin orijinaline fonetik, hecesel
ve sözcüksel olarak olabildiğince yakın olmasına çalışırlardı.
Eğer kişi işbirliğine yanaşmazsa keyfi şekilde bir isim verilir ve
imzalamaya zorlanırdı. İsim değiştirmeler, silah zoruyla ya da
maaşı vermeyerek, barınma ve sağlık hizmetlerinden mahrum
bırakılarak dayatılırdı ve nihai olarak hapis ve/veya sürgün
cezası uygulanırdı. Kırsal bölgelerde pek çok protesto ve direniş
denemesi askeri güçle bastırıldı.
Tahmin edileceği üzere bu kampanya için farklı görevlerden
çok sayıda yerel yetkilinin seferber edilmesi gerekiyordu.
Bunların hepsi parti tarafından nüfusun etnik olarak
tanımlanmış kesimlerine karşı yasadışı şiddet ve baskı
uygulamakla görevlendirilmişti. Nüfusun % 10’undan fazlasını
oluşturan bir milyondan fazla insan için yeni kimlik belgeleri ve
her türden sicil kayıtları için gereken kırtasiye işlemi devasa
Devlet Hikayeleri 247
miktardadır. Bates her belediyeden işçilerin sadece bu işlem
için bir yıldan uzun zamandır nasıl çalıştıklarını aktarmaktadır:
“Her bireyin bir ‘istek dilekçesi’ olmak zorundaydı ve bunu
imzalanması sağlanmalıydı. Her dilekçeyi takiben çalışma
belgelerinde, pasolarda, sürücü belgelerinde, okul kayıtlarında,
mahkeme kararlarında, banka kayıtlarında, tıbbi kayıtlarda ve
hatta ölüm kayıtlarında değişiklikler yapmak gerekiyordu.
İnsanların düşmanlığı ve direnişi açıkça tahmin ediliyordu ve
süreç şiddete başvurmaktan çekinilmeksizin yürütüldü. Bu da
her idari düzeyde keyfi şiddetin ceza görmeden kullanılabileceği
ve ödüllendirilebileceği yargısını oluşturdu”.20 Scott’un kölelik,
serflik, dokunulmazlar ve ırksal egemenlik gibi tahakküm
biçimlerini incelerken ifade ettiği gibi:
“Yüksek düzeyde kurumsallaşmış olmalarına rağmen bu
tahakküm biçimleri tipik olarak güçlü bir kişisel yönetim öğesi
barındırır […] Burada efendinin köleye, derebeyinin serfe ya da
brahmanın dokunulmaza karşı değişken ve keyfi davranışındaki
geniş serbestisini kastediyorum. Böylece bu tahakküm biçimleri,
keyfi dövmeler, cinsel istismarlar ve diğer hakaret ve
aşağılamalar şeklinde bir kişisel terör öğesinden ilham alır”.21
Zorla isim değiştirme politikası pek çok açıdan daha önceki
politikalardan farklıydı. Öncelikle zaten kendi içine kapalılık
eğilimleri kuvvetli olan Türk topluluğunun en özel olarak
gördüğü alana oldukça radikal bir müdahaleydi. Bu
müdahalenin boyutu yereldeki yöneticilerin direnişle başa
çıkma yöntemlerine göre değişen boyutlarda artma yönündeydi.
Yasa-koyucu bir şiddet eylemi olarak, Bulgaristan Türklerinin
sıkça rastladıkları normla uygulama arasındaki ince çizgiyi geri
dönülmez şekilde kalınlaştırdı, çünkü beraberinde bir yasal
altyapıyla gelmemişti. Beraberinde yasalar çıkmıştı, ama bunlar
Türklere ‘asimile olma hakkı’ tanıyan yasalardı. Çünkü Bulgar
devleti sadece vatandaşlarını şekillendirmek istemiyordu, aynı
zamanda buna ek olarak bir gönüllülük tarihi yaratmak
Bates, “What's in a Name?”, s. 213.
James C. Scott, Tahakküm ve Direniş Sanatları: Gizli Senaryolar, İstanbul
1995, s. 62.
20
21
248 Öztürk
istiyordu. Bu, Bulgaristan Türklerinin karşı karşıya kaldığı
olağanüstü halden daha garip bir vakaydı: Yasa fiilen en
şiddetli şekilde ortadan kaldırılmıştı, ama aslında hala
sürüyordu. Devlet çıkardığı yasaya uygun olarak görmek
istediği tepkiyi zorla var etmişti. Devlet şiddetinin amacı yasayı
koymak, kollamak ve uygulamak değil, yasaya uygun kolektif
insan davranışını taklit etmekti.
Şüphesiz güçlü komşusu Türkiye’nin varlığı hem tarihsel
olarak isim değiştirmenin bir yöntem olarak benimsenmesinde,
hem de bu gönüllülük isteminde belirleyiciydi. Ama diğer bir
ana neden devletin kendi söylemini onaylattırma, çiftleme
ihtiyacıydı. Foucault’nun dikkat çektiği gibi modern devlette
“iktidar ancak özgür özneler üzerine ve onlar özgür oldukları
sürece uygulanır. Bundan kastımız bireysel veya kolektif
öznelerin, içinde değişik davranış yolları, tepkiler ve çeşitli
bileşenlerin gerçekleştirilebileceği bir olasılıklar alanıyla
karşılaşmasıdır”.22 Egemenin amacı basitçe bir şeyi bastırmak
veya emretmek değil, bireyin önüne bir olası eylemler dizisi
açmaktır. “Kölelik, insan zincirli olduğunda bir iktidar ilişkisi
değildir, […] fiziksel bir sınırlama ilişkisidir”.23
Fakat devlet asla sadece gönüllülüğe ve zor gücüyle de olsa
iknaya dayanmaz, çünkü kendi içerisinde kendisini kendisine
onaylattıracak mekanizmalar her zaman vardır. Devlet, kendi
bireysel ve kolektif çıkarları olan insan gruplarının kurumsal
bir ağıdır. Bu kurumu oluşturan insan gruplarıysa kendi
çıkarlarını gerçekleştirmek için eksik söylemekten başka
kelimelerle ifadeye, kavramlar ve kategorilerle oynamaktan açık
yalanlara kadar pek çok dilsel yöntemle donanmışlardır. Oraya
çıkan devlet söylemi her kademede narsist bir onaylanmanın
yankılanmasını sağlayacak bir dengeyle oluşur. Bates,
güneydeki bir belediye başkanının kendisinden önceki
yöneticinin merkeze gönderdiği raporları örnek olarak
Michel Foucault, “The Subject and Power”, Michel Foucault: Beyond
Structuralism and Hermeneutics, Der. H. L. Dreyfus / P. Rabinow, New York
1982, s. 221.
23 Foucault, agm.
22
Devlet Hikayeleri 249
gösteriyor:
Raporlar
“sehven bölgede Türkçenin
artık
konuşulmadığını, dini göreneklerin sadece birkaç yaşlı
tarafından sıkıca takip edildiğini, dini bayramların artık
kutlanmadığını ve çoğu insanın kendilerini basitçe ‘Bulgar’
olarak görmek istediklerini” içeriyor.24
Dolayısıyla bu gönüllülükten kastedilen, basitçe Emel’in bir
öğretmeninin çatı katında bulduğunu söylediği dedesine ait
kalpağı göstererek kendisinin Bulgar kökenli olduğunu
kanıtlaması gibi bir eylem değildir. Tersine devlet her zaman bir
umursamama payı bırakır. Taussig’in belirttiği gibi “susturmak
ve suskunun arkasındaki korkunun derdi hafızayı silmek
değildir. Aksine, hafızayı tek tek bireylerin metanetinin
derinliklerine yollayarak gerçeklik ve kurgunun birbirine
karıştığı, daha fazla korku ve belirsizlik yaratmaktır”.25 Bu pay,
hafızanın gömüldüğü derinliklerde tutulmasını sağlayacak
sürekli şiddet pahasına hoş görülür – tabi buna hoşgörü
denebilirse.
Acı ve Boşluk
“O günü asla unutmayacağım,” dedi Emin, “olaylardan
sonra kayınpederim, Hasan, köyden geldi. İlk söylediği şey
‘Oğlum, beni Asen yaptılar’ oldu. Gülsem mi kızsam mı
bilemedim. O anda var ya bunların hepsini tutup bir yana atmak
istiyorsun. Garip bir hale giriyorsun. Sen Sait diye büyümüşsün
ve sonra sana Asen diyorlar. İstese de istemese de insan
etkileniyor.” Emin’in duyguları konuştuğum insanların çoğu
tarafından paylaşılıyordu. Hiçbiri buna uygun bir duygu
söyleyemedi. Sadece her şeyi reddetmeye sevk eden bir travmayı
tanımlayabildiler. İsimlerinin değiştirilmesi hayatları boyunca
yarattıkları tüm benliğin de yok olmaya yüz tutması demekti.
Konuşmacıların mutlaka aktardıkları diğer bir politika mezar
taşlarındaki isimlerin değiştirilmesi veya kazınmasıydı.
Bates, “What's in a Name?”, s. 208.
Michael Taussig, The Nervous System, Terror As Usual: Walter Benjamin’s
Theory of History As State of Siege, New York 1992, s. 27.
24
25
250 Öztürk
Bugünleri gibi geçmişleri de siliniyordu; sanki tüm toplumsal
öznellikleri parça parça yok ediliyordu.
Bu travmanın nedeni dili parçalayan etkisiyle acıdan
başkası değildi. Scarry’nin dediği gibi duygularımız genelde
diğer insanlar veya nesnelerle ilgilidir: ‘aşk, x’e duyulan aşktır;
korku, y’den korkudur; karmaşa, z hakkında karmaşadır”26.
Fiziksel acının doğası ise onun nesneleştirilmekten kaçmasıdır:
“Sıklıkla acıdan başka bir bilinç hali nesnesinden mahrum
kalırsa fiziksel acının kenarına yanaşır; ve tersine fiziksel acı
nesneleşmiş bir hale dönüşürse, o ( ya da onun iğrençliğinin bir
kısmı) yok edilmiştir”.27 Şüphesiz her ne kadar isim
değiştirmenin kurbanları için toplumsal acı ile devletin fiziksel
şiddeti iç içe geçmişse de bu ikisi arasında bir analoji kurmakta
dikkatli olmakta yarar var. Bir ismin ya da başka bir kültürel
nesnenin bedenin herhangi bir parçası gibi koparıldığında acı
verir hale gelmesi ya da insanların onun koparılmaması için
acıya katlanabilir olmaları, o nesneyle kurulan bağ tarafından
belirlenir. Bunu bir travma olarak yaşayan insanların acılarını
gereksiz veya abartılı kılmasa da, daha önce belirttiğim gibi,
isim değiştirmenin Türkler için yararlı olabileceğine inanan
Türk parti yetkilileri vardı ya da mülakat yaptığım kişilerin
nadiren belirttiği gibi ufak bir azınlık da olsalar bazı insanlar bu
olaylardan etkilenmediler ve yeni isimlerini kabul ettiler.
Fakat çoğunluk için bu acı, hayatlarının ortasında
anlatamayacakları bir boşluk bıraktı. Kronolojik olarak giden
sohbetlerimizde isim değiştirmeye kadarki olayları veya
sonrasını anlatsalar da hiç kimse uygulamanın kendisini
anlatmadı. İsim değiştirmeden çok, o ana dair başka korkuyu,
yalnızlığı, keyfiliği ve umudu dillendiren hikâyeleri anlatmayı
tercih ettiler. Belki de bu yaşadıkları acıyı nesneleştirmenin tek
yoluydu. Emel ve Asım, isim değiştirmelerin köylerle sınırlı
olacağı umuduyla çocuklarını yanlarına alıp şehirdeki
ablalarına kaçtılar ve orada umutla ve güvenlik kaygılarıyla
Elaine Scarry, The Body in Pain: The Making and Unmaking of the World.
Oxford 1985, s. 4.
27 Age, s. 5.
26
Devlet Hikayeleri 251
sıranın şehirlere gelmesini beklediler. Emin ve Ayşe ismi
değiştirilen babalarıyla şehirde ilk karşılaşmalarını anlattı. Ziya,
tutuklanıp askeri kampa gönderilmesini ve iki ay sonra isimleri
değiştirilmiş
ailesiyle
karşılaşmasını
anlattı.
Rüstem
çaresizliğini, yaşlı tarım işçisi Abdullah ise kooperatifin Bulgar
muhasebecisi kendisinden hoşlanmadığı için hakkında iftira
atmasını ve tutuklanmasını anlattı. Bu hikâyelerin en ilginç
noktalarından biri çocukların bir umut imgesi olarak öne
çıkmalarıydı: Emel ve Asım’ın oğulları Asım’ın ablasının evinde
gizlice yaşarken güvenliklerini gözetircesine hiç ağlamamış.
Büyüyünce de Bulgar ismini bir türlü öğrenemeyip ismi
sorulduğunda “sandalye” dermiş. Ayşe ve Emin’in oğullarıysa
ne kadar sorulursa sorulsun Bulgar ismini söylemezmiş.
İşkence ve ‘Bulgar’
Rejimin beklediği de zaten buydu: Yeniden doğuş bir ölüm
anı olmaksızın, eski hayattan bir kopuş olmaksızın mümkün
olamazdı. Mesele yeniden doğanın neye benzeyeceğiydi. Yeniden
doğan ilk görüşte kendisi dâhil eski dostları tarafından çaresiz
bir acıma veya tiksintiyle karşılaştı. Ona karşı daha önce ne
kadar sevgi duyulursa duyulsun, onun adını duymak tüm
sevgiyi bitirmeye yetti. Eminov, “kampanyanın ilk aşamasının
Rodop bölgesinde tamamlanmasından kısa bir süre sonra
kuzeydoğudaki Türklerle evlenen veya nişanlananların eşleri
tarafından bir ‘Bulgar’la yaşamak istemediklerinden terk
edilenler” olduğunu belirtmektedir.28 Eğer bürokratlar ve
askerler karşısında hiçbir başarılı direniş payı bırakmayan bir
zor gücüyle kapınıza dayanıp sizi cevap vermeye zorladıklarında
ve sizi buna mecbur etmek için çeşitli acı verme yöntemleri
uyguladıklarında ve bu acı ancak itirafınızı imzaladığınızda son
bulduysa, bunun işkenceden bir farkı yoktu. Scarry,
“işkencenin ahlaki sorumluluğunu tersine çeviren” iki yanlış
temsilden bahsetmektedir:
“İşkencenin fiziksel eylemine bakan herkes anında
işkencecilerden dehşete düşecek ve tiksintiyle uzaklaşacaktır.
28
Ali Eminov, Turkish and, s. 87.
252 Öztürk
Ahlaki sorumluluk çizgilerinin daha kalınca veya basitçe çizildiği,
sempatinin bir insanın duyulurken diğerinin iddialarının
reddedilmesi için daha inandırıcı bir nedenin olduğu başka bir
insan durumu düşünmek zordur. Fakat dikkatler işkencenin
sözlü eylemine çekildiği anda bu çizgiler oynamaya başlar ve
biçimlerini işkencecilere uzlaşmak ve onlara itimat etmek
yönünde değiştirirler. Bu tersine çevirme, en temel bir ahlaki
refleksin sekteye uğraması ve yön değiştirmesi, işkencede beden
ve ses arasında oluşan etkileşimlerin türü hakkında fikir verir ve
keskin fiziksel acıya neden kaçınılmaz şekilde sorgulamanın
eşlik ettiğini gösterir”.29
Fakat ölüp yeniden doğmak bir topluluğun kaderi olunca
mecburen bu garip halle beraber yaşanmaya başlandı. Elbette
ki ailede kimse birbirini Bulgar isimleriyle çağırmadı. ‘İyi
Bulgarlar’ Türk isimlerinde ısrar etti, ama azdılar. Çoğu
susmayı tercih etti. Ağızlarından ne “Asen” çıktı, ne “Hasan”.
Sadece “amca” deyip her şeyin eskisi gibi yürümesini umdular.
Bazılarıysa mağdurun sözlü eylemini tekrar ettirerek onun
haksızlığını arttırmayı ve iktidarla özdeşleşmenin keyfini
çıkarmak istedi. Bu keyif adı üstünde keyfiydi. Bu keyfilik
yüzünden acı her an karşınıza çıkabilme ihtimali olan bir şeye
dönüştü. Muzır bir gülüşle isim sorulduğunda bilgi talebi
sadece iktidarın testinin basit bir bahanesiydi. Bu ufak iktidar
testleri aslında yoğun acının dünya yıkıcı olduğunu
kaydettirmenin bir yoludur. “İtirafa zorlandıklarında işkenceciler
tutukluyu yoğun acının dünya yıkıcı olduğu gerçeğini
kaydetmeye ve nesneleştirmeye zorlarlar. Bu yüzden tutuklunun
cevabının içeriği rejim için bazen önemli olsa da, cevap verme
biçimi, cevap verme gerçeği, her zaman önemlidir”.30 Bu yüzden
Abdullah’ın kendisine “senin ismin neydi Abdullah?” diye soran
muhasebeciye verebileceği en iyi yanıt Türk veya Bulgar adını
söylemek değildi. Baskının bu kadar gözle görünür kılındığı bir
anda, ona kendi gerçeğini veya duymak istediği şeyi söylemek
manasızdı. Bu yüzden yaşlı tarım işçisi Abdullah “eşeğin […]”
29
30
Scarry, The Body In Pain, s. 35-36.
Scarry, age, s. 29.
Devlet Hikayeleri 253
deyip konuyu kapattı. Bunun bedelini bir buçuk yılını hapiste
geçirerek ödedi. Çıktı. Bu sefer de Belene toplama kampına
gönderildi.
Devletin çizdiği sınır çizgisi Türkleri sürekli ‘Bulgar’la
konuşmak zorunda bıraktı. Acının varlığı onları kendi içlerine
hapsederken ‘Bulgar’ hep hayatlarındaydı. Oluşturacakları
tarihlerin ve ideallerin her köşesinde nefret ve hayranlığın
beraber hissedildiği işkencecileri vardı. Onun iğrenç ve zeki
gerçeğini görmekten duyulan haz ise, bugün aradan yıllar
geçmiş olmasına rağmen belki de Asım’ın ırkçı Ataka partisinin
televizyonunu izlemeye devam etmesiyle sürüyor. Scarry’nin
dediği gibi “soru ve cevap, […] tutuklunun bir sesi yokken – itirafı
dilin parçalanmasına giden yolun yarısıdır, sessizliği yakınlığının
sesli bir nesneleştirilmesidir – tutuklu artık onların kelimelerini
konuştuğu için işkencecinin ve rejimin seslerini çiftledikleri
gerçeğini nesneleştirir”.31 ‘Bulgar’la hesabın hiç bitmemesi,
asimilasyonu o kadar kendine özgü, benzeri görülmez,
soyutlanamaz bir şey haline getirdi ki başka bir şeye
bakabilmek mümkün olmadı. Bakıldığında bile onun değerini
yitirmesinden korkan bir rekabet hissiyle yaklaşıldı, çünkü tüm
dünya onun koyduğu ayrım çerçevesinde şekillendi. Ezilenlerin
dayanışmasını baltalayan en önemli şeylerden biri de
egemenlerin şiddetleriyle var ettiği somutluğa ezilenlerin aşırı
bağ(ım)lılığıdır.
İşkencenin yarattığı bağımlılık sadece hayata çekilen ve
ötesine geçmesi acı veren çizgiler değildir. Ayrımı çizen aynı
anda kendi kendisini kanıtlar. Bourdieu’nun sembolik şiddetin
ancak şiddet mağdurunun pasif katılımıyla var olabileceği
konusundaki uyarısını hatırlarsak bu çizgilerin aslında devleti
nasıl somut bir nesne olarak önümüze getirdiği de görülür.
Çizgiyi geçtiğimizde hissettiğimiz acıyla deneyimlenen devlet
imgesi hem zalim, hem de bilgili olandır. ‘Bulgar’dan
bahsedildiğinde kendisini yerel parti yetkilisi, kooperatif
muhasebecisi, okuldaki öğretmen, karşı komşumuz olarak
31
Scarry, age, s. 36.
254 Öztürk
gösteren bir devletin varlığı varsayılır. Her şey onun akılcı
planının bir parçasıdır. Hayata yönelen acının keyfiliğini kabul
etmektense onu bir planın parçası olarak açıklamak, yani
manalı kılmak, insan olma halinin belki de en basit
dürtülerinden birdir.
Bu, tanımlayanda sadece anlamış olmanın getirdiği bir
rahatlama hissi değil, keşfetmenin, görülmemesi gerekeni
görmenin, saklanana ulaşmanın heyecanını da oluşturur.
Aretxaga, İspanya’da devlet destekli ölüm mangalarına dair
haberlerin medyada çıkmasının “güçlü Oz Büyücüsü’nün
aslında bu ufak adam olduğunu, Kafkaesk onların yüzleri ve
isimleri olduğunu keşfetmekten duyulan bir heyecan” yarattığını
söyler32. “Siyasal, ekonomik ve toplumsal nedenselliğin, akılcı
hedeflerin, amaçların ve çıkarların hiçbir miktarı, kendisini
bedende duygu düzeyinde bir algı, bir görüntü, bir panik ya da
bir heyecan olarak gösteren devlet şiddetinin anlam artığını
açıklayamaz”.33 Bu eğilimin daha uç örneklerine İsmet
Topaloğlu’nun otobiyografik eserinde rastlamak mümkün.34
Kitapta arada sırada zuhur eden BKP ve SBKP Merkez Komite,
yerel komite toplantıları, genel kurulları sadece devletin
nesnelliğini ve onun gerçeğini görmekten duyulan heyecanı
göstermekle kalmıyor; bunların birleşiminin nasıl kendi içinde
çelişkilerle yüklü bir metin de yarattığını sergiliyor. Anlatılan
toplantı diyalogları genelde her şeyi bilen bir liderin
etrafındakilerin sorularını yanıtladığı fiili bir monologdan
oluşuyor. Her şey açık açık, daha doğrusu Türklerin gerçekte
olduğuna inanmak istedikleri kavramlarla, konuşuluyor. Fakat
‘esas
karar’ı
en
tepeye,
SBKP
Genel
Sekreteri’ne,
35
dayandırmaya kadar giden bir eğilimle çelişen şekilde her
yerelde bir şefin kendi iktidarına uygun bir ‘esas karar’ı ortaya
çıkıyor. Bu tür bir eğilim sadece sıradan insanların
Begoña Aretxaga, “A Fictional Reality: Paramilitary Death Squads and the
Construction of State Terror in Spain”, Death Squad: The Anthropology of
State Terror, Der. J. A. Sluka, Philadelphia 2000, s. 51.
33 Age, s. 46.
34 İsmet Topaloğlu, Rodoplar’da Türk Kalmak, İzmir 2006.
35 Topaloğlu, age, s. 157-158.
32
Devlet Hikayeleri 255
yanılsamalarından ibaret değil. Örneğin Karpat’ın elinde hiçbir
delil yokken 1950-51 göçünü Stalin’in Kore Savaşı’na giren
Türkiye’yi cezalandırmak için Bulgaristan’a yaptırdığı iddiası,
ulus-devletler ve bürokrasinin işleyişi hakkında daha incelikli
olması umulan akademisyenlerde de aynı eğilimlerin olduğunu
gösteriyor.36 Bu keşfin hedefi sadece planı mevcut hiyerarşiler
içerisinde en tepedekinin yarattığı bir mükemmellikle
tanımlamak değil, daha önce BKP’nin Müslüman/Türk
Sorunu’nu tanımlamasında değindiğim gibi tarihsel olarak da
en geriye giderek planın en saf ve en açık halini bulmaya sevk
ediyor. Zamanda ve toplumsal yapı içerisinde tutarlı bir şekilde
ilerleyen anlatılar sayesinde tüm zekâsı ve çirkinliğiyle devlet
bir özne olarak vücut buluyor.
Bu fetişleştirme, devleti toplumdan net şekilde ayrı bir
nesne olarak görmeyi ve hayatımızı başrolünde devlet olan bir
drama olarak anlatabilmeyi sağlıyor. Bu da devletçi bir
düşünsel çerçeveden kopamamayı beraberinde getiriyor. Ama
fetişleşmiş devletle özdeşleşme ya da rekabet halleri sadece
arzular üstünden kurulmuyor. Böyle bir kurgu devlete yönelik
sadece bir korku yaratmıyor, umutlu bir olumlamayı da
körüklüyor. Fetişleşmenin bir parçası oldukça akılcı bir devletçi
söyleminin varlığıdır. Bu umut, devletin hiyerarşik – dolayısıyla
azami derecede verimli – bir iktidarla her şeyin bilgisinin
kesişebileceği inancına dayanıyor. Devletin hem her şeyin
bilgisine kadir, hem de her şeye gücü yeten bir aygıt olarak
anlaşılması aslında bu ciddi sorunu gizliyor: Devlette nadiren
yerele dair bilgi ve iktidar aynı mevkinin elinde bulunur. Devlet
bürokrasisinin işleyişine bakıldığında ise hepsinin ya tam
bilmediği bir şeyler var, ya da iktidarının yetmediği bir şeyler
vardır. Hiyerarşide nasıl bilgi yukarılara gidildikçe yontulursa,
aynı şekilde iktidar da yukarıdan aşağıya gidildikçe azalır.
Elimizde kalan aslında iktidar ve bilgiyi birleştiremeyen bir
mekanizmadır. Bilgi ve iktidarın hiyerarşik bir aygıtta birlikte
olabileceğine dair inanç ise tam da bu sürekli devlet fetişizmi ile
ayakta kalıyor.
36
Karpat, Balkanlarda, s. 321.
256 Öztürk
Aslında devlet içerisinde bu tür bir bölünmenin farkına
varmak sorunumuzu çözmüyor. Eğer komplo teorilerinin bir
kısmı yukarıdan aşağıya kesin bir emrin gelişini anlatıyorsa,
diğerleri de en tepedekilerin yerelde olanın gerçekliğinden
haberi olmadığı teorisine dayanıyor. Bu iki teoriden hangisinin
galip geleceği doğal olarak devletle önceden kurulan ilişkiyle ve
bunun süreçteki dönüşümüyle alakalı: Parti üyesi Rüstem
üstlerine doğru bilgi vererek ve halkın hoşnutsuzluğunu sürekli
haber vererek ikinci türden bir anlatı çerçevesinde bir strateji
geliştiriyor. Halkın büyük çoğunluğu ise birinci türdendir.
Aslında her ikisinde de bilgi ve iktidarın hiyerarşik bir aygıtta
mükemmel bir birliğinin olasılığı fantezisi var. Oysa devlette
böyle bir ‘kandırma’ sadece mümkün değil, aynı zamanda
kaçınılmaz: Devletin öznelerinde oluşan, halkın çıkarlarını
savunduklarına dair tatlı bir yanlış bilinç, çelişkisiz bir bütün
olarak halkı ve onun çıkarını varsaymaya dayanıyor. Devleti
halkın denetiminden çıkabilecek bir dev olarak gören bakışın
yanında Marx’ın devletin bu çelişkiler sayesinde mümkün
olabildiği savını hatırlamakta yarar var:
“Özel mülkiyetin siyasal feshi, sadece özel mülkiyeti ortadan
kaldırmakta başarısız olmaz, aynı zamanda ona ihtiyaç da
duyar. Devlet; doğum, sosyal mevki, eğitim, meslek ayrımlarının
siyasal olmayan ayrımlar olduğunu ilan ettiğinde, bu ayrımlar
gözetilmeksizin ulusun her üyesinin ulusal egemenliğin eşit bir
katılımcısı olduğunu ilan ettiğinde, ulusun gerçek hayatının tüm
öğelerine devletin bakış açısıyla davrandığında – kendi tarzıyla –
doğum, sosyal mevki, eğitim, meslek ayrımlarını lağveder.
Bununla birlikte devlet özel mülkiyete, eğitime, mesleklere kendi
yollarında davranma izni de verir, yani özel mülkiyet olarak,
eğitim olarak, meslek olarak ve kendi özel doğalarının etkilerini
kullanarak. Devlet, bu gerçek ayrımları lağvetmenin çok
uzağında aslında ancak onların var olduğu koşullarda var
olabilir; kendisini siyasal bir devlet olarak görerek ve
evrenselliğini varlığının bu öğelerinin karşısına koyarak.”37
37
Karl Marx, On the Jewish Question, 2005.
Devlet Hikayeleri 257
İdealler: Eski ve Yeni
Bulgaristan Türkleri için hayatın en çelişkili olduğu bu
anlarda politik sonuçları birbiriyle çelişen, ama onları en başta
savunduğum gibi devletçi bir düşünsel çerçevede tutan iki
idealleştirme gerçekleşti. Bir yandan 1985 öncesi geçmiş
idealleştirilirken, diğer yandan da Türkiye idealleştirildi. Bir
yandan geçmişin yasal uzlaşmasına geri dönülmek istenirken,
diğer yandan Bulgaristan’a dair tüm umutları geride bırakıp ne
yapıp edip Türkiye’ye gitmek arzulandı. Geçmişin zayıf milli
dürtüleriyle 1985 sonrası milliyetçiliği eklemlemeyi mümkün
kılan tam da rejimin isim değiştirme anında şiddetiyle yarattığı
boşluktu. Bu boşluk, iki anlatı arasında herhangi bir süreklilik
kaygısını ortadan kaldırdı. 1985 öncesinin milliyetçi gözlüklerle
taranmasına önem verilmedi. Sağdan soldan gelen bazı ‘aslında
böyle imiş’ enstantaneleri 1985 öncesinin mutluluk dolu bir yer
olduğu yargısına ufak ikazlar olarak eklendi. Bu birleşim
Bulgaristan Türkleri arasında ilk defa çok katılaşmamış olsa da
kamusal senaryolarla gizli senaryolar arasında bir ayrımı
beraberinde getirdi. Devasa bir sahne dışı olan aile/akrabalık
ilişkileri38 bu ikiliğin korunmasını sağladı. Devlet ise ancak
bununla başa çıkabilmek için evde, cenazede ve düğünlerde
resmi devlet dili dışında yabancı bir dil konuşulmasını
yasaklamak gibi çelimsiz yasalar çıkartabildi.
Krıstev isim değiştirmenin yarattığı toplumsal travmanın
kolektif bir hafıza kaybına yol açtığını ve 1985 öncesine dair bir
nostaljiyi tetiklediğini savunuyor.39 Bu sav, isim değiştirmenin
travmasını yakalıyor, fakat açmamakla birlikte toplumsal
kökenleri olduğunu iddia etse de psikolojik bir unutulma ve
geçmişe özlem argümanına dayanıyor. Oysa Bulgaristan
Türklerinin 85 öncesine dair anlattıkları aslında o günün
deneyimini de büyük ölçüde içinde barındırıyor. Örneğin
işyerinde ayrımcılığın temel nedenlerinden biri olabilecek üst
Türklerde evliliklerin akrabalar arasında kalmadığını, genelde farklı köyler
arasında uzanarak oldukça geniş bir iletişim topluluğu yarattığını
hatırlatmakta fayda var.
39 P. Krăstev, agm.
38
258 Öztürk
mevkiler için rekabet koşulları Türk toplumu için genelde
geçerli
değildir.
Çoğunun
istihdam
edildiği
tarım
kooperatiflerinde bu türden mevkiler kayda değer miktarda
değildi. Yüksek eğitimin engellenmesi gibi devlet politikaları
sayesinde de Türkler ya beyaz yakalılar arasına giremiyor, ya da
onlarla rekabet etme yetisini kendilerinde görmüyorlardı. Böyle
bir eğitim alabilmiş konuşmacımın (Ayşe) 1985 öncesindeki
ayrımcılıklara karşı daha duyarlı bir anlatım sergilemesi bunun
bir örneğidir. Var olan bir hafıza kaybından çok ayrımcılığı
tespit etmenin nesnel imkânlarının olmamasıdır. Dahası eğer
1985 öncesinde de 1985 sonrası gibi Türk düşmanı bir
Bulgaristan’la karşılaşılıyorsa, neden özlemin tamamının
Türkiye’ye aktarılmadığını ve bir kısmının Bulgaristan tarihinin
bir
bölümüne
odaklandığını
açıklamakta
da
yetersiz
kalmaktadır. İsim değiştirmenin radikalliği dolaylı olarak
idealleştirmeye eşlik eden bir hafıza kaybının toplumsal
koşullarını oluşturmuştur, onun doğrudan psikolojik kaynağı
değildir.
Eskiyi idealleştirmenin iki dayanağının birincisi eylemin
herkesçe kabul edilen radikalliği, diğeriyse rejimin şiddetinin
yasadışılığıydı. Eylemin radikalliği, daha önce değindiğim gibi
eklemlenmiş hayat hikâyeleri oluşturdu ve bu eklemlilik
üzerinden milliyetçi bir bakış açısıyla deneyimlenmemiş olan
1985 öncesi idealleştirilebildi. Geçmişin idealleştirilmesinde
Türkiye’de karşılaşılan koşullarla yapılan bir kıyas elbette ki
etkilidir. Ama Türkiye’de diğerlerine göre daha iyi şekilde
yaşayan Asım ve Emel bile Bulgaristan’da sosyal hizmetlerin
gelişkinliğine dair sık rastlanan övgüyü dillendirmeseler de
kayda değer bir ayrımcılık görmediklerini de söylemektedirler.
Şiddetin yasadışı karakteri, izlenebilecek siyasal stratejilere dair
ilginç bir olanağı gündeme getirdi: Rejime karşı söz
söyleyebilmenin en iyi yollarından biri rejimin eylemiyle
boşalttığı yasanın sesi olma mevkisiydi. Bu mevkiin kendisi
Bulgaristan devletiyle kamusal senaryo düzeyinde bir
özdeşleşmeyi beraberinde getirdi. Asım, Ayşe ve Abdullah’ın
daha sonraki yürüyüşlere katılım deneyimlerinde yürüyüşlerin
düzenliliğini vurgulamaları ve düzensizliğin kaynağı olarak da
Devlet Hikayeleri 259
ya devlet müdahalesine ya da yürüyüşlerin kendiliğinden
karakterini göstermeleri çarpıcıdır. Benzer şekilde Ayşe’nin
yürüyüş sırasında kendilerini durduran polislerle bir tarih
tartışmasına girmesi, ya da Abdullah’ın yürüyüşe izin için
muhtarlığa haber vermesi de kayda değerdir.
Bulgaristan
Türklerinin
deneyimi,
diğer
toplumsal
mücadele deneyimlerinden çok önemli bir farklılık içermektedir:
Kolektif bir kaçış stratejisinin imkânı ve çekiciliği. Bu çekiciliği
oluşturan önemli bir öğeyse Türkiye hakkındaki bilginin
kıtlığıydı. Türkiye’yi birinci elden bilen yok gibiydi. Akrabalarla
ilişkiler ise fazla kuvvetli değildi ve tek düzenli haber aracı da
Bulgar medyasının karşı-propaganda niteliğindeki güven
vermeyen haberleriydi. İsim değiştirmenin gündelik hayatı bir
işkenceye dönüştürmesi Türkleri içe doğru çekilmeye ve Türkiye
ideali çevresinde bir hayal üretmeye teşvik etti. Yaratılan
Türklük ideali tahmin edileceği üzere temelinde anti-‘Bulgar’dı,
çünkü herhangi bir kültür nesnesinin bu idealin içine dâhil
edilip edilmeyeceği Türkiye ile ilgili doğrudan bilgilere değil,
‘Bulgar’ olarak tanımlananla zıtlığına göre belirleniyordu.
Bunun pratik sonuçları Bulgaristan’da Türklerin Bulgarlarla
paylaştıkları pek çok kültürel normun hiç sorgulanmaması ve
doğal varsayılmasıyla oluşturulan Türk imajının Türkiye’nin
ortalama Türk imajıyla birebir oturmamasını beraberinde
getirdi. Diğer yandan da ancak devlet radyoları üzerinden temas
edilebilen Türkiye’ye dair homojen bir Türk kültürü arayışı
daha katı bir idealin oluşumuna zemin hazırladı.
Bulgar istihbarat servisleri, resmi yasağa rağmen evlerde
sadece Türkçe konuşulduğunu, bebeklerin gizli Türk adları
olduğunu ve sünnetin devam ettiğini rapor ediyordu.40 Asım
kültürel pratiklerine dair politikaların gündelik hayatlarının
doğal olarak çok temel bir meselesi haline geldiğini ve bağımsız
bir basınları olmasa da otobüslerde, işyerlerinde ve evlerdeki
konuşmalarla meseleye dair her yeni bilginin hızla dolaşıma
girdiğini anlattı. Rüstem’in deyişiyle “Bizi, kendimize Türk
40
V. Dimitrov, “In Search of a Homogeneous Nation”, s. 15-16.
260 Öztürk
olduğumuzu ispat etmeye mecbur bıraktılar.” Türklerin pasif
direnişi sürdükçe ve uluslararası kampanyaların haberleri
Bulgar otoritelerinin sansürlemek için ellerinden geleni yaptığı
yabancı radyolardan geldikçe bu yeni Türk topluluğu özellikle
dini ortaklıklar üzerinden yeni katılımcılar kazanmaya başladı:
Muhalif Pomak, Tatar ve Müslüman Romanlar da Türkçe
öğrenmeye başladı.
Bulgaristan Türkleri arasındaki Türkiye özleminin boyutları
görüldüğünde kullandıkları yasanın sesi olma mevkisi kendi
gerçek stratejilerini sergilemekten çok bir yıpratma savaşı
olarak algılanabilir. Bu belki de uzun bir dönemden beri
geliştirdikleri ilk senaryodur. Kamusal senaryoda rejimin
yasalara sadık vatandaşları olarak kendileri gösterirken sahne
dışındaki gizli senaryodaysa Bulgaristan’la her tür bağı atıp
Türkiye’ye göç edebilme özlemi vardır. Bu noktada Scott’un
ikazını hatırlamakta fayda var:
“İktidarın
yüzüne
söylenenle
arkasından
söylenen
arasındaki ilişkiye dair tanım gereği öncül bir yargı koymak
istemiyorum. İktidar ilişkileri, yazık ki, iktidar-yüklü bağlamlarda
söylenenlere ‘yalan’ ve sahne dışında söylenenlere ‘gerçek’
diyebileceğimiz kadar basit değildir. Ne de basitçe ilkini bir
zorunluluk alanı, ikincisiniyse bir özgürlük alanı olarak
tanımlayabiliriz.”41
Bulgaristan Türklerinin geliştirdiği iki strateji de buna
uygun olarak gerçek veya yanılsama diye ayrılamaz. Tersine
bunlar duruma göre stratejilerdir. Bulgaristan Türklerinin
çoğunda Bulgaristan’a dair politika konuşurken kültürel
çoğulcu, Türkiye’ye dairse milliyetçi bir söyleme rastlanması
bunun açık bir örneğidir. Ziya, Bulgaristan’daki mücadeleyi
zorba bir devlet aygıtına karşı verilmiş bir demokrasi ve hoşgörü
mücadelesi olarak anlatırken diğer yandan da Türkiye’nin en
önemli eksikliğinin eğitim ve eğitimli, olgun yöneticiler
olduğunu, hatta yöneticiler eğitimli olursa cahil çoğunluğa
iktidar
kazandıracak
bir
demokrasidense
geçici
bir
41
Scott, Tahakküm, s. 58.
Devlet Hikayeleri 261
diktatörlüğün tercih edilebilir olduğunu, bunun üzerinden
savunabilmektedir. Daha önce ezilenlerin devletin çizdiği
sınırlara bağımlılığında dikkat çektiğim ezilenler arası rekabet
olgusu da Kürt veya Ermeni meseleleri açıldığı anda kendisini
göstermektedir.
Göç ve Sonrası
İsim değiştirmenin başarısının 1985’te zannedildiği kadar
sağlam olmadığı ilerleyen yıllarda ortaya çıktı. Bulgaristan
ekonomisi durgunluğa girdi ve dış borç 1985’te 2 milyar dolara
çıktı. Bu sırada Gorbaçov’un liderliğindeki SSCB Doğu
Avrupa’yı terk ederek siyasal ve ekonomik reform lehine bir
tutum almaya başladı. Uluslararası Af Örgütü, ABD-Helsinki
Gözleme Komitesi, Norveç Helsinki Komitesi ve Avusturya
Uluslararası Helsinki Federasyonu sorunu gündemlerine
aldılar. Türkiye, sorunu BM Genel Kurulu, İslam Konferansı
Örgütü, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı gibi uluslararası örgütlere taşıdı. Uluslararası Af
Örgütü, yerel bağlantılar bulmayı ve onları devlet baskısından
korumayı bile başardı. Ziya ve Abdullah protestolar, açlık
grevleri ve tutuklamalar hakkında tüm bilgileri Şumen’in bir
kasabasındaki bir Türk kadına bildirdiklerini anlattılar. Diğer
yandan bu koruma mutlak değildi: Asım ve Emel’in bir
akrabasının BBC’yle iletişimi olduğu biliniyordu.42 Yerel parti
yetkililerinin uyarılarına (!) rağmen bu iletişimi sürdürünce bir
gün oğlunu evinin ahırında el bileklerinden bağlanmış
olduğunu gösteren izler olduğu halde asılmış olarak buldu.
BBC, Özgür Avrupa, Deutsche Welle, Amerika’nın Sesi gibi
radyolar ve AP ve Reuters gibi haber ajansları Bulgaristan ve
dünya arasındaki haber akışının sağlanmasında önemli rol
oynadılar. Bulgaristan propaganda daireleri bu yayınları
olabildiğince parazitlemeye çalışsa da bunu tamamen
başaramıyordu.
Şu an ölmüş olan bu kişinin eşi geçmiş hakkında konuşma önerimi dolaylı
olarak reddetti.
42
262 Öztürk
1988’de altı Bulgar entelektüeli Bağımsız Bulgaristan İnsan
Haklarını Koruma Derneği’ni kurdu.43 Bu dernek hızla
Türklerin akınına uğrayacak ve gelecek altı ayda Türkler açık
çoğunluğu oluşturacaktı. Bunu takiben 1989 başında İnsan
Haklarının Korunması için Demokratik Birlik ve Viyana 1989
Destek Derneği kuruldu. Doğal olarak hepsi uluslararası
bağlantılarca destekleniyor ve Bulgaristan genelinde pek
bilinmiyordu. Mayıs 1989’da Bulgaristan rejimi Gorbaçov
hükümeti tarafından Viyana İnsan Hakları Konvansiyonu’nu
imzalamaya ve yasalarını buna uygun olarak değiştirmeye
zorlandı. Paris İnsan Hakları Konferansı, Mayıs 1989’un
sonunda yapılacaktı. 18 Mayıs’ta köylerdeki ilk gösteriler
başladı. Bu gösteriler şiddetli bir baskıyla karşılaştı, ama
Şumen şehir merkezindeki 50 bin kişilik gösteri gibi polisi
hazırlıksız yakalayan kalabalıklar birikebildi. Bates, uygulanan
devlet şiddetinde önemli bir faktörün yerel parti komitelerinin
inisiyatifi olduğunu belirtmektedir.44 Parti, aynı zamanda işten
atmalar ve başka bölgelere sürgünlerde devlet aygıtının paralel
kurumsal varlığını hiç bu kadar hiçe saymamıştı. 25 Mayıs’ta
televizyonlar ‘dinen İslam’a dönmüş Bulgarların’ pasaport
almasına izin verildiğini duyurdu.
Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye yönelik beklentileri daha
önce değindiğim gibi katı kıstaslarca tanımlanmasa da oldukça
yüksekti. Dahası devletin söylediklerine dair tüm inançlarını
yitirmeleri Türkiye’ye yönelik olumsuz propagandayı da
tamamen ciddiye almamalarına yol açtı. Konuştuklarım
arasında sadece Emel ve Asım Türkiye’ye yönelik yoğun bir
olumsuz propaganda hatırlıyor ve Türkiye’ye dair daha olumsuz
beklentilere sahipti. Türkiye hepsi için kültürel ve ekonomik
olarak oldukça zor bir deneyim oldu. Yine de sekizinin altısı en
azından devletin oldukça ucuz bir fiyata verdiği evlere
yerleşebildikleri için ortalama bir göçmenden daha iyi koşullarla
karşılaştıklarını söyleyebilirim.
Milena Mahon, “The Turkish Minority under Communist Bulgaria. Politics
of Ethnicity and Power”, Journal of Southern Europe and the Balkans, 1, 1999,
s. 158-159.
44 Bates, “What's in a Name”, s. 214-215.
43
Devlet Hikayeleri 263
Daha önce Bulgaristan Türklerinin oluşturdukları Türkiye
imajına dair iki önemli öğeye dikkat çekmiştim: Bu imajın
Bulgarlarla ortak kültürel değerleri tespit edememesi ve az
kaynaktan beslendiği için katı bir homojenlik varsayımı. Bu iki
öğe
Türkiye’ye
göçten
sonra
Bulgaristan
Türklerinin
geliştirdikleri
Türklük
imajıyla
gündelik
hayatta
deneyimledikleri Türklük arasında bir çelişkiye yol açtı. Bu
çelişkiyi ortadan kaldırmanın bir yolu olarak kendisini değil,
çelişkiye düştüğü kişiyi egemen Türklük imajının dışına atma
taktiği gündeme geldi. Türk devletinin Batıcı ve Oryantalist
söylemleri kendi ulus tanımında sıklıkla kullanması bu
dışlamayı daha da kolaylaştırdı. Kürtler benzer bir baskıya
karşı direnişin öznelerinden çok, öteki olarak bu söylemde
yerlerini buldular. Bu söylemin bir diğer sonucu da ‘Bulgar’ın
aynı zamanda bir özdeşleşme nesnesine dönüşmesiydi.
Ekonomik ve kültürel olarak uyum sağlanamayan Türkiye’de
deyim yerindeyse ‘Bulgar’ kıymete bindi.
Hayatlarının boşlukla birleştirilen iki kısmı nerdeyse
egemen Türk milliyetçiliği söylemiyle birleşmede bir işbölümü
imkânı sağladı. 1985-89 dönemi Kürtlerle, Ermenilerle, F-tipleri
karşıtlarıyla vs. kapışacak bir acı ve mağduriyet geçmişi
yaratırken, 1985 öncesi Batılılığın doğum yeri oluyor. Nasıl
1985-89 dönemi bir acı, mücadele ve zafer tarihi olarak
anılıyorsa, 1985 öncesi de Das’ın “donmuş slaytlar” diye
adlandırdığı “duygusallaştırılmış, eğer hiç var olmuşsa bile artık
bir daha olmayacak, ululanmış bir geçmişe takılmış ve nostaljik
bir ruh haliyle örülmüş kemikleşmemişse de katı bir hatırlama
tarzı”nı yansıtıyor.45 Bu ruh halini sadece Türkiye’de tahmin
ettikleri kadar hayal kırıklığına uğramayan ve diğerlerine göre
iyi bir hayat kuran Emel ve özellikle de Asım’ın paylaşmadığını
söyleyebilirim. Asım aynı zamanda Türkiye’nin azınlıklarla olan
sorunlarını bu ülkenin önemli gündemleri arasında sayan tek
kişiydi. Türkiye’de etnik ve dini azınlıklara yönelik
Bulgaristan’dakine benzer bir politikanın izlenmesi karşısında
karşı çıkıp çıkmayacaklarını sorduğumda hepsi karşı olacağını
45
V. Das, “Official Narratives”, s. 96.
264 Öztürk
söyledi, ama tüm Türklerin buna karşı olacağına inanan azdı.
Buna paralel olarak da bu sözlü destek taahhütleri öğrenilmiş
bir çaresizlik içeriyordu: Bulgaristan’da Bulgarların kendileri
için ne yapabilecekleri sorusu genelde yanıtsız kaldı. Geçmişte
veya bugün Türkiye’de kendilerinin yaşadıklarına benzer
olayların yaşanıp yaşanmadığını sorduğumdaysa Asım
dışındakiler bunun olmadığına emindiler. Asım, Kürtlerin de
Türk isimlerine sahip olduğunu şimdi fark ettiğini söyleyip
emin olmadığını söyledi. Bu inanç da temelinde Türklerin
niteliklerinden çok Türkiye’de demokrasi olduğu için buranın
Bulgaristan’dan farklı olduğu fikrine dayanıyordu.
1985 öncesinin idealleştirilmesi, Türkiye’deki hayal
kırıklığıyla birleştiğinde iyi devlete dair referans olarak 1985
öncesi Bulgaristan öne çıkıyor. Örneğin Bulgaristan’a bir daha
asla dönmeyi düşünmeyen ve çoğunun aksine Bulgaristan AB
üyesi olduktan sonra bile çifte pasaport almamış olan eski
tarım işçisi Abdullah konuşma sırasında şöyle bir karşılaştırma
yaptı: “Komunizmada biz 80’e kadar yaşadık. Çok güzeldi. Seni
cahil bırakmıyor, bak. Seni zorlan okutturuyor. Zorlan bilmem
nasıl. Bundan yana beğendim. Öbür türlü sonunda s[…] ağzına
hepsinin.”
Son
Bulgaristan Türklerinin devletle ilgili kendi geçmişlerini
Türkiye’deki
azınlıkların
hayat
deneyimleriyle
kıyaslayamamaları ya da kıyaslansa bile bunun ancak bir
rekabet üzerinden gerçekleşebilmesinin çeşitli nedenlerini
tartışmaya çalıştım. Özellikle 1985 öncesine dair kayda değer
bir politik farkındalıklarının olmaması ve isim değiştirmenin
radikal ve şiddetli bir kopuş yaratması belirleyicidir. Bu kopuş,
kendi deneyimlerini başkalarıyla kıyaslanamaz kılmaktadır.
Çünkü baskı deneyiminin kendi hayat hikâyeleri açısından
öneminden dolayı onun genelleştirilebilir olması, tüm hayat
hikâyesinin manasızlaşması gibi bir tehlike yaratmaktadır.
Şiddetle çekilen ayrım çizgilerinin hala hepsinin hayatlarında
bir yer etmesi devlete dair gündelik hayatta aslında sıklıkla
Devlet Hikayeleri 265
rastlanan bir fetişin oluşumunu kuvvetlendiriyor. Bu fetiş
sadece devleti kendi içinde bulunduğu toplumsal alandan ayrı
bir şey olarak görüp ondan uzaklaşmıyor, aynı zamanda onun
akılcılık ve iktidarı birleştirme inancına da bağlanmayı teşvik
edip onunla arzular üzerinden bir özdeşleşme veya rekabet
ilişkisi kurulmasını sağlıyor.
Kaynakça
Aretxaga, B., "A Fictional Reality: Paramilitary Death Squads
and the Construction of State Terror in Spain", Death
Squad: The Anthropology of State Terror, Ed. J. A. Sluka,
Philadelphia 2000, s. 46-69.
Bates, D. G., “What's in a Name? Minorities, Identity, and
Politics in Bulgaria”, Identities, 1/2-3, (1994), s. 201-225.
BHC (Bulgarian Helsinki Committee), The Human Rights of
Muslims in Bulgaria in Law and Politics since 1878, Sofya
2003.
Das, V., “Official Narratives, Rumour, and the Social Production
of Hate”, Social Identities, 4 /1 (1998), s. 109-130.
Dimitrov, V., “In Search of a Homogeneous Nation: The
Assimilation of Bulgaria’s Turkish Minority, 1984-1985”,
Journal of Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 1 (4),
(2001), s. 1-22.
Eminov, Ali, Turkish and Other Muslim Minorities in Bulgaria,
London 1997.
Foucault, M., "The Subject and Power," Michel Foucault: Beyond
Structuralism and Hermeneutics Eds. H. L. Dreyfus, P.
Rabinow, New York ve diğ. 1982, s. 208-226.
Karpat, K. H. (ed.), The Turks of Bulgaria: The History, Culture
and Political Fate of a Minority, Istanbul 1997.
Karpat, K. H., Balkanlarda Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk, Ankara
2004.
Krăstev, Petăr, "Večni Podopečni”, Meždu Adaptatsiyata i
Nostalgiyata. Bălgarskite Turtsi v Turtsiya, Der. Antonina
Želyazkova, Sofya 1998, s. 140-181.
266 Öztürk
Mahon, M., “The Turkish Minority under Communist Bulgaria—
Politics of Ethnicity and Power”, Journal of Southern Europe
and the Balkans, 1/2, (1999), s. 149-162.
Marx, K., On The Jewish Question, 2005, Alındığı yer:
http://www.marxists.org/archive/marx/works/1844/jewis
h-question/
Scarry, E., The Body in Pain: The Making and Unmaking of the
World, Oxford 1985.
Scott, J. C., Tahakküm ve Direniş Sanatları: Gizli Senaryolar,
İstanbul 1995.
Shanduorkov, G., “Terrorism in Bulgaria”, Prehospital and
Disaster Medicine, 18/2, (2003), s. 66-70.
Şimşir, B., “The Turkish Minority in Bulgaria: History and
Culture”, The Turks of Bulgaria: The History, Culture and
Political Fate of a Minority, Ed. K. H. Karpat, Istanbul 1990,
s. 159-178.
Tartarlı, İ., Hak ve Özgürlükler Hareketi, Sofya 2003.
Taussig, M., The Nervous System, Terror As Usual: Walter
Benjamin’s Theory of History As State of Siege, New York
1992.
Topaloğlu, İ., Rodoplar’da Türk Kalmak, İzmir 2006.
Yeğen, M., Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, İstanbul 1999.
Želyazkova, Antonina, “Sotsialna i Kulturna Adaptatsiya na
Bălgarskite Izselnitsi v Turtsiya”, Meždu Adaptatsiyata i
Nostalgiyata. Bălgarskite Turtsi v Turtsiya, Der. Antonina
Želyazkova, Sofya 1998, s. 11-44.
Devlet Hikayeleri 267
EK:
Tablo 1: Bulgaristan’da 1965-89 Döneminde Terörist
Faaliyetler
Yıl
Olay Türü
Yer
1965 Bombalama
Hotel Şumen
1983 Kaçırma
Yaralı Ölü
Sayısı Sayısı
1
Ev yapımı zaman ayarlı bomba
Varna Havaalanı 1
1*
Bıçaklar, 4 Terörist
1984 Bombalama
GO Posta Ofisi
3
Ev yapımı parça tesirli bomba
1984 Bombalama
Plovdiv İstasyonu 26
1
Ev yapımı zaman ayarlı bomba
1984 Bombalama
Varna Havaalanı 2
0
Ev yapımı zaman ayarlı bomba
1985 Bombalama
Hotel Sliven
14
0
Ev yapımı zaman ayarlı bomba
1985 Bombalama
Tramway
9**
7**
Ev yapımı zaman ayarlı bomba
1986 Bombalama
Varna kumsalı
0
0
Bomba etkisiz hale getirildi
2**
3*
El bombası; 3 Terörist
1987 Bombalama, Rehin alma Varna
4
Yorum
9
(* Teröristler, ** 2 kurban çocuktu)
Kaynak: Shanduorkov, 2003, s. 68
BULGAR DIŞİŞLERİ BAKANI PETIR
MLADENOV’UN ANILARINDA 1984 VE 1989
OLAYLARI
Hüseyin MEVSİM
Her ne kadar tarihsel kaynak ve dayanak olarak
güvenilirliği bazen tartışılır olsa da, kişisel ve toplumsal
olayların aydınlatılmasında ve daha iyi kavranmasında anılar
kuşkusuz son derece önemli yer tutar. Özellikle büyük olay ve
değişimlerin yaşandığı dönemlerde, bir toplumun gelişimindeki
kırılma noktalarında anı yazımı eğiliminde de bir patlama
gözlenir. Anıların çokluğu bir olayın farklı bakış açılarıyla daha
çok yönden görülmesine, bazen de tahmin edilemeyen
boyutlarının ortaya çıkarılmasına yardımcı olur. Doğal olarak
90’lı yılların başında (bir anlamda bu eğilim günümüze değin de
sürmektedir) Bulgaristan’da anı yazımında büyük bir patlama
meydana geldi. Değişim ve geçiş sürecinin zorlu ve belirsiz ilk
yıllarında bu alandaki üretkenliğin artması, böyle bir
canlanmanın yaşanması gayet normal bir gelişme olarak
değerlendirilmesi gerekir. Bulgaristan’da 1984 ve 1989’da
yaşanan olayların bu anılar ışığında da görülmesi,
çözümlenmesi ve aydınlatılması kanımızca son derece büyük
önem arz eden ve araştırılması neredeyse zorunlu olan bir
alandır. Ayrıca, sözünü ettiğimiz olaylara bir veya başka ölçüde
değinen yapıtların çeviri yoluyla Türkçeye kazandırılması, başta
tarihçilerimiz olmak üzere bilimsel çevrelere yeni araştırma
olanakları sunacaktır.
Ancak hemen şunu belirtmeliyiz ki, yazınsal anılarda 1984
ve 1989 olaylarıyla, başka bir deyişle, 20 yıl önce ülkedeki
değişim dinamiklerini tetikleyen başlıca etkenlerle ilgili şimdilik
ayrıntılı ve derinlemesine kaleme alınan bir örneğe rastlamamız
olası değildir. Bazı anılarda üstünkörü, kayıtçılıktan öteye
geçmeyen, üzerine gidilmeden, gerekli vurgu yapılmadan 1984
270 Mevsim
ve 1989 olaylarının kısa not ve değinilerle geçiştirildiğine
tanıklık ederiz.1 Konumuz bağlamında, çağdaş Bulgar
edebiyatının en tartışmalı ve ayrıştırıcı romanlarından Ayrışma
Zamanı’nın (“Vreme razdelno”) yazarı Anton Donçev (1930),
Teodora Dimova’nın (1962) 1989 Göçünü işlediği bir piyesinin
sahneye konulmamasıyla ilgili bir gazetecinin sorusuna:
“Sanatta uygun veya uygunsuz konular yoktur. Niye bizim
yaratıcılarımız Osmanlı egemenliğiyle ilgili konulara el atıyor da,
soya dönüş sürecine yönelik böyle bir istek yok? Belki de halen
olayların çok içinde olduğumuzdan, olup bitenlerden yeterince
uzaklaşamadığımızdan,
kendimizi
suçlu
hissettiğimizden,
vicdanımızın temiz olmadığından kaynaklanıyordur”1 yanıtını
vererek yaşanan olaylardan daha büyük bir zaman mesafesinin
geçmesi gerektiğine vurgu yapar.
Bizce Bulgar yazarların bu olayları odağına almaktan özenle
kaçınmalarının başlıca nedenleri arasında, 1984 ve 1989’da
gelişen dramatik olayları bütünsel ve her yönüyle yeterince iyi
bilmedikleri, ayrıca Bulgar toplumunun önemli bir kesimince
hoş görülmeyecekleri kaygısı ve çekincesi yatmaktadır.
Yazınsal anılar alanında durum böyleyken, siyasal anılarda
bu olaylara nasıl bakılıyor? Özellikle Bulgar Komünist
Partisi’nin ve dolayısıyla Bulgar devletinin başında bulunan
kişilerin kaleminden çıkan anılar, haklı olarak beklenti
katsayımızı artırıyor. Yıllarca partinin ve devletin doruğunda
bulunan ve dolayısıyla bütün kararlarda imzası olan birçok
kişinin (bunların arasında Todor Jivkov, Ognian Doynov,
Atanas Semerdjiev ilk akla gelenler) kendilerinin yazdığı veya
başkalarının derlediği anıları gün yüzüne çıktı. Ancak bunlara
ulaşabilmenin de belirli zorluklar içerdiğini vurgulayalım,
Konuyla ilgili daha ayrıntılı olarak, bkz: Mevsim, H. 1989 Göçünün Bulgar
Edebiyatına Yansıması, Balkan Türkleri Göçmen ve Mülteci Dernekleri
Federasyonu, Bursa Büyükşehir Belediyesi, Zorunlu Göçün 20. Yılı Etkinlikleri,
08–14 Haziran 2009, Bursa.
1
Tanya Džoeva, “Represirat Piesa zaradi ‘Politiçeski Riskove’”, Tema, 31 (147),
Ağustos 2004, s. 9–15, s. 31.
1
Mladenov’un Anıları 271
çünkü büyük bir kısmı küçük yayınevleri, çeşitli vakıf
kuruluşları veya yakınları tarafından oldukça düşük baskı
sayısıyla yayımlandığından, bırakalım serbest satışı, bazen bu
yapıtları başlıca kütüphanelerde bile bulmanız pek kolay
olmuyor. Sözünü ettiğimiz anıların genel bir değerlendirmesini
yapmamız gerekirse, bunların çoğunun eleştirel bakıştan uzak,
sanki daha çok kendini aklamak, tarih önünde sorumluluk
taşımadığını ve suçsuzluğunu kanıtlamak, totaliter sistemin bir
kurbanı olduğunu göstermek, suçu başkalarına yüklemek ve
olanaklar
ölçüsünde
toplumsal
düzenle
savaşımda
bulunduğunu aşılamak, rejimin çökmesinde ne denli tayin edici
rol oynadığını ve katkı sağladığını göstermek kaygısı ve
dürtüsüyle kaleme alındıklarını söyleyebiliriz.
Bu doğrultuda, Bulgar Komünist Partisi ve Bulgar Sosyalist
Partisi saflarında siyaset yapan, komünist rejimin en güvenilir
ve köşe taşı adamlarından, Bulgar tarihine en uzun süre
Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenen politikacı (1971–1989) ve
Bulgaristan Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı (1990) olarak
geçen Petır Mladenov’un1 (1936–2000) Artı ve Eksileriyle Yaşam2
(“Jivotıt – pliusove i minusi”, Petex Yayınevi, Ruse, 1992) başlığı
altında derlediği anılarını örnek olarak alabiliriz. 10 Kasım 1989
tarihli parti içi darbe veya devrimin başını çeken ve yaklaşık
yedi ay sonra, Sofya’daki bir mitingin gergin anlarında
Parlamento binası önünde sarf ettiği Neka da doydat tankovete!
(Tanklar gelsin artık!) sözlerinden dolayı istifasını sunma
Petır Mladenov, 1936 yılında Vidin’e bağlı Toşevtsi Köyü’nde, 1944’te
öldürülen partizan bir babanın oğlu olarak dünyaya gelir. Sofya’da Askerî
Okulu (1954) tamamladıktan sonra Sofya Üniversitesi’nde Felsefe okur.
Moskova Uluslararası Dış İlişkiler Enstitüsü’nde Uluslararası İlişkiler dalında
eğitim görür. Ülkesine dönerek Vidin’de Komünist Partisi’nin Gençlik
Kolları’nda ve Sancak Komitesi’nde birinci sekreter olarak görev alır. 1971’de
dışişleri bakanlığına getirilir ve 1989’a kadar bu görevi üstlenir. 2000 yılında
Sofya’da yaşama gözlerini yumar.
2 Petăr Mladenov, Životăt – Plyusove i Minusi, Ruse 1992. Petır Mladenov’un
anı kitabının Türkiye’yle ilgili kısmı önemsiz kısaltmalarla İsmail Tunalı’nın
çevirisiyle Goren Dunav Vakfı yayın organı olarak Rusçuk’ta çıkartılan Tuna
Boyu dergisinin üç sayısında yayımlandı. (Bkz: Tuna Boyu, İki Aylık Fikir,
Sanat ve Kültür Dergisi, sayfa 2–8, sayı 56, Temmuz–Ağustos 2009; sayfa 18 –
25, sayı 57, Eylül–Ekim 2009; sayfa 23–28, sayı 58, Kasım–Aralık 2009.)
Makalede alıntılanan kesitlerin çevirisi bize aittir.
1
272 Mevsim
zorunda bırakılarak 54 yaşında etkin politikadan çekilen
Mladenov, bundan iki yıl sonra anılarını içeren bir kitap
yayımlar. Bir gazetecinin biraz da yergiyle, her Bulgar
politikacının çantasında hazır halde bir anı kitabı vardır
yaklaşımından hareketle, Mladenov’un aktif politikadan
uzaklaşınca hemen kaleme sarıldığı, üslup bütünlüğü ve
anlatım düzlüğünden de eserin bir solukta yazıldığı izlenimini
ediniriz.
Petır Mladenov’un anıları, Okurlara kısmıyla başlar ve
burada eserin, “Adı geçen olay ve kişiler hakkında, onları
gördüğüm ve bellediğim kadarıyla, yeni bir bakış açısı getirme
denemesi” olduğu belirtildikten sonra, “Soğuk savaş ve
yumuşama döneminde uluslararası ilişkilerin seyrini belirleyen
bazı olaylar ve yalnız başına veya başkalarıyla beraber kendi
halklarının, Avrupa ve dünyanın tarihini örseleyen büyük
politikacılar hakkında anlatıldığı” vurgulanır: “Bu kişilerin
bazılarıyla yıllar içinde yakın dost olduk, ötekileriyle yazgı bizi
bir daha karşılaştırmadı, aralarından birçoğu artık yaşamda
değil. Kişilerin seçimi benim değerlendirmem doğrultusunda
yapıldı.”2
Okurlara yönelik bu kısmın finalinde, yazar, anılarını
kaleme almasına neden olan başlıca gerekçesini de açıklamış
olur. Buna göre, kitabıyla, ülkenin artık hür ortamı ve yeni
koşullarında kendi dönemiyle ilgili yapılan eleştirilere yanıt
hakkını kullanmak, üyesi olduğu sosyalist hükümetlerin
izlediği dış politikayı aklamak arzusu sezilir:
“Sözünü ettiğimiz yıllarda Bulgaristan yalnız bırakılmış, terk
edilmiş, Tanrı’nın bile unuttuğu, insanlıktan ve dünyadan
soyutlanmış bir ada değil, uluslararası toplumun yaşamında
etkin bir katılımcıydı.”3
Bu yargıya, Mladenov’un anılarında ve özellikle final
kısmında sıkça anlatımdan kopup tarihe sığınmasından, tarihin
2
3
Mladenov, age, s. 5.
Mladenov, age, s. 5.
Mladenov’un Anıları 273
ne denli tarafsız bir yargıç olduğunu vurgulamasından, tarihin
hiçbir zaman yanılmadığını belirtmesinden hareketle de
ulaşabiliriz. Kitabın Sonsöz’ünde Mladenov politik kariyerinden
söz ettikten sonra, ülkede gelişen güncel olayları değerlendirir,
kendisine yöneltilen bazı eleştirilere yanıt verme gereği duyar,
ayrıca 1989 öncesinde komünist partiden ayrılmak için iki kez
istifasını sunduğunu ve Jivkov’a karşı gelme cesaretinde
bulunduğunu ve ‘şimdi’ ve ‘burada’ erk sahibi olmak
isteyenlerden tiksindiğini özellikle belirtir.
Benzer düşüncelere, kitabın Bulgaristan, Batı Avrupa ve
ABD başlığını taşıyan birinci bölümünde de yer verilir: “Son
yıllarda ülkemizdeki belirli politik güçler kendi çıkarları peşinde
koşarak II. Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda Bulgaristan’ın
uluslararası izolasyona uğradığını ve kendilerinin şimdi ülkeyi
bu izolasyondan çıkardıkları safsatasını yaymaktadır.” Böyle bir
yargının kesinlikle gerçeği yansıtmadığını vurguladıktan sonra,
“Gerçekten bizim ülkemiz izolasyona düştü, ancak bu sadece 10
Kasım 1989 öncesini kapsar”4 tespitinde bulunur.
Ancak bu durumun Türklere karşı uygulanan politikadan
kaynaklandığını itiraf edeceğini beklerken, izolasyonun Todor
Jivkov’un değişime direndiği ve uluslararası platformda
gerçekleşen olayların farkında olmadığından meydana geldiğini
belirtir. Kitabın sözünü ettiğimiz bölümünde, dışişleri bakanı
olduğu yıllarda o coğrafyada gelişen olayların genel bir
değerlendirmesi yapılır. Konumuz bağlamında, Mladenov
1989’un Eylül ayı sonunda New York World of Astoria otelinde
James Baker ile görüşür. Amerikan devlet adamı tek bir
sorunun, o da Bulgaristan’da etnik Türklerin yazgısı olduğunu
söyler. Bulgar dışişleri bakanı bu sorunun yakın zamanda
kabul edilir bir çözüme kavuşacağı sözünü verir. İkinci
görüşmeleri 10 Kasım’daki değişimden sonra, Mladenov’un
artık devlet başkanı olduğu Şubat 1990’da Sofya’da gerçekleşir.
Baker burada, geçen yıl etnik Türklerin yazgısıyla ilgili sorunun
yakın zamanda çözüleceği sözüne kuşkuyla yaklaştığını, ancak
4
Mladenov, age, s. 7.
274 Mevsim
şimdi yanılmış olduğunu gördüğünü itiraf eder. Kitabın daha
sonraki sayfalarında Mladenov genelde meslektaşı olan
politikacılarla ilgili anılarını aktarır. Bunlar arasında büyük
saygı ve sempati duyduğu Hans-Dietrich Genscher, Yosip Broz
Tito, Nikolae ile Elena Çauşesku, Leonid Brejnev, Andrey
Gromiko, Papa VI Paul, II Jean-Paul, Şah Rıza Pehlevi, İndira
Gandi vs. bulunur. Bazen de Fransa, Vatikan, Yunanistan,
Türkiye veya Yakındoğu ve Kuzey Afrika gibi ülkeler veya
bölgeler bazında buralara yaptığı ziyaretlerde edindiği
izlenimlerini anlatır.
Bunca yıl Bulgar dış politikasının başında bulunan
kalburüstü bir kişinin anılarında 1984 ve 1989 yılında yaşanan
Türklerin ad değiştirme ve göç olaylarına ilişkin daha çok
gözlem, tespit, analiz, tanıklık, ayrıntı vs. bulunacağı
beklentimiz büyük ölçüde karşılıksız kalır. Eserin sözünü
ettiğimiz Bulgaristan, Avrupa ve ABD bölümünde yaklaşık 25
sayfalık Türkiye kısmı olmasaydı, sanki Mladenov’un bu
olaylardan hiç söz etmeyeceği, bunları yok sayacağı gibi bir
izlenime kapılırız. Bulgar dışişleri bakanının bu olaylardan söz
etmekten özenle kaçındığını, konuya değindiğinde de yuvarlak
ifadeleri tercih ettiğini görürüz. Dolayısıyla, bakanın bu olaylara
yaklaşımını, bunlara bakış açısını Türkiye’ye yaptığı ziyaretler
bağlamında ikincil veya üçüncül yansıma olarak yakalamaya
çalışacağız. Bu nedenle Türkiye kısmı üzerinde biraz daha
genişçe duralım.
Parlamentonun 1971 yılında dışişleri bakanı olarak seçtiği
Mladenov komşu ülkelerle olan ilişkilerin değerlendirildiği bir
rapor hazırlanmasını ister ve ortaya çıkan sonucun hiç iç açıcı
olmadığını, hatta cesaret kırıcı olduğunu görür. İlk adım olarak,
yıllarca biriktirilen sorunların neden olduğu tıkanıklığın
aşılması için yollar ve olanaklar aranmasına karar verir. Balkan
ülkeleriyle ilişkilerin kabul edilir bir düzeye çıkartılması için
kapsamlı ve bilimsel destekli bir program hazırlanmasını ister.
Yapılan analiz, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkilerin
negatiflerle yüklü olduğunu gösterir. Bakana göre, Bulgar halkı
Osmanlı egemenliği sendromunu halen belleğinden silip
Mladenov’un Anıları 275
atamamış, Türkiye’de ise bazı çevreler Osmanlı geçmişine
besledikleri nostaljiden sıyrılamayarak Bulgaristan’ın bağımsız
bir ülke olduğu gerçeğini kavramak istememektedir. Ayrıca,
1878’den sonra birçok Bulgar ve Türk yönetici ikili ilişkileri
zedeleyen kin, kıskançlık ve nefret duygusunun üstüne
çıkamamıştır. Bunun ötesinde, Mladenov açısından,
“Türk tarafı, Türk bilinci1 taşıyan Bulgar vatandaşlarına çok
güveniyor, resmî Türk makamları ve özel birimler bunlara dinsel
bağnazlık ve Türk ulusal bilinci aşılamaya çaba gösteriyordu.
Türkiye, bu halkı sürekli bir gerginlik içinde tutmayı
amaçlıyordu.”5
Türk-Bulgar ilişkilerinin genel çerçevesini çizen Mladenov
daha sonra somut ziyaret ve görüşmeler kısmına geçer.
Görüştüğü ilk Türk devlet adamı, New York’ta temasta
bulunduğu dışişleri bakanı Ümit Halûk Bayülken olup Bulgar
bakanın Türk meslektaşından edindiği ilk izlenimleri pek
olumlu değildir. Havalı ve kibirli meslektaşıyla ortak noktaların
zor bulunacağı kaygısına kapılır. Mladenov’un ilk Türkiye
ziyareti de 1973’ün Kasım sonunda gerçekleşir. Esenboğa’dan
Ankara’ya yaklaşınca gecekonduların oluşturduğu çirkin tablo
çıkar karşısına ve yıllar sonra da bu izlenimin belleğindeki
tazeliğini koruduğunu anlarız. Konakladığı Büyük Ankara
oteline dönemin Bulgar büyükelçisi bir valiz dolusu Türkçe
gazete getirir ve bunlarda ülkesinin acımasızca ve amansızca
eleştirildiğini görür. Konuk bakanın keyfini kaçıran ve ziyaretin
amacına ulaşamayacağını düşündürten eleştirilerin odağında,
“kendi
okulları
olmayan,
yeterince
Türkçe
kitap
yayımlayamayan, camileri parmakla sayılacak kadar az olan
sözde Türk azınlığına yapılan baskılar” bulunur. Bayülken’le
yaptığı görüşmede Türk medyasında Bulgar karşıtı yayın ve
kampanyanın devam etmesi halinde ziyaretini yarıda keseceği
Anıların 1989 yılındaki değişimden sonra kaleme alınmasına karşın, Petır
Mladenov’un, Bulgaristan Türkleri hakkında, Türk bilinci taşıyan Bulgar
vatandaşları, Türk bilinçli Bulgar vatandaşları, Bulgaristan’da yaşayan
Müslümanlar gibi kavramları kullanmayı yeğlediği görülür. Türk azınlığı,
soydaş gibi tanımları da mutlaka tırnak içine alarak kullanır.
1
5
Mladenov, age, s. 105.
276 Mevsim
uyarısında bulunur. Daha sonra İhsan Sabri Çağlayangil
(1908–1993), Ahmet Gündüz Ökçün (1936–1986), Hayrettin
Erkmen (1915–1999), İlter Türkmen (1927), Turan Güneş
(1922–1982), Vahit Melih Halefoğlu (1919), Mesut Yılmaz (1947)
gibi Türk dışişleri bakanlarıyla Türkiye’de, Bulgaristan’da veya
çeşitli dünya forumlarında yaptığı görüşmelerden kesitler
sunar. Mladenov, dışişleri bakanı sıfatıyla, üçü Jivkov ile
beraber olmak üzere, beş kez Türkiye’yi ziyaret eder. Türk
meslektaşlarının kişilikleri, profesyonel hazırlıkları hakkında da
ilginç ayrıntılar sunan Bulgar bakan, üstün bir politikacı ve
diplomat olarak nitelendirdiği İhsan Sabri Çağlayangil’e
duyduğu saygı ve sempatiyi gizlemez, belleğinde en sıkıntılı ikili
ziyaret olarak ise Bülent Ecevit’in Mayıs 1978’de Varna’ya
yaptığı ziyaret kalır. Görüşmeler zor ilerler, Anadolu Türklerinin
fizikî açıdan tipik bir temsilcisi olarak gördüğü Ecevit hakkında,
bağnaz bir Türk milliyetçisi değerlendirmesinde de bulunmaktan
kaçınmaz. Sözü edilen ziyaret sırasında, iki ülke arasındaki
ilişkilerde ‘Türk azınlığı’ konusu farklı bir boyut kazanır.
Mladenov’a göre, Bulgaristan’da Türk azınlığının varlığı konusu
yeniden diriltilir ve Türk devleti kendinde onları koruma hakkı
bularak Bulgaristan’ın içişlerine karışmak ister. Daha sonra bu
talepler gündemden düşmeyecektir. Ecevit, Rusçuk’un Slivo
Pole köyüne gider, orada Türklerle konuşmak ve sorunlarını
dinlemek ister, ancak Bulgar bakana göre her şey gayet sakin
ve sorunsuz geçer. İkili protokolün imzalanması uçağın
kalkmasına sayılı dakikalar kala yapılabilir, çünkü Ecevit
kalemi eline alarak düzeltmeler yapmaya kalkışır. Ecevit’le
yıldızı barışmayan Mladenov, 1979’da gerçekleşen Antalya
ziyareti sırasında da bir olayı ayrıntıyla anlatır. Jivkov’un
istediği Türk kahvesi ancak 40 dakika sonra servis edilir,
çünkü ülkenin düştüğü ekonomik darboğazdan dolayı kahve
lüks ürünler listesinde bulunur. Jivkov’un 1983 Türkiye
ziyareti soğuk geçer, Mladenov’a göre, ikili ilişkilerin gündemine
artık aşılmış ve çözümlenmiş sorunlar getirilir, ‘Türk bilinçli
Bulgar
vatandaşları’ndan
söz
ederken
Evren
‘bizim
soydaşlarımız’ der ve Bulgar taraf bundan rahatsızlık duyar. Bir
yıl sonra Mladenov Ankara’ya yeni bir resmî ziyaret
Mladenov’un Anıları 277
gerçekleştirdiğinde, artık başbakan Turgut Özal, dışişleri
bakanı koltuğunda da Halefoğlu oturur. Konumuz açısından
önemli olan bu ziyaretle ilgili biraz daha kapsamlı bir alıntı
yapalım:
“Esenboğa Havalimanı’ndaki karşılama rutin geçti. Bazı
gazetecilerin
gayet
pervasızca
ve
epey
saldırganca
Bulgaristan’daki
‘soydaşların’
durumuyla
ilgili
sorular
yönelttikleri dikkatimi çekti. Türk siyasetçilerin görüşlerinin
gazeteciler arasında da destekçileri olduğu açıktı. Kamuoyu
üzerinde gazetecilerin ne denli güçlü etkisi olduğunu bildiğimden,
Türk-Bulgar ilişkilerinin sıkıntılı bir döneme girdiğinin farkına
vardım. Bu düşüncemin doğruluğu çok geçmeden tasdik
edilecekti. Makam aracı havalimanını terk eder etmez, Halefoğlu,
böyle durumlarda geleneksel selâmlama sözlerini yineleyeceği
yerde, ‘soydaşlarının’ haklarının kaba bir şekilde ihlâl edildiği
haberlerinden çok rahatsız olduklarını söyleyerek başladı.
Örneğin, Kırcaali bölgesinde, ulusal bilinçlenme ve soy köklerini
bulma adı altında, benim Türk meslektaşımın ifadesiyle, ‘Türk
azınlığa ait insanların’ adları zorla değiştirilmiş. Oysa benim
bildiğim, sadece bir ay önce Politbüro bu ahalinin durumunu
düzeltmek için kapsamlı bir karar aldı. Karar çok yapıcıydı ve
burada ad değiştirmeden söz bile edilmiyordu.
Meslektaşımı sakince dinledim ve birkaç notumun olduğunu
söyledim. Birincisi, ikili veya çok taraflı hiçbir belgede
Bulgaristan’da Türk azınlığından söz edilmemektedir. Bu
terminolojiyi kullanarak benim meslektaşım gayet açıkça tarihsel
gerçekleri saptırmak istiyordu. Vurgulamak istediğim ikinci
husus da, Bulgaristan’da Müslüman ahalisi arasında gelişen
süreçlerin yanlış bir şekilde değerlendirilmesiydi. Sayın
Halefoğlu, sözünü ettiği sürecin dün veya bugün başlamış
olmadığını, bunun Bulgar halkının ulusal bilinçlenme döneminde,
başka deyişle, Bulgaristan’ın Türk egemenliği altında bulunduğu
zamanlarda başladığını bilmesin olamazdı.”
278 Mevsim
Mladenov, sıkıntılı geçeceğini bildiği ziyaretin bir sonraki
durağında başbakan Turgut Özal’la görüşür. Buluşmanın
ayrıntıları anılarda şöyle aktarılır:
“Özal’la görüşmeye gittiğimde, makamının önünde kalabalık
bir gazeteci grubuyla karşılaştım. Hemen irkildim. Biliyordum ki,
bu kadar çok medya temsilcisi toplayan bir kişi ya kendi
önemimi göstermek, ya da olabildiğince geniş kitlelere
ulaştırmayı amaçladığı önemli bir açıklama yapmak ister.
Doğaldır ki, gazeteciler her iki amaç için de gayet uygun kitledir.
Başbakanın makam kapısı açıldı ve medya temsilcileri içeri
daldılar. Yaklaşık iki dakika sonra ben de davet edildim.
Makamın eşiğinden ağır adımlarla geçerken bana hazırlanan
sürprizi şimdi beklemem gerektiğini düşündüm. İyi bir şey
bekleyecek kadar saf değildim. Karşıda Türk başbakanının
yuvarlak figürü, asık ve saldırgan yüzünü gördüm. Yaklaşınca,
daha bana elini uzatmadan, çok sayıdaki mikrofon ve televizyon
kamerası önünde yüksek sesle ve kendinden geçmişçesine:
“Bizim soydaşlarımıza neler yapıyorsunuz? Onlara karşı
tutumunuzdan hesap vereceksiniz! Türkiye sizden bunun
hesabını soracak!” dedi. Bu sözlerden sonra flâşlar söndü ve
sanki emir verilmiş gibi gazeteciler acelece makamdan çıktılar.
Baş başa kaldığımızda, Özal, herhalde biraz önceki sahnede
aşırıya kaçtığının farkına varmış olacak ki, konuşmaya gayet
dikkatli ve nezaketli başlayarak durumu yumuşatmaya çalıştı.
Ancak nafileydi. Türk rejisörler testiyi kırmıştı bir kere ve onun
yapıştırılması çok zaman ve çaba gerektirecekti. Bana karşı
düzenlenen provokasyonu sert bir şekilde kınadım ve başbakana
bu provokasyondan ne onların, ne de bizim bir şey
kazanacağımızı, ancak kaybın ortak olacağını söyledim.”6
Kenan Evren’le de görüşmesine kısaca değinen
Mladenov, 1984’ten sonra ikili ilişkiler çok zedelendi tümcesiyle
konuyu kapatır. Bundan sonra iki ülke arasında sadece
diplomatik Belgrad kanal açık kalır, bazı gizli görüşmeler yapılır
ve Belgrad Protokolü imzalanır. Mladenov’un üst düzey Türk
6
Mladenov, age, s. 130–131.
Mladenov’un Anıları 279
yetkilisiyle son görüşmesi, 1988’de New York’ta, Birleşmiş
Milletler toplantısında Turgut Özal’la gerçekleşir. Bulgar bakana
göre, Özal dört yıl öncesi gibi saldırgan değildir ve son yıllarda
ikili ilişkilerde yaşanan gerilimden dolayı her iki ülke de sadece
yarar sağlayabilecekleri birçok fırsatı kullanamadıkları
konusunda ortak üzüntülerini dile getirirler. Görüşmenin
sonunda Mladenov, Özal’a önceki yıllarda uygulanan karşılıklı
ziyaret pratiğini yeniden canlandırma önerisinde bulunarak
kendisini Bulgaristan’a davet eder, ancak Türkiye başbakanı
somut bir tarih veremeyeceğini, ama yakın zamanda bunun
gerçekleşebileceğini söyler. Mladenov’a göre bu görüşme
esnasındaki cesaret verici konuşmalar politikadaki akılcılığın
bir parıltısı, bir kıvılcımı olarak kalır, çünkü çok geçmeden
yıkıcı güçler yine üstün gelir ve iki komşu ülke arasındaki
ilişkileri olabilecek en alt noktaya çeker. Büyük olasılıkla yıkıcı
güçler ile 1989’un Mayıs ayında başlayan büyük göç
kastedilmek istenir.
Sonuç
Petır Mladenov gibi yaklaşık 20 yıl dışişleri bakanlığı
görevinde bulunarak ülkesinde ve uluslararası sahnede tarihsel
olaylara birincil tanıklık etmiş bir politikacının anıları kuşkusuz
önem taşımakta olup zaman içinde kaynak niteliği taşıyan
değerli bir belgeye dönüşecektir. Ancak anılarda, ülkede 1984
ve 1989 yıllarında yaşanan Türklerin adını değiştirme ve göçe
zorlama olaylarıyla ilgili bilgi, analiz, açıklama vs. bulma
umudumuz büyük ölçüde boşa çıkar. Mladenov’un ad
değiştirme olayını Bulgaristan Müslümanları arasında önceki
yüzyıllardan beri süregelen gayet doğal bir süreç olarak
değerlendirdiğine, komünist parti ve Bulgar devletinin Türk
azınlığına uyguladığı baskıyı yanlış, akıldışı ve haksız bir
uygulama olarak kesinlikle görmediğine, bu olaylarla ilgili
soğukkanlı duruş ve tutumunu 1989’daki değişimi izleyen
yıllarda da koruduğuna hayretle tanıklık ederiz.7
7
[Aynı tutum Todor Jivkov’un 1997’de yayınlanmış anılarında da görülmektedir.
Todor Jivkov, Memoari, Sofya, Veliko Tırnovo 1997, Editörün notu].
280 Mevsim
Kaynakça
Mladenov, Petăr, Životăt – Plyusove i Minusi, Ruse 1992.
Džoeva, Tanya, “Represirat Piesa zaradi ‘Politiçeski Riskove’”,
Tema, 31 (147), Ağustos 2004, s. 9–15.
89 SONRASI BULGARİSTAN’DA
AZINLIKLAR VE AZINLIK
HAKLARI
1989-2010 DÖNEMİNDE BULGARİSTAN’LA VE
MÜSLÜMAN-TÜRK AZINLIKLA İLGİLİ
GELİŞMELER
Ali DAYIOĞLU
Giriş
Bulgaristan’ın 1878’de Bulgaristan Prensliğinin kuruluşundan 1989 yılı sonlarında reel-sosyalist rejimin yıkılışına
kadar geçen süre içerisinde ülkesindeki azınlıklarla, bu arada
da en büyük azınlık grubunu oluşturan Müslüman-Türk
azınlıkla1 ilgili politikasının temel özelliği, 1919-1923
Bulgaristan Çiftçi Partisi ve 1944-1947 Vatan Cephesi
iktidarları gibi istisnai dönemler hariç, azınlıklarını asimile
edebilmek amacıyla sürekli ve sistematik bir baskı
uygulamasıydı. Bu süre içerisinde Bulgaristan yönetimleri
ülkenin üniter yapısı için bir tehdit olarak gördükleri
Müslüman-Türk azınlık sorununun çözümü ve tek milletli bir
ulus-devlet yaratmak için azınlığı kitleler halinde göç ettirmek,
kalanları da asimile etmek şeklinde iki aşamalı bir yöntem
izlediler.2
Prenslik ve krallık dönemlerinde Bulgaristan’ın yoğun bir
şekilde uyguladığı asimilasyon politikası 1947-1989 Bulgaristan
Komünist Partisi (BKP) iktidarı döneminde doruk noktasına
Burada “Türk azınlık” veya “Müslüman azınlık” yerine “Müslüman-Türk
azınlık” teriminin kullanılmasının nedeni, Bulgaristan’daki Müslüman
azınlığın yalnızca Türk soylulardan değil, esas olarak Türkler, Müslüman
Romanlar ve Pomaklardan oluşması ve bu üç etnik grup arasındaki ortak
paydayı Müslümanlığın oluşturmasıdır. Bunun dışında, tüm Balkanlar’da
olduğu gibi, Bulgaristan’da da Türklük ve Müslümanlık unsurlarının zaman
zaman birbirlerinin yerine kullanılmaları, bu iki kavramın birbirlerini
desteklemeleri ve kendilerini şartlara göre farklı kimliklerle tanımlayan
azınlıkları birbirlerinden ayırmanın güç olması da çalışmada “MüslümanTürk” azınlık teriminin kullanılmasını gerekli kılmıştır.
2 1878-2005 döneminde Bulgaristan’daki Müslüman-Türk azınlıkla ilgili
uygulamalar konusunda bkz. Ali Dayıoğlu, Toplama Kampından Meclis’e:
Bulgaristan’da Türk ve Müslüman Azınlığı, İstanbul 2005.
1
284 Dayıoğlu
ulaştı.
Özellikle
“Sert
Asimilasyon
Dönemi”
şeklinde
nitelendirilebilecek olan 1984-1989 döneminde Türk azınlığa
yönelik olarak uygulanan çeşitli baskılar ile “Yeniden Doğuş
Süreci” biçiminde adlandırılan ve 1984-1985 döneminde hayata
geçirilen isim değiştirme yoluyla Bulgarlaştırma politikası o
güne kadar Bulgaristan’daki azınlık sorunlarıyla fazla
ilgilenmeyen dünya kamuoyunun büyük tepkisini çekti.3 Bu
gelişme, 1980’li yıllarda Papa 2. Jean Paul suikastı ve silah
kaçakçılığı gibi olaylarla zaten imajı sarsılmış olan
Bulgaristan’ın uluslararası itibarını daha da zedeledi.4
Bulgaristan’ın içine düştüğü bu durumu değiştirecek gelişmeyi,
ülkedeki Türk azınlığı 1989’da zorunlu göçe tâbi tutmasıyla iç
ve dış alanda güç durumda kalan BKP Genel Sekreteri ve Devlet
Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un 10 Kasım 1989’da
yönetimden uzaklaşmak zorunda kalmasının ardından
Bulgaristan’da
çoğulcu
parlamenter
sisteme
geçilmesi
oluşturdu.
Bu köklü değişimin diğer eski Doğu Bloku ülkelerinden
farklı olarak kansız bir şekilde atlatılmasının ve etnik gruplar
arasında şiddet olaylarına rastlanmamasının temel nedenini,
Bulgaristan’ın başta Avrupa Birliği (AB) olmak üzere Batılı
uluslararası kuruluşlara üye olmak istemesi oluşturuyordu.
Bulgaristan yönetimi bu hedefe ulaşmanın, başta MüslümanTürk azınlık olmak üzere, ülkesindeki azınlıkların sorunlarını
çözmekten geçtiğini bildiği için “Bulgar Etnik Modeli” olarak
adlandırılan politikayı uygulamaya yöneldi.
Etnik gruplar arasındaki sorunların diyalog ve azınlıkların
toplumla bütünleşmesi için gerekli mekanizmaların kurulması
yoluyla çözümlenmesini öngören Model, kimlik ve entegrasyon
ile ulus-devlet ve çok etnili demokrasi olmak üzere iki ana
1984-1989 “Sert Asimilasyon Dönemi”ndeki uygulamalar için bkz. Ali
Dayıoğlu, “Policies of the Bulgarian Administration towards the Turkish
Minority between 1984 and 1989”, Turkish-Bulgarian Realtions: Past and
Present, ed. Mustafa Türkeş, İstanbul 2010, s. 89-114.
4 Bu konuda Bulgaristan’ın eski cumhurbaşkanlarından Jelyu Jelev’in
açıklamaları için bkz. Ezgi Başaran, “Asimilasyon Utancımız”, Hürriyet, 16
Haziran 2009.
3
1989-2010 Bulgaristan 285
ilkeye dayanmaktadır. Böylece Model, bir yandan etnik
kimliklerin varlıklarını, bunların devamını ve siyasal yaşama
katılımlarını güvence altına alırken, diğer yandan da ulusdevletin bütünlüğüne vurgu yapmaktadır.
Bu çalışmada 1989 sonrası dönemde uygulamaya konulan
Bulgar Etnik Modeli çerçevesinde Bulgaristan’daki MüslümanTürk azınlık bakımından kaydedilen gelişmeler incelenecektir.
Azınlığı
ilgilendiren
tüm
hususlara
yer
vermenin
imkânsızlığından dolayı, burada yalnızca sert asimilasyon
döneminde zorla değiştirilen isimlerin geri iade edilmesi
konusuyla ve eğitim, din ve vicdan ile basın özgürlüğü
alanlarıyla
ilgili
gelişmeler
ve
karşılaşılan
güçlükler
aktarılacaktır.
Meseleyi
bütünlüklü
bir
çerçevede
değerlendirebilmek için konuya 1989-2010 döneminde
Bulgaristan’la ilgili iç ve dış gelişmeleri kısaca özetleyerek
başlamak yerinde olacaktır.5
1989-2010 Döneminde Bulgaristan’la İlgili Gelişmeler
İç Gelişmeler
1989 yılı sonlarına gelindiğinde Bulgaristan’da BKP rejimi
ve Jivkov için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) lideri Mihail Gorbaçov’un
başlattığı “Açıklık” (Glasnost) ve “Yeniden Yapılanma”
(Perestroyka) politikalarına ve Doğu Avrupa’daki gelişmelere
ayak uydurulamaması dışında iç gelişmeler de Jivkov’un
konumunu sarsmıştı. Bunların başında büyük ekonomik
sıkıntıların yaşanması, Türk azınlığın zor kullanılarak asimile
edilmeye çalışılması ve Mayıs 1989’dan itibaren yüz binlerce
Türk’ün zorunlu göçe tabi tutulması geliyordu. Her ne kadar
Jivkov, Gorbaçov politikalarının Bulgaristan’da da uygulanacağı
ve Parti ile devletin birbirinden ayrılacağı sözünü vermişse de,
bu girişim Jivkov’u kurtarmaya yetmedi. Gerek Parti
içerisinden, gerekse SSCB lideri Gorbaçov’dan gelen baskılar
1989-2005 döneminde Bulgaristan’daki iç ve dış gelişmeler konusunda daha
ayrıntılı bilgi için bkz. Dayıoğlu, age, s. 363-375.
5
286 Dayıoğlu
karşısında Jivkov, 9 Kasım 1989’daki BKP Merkez Komitesi
toplantısının ardından 10 Kasım 1989’da 1954’ten beri
sürdürdüğü BKP Genel Sekreterliği ile 1971’den itibaren
yapmakta olduğu Devlet Konseyi Başkanlığı görevlerinden
ayrılmak zorunda kaldı. Böylece Bulgaristan tarihinde yeni bir
dönem başlamış oldu.
Jivkov’un ardından BKP Genel Sekreterliği’ne 1971’den
itibaren Dışişleri Bakanı olarak görev yapan ve Jivkov’a göre
daha ılımlı siyasi görüşlere sahip olan Petır Mladenov getirildi.
Göreve geldikten sonra Mladenov yaptığı ilk açıklamada
Bulgaristan’ı çağdaş ve demokratik bir hukuk ülkesi haline
getirme sözü verdi. Bulgaristan Parlamentosu’nun 17 Kasım
1989 tarihli oturumunda Devlet Konseyi Başkanlığı’na
seçilmesinin ardından yaptığı konuşmada da Mladenov, hür
seçimlerin yapılacağından söz ederek, bundan sonra esas karar
organının BKP değil, Parlamento’nun olacağını belirtti.
Mladenov’un açıklamasını Kasım ve Aralık aylarında Sofya’da
çok partili siyasi hayata geçilip hür seçimlerin yapılması, insan
haklarına saygının sağlanıp polis rejimine son verilmesi ve
bütün siyasi suçluların serbest bırakılması gibi taleplerin dile
getirildiği geniş katılımlı kitlesel gösteriler izledi. Bu gelişmeler
üzerine BKP Merkez Komitesi 13 Aralık’ta yaptığı toplantıda
ülkede BKP tekeline, yani tek parti sistemine son verdi. Karar,
Parlamento’nun 10 Ocak 1990 tarihli oturumunda onaylandı.
18 Ocak’ta ise, yasalara aykırı davrandığı gerekçesiyle 13 Aralık
1989’da BKP üyeliğinden çıkarılan Jivkov, etnik gruplar
arasında düşmanlık yaratma, görevini kötüye kullanma ve
devlet
kaynaklarını
zimmetine
geçirme
suçlarından
6
tutuklanarak ev hapsine konuldu. Bu gelişmelere rağmen BKP
Belirtilen suçlardan 1994’te yargılanan Jivkov 7 yıl hapis cezasına
çarptırıldı. Temyize giden Jivkov’un başvurusunu ele alan Yüksek Mahkeme
Şubat 1996’da verdiği kararında Jivkov’un yalnızca yetkilerini kötüye
kullanma suçundan yargılanmasına ve torununun evinde göz hapsinde
tutulmasına karar verdi. Kararın ardından cezası uygulanan Jivkov, 6
Ağustos 1998’de öldü (“Asimilasyoncu Komünist Öldü”, Cumhuriyet, 7
Ağustos 1998). Jivkov’un dışında, asimilasyon uygulamasının diğer
sorumlularını bulmak amacıyla Parlamento’da “Totaliter Dönemde Yapılan
Suistimallerin ve Yasa İhlâllerinin Araştırılması İçin Parlamento Komisyonu”
6
1989-2010 Bulgaristan 287
yönetimine karşı kitlesel gösterilerin yoğun şekilde devam
etmesi üzerine, 30 Ocak-2 Şubat 1990 tarihleri arasında
yapılan BKP Kongresi’nde Mladenov genel sekreterlik
görevinden alındı ve yerine reformcu kimliğiyle tanınan
Aleksandır Lilov getirildi. Bununla birlikte Mladenov’un devlet
başkanlığı görevini sürdürmesi kararlaştırıldı. Kongre’de BKP
tarafından yayınlanan bildiride Parti’nin Marksist-Leninist
çizgisini koruyacağının belirtilmesinin yanında, Parti ile devletin
ayrılacağı,
kapsamlı
siyasi
ve
ekonomik
reformların
uygulanacağı ve çok partili siyasi hayata geçileceği belirtildi.
Bu kararlar büyük ekonomik güçlüklerle boğuşan Bulgar
halkını tatmin etmedi. 7 Aralık 1989’da kurulan ve BKP’ye
muhalif gruplardan oluşan Demokratik Güçler Birliği (DGB)
önderliğindeki kitlesel gösteriler devam etti. Gittikçe artan
kamuoyu baskısı sonucunda Bulgaristan Parlamentosu 3 Nisan
1990 tarihli oturumunda siyasi parti kurma hakkını tanımanın
yanı sıra, çok partili ve serbest seçimlerin yapılmasını
düzenleyen yeni seçim yasasını kabul etti. Bu oturumda, daha
önce ismini Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) olarak değiştiren
BKP ile DGB arasında varılan uzlaşı uyarınca seçimlerin iki
turlu olarak 10 ve 17 Haziran 1990 tarihlerinde yapılmasına
karar verildi. Belirlenen tarihlerde yapılan seçimler sonucunda
400 üyeli Parlamento’da BSP 211, DGB 144, HÖH 23, Bulgar
Tarım Halk Birliği (BTHB) 16, Vatan Birliği 2, Bağımsızlar 2,
Sosyal Demokrat Parti 1, Milli İşçi Partisi de 1 sandalye
kazandı.
Seçimlerin yapılması ülkedeki çalkantıyı durdurmadı.
BSP’ye yönelen tepkileri azaltmak ve toplumsal barışı sağlamak
için BSP’nin DGB’ye sunduğu geniş tabanlı bir koalisyon
hükümeti kurma teklifinin DGB tarafından reddedilmesinin
ardından, bu kez de Temmuz ayı başında devlet başkanlığı krizi
adıyla özel bir komisyon oluşturuldu. Komisyon 14 Mayıs 1990’da yaptığı
açıklamada Jivkov’un dışında asimilasyon uygulamasından sorumlu olan tek
kişinin Politbüro eski üyesi ve Jivkov’un en yakın yardımcısı Milko Balev
olduğunu açıkladı (Hugh Poulton, The Balkans, Minorities and States in
Conflict, 2nd ed., London 1994, s. 165-166). Böylece, bir kişi hariç, dönemin
tüm yöneticileri “aklanmış” oldu.
288 Dayıoğlu
patlak verdi. 14 Aralık 1989’da öğrencilerin Parlamento binası
önünde gösteri yaptıkları sırada göstericileri dağıtmak için
tankların gelmesini istediği ortaya çıkınca, Mladenov 6 Temmuz
1990’da istifa etmek zorunda kaldı. İstifa, yeni bir krizin
başlangıcı oldu. Devlet Başkanlığı için 20 Temmuz 1990’da
Parlamento’da yapılan seçimde gösterdiği adayın gerekli olan
üçte ikilik çoğunluğu elde edememesinin ardından BSP, ülkede
daha büyük bir siyasi krizin ortaya çıkmasını önlemek için DGB
adayı Jelyu Jelev’i destekleme kararı aldı. Seçim sonucunda
Jelev, 1 Ağustos 1990’da Bulgaristan’ın yeni devlet başkanı
seçildi.
Bu uzlaşıya rağmen, ülkede BSP iktidarına yönelik tepkiler
devam etti. Bunları azaltmak amacıyla BSP yönetimi 21
Ağustos 1990’da tüm resmî binalardaki komünizmle ilgili bütün
işaret ve sembollerin kaldırılması kararını aldı. Kasım ayı
ortalarında da Parlamento, ülkenin isminin Bulgaristan
Cumhuriyeti olarak değiştirilmesine ve ülke bayrağındaki
komünizmle ilgili sembollerin kaldırılmasına ilişkin yasayı
onayladı. Yapılan reformlara rağmen, başta yiyecek ve akaryakıt
sıkıntısı olmak üzere yaşanan ekonomik sorunlarla birleşen
tepkiler 29 Kasım 1990’da Andrey Lukanov liderliğindeki BSP
hükümetini istifaya zorladı. İstifanın ardından, Aralık 1990’da
bağımsız Dimitır Popov liderliğinde BSP, DGB, BTHB üyeleri ile
bağımsızlardan oluşan koalisyon hükümeti kuruldu.
12 Temmuz 1991’de Bulgaristan Cumhuriyeti’nin yeni
anayasasının kabul edilmesinin ardından, Parlamento kendisini
feshetti ve 13 Ekim 1991’de genel seçimlere gidildi. Yapılan
seçimlerde üye sayısı 240’a indirilen Parlamento’da DGB 110,
BSP 106, HÖH de 24 sandalye kazandı. Filip Dimitrov
liderliğinde DGB üyeleri ve bağımsızlardan oluşan yeni
hükümetin kurulmasından sonra, 20 Ocak 1992’de ilk kez
halkoyuyla yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Jelev ikinci
kez bu göreve seçildi.
DGB’nin hükümeti kurmasıyla birlikte pazar ekonomisine
geçilmesi yönünde ciddi adımlar atılmaya başlandı. Nisan
1989-2010 Bulgaristan 289
1992’de hükümet tarafından yapılan açıklamada liberal bir
ekonomik politikanın izleneceği ve Uluslararası Para Fonu’nun
(IMF) koyduğu tüm şartların yerine getirileceği belirtildi.
Açıklamanın ardından, 1947-1962 döneminde devletleştirilen
tüm özel mülklerin sahiplerine geri verilmesine ve devlet
işletmelerinin
özelleştirilmesine
ilişkin
yasa,
BSP’nin
muhalefetine karşın, Parlamento tarafından kabul edildi.
Parlamento’da anahtar parti durumunda olan HÖH uygulanan
ekonomik programla ilgili olarak zamanla DGB’yle ters düşmeye
başladı. İki parti arasında bu konuda bir uzlaşıya
varılamamasının ardından, HÖH ile BSP’nin birlikte hareket
etmesiyle Dimitrov hükümeti düşürüldü ve yerine HÖH’ün aday
gösterdiği Cumhurbaşkanı Jelev’in ekonomi danışmanı Lyuben
Berov başbakanlığa getirildi. Bir çeşit teknokratlar hükümeti
kuran ve hiçbir partiyle bağlantısı bulunmayan Berov’un
ülkenin
karşılaştığı
ekonomik
sorunlara
bir
çözüm
getirememesi ve özelleştirme programını etkin bir şekilde
uygulayamaması üzerine hükümet Eylül 1994’te istifa etmek
zorunda kaldı. Yeni hükümeti kurmaya DGB ve BSP’nin istekli
olmamaları üzerine, Cumhurbaşkanı Jelev Ekim 1994’te
Parlamento’yu feshetti ve yeni seçimlerin 18 Aralık’ta
yapılacağını açıkladı. Belirlenen tarihte yapılan seçimlerde iki
küçük sol partiyle ittifak yapan BSP 125, DGB 69, BTHB ve
Demokratik Parti’nin koalisyonundan oluşan Halk Birliği 18,
HÖH 15 ve Bulgar İşadamları Birliği (BİB) de 13 sandalye
kazandı.7 Ocak 1995’te de Jan Videnov’un başbakanlığında BSP
üyelerinin çoğunlukta olduğu yeni hükümet kuruldu.
Hükümetin özellikle Tarım Yasası’nda değişiklik yaparak
özel mülkiyeti sınırlaması ve BKP iktidarı döneminde olduğu
gibi kolektif çiftlikler oluşturmaya yönelmesi gibi icraatları 1995
yılı içerisinde kitlesel gösterilere neden oldu. Siyasi ve ekonomik
çalkantılar içerisinde geçen 1995 yılının ardından 1996’da yeni
cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Seçimlerde Bulgaristan’ın
NATO’ya girmesini ve AB’ye üye olmasını savunan DGB adayı
1991 seçimleriyle kıyaslandığında HÖH’ün 9 milletvekilliği kaybetmesinin
nedenleri için bkz. Dayıoğlu, age, s. 429-434
7
290 Dayıoğlu
Petır Stoyanov 3 Kasım 1996’da cumhurbaşkanlığına seçildi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden güçlü bir şekilde çıkan DGB,
Aralık 1996’da düzenlediği çeşitli protesto gösterileriyle Videnov
hükümetini istifaya zorladı. Parlamento içerisinden yeni bir
hükümetin çıkmaması üzerine geçici bir teknokratlar hükümeti
atayan Cumhurbaşkanı Stoyanov, 19 Şubat 1997’de
Parlamento’yu feshederek yeni Parlamento seçimlerinin 19
Nisan 1997’de yapılacağını açıkladı. Seçimlerde DGB 137, BSP
58, HÖH’ün de içerisinde yer aldığı Ulusal Kurtuluş İçin Birlik
19, Avrupa Solu 14 ve BİB de 12 sandalye kazandı. Seçimlerin
ardından Ivan Kostov’un başbakanlığında yeni hükümet
kuruldu.
1997 seçimlerinin DGB’nin zaferiyle sonuçlanmasıyla
Bulgaristan, Batı’yla bütünleşme yolunda attığı adımları iyice
hızlandırdı. Mayıs 1997’de toplanan Parlamento, DGB’nin
önerdiği 7 maddelik bir “Ulusal Oydaşma Bildirgesi”ni kabul
etti. Bildirge’de IMF’yle anlaşmaya varılan ekonomik reformların
uygulanması, tarım alanlarının gerçek sahiplerine geri
verilmesine yönelik işlemlerin hızlandırılması ve Bulgaristan’ın
AB ve NATO üyeliği için gerekli adımların atılması yönünde
kararlar alındı.
DGB iktidarının bu kararları hayata geçirmeye çalıştığı dört
yıllık dönemin ardından, 17 Haziran 2001’de genel seçimler
yapıldı. Seçimlerde eski Kral 2. Simeon liderliğindeki “2. Simeon
Ulusal Hareketi” (NDSV) 120, DGB 51, BSP’nin başını çektiği
Bulgaristan İçin Koalisyon (BİK) 48, Liberal Birlik ve Evroroma
ile birlikte seçimlere katılan HÖH ise 21 sandalye kazandı.
Sonuçların ardından NDSV ile HÖH arasında geçen koalisyon
görüşmeleri başarıyla sonuçlandı ve 20 Temmuz 2001’de
NDSV-HÖH koalisyon hükümeti kuruldu. Eski kral Simeon
Sakskoburggotski de başbakanlık görevini üstlendi. Böylece, bir
yandan ilk kez Balkanlar’da ve Avrupa’da bir eski kral seçimler
yoluyla ülke yönetiminin başına geçerken, diğer yandan da yine
ilk kez Bulgaristan’daki Müslüman-Türk azınlık HÖH
vasıtasıyla Bulgar hükümetinde temsil edilme olanağını elde
1989-2010 Bulgaristan 291
etti.8 Ekonomik kalkınmanın ve Batı’yla bütünleşmenin
öncelikli hedefler olarak saptandığı koalisyon protokolü
uyarınca9 HÖH, 16 üyeli kabinede Tarım ve Orman ile Doğal
Afetler ve Sanayi Kazaları Bakanlıklarının yanı sıra, Milli
Savunma, Maliye, Ekonomi, Bölgesel Gelişme ve Çevre Bakan
Yardımcılıklarını aldı. HÖH, Sofya, Razgrad ve Eski Cuma
Valiliklerinin dışında, 6 da vali yardımcılığı elde etti.
11 Kasım 2001’de ise cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı.
Seçimlerin ilk turunda hiçbir adayın oyların % 50’den fazlasını
elde edememesi üzerine, 18 Kasım’da yapılan 2. turda
NDSV’nin ve DGB’nin desteklediği Stoyanov yerine, HÖH’ün
desteklediği BSP lideri Georgi Pırvanov cumhurbaşkanı seçildi.
Görüldüğü gibi, 1989-2001 döneminde Bulgaristan iç
politika alanında istikrarsız ve çalkantılı günler geçirdi. İktidara
gelen siyasi partiler iktidarlarını bir dönemden fazla
sürdüremedikleri gibi, zaman içerisinde sürekli bölünmeye
uğradılar.
Bu
durumun
temel
nedeni,
iktidarlarını
meşrulaştıracak ideoloji üretememeleri ve toplum projelerinin
olmayışlarıydı. Bulgaristan’ın köklü bir demokrasi geleneğinin
bulunmayışı ve yeni kurulmaları nedeniyle siyasal partilerin
siyasi alandaki pratiklerinin az oluşu bu konuda belirleyici rol
oynadı.10
Sakskoburggotski Hükümeti’nin ekonomik büyümeyi %
6’ya çıkarmasına, işsizliği % 13’lere düşürmesine, ülkeyi AB
üyeliğinin eşiğine getirip 2004’te NATO’ya sokmasına karşın,
NDSV-HÖH hükümetinin büyük ortağı olan NDSV 25 Haziran
2005 seçimlerinde büyük bir yenilgiye uğradı. Bu durumun
HÖH’ün seçimlerde elde ettiği başarının nedenleri için bkz. Dayıoğlu, age, s.
439-441.
9
Seçimlerin ardından Başbakan Sakskoburggotski de yaptığı tüm
açıklamalarda yeni hükümetin öncelikli hedefinin AB ve NATO üyeliği için
mücadele etmek olduğunu belirtti. “Sofya’da Hükümete Güvenoyu”,
Cumhuriyet, 25 Temmuz 2001; “Eski Kral Simeon Cumhuriyet Üzerine Yemin
etti”, Hürriyet, 25 Temmuz 2001.
10 Bu konuda bkz. Mustafa Türkeş, “Geçiş Sürecinde Dış Politika Öncelikleri:
Bulgaristan Örneği”, Türkiye’nin Komşuları, der. Mustafa Türkeş / İlhan
Uzgel, Ankara 2002, s. 186-190.
8
292 Dayıoğlu
başlıca nedenleri arasında Sakskoburggotski’nin başbakanlığa
gelirken halka verdiği “800 günde ahlâki ve ekonomik
Rönesans” sözünü tutamaması, halkın büyük çoğunluğunun
ciddi ekonomik sıkıntılar yaşarken zaten yüksek olan suç ve
yolsuzluk oranının daha da artması yer alıyordu.11 Bu ortamda
25 Haziran 2005 tarihinde yapılan ve ülkeyi AB’ye resmen
taşıyacak hükümeti belirlemesi açısından büyük önem taşıyan
genel seçimlerde BSP liderliğindeki BİK 82, NDSV 53, HÖH 34,
Ataka (Hücum) İttifakı 21, Birleşik Demokratik Güçler (BDG)
20, Güçlü Bulgaristan İçin Demokratlar (GBİD) 17 ve
Bulgaristan Halk Birliği (BHB) de 13 sandalye kazandı.
HÖH’ün büyük bir zaferle çıktığı seçimlerin ardından12 BSP
ile HÖH arasında bir azınlık hükümeti kurulması yönünde
anlaşmaya varılmışsa da, koalisyon hükümeti Parlamento’dan
güvenoyu alamadı. Ancak, ülkede ortaya çıkan siyasi
belirsizliğin AB’ye katılım sürecini geciktirebileceği endişesiyle
seçimlerde ilk üç sırayı elde eden BSP, NDSV ve HÖH 15
Ağustos 2005’te üçlü bir koalisyon hükümetinin kurulması ve
başbakanlığa BSP lideri Sergey Stanişev’in getirilmesi
konusunda anlaşmaya vardılar. Yeni kabine 16 Ağustos 2005’te
Parlamento’dan güvenoyu aldı ve göreve başladı. 17 üyeli
kabinede HÖH, Başbakan Yardımcılığı ve Doğal Afetler ve
Sanayi Kazaları Bakanlığı’nın yanı sıra, Çevre ve Su ile Tarım ve
Orman Bakanlıklarını aldı.
HÖH’ün başarısı başta Ataka olmak üzere milliyetçi
çevrelerin büyük tepkisini çekti. Seçimlerden yaklaşık üç ay
kadar önce gazeteci Volen Siderov’un liderliğinde kurulan ve
başta Türkler ve Romanlar olmak üzere ülkedeki etnik
Halkın NDSV’ye desteğinin zamanla azalması Parti içerisinde istifalara da
neden oldu. Bu çerçevede, NDSV’nin 120 sandalye kazandığı 2001
seçimlerinden Şubat 2005’e kadar geçen süre içerisinde toplam 24 milletvekili
NDSV’den istifa etti. “İktidar Partisi NDSV Eriyor: İki Milletvekili Daha
Partiden Ayrıldı”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 16 Şubat 2005, http://www.bgturk.net/news.php?id=994, 01.07.2005.
12 HÖH’ün seçimlerde elde ettiği başarının nedenleri için bkz. Dayıoğlu, age, s.
449-453.
11
1989-2010 Bulgaristan 293
azınlıklara yönelik ırkçı politikalar izleyen Ataka,13 seçim
propagandası süresince dile getirdiği HÖH karşıtı söylemlerinin
dozunu seçimlerden sonra daha da artırdı. Sonuçların
açıklanmasının ardından yaptığı ilk açıklamada Siderov, Bulgar
Ulusal Televizyonu (BNT) Kanal 1’de hafta içi her gün
yayınlanan Türkçe haber bülteninin kaldırılması için mücadele
edeceklerini belirtti. HÖH’ün Anayasa’ya aykırı bir parti
olduğunu, dolayısıyla yasaklanmasına gerek olmadığını,
yalnızca Anayasa’nın uygulanmasının yeterli olacağını savunan
Siderov, Bulgaristan’da resmî dilin Bulgarca olduğunu, oysa
HÖH lideri Ahmet Doğan’ın Türkçeyi yasa dışı kullandığını ve
teröristlerin anıtı önünde boyun eğdiğini iddia etti.14
Sonraki günlerde benzer söylemleri sürdüren Siderov,
Jivkov döneminde uygulanan asimilasyon kampanyasında
olduğu gibi, ülkede yaşayan Türklerin isimlerinin değiştirilip
isimlerin sonlarına “-ov, -ev, -ova, -eva” gibi Bulgarca eklerin
getirileceğini, örneğin “Hasan” isminin “Hasanov” olacağını,
böylece Bulgaristan’ın Bulgarlara ait olduğunu herkesin
göreceğini savundu.15
Ataka, ırkçı söylemlerini Parlamento oturumlarına da taşıdı.
BSP-HÖH koalisyon hükümetinin güven oylamasının yapıldığı
oturumda söz alan Siderov HÖH’ü bir “siyasi Frankenştayn” a
benzetirken,
HÖH
üyelerini
de
“isim
değiştirme
Ataka, Volen Siderov’un yaptığı bir televizyon programından doğdu. Üç yıl
genel yayın yönetmenliği yaptığı sosyalist Demokrasi gazetesindeki görevine
son verildikten sonra, Siderov Scap Tv adlı özel bir kanalda yolsuzluk ve
özelleştirme karşıtı milliyetçi söylemler içeren “Ataka” isimli bir program
yapmaya başladı. Programın geniş bir izleyici kitlesine ulaşmasıyla Siderov,
seçimlerden yaklaşık üç ay kadar önce aynı isimle bir siyasi parti kurup
oluşturduğu ittifakla seçimlere katıldı. Bu konuda bkz. İsmail Şahin, “ATAKA
Atakta”, Hürriyet, 27 Haziran 2005.
14 “Sofya’yı Irkçı Fırtına Bastı”, Radikal, 27 Haziran 2005; “Koalisyon
Pazarlıkları”, Cumhuriyet, 27 Haziran 2005; “Siderov: DPS, Yasadışı Bir
Partidir. Ülkede Resmi Dil Bulgarcadır”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 26 Haziran
2005, http://www.bg-turk.net/news.php?id=1510, 01.07.2005.
15 “Hasan’ı Hasanov Yapmak İstiyor”, Milliyet, 28 Haziran 2005; Türklerin
İsimlerini Değiştireceğiz”, Kıbrıs, 28 Haziran 2005; “Türk İsimleri
Değiştirilecek”, Radikal, 28 Haziran 2005; “Hasan İsmini Hasanov Yaparız”,
Hürriyet, 28 Haziran 2005; “Bulgaristan’da Irkçı İcraatlar Başladı”, Sabah, 28
Haziran 2005.
13
294 Dayıoğlu
kampanyasından sonra kadınları ve çocukları öldüren bir terörist
teşkilatın çocukları” olarak nitelendirdi.16 BSP-HÖH azınlık
hükümetinin 28 Temmuz 2005’te güvenoyu alamamasının
ardından
gündeme
gelen
BSP-NDSV-HÖH
koalisyon
hükümetinin 16 Ağustos 2005’teki güven oylaması sırasında
Siderov’un hedefinde bu kez Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov
vardı. Siderov, Pırvanov için “Tüm Bulgarlar için açık olan şu ki,
partiler üstü bir cumhurbaşkanı yerine, bu makamda Türk etnik
partisinin bir kuklası oturuyor” sözlerini kullandı.17 Ataka’nın
ırkçı söylemleri karşısında HÖH yetkilileri tansiyonu
yükseltecek karşı açıklamalarda bulunmayarak gerginliğin
artmaması için çaba gösterdiler.
HÖH, ilk turu 22 Ekim 2006’da yapılan cumhurbaşkanlığı
seçiminde de ülke siyasetinde ne kadar etkin olduğunu ortaya
koydu. İlk turda her ne kadar Cumhurbaşkanı Pırvanov % 63,7
oranında oy almışsa da, seçimlere katılımın % 43 civarında
kalması nedeniyle ikinci tura gidildi. 29 Ekim’de yapılan ikinci
turda HÖH’ün de desteğiyle Pırvanov, Ataka lideri Siderov’un
önünde ipi göğüsledi. Böylece Pırvanon üst üste ikinci kez
cumhurbaşkanı seçildi.
HÖH’ün gücünü gösterdiği bir başka
1 Ocak 2007’de AB’ye üye olmasının
2007’de yapılan Avrupa Parlamentosu
HÖH’ün başarısını asıl önemli kılan
seçim, Bulgaristan’ın
ardından 20 Mayıs
(AP) seçimleri oldu.
14 Şubat 2007’de
Şükran Pakkan, “İşte Türk Düşmanlığı”, Milliyet, 29 Temmuz 2005.
Ataka’nın HÖH’e ve başta Türkler ve Romanlar olmak üzere ülkedeki etnik
azınlıklara yönelik ırkçı söylemleri Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nı harekete
geçirdi. Ataka’nın söylemlerine karşı AB kurumlarından herhangi bir tepkinin
gelmemesi üzerine Türkiye’nin Brüksel’deki AB Daimi Temsilciliği AB
Komisyonu’na, Londra Büyükelçiliği de AB Dönem Başkanı İngiltere’nin
Dışişleri Bakanlığı’na başvuruda bulunarak konuya dikkat çektiler.
Avusturya’da koalisyon ortağı olan Jörg Haider’e karşı 1999’da güç birliği
yaparak yaptırımlarla Haider’in koalisyondan ayrılmasını sağlayan AB’nin,
Haider’le benzer açıklamalarda bulunan Ataka’ya karşı herhangi bir tepki
göstermemesi Ankara’da “çifte standart” eleştirilerine yol açtı. Utku Çakırözer,
“AB, Türk Düşmanı Irkçıları Görmüyor”, Milliyet, 4 Ağustos 2005.
17 “Irkçı Lider Meclisi Karıştırdı”, Milliyet, 17 Ağustos 2005; “ATAKA Yine
Meclisi Karıştırdı”, Cumhuriyet, 17 Ağustos, 2005; “Irkçı ATAKA Bulgar
Meclis’ni Karıştırdı”, Hürriyet, 17 Ağustos 2005.
16
1989-2010 Bulgaristan 295
Bulgaristan Parlamentosu’nda kabul edilen yasa ile Türkiye’de
yaşayan Bulgaristan vatandaşı Türklerin seçimlerde oy
kullanmalarının engellenmesiydi. Yasa, AP seçimlerinde oy
kullanabilmek için seçim gününden en az 3 ay önce
Bulgaristan’a veya herhangi bir AB üyesi ülkeye gidip seçimlere
kadar buralarda ikamet etmelerini öngörüyordu.18 Yasa
uyarınca Türkiye’de yaşayan 185.000 Bulgaristan Türkünün
isimlerinin seçmen listelerinden silinmesine karşın19 HÖH,
seçimlerde AP’de Bulgaristan’a ayrılan 18 sandalyeden 4’ünü
elde etti.20 Katılımın % 28.61 gibi çok düşük bir oranda olduğu
seçimlerde liderliğini Sofya Belediye Başkanı Boyko Borisov’un
yaptığı “Bulgaristan’ın Avrupai Gelişimi İçin Vatandaşlar”
(GERB) 5, BSP 5, Ataka 3, NDSV de 1 sandalye elde etti.
Seçim sürecinde Ataka’nın yaptığı propaganda yine dikkat
çekiciydi. Parti, başta Sofya olmak üzere ülkenin birçok yerine
Paris’teki Eyfel Kulesi’ne minare eklenmiş posterler asarak “Biz
olmasaydık, böyle olacaktı” ve “Türkleri durduralım” afişleri
astı. Ataka, bu temayı işleyen bir de seçim klibi hazırlamasına
rağmen bunu devlet televizyonunda yayınlatmayı başaramadı.
Klibi yayınlayan Skat TV ise kapatma cezası aldı.21 HÖH’ün
seçim başarısının ardından Ataka lideri Siderov, HÖH
listesinden seçilen milletvekilleri için “AP’ye Sofya’nın değil,
Ankara’nın milletvekilleri gidiyor” suçlamasında bulunarak
HÖH’e yönelik tepkisini devam ettirdi.22
“Türkiye’de Yaşayanlar Bulgaristan’ın AB Milletvekillerini Seçemeyecek”,
Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
14
Şubat
2007,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=1164, 04.03.2011; “Türkiye’deki Bulgar’a
Oy Yok”, Radikal, 15 Şubat 2007.
19 “185 Bin Bulgaristan Türkü, AP Seçim Listelerinden Silindi…”, Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
5
Nisan
2007,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=1204, 04.03.2011; Radikal, 20 Mayıs
2007.
20 Bulgaristan 1 Ocak 2007’de AB’ye tam üye olduktan sonra Avrupa
Parlamentosu’na 18 milletvekili göndermişti. Bunların 3 tanesi HÖH’tendi.
21 “Ataka’dan Türklere Hakaretli Kampanya”, Radikal, 17 Mayıs 2007; “Bulgar
Irkçısı Eyfel’in Tepesine Minare Geçirdi”, Radikal, 18 Mayıs 2007.
22 “HÖH Sürprizi”, Milliyet, 22 Mayıs 2007,
18
296 Dayıoğlu
Bulgaristan’ın AB’ye üye olmasının ardından ilk genel
seçimler 5 Temmuz 2009’da yapıldı. AB üyeliğinin ülkenin
yaşadığı ekonomik sorunlara çare olamaması, BSP-NDSV-HÖH
Hükümeti’nin yolsuzlukla, rüşvetle ve örgütlü suçlarla
mücadelede başarısız kalması, yargı reformunun bir türlü
gerçekleştirilememesi, bunlardan ötürü AB’nin Bulgaristan’a
yönelik mali yardımları askıya alması, seçmenleri, “ülkenin
imajını yükseltmeyi ve yolsuzluğa bulaşmış tüm kişileri demir
parmaklılar ardına koymayı” vaat eden Borisov’un liderliğindeki
GERB’i desteklemeye yöneltti. Seçimlerde GERB 116
milletvekilliği kazanırken, BSP 40, HÖH 38, Ataka 21, SDS-DSB
(Mavi Koalisyon) 15, RZS (Düzen, Meşruiyet ve Güvenlik Partisi)
de 10 sandalye elde etti.23 Hiçbir partiyle koalisyona gitmeyen
GERB’in kurduğu azınlık hükümeti Ataka, Mavi Koalisyon ve
Düzen, Meşruiyet ve Güvenlik Partisi’nin desteğiyle 27 Temmuz
2009’da Parlamento’da güvenoyu aldı ve resmen göreve
http://www.milliyet.com.tr/hoh_surprizi/dunya/haberdetayarsiv/
22.05.2007/200329/default.htm, 26.07.2010; “HÖH Sofya’dan Sonra
Brüksel’de”, Radikal, 22 Mayıs 2007.
23 Her ne kadar HÖH hükümet dışı kalmışsa da, 2005 seçimlerinde 34 olan
milletvekilliği sayısını 38’e çıkarmayı başardı. Bu başarıda çeşitli etkenler rol
oynadı. Öncelikle seçmenler Bulgaristan’ın karşı karşıya bulunduğu
sorunlardan HÖH yerine, iktidarın büyük ortakları BSP ile NDSV’yi sorumlu
tuttular. İkincisi, başta Ataka olmak üzere milliyetçi partilerin MüslümanTürk azınlık karşıtı tutumları azınlığın HÖH etrafında bütünleşmesini sağladı.
HÖH de iyi bir örgütlenmeyle gerek Bulgaristan’da, gerekse Türkiye’de
yaşayan azınlık mensuplarını bir arada tutmayı başarabildi ve azınlığın meşru
temsilcisi olduğunu kanıtladı. Bu durumun en somut göstergesi HÖH’ün
Türkiye’den aldığı oy sayısıydı. 2005 seçimlerinde Türkiye’den 40.050 oy
kullanılırken, bu rakam 2009 seçimlerinde 88.597’ye ulaştı. HÖH,
Bulgaristan dışında kullanılan 153.534 oyun 93.926’sını aldı (Ayhan Demir,
“Bulgaristan Seçimleri Üzerine”, Milli Gazete, 29 Temmuz 2009,
http://www.tumgazeteler.com/?a=5364848, 16.08.2009). Böylece HÖH,
Türkiye dışında yaşayan ülkelerdeki azınlık mensuplarının da oyunu almış
oldu. Üçüncüsü, HÖH, azınlık bakımından bağımsızlık veya özerklik gibi
taleplerde bulunmama yönündeki istikrarlı siyasi çizgisini devam ettirdi.
Böylece çoğunluğun kendisini siyasal yaşamdan soyutlamasına olanak
tanımadı. Dördüncüsü, HÖH, tüm ülkede örgütlenerek, üstelik geçmiş
seçimlerde de olduğu gibi parti kadrolarını ve milletvekili listelerini Bulgar
kökenli kişilere de açarak Bulgaristan’ın partisi olduğunu gösterdi.
1989-2010 Bulgaristan 297
başladı.24 17 üyeli hükümette Türk kökenli heykeltıraş Vejdi
Raşidov kültür bakanı oldu.
GERB’in iktidara gelmesi azınlığın ülkedeki geleceğiyle ilgili
soru işaretleri yarattı. Bunun nedeni, GERB lideri Boyko
Borisov’un Sofya Belediye Başkanlığı sırasında Ataka’ya karşı
tutumundan ve çeşitli tarihlerde azınlıkla ilgili sarf ettiği
sözlerden dolayıydı. Borisov, 2006’da Bulgaristan Ulusal Günü
olan 3 Mart’ta Ataka’ya miting düzenleme izni vermiş, bu
duruma başta Başbakan Stanişev olmak üzere birçok siyasi
tepki göstermişti.25 Diğer yandan, Ataka tarafından hazırlanan
ve 24 Nisan’ın ‘Ermeni soykırımını anma günü’ olarak ilan
edilmesine ilişkin önerinin Mart 2008’de Sofya Belediye
Meclisi’nin gündemine getirilmesine GERB destek vermişti.26
Öneri, Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı’nın müdahalesiyle
oylanamamıştı.27 Bunların yanı sıra, aşağıda ayrıntısıyla
belirtileceği gibi, Bulgar Ulusal Televizyonu’nda yayınlanan
Türkçe haber bülteninin kaldırılması yönünde Ataka’nın çeşitli
tarihlerde yaptığı girişimlere Borisov’un destek vermesi dikkat
çekiciydi.
Borisov’dan endişe duyulmasındaki bir başka neden
azınlıkla ilgili söylediği sözlerden dolayıydı. Örneğin Borisov
Ataka, propaganda sürecinde azınlık ve Türkiye karşıtı söylemleriyle
seçimlere yine damgasını vurdu. Daha da ötesi, oy kullanmak için otobüslerle
Türkiye’den Bulgaristan’a gelen Türkler, Kaptan Andreova sınır kapısı önünde
Ataka sempatizanlarının saldırısına uğradılar. “Türkler Anadolu’ya”, “Türkler
Dışarı” ve “Yeniçerileri İstemiyoruz” sloganları atan göstericilere hitaben bir
konuşma yapan Ataka lideri Siderov, iktidara geldiklerinde Türkiye’den oy
kullanılmasını yasaklayacaklarını belirtti (“Seçime Gelen Türklere Ataka’dan
Çirkin Saldırı”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 5 Temmuz 2009, http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=1481, 05.06.2010; “Sofya’da Sosyalistler
İçin Kader Günü”, Radikal, 5 Temmuz 2009).
25 “Stanişev: Borisov’un Davranışı Beni Şaşırtıyor”, Bulgar-Türk Haber Ajansı,
25 Şubat 2006, http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=866,
26.02.2011. Mitingde Türk karşıtı söylemlerini tekrarlayan Siderov,
Bulgaristan’ın özgür bir ülke olmadığını, eskiden olduğu gibi yine Türk esareti
altında bulunduğunu belirtti. Bulgaristan’ın tek uluslu bir devlet haline
gelmesini kendilerine prensip edindiklerini söyleyen Siderov, BSP-NDSV-HÖH
koalisyonunu Bulgaristan için bir tümör şeklinde nitelendirdi. “Hızla Artan
Türk Nüfusu Bulgaristan’ı Korkutuyor”, Dünya Gündemi, 12-19 Mart 2006.
26 “Erdoğan’a Sofya’da Tatsız Sürpriz Var”, Radikal, 27 Mart 2008.
27 “Sofya’da Erdoğan’a Irkçı ATAKA Baskını”, Radikal, 28 Mart 2008.
24
298 Dayıoğlu
Kasım 2008’de yaptığı bir konuşmada, 1984-1989 sert
asimilasyon döneminde Türk azınlığa mensup kişilerin
isimlerinin zorla değiştirilip Türkiye’ye göçe zorlanmalarını
“Büyük Seyahat” şeklinde nitelendirerek Bulgaristan’da doğan
her çocuğun Bulgar adı taşıması gerektiğini savundu. Borisov,
ayrıca, “Kendini Türk hisseden Türkiye’ye gitsin” açıklamasında
bulundu.28 Borisov’un 2009 genel seçimleri öncesinde ABD’ye
yaptığı ziyaret sırasında “Türkler ve Romanlar kötü malzeme”
ifadesini kullanması29 azınlığın endişelerini artırmıştı.30
GERB’in BSP veya HÖH’le koalisyona gitmek yerine
Parlamento’daki milliyetçi partilerin desteği ile azınlık hükümeti
kurmayı tercih etmesi, azınlığı endişelendiren bir başka husus
oldu. Her ne kadar seçimlerin ardından Borisov’un ülkede etnik
sorunlar ile spekülasyon yapılmaması gerektiğinden söz
etmesi,31 asimilasyon uygulamasına gidecekleri iddialarını
yalanlayarak dinî ve etnik ayrımcılık yapmayacaklarını
vurgulaması,32 kurduğu hükümette Kültür Bakanlığı’na
Raşidov’u getirmesi GERB’e ve Borisov’a yönelik kaygıları
kısmen gidermişse de, Borisov tarafından Ağustos 2009’da
yapılan bir başka açıklama gerginlik yarattı. Ataka’nın Osmanlı
döneminde Bulgarlara soykırım uygulandığını iddia etmesi ve
bunun için bir anma günü ilan edilmesi önerisi karşısında
Borisov, kişisel bir tutum olarak Bulgarlara soykırım
“Borisov’dan Sert Çıkış: Kendini Türk Hisseden Türkiye’ye Gitsin”, BulgarTürk
Haber
Ajansı,
2
Kasım
2008,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=1447, 30.04.2009; “Türk Hissedenler
Bulgaristan’dan Gitsin”, Radikal, 2 Kasım 2008.
29 Gülden Aydın, “Türk Heykeltıraş Can Dostum Vejdi’yi Bulgaristan Kültür
Bakanı Yapacağım”, Hürriyet Pazar, 19 Temmuz 2009.
30 Eski bir itfaiyeci olan Boyko Borisov, Jivkov ve Sakskoburggotski’nin yakın
korumalığını yaptıktan sonra, Sakskoburggotski döneminde İçişleri Bakanlığı
Genel Sekreterliği’ne atandı. 2005’te yapılan yerel seçimlerde bağımsız aday
olarak Sofya Belediye Başkanlığı’na seçildi. Başkanlığı sırasında GERB’i
kurdu. Belediye Başkanı olduğu için, Bulgaristan yasaları gereği GERB’in
genel başkanlığını resmen üstlenemedi, fakat fahrî olarak GERB’e liderlik etti.
31 “Bulgaristan’da Zafer Merkez Sağın”, 6 Temmuz 2009,
http://www.ntvmsnbc.com/id/24981276/page/2/, 06.07.2009.
32 Gülden Aydın, “Türk Heykeltıraş Can Dostum Vejdi’yi Bulgaristan Kültür
Bakanı Yapacağım”, Hürriyet Pazar, 19 Temmuz 2009.
28
1989-2010 Bulgaristan 299
uygulandığına inandığını, bunun için de soykırım günü ilan
edilmesine destek verebileceğini belirtti.33
Borisov’la ilgili bu endişeler yaşanırken 7 Haziran 2009’da
AP için yeni seçimler yapıldı. Ülke nüfusundaki azalma
nedeniyle Bulgaristan’a ayrılan sandalye sayısı 17’ye düşürülen
seçimlerde GERB 5, BSP 4, HÖH 3, Ataka 2, NDSV 2 ve Mavi
Koalisyon da 1 milletvekilliği elde etti. Böylece bu seçimlerde de
HÖH gücünü korumayı başarabildi.
Dış Gelişmeler
İç politika alanındaki bu çalkantılara rağmen, dış politikada
Bulgaristan 1989 sonrası dönemde Batı’yla bütünleşmeye
“Borisov: Osmanlı Döneminde Bulgar Soykırımı Yapıldı”, Radikal, 8 Ağustos
2009. Siderov ve Borisov azınlıkla ilgili söz konusu söylemlerde bulunurken,
ülkedeki Türk azınlık için Bulgar çoğunluğun tepkisini çeken haklar talep
eden “Türk Demokratik Partisi (TDP)”, “Millet-Trakya Derneği” ve “Ulusal
Azınlıklar Birliği” gibi siyasal oluşumların ve derneklerin faaliyetlerine de
değinmek gerekmektedir. Bunlardan TDP, HÖH eski üyesi olan ve savunduğu
radikal fikirler nedeniyle HÖH’ten ihraç edilen Adem Kenan tarafından 1992
yılında kuruldu. TDP’nin tüzük ve programında Bulgaristan’da federal bir
yapının kurulması, bu yapı içerisinde yer alacak özerk bölgelere istedikleri
zaman federal yapıdan ayrılarak kendi cumhuriyetlerini kurma hakkının
tanınması gibi görüşlerin yer alması nedeniyle Parti’nin kuruluşu Bulgar
makamları tarafından tescil edilmedi (Bu konuda bkz. Nurcan Özgür, Etnik
Sorunların Çözümünde Hak ve Özgürlükler Hareketi, İstanbul 1999, s. 227229). 2006’da Parti lideri Adem Kenan’ın Bulgaristan’da federasyon kurulması
için gerekirse Türk ordusunun yardıma çağrılabileceği yönünde bir
açıklamada bulunması Bulgar çoğunluğunun ve makamlarının büyük
tepkisini çekti. “Kenan: Arkamızda Türk Ordusu Var; Yardım İstememiz
Yeterli”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 27 Şubat 2006, http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=874,
27.04.2007;
Emiliyan
Lilov,
“Bulgaristan Türkleri Hak Arayışında”, Dünya Gündemi, 5-12 Mart 2006.
Millet-Trakya Derneği ve Ulusal Azınlıklar Birliği ise, Şubat 2006’da
Bulgaristan yönetiminden çeşitli taleplerde bulunulan bir imza kampanyası
başlattılar. Toplam 10 maddeden oluşan söz konusu istekler arasında özel bir
azınlıklar yasasının kabulü, etnik parti kurma yasağının kaldırılması, Türk
devlet üniversitesinin açılması, Türkçe’nin ikinci resmî dil olarak kabul
edilmesi, devlet radyo ve televizyonunda özel Türkçe yayınlarının başlatılması
ve bu programları yürütecek müdürlüklerinin kurulması gibi hususlar yer
alıyordu. Bu konuda bkz. “Bulgaristan’dan 10 İstek İçeren Dilekçeyi 6 Bin
500 Türk İmzaladı...”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 19 Şubat 2006,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=847, 27.04.2007; “Sofya’da
Etnik Gerilim Artıyor”, Radikal, 21 Şubat 2006; Emiliyan Lilov, “Bulgaristan
Türkleri Hak Arayışında”, Dünya Gündemi, 5-12 Mart 2006; “Bulgaristan’da
Etnik Barış Tehdit Altında mıdır?”, Dünya Gündemi, 12-19 Mart 2006.
33
300 Dayıoğlu
yönelik istikrarlı bir dış politika izledi.34 1991’de Varşova
Paktı’nın dağılmasının ardından, Bulgaristan ilk olarak Batı
ülkeleri ile ilişkilerini düzeltme yoluna gitti. Bu yönde atılan
ciddi adımların yanı sıra Bulgaristan, 1992’de Avrupa Konseyi
(AK) üyesi, 1994’te de Batı Avrupa Birliği (BAB) ortak üyesi
oldu. 1992’de oluşturulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Teşkilatı’nın (KEİT) kurucu üyelerinden olan Bulgaristan,
1996’da Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) katıldı.
Dış politika alanında Bulgaristan’ın en büyük hamlesi
Aralık 1995’te AB’ye yaptığı tam üyelik başvurusu oldu.
1997’deki
Lüksemburg
Zirvesi’nde
Bulgaristan’ın
başvurusunun kabul edilmesinin ardından, Nisan 2000’de AB
ile Bulgaristan arasında tam üyelik görüşmeleri başladı.
Görüşmelerin Aralık 2004’te büyük ölçüde tamamlanmasıyla
birlikte, Bulgaristan’ın AB’ye katılımı konusu 16-17 Aralık
2004’te Brüksel’de toplanan AB Zirvesi’nde ele alındı. Zirve’nin
Sonuç Bildirgesi’nde Bulgaristan’ın AB’ye 1 Ocak 2007 tarihi
itibariyle tam üye olmasına onay verilmekle ve Nisan 2005’te
Bulgaristan’la AB arasında Katılım Antlaşması’nın imzalanacağı
belirtilmekle birlikte, bazı temel reformların yerine getirilmemesi
halinde üyeliğin bir yıl ertelenebileceğine dikkat çekildi. 35
Brüksel Zirvesi’nde bu yönde bir karar alınmasının ardında,
Ekim 2004’te toplanan AB Komisyonu’nun hazırladığı Strateji
Raporu yer alıyordu. Komisyon, Bulgaristan ve Romanya ile
ilgili genişleme raporunu kabul ederken, Brüksel Zirvesi’nde
onaylanacak olan Strateji Raporu’na “ekonomik ve idarî
reformlar durursa iki ülkenin AB’ye katılımının bir yıl
ertelenebileceği” yönünde bir ihtiyatî madde koymuştu. Bunun
dışında, Komisyon, Bulgaristan’ın rüşvet, örgütlü suçlarla
mücadele ve insan kaçakçılığı konularında alması gereken
Bulgaristan her ne kadar 1994-1997 BSP iktidarı döneminde Rusya ile olan
ilişkilerini yeniden düzenlemeye çalışmışsa da, Avrupa kurumlarıyla sürekli
ilişki içerisinde olmuş, Batı’yla bütünleşmeye yönelik politikasını devam
ettirmiştir. Mustafa Türkeş, “Türkiye-Avrupa İlişkilerinde Balkanlar Faktörü
ve Yeni Eğilimler”, Türkiye ve Avrupa, der. Atila Eralp, Ankara 1997, s. 326.
35 “AB’den Bulgaristan’a Yeşil Işık: Katılım Antlaşması Nisan 2005’te”, BulgarTürk
Haber
Ajansı,
18
Aralık
2004,
http://www.bgturk.net/news.php?id=814, 17.01.2005.
34
1989-2010 Bulgaristan 301
önlemlerin olduğunu vurgulamıştı.36 AB Komisyonu’nun
Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn de 2005 yılı içerisinde
konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamalarda başta sınır
denetimlerinin güçlendirilmesi, rüşvet ve yolsuzluğa karşı Ceza
Yasası’nda gerekli düzenlemelerin yapılması, yargıda reforma
gidilmesi ve organize suçlarla daha etkin bir şekilde mücadele
edilmesi için gerekli önlemlerin alınması olmak üzere
Bulgaristan’ın AB’ye tam üye olabilmesi için hâlâ yapması
gereken çok iş olduğunun altını çizmişti.37 Sonuçta Katılım
Antlaşması 25 Nisan 2005’te imzalandı. Antlaşmada dikkat
çekici olan husus reformların gerçekleştirilmemesi halinde
Bulgaristan’ın AB üyeliğinin bir yıl ertelenebileceği hususunun
tekrar vurgulanmasıydı.38 Aynı uyarı sonraki tarihlerde birçok
kez dile getirildi.
Antlaşma’nın imzalanmasıyla AB-Bulgaristan ilişkilerinin
görece istikrara kavuştuğunun düşünüldüğü sırada 25 Haziran
2005’te yapılan genel seçimlerin ardından uzun süre
hükümetin kurulamamasının yarattığı siyasi belirsizlik AB ile
Bulgaristan arasında yeni bir sorun oluşturdu. Bundan dolayı
AB Komisyonu Bulgaristan’a tam üyelik için bir an önce güçlü
ve istikrarlı bir hükümetin kurulması çağrısında bulundu. 39
Bunun da etkisiyle, daha önce de belirtildiği gibi, geniş tabanlı
BSP-NDSV-HÖH hükümeti 16 Ağustos 2005’te Parlamento’dan
güvenoyu alarak göreve başladı.
Yolsuzluk, rüşvet ve organize suçlarla mücadele konusunda
yeni hükümetin de yeterince etkin olamaması ve yargı
konusunda gerekli reformları hayata geçirememesi Ekim
2005’te AB Komisyonu’nun İzleme Raporu’nda yer buldu.
AB’den gelen uyarılar üzerine Bulgaristan, yolsuzluk ve
“Balkan Ülkeleri de Sıkı Denetim Altında”, Radikal, 7 Ekim 2004.
“Brüksel: Üyelik İçin Daha Çok Reform Yapmanız Lazım”, Bulgar-Türk
Haber Ajansı, 22 Şubat 2005, http://www.bg-turk.net/news.php?id=1027,
25.02.2005; “Balkanlar’a Bir Uyarı, Bir Umut”, Radikal, 14 Nisan 2005.
38 “Balkanlar’da Son Viraj”, Radikal, 26 Nisan 2005.
39 “AB, Bulgaristan’dan Güçlü, İstikrarlı Bir Hükümet İstiyor”, Bulgar-Türk
Haber Ajansı, 28 Temmuz 2005, http://www.bg-turk.net/news.php?id=1592,
08.08.2005; “Bulgaristan Siyasi Kaosa Sürükleniyor”, Radikal, 29 Temmuz
2005; “2. Simeon Aday Olmuyor”, Radikal, 30 Temmuz 2005.
36
37
302 Dayıoğlu
organize suçlarla daha etkin bir mücadele sergilenebilmesi için
yargı sistemini yeniden yapılandırmayı öngören anayasa
değişikliklerini 30 Mart 2006’da kabul etti.40 AB Komisyonu 28
Eylül 2006 tarihli toplantısında Bulgaristan’ın 1 Ocak 2007’de
Birliğe üye olmasına yeşil ışık yakarken, yolsuzluk, organize
suçlarla mücadele, havacılık ve gıda güvenliğinin yanı sıra
tarım teşviklerinin şeffaf dağıtımı konularında reformlar
beklediğini belirtti. Komisyon, Bulgaristan’ı, üyeliğin ardından
altı ayda bir rapor sunma yükümlülüğü altına sokarken, adı
geçen başlıklarda ilerlemenin olmaması durumunda AB
tarafından yapılacak mali yardımların askıya alınabileceği
uyarısında bulundu.41
Uyarı üstüne uyarı almasına karşın Bulgaristan, 1 Ocak
2007 tarihi itibarıyla resmen AB üyesi oldu. Üyeliğin ardından
Bulgaristan AB’nin talep ettiği reformları gerçekleştirmek
amacıyla anayasa değişikliklerine devam etti. Buna rağmen AB
Komisyonu 28 Haziran 2007’de açıkladığı raporunda organize
suç ve yolsuzlukla mücadelede başarı sağlanamadığını, yargı
sisteminde de gereken reformların hayata geçirilemediğini
belirterek, bu konularda herhangi bir ilerlemenin olmaması
halinde Bulgaristan bakımından yaptırımların gündeme
gelebileceğini ifade etti.42 Böylece Bulgaristan “gözetim altına”
alınmış oldu. Aynı eleştirilerin yer aldığı ve AB fonlarının
yolsuzluklara karışmış yöneticilerce heba edildiğinin belirtildiği
Temmuz 2008 tarihli Komisyon raporunun ardından AB,
Bulgaristan’a verilmesi öngörülen mali yardımı askıya aldı.43
Böylece Bulgaristan’ın AB aracılığıyla ekonomisini düzeltme
düşüncesi büyük darbe almış oldu.
Bu dönemde Bulgaristan dış politikası bakımından
gündeme gelen bir diğer önemli konu NATO üyeliğiyle ilgiliydi.
“Bulgaristan, Anayasa Değişikliklerini Onaylayarak AB’yi Rahatlattı”,
Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
30
Mart
2006,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=938, 06.03.2011.
41 “Bükreş ile Sofya’ya Komisyon’dan Yeşil Işık”, Radikal, 27 Eylül 2006.
42
“AB’den Romanya ve Bulgaristan’a Uyarı”, 28 Haziran 2007,
http://www.ntvmsnbc.com/ news /412455.asp, 03.09.2007.
43 “AB Sofya’ya Vanayı Kapattı”, Radikal, 25 Temmuz 2008.
40
1989-2010 Bulgaristan 303
1991’de Varşova Paktı’nın dağılmasının ardından, Bulgaristan
1993 yılında NATO’ya üye olma isteğini açıkladı. Ancak, AB
üyeliğinin tersine, konuyla ilgili olarak toplumun tüm
kesimlerinin desteği sağlanamadı. Öncelikle, başta BSP olmak
üzere ülkedeki sol kesimler NATO üyeliğine karşı çıktılar. Daha
da önemli olarak, 1999 yılının Mart ayı sonlarında
Yugoslavya’ya karşı NATO’nun başlatmış olduğu hava harekâtı
sırasında Bulgaristan’ın hava sahasını NATO güçlerine
açmasına Bulgar halkının önemli bir bölümü tarafından tepki
gösterildi. Ancak, zaman içerisinde, BSP de dâhil olmak üzere,
ülkedeki tüm kesimler NATO’ya üyelik konusunda tam bir
görüş
birliğine
vardılar.
Sonuçta,
NATO’yla
üyelik
müzakerelerini 2003’te tamamlayan Bulgaristan 2004 yılında
resmen NATO üyesi oldu.
Dış politika alanında yaşanan bir başka önemli gelişme ise,
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Saddam Hüseyin rejimini
devirmek amacıyla 20 Mart 2003’te Irak’a askerî müdahalede
bulunmasının ardından Bulgaristan’ın bu ülkedeki koalisyon
güçlerine askerî birlik göndermesiydi. Konu kamuoyunda ve
Parlamento’da tartışmalara neden olmuşsa da, 450 kişilik bir
Bulgar askerî birliği Eylül 2003’te Kerbela kentinde resmen
göreve başladı.44 Sonraki günlerde Bulgar askerlerinin
direnişçilerin çeşitli saldırılarına maruz kalmalarının ardından
Bulgaristan’ın Irak’ta asker bulundurmasına yönelik tepkiler
giderek artmış olmakla birlikte, Bulgaristan yönetimi konuyla
ilgili olarak yaptığı açıklamalarda “üstlendikleri görevi
tamamlayıncaya kadar” Irak’tan asker çekmeyeceklerini
belirtti.45 Bununla birlikte, 16 Ağustos 2005’te başbakanlık
görevine gelen BSP lideri Sergey Stanişev’in propaganda
sürecinde halka sunduğu vaatler arasında Irak’taki Bulgar
birliğinin ülkeye geri çağrılacağı konusunun da yer alması
“Irak’ta Bulgar Askeri Birliği”, Yenidüzen, 24 Ağustos 2003.
Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov ile Dışişleri Bakanı Solomon Pasi’nin bu
yöndeki açıklamaları için bkz. “Bulgaristan, Irak’tan Asker Çekmeyecek”,
Kıbrıs, 27 Nisan 2004; “Bulgaristan ve Polonya Irak’tan Asker Çekmiyor”,
Bulgar-Türk Haber Ajansı, 14 Mayıs 2004,
http://forums.host.sk/btha/news.php?id=534, 20.08.2004.
44
45
304 Dayıoğlu
gelecek günlerde konuyla ilgili önemli politika değişikliğinin
yaşanabileceğini gündeme getirdi.46 Gerçekten de, seçimlerden
sonra hükümet kanadından yapılan çeşitli açıklamalarda
Irak’taki Bulgaristan askerlerinin 2005 yılı sonuna kadar geri
çekileceği belirtildi. Konu bir süre sürüncemede kaldıktan
sonra Bulgaristan hükümeti Şubat 2007’de Irak’taki Bulgar
birliğinin görev süresinin 31 Mart 2008’de sona ereceğini
açıkladı.47 Bununla birlikte, Bulgar askerlerinin tümünün bu
ülkeden çekilmesi Aralık 2008’i buldu.48 Bulgaristan ayrıca
Afganistan’a da asker gönderdi.
Nisan 2006’da Bulgaristan ile ABD arasında askerî üs
anlaşmasının imzalanması dış politika alanında bir başka
önemli gelişmeyi oluşturdu. Anlaşma, ABD ordusunun
Bulgaristan’ın Bezmer ve Graf Ignatievo hava üsleriyle Novo
Selo ordu yetiştirme ve levazım tesisine konuşlanmasını ve
Aytos’taki askerî depoları kullanmasını öngörüyordu.49 10 yıl
süreli bu anlaşma ile ABD, acil müdahale güçleriyle Balkanlar,
Kafkasya, Baltıklar ve Orta Doğu’ya müdahale imkânını elde
etmiş oldu. Üs anlaşmasını, ABD ve Bulgaristan Hava
Kuvvetleri’nin ortak tatbikatları izledi.50
ABD’yle ilişkiler bununla sınırlı kalmadı. ABD’nin Doğu
Avrupa’da oluşturmak istediği füze kalkanı projesiyle ilgili
olarak Şubat 2010’da bir açıklama yapan Başbakan Borisov,
AB’nin onay vermesi durumunda Bulgaristan’ın bu projede yer
alabileceğini belirtti.51
“Sofya’da Sol İktidar Göründü”, Radikal, 25 Haziran 2005.
“Bulgar Askerleri Irak’ta Bir Yıl Daha Kalacak”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 3
Şubat
2007,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=1153,
08.03.2011.
48 “Withdrawal of Bulgaria’s Troops from Iraq Completed, 17 December 2008,
http://www.novinite.com/view_ news.php?id=99912, 10.03.2011; “Irak’ta
Görevini Tamamlayan Bulgar Askeri Birliği Ülkesine Döndü”, Kıbrıs, 18 Aralık
2008.
49 Bu konuda bkz. “Bulgaristan’da Amerikan Üsleri”, Yenidüzen, 27 Mart
2006; “Sofya’da Üs, Rusya’ya Dert”, Radikal, 29 Nisan 2006; “Sofya’dan
ABD’ye Üç Üs”, Dünya Gündemi, 1-7 Mayıs 2006.
50 “ABD-Bulgar Hava Tatbikatı”, Dünya Gündemi, 21-28 Mayıs 2006.
51 “Sofya da Kalkana Var”, Radikal, 13 Şubat 2010.
46
47
1989-2010 Bulgaristan 305
1989 Sonrası Dönemde Bulgaristan’ın Müslüman-Türk
Azınlıkla İlgili Politikasını Değiştirme Yönünde Attığı İlk
Adımlar
Bulgaristan Yönetiminin Müslüman-Türk Azınlıkla
İlgili Değişen Politikasının İlk Somut Sonucu: 29 Aralık
1989 Kararları
Jivkov’un istifa etmek zorunda kalmasının ardından devlet
başkanlığı görevini üstlenen Mladenov liderliğindeki yeni
yönetim göreve başlar başlamaz ülkenin azınlıklarla ilgili
politikasını değiştirmeye yöneldi. Bu çerçevede Mladenov, 14
Kasım 1989’da ülkenin önde gelen entelektüelleriyle yaptığı bir
toplantıda azınlıklara yönelik asimilasyon politikasının sona
erdirildiğini, ama milliyetçi kesimlerden tepkilerin gelmesi
ihtimaline karşı bu konuda hükümetin yavaş hareket etmek
zorunda olduğunu anlattı. Atılan ilk adım 17 Kasım’da
Parlamento’da alınan bir kararla Ceza Yasası’nın hükümet
politikalarının eleştirilmesini yasaklayan 273. maddesinin
yürürlükten kaldırılması ve bu yasa uyarınca tutuklanan
Türklere af getirilmesi oldu. Aralık ayında da devlet karşıtı
propagandayı ve gruplar oluşturmayı yasaklayan Ceza
Yasası’nın 108. ve 109. maddeleri kaldırılarak bu hükümler
uyarınca cezalandırılan 50 kadar Türk 22 Aralık 1989’da
serbest bırakıldı. Bu kişiler arasında 1986’da tutuklanarak
devlet aleyhinde faaliyet gösteren gizli örgüt kurmak ve ülke
ekonomisini sabote etmek suçlarından 12 yıl hapse mahkûm
edilen Ahmet Doğan da bulunuyordu.52 Devlet Başkanı
Mladenov bu gelişmelerin ardından yaptığı açıklamada ülkedeki
Müslüman
azınlığın
hislerine
ve
geleneklerine
saygı
duyduklarını belirtti.53
Poulton, age, s. 163. 1985 yılında Ahmet Doğan liderliğinde bugünkü
HÖH’ün temelini oluşturan “Bulgaristan’da Türk Milli Kurtuluş Hareketi”
(BTMKH) adlı gizli bir örgüt kurulmuştu. Örgütün amacı, Bulgar yönetiminin
asimilasyon uygulamalarına karşı azınlığın direnmesini ve etnik kimliğine
sahip çıkmasını sağlamaktı.
53 “Mladenov’dan Yumuşama Belirtisi”, Cumhuriyet, 6 Aralık 1989.
52
306 Dayıoğlu
Bu açıklamalardan ve ülkedeki değişim rüzgârlarından
cesaret alan Türkler ve Pomaklar eski isimlerinin geri verilmesi
ve dinî haklarının tanınması için 11 Aralık 1989’da Sofya’da
geniş katılımlı bir gösteri düzenlediler. Gösterinin ardından
azınlık mensupları yılsonuna kadar ülkenin çeşitli yerlerinde
düzenledikleri gösterilerle bu yöndeki taleplerini dile getirmeye
devam ettiler. Azınlık mensuplarının Sofya’da Parlamento binası
önünde haklarının iadesi edilmesi için oturma eylemi yaptıkları
sırada BKP Merkez Komitesi 29 Aralık 1989’da konuyla ilgili
beklenen kararı aldı. Parlamento Başkanı Stanko Todorov
yaptığı açıklamada, bundan böyle Bulgaristan’da yaşayan
herkesin adını, dinini ve dilini özgürce seçebileceğini belirtti.
Bakanlar Kurulu ile Devlet Konseyi tarafından da onaylanan
BKP Merkez Komitesi’nin bu kararı isimleri zor kullanılarak
değiştirilen azınlık mensuplarının eski isimlerini geri
alabilecekleri, ibadetlerini serbestçe yerine getirebilecekleri ve
kamusal alanda Türkçe konuşabilecekleri anlamına geliyordu.
BKP Merkez Komitesi Sekreteri Aleksandır Lilov ise, Merkez
Komitesi toplantısında yaptığı konuşmada eski lider Jivkov
tarafından yürütülen Türklerin isimlerinin değiştirilmesi
uygulamasının büyük bir politik hata olduğunu ve uluslararası
planda ağır sonuçlar doğurduğunu açıkladı.54 Bulgaristan
yönetiminin bu açılımı Bulgar milliyetçilerinin büyük tepkisini
çekti. Söz konusu çevreler Sofya’nın yanı sıra Kırcali ve Razgrad
gibi azınlığın yoğun olarak yaşadığı bölgelerde geniş katılımlı
gösteriler ve grevler düzenleyerek 29 Aralık Kararları geri
alınıncaya kadar eylemlerini sürdüreceklerini belirttiler.55
Gösterilerin yaygınlaşması ve etnik gerginliğin tırmanması
karşısında Bulgaristan yönetimi 29 Aralık Kararlarını tartışmak
üzere 4 Ocak 1990’da başta DGB ve BTHB olmak üzere
ülkedeki başlıca muhalif siyasi parti ve örgütlerle bir yuvarlak
masa toplantısında bir araya geldi. Jivkov döneminin tüm
Richard Crampton, A Concise History of Bulgaria, Cambridge 1997, s. 217;
“Sofya’dan Türklere Vaatler”, Cumhuriyet, 30 Aralık 1989; “Artık Türkler
Rahat Olacak”, Cumhuriyet, 3 Ocak 1990.
55 Milliyetçi kesimlerin tepkileri ve bunların nedenleri için bkz. Dayıoğlu, age,
s. 377-379
54
1989-2010 Bulgaristan 307
izlerinin silinmesinin gerekliliğine işaret edilen toplantıda 29
Aralık Kararlarına tam destek verildi ve bu kararların
referanduma sunulmayacağı açıklandı.56 Toplantının ardından
bir konuşma yapan Devlet Başkanı Mladenov, 1984 yılında
Müslüman azınlık hakkında alınan kararların vahim bir hata
olduğunu, bu hatanın Bulgaristan’ı uluslararası arenada
yalnızlığa
ittiğini,
Bulgaristan’ın
saygınlığının
yeniden
sağlanabilmesinin bütün Bulgaristan yurttaşlarının anayasal
haklarının tanınmasından geçtiğini belirtti.57
29 Aralık Kararları’ na karşı gösterilerin devam etmesi
üzerine, Mladenov yönetimi bu kez aralarında milliyetçilerin ve
Türk azınlığın temsilcilerinin de bulunduğu ülkedeki tüm siyasi
görüşleri bir forumda buluşturmaya karar verdi. 8-12 Ocak
1990 tarihleri arasında Parlamento binasında toplanan ve
“Etnik Sorunun Çeşitli Yönleri Üzerine Halk Konseyi” ismini
taşıyan forumda 29 Aralık Kararları onaylandı ve konuyla ilgili
bir referandumun yapılmaması hususunda anlaşmaya varıldı.
Forumda milliyetçi çevrelerin endişelerini gidermek amacıyla
azınlıklardan özerklik veya ayrılıkçılık yönünde gelebilecek
taleplere izin verilmemesi, bu yönde hareket eden örgüt ve
grupların faaliyetlerinin engellenmesi gerektiği yönünde bir de
karar alındı. Ayrıca, ülkenin tek resmiî dilinin Bulgarca olduğu
da onaylanarak, Parlamento’ya Şubat 1990 sonuna kadar
azınlık haklarıyla ilgili özel bir yasa çıkarması önerisinde
bulunuldu.58 Taraflar arasında uzlaşıya varılmasının hemen
ardından Parlamento, 10 Ocak 1990’da 29 Aralık Kararlarını
onayladı.59
Milliyet, 6 Ocak 1990.
“Mladenov’dan Umut Verici Açıklama”, Cumhuriyet, 10 Ocak 1990.
58 “Milliyetçiler Geriliyor”, Milliyet, 12 Ocak 1990; Ali Eminov, Turkish and
Other Muslim Minorities in Bulgaria, London 1997, s. 20; Poulton, age, s. 165.
59 Parlamento’da 29 Aralık Kararları’nın onaylanmasının yanı sıra, isim
değiştirme kampanyasına direndikleri için çeşitli hapis cezalarına çarptırılan
40’dan fazla Türk için de af getirildi (“Türklere Verilen Haklar Resmileşti”,
Cumhuriyet, 11 Ocak 1990). Bu gelişmeler özellikle Kırcali’deki milliyetçi
çevrelerin büyük tepkisini çekti. Bunun sonucu olarak milliyetçilerin
Türklerin evlerine saldırılar düzenledikleri belirtildi. Cumhuriyet, 11 Ocak
1990.
56
57
308 Dayıoğlu
29 Aralık 1989 Kararlarının İlk Uygulaması: İsimlerin
İadesi
Bu gelişmenin ardından Bulgaristan hükümeti MüslümanTürk azınlığın haklarının iadesi için somut adımlar atmaya
yöneldi. Bu çerçevede, Mart 1990 başlarında azınlık
mensuplarının isimlerinin iadesi ile ilgili yasa önerilerini
tartışmak üzere Parlamento toplantıya davet edildi. Yapılan
oturumlarda konuyla ilgili çeşitli yasa tasarıları görüşüldü. Bu
tasarılardan bir bölümü Pomakları Türklerden ayırmak için
1984 sonrası dönemde isimleri değiştirilenlerin, yani Türklerin,
isimlerinin idariî bir işlemle, başta Pomaklar olmak üzere diğer
azınlıkların isimlerinin ise mahkeme kararıyla iade edilmesi
önerisini içeriyordu. Bu konuda 4/5 Mart gecesi Parlamento’da
yapılan yoğun tartışmaların ardından, 5 Mart günü “Bulgar
Vatandaşlarının İsimlerine İlişkin Yasa” Parlamento’da
oybirliğiyle kabul edildi.60 Yasa’da zorla isim değiştirme
uygulaması kınandıktan sonra, bu uygulamanın tüm Bulgar
vatandaşlarının yasalar önünde eşit olduklarını düzenleyen
1971 Anayasası’nın 35. maddesini ciddi şekilde ihlalâl ettiği
belirtildi. Yasa’nın 17. maddesinde de bir kişinin tehdit, baskı,
şiddet, sahtekârlık, yetkiyi kötüye kullanma ve diğer kanun dışı
yollarla isim değiştirmeye zorlanmasının Ceza Yasası uyarınca
cezalandırılacağı vurgulandı. Türklerin yanı sıra Pomakları da
kapsayan Yasa, isimlerin iadesi için 31 Aralık 1990 tarihine
kadar basitleştirilmiş bir mahkeme işlemini öngörüyordu. Bu
tarihten sonra ise, isimlerini geri almak isteyenlerin daha
karmaşık ve ücretli bir yol izlemeleri gerekiyordu. Yasa’da
dikkat çekici bir diğer husus, Bulgarcanın karakteristik özelliği
olan ve isimlerin sonuna getirilen -ov, -ev, -ova, -eva gibi eklerin
zorunlu kılınması idi. 6. madde bu eklerin, “babanın ilk ismi
böyle bir son ekin kullanılmasını imkânsız hale getirmedikçe ya
da son ek isim seçme gelenekleriyle çelişmedikçe” kullanılması
gerektiği gibi belirsiz bir ifade içeriyordu.61
60
61
“Azınlıklar İçin Önemli Gün”, Cumhuriyet, 6 Mart 1990.
Eminov, age, s. 20; Poulton, age, s. 168-169.
1989-2010 Bulgaristan 309
Yasa’daki eksiklikler ve belirsizlikler azınlığın büyük
tepkisini çekmesine rağmen, birçok kişi söz konusu Yasa
hükümlerine dayanarak eski isimlerini geri aldı. Konuyla ilgili
bir açıklama yapan Adalet Bakanı Penço Penev, 21 Mayıs 1990
tarihine kadar 220.000’den fazla kişinin eski isimlerini geri
almak için müracaat ettiğini, yapılan başvuruların 180.000’inin
uygun bulunduğunu belirtti.62 1 Mart 1991’de ise dilekçe sayısı
600.000’e ulaştı.63 Ayrıca Bulgaristan hükümeti isim değiştirme
uygulaması ve Bulgaristan’dan Türkiye’ye yapılan göç sırasında
hayatlarını kaybeden kişilerin yakınlarına tazminat ödenmesi
yönünde karar aldı.64
İsimlerin iadesi konusu 17 Haziran 1990 seçimlerinin
ardından Parlamento’ya giren HÖH tarafından Kasım 1990’da
yeniden gündeme getirildi. Parlamento’da bir konuşma yapan
HÖH lideri Ahmet Doğan, Bulgar Vatandaşlarının İsimlerine
İlişkin Yasa’ya konulacak bir ekle isimlerin Bulgarca son
eklerinin
kaldırılmaması
halinde
meydana
gelebilecek
olaylardan sorumlu olmayacağını belirtti. Tartışmaların
ardından, 16 Kasım 1990’da Yasa’da kabul edilen bir
değişiklikle Türkçe isimlerden Bulgarca son eklerin çıkartılması
ve eski isimlerin mahkeme yoluyla değil, idariî bir işlemle geri
alınması kabul edildi.65 Bulgar yetkililer tarafından yapılan
açıklamada, azınlık üyelerine eski isimlerini geri almak için
1993 yılının Ekim ayı sonuna kadar süre tanındığı, bu sürenin
bitiminin ardından isim değiştirme işleminin ancak mahkeme
kararıyla olabileceği belirtildi.66
Yasa’da yapılan değişikliğe rağmen bazı azınlık mensupları
işte, okulda ve sosyal çevrede ayrımcı muamelelerle
karşılaşmamak ve işlerinden olmamak düşüncesiyle bu
Poulton, age, s. 169.
Özgür, age, s. 56.
64 Poulton, age, 169.
65 “Türklere Ad Özgürlüğü”, Cumhuriyet, 17 Kasım 1990; Poulton, age, s. 169.
66
Baskın Oran, “Balkan Türkleri Üzerine İncelemeler (Bulgaristan,
Makedonya, Kosova)”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 48
(1-4), (Ocak-Aralık 1993), s. 126; “Türk Azınlığa 4 Ay Süre”, Cumhuriyet, 6
Temmuz 1993.
62
63
310 Dayıoğlu
olanaktan yararlanmadılar.67 Geçiş dönemi psikolojisiyle eski
isimleri geri alma konusunda yaşanan bu tedirginlik özellikle
gençler bakımından geçerliydi.68
Değişiklik, Bulgar milliyetçilerinin büyük tepkisini çekti.
Gelen tepkilere rağmen konuyla ilgili olarak Bulgaristan
yönetimi geri adım atmadı ve ülkedeki etnik gruplar arasında
gerginliği giderecek girişimlerde bulunmaya devam etti. Bu
konuda 1 Ağustos 1990’da devlet başkanı seçilen Jelyu Jelev’in
önemli katkıları oldu. Jelev’in bir yandan azınlık sorunlarının
kamuoyu tarafından tartışılmasını sağlayacak girişimlerde
bulunması ve HÖH’le sürekli diyalog halinde olması, diğer
yandan da HÖH’ün azınlıkla ilgili konularda ılımlı bir politika
izleyerek milliyetçi çevrelerin tepkisini çekecek radikal
taleplerde bulunmaması milliyetçilerin tepkilerini zamanla
hafifletti. 20 Ocak 1992’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
Jelev’in ikinci kez bu göreve seçilmesiyle toplumsal barışın
sağlanması yönünde daha ciddi adımlar atılmaya başlandı.69
Bununla birlikte, 2010 yılı itibarıyla isimlerle ilgili yaşanan
sıkıntıların kısmen devam ettiğine, bundan dolayı bazı azınlık
mensuplarının sert asimilasyon döneminde verilen Bulgar
isimlerini geri almak için mahkemelere başvurduklarına ilişkin
haberler basına yansıdı. Özellikle karma evlilik yapıp çocuk
sahibi
olan
kişilerin
çocuklarıyla
ilgili
belgelerin
düzenlenmesinde sıkıntı yaşadıkları gerekçesiyle bu yola
başvurdukları belirtildi. Bunların dışında, bazı azınlık
Özdemir İnce, “Bulgaristan’da Durumun Vaziyeti”, Hürriyet, 19 Ocak 2007.
Yasemin Çongar, “Türk Gençleri Bulgarlaşma Sınırında”, Cumhuriyet, 25
Ekim 1991. [Konuyla ilgili ayrıca Sevim Hacıoğlu’nun bu derlemedeki
makalesine bakınız, Editörün notu].
69
20 Ocak 1992’de Bulgaristan’da ilk kez halkoylamasıyla yapılan
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dikkat çeken husus Jelev’in seçilmesinde
HÖH’ün etkin bir rol oynamasıydı. Jelev, en yüksek oy oranına Türklerin
yoğun olarak yaşadığı bölgelerde ulaştı. Örneğin, nüfusun yaklaşık % 65’ini
Türklerin oluşturduğu Kırcali’de Jelev oyların % 64’ünü alarak Bulgaristan
genelinde en yüksek oy oranını buradan elde etti. Nitekim, seçimi kaybeden
BSP adayı Velko Valkanov, Jelev’in HÖH’ün desteğiyle seçildiğini açıklarken,
BSP’nin yayın organı Duma ise, “Jelev, Artık HÖH’ün Rehini” şeklinde başlık
attı. Bu konuda bkz. “Jelev, Soydaş Oyuyla Kazandı”, Cumhuriyet, 21 Ocak
1992; Sami Kohen, “Komşuda Dost Bir Başkan”, Milliyet, 21 Ocak 1992.
67
68
1989-2010 Bulgaristan 311
mensuplarının
Türk
isimleriyle
iş
bulmada
zorluk
çekmelerinden dolayı Bulgar isimlerini kullandıkları ifade
edildi.70
1989 Sonrası Dönemde Bulgaristan Yönetiminin Eğitim,
Din ve Vicdan ile Basın Özgürlüğü Alanlarında MüslümanTürk Azınlığa Yönelik Uygulamaları
Eğitim Alanıyla İlgili Uygulamalar
Bulgaristan
Prensliğinin
kuruluşundan
itibaren
Bulgaristan’ın taraf olduğu azınlık haklarıyla ilgili tüm
uluslararası antlaşmalarda Müslüman-Türk azınlığın kendi
okullarını kurma, yönetme ve kendi anadillerinde eğitim görme
hakları güvence altına alınmıştır.71 Buna rağmen, başta BKP
iktidarı dönemi olmak üzere, Bulgaristan yönetimlerinin
azınlığın bu haklarını ihlâl eden uygulamalarına tanık
olunmuştur.72 1989 yılı sonrasında çoğulcu parlamenter
döneme geçilmesiyle birlikte, başka konuların yanı sıra, bu
konuda da bazı önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu gelişmeleri
izleyebilmek için eğitimle ilgili konuları “Devlet Okullarında
Türkçe Dersi Konusunda Yaşanan Sorunlar ve Konuyla İlgili
Gelişmeler” ve “Okullar, Öğretmenler ve Ders Kitapları
Konularında Atılan Adımlar ve Yaşanan Sorunlar” alt başlıkları
altında incelemek yerinde olacaktır.
1. Devlet Okullarında Türkçe Dersi Konusunda Yaşanan Sorunlar
ve Konuyla İlgili Gelişmeler
29 Aralık Kararlarıyla eski isimlerini ve çeşitli konularla
ilgili haklarını geri alma olanağına kavuşan azınlık, daha sonra
devlet okullarında Türkçe dersine yer verilmesi yönünde
mücadeleye girişti. Bu çerçevede HÖH, 1990-1991 ders yılı için
konuyla ilgi bir çalışma hazırladı ve bunu Eğitim Bakanlığı’na
sundu. Bununla birlikte çalışma, milliyetçilerin baskısından
“Trud: Hüseyin, Valentin Oldu”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 25 Eylül 2010,
http://www.bg-turk.com/index. php?act=news&id=1546, 25.02.2011.
71 Bu konuda bkz. Dayıoğlu, age, s. 182-184, 229-232 ve 312-315.
72 BKP iktidarı döneminde eğitim alanıyla ilgili uygulamalar hakkında bkz.
Dayıoğlu, age, s. 315-323.
70
312 Dayıoğlu
çekinen Bakanlık tarafından kabul edilmedi.73 Böylece Eylül
1990’da başlayan eğitim yılında okul programlarında Türkçe
dersine yer verilmedi.
Meselenin peşini bırakmayan HÖH’ün çabaları sonucunda,
HÖH ile Eğitim Bakanlığı yetkilileri konuyu görüşmek ve bu
konuda bir program hazırlamak amacıyla 1990 yılı sonlarında
bir araya geldiler. Yapılan görüşmelerde azınlığın yoğun olarak
yaşadığı yerlerdeki devlet okullarında 1990/1991 ders yılının 2.
döneminden itibaren başlamak üzere Türkçe dersinin
okutulmasına karar verildi. Buna göre, haftada 4 saat
okutulacak olan Türkçe dersi ilkokullardaki tüm Türk
öğrenciler bakımından geçerli olacaktı. Fakat Türkçe dersinin
okutulabilmesi için bir sınıfta asgari 10 öğrencinin bu yönde
talepte bulunması gerekiyordu. Bunların dışında, Türk
öğretmenlerinin maaşlarının devlet tarafından karşılanmasına
ve öğretmenler için devlet tarafından yaz tatillerinde 3 ay
süreyle eğitim çalışmalarının düzenlenmesine karar verildi. 74
Varılan anlaşmanın ardından 14 Şubat 1991’de bir açıklama
yapan Eğitim Bakanı Matev Mateev, Mart ayından itibaren
deneme amacıyla bazı ilkokullarda, bir sonraki ders yılının
başından itibaren de bütün ilkokullarda Türkçe dersinin
okutulacağını açıkladı.75
Açıklamanın ardından devlet okullarında Türkçe dersinin
okutulmaya başlanması başta Kırcali olmak üzere Türklerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerdeki Bulgar milliyetçileri tarafından
büyük bir tepkiyle karşılandı. Milliyetçi gruplar protesto
gösterileri düzenlemeye, açlık grevleri yapmaya, öğrencilerin
okul binalarına girmelerine izin vermeyerek eğitimi engellemeye
HÖH’ün sunduğu teklifte, lise seviyesine kadar devlet okullarında ders
programı dâhilinde haftada 4 saat Türkçe dersinin okutulması, Türkçe
öğretmenleri yetiştirmek için de pedagoji enstitüleri ile üniversitelerde Türk
dili bölümlerinin yeniden açılması gibi isteklere yer verilmişti. Özgür, age, s.
188-189.
74 “Komşu’da Türkçe Eğitimi”, Cumhuriyet, 2 Aralık 1990; Poulton, age, s.
169-170; Eminov, age, s. 138-139.
75 Poulton, age, s. 171.
73
1989-2010 Bulgaristan 313
çalıştılar. Birçok yerde Bulgar öğretmen ve öğrenciler de dersleri
boykot ederek milliyetçilerin eylemlerine destek verdiler.
Gerginliğin tırmanması karşısında hükümet, okullarda
Türkçe dersinin okutulması konusunda geri adım atmak
zorunda kaldı ve Türkçe ders uygulamasına son verdi. Karara
karşı
azınlık
tarafından
çeşitli
protesto
gösterileri
düzenlenmişse de,76 bu konuda herhangi bir gelişme
sağlanamadı.77 HÖH’ün konuyla ilgili ısrarlı tutumuna karşın,
1991/1992 ders yılında Türkçe dersine yine yer verilmedi.
Bunun üzerine, başta Kırcali olmak üzere ülkenin birçok
yerinde Türkler 16 Eylül 1991’den itibaren dersleri boykot
ederek çocuklarını okula göndermemeye başladılar.78 Boykotun
giderek yaygınlaşması üzerine Eğitim Bakan Yardımcısı Enço
Gerganov bir açıklama yaparak, çocuklarını okula göndermeyen
velilere günlük 50 leva para cezası kesileceğini, derslere
girmeyen 16 yaşından büyük öğrencilere de disiplin cezası
uygulanacağını söyledi.79 Buna rağmen dersleri boykot etmeyi
sürdüren Türk veliler, çocuklarını devlet okulları yerine Kuran
kurslarına göndermeye başladılar.80
Türkçe dersiyle ilgili bu gerginlik devam ederken, 12
Temmuz
1991’de
Bulgaristan
Cumhuriyeti’nin
yeni
anayasasının kabul edilmesinin ardından 13 Ekim’de yapılacak
olan genel seçimler öncesinde kendini feshetmeye hazırlanan
Parlamento, 1 Ekim’de konuyla ilgili bir yasa kabul etti. İktidar
partisi BSP tarafından hazırlanan yasada anadili Bulgarca
Bülent Ayan, “Kırcali’de Türk Mitingi”, Milliyet, 13 Mart 1991; Bülent Ayan,
“Kırcali’de Dev Miting”, Milliyet, 17 Mart 1991.
77 Okullarda Türkçe dersinin okutulmasından vazgeçilmesi üzerine bir
açıklama yapan HÖH lideri Ahmet Doğan, toplam 30.000 alfabe
bastırdıklarını, köylerde Türkiye’ye göç eden kişilere ait boş binalar ile
camilerde okul saatleri dışında Türkçe dersi vermeye başlayacaklarını
belirtmişti (Milliyet, 17 Mart 1991). Diğer yandan, devlet okullarında Türkçe
dersinin okutulmasının engellendiği dönemde HÖH’ün yayın organı Hak ve
Özgürlük gazetesinde Muharrem Tahsin “Çağdaş Türkçemiz”, Kazım Memiş de
“Evinizde Dil Dersleri” adlı köşelerinde okuyucular için pratik Türkçe dersleri
vermeye başladılar. Eminov, age, s. 158 ve 164.
78 “Türk Çocukları Okula Gitmedi”, Cumhuriyet, 17 Eylül 1991.
79 “Okula Boykota Para Cezası”, Cumhuriyet, 26 Eylül 1991.
80 Cumhuriyet, 25 Ekim 1991.
76
314 Dayıoğlu
olmayan öğrencilerin devlet okullarında Bulgarca eğitim
görecekleri, anadillerini ise okul dışında ve devlet kontrolü
altında düzenlenecek özel kurslarda öğrenebilecekleri belirtildi.
Böylece, devlet okullarında azınlık dilleriyle eğitim yapılması
yasayla engellenmiş oldu.81 Yasanın Parlamento’da kabul
edilmesine büyük tepki gösteren azınlık temsilcileri, 16 Eylül’de
başlatılan boykot eyleminin devlet okullarında Türkçe dersinin
okutulmasına tekrar izin verilinceye kadar sürdürüleceğini
açıkladılar.82
13 Ekim 1991’deki genel seçimlerde üye sayısı 400’den
240’a indirilen Parlamento’da DGB’nin 110, BSP’nin 106,
HÖH’ün de 24 sandalye kazanmasıyla Parlamento aritmetiğinin
değişmesi 1 Ekim tarihli yasanın uygulanma olasılığını ortadan
kaldırdı. Bu seçimlerde anahtar parti durumuna gelen HÖH,
hükümeti
kurma
konusunda
DGB’ye
destek
verme
koşullarından bir tanesi olarak azınlığın yaşadığı yerlerdeki
devlet okullarında Türkçe dersine izin verilmesi şartını ortaya
koydu. Varılan uzlaşının ardından, konuyla ilgili yeni bir
çalışma başlatan Eğitim Bakanlığı Kasım ayı sonlarında bir
yönetmelik hazırladı. HÖH ile Eğitim Bakanlığı arasında daha
önce varılan anlaşmadan farklı olan bu yeni yönetmeliğe göre,
Türkçe dersi ilk ve ortaokullarda (I-VIII. sınıflar) normal okul
saatleri dışında haftada dört saat seçimlik olarak okutulacaktı.
Üstelik öğrencilerin Türkçe dersini alabilmeleri için velileri
tarafından bu hususta okul idaresine bir dilekçeyle
başvurulması gerekiyordu. Oysa daha önce varılan anlaşmada
Türkçe dersinin tüm Türk öğrenciler bakımından geçerli olacağı
belirtilmişti. Önceki anlaşmadan farklı olan bir başka konu ise,
yönetmelikte Eğitim Bakanlığı’nın Türk öğretmenler için yaz
tatillerinde üç ay süreli eğitim programları düzenleyeceği
hususuna yer verilmemesiydi. Bunun yerine, ders yılının
başlamasının ardından Ekim ayı başlarında yalnızca beş
günlük bir eğitim programının uygulanması kararlaştırıldı.
“Bulgaristan’da Türkçe Dersi Okutulmayacak”, Milliyet, 3 Ekim 1991;
“Türkçe Eğitimi Eskiden de Vardı ama Etnik Gerginlik Yoktu”, Hak ve
Özgürlük, 29 Kasım 1991.
82 Yasemin Çongar, “Türkiye’den Halliceyiz”, Cumhuriyet, 22 Ekim 1991.
81
1989-2010 Bulgaristan 315
Bunlara karşın Bakanlık, ders kitapları ile diğer ders araç
gereçlerinin sağlanması ve yeni öğretmenlerin yetiştirilmesi
dâhil olmak üzere, Türkçe derslerinin başlaması için gerekli
tüm hususların yerine getirileceği sözünü verdi. Yönetmelik
Türkçe eğitim konusunda azınlığın beklentilerini karşılamaktan
uzak olmasına karşın, konuyla ilgili ilk adımı oluşturması
nedeniyle azınlık bu kazanımlarla yetinmek zorunda kaldı.83
Yönetmeliğin kabul edilmesinin ardından, azınlık mensupları
boykotu sona erdirerek 25 Kasım 1991’den itibaren çocuklarını
yeniden okula göndermeye başladılar.84
Böylece, yaklaşık 20 yıllık bir aradan sonra azınlık anadilini
öğrenme olanağını tekrar elde etti. Her ne kadar Eğitim
Bakanlığı’nın Türkçe dersiyle ilgili aldığı karara karşı milliyetçi
çevrelerden yine büyük bir tepki gelmişse de,85 hükümet bu
konuda geri adım atmadı ve devlet okullarında normal okul
saatleri dışında haftada 4 saat seçimlik olarak Türkçe dersinin
okutulmasına devam edildi.
Azınlığın yaşadığı bölgelerdeki devlet okullarında Türkçe
dersine yer verilmesinin ardından, konuyla ilgili sorunlar
hemen ortaya çıktı. Yaşanan sıkıntıların büyük bir bölümü
Eğitim
Bakanlığı’nın
alınan
kararların
uygulanmasını
sağlayacak ve bu kararların uygulanıp uygulanmadığını
denetleyecek etkin bir kontrol mekanizması oluşturamamasından kaynaklanıyordu. Türkçe dersinin okutulması
yönündeki kararın uygulanması büyük ölçüde birçoğu Jivkov
döneminde atanan yerel yöneticilere bırakılmıştı. Okullarda
Türkçe dersine yer verilmesine duyulan tepkiyle kimi okul
yöneticileri ve öğretmenler bu dersin okutulmasını mümkün
olduğunca engellemeye çalıştılar. Bu çerçevede, bir yandan
okullara yeterli sayıda Türkçe kitap ve sözlük dağıtılmazken,
diğer yandan da ders kitaplarının dağıtılması ve Türkçe
öğretmenlerinin
atanması
geciktiriliyordu.86
Kimi
okul
83
84
85
86
Eminov, age, s. 140-141.
“Sofya’da Türkçe Krizi Çözüldü”, Cumhuriyet, 24 Kasım 1991.
Milliyet, 6 Şubat 1992.
Bülent Ayan, “Bulgaristan’da Türkçe Sıkıntılı”, Milliyet, 6 Şubat 1992.
316 Dayıoğlu
yöneticileri ise, Türkçe dersinin öğrencilerin okuldaki
başarılarını engellediğini öne sürerek, Türk velileri çocuklarını
Türkçe dersine yollamamaları konusunda ikna etme yönünde
çaba sarfettiler.87 Üstelik Bulgaristan yönetimi tarafından etnik
Bulgar sayıldıklarından dolayı Pomak öğrencilerin Türkçe
dersini almaları engellenmeye çalışıldı.88
Bu sorunlar devam ederken, Bakanlar Kurulu 5 Eylül
1994’te anadilde eğitim konusunda yeni bir kararname
yayınladı. 183 numaralı kararnameye göre anadili Bulgarca
olmayan
öğrencilerin,
kaynağı
belediye
bütçelerinden
sağlanmak üzere, kendi anadillerini devlet okullarında 1.
sınıftan 8. sınıfa kadar haftada dört saat seçimlik ders olarak
okuyabilecekleri belirtildi.89 Anadilde eğitim konusunu belirli
bir standarda kavuşturmaya yönelik bu gibi düzenlemelere
karşın, uygulamada Türkçe dersiyle ilgili olarak yukarıda
belirtilen sorunlar devam etti.
18 Aralık 1994 seçimlerinde BSP’nin birinci parti
çıkmasıyla ve hükümeti kuran Jan Videnov’un Eğitim
Bakanlığı’na
Jivkov’un
azınlıklara
yönelik
asimilasyon
politikasının en büyük destekçilerinden İlço Dimitrov’u
atamasıyla konuyla ilgili sorunlar daha da arttı.90 Dimitrov,
Türkçe dersinin verildiği okullara kendi görevlilerini atayarak
bu dersin seçimlik olarak ve ders saatleri dışında yapılıp
Eminov, age, s. 142-143.
Ömer Turan, “Bulgaristan Türklerinin Bugünkü Durumu”, Yeni Türkiye,
(3), (Mart-Nisan 1995), s. 299. Özellikle BSP tarafından yapılan
açıklamalarda, Türkçe dersinin verilmesinin Pomakları kapsamasının
Anayasa’ya aykırı olduğu, dolayısıyla bu konuda etkin önlemler alınması
gerektiği belirtiliyordu. Poulton, age, s. 170.
89 Elif Özerman, Avrupa’da Dil Hakları: Genel Bir Çerçeve, çev. Burcu
Toksabay, Helsinki Yurttaşlar Derneği, 2003,
http://www.hyd.org.tr/tr/rapor.asp?rapor_id=14,
06.07.2005;
Hayriye
Süleymanoğlu Yenisoy, İkinci Dünya Savaşından Bu Yana Bulgaristan
Türklerinin Türkçe Eğitimi, s. 20, http://kircaalihaber.com/yazi_hoca_
2011.doc, 03.03.2011.
90 Sert asimilasyon döneminde de Eğitim Bakanlığı görevinde bulunmuş olan
Dimitrov, 1989 sonrasında BSP’nin yayın organı Duma gazetesinde “yeniden
doğuş sürecinin” tarihsel açıdan çok doğru olduğunu savunmanın yanı sıra,
HÖH’ün Bulgar ulusuna karşı kurulmuş bir hareket olduğunu, dolayısıyla da
kapatılması gerektiğini belirtmişti. Turan, agm, s. 298.
87
88
1989-2010 Bulgaristan 317
yapılmadığını sıkı bir şekilde kontrol etmeye yöneldi.91 Ayrıca,
Türkçe dersinin okutulmasını engellemeye yönelik çeşitli
uygulamaları hayata geçirmeye ve Pomakların Türkçe dersini
almalarını kesin olarak önlemeye çalıştı. BSP’nin iktidarda
kaldığı 1997 yılına kadar devam eden bu sorunlar 1997’de
DGB’nin, 2001’de de NDSV-HÖH koalisyonunun iktidara
gelmesiyle bir ölçüde azaldı. Ancak, birçok yerde yetkililerin
Türk öğrencileri seçimlik Türkçe dersine katılmaktan
caydırmaya çalıştıkları yönündeki şikâyetler zaman zaman
devam etti.92 Bu etkenlere ilaveten Türkçe öğretmeni eksikliği
sonucunda, Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada
2002 yılında Türkçe dersini alan öğrenci sayısının yalnızca
40.000 civarında olduğu belirtildi.93 15 Ağustos 2005’te BSPNDSV-HÖH koalisyon hükümetinin kurulmasının ardından
konuyla ilgili herhangi bir değişiklik olmadı ve başta Ataka
olmak üzere milliyetçi kesimlerin muhalefetine rağmen Türkçe
dersi devlet okullarında seçimlik olarak okutulmaya devam
edildi.94
Irkçılığa
ve
Hoşgörüsüzlüğe
Karşı
Avrupa
Komisyonu’nun (ECRI-European Commission against Racism
and Intolerance) Bulgaristan’la ilgili yayınladığı dördüncü
raporunda ise, yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı, Şubat
“Türkçe Eğitimde Eski Hamam Eski Tas”, Hak ve Özgürlük, 15 Eylül 1995.
U. S. Department of State, Country Reports on Human Rights Practices
1999: Bulgaria, http://www.state.gov/ www/global/human-rights/1999-hrpreport/bulgaria.html, 16.04.2001.
93 U. S. Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for
2002: Bulgaria, http://novinite. com/view_news.php?id=21169, 08.07.2005.
Oysa, 1993/1994 ders yılında 75.000 öğrencinin seçimlik olarak Türkçe dersi
aldığı belirtilmiştir (Mustafa Mutlu, “Yeni Ders Yılında Türk Dili Öğretimine
Hazır mıyız?”, Hak ve Özgürlük, 10 Eylül 1993). Her iki rakamın da doğru
olduğu kabul edilirse, sekiz yıllık bir süre içerisinde Türkçe dersini alan
öğrenci sayısının yarı yarıya azalmasının bir nedenini dersin seçimlik ve
program dışı olmasının, bir diğer nedenini de sert asimilasyon döneminin
psikolojisini yavaş yavaş atlatan azınlık bakımından Türkçe dersinin
cazibesinin zamanla azalmasının oluşturduğunu söylemek mümkündür.
Diğer yandan, yeterli öğretmen olmadığı için 1989 sonrası dönemde Türkçe
dersi talebinin ancak % 30’unun karşılanabildiği belirtilmektedir. Bkz.
Özdemir İnce, “Bulgaristan’da Vaziyetin Durumu”, Hürriyet, 17 Ocak 2007.
94 Bulgaristan ile AB arasında tam üyeliğe ilişkin olarak yapılan müzakere
sürecinde AB’nin Bulgaristan’daki okullarda Türkçe eğitim talebinde
bulunduğu, fakat Bulgaristan’ın bu yöndeki itirazları sonucunda konunun
rafa kaldırıldığı ve bir daha gündeme gelmediği belirtilmektedir. Özdemir İnce,
“Bulgaristan’da Durumun Vaziyeti”, Hürriyet, 19 Ocak 2007.
91
92
318 Dayıoğlu
2009 tarihi itibarıyla Türkçe dersi alan öğrenci sayısının
20.000-30.000 arası olduğu belirtildi.95
Son olarak, Türklerin yanı sıra, diğer bazı azınlık
gruplarının da devlet okullarında kendi dillerini ve tarihlerini
öğrenme yönünde Bulgar yetkilileri nezdinde girişimlerde
bulunduklarını ve bu konuda çeşitli programların uygulanmaya
konulduğunu belirtmek gerekmektedir.96
2. Okullar, Öğretmenler ve Ders Kitapları Konularında Atılan
Adımlar ve Yaşanan Sorunlar
2010 sonu itibarıyla Bulgaristan’da azınlığın Türkçe eğitim
veren tek bir okulu bulunmamaktadır. Bununla birlikte
azınlığın Bulgarca eğitim yapan, devlet okulu statüsünde olan,
ama Başmüftülüğe bağlı bulunan dört tane eğitim kurumu
faaliyet göstermektedir.97 Bunların üçü imam-hatip lisesi, biri
ECRI Report on Bulgaria (forth monitoring cycle), adopted on 20 June
2008, published on 24 February 2009,
http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ecri/country-bycountry/bulgaria/BGR-CbC-IV-2009-002-ENG.pdf, par. 89, 10.03.2011.
96 Örneğin, Mayıs 2003’te Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada,
2003/2004 ders yılından itibaren ilkokullarda haftada dört saat olmak üzere
seçimlik Romanca dersinin okutulacağı, bunun için öğretmenlerin ve ders
kitaplarının hazır olduğu belirtildi (“Çingenece Artık Seçmeli Ders Olarak
Okutulacak”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 23 Mayıs 2003,
http://forums.host.sk/btha/news.php?id=182, 18.08.2004). 2005’te ise, yerel
NGO’lar ile dış yardım kuruluşlarının desteğiyle Bulgaristan hükümeti
tarafından toplum içerisinde önyargılarla mücadele etme ve etnik gruplar
arasında hoşgörüyü geliştirme projesi çerçevesinde 5.000’den fazla öğrenciye
Roman kültürünü ve tarihini öğretmeye yönelik bir eğitim programı
uygulamaya konuldu (U. S. Department of State, Country Reports on Human
Rights Practices 2005: Bulgaria, http://www.state.gov/g/drl/rls/hrrpt/
2005/61641.htm, 17.04.2007.). BSP-NDSV-HÖH koalisyon hükümetinin
kurulmasının ardından Eğitim Bakanı Daniel Vılçev tarafından yapılan
açıklamada Haziran 2006 tarihi itibariyle Türkçe ve Romanca’nın yanı sıra,
okullarda Romence ve İbranice’nin de okutulduğu belirtildi. “DPS, Okullarda
Türkçe Ders Kitapları İstiyor”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 23 Haziran 2006,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=1023, 24.04.2007.
97 Yakın bir zamana kadar Yüksek İslam Enstitüsü ve imam-hatip liseleri
Fethullah Gülen cemaati tarafından yönetilmekteydi. Öğretmenlerin tayini,
maaşlarının ödenmesi ve diğer tüm masrafların karşılanması bu cemaatin
sorumluluğu altındaydı. Ancak, Türkiye Büyükelçiliği bu okulları Fethullah
Gülen cemaatinin denetiminden çıkartabilmek amacıyla Bulgaristan
hükümeti nezdinde girişimlerde bulunarak Haziran 1998’de Türkiye Diyanet
İşleri Başkanlığı ile bu kurumun Bulgaristan’daki karşılığı olan Dinî
95
1989-2010 Bulgaristan 319
de Yüksek İslam Enstitüsü’dür. İmam-hatip liseleri Şumnu,
Rusçuk ve Mestanlı’da, Yüksek İslâm Enstitüsü ise Sofya’da
bulunmaktadır. Şumnu ve Rusçuk’taki imam-hatip liseleri
karma liseler iken, Mestanlı’daki imam-hatip lisesi erkek
okuludur. Bu okullara ek olarak bir de Mestanlı’daki imamhatip lisesine bağlı olan ve Rogozçe köyünde bulunan kız imamhatip lisesi söz konusudur. Sofya’daki Yüksek İslâm Enstitüsü
de karma bir okul niteliğindedir. Okulların masraflarının bir
kısmı Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nca karşılanmaktadır.98
Bu okullarda eğitim Bulgarca yapılmakla birlikte, seçimlik
olarak Türkçe dersi de okutulmaktadır. Devlet okulu
statüsünde bulunmalarına ve derslerin Bulgarca yapılmasına
rağmen, azınlık tarafından Türk okulu olarak görüldüklerinden
dolayı Bulgaristan’daki Türk öğrenciler imam-hatip liselerine
özel bir ilgi göstermektedirler. Üniversite giriş sınavlarında
başarılı olmaları halinde imam-hatip lisesi mezunları
üniversitelerin herhangi bir bölümünde eğitim görme imkânına
sahiptirler. Yüksek İslâm Enstitüsü bugün üniversite düzeyinde
bir yüksek öğrenim kurumu olarak kabul edilmemekle birlikte,
Enstitü mezunları devletçe tanınan özel bir üniversite olan Yeni
Bulgaristan Üniversitesi’nde fark derslerini vermeleri halinde bu
üniversiteden mezun olmuş sayılmaktadırlar. Böylece, Yüksek
İslâm Enstitüsü mezunları bakımından bir ara formül
bulunmuştur. Bu okulların dışında, Kırcali ve Şumnu’da
öğretmen yetiştirmek amacıyla eğitim süresi 5 yıl olan iki tane
Mezhepler Direktörlüğü arasında bir eğitim anlaşmasının imzalanmasını
sağladı. Bu okullardaki eğitimin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın belirlediği
program çerçevesinde Başmüftülüğün gözetimi altında gerçekleştirilmesini
öngören eğitim anlaşması ile bu okulların yönetimi bir anlamda Diyanet İşleri
Başkanlığı’na geçti. Anlaşmanın bir sonucu olarak 1998/1999 ders yılından
itibaren bu okullara Türkiye’den öğretmen ve öğretim görevlileri tayin
edilmeye başlandı.
98 Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınan yardımların dışında, Türkiye’nin
bilgisi dahilinde Suudi Arabistan’daki İslam Kalkınma Bankası’ndan da
yardım alınmaktadır. Bu çerçevede, eski Başmüftü Selim Mehmet’in Mayıs
2001’de Suudi Arabistan’daki girişimleri sonucunda Başmüftülük tarafından
satın alınan binaların tamiri için 219.000 ABD doları, Şumnu ve Rusçuk’taki
imam-hatip liselerine yeni binaların alınması için de toplam 105.000 ABD
doları yardım yapılacağı açıklanmıştı. “Başmüftünün Suudi Arabistan
Ziyareti”, Müslümanlar, Haziran 2001.
320 Dayıoğlu
pedagoji enstitüsü kurulmuştur. Ayrıca, Sofya ve Şumnu’daki
üniversitelerde Türk Dili Bölümleri açılmıştır.
1989 sonrası dönemde eğitim alanında atılan bu olumlu
adımlara karşın, özellikle öğretmenler konusunda bazı sorunlar
yaşandı. Devlet okullarında Türkçe dersinin verilmeye
başlanmasının ardından karşılaşılan en önemli sorun bu dersi
verecek yeterli sayıda ve nitelikte öğretmenin bulunmamasıydı.
Bulgaristan’da 1958’den itibaren Türkçe ders saatlerinin
sürekli azaltılması, 1974’te de Türkçe eğitime tümüyle son
verilmesi
nedeniyle
işsiz
kalan
pek
çok
öğretmen
Bulgaristan’dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Daha da önemli
olarak, 1989 yılındaki zorunlu göç sırasında çok sayıda Türk
öğretmen Türkiye’ye göç etmişti. Bunun sonucunda 1989
sonrası dönemde Türkiye’de 3.000’in üzerinde Bulgaristan’dan
gelen öğretmen görev yaparken, Bulgaristan’da ancak 1.000
kadar öğretmen bulunuyordu. Üstelik bunların birçoğu emekli
olan ve yaklaşık 20 yıldır Türkçe ders vermeyen öğretmenlerdi.
Daha genç olanların ise Türkçeleri ve formasyonları zayıftı.
1989 sonrası dönemde Türkiye’den çok sayıda Türkçe kitap
getirtilmesine rağmen, metodoloji olmadığı için eldeki
öğretmenler bunların nasıl okutulacağını bilmiyorlardı.99
Bundan dolayı, mevcut öğretmenleri ciddi bir eğitimden
geçirmek ve yeni öğretmenler yetiştirmek gerekiyordu. Bu
çerçevede, Sofya ve Şumnu’daki üniversitelerde Türk Dili
Bölümlerinin yanı sıra, Şumnu ve Kırcali’de birer pedagoji
enstitüsü açıldı. Ayrıca, öğretmen yetiştirmek için Türkiye’deki
üniversitelere öğrenci gönderilmeye başlandı.100 Bunun dışında,
masrafları Türk hükümetince karşılanmak üzere, metodoloji
öğrenmeleri amacıyla Türkçe öğretmenlerinin Türkiye’de
düzenlenen kurslara gönderilmeleri yoluna gidildi.101 Ancak,
İlço Dimitrov’un 1995’te Eğitim Bakanı olmasının ardından
öğretmenlerin
Türkiye’de
eğitim
görmelerine
Bakanlık
Oran, agm, s. 129. Bu konuda ayrıca bkz. Yasemin Çongar, “Bağımsız,
Bağlantısız Bulgaristan”, Cumhuriyet, 24 Ekim 1991.
100 Ali Piroğlu, “Türkiye’ye Giden Gençlerimize Uğurlar Olsun”, Hak ve
Özgürlük, 9 Temmuz 1993.
101 Oran, agm, s. 129.
99
1989-2010 Bulgaristan 321
tarafından izin verilmemeye başlandı.102 1997’de BSP
hükümetinin iktidardan uzaklaşmasından sonra öğretmenlerle
ilgili olarak yaşanan tüm bu sıkıntılar yavaş yavaş giderildi.
Eğitim konusundaki bir diğer sorun ders kitaplarıyla
ilgiliydi. 1984-1989 sert asimilasyon döneminde 1950’li ve
1960’lı yıllarda yayınlanan Türkçe kitaplar toplatılıp imha
edilmişti. Dolayısıyla, 1989 sonrası dönemde elde tek bir Türkçe
kitap dahi bulunmuyordu. Bu durum üzerine, Eylül 1990’da
Türkçe uzmanlarının ve öğretmenlerin yer aldığı bir komite
oluşturularak Türkçe okuma kitaplarının hazırlanmasına
başlandı.103 Yapılan çalışma sonrasında okuma kitaplarının
Türkçe ve Bulgarca olmak üzere iki dilde yazılmasına azınlık
tarafından tepki gösterilmesi üzerine,104 kitapların hazırlanması
için Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’na başvuruldu. Yapılan ortak
çalışmanın ardından, 1. sınıftan 5. sınıfa kadar gerekli olan
tüm ders kitapları Türkiye’den sağlandı ve bunlar Türklerden
oluşan bir ekip tarafından Bulgaristan koşullarına uygun hale
getirildikten sonra 1992’de Bulgaristan Eğitim Bakanlığı
tarafından onaylandı. Kitapların Türkçe dersinin verildiği
okullara dağıtılmasıyla 1992/1993 ders yılında Türkçe ders
kitapları sorunu kısmen çözüldü.105 Bununla birlikte, Türkçe
ders kitapları sorununun kesin biçimde çözümlenmesi
çerçevesinde HÖH girişimlerini devam ettirdi.106
Eminov, age, s. 143.
“Komşuda Türkçe Eğitimi”, Cumhuriyet, 2 Aralık 1990.
104 Oran, agm, s. 128. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan HÖH yetkilileri,
Türkçe dersi için hazırlanan okuma kitaplarının Türkçe ve Bulgarca olmak
üzere iki dilde hazırlanmasının nedenini Türkçe’nin anadil olarak değil de,
İngilizce veya Fransızca gibi yabancı bir dil şeklinde öğretilmek istenmesine
bağlamışlardı. HÖH Kırcali Örgütü Genel Sekreteri Talat Çoban’ın bu yönde
yaptığı açıklama için bkz. Cumhuriyet, 17 Eylül 1991.
105 Eminov, a.g..e, s. 141-142.
106 Örneğin HÖH milletvekili Ahmet Hüseyin, BSP-NDSV-HÖH Koalisyon
Hükümeti’nin Eğitim Bakanı Daniel Vılçev’e 23 Haziran 2006’da
Parlamento’da yönelttiği bir soruda 2006-2007 ders yılı için Türkçe ders
kitaplarının getirtilerek tüm okullarda kullanılması hususunun Bakanlığın
gündeminde olup olmadığını öğrenmek istediğini belirtmişti. “DPS, Okullarda
Türkçe Ders Kitapları İstiyor”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 23 Haziran 2006,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=1023, 24.04.2007.
102
103
322 Dayıoğlu
Din ve Vicdan Özgürlüğü Alanıyla İlgili Uygulamalar
Bulgaristan
Prensliğinin
kuruluşundan
itibaren
Bulgaristan, imzaladığı çeşitli uluslararası antlaşmalarla ve
kabul ettiği iç hukuk belgeleriyle ülkedeki Müslüman-Türk
azınlığın din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almayı
taahhüt
etti.107
Bu
düzenlemelerin
varlığına
rağmen
Bulgaristan, özellikle BKP iktidarı döneminde Müslüman
azınlığın sosyalist Bulgar toplumu içerisinde asimile edilmesi
amacı önünde en büyük engellerden bir tanesi olarak görülen
İslam’ın etkisini azaltabilmek için azınlığın din ve vicdan
özgürlüğünü ihlâl eden uygulamalarda bulundu.108
Jivkov’un 10 Kasım 1989’da iktidardan uzaklaşması, din ve
vicdan özgürlüğü alanında da yeni bir dönemin başlangıcını
oluşturdu. Bulgaristan’da yaşayan herkesin adını, dinini ve
dilini özgürce seçebileceğini belirten BKP Merkez Komitesi’nin
29 Aralık 1989 tarihli kararının ardından, ülkede din ve vicdan
özgürlüğüyle ilgili önemli gelişmeler kaydedildi. Bu çerçevede,
BKP iktidarı döneminde din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlayan
birçok uygulama yürürlükten kaldırıldı. Din kurumu üzerindeki
devlet baskısının kalkmasıyla camilerin ve medreselerin inşaat
ve tamirlerine başlandı. Örneğin, 1994’e kadar yeniden ibadete
açılan eski camilerin dışında 129 tane yeni cami inşa edilirken,
200 tanesi de inşaat halinde bulunuyordu. 1990-2005
döneminde ise inşaatı biten toplam cami sayısının 320 olduğu,
2005 yılında da 5 caminin inşaat halinde bulunduğu
belirtildi.109 1994’te BSP’nin iktidara gelmesinin ardından yeni
cami inşa edilmesi konusunda çeşitli zorluklar çıkarılmaya
başlanmakla
birlikte,
1997’de
BSP’nin
iktidardan
uzaklaşmasıyla konuyla ilgili sorunlar ortadan kalktı.
Bu konuda bkz. Dayıoğlu, age, s. 182-184, 229-232 ve 312-315.
Bu konuda bkz. Dayıoğlu, age, s. 348-357.
109 Bulgaristan’ın günlük gazetelerinden Monitor’un verdiği bu rakam için bkz.
“Monitor: Bulgaristan’da 15 Yılda 320 Cami İnşa Edildi”, Bulgar-Türk Haber
Ajansı,
15
Kasım
2005,
http://www.bg-turk.com/index.php?
act=news&id=613, 26.04.2007.
107
108
1989-2010 Bulgaristan 323
2010 yılı itibarıyla yeni camilerin inşa edilmesine
Bulgaristan yönetimi tarafından fazla zorluk çıkartılmamakla ve
projeler belediyelerde
kolaylıkla onaylanmakla birlikte,
Başmüftülüğün ve azınlığın içinde bulunduğu ekonomik
güçlükler bu konudaki asıl sorunu teşkil etmektedir. Cami
inşaat masraflarının önemli bir bölümü daha önce özellikle
Arap ülkeleri ve vakıfları tarafından karşılanırken, bu ülkelerin
azınlık üzerinde etkili olmalarını önlemek amacıyla Türkiye
Büyükelçiliği’nin devreye girmesiyle cami inşaat masraflarının
bir bölümü artık Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından
karşılanmaktadır. Bulgaristan devletinin bu konuya ayıracak
ödeneği bulunmadığından veya ödenek ayırmak istemediğinden
konuyla ilgili olarak Türkiye’nin para aktarmasına Bulgaristan
yönetimi tarafından engel çıkartılmamaktadır.110 Arap ülkeleri
ve vakıfları da camilerin inşaat masraflarını karşılamaya devam
etmektedirler.
1989 sonrası dönemde yeni camilerin inşa edilmesiyle ilgili
engellemeler genelde kalkmış olmakla birlikte, gerçekte cami
inşaat izninin alınması azınlığın nüfusuyla doğru orantılıdır.
Örneğin, Türkler bir bölgede çoğunluktaysalar orada cami inşa
etmeleri kolay, eğer azınlıktaysalar zor olmaktadır. Pomak ve
Roman bölgelerinde ise cami inşaatları zaman zaman
engellenmeye çalışılmaktadır. Özellikle Müslüman Romanlara
cami yapmaları konusunda izin verilmemekte, çeşitli güçlükler
çıkarılmaktadır.
Burada ilginç olan husus Bulgaristan yönetimlerinin yeni
cami inşa edilmesine izin vermelerine karşın, eski Osmanlı
camilerinin tamir edilmesi ve kapalı camilerin yeniden açılması
konusunda geçmişte çeşitli güçlükler çıkartmış olmalarıdır. Bu
konuda Bulgaristan yönetimi tarafından Türk yetkililerine
Türkiye’de tamir edilecek Bulgar Ortodoks kilisesi sayısı kadar
Bulgaristan’da cami tamir edilmesi yönünde bir öneri
Örneğin, 1995’te Burgaz’a bağlı Yusufçobanlar (Mrejiçko) köyünde inşa
edilen cami Türkiye tarafından finanse edilmiş, caminin açılışı Mesut Yılmaz
ve Ahmet Doğan tarafından yapılmıştı. “Unutulmayacak Coşkulu Bir Gün”,
Hak ve Özgürlük, 26 Ekim 1995.
110
324 Dayıoğlu
sunulmuşsa da, iki ülkedeki cami ve kilise sayısındaki çok
büyük farklılık nedeniyle bu öneri Türkiye tarafından kabul
edilmemiştir. Bir yandan ülkedeki Osmanlı döneminin izlerini
silmek amacıyla, diğer yandan da genelde merkezî yerlerde
bulunan eski camilerin ekonomik değerlerinin yüksek olması
nedeniyle buraların azınlığın eline geçmesini önlemek için
Bulgaristan yönetimi tarafından böyle bir politika izlenmiştir.
Bununla birlikte, Bulgaristan yönetiminin konuyla ilgili
tutumunun zamanla yumuşadığı görülmektedir.111 Var olan
bazı sorunlara rağmen, Bulgaristan genelinde faal durumda
olan 1.000 civarında cami olduğu belirtilmektedir.112
Azınlığın camiler konusunda rahatsız olduğu bir husus
buraların amaç dışı kullanılmasıdır. Bulgaristan’daki camilerin
birçoğunun tarih müzesi olarak kullanılmasının dışında, bazı
camilerin de restoran ve eğlence yerlerine dönüştürülmesi ve
Örneğin, Bulgaristan yönetimiyle yapılan görüşmenin ardından T. C.
Kültür Bakanlığı’nın Filibe’deki Ulu Camii (Cuma Camii) ve İmaret Camii’nin
kullanımına ve restorasyonuna ilişkin incelemeler yaptırdığı ve bu amaç için
bir fon ayrılacağı belirtildi (“Türkiye Kültür Bakanlığı Yurtdışındaki Tarihî
Mirası Korumaya Alıyor”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 8 Mayıs 2005,
http://www.bg-turk.net/news.php?id=1286,
01.07.2005).
Türkiye’nin
yardımlarının yanı sıra, gerek Bulgaristan’daki çeşitli vakıf ve dernekler ile
HÖH tarafından, gerekse azınlık mensuplarından toplanan bağışlarla eski
camilerin tamir ve restorasyonu yapıldı. Bu konudaki örnekler için bkz.
“Strajets’te Onarılan Cami Ramazan’a Kapılarını Açtı...”, Bulgar-Türk Haber
Ajansı, 4 Ekim 2005, http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=552,
25.04.2007; “Varna ve Vırbitsa’da Yeni Cami Açıldı...”, Bulgar-Türk Haber
Ajansı, 7 Kasım 2005, http://www.bg-turk.com/index.php?act= news&id=
586, 25.04.2007. Bulgar kökenli HÖH milletvekilleri de cami yaptıranlar
arasında yer alıyordu. Örneğin HÖH Varna Milletvekili Yordan Tsonev
Varna’da 2005’te bir cami yaptırmıştı. “Tsonev: DPS, Cumhurbaşkanlık ve
Yerel Seçimler Üzerinde Duruyor”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 4 Aralık 2005,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news& id=667, 04.03.2011.
112
Eski Başmüfülerden Nedim Gencev Kasım 2005 tarihi itibariyle
Bulgaristan’daki toplam cami sayısının 980 olduğunu belirtirken (“Nedim
Gencev: Bulgaristan’daki İmamlar Yeterli...”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 7
Kasım
2005,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=589,
26.04.2007), Bulgaristan’ın günlük gazetelerinden Monitor yine aynı tarih
itibariyle ülkedeki toplam cami sayısının 1.050 olduğunu, bunlardan 950
tanesinin faal durumda bulunduğunu bildirmiştir. Buna karşılık, yine aynı
gazete Bulgaristan’daki Hıristiyan mabet sayısını 3.750 olarak vermektedir.
“Monitor: Bulgaristan’da 15 Yılda 320 Cami İnşa Edildi”, Bulgar-Türk Haber
Ajansı,
15
Kasım
2005,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=613, 26.04.2007.
111
1989-2010 Bulgaristan 325
buralarda içki servisi yapılması azınlığı ciddi şekilde rahatsız
etmektedir. Örneğin, Filibe’de bulunan ve Osmanlı eserleri olan
Taşköprü Camii ile Çukur Camii’nin Filibe Belediyesi tarafından
özel kişilere kiralanıp içkili restoran haline getirilmesi azınlığın
tepkisini çekmiştir.113
Konuyla ilgili en önemli gelişmeyi 2008 yılında Sofya’da
İslami Eğitim ve Kültür Merkezi projesinin Sofya Belediyesi’ne
sunulması oluşturdu. İslam Konferansı Örgütü tarafından
finanse edilecek proje kapsamında üniversite, araştırma
merkezi, cami, pansiyon ve kongre salonunun yapılması
planlandı.
Bununla
birlikte,
Ataka
projenin
hayata
geçirilmemesi ve Sofya’da faal olan cami sayısının birden ikiye
çıkmaması için girişimlerde bulunacağını açıkladı.114
Camiler konusunda birçok engel 1989 sonrası dönemde
ortadan kalkmış olmakla birlikte, bu dönemde camilere yönelik
çeşitli saldırılara tanık olundu. Örneğin, Eylül 2004’te milliyetçi
bir grup Plevne’deki caminin ön yüzüne sprey boya ile “Türkler
Defolun!” ve “Her Şeyden Önce Bulgaristan” gibi yazılar yazarak
gamalı haç işareti çizdiler.115 Ekim 2005’te Filibe’deki Ulu
Camii’nin (Cuma Camii) giriş kapısını kırarak içeriye giren bir
kişi camide bulunan çeşitli eşyalara zarar verdikten sonra polis
tarafından tutuklandı.116 2006 yılının Temmuz ve Ağustos
aylarında ise Kazanlık Cami’si kimliği meçhul kişilerin
saldırısına uğradı. İlk saldırıda molotof kokteyli atılması
“Camiler İçkili Lokanta Oldu”, Milliyet, 2 Temmuz 2004. Camilerin amaç
dışı kullanılması konusu azınlık tarafından Bulgaristan’a resmî ziyaret yapan
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da iletilmiştir. “Başmüftü Fikri Salih’ten
Erdoğan’a ‘Müslümanların Sorunları’ Dosyası”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 8
Temmuz 2004, http://forums.host.sk/btha/news.php?id=595, 20.08.2004.
114 “Siderov’dan Sofya’da İkinci Cami Projesine Sabotaj…” Bulgar-Türk Haber
Ajansı,
3
Aralık
2008,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=
news&id=1453, 30.04.2009; Bulgar-Türk Haber Ajansı, 2 Mart 2009
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=1466, 30.04.2009.
115 “Milliyetçiler, Pleven Camii’ne Yine Saldırdı”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 12
Eylül
2004,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=224,
20.12.2004.
116 “Filibe’de Camiye Hakaret Eden Fotoğrafçı Tutuklandı...”, Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
11
Ekim
2005,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=559, 26.04.2007.
113
326 Dayıoğlu
sonucunda caminin içerisinde bulunan halılar, çeşitli süsler ve
ahşap doğramalar yanarken,117 ikinci saldırıda ise caminin
camları kırıldı ve duvarlarına gamalı haç işaretleri çizildi.118 Bu
saldırılarla Kazanlık Camii iki yıl içerisinde yedinci kez saldırıya
uğramış oldu. Şubat 2008’de de Sofya’da bulunan Başmüftülük
binasının ana giriş kapısına “Türkler, ölün!” yazısı yazıldı. 119
Haziran 2009’da Reuters Haber Ajansı tarafından konuyla ilgili
olarak yayınlanan bir özel haberde ise, son 2-3 yılda
Bulgaristan’da camilere ve Müslümanlara ait diğer yapılara
yönelik 100’ün üzerinde saldırı düzenlendiği belirtildi. Daha da
önemli olarak, bu saldırılar neticesinde, “komşuluk” adı verilen
Müslümanlarla Hıristiyanların yan yana yaşama kültürünün
çatırdamaya başladığı vurgulandı.120 Camilere yönelik saldırılar
ECRI’nin Bulgaristan’la ilgili dördüncü raporunda da yer
buldu.121
Camilerin yanı sıra, Müslüman Türk mezarlıkları da çeşitli
saldırıların hedefi oldu. Örneğin, Nisan 2005’te Hasköy’de
kentin merkez mezarlığına giren üç genç üzerinde MüslümanTürk isimleri bulunan 120 mezar taşını kırarak taşların
üzerlerinde bulunan resimleri yerlere attılar ve bazı mezarları
da kısmen kazdılar.122 Saldırı üzerine Hasköy’de yaşayan
“Kazanlık Camisi Kundaklandı; Ahşap Doğrama ve Süsler Yandı”, BulgarTürk
Haber
Ajansı,
26
Temmuz
2006,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=1039, 26.04.2007; U. S. Department of
State, Country Reports on Human Rights Practices 2006: Bulgaria,
http://www.state.gov/g/drl/rls/hrrpt/2006/78805.htm, 27.04.2007.
118 “Kazanlık Camisi Yine Saldırıya Uğradı...”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 1
Ağustos
2006,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=1045,
26.04.2007.
119 “Sofya’da Başmüftülük Binasına Çirkin Saldırı…”, Bulgar-Türk Haber
Ajansı,
18
Şubat
2008,
http://www.bgturk.com.index.php?act=news&id=1355, 30.04.2009.
120 “Bulgaristan’da Müslümanlara Karşı Irkçılık ve Ayrımcılık Uygulanıyor”,
Kıbrıs, 2 Haziran 2009; “Sofya’da Irkçı ve Milliyetçi Tavır Kaygı Veriyor”,
Radikal, 2 Haziran 2009: “Bulgaristan Türkleri İçin Eski Kabus Canlanıyor”,
Hürriyet, 3 Haziran 2009.
121 ECRI Report on Bulgaria (forth monitoring cycle), adopted on 20 June
2008,
published
on
24
February
2009,
http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ecri/country-bycountry/bulgaria/BGR-CbC-IV-2009-002-ENG.pdf, par. 93, 10.03.2011.
122 “Üç Genç, Müslüman Mezarlığına Saldırdı…120 Mezar Tahrip”, BulgarTürk
Haber
Ajansı,
9
Nisan
2005,
http://www.bg117
1989-2010 Bulgaristan 327
azınlık mensupları bir barış yürüyüşü düzenleyerek saldırıyı
kınadılar ve ülkede toplumsal barış çağrısında bulundular.123
Bir diğer önemli gelişmeyi, Ataka’nın Sofya’da ibadete açık
tek cami olan Banyabaşı Camii’nden ezan okunmasının
yasaklanması ve caminin hoparlörlerinin tamamen kapatılması
için Mayıs 2006’da imza kampanyası başlatması oluşturdu.124
Ataka, 18 Temmuz 2006’da da bu amaçla bir gösteri
düzenledi.125 Bir başka ezan krizi Ağustos 2007’de patlak verdi.
Bu
tarihte
Rusçuk’ta
cami
hoparlörlerinden
ezanın
yayınlanmasına Bulgarların, Ermenilerin ve Musevilerin tepki
göstermesi üzerine milliyetçiler, cami yakınında her yarım
saatte bir hoparlörlerle Bulgar vatan şarkılarının çalınmasını
kararlaştırdılar.126
Din ve vicdan özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecek
bir diğer konu, daha önce de değinildiği gibi, Sofya’da Yüksek
İslam Enstitüsü ile Şumnu, Rusçuk ve Mestanlı’da imam-hatip
turk.net/news.php?id=1190, 01.07.2005; U. S. Department of State, Country
Reports
on
Human
Rights
Practices
2005:
Bulgaria,
http://www.state.gov/g/drl/rls/hrrpt/2005/61641.htm, 27.04.2007; U. S.
Department of State, International Religious Freedom Report 2006: Bulgaria,
http://www.state.gov/g/drl/rls/ irf/2006/71373.htm, 17.04.2007.
123 “Hasköy Müslümanları, Mezarlığa Saldırıyı Protesto Ediyor”, Bulgar-Türk
Haber Ajansı, 15 Nisan 2005, http://www.bg-turk.net/news.php?id=1216,
01.07.2005. Mezarlıkların dışında çeşitli Türk eserleri de Bulgar milliyetçilerin
hedefi haline geldi. Örneğin Ağustos 2007’de Burgaz’ın Dikenlik (Trınak)
köyünde anıt olarak yaptırılan Türk çeşmesine kazmalarla saldırıldı. Çeşmeyi
yıkmayı başaramayan saldırganlar anıt çeşmeye boyayla “katiller” ve “DPS
dışarı” şeklinde yazılar yazdılar (“Bulgar Irkçı Kazmayla Türk Çeşmesini
Yıkamadı, Radikal, 1 Eylül 2007; “Bulgaristan’da Türk Eserine Yönelik Irkçı
Saldırı”, Zaman, 1 Eylül 2007). 30 Eylül 2009’da da ülkenin kuzey batısında
bulunan Slavyanovo köyünde bulunan ve kardeş iki azınlık mensubu
tarafından yapılan bir anıt “Meçhul Türk askerlerini” temsil ettiği gerekçesiyle
belediye ekiplerince yıkıldı. Sezin Öney, “Bulgaristan’da ‘Meçhul’ Anıt Krizi”,
Taraf, 6 Ekim 2009.
124 Söz konusu kampanya uyarınca Mayıs 2006’dan Temmuz 2006’ya kadar
toplam 35.000 imzanın toplandığı belirtilmektedir. “Ezan Sesine Karşı 35 Bin
Kişi İmza Attı - Ataka”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 17 Temmuz 2006,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=1033, 26.04.2007.
125 “Türk hackerler, Ataka’nın ve Gazetesinin Sitelerini Kırdı”, Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
18
Temmuz
2006,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=10335, 26.04.2007.
126
Bulgar-Türk Haber Ajansı, 12 Ağustos 2007,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=1267, 25.04.2009.
328 Dayıoğlu
liselerinin açılmasıydı. Bu okulların dışında, müftülükler ve
cemaat idare heyetlerince Kuran kursları düzenlendi. Ayrıca,
devlet okullarında seçimlik olarak din dersi okutulmaya
başlandı. 1997’de başlatılan uygulama, önceleri yalnızca
Hıristiyanlıkla ilgili bilgilerin verilmesine yönelikken, 2000’de
İslam diniyle ilgili bilgiler de müfredata dâhil edildi.127 Geçen
zaman içerisinde din dersinin zorunlu olması yönünde talepler
gündeme getirildi. Bu çerçevede 25 Eylül 2010’da Bulgaristan
Ortodoks Kilisesi’nin öncülüğünde Sofya’da toplanan yaklaşık
10.000 kişi bunun için bir gösteri düzenlediler.128 Gösteriye
Başmüftülük de destek verdi.129
1989 sonrası dönemde konuyla ilgili kayda değer bir diğer
gelişmeyi BKP iktidarı döneminde Kuran’la ve diğer dinî
kitaplarla
ilgili
getirilen
kısıtlamaların
kaldırılması
oluşturuyordu. Bunun sonucunda, yurtdışından dinî kitap
getirtmek ve Bulgaristan’da bu gibi kitaplar yayınlamak serbest
bırakılırken, yalnızca 1990 yılında Başmüftülük tarafından
10.000’e yakın Kuran satıldı.130 Diğer yandan, yine BKP iktidarı
döneminde
dinsel
bayramların
kutlanmasına,
İslam
geleneklerine uygun olarak cenazelerin gömülmesine, dinî
nikâh kıyılmasına ve sünnete getirilen kısıtlamalar kaldırıldı.
Hatta bazı işçi sendikaları, Bulgar özel şirketleri ve sivil toplum
örgütleri kurban bayramlarında kurbanlıklar bağışladılar veya
et paketleri dağıttılar.131 Ramazan’da Başmüftülük tarafından
Ina Merdjanova, “Bulgaria”, Yearbook of Muslims in Europe, ed. Jorgen S.
Nielsen et.al., (1), Leiden 2009, s. 63.
128 “Ortodoks Bulgar Zorunlu Din Dersi İstiyor”, Radikal, 25 Eylül 2010.
129
“Bulgaristan’da Zorunlu Din Dersi Talebi”, 22 Eylül 2010,
http://www.ihlassondakika.com/ haberdetay2.php ?id=312993, 10.03.2011
130 Eminov, age, s. 63. Hatta Bulgaristan’ın yüksek tirajlı Trud gazetesi, Ekim
2008’de Kuran’ın Bulgarca çevirisinin kendi yayınevince basılacağını açıkladı.
“Trud Gazetesi, Kuran’ın Bulgarca Çevirisini Yayınlıyor”, Bulgar-Türk Haber
Ajansı,
18
Ekim
2008,
http://www.bgturk.com.index.php?act=news&id=1440, 30.04.2009.
131 “Sendika Başkanından Müslümanlara Kurban Bağışı…”, Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
11
Ocak
2006,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=759, 04.03.2011; “Plovdiv Merkezli “Eko
Global”, İşçilerine Kurban Dağıttı…”, 11 Ocak 2006, http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=761, 04.03.2011. Oysa BKP döneminde
Kurban Bayramlarında kurban kesilmesine getirilen yasak çerçevesinde
127
1989-2010 Bulgaristan 329
dış ülkelerden karilerin (Kuran’ı kurallarına uygun biçimde
okuyan kimse) getirtilmesine132 ve camilerde iftar yemeklerinin
düzenlenmesine
yönelik
herhangi
bir
engellemede
bulunulmadı.133 Üst düzey Bulgar yetkililer de dinî günlerde
Müslümanlara yönelik mesajlar yayınladılar,134 düzenledikleri
etkinliklere katıldılar.135 Bunun da ötesinde ilk kez
Danimarka’nın Jyllands-Posten gazetesinde 30 Eylül 2005’te
yayınlanan ve Hz. Muhammed’e hakaret içeren karikatürlerin
bazı Bulgar gazetelerinde yayınlanması üzerine Şubat 2006’da
bir açıklamada bulunan Başbakan Stanişev, Bulgar medyasına
Müslümanlara gerekli saygıyı göstermeleri ve yayınlarında
Müslümanların duygularını göz önüne almaları çağrısında
bulundu. Ne şekilde olursa olsun vatandaşların dinî inançlarına
saygısızlığın kabul edilemeyeceğini belirten Stanişev, ifade ve
basın
özgürlüğünün
inananlara
hakaret
şeklinde
Aralık 1984’ten itibaren Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde denetimler
yapılmaya başlanmıştı. Örneğin, 1986 yılında Bulgar güvenlik güçleri
Kırcali’de ev ev dolaşarak buzdolaplarında kurban eti aramışlardı. Bunun
sonucunda evinde kurban eti bulundurduğu saptanan bir kişi 1 yıl hapis
cezasına çarptırılmıştı. Poulton, age, s. 136.
132 Eylül 2006’da Başmüftülük tarafından yapılan açıklamada Mısır’ın El
Ezher Üniversitesi’nden dört karinin Ramazan ayı için Bulgaristan’a geleceği
ve ülkenin çeşitli yerlerinde teravih namazı kıldırıp cemaate Kuran okuyacağı
belirtildi. “Ramazan İçin Mısır’dan Kariler Geliyor...”, Bulgar-Türk Haber
Ajansı,
19
Eylül
2006,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=1062, 25.04.2007.
133 “Sofya Camii’nde İftar Verildi...”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 5 Ekim 2005,
http://www.bg-turk.com/ index.php?act=news&id=554, 25.05.2007.
134 Örneğin, Ramazan Bayramı dolayısıyla Başbakan Sergey Stanişev Kasım
2005’te ülkedeki Müslümanların bayramını kutlayarak, farklı dinlere saygının
ve etnik uyumun dünya barışının korunmasında büyük önem taşıdığını
belirtti. “Varna ve Vırbitsa’da Yeni Cami Açıldı...”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 7
Kasım 2005, http://www.bg-turk.com/index.php?act= news&id= 586,
25.04.2007.
135
Örneğin, Şubat 2006’da Sofya’da düzenlenen aşure programına
Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov da katılarak Bulgaristan’da yaşayan
herkesin birbirlerinin inançlarına saygılı olması gerektiğini belirtti (“Aşure
Programına Gelen Pırvanov: Farklılıklar, Bizi Zenginleştirir”, Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
9
Şubat
2006,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=828, 04.03.2011). Eylül 2007’de de
Cumhurbaşkanlığı İkametgâhı’nda, Cumhurbaşkanı Pırvanov’un himayesinde
bir iftar yemeği verildi. Yemeğe ülkedeki Müslümanların ve Balkanlar’daki
Müslüman toplulukların temsilcileriyle Bulgaristan Ortodoks Kilisesi ile
Musevi topluluğu yetkilileri de katıldı. “Jivkov’un Sarayında İftar Yemeği”,
Radikal, 1 Ekim 2007.
330 Dayıoğlu
kullanılabildiği için üzgün olduğunu belirtti.136 Din ve vicdan
özgürlüğü kapsamında gündeme gelen bir diğer konu, ilk ve
orta dereceli okullarda başörtüsü takılmasının Temmuz 2007’de
yasaklanmasıydı. Başmüftülük bu uygulamayı insan hakları
ihlâli olarak değerlendirdi.137
Din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili birçok kısıtlamanın
kaldırılmasına rağmen, daha önceki dönemlerde olduğu gibi,
1989 sonrası dönemde de Hıristiyanlığı kabul etmeleri için
azınlık mensuplarına yönelik faaliyetlere devam edildi. 1991
Anayasası’nın
13/3.
maddesinde
Doğu
Ortodoks
Hristiyanlığının Bulgaristan’ın geleneksel dini olduğunun
belirtilmesiyle bir yerde Ortodoksluk ile diğer dinî inançlar
arasında ayrımcılık yapılmasının yolu açılmış oldu. Bu
çerçevede, Bulgar hükümetleri ve Ortodoks Kilisesi tarafından
Ortodoks Hıristiyanlar arasında misyonerlik faaliyetlerinin
engellenmesi
için
gerekli
tüm
önlemler
alınırken,138
Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya yönelik faaliyetler bazı
hükümetler ve Kilise tarafından bizzat desteklendi. Bunun
sonucunda Ortodoks din adamları 1989 sonrası dönemde
özellikle
Pomaklar ve
Müslüman Romanlar arasında
Hıristiyanlığı yaymaya yöneldiler. Ortodoks Kilisesi’nin yanı
sıra, Protestan, Evangelist ve Katolik Kiliseleri de özellikle
Müslüman Romanlar arasında yoğun bir misyonerlik faaliyeti
başlattılar.139 Bulgaristan yönetimleri Ortodoks Romanların
Protestanlaştırılmalarını engellerken, Protestan misyonerlerin
“Başbakan Stanişev, Müslümanlara Saygı Çağrısı Yaptı…”, Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
6
Şubat
2006,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=820, 04.03.2011.
137 “Bulgaristan’da Başörtüsü Yasağı”, Radikal, 30 Temmuz 2007; “Sofya’da
Dini Sembol Yasağı”, Radikal, 1 Eylül 2006.
138 Bu konuda bkz. U. S. Department of State, Country Reports on Human
Rights Practices 1994: Bulgaria,, http://www.state.gov/www/global/humanrights/1994-hrp-report/bulgaria.html, 16.04.2002. Ayrıca bkz. Human Rights
Watch,
World
Report
1998:
Bulgaria,
http://www.hrw.org/hrw/worldreport98/europe/bulgaria.html, 17.04.2002;
Human
Rights
Watch,
World
Report
1999:
Bulgaria,
http://www.hrw.org/hrw/worldreport99/ europe/bulgaria.html, 17.04.2002.
139 Eminov, age, s. 65. Bu konuda ayrıca bkz. U. S. Department of State,
International
Religious
Freedom
Report
2005:
Bulgaria,
http://www.state.gov/g/drl/rls/irf/2005/51545.htm, 17.04.2007.
136
1989-2010 Bulgaristan 331
Müslüman Romanlara yönelik faaliyetlerini el altından
desteklediler. Hıristiyanlaştırma faaliyetleri Pomaklarla ve
Müslüman Romanlarla sınırlı kalmadı. Bu çerçevede, Türkleri
Evangelist yapmak için “Türk Evangelist Eğitim Misyonu” isimli
bir örgüt kuruldu. Önceleri Şumnu, daha sonra da Burgaz
dolaylarında faaliyet gösteren bu örgütün çabaları sonucunda
200’den fazla Türk’ün Evangelist yapıldığı belirtildi.140 Ancak,
Temmuz 2001’den itibaren HÖH’ün hükümet ortağı olmasının
etkisiyle Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya yönelik faaliyetlerin
eskiye oranla azaldığına dikkat çekildi.
Son olarak, konuyla ilgili sıkıntıların Bulgaristan
yönetiminin uygulamalarından çok, azınlık içerisinde yaşanan
çekişmelerden kaynaklandığını söylemek gerekmektedir. Eski
Başmüftü Nedim Gencev ile Mart 2011 tarihi itibarıyla
Başmüftülük makamında oturan Mustafa Aliş Hacı ve onların
destekçileri arasında Başmüftülük konusunda yaşanan
mücadele
özellikle
dikkat
çekicidir.
Başmüftülüğün
hesaplarından Gencev’in yöneticisi olduğu “Uluslararası İslam
Kültürünü Geliştirme Vakfı”na yasa dışı olduğu iddia edilen
yollarla para aktarılmasından,141 Başmüftülük binasının
Gencev taraftarlarınca kuşatılmasına kadar uzanan iç
çekişmeler142 din ve vicdan özgürlüğü bakımından azınlığın
Turan, agm, s. 301’den Müslümanlar, 27 Kasım 1992.
Konuyla ilgili gelişmeler için bkz. “Başmüftülükte Para Skandalı. Gencev:
Çalmasınlar Diye Transfer Ettim”, 14 Şubat 2006, Bulgar-Türk Haber Ajansı,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=837,
25.02.2011;
“Gencev’in Oğlu: Paraların Zimmete Geçirildiği Bir İftira”, 16 Şubat 2006,
Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
http://www.bg-turk.com/index.php?
act=news&id=842, 25.02.2011; “Eski Başmüftü Gencev, Daha 72 Saat
Gözaltında Tutulacak…”, 16 Şubat 2006, Bulgar-Türk Haber Ajansı,
http://www.bg-turk.com/index.php?Act
=news&id=843,
04.03.2011;
“Gencev, 10 Bin Leva Kefaletle Serbest Bırakıldı, Bulgar-Türk Haber Ajansı,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=880, 25.02.2011;
142 Başmüftülük makamıyla ilgili tartışmalar uzun bir geçmişe dayanmakla
birlikte (bu konuda bkz. Dayıoğlu, age, s. 406-417) 2010 sonunda eski
başmüftülerden Nedim Gencev’in Yüksek İdare Mahkemesi tarafından Yüksek
İslam Şûrası Başkanlığı’na atanmasıyla makam, Nedim Gencev ve Mustafa
Aliş Hacı tarafları arasında iktidar mücadelesine dönüştü. Gelişmeler için bkz.
“Gencev’in Adamları Başmüftülük Binasını Kuşattı”, Bulgar Türk Haber
Ajansı, 4 Eylül 2010,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=1537, 25.02.2011;
140
141
332 Dayıoğlu
karşı karşıya kaldığı
gözükmektedir.
en
büyük
sorunlardan
biri
gibi
Basın Özgürlüğü Alanıyla İlgili Uygulamalar
Basın özgürlüğü Bulgaristan’ın taraf olduğu çeşitli
uluslararası
antlaşmalarda
ve
düzenlenen
iç
hukuk
143
belgelerinde güvence altına alınmışsa da,
eğitim ile din ve
vicdan özgürlüğü konularında olduğu gibi, Bulgaristan
yönetimleri bu konuda da azınlığın haklarını ihlâl eden kimi
uygulamalarda bulunmuşlardı. Özellikle 1984-1989 sert
asimilasyon
döneminde
Türkçe
gazete
ve
dergilerin
yayınlanması yasaklanırken, Bulgar radyosunun Türkçe
yayınlarına da son verilmişti. Bunların dışında, Türkiye
radyolarının
dinlenmesi
engellenirken,
kütüphanelerde
bulunan Türkçe kitaplar da toplatılmıştı. Hatta kamuya açık
alanlarda ve işyerlerinde Türkçe konuşmak bile yasak
kapsamına alınmış, bu yasağa uymayanlara para cezasından
hapis ve sürgün cezalarına kadar varan bir dizi yaptırım
uygulanmıştı.144
1989 sonrası dönemde basın özgürlüğü alanındaki
yasakların tümü kaldırıldı ve Türkçe basın-yayın faaliyetleri
zaman içerisinde serbest bırakıldı. Bu çerçevede, önce
Başmüftülük tarafından Türkçe ve Bulgarca olarak aylık
Müslümanlar gazetesi çıkarıldı. Daha sonra HÖH’ün yayın
organı Hak ve Özgürlük haftalık olarak yayınlanmaya başlandı.
Kısa bir süre sonra da Hak ve Özgürlük’ün çocuk gazetesi Filiz
yayınlandı. Bu dönemde basılan bir diğer gazete ise, eski
Başmüftü Nedim Gencev’in 1992’de görevinden alınmasının
ardından HÖH ile Fikri Salih Hasan’ın Başmüftülüğüne
muhalefet etmek için Türkçe ve Bulgarca olarak yayınladığı
İslam Kültürü idi. Bunların dışında, BKP iktidarı döneminde
“Bulgaristan’da
Müftülük
Sorunu
Büyüyor”,
30
Kasım
2010,
http://www.azinlikca.net/index.php?option=com_ content&view=article&id=
1695:bulgari, 10.12.2010.
143 Bu konuda bkz. Dayıoğlu, age, s. 266-267 ve 357.
144 Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Dayıoğlu, age, s. 297-298 ve 358359; Dayıoğlu, agm, s. 98.
1989-2010 Bulgaristan 333
Parti’nin yayın organı olarak basılan Yeni Işık gazetesinin
devamı olan Güven, bu gazetenin çocuk dergisi Cır Cır, bağımsız
bir çocuk dergisi olan Balon gibi gazete ve dergiler de
yayınlandı. Bu dönemde ayrıca, Türkiye’de çıkmakta olan
Zaman gazetesi haftalık olarak yine Zaman adıyla yayınlanmaya
başlandı. Bunların dışında, Kaynak, Deli Orman ve Balkan
Aktüel gibi dergiler de yayınlandı.145 Söz konusu yayınlara
Bulgaristan
yönetimi
tarafından
herhangi
bir
baskı
uygulanmamış olmakla birlikte, özellikle ekonomik nedenlerden
dolayı bu gazete ve dergilerin bir bölümü zaman içerisinde
yayınlarını durdurmak zorunda kaldılar. 2000’li yıllarda Türkçe
internet haber ajansı ve gazetelerin yayınlarına da başlandı.146
Bunların bir kısmı zaman zaman Bulgar milliyetçilerin
saldırılarına maruz kalsalar da,147 elektronik ortamdaki söz
konusu ajans ve gazetelerin önemli bir bölümü yayınlarını
sürdürdüler. Gazete ve dergilerin yanı sıra, 1989 sonrası
dönemde Türkçe kitapların yayınlanmasına da izin verildi.148
Ayrıca, Haziran 2004’te Sofya Şehir Kütüphanesinde “Türkçe
Kitaplar Odası” açıldı.149
Türkçe gazete, dergi ve kitap basımına izin verilmesinin
yanı sıra, devlet yayın kuruluşu olan Bulgaristan Radyosu’nda
Türk yoğunluklu yerleşim yerlerine yönelik olarak haftada 3
Ayşe Özkan, “Bulgaristan Siyasetinde Türkler”, Stratejik Analiz, 5 (54),
(Ekim 2004), s. 87.
146 Bunlar arasında, bu çalışmada geniş şekilde yararlanılan Bulgar-Türk
Haber Ajansı önemli bir yer tutmaktadır. Söz konusu ajans için bkz.
http://www.bg-turk.com.
147 Örneğin, Türkçe internet gazetesi Kırcaali’nin sitesi bir Ataka sempatizanı
tarafından 2004 yılının Ekim ayı sonlarında kırılarak sitenin ana sayfasına
“Birkaç Türk siteciğinin liderimiz Volen Siderov’u karalamasına müsaade
etmeyeceğiz. Bulgaristan Bulgarlar içindir” şeklinde yazı yazıldı (“Ataka
Sempatizanından Türk Haber Sitesine Saldırı...”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 24
Ekim
2005,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=
news&id=565,
24.04.2007). Diğer yandan, Bulgarca İslamî bilgilerin yayınlandığı kimi siteler
de benzer saldırılara uğradılar. “Bulgarca İslami Bilgi Sitesi Hacklendi...”,
Bulgar-Türk Haber Ajansı, 10 Şubat 2006, http://www.bg-turk.com/index.
php?act=news&id=829, 24.04.2007.
148 Turan, agm, s. 299.
149 “Sofya Kütüphanesinde Türkçe Kitaplar Bölümü Açıldı”, Bulgar-Türk Haber
Ajansı, 4 Haziran 2004, http://www.forums.host.sk/btha/news.php?id=562,
20.08.2004.
145
334 Dayıoğlu
gün birer saat Türkçe yayın yapılmaya başlandı.150 1994
seçimlerinde
BSP’nin
iktidara
gelmesinin
ardından
Parlamento’da radyo ve televizyon yayınlarının yalnızca
Bulgarca yapılıp yayınlarda azınlık dillerine yer verilmemesini
öngören bazı yasa teklifleri sunulmuşsa da,151 bu konuda geri
adım atılmadı ve radyo yayınlarında Türkçe programlara yer
verilmeye devam edildi. Zaman içerisinde Bulgaristan
Radyosu’nda Türkçe yayın saatleri artırıldı. Buna göre, yayın
süresi önce günde 30 dakikaya, 2004 yılında da 3 saate
çıkarıldı. Ayrıca, haftada bir saat olmak üzere Roman dilinde
yayın da yapılmaya başlandı. Bir devlet yayın kuruluşu olan
Hristo Botev Radyosu da yıllık toplam 7.800 saat olan yayın
süresinin 2.000 saatini azınlıklara, etnik ve dinî konulara
ayırdı.152 Temmuz 1998’de ise Radyo ve Televizyon Yasası’nda
değişiklik yapılmasına ilişkin yasa tasarısının Parlamento
tarafından onaylamasının ardından, radyonun yanı sıra Türkçe
programların televizyonda da yayınlanmasına yasal olanak
sağlandı.153 Bu çerçevede, Şubat 2000’den itibaren 7 Dni adlı
televizyon kanalında Pazar günleri öğleden sonra “Beyaz
Güvercin” adıyla 20 dakikalık Türkçe haber, müzik ve eğlence
programı yayınlanmaya başlandı. Yalnızca Sofya ve civarında
izlenebilen programın sponsorluğunu Kültürel İşbirliği ve
Azınlık Sorunları Uluslararası Merkezi üstlendi.154 Bunun
dışında, 2 Ekim 2000’den itibaren BNT Kanal 1’de hafta içi her
gün saat 17:00’deki Bulgarca haber bülteninden sonra
17:10’dan itibaren 8 dakikalık Türkçe haber bülteni
yayınlanmaya başlandı.155 Bu süre 2001’de 10 dakikaya
Özgür, age, s. 190; U. S. Department of State, Country Reports on Human
Rights
Practices
for
2002:
Bulgaria,
http://www.novinite.com/view.news.php?id=21169, 08.07.2005.
151 Eminov, age, s. 165.
152 U. S. Department of State, Country Reports on Human Rights Practices
2004: Bulgaria, http://www.state.gov /g/drl/rls/hrrpt/2004/41674.htm,
07.07.2005.
153 “Bulgaristan’da Türkçe Yayına İzin”, Cumhuriyet, 1 Ağustos 1998.
154 Birgül Demirtaş-Coşkun, Bulgaristan’la Yeni Dönem: Soğuk Savaş Sonrası
Ankara-Sofya İlişkileri, Ankara 2001, s. 91’den Anadolu Ajansı, 19 Şubat
2000.
155 Türkçe yayın dışında, Bulgaristan devlet televizyonunda Ermenice ve
İbranice yayın yapılması için de çalışmalar başlatıldı. “Bulgaristan, Nerden
150
1989-2010 Bulgaristan 335
çıkarıldı.156 Daha sonra Türkçe haber bülteni saat 16:10’a
alındı. Başta Ataka olmak üzere ülkedeki çeşitli milliyetçi
kesimler Türkçe haber bülteninin yayınlanmasına tepki gösterip
zaman zaman bunun engellenmesi yönünde girişimlerde
bulunmuşlarsa da, bu girişimler sonuç vermedi. Örneğin,
Haziran 2005 seçimlerinin ardından Parlamento’ya giren Ataka,
aynı yılın Ekim ve Kasım aylarında konuyu Parlamento Medya
Komisyonu’nun gündemine taşıdı. Ancak, Parti lideri Siderov’un
hazırladığı ve Bulgar Ulusal Televizyonu’nda Türkçe haber
bülteninin yayınlanmasının yasaklanmasını içeren karar
önergesi 2’ye karşı 9 oyla reddedildi.157 Kararın ardından konu
Eylül 2006’da bu kez Parlamento Genel Kurulu’nun gündemine
taşındı. Yapılan oylamada Türkçe haber bülteninin kaldırılması
teklifi için 90 ret, 31 kabul ve 26 çekimser oy kullanıldı.158
Böylece, Kanal 1’de Türkçe haber bülteninin yayınına devam
edildi.159
Nereye”, Hürriyet, 25 Şubat 2001. Ayrıca bkz. Lilia Petkova, “The Ethnic Turks
in Bulgaria: Social Integration and Impact on Bulgarian-Turkish Relations,
1947-2000”, The Global Review of Ethnopolitics, 1 (4), (June 2002), s. 52.
156 Can Dündar, “Türkler Kilidi Çevirdi”, Milliyet, 20 Kasım 2001; “DPS,
Okullarda Türkçe Ders Kitapları İstiyor”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 23
Haziran
2006,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=1023,
24.04.2007. Diğer yandan 1984-1989 sert asimilasyon dönemini eleştiren
kimi filmler de Bulgar sinemalarında gösterime girdi. “Türk-Bulgar Yapımı
Film “Çalıntı Gözler” Sinemalarda...”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 16 Eylül
2005, http://www.bg-turk.com/index.php?act= news&id=527, 24.04.2007.
157 Konuyla ilgili olarak Komisyon Başkanı ve BSP milletvekili İvo Atanasov,
“Türkçe haber programının yayından kaldırılması bize büyük sorunlar yaratır”
şeklinde açıklamada bulundu. “Milliyetçi Partisi, Türkçe Haber Yayınlarını
Yasaklattıramadı...”,
Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
1
Kasım
2005,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=578, 24.04.2007.
158 “Devlet Televizyonunda Türkçe Haber Bülteni Devam Edecek”, Bulgar-Türk
Haber
Ajansı,
16
Eylül
2006,
http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=1063, 24.04.2007.
159 Devlet televizyonunda Türkçe haber bülteninin yayınlanması karşısında
ülkedeki Roman azınlık da Romanca haber bülteni yayınlanması yönünde
çeşitli girişimlerde bulundu. Bu çerçevede, Kasım 2005’te bir yandan De Facto
adlı Roman haber ajansı tarafından yetkili mercilere bu yöndeki talepleri
içeren mektuplar gönderilirken (“Devlet Televizyonunda Romanca Haber
İsteniyor”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 19 Kasım 2005, http://www.bgturk.com/index.php?act=news&id=631, 24.04.2007), diğer yandan da Varna
kentinde Romanlar tarafından konuyla ilgili bir gösteri düzenlendi. “Varna’da
Çingeneler, Kendi Dillerinde Haber İstiyor”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 22
Kasım
2005,
http://www.bg-turk.com/index.php?act=news&id=642,
336 Dayıoğlu
5 Temmuz 2009 genel seçimlerinin ardından konu yeniden
gündeme geldi. Ataka’nın Türkçe haber bülteninin yayından
kaldırılması için Parlamento’da yeni bir öneri vermesi üzerine
Başbakan Borisov, konuyla ilgili nihai bir sonuca varmak için
GERB ile Ataka arasında görüşme yapılması gerektiğini
söyledi.160 Borisov, Kasım 2009’da yaptığı bir başka açıklamada
da haber bülteninin yayınlanmasına devam edilip edilmeyeceği
konusunda bir anket yaptırılacağını, çıkan sonuca göre
Elektronik Medya Kurulu’nun karar vereceğini açıkladı.161
Türkçe haber bülteninin yayını konusunda herhangi bir
değişikliğin olmaması üzerine “Bulgar Erkekler Partisi” lideri
Rosen Markov yayının durdurulması için Ağustos 2009’da
Varna’da 20.000 imza topladı. Markov bununla yetinmeyerek
10 Kasım 2009’da BNT binası önünde kendini ateşe verdi.162
Bir polis memuru tarafından kurtarılan Markov 3 Aralık
2009’da Parlamento binası önünde bu kez de harakiri
girişiminde bulundu. Bu gelişmeler üzerine bir açıklama yapan
BNT Genel Müdürü Ulyana Pramova, her gün 50.000-60.000
kişinin Türkçe haberleri izlediğini, yayının durdurulmasının bu
insanları habersiz bırakmak anlamına geleceğini, bundan dolayı
haber bültenini yayından kaldırmalarının “şu an için” söz
konusu olmadığını belirtti. Pramova, halkın BNT’de hangi
programları izlemek istediğini saptamak için bir kamuoyu
araştırması başlattıklarını, araştırmada halkın Türkçe haber
yayınının
durdurulmasını
istediğinin
ortaya
çıkması
163
durumunda konunun gündeme gelebileceğini belirtti.
Böylece
Pramova, BNT’de Türkçe haber yayının kaldırılması için açık
kapı bırakmış oldu.
24.04.2007. Bununla birlikte, Mart 2011 tarihi itibarıyla Türkçe haber bülteni
dışında başka bir azınlık dilinde haber bülteni yayınlanmamaktadır.
160 “Borisov: Osmanlı Döneminde Bulgar Soykırımı Yapıldı”, Radikal, 8
Ağustos 2009.
161 “Bulgar’a 10 dk Türkçe Fazla”, Radikal, 7 Kasım 2009.
162
http://milliyet.com.tr/Dunya/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=
1160, 11.11.2009.
163
http://haber.mynet.com/detay/dunya/turk_dusmani_lider_bu_kez_harakiri_
yapti/483210, 25.02.2011.
1989-2010 Bulgaristan 337
Bu açıklamanın ardından konuyla ilgili önemli bir gelişme
15 Aralık 2009’da yaşandı. Türkçe haber bülteninin
kaldırılması için mücadele eden Ataka lideri Siderov’la görüşen
Başbakan Borisov, düzenlenen ortak basın toplantısında
Ataka’nın konuyla ilgili halkoylaması yapılması önerisine GERB
olarak Parlamento’da destek vereceklerini açıkladı. Referandum
sonucunda halkın Türkçe haber bültenini isteyip istemediğinin
kesin olarak ortaya çıkacağını belirten Borisov, herkesin uydu
alıcılarıyla istediği dilde dilediği yayını izleme şansının
bulunduğunu söyledi. Bulgaristan’da şu an için hiçbir özel
televizyon kanalının yabancı dilde yayın yapmadığını kaydeden
Borisov, devlet televizyonunun bu konuda bir ayrıcalığının
olmaması
gerektiğini
savundu.
Siderov
ise,
devlet
televizyonunda
yalnızca
Türkçe
haber
bülteninin
yayınlanmasının ülkede yaşayan diğer etnik azınlıklara karşı
haksızlık oluşturduğunu öne sürdü.164 Geçen günlerde özellikle
HÖH’ün konuyu AP’ye taşıyacağı uyarısında bulunması
karşısında Borisov, Ataka’nın önerisini desteklemesini “hata”
olarak değerlendirdi.165 Sonuçta Türkçe haber bülteninin
yayınına devam edildi.
Sonuç
Yukarıda Müslüman-Türk azınlığın bazı temel hakları
özelinde anlatıldığı gibi, Bulgaristan, bazı istisnai dönemler
hariç, 1878-1989 döneminde ülkenin üniter yapısı için bir
tehdit olarak görülen Müslüman-Türk azınlığı asimile etmeye
yönelik politikasını 1989 sonrasında terk etti. Uyguladığı
“Bulgar Etnik Modeli” çerçevesinde Bulgaristan, etnik gruplar
arasındaki sorunları diyalog ve azınlıkların toplumla
bütünleşmesi için gerekli mekanizmaların kurulması yoluyla
çözümlenmesi yoluna gitti. Model’in uygulanmasındaki esas
itici güç ise Bulgaristan’ın başta AB olmak üzere Batılı
“Bulgaristan’da Türkçe Haber Referandumu”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2009,
http://www.cumhuriyet.com.tr/? im=yhs&hn=100896, 08.03.2011.
165 Akif Beki, “Başbakan’a Tuzak”, Radikal, 22 Aralık 2009; Yenidüzen, 9
Şubat 2010’dan “Boyko, Mehmet ile Tanışınca…”, The Economist, 6 Şubat
2010.
164
338 Dayıoğlu
uluslararası kuruluşlara üye olmak istemesiydi. AB’ye tam
üyelik için 1993 Kopenhag Zirvesi’nde ortaya konulan kriterlere
uymanın bir zorunluluk olduğu bilinciyle Bulgaristan, ülkede
çoğulcu demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan ve azınlık
haklarına saygı gibi değerleri uygulamaya yönelerek ülkesindeki
azınlıkların, bu arada da en büyük azınlık kitlesini oluşturan
Müslüman-Türk azınlığın uluslararası hukukta tanınan
haklarını geri vermeye başladı.
Her ne kadar diğer eski Doğu Bloku ülkelerinden farklı
olarak 1989 sonrası geçiş süreci etnik gruplar arasında
çatışmalar yaşanmaksızın kansız atlatılmışsa da, milliyetçi
çevrelerin azınlıklar konusundaki köklü değişime kimi zaman
gösterdikleri direnç nedeniyle bazı sıkıntılar da yaşandı.
Bununla birlikte, gerek Bulgar toplumunun ve siyasilerin
büyük çoğunluğun Batı’nın bir parçası olma yönündeki kararlı
tutumu, gerek azınlığın en büyük temsilcisi HÖH’ün ayrılıkçılık
yerine ülkenin bütünlüğünü savunması, gerekse de Türkiye’nin
Bulgaristan’a yönelik iyi komşuluk ilişkilerine dayalı bir dış
politika izlemesi sorunların aşılmasında belirleyici oldu.
Azınlık sorunlarının çözümlenmesi konusunda önemli
mesafeler katedilmekle ve AB üyesi olunmakla birlikte, ülkedeki
ekonomik sorunların çözümlenememesi,166 bunun sonucunda
da yolsuzluk, rüşvet ve örgütlü suçlar gibi sorunların devam
etmesi milliyetçiliğin güçlenmesine yol açtı. 2005 ve 2009 genel
seçimlerinde Parlamento’ya girme başarısını da gösteren
milliyetçi kesimler bu sorunların etkisiyle azınlık karşıtı
söylemlerinin dozunu artırmaya başladılar. Bu gelişmeler
karşısında azınlık bir yandan Türkiye’nin Bulgaristan’ın iç
işlerine karışmamaya özen gösteren dış politikasından,167 diğer
AB’nin resmî istatistik kurumu Eurostat’ın 2009 verilerine göre AB üyeleri
arasında Bulgaristan en fakir ülke konumunda bulunuyordu. “Türkiye Milli
Gelirde Romanya ve Bulgaristan’ı Geçti”, Radikal, 22 Haziran 2010.
167 Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 4 Ekim
2010’da Bulgaristan’a yaptığı resmî ziyaret sırasında yukarıda bahsedilen
Başmüftülük sorunuyla ilgili olarak “Bu, Bulgaristan’ın kendi iç meselesidir...”
şeklindeki sözleri bu politikayı ortaya koyuyordu. “Erdoğan: Bulgaristan’daki
166
1989-2010 Bulgaristan 339
yandan da azınlık karşıtı uygulamalara AB’nin izin vermeyeceği
inancından hareketle168 tahriklere kapılmayan temkinli bir
tutum izlemeye devam etti.
Bununla
birlikte
Bulgaristan’ın
yukarıda
belirtilen
sorunlara çözüm getirememesi halinde, ülkedeki milliyetçi ve
azınlık karşıtı akımların daha da güçleneceklerini tahmin etmek
mümkündür. Böyle bir durumda azınlığın bugüne kadar izlediği
ihtiyatlı, ama haklarını koruyan aktif politikasına devam
etmesi, bulunduğu pozisyonu geriye götürecek her girişim
karşısında
uluslararası
çevreleri
harekete
geçirmesi
gerekmektedir. Bu konuda Türkiye’ye de büyük iş düşmektedir.
Türkiye’nin bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da
Bulgaristan’ın toprak bütünlüğüne önem verdiğini, azınlık
içerisinde
ayrılıkçı
taleplerde
bulunan
kesimleri
desteklemediğini, azınlıkla ilgisinin azınlığın uluslararası
antlaşmalarla verilmiş haklarının uygulanmasını gözetmekten
ibaret olduğunu, bunun gereğini de yerine getirmekten
çekinmeyeceğini göstermesi azınlığın geleceği için önemlidir.
Beklentiler Bulgar Etnik Modeli’nin daha da kurumsallaşması
ve Müslüman-Türk azınlığın ülkedeki varlığının eşit vatandaşlık
temelinde devam etmesi yönündedir.
Kaynakça
Crampton, Richard, A Concise History of Bulgaria, Cambridge
1997.
Dayıoğlu, Ali, Toplama Kampından Meclis’e: Bulgaristan’da Türk
ve Müslüman Azınlığı, İstanbul 2005.
Dayıoğlu, Ali, “Policies of the Bulgarian Administration towards
the Turkish Minority between 1984 and 1989”, ed. Mustafa
Türkler Bütün Haklara Sahip”, Bulgar-Türk Haber Ajansı, 4 Ekim 2010,
http://www.bg-turk.com/index.php?act= news&id=1547, 25.02.2011.
168 Yukarıda da değinildiği gibi, Türkçe haber bülteninin devlet televizyonunda
yayınlanıp yayınlanmaması konusunda Ataka’nın halkoylaması önerisine ilk
başta destek veren Başbakan Borisov, AB’den gelebilecek baskılardan
çekinerek bu konuda geri adım atması bu durumu somut bir şekilde ortaya
koyuyordu.
340 Dayıoğlu
Türkeş, Turkish-Bulgarian Realtions: Past and Present,
İstanbul 2010, s. 89-114.
Demirtaş-Coşkun, Birgül, Bulgaristan’la Yeni Dönem: Soğuk
Savaş Sonrası Ankara-Sofya İlişkileri, Ankara 2001.
ECRI Report on Bulgaria (forth monitoring cycle), adopted on 20
June 2008, published on 24 February 2009.
Eminov, Ali, Turkish and Other Muslim Minorities in Bulgaria,
London 1997.
Human Rights Watch, World Report, Bulgaria: 1998, 1999.
Merdjanova, Ina, “Bulgaria”, Yearbook of Muslims in Europe, (1),
Eds. Jorgen S. Nielsen et.al., Leiden 2009, s. 61-65.
Oran,
Baskın,
“Balkan
Türkleri
Üzerine
İncelemeler
(Bulgaristan, Makedonya, Kosova)”, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 48 (1-4), (Ocak-Aralık
1993), s. 121-147.
Özerman, Elif, Avrupa’da Dil Hakları: Genel Bir Çerçeve, çev.
Burcu Toksabay, Helsinki Yurttaşlar Derneği, 2003,
http://www.hyd.org.tr/tr/rapor.asp?rapor_id=14,
06.07.2005.
Özgür, Nurcan, Etnik Sorunların Çözümünde Hak ve Özgürlükler
Hareketi, İstanbul 1999.
Özkan, Ayşe, “Bulgaristan Siyasetinde Türkler”, Stratejik Analiz,
5 (54), (Ekim 2004), s. 83-89.
Petkova, Lilia, “The Ethnic Turks in Bulgaria: Social Integration
and Impact on Bulgarian-Turkish Relations, 1947-2000”,
The Global Review of Ethnopolitics, 1 (4), (June 2002), s. 4259.
Poulton, Hugh, The Balkans, Minorities and States in Conflict,
2nd ed., London 1994.
Süleymanoğlu Yenisoy, Hayriye, İkinci Dünya Savaşından Bu
Yana
Bulgaristan
Türklerinin
Türkçe
Eğitimi,
http://kircaalihaber.com/yazi_hoca2011.doc, 03.03.2011.
Turan, Ömer, “Bulgaristan Türklerinin Bugünkü Durumu”,
Yeni Türkiye, 3, Mart-Nisan 1995, s. 294-301.
Türkeş, Mustafa, “Geçiş Sürecinde Dış Politika Öncelikleri:
Bulgaristan Örneği”, Türkiye’nin Komşuları, Der. Mustafa
Türkeş / İlhan Uzgel, Ankara 2002, s. 171-210.
1989-2010 Bulgaristan 341
Türkeş, Mustafa, “Türkiye-Avrupa İlişkilerinde Balkanlar
Faktörü ve Yeni Eğilimler”, Türkiye ve Avrupa, Der. Atila
Eralp, Ankara 1997, s. 305-349.
U. S. Department of State, Country Reports on Human Rights
Practices, Bulgaria: 1994, 1999, 2002, 2004, 2005.
U. S. Department of State, International Religious Freedom
Report, Bulgaria: 2005, 2006.
Internet
http://www.azinlikca.net
http://www.bg-turk.net
http://www.coe.int
http://www.cumhuriyet.com.tr
http://haber.mynet.com
http://www.ihlassondakika.com
http://www.milliyet.com.tr
http://www.novinite.com
http://www.ntvmsnbc.com
http://www.tumgazeteler.com
Gazeteler
Cumhuriyet (1989-2005)
Dünya Gündemi (2006)
Hürriyet (1989-2010)
Milliyet (1989-2005)
Radikal (2003-2010)
Hak ve Özgürlük (Bulgaristan / 1991-1995)
Havadis (Kıbrıs / 2009-2010)
Kıbrıs (Kıbrıs / 2003-2010)
Yenidüzen (Kıbrıs / 2003-2010)
KALANLARA NE OLDU?
BULGARİSTAN'DA AZINLIK HAKLARININ
GELİŞİMİNDE AB GENİŞLEMESİNİN ETKİSİ
Ş. İnan RÜMA
On est toujours libre
au dépends de quelqu’un.1
Albert Camus.
Giriş
Orta ve Doğu Avrupa’da Komünist Parti yönetimlerinin sona
ermesi ile Avrupa Bütünleşmesinin yeniden tanımlanması
süreçleri eşzamanlı olarak ortaya çıkmıştır. Orta ve Doğu
Avrupa ülkelerinin yeni hayatlarında, Geçiş Süreci olarak
isimlendirilen liberal demokrasiyi ve kapitalist pazar
ekonomisini yerleştirme siyaset ve etkinlikleri merkezi öneme
haiz oldu. Bu ülkelerin siyasi ve ekonomik geçiş sürecinde, hem
Derinleşme hem Genişleme süreçleri ile yenilenmekte olan
Avrupa Birliği çok önemli bir aktör olarak ortaya çıkmıştır.
Geçiş süreci nihayet iç ve dış bütünleşme arayışlarının yeniden
tanımı ile iç ekonomik ve siyasi gücün yeniden dağılımı olarak
tanımlanabilir.2 Genişleme süreci ve ilgili kriterlerin ülkelerin
sadece dış bütünleşmesi bağlamında değil, iç siyasetlerine de
ciddi etkileri olmuştur. Bu etkilerden bir tanesi de iç siyasi
ortamın Batı Avrupa modeli liberal demokrasiye doğru evrilmesi
ile yeni aktörlerin oluşmasına yol açmaktır. Azınlıkların ve de
özellikle siyasi temsilcilerinin bu yeni aktörler arasında yer
aldığı söylenebilir.
Geçiş Süreci içerisinde uluslararası aktörler önemli görevler
almışlardır. Ekonomik Geçiş Sürecinde IMF ve Dünya Bankası
Her zaman başkasının pahasına özgürüzdür.
Mustafa Türkeş, “Double Processes: Transition and Its Impact on the
Balkans”, Towards Non-violence and Dialogue Culture in Southeast Europe,
Der. Ivan Hadjiysky, Sofya 2004, s. 1.
1
2
344 Rüma
ile Siyasi Geçiş Sürecinde Avrupa Konseyi bu bağlamda
zikredilebilir. Ancak, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa
Bütünleşmesini dış ilişkilerinin ve dış bütünleşme arayışlarının
yeniden tanımında merkezi öneme almaları ve bu yöndeki
ısrarlı ilgilerinin Avrupa Birliği’ni en önemli dış aktör haline
getirdiği söylenebilir. Bunun çeşitli şekillerde ifadesi ile
karşılaşılmıştır: Avrupa’nın fiilen güvenlik, refah ve hatta
normallik anlamına geldiği3 veya bu geniş alana entegre
olmayanların marjinalize olma riski ile karşı karşıya kalacakları
iddia edilmiştir.4
Balkanlar Yugoslavya’nın dağılması ile simgelenen etnik
çatışmalar nedeniyle Avrupa Bütünleşmesi sürecinde bir sorun
olarak görülmekte iken, Bulgaristan 1990’daki iktidar
değişiminin ardından önemli bir göreceli başarı örneği olarak
ortaya çıkmıştır. Aslında, AB’nin Bulgaristan siyaseti
Balkanlarda istikrar yaratma çabalarının bir parçası olmuş, bu
bağlamda,
NATO’nun
Kosova
müdahalesi
sırasında
Bulgaristan’ın sağladığı destek AB’yi hemen takip eden sene
müzakerelere başlamaya ikna etmiştir.5 Nitekim Bulgaristan’ın
AB ile
ilişkilerinin
çoğu
zaman
sonuçsuz ilerlediği
düşünülebilir; ancak, Bulgaristan’ın daha gerçekçi bir dış
bütünleşme seçeneğinin olmaması (hem yöneticilerin hem
toplumun zamanla Rusya’yı bir seçenek olarak görmekten
uzaklaşmasının da etkisiyle) ve AB’nin de Balkanlarda istikrar
bu kadar önemliyken bu istikrar için vazgeçilmez ve katkıda
bulunmaya hazır Bulgaristan’a kayıtsız kalamaması ile
ilişkilerin tam üyelik vizyonuna doğru evrildiğini gözlemlemek
mümkündür.
Edwige Tucny, L’Elargissement de l’Union Européenne aux Pays d’Europe
Centrale et Orientale, la conditionnalité politique, Paris 2000, s. 22.
4 Yves Poirmeur, “L’Union Européenne sous contrainte d’Elargissement”,
Etudes sur l’Elargissement de l’Union Européenne, Ed. Thuan Cao-Huy, Paris
2002, s. 43-71, s. 49.
5 Vesselin Dimitrov, “Learning to Play the Game: Bulgaria’s Relations with
Multilateral Organisations”, Southeast European Politics, 2 (2000), s. 101-114,
s. 105.
3
AB Genişlemesinin Etkisi 345
Bu çalışmanın amacı AB genişlemesinin Bulgaristan’da
azınlık haklarının gelişimine etkisini incelemektir. Bu amaçla,
Avrupa Komisyonu’nun raporları gibi belgeler incelenecek ve
Eylül
2005’de
yapılan
alan
araştırmasının
bulguları
yansıtılacaktır.
Dolayısıyla,
1989
Göçünün
ardından,
Bulgaristan’da iç siyasi yapılanmanın değişimi döneminde
azınlıkların kendilerini ifade etme ve varlıklarını sürdürme
mücadelelerinin AB Genişlemesi çerçevesinde nasıl yer almış
olduğu incelenecektir. Bu çerçevede, önce AB’nin azınlık
sorunları ile ilgili siyasetleri incelenecek, daha sonra bunun
Bulgaristan’a yansımaları açıklanacak, Bulgaristan’da azınlık
haklarının evrimine AB’nin etkisinin ne olduğu tartışılacak ve
sonuç olarak bu inceleme ve tartışmaların önemi belirtilecektir.
AB ve Azınlıklar
Soğuk Savaş sonrasında azınlıkların durumunun genel
olarak dünya gündemine geldiğini ve azınlık haklarının giderek
daha fazla teşvik edilen bir uygulama olduğunu söylemek
mümkündür. Başka bir deyişle, azınlıkların sorunları
uluslararası gündemin meşru bir parçası olmuştur.6 Bu
anlamda,
azınlıklar
uluslararası
siyaset
gündemine
“spektaküler bir dönüş” yapmış ve azınlıklarına nasıl davrandığı
bir devletin Avrupa Konseyi gibi “devletler Kulübü’ne üyeliğini
etkiler hale gelmiştir.7 Dolayısıyla, azınlık hakları Avrupa
Bütünleşmesi çerçevesinde de sıkça tartışılmış, Balkanlarda
azınlık sorunlarının sıcak çatışmaya yol açtığı düşüncesi de
AB’nin istikrar yaratma adına azınlık haklarını teşvik etmesine
yol açmıştır. Bu nedenle, AB’nin azınlık hakları konusuna
yaklaşımını incelemek anlamlı görünmektedir. Ne var ki, böyle
bir yaklaşım yoktur! Sanılanın aksine ve bu konuyu çalışmaya
başlayan herkesin hemen fark edeceği gibi, AB’nin azınlıklar ile
ilgili gelişmiş bir yasal ve siyasal çerçevesi yoktur. AB, Avrupa
Konseyi
ve
AGİT
gibi
uluslararası
örgütlerin
Will Kymlicka, “Multiculturalism and Minority Rights: West and East”,
Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 4 (2002), s. 1-25, s. 1,
www.ecmi.de/jemie
7 Yves Plasseraud, Les minorités, Paris 1998, s. 79.
6
346 Rüma
mekanizmalarından
faydalanmaya
çalışmıştır.
Meşhur
müktesebat azınlık hakları konusunda gelişmiş değildir.
Genişleme Süreci de dâhil olmak üzere, bir uluslararası
örgütün ötesindeymiş gibi hareket eden ve her konuda çeşitli
standartlara uymayı zorunlu kılan AB’nin, azınlık hakları
konusunda bu muğlak ve tartışmalı uluslararası standartsızlığı
yansıtması eleştiri konusu olmuştur. Bu standartsızlığın temel
nedeni olarak, bazı üye devletlerin, örneğin Fransa ve
Yunanistan’ın,
azınlıklar
konusundaki
katı
siyasetleri
gösterilmiştir.
Bu azgelişmişlikten dolayı, AB Avrupa Konseyi’nin yasal
çerçevesine dayanmak durumunda kalmıştır. Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) bu konudaki çalışmalarını da göz
önüne almıştır. Bunun, elbette, AGİT ve Avrupa Konseyi’nin en
gelişmiş uluslararası standartlara sahip olduğundan dolayı
AB’nin bu normları kullandığı gibi hüsn-ü talil8 izlenimi veren
bir ifadesi de mevcuttur.9 Burada asıl önem arz eden nokta,
AB’nin Genişleme çerçevesindeki “koşulluluk” ilkesinden dolayı,
azınlık haklarının yasal ve siyasal düzleme yerleştirilmesi ve
uygulanmasında en etkin kurum olarak ortaya çıkmasıdır.10
Başka bir deyişle, genişleme kriterleri aday ülkeler üzerinde
yasal bir zorunluluk yarattığından dolayı, aslında azınlık
hakları konusunda matbu bir siyaseti bile olmayan AB, bu
hakların uygulanmasında en önemli aktör olarak ortaya
çıkmaktadır. Nitekim yasal zorunluluk olmadan devletlerin,
batılı devletler dâhil, azınlıklar konusunda gayet gönülsüz
oldukları ifade edilmiştir.11 Bu anlamda, aslında AB üyesi
ülkeler için bir mecburiyet olmadığı halde - zira müktesebatın
8
Güzel nedene dayandırma [Editörün notu].
James Hughes / Gwendolyn Sasse, “Monitoring the Monitors: EU
Enlargement Conditionality and Minority Protection in the CEECs”,
Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 4 (2002), s. 1-37, s. 6,
www.ecmi.de/jemie.
10 Peter Vermeersch, “EU Enlargement and Minority Rights Policies in Central
Europe: Explaining Policy Shifts in the Czech Republic, Hungary and Poland”,
Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 4 (2002), s. 1-31, s.5,
www.ecmi.de/jemie.
11 Plasseraud, age, s. 101.
9
AB Genişlemesinin Etkisi 347
parçası değil - aday ülkeler için azınlıklar konusunda yasal bir
zorunluluk yaratılmış olmaktadır.
Resmin öteki yanında, AB’nin temel aldığı ve en gelişmiş
yasal belge olan Avrupa Konseyi Azınlık Hakları Çerçeve
Sözleşmesi’nin de muğlaklıkla malul olmayan açık bir standart
olduğunu iddia etmek mümkün değildir. En temelinde,
Sözleşmede açıkça ifade edildiği gibi, “ulusal azınlık” tanımı
yapılmamıştır ve bütün üye devletlerin onayının alınmasının
mümkün olmayacağı açıklıkla itiraf edilerek pragmatik bir
yaklaşım izlendiği ifade edilmiştir. Dahası, azınlık hakları
kolektif haklar olarak düşünülmemiş ve bireyler üzerinden
tanımlanmıştır.12 Bu tanımsızlıkla malul pragmatizm elbette fiili
siyasi ilişkilerde ciddi bir sorun yaratmaktadır. Örneğin, AB
sadece
Bulgaristan
devletinin
tanıdığı
azınlıklarla
ilgilenebilmektedir, zira ilgili devletin tanımadığı topluluklarla
ilgili bir iddia sahibi olacak bir azınlık tanımına sahip değildir
aslında.
Aynı
şekilde,
Sözleşme
uygulamanın
hükümetlere
bırakıldığını belirtmektedir. Dolayısıyla, devlet gene en temel
siyasi kurum olarak meşrulaştırılmış ve haklar kolektif
düşünülmediği için başka bir aktörün de oluşmasına imkân
tanınmamıştır. Başka deyişle, sorun birey ile devlet arasında
olarak tanımlanmış görünmektedir. Oysa ileride tartışacağımız
gibi, Bulgaristan örneğinde bu şemaya uygun olmayan farklı bir
durum ortaya çıkmıştır: Azınlıklar, özellikle Türk toplumu, Hak
ve Özgürlükler Hareketi isimli bir siyasi parti bünyesinde
örgütlenerek bir çeşit kolektif hareket içerisinde olmuştur.
Böylece, nasıl tanımlandığı belli olmayan bir azınlık, nasıl
tanımlanmadığı belli olan azınlık hakları çerçevesine, üstelik
genel demokratikleşme gündeminin tartışılan aktörü siyasi
partiler bağlamında yerleşmiş, AB de bu resimde özel yerini
almıştır. Durumun karmaşıklığı sarih görünmektedir.
Considérations générales, Objectifs de la Convention Cadre, Approches et
concepts fondamentaux, s. 14. www.coe.int
12
348 Rüma
Bu bağlamda, Bulgaristan’da Sözleşmenin tartışılması
sonucunda, olumlu noktalara rağmen, ilk tepki, Sözleşmenin
Balkan gerçekliğine uymadığı iddiası ile olumsuz olmuştur. Bu
iddianın temelini, elbette, ayrılıkçılık veya özerklik talepleri ile
doğabilecek istikrarsızlık teşkil etmektedir. Birçok gözlemciye
göre, azınlık terimi bile birçok Bulgar için tehditkârdı ve tarihsel
ve psikolojik önyargılar ön plandaydı.13 Nitekim Bulgaristan
resmi yetkilileri de azınlık teriminin Bulgaristan’da çok
kullanılmadığını, daha ziyade etnik grup veya topluluk
terimlerinin tercih edildiğini ifade etmektedir.14 Bu noktada,
Bulgar siyasi yapılanmasının ulus-devlet tanımını koruduğu ve
Sözleşme’nin bu tanımı desteklediği, en azından yeniden
yapılanma yollarını açmadığı düşünülebilir. Öte yandan,
Bulgaristan içinde etnik yerine anayasal yurttaşlık temelli bir
ulus tanımı yönünde ilerlemek isteyen güçlü bir akım da
olagelmiştir. Etnik ve Demografik İlişkiler Konseyi eski başkanı
Mihail İvanov, tarihsel olarak kendini “etno-ulus” olarak
tanımlamaya yatkın olan Bulgar toplumunun 1989 sonrası
değişimlerle “yurttaşların ulusu” fikrine yaklaşmakta olduğunu
iddia etmiştir.15 Bu anlamda, Bulgaristan Türklerinin 1980’ler
boyunca çektiği acı ve sürdürdüğü mücadelenin, 1990’larda
uygun uluslararası şartlardan da beslenerek, Bulgar ulusunun
etnik temelli ulus tanımından yurttaşlık temelli bir anlayışa
evrilmesinde önemli rolü olduğu söylenmelidir. Nitekim Hak ve
Özgürlükler Hareketi de ısrarla bu nokta üzerinde durmuş,
hatta Bulgaristan siyasetinde bunun en önemli taşıyıcısı haline
gelmiştir.
Konunun özü, azınlık haklarının sanıldığı ve iddia edildiği
gibi etnik sorunların çözümünde asal rolü olup olmadığıdır. Bu
çerçevede, olumsuz cevaplar çeşitlidir: etnik sorunların
çözümünün
etnik
kimliklerin
depolitizasyonu
ile
Ekaterina Nikova, “La Modernisaiton à travers l’integration la Bulgarie et
l’Union Européenne”, Transitions, 2001/1, s.107-122, s. 117-118.
14 Mülakat, Bulgaristan’ın Türkiye Büyükelçiliği’nde görevli bir diplomat,
Ankara, 8 Aralık 2006.
15 Mülakat, Mihail İvanov, Sofya, 28 Eylül 2005.
13
AB Genişlemesinin Etkisi 349
kolaylaştırıldığı iddia edilmiştir.16 Benzer şekilde, liberal
demokrat devletlerin çeşitli etnik gruplar arasında tarafsızlık
sergilemesi gerektiği öne sürülmüştür.17 Dahası, azınlıklar da
pekâlâ hoşgörüsüz bir milliyetçiliğin taşıyıcısı olabilir ve azınlık
hakları siyasetleri ulus-altı düzeyde baskıcı rejimleri
cesaretlendirebilir.18 Nihayet, en radikal denilebilecek görüş de
azınlıkların ulus-devletler için demokratikleşme esnasında bir
sıkıntı doğurduğunu ve bir siyasi istikrarsızlığı tetikleme riskini
taşıdığını ifade etmiştir. Buradan hareketle, merkezileşme ve
asimilasyonu bir çözüm olarak önermiştir.19 Karşıt argüman,
devletlerin asla etno-kültürel olarak tarafsız olmadıklarını,
dolayısıyla azınlık haklarının azınlıkların adaletsizliğe karşı
korunması için gerekli olduğunu öne sürmektedir.20
Bu konuda önemli eserleri ile bilinen W. Kymlicka
azınlıkların her halükarda etnik bir mobilizasyona eğilimli
olduklarını, dolayısıyla iki çözüm yolu olduğunu gözlemlemiştir:
anti-liberal tavırla bu çabaları bastırmak veya bu mobilizasyonu
liberal bir düzlemde kurumsallaştırmak. Ancak, Kymlicka da
Belçika, Büyük Britanya ve Kanada örneklerinden hareketle
“çokuluslu federasyon” fikrindeki temel sorunlara işaret
etmiştir: topluluklar arası ilişki gayet sınırlıdır, fiilen iki paralel
toplum
söz
konusudur
ve
ayrılıkçılık
gündemden
21
silinmemiştir.
Stefan Wolff, “Beyond Ethnic Politics in Central and Eastern Europe”,
Journal on Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 4 (2002), s. 1-20, s. 1,
www.ecmi.de/jemie.
17 Vermeersch, agm, s. 2.
18 P. Dimitras / N. Papanikolatos, “Reflections on Minority Rights Politics for
East Central European Countries”, Can Liberal Pluralism Be Exported?
Western Political Theory and Ethnic Relations in Eastern Europe, Eds. W.
Kymlicka / M. Opalski, Oxford 2001, aktaran Vermeersch, agm, s. 2.
19 David Laitin, Identity in Formation. The Russian-speaking Populations in the
Near Abroad, Ithaca 1998, aktaran Hughes/Sasse, agm, s. 3.
20 W. Kymlicka, “Western Political Theory and Ethnic Relations in Eastern
Europe”, Can Liberal Pluralism Be Exported? Western Political Theory and
Ethnic Relations in Eastern Europe, Eds. W. Kymlicka, / M. Opalski, Oxford
2001, aktaran Vermeersch, agm, s. 2.
21 Kymlicka, agm, s. 13.
16
350 Rüma
Kısaca ana hatlarını aktardığımız bu bağlam içerisinde, AB
genişlemesi ve azınlıklar ilişkisine baktığımızda, bu etkinin
sarih ve ölçülebilir olduğunu varsaymak olasıdır. Ancak, çeşitli
araştırmaların okuması bu varsayımı doğrulamamakta ve
tartışmalı görüşler sunmaktadır. Örneğin, Orta Avrupa
ülkelerinin azınlık haklarını daha ziyade kısa vadeli çıkarlar için
uyguladıkları ve Avrupa bütünleşmesinin doğrudan etkili
olmadığı iddia edilmiştir.22 Veyahut PHARE programı23
çerçevesinde fon dağılımı göz önüne alındığında, tüm bütçenin
%1’inin ayrıldığını düşününce, azınlık sorunlarının AB için
önemli olmadığı düşünülebilir.24
Bu noktada, en temel eleştiriyi incelemek anlamlı
görünüyor. Daha önce de belirtildiği gibi, azınlık hakları Batı
Avrupalı üye devletlerin en az standartlaştırılmış ve dolayısıyla
en uyumsuz olduğu konudur.25 Bu uyumsuzluk aslında AB’nin
kendi içinde uygulayamadığı kriterleri aday ülkelere uygulaması
gibi bir paradoks yaratmaktadır ki bu da üç temel çelişkiye yol
açmaktadır. Birincisi, azınlık hakları Kopenhag kriterlerinin en
zayıf bölümüdür, zira ne yasal ne de fiili olarak net olarak bir
şekilde tanımlanamamıştır. İkincisi, müktesebatın çeşitli
ögelerine aday ülkelerin uyumunun izlenmesi sürecinde en
zayıf halka da azınlık hakları olmuştur. Üçüncüsü, daha önce
de belirtildiği gibi, azınlık tanımları ve hakları konusunda zaten
bir uluslararası uzlaşma yoktur. Dolayısıyla, muğlâk ve
tartışmalı uluslararası standartlar, üye devletlerin azınlık
Vermeescher, agm, s. 4, 25.
PHARE (Poland and Hungary: Assistance for Restructuring their
Economies) programı serbest pazar ekonomisine ve liberal demokrasiye geçiş
sürecinde Polonya ve Macaristan’a ihtiyaç duydukları yardımı sağlamak
amacıyla 1989’da başlatılmış, daha sonra Avrupa Birliği’nin aday ülkelere
yardım amacıyla uyguladığı katılım öncesi araçlardan biri haline
dönüşmüştür. Tam üye olan Doğu Avrupa ülkeleri hala faydalanmaya devam
etmektedir, 2000 yılına kadar aday statüsü olmayan Arnavutluk ve
Makedonya gibi Balkan ülkelerinin de faydalandığı program 2001 yılından
itibaren yerini CARDS (Community Assistance for Reconstruction,
Development and Stability in the Balkans) programına bırakmıştır. Daha fazla
bilgi için bkz.: http://ec.europa.eu/enlargement/how-does-it-work/financialassistance/phare/index_en.htm
24 Hughes /Sasse, agm, s. 20.
25 Plasseraud, age, s. 116.
22
23
AB Genişlemesinin Etkisi 351
hakları siyasetinde birbirinden hem fikren hem fiilen farklı
yaklaşımları, Avrupa Komisyonu’nun bu konudaki etkinliğinin
kısıtlı oluşu bu çerçevedeki sorunlar olarak söylenebilir. Bu
standartsızlığın, aday ülkelere bu konunun önerilmesi
/dayatılması sürecinde ciddi bir sorun olarak ortaya çıktığı
saptanmalıdır.26
Bu durum, dış aktörlerin müdahale ederek kendi (değişken)
öncelikleri çerçevesinde taleplerde bulunmalarının çatışmaları
arttırdığı eleştirisini tetiklemiştir. Bu bağlamda, AB’nin önce
azınlık hakları konusunda genel bir çerçeve sahibi olması ve
farklı ve çelişkili kriterlerle aday ülkelerin yargılanmaması
gerektiği vurgulanmıştır. Bu genel çerçevenin de dilsel
ayrıştırmadan ziyade, azınlıkların ülkelerinin toplumlarına
entegrasyonu üzerine kurulması gerektiği önerilmiştir.27
Eleştirinin değeri gayet açık olmakla birlikte, aslında bu
ayrışmanın ulus-devlet uygulaması ile ortaya çıkmış olduğu,
azınlık hakları uygulamaları ile sadece yeniden üretildiği
dikkate alınmalıdır. Başka deyişle, ayrışma zaten ulus-devlet
uygulamalarının sonucudur ve azınlık hakları ile bu sorunlar
azaltılmaya çalışılmaktadır.
Bu eleştirilere karşıt bir argüman ise uluslararası süreçlerin
devlet-altı28 düzeyde yeni aktörler için alan açılması gibi açık bir
etkisi olduğunu saptamaktadır. Günümüzdeki örneklerde, bu
yeni aktörler daha ziyade Batılı liberal ideolojinin taşıyıcıları
olmaktadır. Bu anlamda, Avrupalılaşma sadece eylemin değil
anlam dünyasının da kurumlaşması anlamına gelmektedir.29
Aslında, Balkanlarda 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı
dönemde ulus-devletlerin kurulması sürecinde batılı anlam
dünyası ve eylemlerin ne kadar etkili olduğu düşünüldüğünde,
Hughes/Sasse, agm, s. 13.
Riedel, agm, s. 662-663.
28
Uluslararası İlişkiler’in daha ziyade devletlerarası ilişkiler olarak
çalışılmasıyla oluşan devlet-merkezli anlayış çerçevesinde toplum ve iç siyaset
düzeylerinde ve devletlerarası ilişkilerin doğrudan içinde bulunmayan aktörler
ve süreçler için devlet-altı terimi tercih edilmektedir.
29 Aneta Borislavova Spendzharova, “Bringing Europe in? The Impact of EU
Conditionality on Bulgarian and Romanian Politics”, Southeast European
Politics, IV/2-3 (Kasım 2003), s. 141-156, s. 151.
26
27
352 Rüma
1990’larda bu etkinin azınlık haklarına ağırlık vererek ulusdevletin yeniden tanımlanması gibi - başka biçimlerde sürüyor
olması şaşırtıcı değildir.
Bu
bağlamda
Avrupa
Komisyonu’nun
raporlarına
bakıldığında kritik ögeler gözlemlenmektedir. Birincisi, çok
sayıda azınlık olmasına rağmen, Baltık ülkelerindeki Rus
azınlıkları ile Romanlar özellikle telaffuz edilmektedir.
Bulgaristan Türkleri ve Romanya ve Slovakya Macarları daha
düşük dereceli olmakla beraber anılanlar arasındadır. Bu
seçiciliğin Bulgaristan özelinde yarattığı sorunlar bir sonraki
bölümde incelenecektir. İkincisi, bu raporlar Müktesebata
uyumu temel alarak yazılmıştır ve Müktesebat azınlık haklarını
içermediğine göre, ana amaç aslında ekonomik bütünleşmeyi
arttırmakla sınırlı kalmıştır. Nihayet, azınlık haklarının
uygulanması ile ilgili sorunlar, finansal sorunlara, idari
kapasitenin düşüklüğüne, personel azlığına ve siyasi bilinç
yoksunluğuna bağlanmıştır.30
Buna ek olarak, AB’nin azınlık hakları ile talepleri her
zaman sabit de olmamıştır. Romanların durumu en güzel örneği
teşkil eder: başlangıçta, AB için asla bir uğraş bile değildi, zira o dönem tanımlandığı haliyle - istikrara tehdit değillerdi.31
Bulgaristan özelinde çok önemli olan Romanların durumu
Avrupa genelinde de önemli sorular üretiyor. Öncelikle,
Avrupa’nın belirli toprak parçalarında yoğunlaşarak oraya
kısıtlı kalmamış, tek azınlığıdır. Dahası, AB belgelerinde giderek
daha fazla yer almaya başlamıştır.32 Ayrıca, bölge düzeyinde
Doğu Avrupa’ya bakıldığında en kalabalık azınlıktır.33 Nihayet,
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP’ye göre çocuk
ölüm oranları ve beslenme gibi temel kriterler açısından
Avrupa’nın Romanları Afrika koşullarına yakın bir yaşam
Hughes / Sasse, agm, s. 14, 16.
Vermeescher, agm, s. 9.
32 Hughes / Sasse, agm, s. 22.
33 “Les problèmes des Roms entraveront-ils la marche vers l’UE? ”,
mediapool.bg, fransızcaya çeviren Dessislava Raykova, Courrier des Pays des
Balkans, 2 Mayıs 2003.
30
31
AB Genişlemesinin Etkisi 353
düzeyine sahiptir.34 Bunların neticesinde de, aslında
Romanların bir “alt sınıf” (underclass) oluşturdukları ve azınlık
sorunlarının bu sınıfsal boyut da gündeme alınmadan
çözülemeyeceği söylenebilir.35 Nitekim Roman konusunun
azınlık hakları çerçevesinde en zor çözülebilecek sorun olduğu
iddia edilmiştir.36
AB’nin azınlık hakları ile ilgili siyasetlerinde Avrupa
Komisyonu’nun
rolü
tartışmalı
olagelmiştir.
Kopenhag
kriterlerinde yer almayan yeni koşullar öne sürdüğü iddia
edilmiştir.37 Daha sonra Bulgaristan özelinde bu raporları
inceleyeceğiz, ancak, genel gözlemlerin iletilmesi anlamlı
görünüyor. Bulgaristan’daki Avrupa Komisyonu Delegasyonu
görevlileri azınlık haklarını genel insan hakları çerçevesinde
görmeyi tercih ettikleri izlenimi veriyorlar ve bu aslında
çoğunluk diye tanımlananların da yaşadıkları sıkıntılar
düşünüldüğünde oldukça anlaşılabilir: Azınlıkların eğitim,
barınma
ve
istihdam
sorunlarından
bahsedildiğinde,
Bulgarların da benzer sorunlara sahip olduklarını dile
getirmeleri şaşırtıcı olmamalı. Komisyon görevlileri elbette
Romanların bir öncelik sahibi olduklarını kabul etmiyorlar ve
Romanlara yoğunlaşılmakla beraber tüm dezavantajlı grupların
göz önüne alındığını ve pozitif ayrımcılık olmadığını
söylüyorlar.38 Bu yorumlamada, elbette, benzer sıkıntılardan
mağdur Bulgarların tepkisini çekmemek kaygısının etkisinden
bahsedilebilir.
Kalman Mizsei / Ben Slay / Dotcho Mihailov / Niall O'Higgins / Andrey
Ivanov, “The Roma in Central and Eastern Europe, Avoiding the Dependency
Trap”, UNDP Regional Human Development Report 2003,
http://hdr.undp.org/en/reports/regionalreports/europethecis/name,3203,en
.html; kısa bir yorumu için:
http://www.undp.md/publications/doc/RR1%20%20Roma%20Integration.pdf.
35 Mülakat, Mustafa Türkeş, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü, Ankara,
Mayıs 2005.
36 Gal, agm, s. 12.
37 Riedel, agm, s. 648.
38 Mülakat,
Avrupa Komisyonu Delegasyonu uzmanları, Sofya, 21 Eylül
2005. Bu makalede alıntı yapılan bu ve diğer mülakatlarda belirtilen görüşler
mülakat yapılan kişilerin kendi kişisel görüşleri olup, çalıştıkları kurumu
temsil etmemektedir.
34
354 Rüma
Azınlık
tanımları
sözkonusu
olduğunda,
Komisyon
temsilcileri Bulgaristan’ın resmen tanıdığı azınlıkları, yani
Türkler ve Romanları, göz önüne alma eğilimini sürdürüyorlar.
Diğer azınlıkların sorunları insan hakları ve/veya sosyoekonomik sorunlar bağlamında ele alınmaktadır. Örneğin,
Makedon
azınlığın
sorunları
örgütlenme
özgürlüğü
çerçevesinde, Pomaklarınki ise sosyo-ekonomik sorunlar
bağlamında ele alınmaktadır.
AB’nin azınlık haklarının bireysel veya kolektif olduğu
tartışmasında da net olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu noktada,
Avrupa Konseyi’nin Çerçeve Sözleşmesi sorunu çözmemektedir.
Komisyon
temsilcileri
yerel/ulusal
şartların
önemini
vurgulamaktadırlar. Örneğin, topluluklar “beraber ama ayrı”
sorunsuzca yaşadıklarında, entegrasyon için ısrar etmenin,
bunun istikrarı tehdit etme potansiyeli göz önüne alındığında,
anlamlı olup olmadığı, önemli bir soru olarak ortaya
çıkmaktadır. 39
Aslında, Kopenhag kriterleri çerçevesinde “grup” olarak
haklardan
bahsedildiği
söylenebilir.
Dolayısıyla
aday
ülkelerden, üye ülkelerin uyguladığından fazlası beklenmektedir. Bu gerilim AB hukukuna da yansımıştır: Amsterdam
Anlaşması ile Kopenhag kriterleri arasında açık bir çelişki
vardır ve bağlayıcılığı göz önüne aldığımızda, AB’nin azınlık
hakları
konusunda
koşulluluğu
fiilen
kaldırdığından
bahsedilebilir.40 Zaten, 10 ülkenin ayrım yapılmadan tam üye
yapılarak gerçekleşen AB Genişlemesi bu konuda kriterlerin
katı uygulanmasını engellemiştir.41 Sonuç olarak, AB’nin aday
ülkelerde azınlık haklarıyla ilişkisi ve bu hakların gelişimine
etkisi gayet tartışmalı görünmektedir. Bu anlamda, Bulgaristan
örneği özel bir önem arz ediyor.
Mülakat, Avrupa Komisyonu Delegasyonu uzmanları, Sofya, 21 Eylül
2005.
40 Hughes/Sasse, agm, s. 5, 8, 11.
41 Vermeescher, agm, s. 21.
39
AB Genişlemesinin Etkisi 355
AB ve Bulgaristan’da Azınlık Haklarının Gelişmesi
Avrupa Birliği’nin Bulgaristan’la ilgili raporları ve belgeleri
ile PHARE projeleri incelendiğinde, bu tartışmalı etki kendisini
göstermektedir. Öncelikle, ilgili belgelerde azınlık haklarının ne
kadar önemli olduğu anlaşılmamaktadır. Örneğin, tam üyeliğe
giden yolda ilişkilerin temelini teşkil eden Ortaklık Anlaşması,
azınlık hakları üzerine, azınlık mensubu bireyler de dâhil olmak
üzere insan haklarına saygı duyulmasından bahseden standart
bir cümle içeriyor sadece. Oysa örneğin mülkiyet hakkı
defalarca zikredilmiştir. Bu nokta özellikle ilgi çekici, zira
Bulgaristan’la yapılan Ortaklık Anlaşması’nda azınlık hakları ile
ilgili özel bir cümle eklendiği yönünde bir genel kanı mevcuttur.
Nitekim Bulgaristan resmi yetkilileri, azınlık haklarının ABBulgaristan ilişkilerinin genel çerçevesi düşünüldüğünde fazla
yer kaplamadığını ifade etmektedirler.42
Bulgaristan Helsinki Komitesi başkanı Krasimir Kănev, bu
gözlemi doğrulayarak, AB’nin bu tavrının azınlık haklarındaki
ilerlemenin önünü kestiğini ifade etmiştir. Kănev, AB etkisini iki
boyutta incelemektedir: “Monitoring” denen denetleme amaçlı
izleme süreci ile katılım (tam üyelik) öncesi fonlar. İzleme süreci
bazı sorunları belirlemekte oldukça başarılı olmuş ve Birleşmiş
Milletler ile Avrupa Konseyi gibi kendi izleme süreçlerini
sürdüren örgütlerle de uyumlu olmuştur. Ancak, sorunların
çözümündeki gelişmelerin ne olduğundan bağımsız olarak
Bulgaristan’ın kriterlere uyduğu kararı, bu takip sürecinin
istenen etkileri yaratmasını engellemiştir.43
Kınev’in ifadesi İlerleme Raporlarında da gözlemlenebilir. AB
düzenli olarak azınlıkların durumu ile ilgili olarak ciddi gelişme
olmadığını saptamakta, ancak Bulgaristan’ın Kopenhag
kriterlerini yerine getirmekte olduğu sonucuna ulaşmaktadır.
Hemen her raporda benzer bir durum vardır ve raporlar zaman
Mülakat, Bulgaristan’ın Türkiye Büyükelçiliği’nde görevli bir diplomat,
Ankara, 8 Aralık 2006.
43 Mülakat, Krasimir Kănev, Bulgaristan Helsinki Komitesi Başkanı, Sofya, 26
Eylül 2005.
42
356 Rüma
içerisinde gelişmesine rağmen Bulgaristan’ın kriterleri yerine
getirmekte olduğu sonucu değişmiyor. Dahası, 2000 ve 2002
yılındaki raporlar azınlık sorunları ile ilgili gayet gelişmiş ve
detaylı incelemeler sunuyor; bunun azınlıkların sorunlarının
artmasından ve/veya AB’nin bu konuya daha fazla önem
göstermeye başlamasından mı kaynaklandığı anlaşılamıyor.44
1999 yılında Bulgaristan’ın Avrupa Konseyi Azınlık Hakları
Çerçeve Sözleşmesi’ni çekincelerle onaylamasına rağmen, bu
çekincelerden bahsedilmeden bunun olumlu bir nokta olarak
not edilmesi, bu çekincelerin ve dolayısıyla azınlık haklarının
AB için o kadar da önemli olmadığı izlenimi veriyor. İlerleme
Raporları baştan beri Bulgaristan’ın kriterleri yerine getirmekte
olduğu yönünde olmuş, azınlık hakları ile ilgili yorum, eleştiri
ve önerilerin, bu son değerlendirmeye etkisi olmamıştır.
Bulgaristan’daki bazı insan/azınlık hakları savunucuları,
bunun ellerini çok zorlaştırdığını ifade etmişlerdir. 45
İlerleme Raporları’nda ortak olan beş temel özellikten
bahsedilebilir.
Birincisi, sadece Bulgar devleti tarafından tanınmış
azınlıkların
durumunun
AB
tarafından
incelendiği
gözlemlenebilir. İçişlerine karışmama ilkesi çerçevesinde
anlaşılabilir olan bu durum, içişlerinin birçok yönüne karışıldığı
göz önüne alındığında anlaşılır görünmemektedir. AB’nin
Makedon azınlık gibi tartışmalı olabilecek konuları gündeme
getirmeye değer bulmadığı söylenebilir. Dolayısıyla, örneğin,
Makedon azınlığın sorunları azınlık hakları çerçevesinde değil,
düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmiştir.
AB’nin azınlıklarla ilgili siyaset ve uygulamalarının sözkonusu
üye veya aday devletin sınırları içerisinde yaşayan azınlıkları
tanımadığı durumda nasıl gerçekleşeceği ciddi bir soru
işaretidir. Bu noktada, Kănev daha sonra yapmış olduğu bir
Rapport Regulier de la Commission sur les Progres Réalisés par la Bulgarie
sur la Voie de l'Adhesion, 2000,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/bulgaria/key_documents.htm
45 Mülakat, Krasimir Kănev, Bulgaristan Helsinki Komitesi Başkanı, Sofya, 26
Eylül 2005.
44
AB Genişlemesinin Etkisi 357
sunuşta Bulgarca konuşan Müslümanlar olarak Pomakların
ayrı bir grup olarak tanımlanmamasının yarattığı sorunlara
değinmiştir.46
Bu noktayla ilgili tartışmalar çerçevesinde, azınlık
statüsünün her zaman olumlu bir gelişme olmadığı da
belirtilmelidir. Romanların azınlık olmaları, “farklı” ve “kötü”
olmaları anlamında yorumlanmaktadır. Makedon ve Pomakların
Bulgar olarak tanımlanmaları, onları Romanlara yönelik
olumsuz tavırların benzerlerinden muaf kılmıştır.
İkincisi, Roman azınlığa bir öncelik tanındığı söylenebilir.
Katılım Ortaklığı Belgesi gibi “Bulgaristan’ı tam üyeliğe
hazırlamak için öncelikli alanları belirten” resmi bir belgede
azınlık haklarına dair önceliklerin bahsinde bu gayet açıktır. 47
Romanlara yönelik Çerçeve Programın öncelik olarak
belirtilmesinde de gözlemlenebilir. Romanlara tanınan bu
öncelik genelde Türk azınlık ile karşılaştırmalı olarak
belirtilmektedir. 2001 İlerleme Raporu bunun en açık
örneğidir48: AB, Türk azınlığın hem ulusal hem yerel düzeyde
siyasi temsilinin entegrasyonunu sağladığı saptaması ile
Romanların siyasi temsilini cesaretlendirmektedir. Romanların
siyasi parti oluşturması da, aslında Bulgaristan anayasasına
göre bu çeşit siyasi parti oluşumları yasaklanmasına rağmen 49,
önemli bir gelişme olarak sunulmaktadır.
Romanlara verilen bu öncelik, Etnik ve Demografik İşler
Konseyi
eski
başkanı
Mihail
İvanov
tarafından
da
doğrulanmaktadır. Ivanov, AB’nin sürekli Romanlardan
bahsetmesinin diğer azınlık / toplulukların sorunlarını ikinci
Krasimir Kănev, “Muslim Minorities and the Democratisation Process in
Bulgaria”, Proceedings of the International Conference on Minority Issues in the
Balkans and the EU, Eds. Mehmet Hacısalihoglu / Fuat Aksu, Istanbul 2007,
s. 79-88, s. 80.
47 Partenariat d’adhésion, Bulgarie, 2001,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/bulgaria/key_documents.htm
48 Rapport Regulier de la Commission sur les Progres Réalisés par la Bulgarie
sur la Voie de l'Adhesion, 2001,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/bulgaria/key_documents.htm
49 Bulgaristan Anayasası, Madde 11.4.
46
358 Rüma
plana ittiğini belirtmektedir.50 Oysa Avrupa Komisyonu
temsilcilerine göre AB’nin bu tavrı, Romanların azınlık
statülerinden ziyade, toplumsal olarak dezavantajlı grup
olmalarından kaynaklanmaktadır.51 Bu noktada, bu önceliğin
Romanların sorunlarını gündeme getirmek için iyi olduğunu
söyleyenler gibi, milliyetçi ve saldırgan bir tepkiye yol açtığını
iddia edenler de vardır.
Bir
yandan,
Romanlara
verilen
önceliğin
AB’nin
Bulgaristan’da azınlık haklarının gelişimindeki etkisinde önemli
bir göstergesi olduğu ifade edilmektedir. Bu görüşe göre, eğer
bu öncelik verilmemiş olsaydı, Bulgar toplumunun bu konuya
yönelik ilgisi gayet düşük olacaktı.52
Bu önceliği uygun
bulmayan Mihail Ivanov dahi, AB’nin Romanlar lehine siyaset
geliştirilmesindeki
etkinliğinin
asal
olduğunu
kabul
53
etmektedir. İlerleme Raporlarının analizinden açığa çıkan bu
durumun bu şekilde teyit edilmesi, Romanlarla ilgili siyasetlerin
oluşturulmasında AB etkisinin en önemli belirleyen olduğunu
göstermektedir.
Ulaşılan bu sonuç, Bulgaristan devletinin ve dolayısıyla
AB’nin tanıdığı diğer azınlık olan Türklerin durumu ile
kıyaslandığında daha açıkça ortaya çıkmaktadır. Bulgaristan
Türk azınlığı 1993 yılında AB Genişleme kararı ve kriterleri
açıklanmadan önce de örgütlüydü ve bir hak arama mücadelesi
içindeydi. Doğrudan AB etkisi olmasa bile, Türkler gene de bir
siyasi mücadele sürdürüp, temsili demokrasi içerisinde yer
alarak Parlamento’da yer edinebilirlerdi. Oysa Romanlar için
böyle bir ihtimal dahi sözkonusu görünmemektedir. Bu durum,
bize AB’nin etkilerinin sınırlarını da göstermektedir: eğer
sözkonusu azınlık zaten örgütlü ise, AB’nin rolü daha dolaylı
ama daha etkindir; azınlık örgütlü değil ise AB etkisi daha
doğrudan ama daha az etkindir.
Mülakat, Mihail İvanov, Sofya, 28 Eylül 2005.
Mülakat, Avrupa Komisyonu Delegasyonu uzmanları, Sofya, 21 Eylül 2005.
52 Mülakat,
Lyubov Panayotova ve Penka Vasileva, Avrupa Enstitüsü
Uzmanları, Sofya, 21 Eylül 2005.
53 Mülakat, Mihail İvanov, 28 Eylül 2005.
50
51
AB Genişlemesinin Etkisi 359
Bulgaristan Türklerinin haklarını elde etmelerinde AB etkisi
konusundaki görüşler çelişkilidir. Bir yandan, genel kanıyı da
doğrular bir şekilde, Bulgar siyasi elitine duyulan güvensizlik
nedeniyle, AB etkisi olmadan önemli bir gelişme olamayacağı
iddia edilmektedir.54 Öte yandan, AB’nin rolünü gözlemlemenin
sorunlu olduğu, Bulgaristan’ın zaten komşuları (yani Türkiye)
ile iyi geçinmek zorunda olduğu söylenmektedir. Sorunu zor ve
şiddet kullanımı ile çözemediğine göre, azınlık hakları ister
istemez gündeme gelecekti.55 En uç iddia ise, AB’nin etkisi
olmadığı, bu hakların Türklerin kendi mücadelelerinin sonucu
olduğu,
Bulgaristan’ın
Mayıs
1989
ayaklanmasını
engelleyemediği
ve
saklayamadığı
dolayısıyla
hakların
56
kabulünde asal olanın bu olduğu iddia edilmiştir.
Üçüncüsü, AB bireysel veya kolektif haklar konusunda açık
değildir, nitekim terimler sürekli birbirinin yerine kullanılmıştır.
Örneğin, 1998 İlerleme Raporunda “topluluk” terimini
kullanılırken 1999 Raporunda “çingene azınlık” demek tercih
edilmiştir ve “Roman toplumuna ait bireyler” şeklindeki bireyci
genel kullanım ise pek gözlemlenmemektedir. Bu anlamda,
aslında Romanlar bir kolektivite olarak tanımlanmış,
haklarından da böyle bahsedilmiştir. 1998’de “topluluk” iken
1999’da “azınlık” olmalarını bir gelişme veya evrim olarak
algılama eğilimi, 2001 raporu ile beraber yok olmakta ve AB’nin
“topluluk” ve “azınlık” terimleri ile “Çingene” ve “Roman”
isimlerini tutarsızca kullandığı gözlemlenmektedir. 57
Dördüncüsü, azınlık haklarındaki ilerleme ve gelişmeler
İlerleme Raporlarında AB’nin rolünün altını çizecek şekilde
belirtilmiştir. Örneğin, 1998 İlerleme Raporunda Etnik ve
Demografik İşler Konseyi’nin kuruluşu “ilk adım” olarak
Mülakat, Şevki Kurtuluş, Balkanlılar Derneği Başkanı, İstanbul, 27 Nisan
2005.
55 Mülakat, Yıldırım Ağanoğlu, Rumeli Türkleri Derneği Arşiv Sorumlusu,
İstanbul, 27 Nisan 2005.
56 Mülakat, Özcan Pehlivanoğlu, Rumeli Türkleri Derneği Başkan Yardımcısı,
İstanbul, 27 Nisan 2005.
57 Rapport Regulier de la Commission sur les Progres Réalisés par la Bulgarie
sur la Voie de l'Adhesion, 1998, 1999, 2001,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/bulgaria/key_documents.htm
54
360 Rüma
tanımlanmıştır. Bu tanım, kuruluşundaki AB rolünün
etkinliğini
ve
AB’nin
başka
beklentileri
olduğunu
düşündürtmektedir. Benzer şekilde, 2002 İlerleme Raporu
Roman azınlık ile ilgili Çerçeve Program’ın uygulanmasındaki
sıkıntıları ifade ederken, ayrımcılık karşıtı bir yasal
düzenlemenin öneminden bahsetmektedir. Nitekim 2003
Katılım Ortaklığı Belgesi de benzer bir ihtiyacın altını
çizmektedir.58 2003 İlerleme Raporu ise bu yasal düzenlemenin
yapılmasını takdir etmektedir.59 Böylece, AB’nin bu yasayı
oluşturmaktaki rolü açıkça ortaya çıkmaktadır. Buna karşın,
2001 İlerleme Raporunda, zorla değiştirilen kişi ve yer
isimlerinin iadesi ile ilgili medeni kanun değişikliklerinin
yapılmasının takdir edilmesi60, daha önce bu yönde bir AB
önerisi raporlarda ve diğer belgelerde geçmediği için, bunu AB
etkisi olarak görmek mümkün görünmemektedir.
Burada belirtilmesi gereken bir alt-nokta, azınlıklar ile AB
arasındaki ilişkinin de vurgulanmasıdır. En açık hali 1998
İlerleme Raporunda ortaya çıktığı üzere, azınlıklar Avrupa
Komisyonu Delegasyonuna şikâyetlerini iletmektedirler. Bu
durum Avrupa Komisyonu temsilcileri tarafından da teyit
edilmiştir.
Beşincisi, Romanların sosyo-ekonomik sorunları azınlık
hakları çerçevesinde tanımlanmıştır. Örneğin 1999 İlerleme
Raporunda sıralanan sorunlar, barınma, istihdam, eğitim ve
yoksulluktur.61 Azınlık hakları denildiğinde ilk akla gelecek olan
anadilde eğitim veya kültürel haklardan bahsedilmemektedir.
Oysa Pomakların sosyo-ekonomik sorunları, eğer uygun
Partenariat d’adhésion, Bulgarie, 2003,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/bulgaria/key_documents.htm
59 Rapport Regulier de la Commission sur les Progres Réalisés par la Bulgarie
sur la Voie de l'Adhesion, 2003,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/bulgaria/key_documents.htm
60 Rapport Regulier de la Commission sur les Progres Réalisés par la Bulgarie
sur la Voie de l'Adhesion, 2001,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/bulgaria/key_documents.htm
61 Rapport Regulier de la Commission sur les Progres Réalisés par la Bulgarie
sur la Voie de l'Adhesion, 1999,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/bulgaria/key_documents.htm
58
AB Genişlemesinin Etkisi 361
görülürse, başka çerçevelerde değerlendirilmiştir. Dolayısıyla,
azınlık tanımlamalarında yaşanan çelişki, muğlaklık ve
eksiklikler, azınlıkların sorunlarını tanımlamaya geldiğinde, daha
da sorunlu olarak ortaya çıkmışlardır.
Bulgaristan Türk azınlığının ekonomik sorunları, İlerleme
Raporlarında daha ziyade “yaşanılan bölgenin ekonomik
sorunları” olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlamanın, Türk
azınlığın “tamamıyla entegre” ve “siyaseten temsil edilmekte”
olduğu yönündeki mutat saptamaya eklendiği belirtilmelidir.
Türk azınlığın önemli bölümünün Geçiş Sürecinden en olumsuz
etkilenen kırsal nüfus içerisinde yer aldığı göz önüne
alındığında, aslında sorunun farklı bir yönü de ortaya
çıkmaktadır.62
Pomaklar ve Makedonlar gibi diğer topluluk/azınlıkların
sosyo-ekonomik koşulları ve sorunları azınlık veya insan
hakları sorunu olarak tanımlanmamaktadır. Bu nedenle, ilgili
devlet tarafından ve dolayısıyla AB tarafından azınlık olarak
tanımlanmamak, sosyo-ekonomik sorunların da göz ardı
edilmesi ile sonuçlanmaktadır. Başka deyişle, AB perspektifinden bakıldığında, sadece kültürel haklar değil, sosyoekonomik sorunlar da azınlık statüsü ile doğrudan ilgilidir.
Sonuçta, ilgili belgelerin, özellikle de İlerleme Raporlarının
incelenmesi ile AB’nin Bulgaristan’da azınlık haklarının
gelişimine etkileri anlamaya çalışıldığında, belirgin sonuçlara
ulaşmak mümkündür. Bunlar, Etnik ve Demografik İşler
Konseyi’nin kuruluşu, Romanların sorunlarının bu bağlama
alınması, Romanların entegrasyonunu sağlamayı amaçlayan
Çerçeve Programın hazırlanması ve uygulanması, Türklerin
yaşadığı (kırsal) bölgelerin ekonomik sorunlarının ciddiye
alınması, ayrımcılık karşıtı yasal düzenlemelerin yapılması ve
yasa, program ve kurumların işletilmesi için düzenli baskı
Son sayıma göre, Bulgaristan Türklerinin % 63’ü kırsal kesimde
yaşamaktadır. Aslında, özellikle tütün tarımı ile ilgilenen kırsal Türk ve
Pomak tarım işçilerinin Bulgaristan toplumundaki ortalama tarım işçisinden
daha yoksul oldukları da not edilmelidir, bkz. Kănev, agm, s. 81.
62
362 Rüma
yapılmasıdır. AB’nin azınlık hakları ile ilgili olarak yasal
düzenleme ve kurumlaşma konusunda gayet etkin olduğu
söylenebilir.
Phare Projeleri
PHARE projelerinin özellikle de Romanlar sözkonusu
olduğunda AB’nin Bulgaristan’daki azınlık haklarına etkilerinin
önemli bir kısmını oluşturduğu söylenebilir. Bulgaristan PHARE
ulusal programının üzerine kurulu olduğu dört ana amaçtan
biri etnik bütünleşme ve sivil toplumdur. Buna karşın,
azınlıkları içeren projelerin genel PHARE bütçesi içindeki yeri
oldukça sınırlıdır: Örneğin, 1999 yılında 55 milyon Avronun 0,5
milyonu, yani yüzonda biri. Bu nedenle, Helsinki Komitesi
Başkanı Krasimir Kănev ayrılan bütçenin düşünülen yatırımlar
için yeterli olmadığını belirtmiştir.63
2000 yılındaki yirmi beş projenin hiçbiri doğrudan
azınlıklarla ilgili değildir, ama çocukların durumlarının
iyileştirilmesi ile ilgili projede Roman çocuklarına da atıfta
bulunulmuştur. 2001 yılının otuz projesinden üçü azınlıklarla
ilgilidir. Bunlar sosyal dışlanmayı engellemek, Romanların
entegrasyonunu sağlamak ve azınlıkların sağlık hizmetlerine
erişiminin sağlanması ile ilgilidir. 2003 yılındaki otuz dokuz
projenin bir tanesi azınlıkların eğitim ve sağlık hizmetlerine
erişimi bağlamında entegrasyonudur.
AB’nin doğrudan etkisi Romanlarla ilgili projelerde açıkça
gözlemlenebilir. Bu nokta aslında AB’nin rolünün hem
başarısını, hem başarısızlığını temsil ediyor. Bununla ilgili gayet
sert eleştiriler yönelten Bulgar entelektüelleri olmuştur. Bu
iddiaya göre, AB’nin Romanlara olan bu vurgusu sadece Bulgar
milliyetçisi tepkileri arttırmakla kalmamış, Türklerle Romanlar
arasında da bir gerginlik yaratmıştır.64
Mülakat, Krasimir Kănev, Bulgaristan Helsinki Komitesi Başkanı, Sofya, 26
Eylül 2005.
64 Mülakat, Mihail İvanov, Sofya, 28 Eylül 2005.
63
AB Genişlemesinin Etkisi 363
Avrupa Enstitüsü uzmanları ise konuya daha dengeli
yaklaşma düşüncesindeler. Onlara göre Romanlara ayrılan
kaynaklar yanlış anlaşılmış olabilir. Bu yanlış anlaşılmaların
Bulgar milliyetçisi tepkileri sertçe sergileyen ATAKA isimli siyasi
partiye yol açtığı söylenebilir. ATAKA, Romanların sorunlarının
sadece Bulgaristan’a özgü olmadığını, tüm Avrupa’yı
kapsadığını ve bu sorunların da Romanların kolay kolay
değişmeyecek olan kendi yaşam tarzlarından kaynaklandığını
iddia etmiştir.65 Avrupa Enstitüsü uzmanları PHARE
projelerinin Romanlara doğrudan para vermek demek
olmadığını ısrarla vurguluyorlar. Bu projelerin amacının, kimi
değişiklikler yoluyla sistemin ürettiği bazı engellerin aşılması
olduğunu belirtmektedirler. Ancak, bu durum geniş kitlelere
anlatılmamış olduğundan bu yanlış anlaşılma kalıcılaşarak
çeşitli toplumsal bölünmelere yol açmaktadır. Bunun
sonucunda, Romanlar hiçbir şey vermeden alan bir topluluk
olarak görülmektedir.66 Avrupa Komisyonu Delegasyonu
uzmanları
da
sorunun
entegrasyonun
somut
olarak
anlatılmamasından
kaynaklandığını
saptadıklarını
ifade
etmektedirler. Bu durum özellikle gruplar ayrı ayrı ama paralel
yaşadıklarında ve entegrasyonu sorun etmediklerinde daha da
net ortaya çıkmaktadır.67
Aslında, bu projelerin analizi Romanlara verilen önceliği ve
sosyo-ekonomik sorunlarının azınlık hakları çerçevesinde
tanımlandığını açıkça göstermektedir. Ancak, diğer dezavantajlı
grupların göz ardı edildiğini iddia etmek haksızlık olur. Örneğin,
2000 yılı programında kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler
gibi dezavantajlı grupları korumayı ve sosyal hizmetlere
erişimlerini sağlamayı amaçlayan projeler vardır. Bu noktada
pozitif ayrımcılıktan bahsetmek güçtür. Vurgu, söylendiği gibi,
“Prejudice and Pride, Interview with Dr. Petar Beron”, Sofia Echo 18
Temmuz 2005, http://sofiaecho.com/2005/07/18/642612_prejudice-andpride
66 Mülakat, Lyubov Panayotova ve Penka Vasileva, Sofya, Avrupa Enstitüsü
Uzmanları, 21 Eylül 2005.
67 Mülakat, Avrupa Komisyonu Delegasyonu uzmanları, Sofya, 21 Eylül 2005.
65
364 Rüma
sosyal hizmetlere eşit erişim üzerine kurulmuştur. Gene de, bir
yaklaşım sorunu göze çarpmaktadır.
2001 yılındaki sosyal entegrasyon projesi bu yaklaşım
sorununu farklı bir şekilde gözler önüne sermiştir: Romanlar ile
diğer etnik azınlıklar ve dezavantajlı grupların ekonomik
entegrasyonu amaçlanmış ve işsizlik sorunu vurgulanmıştır. Bu
bağlamda, Romanlar başta olmak üzere etnik azınlıkları
ayrıştırması nedeniyle, bu proje işsizlik gibi sosyo-ekonomik bir
sorunun ele alınmasında etnik kriterler uygulandığının örneği
olmuştur.
Avrupa
Enstitüsü
uzmanları
PHARE
projelerinin
sonuçlarının pek iyi olmadığını sıkıntıyla kabul ediyorlar.
Ancak, hem hükümet siyasetlerinin, hem de Romanlara yönelik
ayrımcılığın düzeltilmesi için zaman gerektiğini ifade ediyorlar.
PHARE 2001 programının öğretmen ve polis alımları ile kamu
kurumlarında azınlıkların temsilinin arttırılması yönündeki
iyileştirmelerini olumlu gelişmeler olarak not etmektedirler. Bu
çerçevede, Roman gençlerin öğretmen asistanları olarak bu
topluluğun eğitiminde değerlendirilmelerinin gayet başarılı
olduğunu belirtmektedirler.68 Öne sürdükleri sorunlardan bir
tanesi Roman azınlıkla beraber çalışırken bu azınlığın
temsilcileri ile yaşanan sorunlardır. Bir yandan, etkin olabilmek
için kesinlikle bu topluluğun temsilcileri ile çalışmak
gerekirken, öte yandan bu temsilcilerin genel olarak yolsuzluğa
eğilimli olmaları ciddi sorun yaratmaktadır. Birçok projenin
başarısızlığında idari sorunlar kadar bu durum da neden olarak
gözlemlenmektedir.69
Romanların Bulgar toplumundaki sorunları ile ilgili olarak
resmin bir diğer yüzü de, bu topluluğun hakları kadar ödevleri
de olduğunu fiilen kabul etmemeleridir. Normal bir yurttaş gibi
hareket etmediklerinin en sık tekrarlanan örneği elektrik
Mülakat, Lyubov Panayotova ve Penka Vasileva, Avrupa Enstitüsü
Uzmanları, Sofya, 21 Eylül 2005.
69 Mülakat, Lyubov Panayotova ve Penka Vasileva, Avrupa Enstitüsü
Uzmanları, Sofya, 21 Eylül 2005.
68
AB Genişlemesinin Etkisi 365
faturalarının ödenmemesidir.70 Bu noktada, Avrupa Komisyonu
Delegasyonu uzmanları, bir azınlığın entegrasyonunun başarılı
olabilmesi için bu grubun da entegrasyon için samimi bir istek
ortaya koyması ve hukuk devletinin kurallarına saygı
göstermesi gerektiğini söylemektedirler.71
Bulgaristan Helsinki Komitesinden Krasimir Kănev,
Romanların
PHARE
projelerinden
faydalanmış
sayılabileceklerine rağmen, bu projelerin belirlenen sorunlarla
iyi ilişkilendirilmediğini saptamaktadır. Kınev’e göre, bu projeler
zaten onları kontrolüne almak isteyen hükümet aracılığı ile
düzenlenmektedir. Ayrıca, önemli bazı projeler için yeterli
miktarda kaynak da aktarılmamıştır.72 Buna ek olarak, Mihail
Ivanov, başka sorunları gündeme getirmektedir. Birincisi,
prosedürler çok karmaşıktır, bu da az sayıda insanın bu
konuda bilgili olmasına yol açmaktadır. İkincisi, ayrılan
kaynağın önemli bir bölümü, çoğunluğu yabancı olan,
danışmanlara gitmektedir. Örneğin, toplam bütçesi 750.000
Avro olan bir eğitim projesinde, hedef topluluk ve onların eğitim
harcamaları için kullanılan para toplam bütçenin sadece %10’u
kadardır. Aynı şekilde, proje duyurularının sadece Bulgaristan
vatandaşlarına yönelik olamaması ile uluslararası çağrıların
mecburi ve koşulların Bulgarlar tarafından yerine getirilmesinin
zor olmasını da ciddi sorunlar olarak sunmaktadır. Bütün
bunların sonucunda, bu konuda tekellerin oluşmasına fiilen
göz yumulmuştur. 73
Sonuç
Bir önceki bölümde özellikle ilgili belgelerin incelenmesinden çıkan sonuçlar paylaşıldı. Bu bulguları, 2005 yılında
yapılmış bir alan araştırması ile de destekleyerek bu makalenin
ana konusu olan Avrupa Birliği’nin Bulgaristan’daki azınlık
haklarının gelişimindeki etkilerine baktığımızda, dört önemli
Bu görüş yapılan bütün mülakatlarda belirtilmiştir.
Mülakat, Avrupa Komisyonu Delegasyonu uzmanları, Sofya, 21 Eylül 2005.
72 Mülakat, Krasimir Kănev, Bulgaristan Helsinki Komitesi Başkanı, Sofya, 26
Eylül 2005.
73 Mülakat, Mihail İvanov, Sofya, 28 Eylül 2005.
70
71
366 Rüma
nokta düşünülebilir. Bunları doğrudan etkiler ve dolaylı etkiler
şeklinde iki kategoride ele alabiliriz.
Doğrudan etkilerin birincisi, ayrımcılığa karşı yasa
çıkarılması, etnik ilişkilerle ilgili bir kurum oluşturulması,
Romanların entegrasyonu için bir program oluşturulması gibi
yasal ve kurumsal çerçevedeki düzenlemelerdir. İkincisi,
PHARE projeleri çerçevesinde aktarılan örneğin konut ve eğitim
yardımı gibi kaynak ve bilgilerdir.
Dolaylı etkilerin birincisi, elbette iç siyasi ortamın Batı
Avrupa modeli liberal demokrasiye doğru evrilmesine paralel
olarak yeni aktörlerin oluşması ile ortaya çıkmaktadır.
Azınlıklar da kendilerini siyasi olarak ifade etme şansı
bulmuşlardır. Dahası, bu demokratikleşme sürecinin giderek
artan ölçülerde AB denetiminde yapılması ile azınlıklar Avrupa
Komisyonu ile doğrudan görüşme ve sorunlarını aktarma şansı
bulmuşlardır. İkincisi, azınlıklara yönelik söylem ve eylemlerde
AB Genişleme Süreci belirleyenlerinin ağırlığıdır. Başka deyişle,
AB’nin etkisi, sadece yapılanlarda değil, yapılmayanlarda da
gözlemlenebilir. AB tam üyeliğine adaylık, aktörlerin eylem
yelpazesinde bir kısıtlama yaratmıştır: Roman gettolarına aşırı
milliyetçi gruplar tarafından düzenlenebilecek saldırılar veya
Türk azınlığın kullanmakta olduğu hakları yerel seviyelerde
çeşitli şekillerde engelleme çabaları (daha fazla) gözlemlenebilirdi.
AB’nin etkisinin başarısına gelince, Türk ve Roman azınlık
arasındaki siyasi örgütlenme, ifade ve temsil arasındaki farklar
AB’nin etkilerini ve sınırlarını göstermektedir. AB’nin
Romanların örgütlenmesindeki etkisi ve desteği açıktır. Bunun
anlamlı bir entegrasyon ve siyasi-toplumsal temsil ile
sonuçlandığı söylenemez. Oysa Türklerin örgütlenmesinde AB
rolü başlangıçta hiç yoktur, daha sonrasında ise Roman
örneğine oranla daha kısıtlıdır. Türklerin entegrasyonunda
sıkıntılar yaşansa da, siyasi ifade ve temsilinde önemli bir
başarıya ulaşıldığı söylenebilir. Dolayısıyla, AB’nin etkisi,
sözkonusu azınlık örgütlü ise daha az belirgin ama daha
AB Genişlemesinin Etkisi 367
başarılı, örgütlü değilse oldukça belirgin ama daha başarısızdır.
Son
olarak,
AB’nin
başarısının
göreceliliği
rolünün
anlaşılmasında da güçlükler yaratmaktadır. AB’nin niyet ve
eğilimleri doğrudan sonuç yaratmamakta, ürün verdiği
durumlarda ise bunun her zaman olumlu olduğunu düşünmek
de mümkün görünmemektedir. PHARE projeleri bunun en güzel
örneğini teşkil eder.
Bu makalede doğrudan çalışılmamış olmakla beraber,
konunun not edilmesi gereken önemli bir yönü, azınlık
haklarının sanıldığı ve/veya iddia edildiği gibi etnik sorunların
çözümünde asal rolü olup olmadığıdır. Bu makalede kısmen
tartışıldığı gibi AB üyesi ülkelerin dahi bu konuda standart bir
uygulaması yoktur: üye devletler birbirinden oldukça farklı
uygulamalar tercih etmektedir ve ulus-üstü AB bürokrasisi bu
farklılığı sindirebilmektedir. Bu uyumsuzluk aslında AB’nin
kendi
içinde
uygulayamadığı
kriterleri
aday
ülkelere
önermesi/dayatması gibi bir çelişki yaratmaktadır. Bu
makalede incelenip aktarılmaya çalışıldığı gibi, bu çelişkinin
AB’nin Bulgaristan’da azınlık haklarının gelişiminde etkisiz
kalmasına yol açtığı söylenemez, ancak bu sürecin oldukça
sorunlu geçmiş olduğu da aşikârdır.
Kaynakça
Considérations générales, Objectifs de la Convention Cadre,
Approches et concepts fondamentaux, www.coe.int
Dimitras, P. / N. Papanikolatos, “Reflections on Minority Rights
Politics for East Central European Countries”, Can Liberal
Pluralism Be Exported? Western Political Theory and Ethnic
Relations in Eastern Europe, W. Kymlicka / M. Opalski,
Oxford 2001.
Dimitrov, Vesselin, “Learning to Play the Game: Bulgaria’s
Relations with Multilateral Organisations”, Southeast
European Politics, 2 (2000), s. 101-114.
http://www.undp.md/publications/doc/RR1%20%20Roma%20Integration.pdf.
Hughes, James / Gwendolyn Sasse, “Monitoring the Monitors:
EU Enlargement Conditionality and Minority Protection in
368 Rüma
the CEECs”, Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 4
(2002), s. 1-37, www.ecmi.de/jemie.
Kănev, Krasimir, “Muslim Minorities and the Democratisation
Process in Bulgaria”, Proceedings of the International
Conference on Minority Issues in the Balkans and the EU,
Mehmet Hacısalihoglu / Fuat Aksu, Istanbul 2007, s. 7988.
Kymlicka, Will, “Multiculturalism and Minority Rights: West
and East”, Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 4
(2002), s. 1-25, www.ecmi.de/jemie
Kymlicka, Will, “Western Political Theory and Ethnic Relations
in Eastern Europe”, Can Liberal Pluralism Be Exported?
Western Political Theory and Ethnic Relations in Eastern
Europe, W. Kymlicka / M. Opalski, Oxford 2001, s. 13-106.
Laitin, David, Identity in Formation. The Russian-speaking
Populations in the Near Abroad, Ithaca 1998.
“Les problèmes des Roms entraveront-ils la marche vers l’UE? ”,
mediapool.bg, fransızcaya çeviren Dessislava Raykova,
Courrier des Pays des Balkans, 2 Mayıs 2003.
Mizsei, Kalman / Ben Slay / Dotcho Mihailov / Niall O'Higgins
/ Andrey Ivanov, “The Roma in Central and Eastern
Europe, Avoiding the Dependency Trap”, UNDP Regional
Human
Development
Report
2003,
http://hdr.undp.org/en/reports/regionalreports/europethe
cis/name,3203,en.html;
Mülakat, Avrupa Komisyonu Delegasyonu uzmanları, Sofya, 21
Eylül 2005.
Mülakat, Krasimir Kănev, Bulgaristan Helsinki Komitesi
Başkanı, Sofya, 26 Eylül 2005.
Mülakat, Lyubov Panayotova ve Penka Vasileva, Avrupa
Enstitüsü uzmanları, Sofya, 21 Eylül 2005.
Mülakat, Mustafa Türkeş, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü,
Ankara, Mayıs 2005.
Mülakat, Bulgaristan’ın Türkiye Büyükelçiliği’nde görevli bir
diplomat, Ankara, 8 Aralık 2006.
Mülakat, Mihail İvanov, Sofya, 28 Eylül 2005.
AB Genişlemesinin Etkisi 369
Mülakat, Özcan Pehlivanoğlu, Rumeli Türkleri Derneği Başkan
Yardımcısı, İstanbul, 27 Nisan 2005.
Mülakat, Şevki Kurtuluş, Balkanlılar Derneği Başkanı,
İstanbul, 27 Nisan 2005.
Mülakat, Yıldırım Ağanoğlu, Rumeli Türkleri Derneği Arşiv
Sorumlusu, İstanbul, 27 Nisan 2005.
Nikova, Ekaterina, “La Modernisaiton à travers l’integration la
Bulgarie et l’Union Européenne”, Transitions, 2001/1, s.
107-122.
Plasseraud, Yves, Les minorités, Paris 1998.
Poirmeur, Yves, “L’Union Européenne sous contrainte
d’Elargissement”, Etudes sur l’Elargissement de l’Union
Européenne, Ed. Thuan Cao-Huy, Paris 2002, s. 43-71.
“Prejudice and Pride, Interview with Dr.Petar Beron”, Sofia Echo
18 Temmuz 2005,
http://sofiaecho.com/2005/07/18/642612_prejudice-andpride.
Spendzharova, Aneta Borislavova, “Bringing Europe in? The
Impact of EU Conditionality on Bulgarian and Romanian
Politics”, Southeast European Politics, IV/2-3 (Kasım 2003),
s.141-156.
Tucny, Edwige, L’Elargissement de l’Union Européenne aux Pays
d’Europe Centrale et Orientale, la conditionnalité politique,
Paris 2000.
Türkeş, Mustafa, “Double Processes: Transition and its Impact
on the Balkans”, Towards Non-violence and Dialogue Culture
in Southeast Europe, Der. Ivan Hadjsky, Sofya 2004.
Vermeersch, Peter, “EU Enlargement and Minority Rights
Policies in Central Europe: Explaining Policy Shifts in the
Czech Republic, Hungary and Poland”, Ethnopolitics and
Minority Issues in Europe,
4 (2002), s. 1-31,
www.ecmi.de/jemie.
Wolff, Stefan, “Beyond Ethnic Politics in Central and Eastern
Europe”, Journal on Ethnopolitics and Minority Issues in
Europe, 4 (2002), s. 1-20, www.ecmi.de/jemie.
89 GÖÇMENLERİ,
ENTEGRASYON SORUNLARI VE
ULUSAŞIRI GÖÇMENLİK
ATATÜRK, MENDERES VE ÖZAL DÖNEMİ
BULGARİSTAN’DAN GELEN GÖÇMENLER
ÜZERİNE GÖZLEMLER
Levent KAYAPINAR
Giriş
Sözlük manası olarak “ekonomik, toplumsal ve siyasi
sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir
ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme
işi”ne göç denilmektedir.
Eskilerin hicrî 1293 yılında gerçekleşmesinden dolayı 93
Harbi dedikleri 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşını müteakiben
kurulan Bulgar prensliği döneminden itibaren Bulgaristan’dan
Anadolu’ya sayıları küçümsenemeyecek göçler yaşanmıştır.
Bunun
nedeni
1877-1878
yılı
olaylarının
akabinde
Bulgaristan’da bir prensliğin kurulması ve ulusal devlet kurma
yolunda
demografik
yapının
değiştirilmesine
yönelik
faaliyetlerdir. Çünkü Fransız İhtilalinin yaydığı fikirler
doğrultusunda ulusal bir devlet oluşturmaya çalışan Bulgar
Devletinin aslında ulus yaratmak ve Bulgar ulusu bilinci
oluşturmak ihtiyacı da mevcuttu. Hâlbuki 1877-1878 savaşı
öncesi Bulgaristan demografisine bakıldığı zaman Bulgarların
çoğunluğu
oluşturmadığı
gözlemlenmektedir.
Fransa’nın
Rusçuk viskonsülü 6 Ekim 1876 tarihli raporuna göre bugünkü
Bulgaristan’ın kuzeyini kapsayan Tuna Vilayetinde 1.130.000
Bulgar nüfusuna karşılık 1.120.000 Türk yaşıyordu.
Bulgaristan’ın
güneyini
kapsayan
İslimiye
ve
Filibe
sancaklarında ise aynı tarihte 483.000 Bulgar’a karşılık
374 L. Kayapınar
681.000 Türk yaşıyordu. Kısacası 1876 yılında Bulgaristan’ın
nüfusunun yaklaşık %53’ü Türklerden oluşuyordu.1
Atatürk
Göçler
Dönemi
Öncesi
Bulgaristan’dan
Türkiye’ye
Bulgarlar bu demografik yapıyı değiştirmek amacıyla
Türkler üstünde baskı kurarak onlara ait vakıf ve dini eserleri
tahrip ederek ve emlaklarına el koyarak Müslüman nüfusu
Bulgaristan’dan göç etmeye zorladılar.2 Zaten 1877-1878
Osmanlı-Rus harbi sonucunda Anadolu’ya yapılan göçlerin
neticesinde 1877-1891 tarihleri arasında yaklaşık yarım milyon
(495.339) kişi Anadolu’nun değişik yerlerine iskân edilmek
üzere İstanbul’da toplanmıştır.3 Aynı tarihler arasında Osmanlı
resmi istatistiklerine göre 767.339 muhacir Trakya ve
Anadolu’da kalıcı olarak yerleştirilmek üzere sevk edilmişlerdir.
1876-1895 yılları arasında Osmanlı topraklarına sığınan
göçmenlerin sayısı 1 milyonun üzerine çıkmıştır.4 Bu rakamdan
ne kadarının Bulgaristan’dan geldiği konusu ayrı bir
araştırmaya muhtaçtır. Ancak Bulgaristan’la ilişkilerin daha iyi
olduğu 1893-1902 yılları arasında Bulgaristan’dan Osmanlı
Devletine yapılan göçlerin rakamı 70.603 kişi olarak
bilinmektedir.5 Bu göçlerin sonucu olarak yer yer bazı
bölgelerde çoğunluğu Türk nüfusu korumakla birlikte ülke
genelinde Bulgaristan nüfusunun çoğunluğu Bulgarlar lehine
değişmiş oldu.
Hüseyin Memişoğlu, “Bulgaristan Türklerinin Sosyo-Ekonomik ve Kültürel
Yapısı”, Türkler, c. XX, Ankara 2002, s. 361.
2 Faruk Kocacık, “Balkanlar’dan Anadolu’ya Yönelik Göçler (1878-1890)”,
Osmanlı Araştırmaları, c. 1 (1980), s. 137-190.
3 BA, YA-Hus, No. 255/64, Lef. 6: 1877-1891 yılları arasında Osmanlı
topraklarına gelen muhacirlerin mikdarını mübeyyin pusula; Devlet-i Aliye-i
Osmaniyye’nin 1313 Senesine Mahsus İstatistik-i Umumisi (İstatistik-i Umûmi
İdâresi-Nezaret-i Umûr-ı Ticaret ve Nafia), İstanbul 1316, s. 28; Standford J.
Shaw-ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, çev.
Mehmet Harmancı, c. II, İstanbul 1993, s. 153-154; Nedim İpek, Rumeli’den
Anadolu’ya Türk Göçleri, Ankara 1999, s. 173.
4 İstatistik-i Umumi, s. 27; İpek, age, s. 228.
5 Bilal N. Şimşir, “Bulgaristan Türkleri ve Göç Sorunu”, Bulgaristan’da Türk
Varlığı, Ankara 1987, s. 52.
1
Göçmenler Üzerine Gözlemler 375
Bulgaristan’dan Osmanlı Devletine 1878 yılından sonra
yaşanan ikinci büyük göç hareketi 1912 yılında Balkan Harbi
sırasında yaşanmıştır. Bulgaristan’dan gelen muhacirlerin
sayısı
konusunda
araştırmacılar
değişik
rakamlar
vermektedirler. 23 Ekim 1912 tarihli bir belgede Balkan Harbi
sonucunda Trakya’dan göç eden Müslümanların sayısının
180.883 kişi olup bunların 115.883’ünün Bulgarların işgaline
uğrayan yerlerden 65.000’inin de Yunanlıların ele geçirdikleri
yerlerden
geldikleri
belirtilmektedir.6
Bununla
birlikte
Bulgaristan’dan Osmanlı Devletine (tüm Balkanlar’dan ve
Kafkaslardan değil) yapılan göçün miktarını 1878-1912 yılları
arasında 350.000’nin altında gösteren bilimsel bir araştırmaya
rastlanamamıştır. Muhtemelen bu rakam çok daha fazladır.
Örneğin, Ali Eminov’un 1997 yılında yayımladığı “Turks and
Other Muslim Minorities in Bulgaria” adlı çalışmada bu yıllar
arasındaki rakam 350.000 olarak verilmektedir.7 1878-1912
yılları arasında yapılan bu göçlerin diğer bir önemli özelliği ise
Osmanlı İmparatorluğu sırasında oluşmuş olan şehirli,
zanaatkâr ve okumuş Müslümanlardan müteşekkil elit sınıfın
neredeyse tamamına yakınının Bulgaristan’dan Anadolu’ya göç
etmesidir. Bunun sonucu olarak Bulgaristan’da kalan Türklerin
büyük bir çoğunluğu ziraat ekonomisine dayalı, eğitim
seviyeleri oldukça düşük, daha önceki toprakları ellerinden
alınmış ve toplum liderlerinden mahrum “başsız bir gövde”
durumuna gelmişlerdir.8 Burada belki de vurgulanması gereken
diğer bir nokta da Bulgaristan’da kalan Türklerin aksine
Anadolu’ya göç etmiş Bulgaristan kökenli şehirli zümrenin
Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında ve batıya yönelik çağdaş
devrimlerin Türkiye’de gerçekleştirilmesine verdikleri destektir.
Ahmet Halaçoğlu, “Balkanlar’dan Anadolu’ya Yönelik Göçler”, Türkler, c.
XIII, Ankara 2002, s. 890. Balkan Savaşı sırasında Anadolu’ya gelenlerin
sayısı hakkında Tevfik Bıyıklıoğlu 440.000 rakamını telaffuz etmektedir. Bk.
Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya’da Milli Mücadele, c. I, Ankara 1988, s. 92-93.
7 Ali Eminov, Turks and Other Muslim Minorities in Bulgaria, New York 1997.
8 Ömer Turan, “XX. Yüzyılda Türk Toplulukları” , Türkler, c. XX, Ankara 2002,
s. 334.
6
376 L. Kayapınar
Atatürk Döneminde Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç
Atatürk dönemi göçmenlerin durumu ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin onlara olan ilgisine dair Ankara’nın Etimesgut
ilçesini incelemek istiyorum. Osmanlı döneminde Ahi Mesud
adıyla anılan bu küçük yerleşim birimine Alman hükümeti
tarafından
Etimesgut-Güvercinlik’te
1920
yılında
Kara
Havacılık Okulu inşa edilmiş ve bu bina 1920-1948 yılları
arasında
Türk
Hava
yolları
terminal
binası
olarak
9
kullanılmıştır.
Cumhuriyet döneminde Etimesgut’a ait ilk belgeyi 13
Ağustos 1924 tarihi ile Başbakanlık Cumhuriyet Arşivinde
buluyoruz. Bu belgede Etimesgut’un adı Ahimesut olarak
geçmekte ve Ankara, Sincan, Ahimesut, Eryaman, Çakırlar,
Elvan ve Elgazi köylerindeki bazı arazilerin poligon yapılması
için istimlak edilmesi istenmektedir.10 Ancak Etimesgut için en
önemli yıl 1928 yılı olmuştur. 1928’de Bakanlar Kurulu
çalışmalarına bakıldığında Etimesgut’a büyük bir mesainin
ayrıldığı görülmektedir. Bunun sebebi Ankara’nın batıya açılan
bir kapısı olarak şehir merkezinin uzağında taşrada batı tarzı
bir köy ve nahiye oluşturma projesidir. Bu proje dönemin
kaynaklarında numune nahiye ve köy, yani örnek ilçe ve köy
oluşturmak şeklinde geçmektedir. Bu amaçla Yahşihan ve
Eskişehir arasında kalan bölge incelenmiş ve bu projeye en
uygun mevki olarak Etimesgut, 1928 yılında tercih edilmiştir.
Bu kararın alınmasında Etimesgut’un Ankara-İstanbul ve
Ankara-Eskişehir karayolları arasında bulunması kadar
İstanbul-Ankara demir hattının üzerinde olması, o zaman hava
terminalinin Güvercinlik’te bulunması da etkili olmuştur.
Burada mevcut bulunan Ahi Mesut çiftliği satın alınarak
Etimesgut’un imarına başlanmıştır. Bu olayları 16 Mayıs 1928
tarih ve 6639 numaralı Bakanlar Kurulu kararıyla
Cumhuriyet’in örnek köyünün oluşturulması ve göçmenlerin
yerleştirilmesi için Ahi Mes’ud çiftliğinin alınması, 28 Mayıs
Dünden Bugüne Etimesgut (Ahi Mes’ud’tan Etimesgut’a), haz. Ahmet Tekin,
Ankara 1998, s. 101.
10 BCA: f.n. 30-18-1-1/y.n.10.40..5.
9
Göçmenler Üzerine Gözlemler 377
1928 tarih ve 6699 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla örnek
köyün inşasının başlanması,11 1 Haziran 1928 tarihinde Ahi
Mes’ud’un nahiye olması, 10 Haziran 1928 tarih ve 6723 sayılı
Bakanlar Kurulu kararıyla kıştan evvel göçmenlerin inşa edilen
evlere yerleştirilmesi,12 Ahi Mes’ud’a su sağlamak üzere altyapı
tesislerinin inşaatı ihalesi takip eder,13 10 Ekim 1928 tarih ve
7210 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla göçmen çocuklarının
eğitim ihtiyaçlarını karşılamak üzere yatılı mektep inşaatının
ihalesine karar verilir.14
Cumhuriyet dönemi Etimesgut’a ait en eski belgeler
arasında 28 Mayıs 1928 tarihli olanını da sayabiliriz. Bu
belgede örnek köyün pazarlık usulüyle inşa edilmeye
başlanması istenmektedir. Bu faaliyetlerin hızla yürütülebilmesi
için, 1 Haziran 1928 tarihinde Ahimesut’un nahiye olmasına ve
Ankara merkez kazasına bağlanmasına karar verilir. Altı aylık
kısa bir süre içerisinde inşaat mevsimi geçmeden Etimesgut’a
yerleştirilecek olan göçmenler için evlerin inşası, yatılı okulun
yapılması,
Çakırlar çiftliğinden
su
getirilmesi,
çeşitli
dükkânlarla çamaşırhane, kahvehane, hamam ve hanın
yapılmasına başlanır ve bu binaların büyük bir kısmı
tamamlanarak 10 Ekim 1928 tarihinde Bulgaristan’dan
getirilen 50 haneye mensup 301 kişi örnek köy olarak inşa
edilen Etimesgut’a yerleştirilir. Aşağıdaki tabloda Etimesgut
köyünün nüvesini oluşturacak 50 hanelik göçmen kafilesinin
listesi verilmektedir.
11
12
13
14
BCA:
BCA:
BCA:
BCA:
f.n.
f.n.
f.n.
f.n.
30..18.1.1/y.n.
30..18.1.1/y.n.
30..18.1.1/y.n.
30..18.1.1/y.n.
29.35..9.
29.36..18.
30.56..4.
30.61..4.
378 L. Kayapınar
TABLO 1: 1928’de Etimesgut’a yerleştirilen 50 hanenin
listesi
1928 yılında Türkiye’ye gelip Etimesgut nahiye merkezine yerleştirilenlerin
aile reis ve fertleriyle bunlara verilen arazileri gösterir LİSTEDİR15.
VERİLEN ARAZİ (DÖNÜM)
No
AİLE REİSİ VE FERTLERİ
Birinci İkinc Üçünc Dörd Düşün
i
ü
üncü celer
1
50.4
14.2
97
6.2
Bu
Hüseyin oğlu Mehmet Kula
Tahsin, Kadir, Ayşe, Fatma,
listede
Müzeyyen, Resmiye
bulunan
2
44.4
14.2
123
7.3
Hasan oğlu Mehmet Koç
ailelere
Hasan,
Fehim,
Kerim,
birer
Selahattin, Zekiye, Halime,
ev
Hatice, Emine
veril3
47.2
14.2
85.1
8.1
Salim oğlu Emin
miştir.
Ahmet, Salim, Emine, Saliha,
Zekeriya, Emine
4
43.4
14.2
133.1
8.1
Hasan oğlu Ahmet Koç
Mehmet,
Bilal,
İbrahim,
Abdurrahim, Zübeyde, Fethiye,
Ayşe, Zekiye, Adem, Halime
5
14.2
97
6.3
Ahmet oğlu Memiş Topaloğlu 38.4
Ahmet, Hanife, Fahriye, Zehra,
Muharrem, Ali
6
14.2
88.1
10.3
Hüsmen
oğlu
Mehmet 35.4
Nizamoğlu
Hüseyin, Ali, Fatma, Zeynep,
Fatma,
Mustafa,
Atay,
Nurhayat
7
14.2
78.1
6.1
Mehmet
oğlu
Ahmet 33.4
Nizamoğlu (Ünlü)
Mehmet,
İsmail,
Nefise,
Hidayet, İbrahim, Saadet
8
41.4
14.2
78
7.2
Ahmet oğlu Mehmet Yörür
İbrahim, Hurşit, Hatice, Yaşar
9
41.1
14.2
85.1
6.1
Ali oğlu Kubat Ali (Yanık)
Halime, Ali, Ayşe, Recep,
Hasan
10
16.1
85
6.3
Mustafa
oğlu
Mehmet 41.2
Tavukçu (Keskin)
Mustafa,
Emine,
Fatma,
Bu belgenin orijinali 1996 yılında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arşivi,
Etlik Mevki Kavaşığında bulunduğu zaman buraya gidilerek bulunmuştur (O
dönemde henüz arşiv niteliğinde değildi ve defterler bazı işlemler için halen
kullanılıyordu). Daha sonra bu arşiv buradan taşınmıştır. Muhtemelen şu
anda Ankara Lodumlu’da bulunan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Arşivi’ndedir. Bu dipnotu düşmemdeki amaç Cumhuriyet döneminde sadece
Etimesgut’a değil tüm Türkiye’ye yerleştirilen göçmenlerin listelerini bu
arşivde bulabilmenin mümkün olduğunu gösterebilmek içindir.
15
Göçmenler Üzerine Gözlemler 379
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
16
Selime, Hüseyin, Ürkiye.
Emin oğlu Kadir Çukurova
Ali, Hasan, Ayşe, Cemile
Mustafa oğlu Mehmet Molla
Mehmet, Ahmet, Ayşe
Hasan oğlu Halil Atar
Cafer, Emine, Mehmet, Hasan,
Mustafa
Celil oğlu Ali Aktaş
Akif, İbrahim, Fatma, Ayşe, Ali
Mehmet
oğlu
İsmail
Bozkarakuş
Mustafa, Beytullah, Ürkiye,
Sabiha, Raşit
Abdullah oğlu Aliosman
Habibe
Halil oğlu Hüseyin Kula
Yenidoğan
Mustafa, Ahmet, İlyas, Hava,
Adem, Selime, Türkan
Mehmet oğlu Mümin Ünver
Hatice,
Halime,
Mustafa,
Habibe, Çetin.
Tahir oğlu Salih Kırbay
Hüseyin,
Recep,
Halime,
Ümmügülsüm, Fatma, İsmail.
Rahim oğlu Sait Gacal
Yusuf, Rahim, Şerife, Fatma,
Hatice, Sait, Yıldız, Nazif
Sait oğlu Durmuş Gacaloğlu16
İsmail,
Mehmet,
Ahmet,
Hatice, Şerife, Hasan
Hasan oğlu Mehmet Delikafa
(Demir)
Ahmet, Vesile
İsmail oğlu Ahmet Çetin
Ayşe, Ayşe
Mestan oğlu İsa Topuz
Osman,
Recep,
Fatma,
Mustafa
Hüseyin oğlu Halim Pehlivan
(Güreşir)
Bayram, Hatice, Şaban, Ünzile,
Kerime
İsmail oğlu Mustafa Çetin
Niyazi,
Muharrem,
Fatma,
Abdülmecid, İsmail, Nefise
Süleyman oğlu Yusuf Karat
Ayşe, Emine, Emine
26.3
14.2
81.1
9
37.3
14.2
81.3
8.1
34.3
14.2
82.1
5.2
39.4
14.2
78.1
8.3
48.4
14.2
75
6
37.3
14.2
78.1
8
47.5
14.2
89.2
7.3
33.5
14.2
78.1
5.3
45.4
14.2
85.1
9.1
42.5
14.2
81.1
7.3
43.4
17
102.1
7.3
42.1
14.2
81.3
5.3
32.2
14.2
81.3
10
38.3
14.2
85.1
6.3
35.1
14.2
81.1
7
39.1
14.1
114.1
8.2
35.1
14.2
81.3
6.1
Bu kişi, bu makalenin yazarının anne tarafından dedesidir.
Bu
listede
bulunan
ailelere
birer
ev
verilmiştir.
380 L. Kayapınar
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
İbrahim oğlu Ali Kabasakal
Osman, Selime, Kamile, Ayşe,
Fatma, İbrahim
Hüseyin oğlu Sait Demirkan
Salim, Hüseyin, Şerife, Ayşe,
Hasan, Saliha, Aliye, Zühre
Ahmet oğlu İslam Uzun
Mehmet, Beytullah,
Muharrem, Asime, Azime,
Sadullah
Ömer oğlu Mustafa Ahçı
Hasan, Ahmet, Ayşe, Hüsniye,
Hanife
Yusuf oğlu İsmail Yılmaz
Fehim, Ayşe, Ayşe, Habibe
İsmail oğlu Yusuf Yılmaz
Emin, Hanife, Halime, Mehmet
Ali oğlu İbrahim Kabasakal
Mehmet,
Fatma,
Hava,
Mustafa, Muharrem
İbrahim
oğlu
Ahmet
Kabasakal
Davut, Fatma, Hatice, Sebile,
Sebuş
Ahmet
oğlu
Feyzullah
Başoğlu
Emin, Zeynep, Mehmet, Ayşe,
Fetiye, Hasan, Perihan, Orhan,
Rebiya
Salih oğlu Ahmet Taner
Halil, Fatma, Refiye,Ahmet
Salih oğlu Mehmet Taner
Şerif, Salih, Nefise
Ömer oğlu Mehmet Metin
İsmail, Ömer, Rafiye, Ayşe,
Ürküş
Mustafa oğlu Yahya Gürel
Mustafa, Adile, Ürküş, Hatice,
Fatma
Mehmet oğlu Mehmet Metin
Hatice, Zeynep, Fatma, Ahmet,
Münevver
Ömer oğlu Mehmet Metin
Osman, Feride
Veysel oğlu Halil Çokoy
Osman, İsmail, Ayşe, Emine
Mehmet oğlu Ömer Metin
Şaban,
Ürkiye,
Zeynep,
Meryemşah, Ahmet
Ömer oğlu Mustafa Çur
Fatma, Ömer, Hatice
46.3
14.2
123
6
40.3
14.2
114.1
-
44.1
17.1
91.2
7
48.4
14.2
101.1
7
48
14.2
85.1
4.2
38.2
14.2
85.1
6.1
41.2
14.2
85.1
8
43.2
14.2
85.1
6.1
50.2
14.2
122.3
7
39
17.1
121.1
8
42.1
17.2
86
10
41.2
14.2
97
11.3
41.4
11.3
150.2
7
55.1
17.2
105.1
8
50.3
14.2
81.3
7.1
50.2
14.2
97
6.1
46.2
14.2
99.1
7.1
43.2
14.2
81.3
13.1
Bu
listede
bulunan
ailelere
birer
ev
verilmiştir.
Göçmenler Üzerine Gözlemler 381
46
47
48
49
50
İsa kızı Ayşe Çokoy
Ahmet,
Mehmet,
Ali,
Meryemşah, Fatma
Mehmet kızı Gülmen Tezel
Osman, Mehmet, Emin
İbrahim
oğlu
Ali
Pala
(Karaoğlu)
Meryem, İslam, Celil, Şükriye,
Mustafakemal, Halim, Seyide
Emin oğlu Ahmet Karaağal
Fatma, Salime, Ahmet
Ali oğlu Hasan Kabasakal
Fatma, Hüseyin, Hafize
42.2
14.2
123
9
34.2
14.2
99.1
12.1
48.4
14.2
132
8.2
45.2
14.2
81.1
7.2
41.5
14.2
97
6.1
Göçmenlerin yerleştirilmesinin ardından Etimesgut’u
modern bir yerleşim birimine dönüştürecek uygulamaların
gerçekleştirilmesine devam edilir. 14 Ekim 1928’de Etimesgut
Sulh hâkimliği kurularak ilk hâkim İhsan Kani Bey atanır. 17
Örnek belde Etimesgut’un inşa çalışmaları 1929 yılında da
sürdürülür. Tarım arazisinin sulanabilmesi için su kanallarının
yapılmasına başlanır.18 Medeniyetin en önemli göstergelerinden
biri olan elektrik Etimesgut’a getirilir.19 Yatılı okula kalorifer ve
mutfak tesisatı kurulur.20 Aynı yıl Etimesgut dispanserinin
inşasına başlanır.21 Bu inşaatlar için yurtdışından getirilmesi
gereken malzemeye bütçeden ödenek ayrılır. 1930 yılında inşası
biten dispansere kadro tahsis edilir.22 Ayrıca su kuyuları ve su
tesisatının da inşasına başlanır.23 İnşa edilmiş olan yatılı
mektebe öğretmen lojmanları ve kız yurtları inşasına başlanır.24
Dispanserdeki doktorluk kadrosunun ücreti artırılır.25
1931 yılında da yatılı yapılan lojmanlara elektrik tesisatı
çekilir.26 Etimesgut Dispanserine ilave olarak doğum ve çocuk
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
BCA:
BCA:
BCA:
BCA:
BCA:
BCA:
BCA:
BCA:
BCA:
BCA:
f.n.
f.n.
f.n.
f.n.
f.n.
f.n.
f.n.
f.n.
f.n.
f.n.
30..11.1.0/y.n.
30..18.1.2/y.n.
30..18.1.2/y.n.
30..18.1.2/y.n.
30..18.1.2/y.n.
30..18.1.2/y.n.
30..18.1.2/y.n.
30..18.1.2/y.n.
30..18.1.2/y.n.
30..18.1.2/y.n.
43.32..22.
2.17..22; BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 2.18..4 ve 6.
4.34..15.
6.53..20.
7.64..6.
11.37..4.
11.33..1.
12.43..9.
16.86..8.
18.19..2.
382 L. Kayapınar
bakımevleri inşa edilir.27 Yatılı okula sıcak su tesisatı sağlanır.28
1932 yılında Etimesgut Dispanserinin kadroları genişletilir.29
Yatılı okulun yanı sıra lojmanlarına da kalorifer tesisatı
kurulur.30 1933 yılında genişletilen Etimesgut su tesisatı
inşaatlarında Fişer (Fischer) adlı yabancı uzman çalıştırılır.31
1937 yılında Etimesgut’ta bir radyo istasyonunun yapılmasına
karar verilir. Radyo istasyonuyla birlikte lojmanların inşaatına
da başlanır.32 Böylece TRT lojmanları diye adlandırılan
mahallenin nüvesi de oluşmuş olur. 1938 yılında da radyo
istasyonunun yanı sıra uçakların emniyetini ve intizamla
çalışmalarını temin maksadıyla iki telsiz istasyonun kurulması
kararlaştırılır.33 Aynı yıl Türk Hava Kurumunun Etimesgut
Ergazi meydanı ile Devlet Hava Yolları Genel Müdürlüğü
arasında şehirlerarası telefon irtibatı tesis edilir.34 1941 yılında
da Etimesgut meteoroloji istasyonu telefonla merkeze
bağlanır.35 Kendisi de bir göçmen olan Etimesgut’un ilk muhtarı
Ahmet Çokoy’un36 anılarından öğrendiğimize göre Atatürk
döneminde başlayan ağaçlandırma çalışmalarına 1939 yılında
da devam edilir.37 II. Dünya Savaşı yıllarında 1941 yılında
Etimesgut’ta beden terbiyesi kursları açılır.38 1942 yılında da
hala hizmet vermekte olan Ankara çayı üzerindeki köprünün
inşaatına başlanır.39 Türk Hava Kurumuna ait hava meydanı
aynı yıl genişletilir. 1943 yılında Etimesgut’taki uçak
fabrikasında yabancı uzmanlar çalıştırılmaya başlanır.40 Aynı
yıl Etimesgut, Kayaş ve Balgat’la birlikte Ankara Belediyesinin
BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 22.53..17.
BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 23.62..1.
29 BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 30.51..17.
30 BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 30.55..5.
31 BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 33.2..18.
32 BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 78.79..17; BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 81.107..17;
BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 83.33..5.
33 BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 48.40..3.
34 BCA: f.n. 30..10.0.0/y.n. 60.406..15.
35 BCA: f.n. 30..10.0.0/y.n. 188.289..17.
36 Dünden Bugüne Etimesgut (Ahi Mes’ud’tan Etimesgut’a), haz. Ahmet Tekin,
Ankara 1998, s. 22.
37 BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 86.34..17.
38 BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 95.65..6.
39 BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 98.52..7.
40 BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 103.67..20.
27
28
Göçmenler Üzerine Gözlemler 383
sınırları içerisine alınır. 1945 yılında Etimesgut havaalanı
genişletilir.41
Etimesgut örneğinde görüldüğü gibi kısa süre içinde
Atatürk döneminde Ankara’nın batısında yer alan bir köy,
Bulgaristan’dan getirilen göçmenlerin yerleştirilmesi ve devletin
desteği ile kısa zamanda batı tarzında modern bir yerleşim
birimine dönüştürülüyordu. 1934 yılında yazdığı eserinde
Ernest Mamboury Etimesgut için şunları demektedir: “Şehrin
batısında; Ankara'ya Demiryolu ile 18 km, araba ile 22km
uzaklıktadır. Yolculuk 30 dakikadır. Ankara Palas'ın alt
tarafından geçen İstanbul yolu takip edilmekte ve uzaktan
demiryolunu izleyerek, Engürü ovasından batıya gidilmektedir.
Çimento fabrikasının yüksek bacaları görüldüğünde köyün
yakınında olduğunuzu anlarsınız.
Örnek köy Etimesgut'un şirin evleri kat kat verimli Engürü
ovasını
güneyden
kesen
tepelerin
kuzey
yamacında
sergilenmektedir. Bir zamanlar terkedilmiş olan bu geniş araziyi
sulamak ve kuvvetlendirmek için başlatılan sulama çalışmalarını
ovadan geçerken görebiliriz. Örnek köy, Cumhuriyetin yenilikçi
ruhunun başarısıdır. Her yer yenilenmiş: Evler, ahırlar, ek
yapılar, tarım aletleri vs.”42 1928 yılında Etimesgut, 50 hanelik
bir köyden 2009 yılında 330.223 kişiye ulaşan modern bir
ilçeye dönüşebilmiştir.
Etimesgut örneği, Bulgarların Türk göçlerini ve Türkiye’yi
kötülemek amacıyla “Türkiye’ye giden Bulgaristan Türkleriyle
ilgilenilmediği ve Türkiye’deki durumlarının Bulgaristan’daki
hallerinden daha kötü olduğu şeklindeki” söylemlerinin
gerçeklerle bağdaşmadığını da kanıtlamaktadır.
Bu göçün Bulgaristan açısından sonucu ise, ülkesinde
büyük oranda köy ekonomisine dayalı ve eğitim düzeyleri
oldukça düşük Türk kökenli bir azınlığın kalması idi.
Bulgaristan’daki Türk azınlığı bu özelliğini Bulgar Prensliği ve
41
42
BCA: f.n. 30..18.1.2/y.n. 107.105..17;
Mamboury, age, s. 271.
384 L. Kayapınar
Krallığı dönemi (1878-1918), Nisbi özgürlük dönemi (19191934), Faşist hükümetler dönemi (1934-1944), Komünizm
döneminin (1944-1989) ilk yıllarında da muhafaza etti. Örneğin
Bulgaristan şehirlerinde oturan Türklerin yüzde oranı 1920’de
7,3; 1926’da 6,2; 1934’de ise 5,8’dir. Yani Türk toplumunun %
90’nından fazlası köylerde yaşamakta idi.43 Türk toplumunun
bu özelliği kendi içinde örgütlenmesini zorlaştırırken, içinde
yaşadıkları topluma entegrasyon sürecini yavaşlatıyor, buna
karşılık bilinçli olarak olmasa da Bulgaristan’daki Türklerin
kimliklerinin korunmasına yardımcı oluyordu.
Menderes’ten Özal Dönemine Kadar Bulgaristan’dan
Türkiye’ye Göç
1878 yılında başlayan Bulgaristan’dan göç olgusu, 19231933 yılları arasında 101.507, 1934-39 yılları arasında 97.181
kişi, 1940-49 yılları arasında 21.353 kişi44, 1950 yılında 52.182
ve 1951 yılında da 102.208 kişi ile devam etti.45 Bu göç
dalgaları sırasında 1944’de başlayan komünizm döneminin ilk
yıllarında halkların kardeşliği söylemine bağlı olarak nispeten
daha iyi eğitim almış olan 1950-51 yılı göçmenleri dikkat
çekmektedir. Bunun sebebi 1944 yılında Bulgaristan’da
Komünist Partinin iktidara gelmesiyle birlikte Türk özel okulları
da devletleştirilmiş ve Türkçe eğitim muhafaza edilmiştir.
Özellikle Türk çocuklarının okullara devam zorunluluğuna
dikkat edilmiş ve yeni Türk okulları açılmıştır. Bunun sonucu
olarak 7-14 yaş grubunda okula gitmeyen Türk çocuklarının
oranı 1943-44 öğretim yılında %75 iken 1952-53 öğretim
yılında % 2,7‘ye düşürülmüştür.46 Türkiye Cumhuriyetinin ilk
30 yılında gerçekleşen bu göçler yukarı paragrafta zikredilen
Türklerin tarımsal özelliklerinden dolayı Cumhuriyetin kuruluş
aşamasındaki kadar etkili olamadı. Bu insanlar göç ettikleri
yeni ülkede de herhangi bir hukuki kısıtlama olmamasına
Memişoğlu, agm, s. 365.
Didar Erdinç, “Bulgaristan’daki Değişim Sürecinde Türk Azınlığın
Ekonomik Durumu”, Türkler, c. XX, Ankara 2002, s. 398.
45 Ömer Turan, “XX. Yüzyılda Türk Toplulukları” , Türkler, c. XX, Ankara
2002, s. 338.
46 Hüseyin Memişoğlu, Bulgaristan’da Türk Kültürü, Ankara 1995, s. 141-142.
43
44
Göçmenler Üzerine Gözlemler 385
rağmen aktif bir şekilde teşkilatlanmadılar. Ancak eğitim
düzeylerindeki düşüklük, Türkçenin dışında başka bir dil
bilmeme oranın yüksekliği ve pek çoğunun yakın akrabasının
Türkiye’de yaşıyor olması gibi nedenlerden dolayı ciddi bir
adaptasyon problemi ile karşılaşmadılar. Bu sureci Türk
hükümetinin uyguladığı göçmenlere ekilebilir arazi tahsis
edilmesi şeklindeki iskân politikası da iyice kolaylaştırdı.
Cumhuriyetin ilk otuz yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye
yapılan göçlerin anlaşmalar yoluyla gerçekleşmesi ve isteğe
bağlı olması, karşılaşılan pek çok problemin aşılmasını
kolaylaştırmıştır.
1950 ve 1951 yıllarında yapılan göçlerde Atatürk
döneminden farklı olarak yeni göçmen yerleşim birimleri ve
köyleri oluşturacak göçmenlerin iskânından daha ziyade,
mevcut olan köylere göçmenlerin birkaç hane olarak
yerleştirilmesi daha tercih edilen bir usul olarak dikkatimizi
çekiyor. Bunun sebepleri arasında ekilebilir uygun toprakların
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından itibaren kadastro
çalışmalarıyla tapulandırılmış olmasını gösterebiliriz. Örneğin,
bu satırların yazarının babası, 1951 yılında Menderes
döneminde Türkiye’ye Bulgaristan’dan göç ederek Ankara’nın
Polatlı ilçesinin Alcı köyüne iskân edilmiştir. Bu köy, çok
yakınında bulunan göçmen köyü Temelli’nin aksine yerli köyü
olup, sadece iki göçmen hane bu köye yerleştirilmiştir. Bekâr
olarak gelen kişiye 30 dönümlük bir yer verilirken evli olan ve
dört çocuklu olan diğer göçmene 180 dönümlük bir arazi devlet
tarafından
tahsis
edilmiştir.
Dolayısıyla
devletin
Bulgaristan’dan gelen göçmenleri destekleme politikası devam
etmektedir.
1951 yılından sonra Bulgaristan’dan Türkiye’ye yoğun göç
hareketi 1969-1978 ve 1989-91 yılları arasında gerçekleşti.
1969-78 yılları arasında Türkiye’ye göç edenlerin sayısı 114.356
kişiye ulaşmıştır. Burada vurgulanması gereken noktalardan
bir tanesi II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye ve Bulgaristan’ın
Soğuk Savaş döneminde ayrı rejimlerde, ayrı kutuplarda yer
almasının Türkiye’ye göç etmiş göçmenlerle Bulgaristan’da
386 L. Kayapınar
kalmış olan yakınları arasında bazı düşünsel farklıları ortaya
çıkarmış olmasıdır. Örneğin 1978 yılında Bulgaristan’dan
Türkiye’ye göç eden halamı babamla birlikte Edirne’ye
karşılamaya gittiğimizi bir çocuk aklıyla çok iyi hatırlıyorum.
Babamın 27 yıl görmediği kız kardeşini tiren garında belki de
tanıyamayacağım kaygısıyla nasıl bir sabırsızlıkla aradığını ve
daha ilk görüşte onu tanıyarak bir duygusallık seli içinde
sarılarak ağladıklarını hatırlıyorum. Bu kadar kalben yakın
olan insanların, uzak kaldıkları süre içerisinde zihinlerinde
oluşturdukları düşünsel farklılıklar acı bir olaya sebep
olmuştur. Türkiye’ye geldikten bir ay sonra Bulgaristan’a
dönme kararını veren kız kardeşini bu hareketinden
vazgeçiremeyen ve bunu kabullenemeyen babamın kalp krizi
geçirip öldüğünü ve bu olayın acı sonuçlarını, 4 çocuklu bir
aileyi nasıl etkilediğini bizzat yaşayarak gördüm. Dolayısıyla bu
Soğuk Savaş döneminde kardeş de olsalar değerler bakımından
farklılaşan, fakat aynı özden geldiğini unutmayan Bulgaristan
Türkleri örneği ile de karşılaşıyoruz.
Özal Döneminden Günümüze Kadar Bulgaristan’dan
Türkiye’ye Göç
1989 yılında Özal döneminde ise 321.800 kişi47 Türkiye’ye
gelmiştir. Bu son göç hareketinde 133.272 kişi Bulgaristan’a
geri dönmüştür.48 1992 yılına gelindiğinde Bulgaristan
Türklerinin okuma yazma oranı %97’nin üzerine çıkmıştı.
Okuma yazma bilmeyenlerin oranı %2,3 iken üniversite
mezunlarının oranı %2 idi. Türkler arasında %55 ile ortaokul
mezunu olanlar en büyük kitleyi oluşturuyordu. Bunu %24,6
ile lise mezunları, %16 ile ilkokul mezunları takip ediyordu. 49
Rakamlardan da anlaşılacağı üzere Türklere daha çok ara
eleman niteliğinde eğitim verilmiş, yüksek öğretimden uzak
tutulmuşlardır.
47
48
49
Erdinç, agm, s. 398.
Memişoğlu, agm, s. 369.
Erdinç, agm, s. 397.
Göçmenler Üzerine Gözlemler 387
Şunu vurgulamak gerekir ki bu yıllarda Türkiye’ye göç eden
Bulgaristan kökenli Türklerin profilinde bazı değişiklikler
gözlemlenmiştir. Tarım sektöründe olduğu kadar sanayi
alanında da iş tecrübesi olan, ayrıldıkları ülkenin resmi dilini
konuşup anlayabilen ve eğitim düzeyleri daha öncekilere
nazaran oldukça yüksek yeni bir tip göçmenle Türkiye yüz yüze
gelmiştir. Bu da komünist rejimin 1944’lü yıllardan itibaren
eğitimi yaygınlaştırma politikasından ve Bulgaristan’da
sanayiye
yönelik
insan
tipi
ihtiyacının
doğmasından
kaynaklanmıştır. Örneğin, 1992 yılında Bulgaristan’daki Türk
nüfusun %31,6’sı şehirlerde; %68,4’ü köylerde yaşıyordu.50
1989-1991 yılları arasında Türkiye’ye göç eden ve sayıları
321.000’in üzerine çıkan son göç dalgasında yaşanan bazı
olumsuzluklara rağmen, Türkiye bu göçten çok iyi istifade
ederek sanayileşme hamlesine büyük bir ivme kazandırdı. Diğer
göçmenlerin aksine yeni gelenlerin tamamına yakını şehir ve
sanayi merkezlerine iskân edildi. Bulgaristan’da iken köylerde
yaşayan göçmenler almış oldukları eğitim sayesinde şehirleşme
süreçlerini hızla tamamlayarak Türkiye’nin sosyo-ekonomik
hayatında aktif bir şekilde yerlerini aldılar. Örneğin Çorlu’da
1989 Göçü sonrası yeni göçmenlerden oluşan yeni bir Çorlu
ortaya çıktı. Daha önceki Çorlu’da Trakya’nın yerlisi ve daha
önceki göçlerle buraya yerleşmiş olan muhacirlerle yeni gelen
göçmenler akrabalık, dil, din ve gelenek birliğinden
kaynaklanan sebeplerle çok kısa sürede kaynaştılar ve topluma
entegrasyonda istisnalar olmakla birlikte çok da zorlanmadılar.
Kısa süre içinde daha önceki göçlerde muhacirlere verilen tarla
ve evler, bu yeni gelenlere verilmemiş olmasına rağmen devletin
yönlendirici politikaları ve teşvikleriyle bazı kooperatiflerde ya
da bireysel gayretlerle pek çoğu ev ve mülk sahibi olmayı
başardılar. Siyasi konjonktürün uygun olması, yeni gelen bu
göçmenlerin neredeyse tamamının Bulgarcayı bilmesi ve
ekonomik durumlarındaki iyileşmeye paralel olarak, daha önce
gelen göçmenlerden farklı olarak Bulgaristan’a seyahat
maksadıyla gitmelerini mümkün kılmış ve ilişkilerini akrabalık
tarzında sürdürmelerine imkân bulabilmişlerdir.
50
Memişoğlu, agm, s. 370.
388 L. Kayapınar
Bu çalışmada vurgulamak istediğim diğer bir nokta ise, bu
son göç dalgası ile gelen göçmenlerin barınma, sağlık ve iş gibi
temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra hızlı bir şekilde çeşitli
göçmen dernekleri altında örgütlenmesi olmuştur. 1990
yılından itibaren Türkiye’de Balkan göçmenleri sivil örgütlenme
kurumları patlaması yaşanmıştır.
1989 öncesi Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçler, savaşların
ve katı rejimlerin bir sonucu olarak kalıcı olmuştur. Bu
dönemde Türkiye’ye gelen Bulgaristan kökenli göçmenlerin pek
çoğu bir daha doğdukları ülkeyi görebilme şansı bulamamıştır.
Bu olay da Türk-Bulgar ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. 19891991 arasında göç edenlere ise, komünizm sonrası
demokratikleşen Bulgar rejimi ve Türkiye arasında imzalanan
antlaşmalarla çifte vatandaşlık hakkının verilmesi adeta bu
insanlara daimi turist kimliği kazandırmıştır. Bu da, TürkBulgar ilişkilerini olumlu yönde etkilemeye başlamış, kültürel
ve ekonomik ilişkilerin gelişmesine yol açmıştır. Ayrıca bugün
Bulgaristan’da yaşayan Türk kökenli Bulgar vatandaşların
kimliğinin tanınması, hükümette yer verilmesi, Bulgaristan’ın
Avrupa
Birliği
standartlarını
yakalamak
amacıyla
gerçekleştirdiği hukuki reformlar, 1989 öncesi Türkiye’ye göç
eden Bulgaristan Türklerinin hayal bile edemedikleri gelişmeler
olarak yaşanmıştır. Bununla birlikte hukuki alanda ve kâğıt
üstünde verilen bu hakların fiilen kullanımında sorunlar
yaşandığı ve eski totaliter rejimlerden kalan anlayışla bazı
Bulgar yetkililerinin davranışlarında yeteri kadar değişikliğe
gitmedikleri de gözlemlenmektedir.
Tarih boyunca genelde ülkeler arasında gerginlik yaratan
göç olgusu, 1989 sonrası Bulgaristan’daki gelişmelere paralel
olarak eşi görülmemiş bir sürecin içine girmiştir. İvan Kostov’un
Bursa’ya gelerek 1989 öncesi
komünizm döneminde
yaşananlardan dolayı özür dilemesi, bu olumlu sürecin
gelişimine katkıda bulunmuştur. Ancak Bulgaristan’ın Avrupa
Birliğine tam üye olarak katılmasından sonra Bulgaristan
hükümetinin Türk azınlığa karşı uyguladığı olumlu siyasetten
vazgeçerek eski rejim uygulamalarını hatırlatan icraatlara
Göçmenler Üzerine Gözlemler 389
teşebbüs girişimleri gözlemlenmeye başlanmıştır. Örneğin çifte
vatandaşlık hakkının iptal edilmesi gibi konular, gerginlik
olarak bizi beklemektedir.
Diğer bir sonuç ise, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç
olgusunun tarih boyunca bir süreklilik arz ettiğidir. Aşağıdaki
tablo bu sürekliliği rakamsal olarak göstermektedir.
TABLO 2: Türklerin Bulgaristan’dan Göçü
YIL
18781912
1923-33
1934-9
1940-9
1950-1
1952-68
1969-78
1979-88
1989
1991-92
1993-94
GÖÇ EDENLERİN SAYISI
350.000
101.507
97.181
21.353
154.198
24
114.356
0
321.800 (Bunlardan 133.272’si Bulgaristan’a
dönmüştür.)
50.000
70.000
Bununla birlikte göçlerle Bulgaristan’daki Türk nüfusu yok
olmamakta, hatta oranını bu göçlere rağmen arttırabilmektedir.
Her ne kadar burada Bulgaristan’ın resmi istatistiksel sonuçları
kullanılmış olsa da yerli ve yabancı araştırmacılar arasında
Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman oranının bu rakamlardan
çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bulgar resmi
rakamları bile Bulgaristan’daki Müslüman ve Türk unsurunun
oranının yüksekliğini kanıtlamaya yeterlidir.
Aşağıdaki tablo yıllar içinde
nüfusunun sayısını göstermektedir.
Bulgaristan’daki
Türk
390 L. Kayapınar
TABLO 3: Yıllara göre 20. yüzyılda ve
21. yüzyılın başında Bulgaristan’daki Türk nüfusu
YIL
1900
1905
1910
1920
1926
1934
1946
1956
1965
1975
1985
1992
2001
TOPLAM NÜFUS
3.744.283
4.035.575
4.337.513
4.846.954
5.478.740
6.077.934
7.029.349
7.613.709
8.227.046
8.727.771
8.948.649
8.487.317
7.973.673
TÜRK NÜFUSU
531.240
488.010
465.641
608.678
679.903
725.318
675.500
790.485
780.928
965.19151
757.78152
Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman nüfusunun bugün de
var olduğu ve Bulgaristan’daki her ilde Müslüman varlığının
devam ettiğini gösteren 1.3.2001 tarihli Bulgaristan nüfus
sayımı
Bulgaristan
İstatistik
Enstitüsü
tarafından
açıklanmıştır. Buradaki rakamlar, Bulgar nüfusunun hızla
azalmaya devam ederken Müslüman nüfusunun ters orantılı
olarak artmaya devam ettiğini göstermektedir.
TABLO 4: Bulgaristan’da 1.3.2001’de yapılan sayıma göre
nüfusun din göstergesine istinaden illere göre dağılımı53
İller
Toplam
Hıristiyan
Müslüman
Diğer
Belirtilmemiş
Bilinmiyor
Total
Blagoevgrad
7.928.901
6.638.870
966.978
14.937
283.309
24.807
341.173
270.791
62.431
274
7.018
659
Eminov, age, s. 81. 1920, 1926, 1934, 1956 ve 1992 yıllarında Pomak
olarak da tasnif edilen kişiler, tarafımızdan Türk nüfusu içerisinde
gösterilmiştir.
52 Ayşe Kayapınar, “Türkiye-Bulgaristan İlişkilerinin Bulgaristan’da Yaşayan
Türkler Açısından Değerlendirilmesi”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, sayı 2
(2003), s. 211. 2001 nüfus sayımında 365.797 kişi Çingene, 189.413 kişi de
“Diğer” olarak kaydedilmiştir.
53 National Statistical Institute Census 2001, Final Results, Sofya 2004.
51
Göçmenler Üzerine Gözlemler 391
Burgas
Dobriç
Gabrovo
Haskova
Kırcaali
Köstendil
Loveç
Montana
Pazarcik
Pernik
Pleven
Plovdiv
Razgrad
Rusçuk
Silistre
Sliven
Smolyan
Sofya
Sofyabaşkent
Stara
Zagora
Şumnu
Targovişte
(Eski
Cuma)
Varna
Veliko
Tırnovo
(Tırnova)
Vidin
Vratsa
Yanbolu
423.547
215.217
144.125
277.478
164.019
162.534
169.951
182.258
310.723
149.832
311.985
715.816
152.417
266.157
142.000
218.474
140.066
273.240
342.444
163.654
132.027
229.865
35.551
155.641
148.023
171.972
253.729
146.589
282.725
635.261
65.915
216.483
84.468
184.043
41.792
264.502
64.568
44.277
8.860
33.780
114.217
231
10.501
283
46.338
178
15.681
62.595
81.835
41.997
54.174
21.668
58.758
3.368
737
144
177
912
71
487
136
103
536
94
336
2.772
97
747
87
309
97
207
14.598
6.451
2.704
12.000
13.430
5.649
10.739
9.139
9.514
2.569
12.278
13.548
4.101
6.081
2.805
11.706
39.003
4.343
1.200
691
357
921
750
526
552
761
606
402
965
1.640
469
849
466
748
416
820
1.170.842
1.128.787
8.614
3.383
25.674
4.384
370.615
204.378
334.244
122.645
21.423
72.544
363
229
13.390
8.368
1.195
592
137.689
462.013
75.591
396.501
58.838
45.672
78
1.827
2.733
16.544
449
1.469
293.172
130.074
243.036
156.070
258.442
125.603
230.962
140.620
26.085
139
4.223
3.700
203
77
142
312
7.504
3.730
6.856
10.834
938
525
853
604
392 L. Kayapınar
TABLO 5: Bulgaristan’da 1.3.2001’de yapılan sayıma göre
nüfusun anadili göstergesine istinaden illere göre dağılımı54
İller
Toplam
Bulgarca
Türkçe
Roman
dili
Diğer
Belirtilmemiş
Bilinmiyor
Toplam
7.928.901
6.697.158
762.516
327.882
71.084
45.454
24.807
341.173
423.547
215.217
144.125
277.478
164.019
162.534
169.951
182.258
310.723
149.832
311.985
715.816
152.417
266.157
142.000
218.474
140.066
273.240
306.118
337.150
163.433
131.399
224.741
57.046
153.242
154.157
160.494
260.817
147.117
283.626
620.014
67.078
213.869
84.134
164.776
129.181
255.214
19.819
63.025
33.642
9.156
31.560
101.548
117
6.994
220
21.902
106
14.947
56.696
75.585
37.206
51.616
23.606
5.782
587
9 232
16 483
13 860
1 572
17 133
1 171
7 929
6 033
19 849
24 204
1 542
8 861
27 737
5 277
9 591
3 810
24 453
532
15 144
2.921
4.004
1.846
1.058
1.238
402
403
1.123
645
1.478
443
1.686
7.274
1.770
3.089
1.498
3.416
266
858
2.424
1.685
1.745
583
1.885
3.102
317
1.092
289
1.716
222
1.900
2.455
2.238
1.553
476
1.475
3.889
617
659
1.200
691
357
921
750
526
552
761
606
402
965
1.640
469
849
466
748
416
820
1.170.842
1.124.932
6.263
16 931
14.419
3.913
4.384
370.615
204.378
319.846
123.063
18.924
62.420
26 178
13 778
2.433
2.525
2.039
2.000
1.195
592
137.689
462.013
76.652
392.053
50.753
41.229
8 428
13 079
327
10.956
1.080
3.227
449
1.469
293.172
130.074
243.036
156.070
258.445
118.412
230.261
139.888
23.738
138
553
4.384
5
9
9
9
2.489
1.114
680
723
1.746
522
708
556
938
525
853
604
Blagoevgrad
Burgas
Dobriç
Gabrovo
Haskova
Kırcaali
Köstendil
Loveç
Montana
Pazarcık
Pernik
Pleven
Plovdiv
Razgrad
Rusçuk
Silistre
Sliven
Smolyan
Sofya
Sofyabaşkent
Stara
Zagora
Şumnu
Tırgovişte
(Eski
Cuma)
Varna
Veliko
Tırnovo
(Tırnova)
Vidin
Vratsa
Yanbolu
816
363
981
915
Bu son nüfus sayımının sonuçlarından sonra eğer
Bulgaristan, eski alışkanlıklarından ve hatalarından ders
almadıysa
ve
Avrupa
Birliği
ülkesi
standartlarını
54
National Statistical Institute Census 2001, Final Results, Sofya 2004.
Göçmenler Üzerine Gözlemler 393
kavrayamadıysa, tarihsel süreç içinde yeni bir göç olgusunun
Bulgaristan kamuoyunda gündeme gelmesi bir tarihçi için hiç
de sürpriz olmayabilir.
Sonuç
Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç 1878 yılında başlayarak
günümüze kadar süren bir devamlılık göstermektedir. Bu
göçlerden 1878 ve 1912 yıllarında yaşanan göçler savaş
ortamının yarattığı zorunlu göç niteliğindedir. 1923 yılından
1978 yılına kadar yaşanan göçler ise Türkiye Cumhuriyeti ve
Bulgaristan Devleti arasında yapılan antlaşmalar sonucunda
gerçekleşmiştir. 1985 olaylarını müteakiben başlayan ve
1989’da Bulgaristan’daki Türklerin önemli bir kısmının çok kısa
bir süre zarfında Türkiye’ye gitmelerini zorlayan faaliyetlerin
daha önceki göçlere benzemediği aşikârdır. Her ne kadar bu göç
hareketi “zorunlu göç” kavramı içine girse de 1878 ve 1912
yıllarındaki savaş ortamının, göçün gerçekleştiği 80’li yıllarda
bulunmamış olması uluslararası hukukun ihlali olarak ortada
durmaktadır ve bunun yaptırımları konusunda uluslararası
hukukçu ve uluslararası ilişkiler bilimcilerinin dikkatine
muhtaç bir konu olarak beklemektedir.
Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden Müslüman Türklerin
elbette bu olaya maruz kalan her insanın yaşadığı bazı
zorluklarla karşılaştığı aşikârdır. Ancak geldikleri ülkede din,
dil, ulus ve kültürel bakımdan kendilerini buldukları için
adaptasyon süreçlerinin kısa sürdüğü ve Türkiye’yi vatan
olarak benimsedikleri bir gerçektir. Bu sürecin hızlı
atlatılmasında Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
Bulgaristan’dan gelen göçmenlere karşı uyguladığı himaye edici
politikaların rolü büyük olmuştur. 1989 yılına kadar
Bulgaristan’dan Türkiye’ye yaşanan göçlerin Türk-Bulgar
ilişkilerine yansımaları olumsuz olmuştur. Türkiye ve
Bulgaristan’ın siyasi ve askeri olarak ayrı bloklarda yer alması
Türkiye’ye gelen göçmenlerin nerdeyse tamamının bir daha
doğup büyüdükleri Bulgaristan’ı tekrar görememesi ile
394 L. Kayapınar
sonuçlanmıştır. Bu duygu Türk-Bulgar ilişkilerine de olumsuz
olarak yansımıştır.
1989 Göçü ise, yaşandığı tarihlerde Türk-Bulgar
ilişkilerinde ciddi gerginlikler yaratmasına rağmen, daha sonra
Bulgaristan Devletinin özellikle Avrupa Birliğine tam üyelik
sürecinde gösterdiği değişim sonucunda olumlu bir ortam da
meydana getirmiştir. 1989 Göçü ile Türkiye’ye gelen
Bulgaristan Türklerinin bir kısmı yapılan ikili antlaşmalarla
çifte vatandaşlık hakkı kazanmıştır. Dolayısıyla yılın belli bir
dönemini Bulgaristan’da ve belli bir dönemini de Türkiye’de
geçiren ya da bunu yapmak isterse bu imkâna kavuşan bir
Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan Devleti vatandaşı
Bulgaristan Türkü tipi ortaya çıkmıştır. Bu durum 1989 öncesi
Bulgaristan’dan gelen Türklerin hayal edemeyeceği bir
durumdur. Bana göre bu ortam Bulgaristan’da yaşayan Türk
azınlığın
Türk-Bulgar
ilişkilerinde
gerginlik
politikası
oluşturacağı kadar işbirliği ve dostluk ortamının da
yaratılmasına
katkı
verebileceğinin
göstergesidir.
Bulgaristan’daki Türk azınlığının bir gerginlik mi yoksa bir
dostluk ortamının unsuru mu olacağını büyük ölçüde
Bulgaristan hükümetinin bu azınlığa karşı takınacağı tavrın
belirleyeceği aşikârdır.
Kaynakça
I. Arşiv Malzemesi
I.1. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA)
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA): fon no (f.n.) 30..10.0.0
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA): fon no (f.n.) 30..18.1.1
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA): fon no (f.n.) 30..11.1.0
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA): fon no (f.n.) 30..18.1.2
I.2. Başbakanlık Osmanlı Arşivi
Yıldız Tasnifi-Sadaret Hususi Maruzatı, No. 255/64, Lef. 6:
1877-1891 yılları arasında Osmanlı topraklarına gelen
muhacirlerin mikdarını mübeyyin pusula.
I.3. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arşivi
Göçmenler Üzerine Gözlemler 395
1928 yılında Türkiye’ye gelip Etimesgut nahiye merkezine
yerleştirilenlerin aile reis ve fertleriyle bunlara verilen
arazileri gösterir liste.
II. Araştırma Eserler
Bıyıklıoğlu, Tevfik, Trakya’da Milli Mücadele, c. I, Ankara 1988.
Devlet-i Aliye-i Osmaniyye’nin 1313 Senesine Mahsus İstatistik-i
Umumisi (İstatistik-i Umûmi İdâresi-Nezaret-i Umûr-ı Ticaret
ve Nafia), İstanbul 1316.
Eminov, Ali, Turks and Other Muslim Minorities in Bulgaria, New
York 1997.
Erdinç, Didar, “Bulgaristan’daki Değişim Sürecinde Türk
Azınlığın Ekonomik Durumu”, Türkler, c. XX, Ankara 2002,
s. 394-400.
Halaçoğlu, Ahmet, “Balkanlar’dan Anadolu’ya Yönelik Göçler”,
Türkler, c. XIII, Ankara 2002, s. 887-895.
İpek, Nedim, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, Ankara 1999.
Kayapınar,
Ayşe,
“Türkiye-Bulgaristan
İlişkilerinin
Bulgaristan’da
Yaşayan
Türkler
Açısından
Değerlendirilmesi”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, sayı 2
(2003), s. 201-220.
Kocacık, Faruk, “Balkanlar’dan Anadolu’ya Yönelik Göçler
(1878-1890)”, Osmanlı Araştırmaları, c. 1 (1980), s. 137190.
Memişoğlu, Hüseyin, “Bulgaristan Türklerinin Sosyo-Ekonomik
ve Kültürel Yapısı”, Türkler, c. XX, Ankara 2002, s. 361370.
Memişoğlu, Hüseyin, Bulgaristan’da Türk Kültürü, Ankara
1995.
National Statistical Institute Census 2001, Final Results, Sofya
2004.
Shaw, Standford J. / Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu
ve Modern Türkiye, çev. Mehmet Harmancı, c. II, İstanbul
1993.
Şimşir, Bilal N., “Bulgaristan Türkleri ve Göç Sorunu”,
Bulgaristan’da Türk Varlığı, Ankara 1987, s. 47-66.
Turan, Ömer, “XX. Yüzyılda Türk Toplulukları”, Türkler, c. XX,
Ankara 2002, s. 331-360.
1989 GÖÇÜ VE SONRASI İLE İLGİLİ
TÜRKİYE’DE YAPILAN SOSYOLOJİK
ARAŞTIRMALARLA İLGİLİ BİR
DEĞERLENDİRME
N. Aslı ŞİRİN
Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı
savaşlarda en geriye kalanlar, yani
"Düşmanla sonuna kadar dövüşenler"
çekilen ordunun ri'cat hatlarını sağlamak için
kendilerini feda edenler ve düşman karşısında
kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir.
Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır.
M. Kemal Atatürk, 17.01.1931
Göç, iktisadi, siyasi, toplumsal, kültürel ve psikolojik
yönleri bulunan çok boyutlu, sosyal bir gerçekliktir. Göç
hareketlerinin bazılarında ekonomik nedenler ön planda iken
bazı durumlarda baskı, zulüm ve çatışmalar insanları göçe
zorlamaktadır. Göçmenlerin uyumu (göç edilen ülkenin
toplumuyla
bütünleşme)
göçün
son
derece
önemli
boyutlarından birini oluşturmaktadır. Söz konusu uyumda çok
sayıda etken ve aktör rol oynamakta ve bunların her biri süreci
farklı biçimde etkilemektedir. Örneğin, göçmenlerin kendi
aralarında oluşturdukları dayanışma ağları uyum sürecini
kolaylaştırırken, geldikleri ülkenin koşulları ve göç ettikleri
toplumda mensubu oldukları etnik gruba karşı var olan
önyargılar süreci zorlaştırabilmektedir.
Türkiye toprakları, gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun son
iki asrında gerek Cumhuriyet döneminde çok sayıda göç
hareketine sahne olmuş, yaşanan bu kitlesel göçler, ülkenin
demografik olduğu kadar, toplumsal yapısını da önemli ölçüde
etkilemiştir.
398 Şirin
Osmanlı Devleti, göçmen (muhacir) sorunuyla ilk defa
başarısızlıkla sonuçlanan 1683 Viyana Kuşatmasının ertesinde
karşılaşmış, Avrupa’dan çekilmesi sürecinde göçler artarak
devam etmiştir. Balkanlar’dan yapılan kitlesel göçler, 19.
yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başında hız kazanmıştır.
Türkiye topraklarında, Cumhuriyet kurulduktan sonra da
yoğun göç hareketleri yaşanmıştır. 1923-45 yılları arasında
yapılan
göçler
incelendiğinde,
göçmenlerin
büyük
çoğunluğunun Türk soyundan olduğu görülmektedir. Osmanlı
İmparatorluğu’nun, I. Dünya Savaşı ile dağılmasının ardından
Balkanlar’da kalan Türk toplulukları, yaşadıkları baskılar
yüzünden Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmışlardır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde Türkiye, hem yurt
dışına göçmen işçi göndermiş, hem de çok sayıda
sığınmacı/mülteciye kapılarını açmıştır. Bu dönemde gelen
mültecilerin çoğu, büyük bölümünü Bulgaristan Türkleri’nin
oluşturduğu “ulusal mülteciler”dir1.
Bulgaristan’dan 1950-51 dönemi ile 1989’da yapılan göçler,
kitlesel sığınma niteliğindedir. 1950-51 yıllarında 150.000’in
üzerinde Bulgaristan Türkü Türkiye’ye göç etmiştir2. 1989 Göçü
ise 1970’lerde başlayıp 1980’lerde şiddeti gittikçe artan
asimilasyon kampanyasının bir sonucudur. Bulgaristan’daki
Türk azınlığı, “Bulgarlaştırma” kampanyasına karşı direnmiş,
ancak Bulgar yetkililerinden oldukça sert bir karşılık
görmüştür. Bulgaristan Türklerine yapılan baskı ve zulüm,
1989’da
300.000’in
üzerinde
Türk’ün
sınıra
getirilip
bırakılmasıyla doruk noktasına ulaşmıştır.
1989 Göçü ve sonrasında yaşananları konu edinen bu
çalışma, iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, göçmen
uyumu kavramsal açıdan ele alınmaktadır. İkinci bölümü ise,
“Ulusal mülteciler”, Balkanlar’da yaşayan, etnik kökenleri nedeniyle – bu
gruplar ya Türk soyundan geliyorlardı ya da Türk kültürüne bağlılardı – baskı
altında kalıp Türkiye’ye gelen gruplardır.
2 Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri (1878-2008), Genişletilmiş 2. Basım,
Ankara 2009, s. 246.
1
Sosyolojik Araştırmalar 399
Bulgaristan Türklerinin 1989 yılında Türkiye’ye zorunlu göçü ve
“soydaş”ların uyumuna dair Türkiye’de yapılan sosyolojik
araştırmaların
bir
bölümünün
değerlendirilmesinden
oluşmaktadır. Çalışmada yer verilen araştırmalar, Beğlan
Toğrol’un 1989 yazında yaptığı ve Bulgaristan’dan 1877-78
Osmanlı-Rus Savaşı ile başlayan göç dalgalarını incelediği 112
Yıllık Göç adlı kitabında yer alan Kapıkule araştırmaları ve ona
ek olarak Şubat 1990’da İstanbul’da gerçekleştirdiği araştırma,
Belkıs Kümbetoğlu’nun Değişen Balkanlar ve Türkiye Projesi
başlıklı rapor için 1994 yılında Bursa’da yaptığı alan
araştırmasının verilerini sunduğu “Göçmen ve Sığınmacı
Gruplardan Bir Kesit: Bulgaristan Göçmenleri ve Bosnalı
Sığınmacılar” adlı makale, Nesrin Türkaslan’ın “Bursa İlinde
Meskûn
Bulgaristan
Göçmenlerinin
Etno-Sosyolojik
İncelenmesi” isimli doktora çalışmasına dayanarak, 1996 II.
Sosyoloji Kongresi için hazırladığı “Bursa’da Meskûn
Bulgaristan Göçmenlerinin Ekonomik Durumları Üzerine Bir
İnceleme” başlıklı tebliği, Suat Kolukırık’ın Ege Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü ve Sofya’daki Yeni Bulgaristan Üniversitesi
Antropoloji Bölümü’nün Eylül 2002-Eylül 2003 döneminde
İzmir’de gerçekleştirdiği “Bulgaristan’dan Göç Eden Göçmenlerin
Türkiye’deki Uyum ve Özdeşlik Problemleri” isimli ortak projeye
ek olarak yaptığı “Bulgaristan’dan Göç Eden Türk Göçmenlerin
Dayanışma ve Örgütlenme Biçimleri: İzmir Örneği” adlı çalışma,
Turhan Çetin’in 1989 Göçünün arkasında yatan nedenleri,
göçmenlerin demografik özelliklerini, yerleştikleri bölgeleri,
göçün sosyo-ekonomik etkilerini irdelediği ve son olarak geriye
göçü kısaca ele aldığı “The Socio-Economic Outcomes of the
Last Turkish Migration (1989) from Bulgaria to Turkey”
(Bulgaristan’dan Türkiye’ye Son Türk Göçünün (1989) SosyoEkonomik Sonuçları) isimli çalışması ve T. Nichols ile N.
Suğur’un alan araştırması sonuçlarına dayanarak yazdıkları
Global İşletme, Yerel Emek: Türkiye’de İşçiler ve Modern Fabrika
adlı kitapta yer alan Bursa’daki Bulgaristan göçmeni işçilerle
ilgili olan bölümdür.
1989 yılında Bulgaristan Türklerinin yaşadığı zorunlu göç
ve ardından gelen uyum deneyimine dair Türkiye’de yapılmış
400 Şirin
araştırmaların sayısı sınırlıdır. Bu bağlamda söz konusu
araştırmalar genel itibariyle önem taşımaktadırlar. Çalışmalar
tek tek ele alındıklarında ise, her birinin sahip olduğu belirli
özellikler
değerlendirme
için
seçilme
nedenlerini
oluşturmaktadır. Beğlan B. Toğrol’un araştırması, hem 1989
Göçünün hemen akabinde gerçekleştirilmiş olması dolayısıyla
ilk çalışma olması, hem de göçmenlerin psikolojik durumlarına
dair ilk inceleme olması açısından önemlidir. Belkıs
Kümbetoğlu’nun araştırmasına, göçmenlerin Türkiye’deki ilk
beş yılını büyük şehirde (Bursa) yaşayanlar özelinde
değerlendiren nitelik taşıması ve 1989 göçmenlerinin
uyumlarıyla ilgili yapılan ilk çalışmalardan biri olması nedeniyle
yer verilmektedir. Nesrin Türkaslan’ın araştırması, göç ve
göçmen uyumuna kuramsal açıdan yaklaşması, göçmenlere
dair etno-sosyolojik bir inceleme ve Belkıs Kümbetoğlu’nun
çalışması gibi, göç sonrasındaki ilk yılları Bulgaristan
göçmenlerinin yoğun olarak yerleştikleri bir şehir olan
Bursa’daki göçmen deneyimlerine dayanan ilk araştırmalardan
biri olması nedeniyle seçilmiştir. Suat Kolukırık’ın araştırması,
1989 Göçünden on üç yıl sonraki durumu bir büyük şehir
(İzmir) özelinde yansıtan ve göçmen uyumunun önemli bir
boyutunu oluşturan dayanışma ve örgütlenmeye yer vermesi
açısından değerlendirilmek üzere seçilmiştir. Turhan Çetin’in
çalışması, 1989 Göçüyle ilgili genel bir değerlendirme yapması
açısından önemlidir. Son olarak Theo Nichols ve Nadir
Suğur’un çalışması, geniş kapsamlı bir araştırma içinde yer
alan
bir
grup
Bulgaristan
göçmeni
işçinin3
yaşam
deneyimlerine, onların gerek işgücü piyasasındaki gerek
istihdam durumlarına ve kurdukları ilişkilere yer vermesi
nedeniyle seçilmiştir.
Göçmenlerin Göç
(Göçmen uyumu)
Ettikleri
Toplumla
Bütünleşmesi
Göçmenler tarafından oluşturulan etnik toplulukların göç
edilen toplumla bütünleşmesi, göçün önemli boyutlarından
Nichols ve Suğur’un araştırmayı yürüttükleri yedi firmadan iki tekstil
firması, göçmen işçilerin önemli bir bölümünün istihdam edildiği firmalardır.
3
Sosyolojik Araştırmalar 401
birini teşkil etmektedir. Bütünleşme, farklı şekillerde
tanımlanan kavramlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Genel itibariyle bütünleşme, sahip olduğu sınırlarla çevresinden
kesin olarak ayrılan sisteme benzer bir bütün içinde yer alan
parçalar arasındaki ilişkinin istikrarıdır ve bu durumda sistem
kendi içinde bütünleşmektedir.4 Toplumsal bağlamda ise,
bütünleşme diye adlandırılan olgu, çevresiyle arasında kesin
sınırları bulunan bir toplumsal sistem içinde yer alan istikrarlı
ve işbirliğine dayalı ilişkiler bütünüdür.5 Bütünleşme, hem
ilişkiler bütünü, hem de bir süreçtir. Sosyal sistem içerisinde
yer alan ilişkilerin güçlenmesi ve sistem ile onun kurumlarına
yeni aktör ve grupları tanıştırma sürecidir. Bu açıdan bakıldığı
zaman, göçmenlerin bütünleşmesi de başarılı olunan ya da
olunmayan bir süreçtir. Toplumsal sistemlerin sosyolojik
kuramı, D. Lockwood’un düşüncelerinden hareketle, sistem
bütünleşmesi ve sosyal bütünleşme diye anılan iki kavram
geliştirmiştir.6 Sistem bütünleşmesi, sosyal sistemlerin ya
kurumlar ve örgütler kanalıyla ya da devlet, yasal sistem,
piyasalar, şirketler veya para yoluyla bütünleşmeleridir. Sosyal
bütünleşme ise, sistem içinde yer alan aktörler arasında
karşılıklı ilişkiler ve bütün olarak sosyal sisteme karşı
aktörlerin tavırlarını geliştirme amacıyla sisteme yeni aktörlerin
dâhil edilmesidir. Sistem bütünleşmesi, koordinasyonu
sağlamakla görevli kurum ve mekanizmaların işlemesi iken,
sosyal bütünleşme, bireysel aktör ve grupların bilinçli ve
güdülenmiş etkileşimi ve işbirliğidir.7 Esser’e göre, sosyal
bütünleşmenin, göçmen bütünleşmesi açısından önemli olan
dört temel şekli mevcuttur: kültürleşme / acculturation (toplum
içinde başarılı biçimde etkileşim kurmak için gerekli olan bilgi,
kültürel standartlar ve yetkinliklerin bireye aktarılması ve birey
tarafından kazanılması), yerleştirme (bireyin, vatandaş olarak
European Foundation for the Improvement of Living and Working
Conditions, Integration of Migrants: contribution of local and regional
authorities, 2006 [www.eurofound.eu.int, Erişim: Ocak 2010]
5 European Forum for Migration Studies (EFMS), Integration and Integration
Policies: IMISCOE Network Feasibility Study, 2006 [www.efms.de, Erişim:
Aralık 2009]
6 Aktaran EFMS, age, s.9.
7 Age s.9.
4
402 Şirin
eğitim sistemi, ekonomik sistem ve meslek alanında uygun
pozisyonları elde etmesi), etkileşim (aktörlerin karşılıklı
yönelimleri ve ilişkiler ve iletişim ağları oluşturmayla
nitelendirilen sosyal eylem) ve özdeşim (aktörün içinde
bulunduğu sosyal sistemle özdeşim kurması ve kendisini o
sistemin
bir
öğesi
olarak
görmesi).8
Söz
konusu
sınıflandırmadan hareketle göçmen bütünleşmesi, yerleştirme,
kültürleşme, etkileşim ve özdeşimin uygulandığı özel bir sosyal
bütünleşme örneği olarak değerlendirilebilir. Heckmann,
Schnapper ile birlikte yaptığı diğer çalışmada, yerleştirmeyi
yapısal bütünleşme, kültürleşmeyi kültürel bütünleşme,
etkileşimi etkileşime dayalı bütünleşme ve özdeşimi de
özdeşimsel bütünleşme olarak ifade etmektedir.9 Yapısal
bütünleşme, göçmen alan toplumda iskân, eğitim ve istihdam
alanlarında verilen haklar ile vatandaş hakkına erişim (yerli
halkla bütünleşme); kültürel bütünleşme, değer ve inanç,
kültürel yetkinlik, popüler kültür ve günlük pratiklerle ilintili,
insanlardaki bilişsel, kültürel, davranışsal ve kişisel tavra
dayalı değişim süreçleri;10 sosyal bütünleşme, göçmenlerin yeni
topluma üyeliklerinin onların kişisel ilişkilerine ve grup
üyeliklerindeki değişime yansıması ve özdeşime dayalı
bütünleşme ise öznel düzeyde yeni bir toplum üyeliğinin
kendisini, özellikle etnik veya ulusal özdeşim biçiminde, aidiyet
ve özdeşim duygusunda göstermesidir.11
Yeni bir çevreye uyum sağlama şeklinde tanımlanan
kültürleşme (acculturation), göçmen bütünleşmesinin temelini
oluşturan unsurlardan biridir. Göçmenler, kültürleşme
deneyimini, göç ettikleri ülkedeki yerli grupla kurduğu iletişime
ve göç ettikleri toplumdaki katılımlarına bağlı olarak zor ya da
görece kolay yaşamaktadır; bu noktada, göçmen grupların
sahip oldukları toplumsal destekler, göç ettikleri ülkede
Aktaran EFMS, age, s. 9.
Aktaran EFMS, age, s. 10.
10 Bu değişim, öncelikle göçmenler ve onların soyundan gelen kişileri
ilgilendirse de aslına bakılırsa karşılıklı etkileşime dayalı bir süreçtir; çünkü
göçmenler kadar göçmen alan toplumu da değiştirmektedir. Ayrıntılı bilgi için
bkz. EFMS, age.
11 age s. 15-18.
8
9
Sosyolojik Araştırmalar 403
kendilerine karşı oluşturulan sosyal tutumlar, yeni hayattan
beklentileri, yeni kültürde var olan özellikler, göçmenlerin yeni
yaşam stratejileri geliştirmelerinde önemli rol oynayan etkenler
olarak karşımıza çıkmaktadırlar.12
Göçmenlerin yeni bir çevrede deneyimledikleri kültürleşme
süreci, kendi ülkelerinin sahip oldukları kültürün duygusal,
davranışsal, zihinsel, değersel vb. örüntüleri ile donanmış birey
için çok sayıda engel ve zorluklarla dolu bir süreçtir. Katıldıkları
yeni çevrede dil engeli nedeniyle bireyi kültürel açıdan besleyen
etkileşim kanalları ya kapanmakta veya oldukça daralmaktadır
ve en temel kültürel unsur olan dilin kesintiye uğraması,
göçmenleri kendi küçük grupları içine hapsetmekte, bunun
sonucunda daralan sosyal ilişkiler önemli bir stres etkeni
olarak göçmenlerin karşısına çıkmaktadır.13 Kültürleşme
stresini bazı gruplar daha fazla hissederken, bazıları görece
daha az hissetmektedir. Stresi daha az hissedenler, yakınları
veya akrabalarının bulunduğu ülkelere göç etmiş grupların
üyeleridir. Yakınlar, akrabalar, hemşeriler sayesinde göçmenin
orijin ülkesinin kültürü, yeni çevre içinde bir anlamda yeniden
yaratılıp korunmaktadır.
Kültürleşmeyle ilgili vurgulanması gereken son nokta, bu
sürecin, ekonomik adaptasyon, sosyal bütünleşme, yaşamın
tatmin edici olması, göç edilen ülke ve kültürün göçmeni
tanıma ve kabul etmesine bağlı bir süreç olmasıdır. Göçmenin
yeni yaşamındaki temel gereksinimleri, göç etikleri toplumun
bireyleri tarafından benimsenmeleri, iş bulabilmeleri ve yeni
toplumun bireyleri ile tatmin edici sosyal ilişkiler kurabilmeleri,
diğer bir deyişle kendilerini “evlerinde hissetmeleri”dir.14 Bu
duygu ise, kısa vadede gerçekleşmesi pek mümkün olmayan bir
duygudur; zira kültürleşme başlı başına zor ve bir o kadar da
uzun zaman alan bir süreçtir.
Belkıs Kümbetoğlu, “Göçmenlik Mültecilik, Yeni Bir Yaşam ve Sonrası”,
Toplum ve Göç temalı II. Ulusal Sosyoloji Kongresi’nde sunulan bildiri, Mersin,
20-22 Kasım 1996.
13 Kümbetoğlu, agb.
14 Kümbetoğlu, agb.
12
404 Şirin
Popüler söylemde genellikle göçmen uyumu diye kullanılan
göçmen bütünleşmesi, belli başlı göstergelere sahip bir süreç
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu göstergeler iş piyasasına
katılım (istihdam) ve eğitimdir. Göç edilen ülkelerin hükümetleri
tarafından izlenen bütünleşme politikaları iş piyasasına katılım
ile eğitim alanında kazanımları artırmaya yönelik politikalardır
ve bu politikaların temelinde iş piyasasına katılım olmaksızın
bütünleşmenin sağlanamayacağı düşüncesi yatmaktadır.15 İş
piyasasına katılabilmek için gerekli olan da eğitim seviyesinin
yüksek olmasıdır. Eğitim durumuyla ilgili göstergeler ise okula
devam oranı, öğrencilerin okuldaki performansları, mezunların
en yüksek seviyedeki kazanımları, okulu terk edenler, terk etme
ve tekrar etme oranlarıdır.
İstihdam ve eğitim, göçmen bütünleşmesinin “klasik”
göstergelerini oluştururken, son zamanlarda yeni özellikler de
tartışılmaktadır. Bu özellikler arasında göçmenleri vatandaşlığa
kabul etme (naturalisation) ve çifte vatandaşlık, göçmenlerin
siyasal aktivizm içinde olmaları, anavatan-kökenli medyanın
faaliyet içinde olması, göçmenlerin eşlerini kendi ülkelerinden
seçmeleri ve “eş göçü” ve ana yurtlarındaki akrabalarına para
göndermeleri ön plana çıkmaktadır. Göçmenlerin kendi
ülkelerinden eş seçimi başta olmak üzere, söz konusu
özelliklerden bazıları bütünleşmenin önünde engel olarak
algılanmaktadır.
Sonuç olarak, göçmen uyumu diye bilinen göçmen
bütünleşmesi, uzun zaman alan, çok sayıda etken ve aktörün
rol oynadığı bir süreçtir. Uyumu etkileyen faktörlerin başında
eğitim – ana dilde eğitim ve din eğitimini de kapsamaktadır –
meslek edinimi, iş bulma ve çalışma, çalışmayan göçmen
kadınlara yönelik geliştirilen politikalar, vatandaşlık ve diğer
siyasal haklar vb. konular gelmektedir. Ekonomik ve mali
faaliyetlerde sorunlar uyumu güçleştirmektedir. Göçmenlerin
Gamze Avcı / Kemal Kirişçi, “Turkey’s Immigration and Emigration
Dilemmas at the Gate of the European Union”, Migration and Development:
Perspectives from the South, Der. S. Castles / R. Delgado Wise, Geneva 2008,
s. 203-252.
15
Sosyolojik Araştırmalar 405
uyumunda önemli rol oynayan aktörler arasında sivil toplum
kuruluşlarının ayrı bir yeri vardır. Özellikle göçmenler
tarafından kurulan dayanışma ve yardımlaşma dernekleri,
göçmenlerin uyumunda önemli rol oynamaktadır. Ayrıca
medyanın da bu süreçteki rolü yadsınamaz ölçüdedir. Kimi
durumlarda uyumu kolaylaştırırken, kimi durumlarda –
göçmen karşıtı yayınlar yapmak vb. – zorlaştırmaktadır.
1989 Göçü ve Sonrasını Konu Edinen Türkiye’deki
Sosyolojik Araştırmalar
Bulgaristan Türklerinin göçü ve sonrasında yaşadıklarını
konu edinen araştırmalardan bu çalışmada yer verilenlerden
ilki Beğlan B. Toğrol’un16 “1989 yazında Bulgaristan’dan
Türkiye’ye Göç eden Türklerin Psikolojik İncelemesi” (1990)
isimli araştırması iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm,
Bulgaristan’dan göçün hemen ertesinde – Ağustos 1989’da –
Kapıkule tren istasyonu ile bölgede oluşturulan Çadırkent’te,
ikinci bölüm ise, Şubat 1990’da İstanbul’un Kâğıthane
belediyesinde yer alan Hasbahçe ve Hürriyet Misafirhaneleri ile
Silivri
Devlet
Hastanesi
ve
Boğaziçi
Üniversitesi’nde
gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın ilk bölümünde 20 erkek, 20
kadın olmak üzere 40, ikinci bölümde 28 erkek, 27 kadın olmak
üzere 55 göçmenle görüşülmüştür. Araştırmanın Edirne’de
yapılan birinci bölümü, anket uygulaması, Durumluk ve
Sürekli Endişe (Anksiyete) Testleri ve Hipotetik Durumlarda
(Situasyon) Tercih Edilen Gayeler Testinden oluşmaktadır;
ikinci bölümde ise, Durumluk ve Sürekli Endişe (Anksiyete)
Testleri ve anket uygulamasının yanı sıra Wakefield Envanteri
yapılmıştır.
Psikoloji profesorü olan Beğlan B. Toğrol, görme idraki, tıbbi psikoloji ve
kültür grupları konularında çok değerli çalışmalara imza atmıştır. İçlerinde
1989 ve 1990 yıllarında yayınlanan 112 Yıllık Göç (1989 Yazındaki Üç Aylık
Göç’ün Tarihi Perspektif İçinde Psikolojik İncelemesi) ve Direniş (Bulgaristan
Türklerinin 114 Yıllık Onur Mücadelesinin Karşılaştırmalı Psikolojik İncelemesi)
isimli kitapların yer aldığı çok sayıda eseri bulunmaktadır. Prof. Dr. Beğlan
Toğrol, 1994 yılında İstanbul Üniversitesi’nden emekli olmuştur.
16
406 Şirin
Kapıkule’de gerçekleştirilen araştırmanın anketi, göçmenlerin eğitim düzeyi, meslekleri, dilleri ve aile düzenlerinin yanı
sıra göç nedenleri ile göçün sorumlusu olarak kim(ler)i
gördükleri, Bulgaristan’da göç ve Türkiye ile ilgili ne tür
yayınlar yapıldığı, Bulgaristan halkının olaya nasıl yaklaştığı ve
göçmenlerin genel olarak ne tür bir tutum içinde olduklarını
öğrenmeye yönelik sorulardan oluşmaktadır. Yapılan Durumluk
ve Sürekli Endişe (Anksiyete) Testlerinin sonuçlarına göre,
kadın göçmenler erkeklere oranla daha fazla endişe
duyuyorlardı ve görüşülen göçmenlerin durumluk endişe
düzeyleri Türk normal yetişkinlerden,17 beklenildiği gibi, daha
yüksek çıkmıştı, fakat sürekli endişe düzeyi açısından iki grup
arasında fazla fark yoktu. Hipotetik Durumlarda Tercih Edilen
Gayeler Testinde ise, gerek üç dilek sorusuna, gerek en fazla
yapılmak istenen şey sorusuna, gerekse ölmeden önce
yapılacak bir şey sorusuna verilen cevaplarda kavuşmaya
vurgu yapılmaktadır. Diğer sorulardan değişik biçimde dünyaya
dönülse sorusunda, vatana kavuşmuş bambaşka bir insan,
yapılamayacak üç şey sorusunda kötülük, bir yıl ömür ve bol
para verildiğinde ne yapılmak istendiği sorusunda ise hayır
işleri ve sosyal yardım yanıtlarının ilk sırada yer aldığı
görülmektedir.
Araştırmanın İstanbul’da gerçekleştirilen ikinci bölümünde
yapılan Durumluk Endişe Testinde puanlar, tüm göçmen
gruplarında beklenenden daha düşük çıkmış; Sürekli Endişe
Testinde ise, değişme olmayacağına dair beklentinin tersine
belirgin bir azalma göstermiştir.18 Bu testlerin sonuçları,
göçmenlerin her türlü ekonomik ve gündelik sıkıntıya karşın,
Bulgaristan’ın aksine, korkusuz ve demokratik bir siyasi
ortamın egemen olduğu Türkiye’de daha da rahatladıklarını
göstermektedir.
Öner ve Le Compte tarafından yüz on dört Türk normal yetişkine bu testler
uygulanmıştır. Söz konusu yetişkinlerin durumluk endişe puanı 33.97,
sürekli endişe puanı 42.65 çıkmıştır. Bu puanların, soydaşların endişe
puanlarından biraz düşük olduğu tespit edilmiştir. Aktaran: Beğlan Toğrol,
1989 Yazında Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç Eden Türklerin Psikolojik
İncelemesi, İstanbul 1990.
18 Bu durumun istisnası yedi kişilik bir kadın grubudur.
17
Sosyolojik Araştırmalar 407
Yine
bu
bölümde
yapılan
Wakefield
Depresyon
Envanterinde göçmenlerin depresyon puanlarının normalin
üzerinde olmadığı ve kadın göçmenlerin, beklenildiği gibi,
ortalama puanlarının erkeklere oranla daha yüksek olduğu
tespit edilmiştir. Anket soruları ise, birinci bölümdeki
sorulardan bazı açılardan farklıdır. Sadece kişisel özelliklere
dair olan sorular aynıdır. Diğerleri, Türkiye’deki ücret düzeyi,
her iki ülkedeki sosyal durum arasındaki fark, geride kalan
emeklilik hakları ile mal-mülk konusu, Bulgaristan’a geri
dönme, Bulgaristan’da göç sonrasında yaşanan siyasi
gelişmeler, Türkler aleyhine yapılan gösteriler, orada kalan
akrabalarla haberleşme ve Türkiye ile ilgili sorulardır. Anketin
sonuçlarına göre öne çıkan konular şunlardır: göçmenlerin
Bulgaristan’da bıraktıkları mal ve mülkün yokluğundan üzüntü
duyulması, Bulgaristan’a “geri dönüş”te ekonomik faktörler,
Türkiye’ye uyum sağlayamama, çevre ve sıla hasreti gibi
etkenlerin rol oynaması19, Bulgaristan’daki siyasi gelişmelere
pek inanmama ve Türklere karşı olan gösterileri devletin
yaptırdığına dair bir kanı oluşması, Bulgaristan’daki
akrabalardan alınan haberlere göre Türklerin durumunda
herhangi bir olumlu gelişme kaydedilmemesi, Türkiye’de en çok
hoşa giden olaylar arasında “Türkçe konuşabilme”, “genel
özgürlük ve demokratik ortam” ve “bolluk” yer alması,
göçmenleri üzen olayların başında ise “sağlık hizmetlerindeki
eksiklik”, “pahalılık” ve “enflasyon” gelmesi.
1989 göçmenleriyle ilgili ilk araştırmalardan bir diğeri de
Belkıs Kümbetoğlu20 tarafından yapılmıştır. Bu araştırmanın
Kasım 1989’da Bulgaristan’da yaşanan rejim değişikliğinin ardından çok
sayıda göçmen Bulgaristan’a geri dönmüştür. Ayrıntı için bkz. Şimşir,
Bulgaristan Türkleri, s. 443-444. Bu gelişme üzerine B. Toğrol geri dönüşün
nedenlerini öğrenmek istemiştir.
20 Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi ve Antropoloji
Derneği Başkanı olan Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu’nun ilgi alanlarını
oluşturan konular arasında göç, toplumsal cinsiyet, afetler ve kadınlar,
kadınların istihdam alanında karşılaştıkları sorunlar, yoksulluk ve kadınlara
ilişkin projeler yer almaktadır. Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu, aralarında “Kadın
ve İstihdam: Değişen Koşullar, Değişmeyen Eğilimler – Tekstil, Gıda ve Hizmet
Sektörlerinde İş Güvencesi ve Sosyal Koruması Olmadan Çalışan Kadın
19
408 Şirin
saha uygulaması 1994 yılının Mayıs ve Haziran aylarında
Bursa’nın Kestel ilçesindeki göçmen konutlarında yapılmış, elde
edilen verilerin döküm ve analizi ise aynı yılın Eylül ayına dek
sürmüştür. Tesadüfi örneklem yoluyla seçilen 105 hanede 61
kadın ve 44 erkek olmak üzere toplam 105 kişiyle
görüşülmüştür.
Araştırmanın bulguları şöyle özetlenebilir: göçmenlerin çoğu
Bulgaristan’ın güneyindeki Türk nüfusunun yoğun olarak
yaşadığı şehir merkezlerinden gelmişlerdir; Bulgar hükümetince
uygulanan asimilasyon politikalarından daha ziyade orta yaş ve
üstü gruplar etkilenmişlerdir; göç, fırsat verdiği ölçüde aile
üyelerinin tamamı tarafından gerçekleştirilmiş ve yakınlarla
beraber olma ve parçalanan ailelerin birleşmesi hedeflenmiştir;
görüşülen muhacirlerin fabrika, sağlık ve hizmet sektöründeki
işleri
“orijin
kültürdeki
mesleki
donanımlarını
21
yansıtmaktadır” ; göçmenlerin oturdukları evler, hem ailede
birden fazla kişinin çalıştığını hem de belli bir refah seviyesinin
yakalanmış olduğunu gösterir niteliktedir. Yapılan işlerle ilgili
olarak, ev temizliğine gidenler işsiz kalmamak adına bu işi
yapmayı kabul etmek zorunda kaldıklarını vurgulamışlardır. Bu
durum da göçmenlerin verimli kullanılamayan iş gücü
potansiyeline sahip olduklarına işaret etmektedir. Muhacirler
karşılaştıkları sorunları çözmek için akraba, arkadaş ve
devletten
oluşan
ilişkiler
ağından
faydalanmışlardır.
Araştırmanın yapıldığı Bursa’da çok sayıda göçmen mahallesi
bulunmaktadır. Genç nesle ait göçmenler, içinde bulundukları
kültürden farklı olduklarını, farklı düşündüklerini belirtmişler
ve baskı altında kalmalarını eleştirmişlerdir. Türkiye’ye yapılan
göç, bir grup muhacir için, ülkeye ayak basmalarıyla sona
ermemiş, iş ve barınacak yer bulma gibi konularda sorun
yaşamaları neticesinde çeşitli kentlere gidildikten sonra
Bursa’ya gelmeleri mümkün olmuştur; görüşülen muhacirlerin
İşçiler” isimli araştırmanın bulunduğu birçok alan araştırması gerçekleştirmiştir.
21
Belkıs Kümbetoğlu, “Göçmen ve Sığınmacı Gruplardan Bir Kesit:
Bulgaristan Göçmenleri ve Bosnalı Sığınmacılar”,Yeni Balkanlar, Eski
Sorunlar, Der. K. Saybaşılı / G. Özcan, İstanbul 1997, ss. 227-259.
Sosyolojik Araştırmalar 409
çoğunun taşıdıkları ortak kaygı, bırakmak zorunda kaldıkları
mal varlıklarına Bulgar hükümetinin el koyacağı kaygısı
olduğundan konunun çözülmesini istemişlerdir. Bulgaristan
göçmenleri, Türkiye’ye önceki dönemlerde göç etmiş gruplara
oranla daha çok destek ve yardım görmüşlerdir. Görüşme
yapılan muhacirler, yaşadıkları problemleri işsizlik ve geçimle
ilgili zorluklar olarak ifade etmişler, kimileri de günlük Türkçeyi
kolay anlayamadıklarını söylemişlerdir. Göçmenlerin yaptıkları
Türkiye değerlendirmesinde ise, zengin ve güzel bir ülke
olmasına karşın sosyal düzende pek çok adaletsizliğin
bulunduğunu, kötü olan ekonomik durumun insanlar arasında
ayırımlara yol açtığını, siyasi ortamın dengesiz olduğunu
belirtmişler ve kadın-erkek ilişkilerindeki eşitsizliğe dikkat
çekmişlerdir. Sahip oldukları Türk kimliğine önem veren
Bulgaristan
göçmenleri,
Türk
kültürünün
değişen
boyutlarından hoşlanmadıklarını vurgulamışlardır. Türkiye’deki
yaşantılarını tanımlamaları istenen muhacirlerin çoğu, bu
yaşantı için “özgür, baskıdan uzak, rahat ve iyi”22 ifadesini
kullanmışlardır. Göçmenlerin geleceğe yönelik beklentilerinde
“iyi Türk vatandaşı olma” ve çocuklarını bu yönde yetiştirme ile
güçlü bir devlet yönetiminde, “mutlu, barış dolu ve sorunların
daha az olduğu bir ortamda”23 yaşamaya vurgu yapılmıştır.
1989 Göçü sonrasında yaşananlarla ilgili diğer bir
sosyolojik araştırma, Bursa’da yaşayan Bulgaristan göçmenleri
hakkında
olup,
Nesrin Türkaslan’a
ait
bir
doktora
24
çalışmasıdır. Türkaslan, “Bursa İlinde Meskûn Bulgaristan
Göçmenlerinin Etno-Sosyolojik İncelenmesi” isimli çalışmasına
dayalı olarak 1996’da gerçekleştirilen II. Sosyoloji Kongresi’nde
sunduğu “Bursa’da Meskûn Bulgaristan Göçmenlerinin
Ekonomik Durumları Üzerine Bir İnceleme” başlıklı bildirisinde,
Bulgaristan’dan yapılan göç ve sonrasındaki uyum sürecinin
Kümbetoğlu, agm, s. 241.
Kümbetoğlu, agm, s. 243.
24 Nesrin Türkaslan, doktorasını Hacettepe Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında
tamamlamış olup, Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırma Genel
Müdürlüğü’nde görev yapmaktadır. Genel Müdürlüğün Aile ve Toplum isimli
eğitim, kültür, araştırma dergisinin editörlük görevini üstlenmiştir.
22
23
410 Şirin
sistemci yaklaşımla açıklanabildiğine dikkat çekmektedir. Söz
konusu yaklaşım, fonksiyonalist kuramın birey ve grup
üzerinde yoğunlaşan yaklaşımı ile çatışma kuramının köktenci
tutumlardan kaçınma gerekliliğini birleştirmektedir. Buna göre,
Bulgaristan’da 1980’lerin ortasından itibaren giderek artan
ölçüde asimilasyonla karşılaşan Türklerin Bulgar hükümetinin
bu politikalarına bireysel olarak direnmeleri, zorunlu göçlerine
yol açmıştır. Aslında 1989’daki yaşanan göç ilk değildir.
Bulgaristan’dan ’93 Harbi ile başlamış, Türklerin Osmanlı’nın
Rumeli topraklarını terk etmeleriyle bölgede yaşayan
Müslüman-Türk nüfus asimilasyona maruz kalmış, karşı
çıkanlar ise Anadolu’ya göçe zorlanmışlardır.
N. Türkaslan’ın Bursa’da görüştüğü 1989 göçmenlerinin
göç sonrasında yaşadıklarının bir nevi özeti “Biz her şeye
sıfırdan başladık” ifadesidir. Bulgaristan göçmenleri, Türkiye’de
yeni bir hayat kurmaya çalışmışlardır. Bu, onlar için oldukça
zorlu bir süreçtir, çünkü anavatan addetmelerine karşın
doğdukları topraklardan ayrı bir yerde en baştan başlamak
zorunda kalmışlardır. N. Türkaslan’ın vurguladığı diğer konu,
1989 göçmenlerinin algılanması ve göçmenleri bölge yerlisinden
ayırt eden özelliklerdir. 1989 göçmenleri, bölge yerlisi, diğer
göçmenler ve hatta Bursa’ya daha önce gelip yerleşmiş
Bulgaristan göçmenlerinin gözünde “hırslı” ve “açgözlü” olarak
algılanmaktadırlar. Bu algının farkında olan göçmenler, diğer
ihtiyaçlarını karşılayabilmek için önce evlerinin olması
gerektiğine dikkat çekerek kendilerini savunmaktadırlar. 1989
göçmenlerini bölgenin yerli halkından ayıran en temel özellik
çalışmaya verdikleri önemdir. Göçmenler arasında çalışacak
durumda olan ve iş bulabilen herkes çalışmaktadır. Hatta
çalışma tempolarının yüksek olduğunu söylemek mümkündür.
Bu bağlamda kadınların çalışma oranlarının yüksekliği ve bu
durumun evde kadının üzerindeki sorumlulukların erkek
tarafından paylaşılmasına yol açtığı da vurgulanmaktadır.
Görüşülen göçmenlerin Bursa’daki yaşamlarına dair N.
Türkaslan’ın bildirisinde belirtilen son husus, çok çalışmaları
ve tasarrufa önem vermeleridir. Göçmenler, kendileri için
Sosyolojik Araştırmalar 411
yaptırılan konutlarda oturmalarına karşın çok çalışmaya devam
etmişlerdir. Bunun esas nedeni, Bulgaristan’da içinde
bulundukları ağır çalışma koşullarına alışmış olmalarıdır.
Dolayısıyla,
oradaki
çalışma
temposunu
Türkiye’de
sürdürmüşlerdir. Örneğin, N. Türkaslan’ın görüştüğü kadın
göçmenler arasında vaktiyle Bulgaristan’da günde iki-üç işin
yanı sıra ev kadınlığı yapan ve buna alışmış olan kişiler
bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, göçmenlerin kazandıkları
parayı harcamaktan ziyade biriktirmeleri ve paralarını arsaya
yatırıp ev yaptırmaları söz konusudur.
Bulgaristan göçmenlerinin Türkiye’deki uyum sürecine dair
yapılan çalışmalardan biri de Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
ile Sofya’daki Yeni Bulgaristan Üniversitesi (New Bulgarian
University) Antropoloji Bölümü tarafından Eylül 2002-Eylül
2003 döneminde İzmir’de gerçekleştirilen “Bulgaristan’dan Göç
Eden Göçmenlerin Türkiye’deki Uyum ve Özdeşlik Problemleri”
isimli ortak projede görev alan Suat Kolukırık’ın25 bu projeye ek
olarak yaptığı “Bulgaristan’dan Göç Eden Türk Göçmenlerin
Dayanışma ve Örgütlenme Biçimleri: İzmir Örneği” çalışmasıdır.
S. Kolukırık, söz konusu çalışmada 1989-92 yılları arasında
Bulgaristan’dan göç eden Türklerin dayanışma ve örgütlenme
şekillerini incelemektedir. Çalışmanın saha uygulamasını 14-21
Eylül 2002’de İzmir’in Pınarbaşı ve Mevlana semtleri, Buca
ilçesi ile Sarnıç beldesinde gerçekleştirmiştir. Alana yönelik
hazırladığı anket formunu, yaptığı pilot çalışma ertesinde
yeniden değerlendirip 435 “denek” üzerinde uygulamış, bunun
yanı sıra derinlemesine görüşmeler de yapmıştır.
S. Kolukırık, araştırmadan elde ettiği verileri değerlendirdiğinde iki ana başlık ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki
dayanışma ve mekândır. Bulgaristan’dan göç eden Türklerin
karşılaştıkları yeni şartlar karşısındaki en önemli dayanakları,
Suat Kolukırık, doktorasını “Aramızdaki Yabancı: Çingeneler” başlıklı teziyle
Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kurumlar Sosyolojisi Anabilim
Dalı’nda tamamlamış olup Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü’nde yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır. Kolukırık’ın akademik
ilgi alanları arasında kültürel çalışmalar, kimlik, dezavantajlı gruplar, göç,
kuramsal analiz ve sosyolojide yeni yaklaşımlar yer almaktadır.
25
412 Şirin
aile ve aile üzerinden kurdukları ilişkiler ile daha önceden
oluşturulmuş
göçmen
kimliği
üzerinden
sağladıkları
birlikteliktir. Göçmenler kendi aralarında “iç dayanışma”
sergilemektedirler. Bunun en belirgin örneği, yerleşim yerinin
seçilmesi ve uyum sağlanmasında karşımıza çıkmaktadır.
Bulgaristan’dan daha önce yapılan göçler ve göç edilen
bölgelerdeki aile ve akrabalık ilişkileri göçmenlerin uyum
sürecinde önemli bir role sahiptir.26 Ayrıca göçmenlerin
karşılaştıkları yeninin belirsiz oluşu, hem akraba ve hemşehri
ilişkilerini
kaçınılmaz
duruma
getirmekte,
hem
de
“biz/göçmenlik” söylemleriyle bu ilişkiler süreklileştirilip
korunmaktadır. Görüşmelerde “Göçmenler çalışkan insanlardır.
Birbirimize yardım ederiz. […] Göçmen olmak, övünülecek bir
durumdur. […] Göçmenler başarılı insanlardır. Avrupa
görmüşlerdir. […]” tarzı ifadeler sıklıkla kullanılmaktadır. Bu
durum,
aynı
zamanda
göçmenin
“yerli”
üzerinden
tanımlandığını ve yaratılan “ötekilik” merkezinde “yerli”nin yer
aldığını da göstermektedir, çünkü göçmenlik, akrabalık ve
hemşehrilik ilişkileriyle beraber yeni bir doğuş ve varoluşu
simgelemektedir. Öte yandan yerleşim için tercih edilen semtler
de aile ve akrabalık ilişkileri ile göçmenler arasında kurulan
dayanışma bağlarını yansıtmaktadır. Ayrıca göçmenlerin
yerleşimi “yerli gruplardan ayrı veya yerli grupların yanında,
ancak içerisinde olmayan”27 bir karaktere sahiptir.
S. Kolukırık, araştırmasının verilerini değerlendirdiğinde
ortaya çıkan ikinci başlık, göçmenler ile dernek ve siyasi
partiler
arasında
kurulan
ilişkilerdir.
Bu
bağlamda
vurgulanması gereken ilk husus, Bulgaristan göçmenleri
tarafından kurulmuş olan Balkan Göçmenleri Kültür ve
Dayanışma Derneği (Bal-Göç) ile ilişkilerinin zayıf olmasıdır28.
S. Kolukırık’ın yaptığı anket çalışmasında göçmenlerin yerleşmek için
İzmir’i tercih etmelerinde “akrabalık ilişkilerinin” rol oynadığını ifade edenlerin
oranı % 87.6’dır. Ayrıntı için bkz. Suat Kolukırık, “Bulgaristan’dan Göç Eden
Türk Göçmenlerin Dayanışma ve Örgütlenme Biçimleri: İzmir Örneği”, C. Ü.
Sosyal Bilimler Dergisi, 30/1, 2006, s. 1-13.
27 Kolukırık, agm s. 6.
28 Yapılan ankette Bal-Göç Derneği’ne üye olmayanların oranı % 69.1’dir. S.
Kolukırık, göçmenlerin örgütlenme kültürünün zayıf olmasında, 1989 yılının
26
Sosyolojik Araştırmalar 413
Derneğe dair iki farklı bakış açısı mevcuttur. Bal-Göç üyeleri ile
çalışmaları takip edenler, derneğe sahip çıkmakta ve onun
güçlenmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Diğer taraftan,
derneğe üye olmayan ve faaliyetleri izlemeyenler, Bal-Göç’ün
yeterli derecede çalışmadığını ve küçük bir grup tarafından
kullanıldığını düşünmektedirler. Görüşmelerde “Orada ne
yaptıklarını hâlâ anlamadım, kendi çıkarları için derneği
kullanıyorlar. […]” şeklindeki ifadeler derneğe karşı olan
olumsuz bakış açısını göstermektedir. Göçmenler, siyasi
partilere de pek sıcak bakmamaktadırlar.29 Yalnız şu da bir
gerçektir ki seçimlerde kendileri için program hazırlayan
partilere ve göçmen adaylara oy vermektedirler. Daha önceleri
genel eğilim Anavatan Partisi’ne oy vermek iken, 2002
seçimleriyle durum değişmiş, göçmenler Cem Uzan’ın genel
başkanı olduğu Genç Parti’ye oy vermişlerdir.
1989 Göçüyle ilgili Türkiye’de yapılan çalışmalardan biri de
Turhan Çetin’in30 “The Socio-Economic Outcomes of the Last
Turkish Migration (1989) from Bulgaria to Turkey”
(Bulgaristan’dan Türkiye’ye Son Türk Göçünün (1989) SosyoEkonomik Sonuçları) isimli makalesidir. T. Çetin (2008),
öncelikle
Bulgaristan’dan
Türkiye’ye
göçün
tarihçesini
31
vermekte
ve Türklere uygulanan asimilasyon politikası ile
1989 Göçünün ardında yatan nedenlerden söz etmektedir.
Bunun yanı sıra, Türklerin kalifiye işçi olduklarından ötürü
sonlarına doğru gerçekleşen rejim değişikliği öncesinde Bulgaristan’ın yönetim
biçiminin tek partili olması ve Türk göçmenlerin daha ziyade kırsal kesimde
yaşıyor olmaları gibi etkenlerin rol oynadığını ifade etmektedir. Ayrıntı için
bkz. Kolukırık, agm, s.8.
29 S. Kolukırık’ın yaptığı anket sonuçlarına göre, göçmenlerin büyük bir
bölümü (% 96) hiçbir siyasi parti üyesi değildir. Ayrıntı için bkz. Kolukırık,
agm, s. 10.
30 Turhan Çetin, doktorasını
“Gençali Ovası ve Çevresinde Doğal Ortam
Şartları İle Beşeri ve Ekonomik Faaliyetler Arasındaki İlişkiler” başlıklı teziyle
Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Coğrafya alanında tamamlamış
olup, aynı üniversitenin Eğitim Fakültesi’nde yardımcı doçent olarak görev
yapmaktadır. Çetin’in akademik ilgi alanları arasında nüfus hareketleri ve
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin ekonomik durumları yer almaktadır.
311878-1997 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç edenlerin sayısı
yaklaşık 1.800.000’dir. Ayrıntı için bkz. Turhan Çetin, “The Socio-Economic
Outcomes of the Last Turkish Migration (1989) from Bulgaria to Turkey”,
Turkish Studies, 3/7, 2008, s. 241-270.
414 Şirin
Bulgaristan tarımı ve sanayisi için ne kadar önem taşıdıklarını
1989 Göçü ertesinde Bulgaristan’da yaşanan mali krizin
gösterdiğini vurgulamaktadır. İkinci olarak, Devlet Planlama
Teşkilatı’nın (DPT) 1990 yılında hazırladığı ‘Bulgaristan’dan
Türk Göçleri’ başlıklı Hizmete Özel Rapordan yararlanarak
göçmenlerin demografik bilgileri, eğitim durumları ve
mesleklerine ilişkin verilere yer vermektedir. Örneğin, mesleki
açıdan
1950
döneminde
gelenlerle
1989
göçmenleri
karşılaştırıldığında, 1989 yılında göç edenlerin daha vasıflı
işçiler oldukları görülmektedir.
Söz konusu verilerin yanı sıra T. Çetin, göçmenlerin
uyumunda eğitim düzeyleri ve mesleki statüleri, akrabalık
ilişkileri ile devlet yardımlarının önemli rol oynadığına dikkat
çekmektedir. Göçmenler Türkiye’ye gelir gelmez Kırklareli,
Edirne, Tekirdağ başta olmak üzere Marmara Bölgesi’ndeki
şehirlere
geçici
olarak
yerleştirilmişlerdir.
Bu
geçici
yerleştirmenin hemen ertesinde ise göçmen konutlarının
yapımına başlanmıştır. İlk konutlar Bursa’nın Kestel ilçesinde
1996 sonunda tamamlanmış ve sahiplerine teslim edilmiştir.
En fazla göçmen konutu yapılan yerler Bursa-Kestel, İstanbul
ve İzmir’dir. Bulgaristan göçmenlerinin en yoğun olarak
yerleştikleri alan Marmara Bölgesi’dir. Bunun temel nedeni,
daha önceden Türkiye’ye göç etmiş akraba ve tanıdıklarının bu
bölgeye yerleşmiş olmaları, yeni gelenlere gerek barınma, gerek
iş bulmada yardım etmeleri ve sosyo-kültürel açıdan dayanışma
göstermeleridir. Göçmenlere yardım edenler sadece önceki
dönemlerde Türkiye’ye gelenler değildir. Devlet de yardım elini
uzatmıştır. DPT’nin Hizmete Özel Raporu’nda da belirtildiği gibi,
İş ve İşçi Bulma Kurumu, göçmenlere iş olanakları sağlamış;
kadınlar için el sanatları kursları açılmıştır.
T. Çetin, son olarak, 1989 Göçünün sonrasında
Bulgaristan’da yaşanan rejim değişikliğinin Türkler için de yeni
bir
dönemin
başlangıcı
olduğunu
vurgulamaktadır.
Bulgaristan’da komünist rejimin yıkılmasının ardından Türkler
kendi isimlerini kullanma hakkını yeniden elde etmişlerdir.
Ekonomiden eğitime kadar pek çok alanda sorunlarla
Sosyolojik Araştırmalar 415
karşılaşmalarına karşın, belli ölçüde kültürel ve dini özgürlüğe
kavuşmuşlardır. 1991 yılında yapılan seçimlerde Türklerin
partisi olan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (Dviženie za Prava
i Svobodi - DPS) meclise girmesi de önem taşımaktadır.
Bulgaristan’da yaşanan bu gelişmeler beraberinde göçmenlerin
büyük bir bölümünün geri dönmelerine yol açmıştır. T. Çetin,
geri dönüşte rol oynayan etkenlere dikkat çekmektedir.
Bunların başında parçalanmış aileler, geride bırakılan malmülk ve sosyal haklardan yararlanma isteği gelmektedir.
Bulgaristan’dan daha önce yapılan göçlerde rastlanılmayan bir
durum olduğu için 1989 göçmenlerinin geri dönmeleri önemli
bir fark yaratmaktadır.
1989 Göçü ve sonrasıyla ilgili araştırmaların sonuncusu,
Theo Nichols ve Nadir Suğur’un32 Global İşletme, Yerel Emek:
Türkiye’de İşçiler ve Modern Fabrika isimli kitaplarının
dayandığı çalışmanın bir bölümünü oluşturan Bulgaristan
göçmenleri ile ilgili araştırmadır ve elde edilen bulgulara kitapta
“Bulgaristan
Göçmeni
İşçiler”
isimli
bölümde
yer
33
verilmektedir.
Söz konusu bölümde, Nichols ve Suğur’un
araştırma için Bursa’da görüştükleri 53 göçmen işçinin yaşam
deneyimleri, Bursa’daki göçmenler ve onların istihdam ve
maddi destek, işgücü piyasasındaki durumları, yönetim,
sendikalar ve diğer işçilerle ilişkileri ele alınmaktadır.
Göçmen işçilerin yaşam deneyimlerinin aktarıldığı kısımda
Mustafa isimli bir göçmenin hikâyesine yer verilmektedir. Bu
hikâye aracılığıyla Bulgaristan’daki yaşam, 1980’lerin sonunda
Sosyoloji profesörü olan Theo Nichols, 1998 yılından itibaren Britanya’da
Cardiff Üniversitesi, Sosyal Bilimler fakültesi öğretim üyesidir. Sanayileşme,
emek süreçleri, işçi sağlığı ve iş güvenliği, özelleştirme ve İngiltere’deki işçi
sınıfı üzerine çalışmalar yapmış olan T. Nichols, son yıllarda Türkiye’de
çalışma yaşamı, sendikalaşma ve sanayi ilişkileri üzerine projeler
yürütmüştür. Nichols gibi sosyoloji profesörü olan Nadir Suğur ise Anadolu
Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. Akademik ilgi alanları
arasında ekonomi sosyolojisi, Türkiye'de sanayileşme, toplumsal değişme,
kentleşme, sosyal bilimlerde araştırma ve yöntem, yoksulluk tartışmaları yer
alan Suğur’un Türkiye’de yoksulluk, özelleştirme, çalışan çocuklar üzerine
projeler yürütmüştür.
33 Ayrıntılı bilgi için bkz. Theo Nichols / Nadir Suğur, Global İşletme, Yerel
Emek: Türkiye’de İşçiler ve Modern Fabrika, İstanbul 2005, s. 83-103.
32
416 Şirin
Bulgar yetkilileri tarafından yapılan ayrımcılık ve baskı,
Türkiye’ye yapılan göç ve Bursa’ya geliş ve Bursa TEKS1’de 34
çalışmaya başlaması anlatılmakta ve Türkiye ile Bulgaristan
karşılaştırması
yapılmaktadır.
İki
ülke
karşılaştırması
bağlamında “Aldığım en iyi ders, Bursa’da tekstil firmalarında
çalışıyorsanız gerçekten de çok sıkı çalışmanız gerektiğini
öğrenmek oldu … yöneticiler yine de etkilenmiyorlar. Türk
yöneticilerin işçileri takdir etme gibi bir yetenekleri yok gibi
geliyor bana … Bulgaristan’da fabrikanın içinde kraldık ama
dışarıda mahkûmduk. Türkiye’de ise içeride mahkûmuz ama
özgürüz […]” sözleri dikkat çekicidir.
Bir göçmen kenti olarak Bursa’nın ele alındığı kısımda,
1989’daki göç öncesinde Bulgaristan’daki Türklere uygulanan
asimilasyon politikası ve buna karşı artan protestolar ile
Bulgaristan devletinin gösterdiği tepki sonucunda yaşanan
göçmen akınından söz edilmektedir. Bu akında göçmenlerin
yerleştirildiği bölgelerin başında Marmara Bölgesi gelmektedir.
Bursa özelinde Bulgaristan göçmenlerinin daha ziyade Hürriyet
semtine yerleştikleri görülmüştür, zira burası organize sanayi
bölgesine çok yakındır. Söz konusu semtin çoğunlukla
göçmenlerden oluşmasının, eğitim ve yaşam tarzı açısından
bölgeyi kentin geri kalan kısmından farklılaştırdığı da
vurgulanmaktadır.
Son olarak, göçmenlerin istihdamı ve bu alandaki ilişkilere
yer verilen kısımda, bölgenin yerlisi olan işçilerin göçmenleri
“bizden olmayan birileri” ve “sadece parayla ilgilenen dış
dünyaya karşı kendi içlerinde birleşmiş insanlar” şeklinde
algılamalarına değinilmektedir. Bunun yanı sıra, kente ilk
geldiklerinde geniş haneler biçiminde yaşayan göçmenlerin
birlik içinde hareket ederek para biriktirdiklerinin, ancak
zamanla bu yapının değişim geçirdiğinin altı çizilmektedir. Bu
değişim, geniş ailelerin yerini çekirdek aile alması şeklindedir.
Kadınların işgücü piyasasında yer almaları da sözü edilen
değişimin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır.
BursaTEKS1, T. Nichols ve N. Suğur’un Bursa’da saha çalışması için
seçtikleri tekstil fabrikalarından biridir.
34
Sosyolojik Araştırmalar 417
Bulgaristan göçmenlerinin istihdamı ile ilgili vurgulanan
diğer nokta, 1989’da Türk hükümetinin büyük firmalardan
özellikle Bulgaristan göçmenlerini istihdam etmelerini istemesi,
fakat o dönemden sonra kimi yöneticilerin, daha vasıflı ve
yüksek düzeyde eğitime sahip olmaları nedeniyle, göçmenleri
işe almayı tercih etmeleridir. T. Nichols ve N. Suğur’un alan
araştırmasının sonuçları da Bulgaristan göçmenlerinin eğitim
düzeylerinin daha yüksek olma eğilimini onaylar niteliktedir.
T. Nichols ve N. Suğur, araştırmalarında söz ettikleri son
husus
işgücündeki
bölünme
çizgileriyle
ilintilidir.
Araştırmacıların dikkat çektiği gibi, bölünme çizgileri gerçek
anlamda erkek ve kadın işçilerin yaptığı işler arasındadır ve bu
bölünme Türkler ile göçmenler arasındaki güven eksikliğine
dayanarak devam etmektedir. Bunun yanı sıra, bazı
yöneticilerin, Bulgaristan göçmeni erkek işçilerin eskisi gibi sıkı
çalışmadıklarından şikâyet ettikleri ve kadın işçilerin de yeni
arayışlara girmelerini eleştirdiklerine vurgu yapılmaktadır.
Sonuç ve Değerlendirme
Bulgaristan’dan 1989 yılında gerçekleşen göç ve sonrasında
göçmenlerin nasıl bir deneyim yaşadıklarına ve o deneyimin ne
tür boyutlara sahip olduğuna dair Türkiye’de yapılan pek fazla
araştırma bulunmamaktadır. Konuyla ilgili gerçekleştirilen
araştırmalardan bu çalışmada yer verilenleri değerlendirdiğimizde şu noktaların altını çizmek gerekmektedir. Öncelikle,
göçün
gerçekleştiği
1989
yılında
göçmenlerin
içinde
bulundukları psikolojik durumu inceleyen sadece bir çalışma
bulunmaktadır. Söz konusu çalışma, B. Toğrol’un ilk bölümünü
Ağustos 1989’da Kapıkule’de, ikinci bölümünü Şubat 1990’da
İstanbul’da
gerçekleştirdiği
araştırmadır.
Bulgularda,
araştırmanın ilk bölümünden ikinci bölüme kadar geçen sürede
göçmenlerin
depresyon
puanlarının
normalin
üzerine
çıkmaması, diğer yandan Anksiyete Testi puanlarının düşük
olması olumlu bir gelişme olarak öne çıkmaktadır. Testlerin
sonuçlarından anlaşılacağı gibi, göçmenler her ne kadar
gündelik sıkıntı ve zorluk yaşasalar da Bulgaristan’a oranla
418 Şirin
Türkiye’de daha rahat bir ortamda bulunmaları onların
psikolojik durumlarını pozitif yönde etkilemiştir. Göçmenler,
Bulgaristan’da maruz kaldıkları baskıdan uzak, rahat ve özgür
ortamda yaşadıkları ve bunun için mutlu oldukları, B.
Kümbetoğlu’nun göçten beş yıl sonra yaptığı görüşmelerde de
dile getirilmiştir.
İkinci olarak, Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye sığınma
nedenlerinin
bu
çalışma
kapsamında
yer
verilen
araştırmalardan B. Kümbetoğlu, N. Türkaslan ve T.
Çetin’inkinde ele alındığını belirtmek gerekir. B. Kümbetoğlu,
Türkiye’ye gelişe neden olan olayların –kimliklere yönelik baskı,
isim değiştirme, ana dilde eğitim fırsatının ortadan kaldırılması
vb. – Bulgaristan göçmenlerinin “sığınmacı” kavramıyla
tanımlanmalarını
gerektirici
nitelikte
olduğunun
altını
çizmektedir. N. Türkaslan, Bulgaristan Türklerinin 1980’lerin
ortasından itibaren uygulanan asimilasyon politikalarına karşı
direnmeleri sonucunda Türkiye’ye göç etmek zorunda
bırakıldıklarını ifade etmektedir. Öte yandan, T. Çetin de hem
Bulgaristan’dan
önceki
dönemlerde
yapılan
göçlerden
bahsetmektedir, hem de 1989 Göçünün arkasında yatan temel
sebepleri irdelemektedir.
Bu nedenler arasında Türklerin
maruz kaldıkları asimilasyon önemli bir yer tutmaktadır.
Bu çalışmada yer verilen araştırmalarla ilgili belirtilmesi
gereken üçüncü husus, akrabalık ilişkileri ve göçmenler
arasındaki dayanışmaya yapılan vurgudur. B. Kümbetoğlu’nun
Bursa’da, S. Kolukırık’ın İzmir’de yaptığı alan araştırmaları ile
T. Çetin’in çalışmasında Bulgaristan göçmenlerinin Türkiye’ye
uyum sağlamalarında akrabalık ilişkilerinin önemli bir rol
oynadığı gerçeği çeşitli bağlamlarda ifade edilmektedir. Özellikle
yerleşim yeri tercihinde, Türkiye’ye daha önceki dönemlerde göç
etmiş grupların yerleştikleri kentler ön plana çıkmaktadır. Buna
ek olarak, B. Kümbetoğlu’nun araştırmasının gösterdiği gibi,
akrabalarla beraber olma ve parçalanmış aileleri bir araya
getirme
isteği
göçmenlerin
yerleşim
yeri
tercihlerini
etkilemektedir.
Sosyolojik Araştırmalar 419
Dördüncü olarak, göçmenlerin uyum konusu ön plana
çıkmaktadır. Bunun ele alındığı araştırmalar, B. Kümbetoğlu,
N. Türkaslan ve S. Kolukırık’ın çalışmalarıdır. Söz konusu
araştırmalar içinde en geniş kapsamlı olanı ilk yapılanların
başında gelen B. Kümbetoğlu’nun Bursa’da yaptığı çalışmadır.
B. Kümbetoğlu, araştırmasında, göçmenlerin Türkiye’ye
geldikten sonra yaşadıkları zorluklar ve karşılaştıkları
sorunlara – ki bunların arasında yeni bir çevrede yabancılık
hissetme ve dışlanma önemli bir yer tutmaktadır – ayrıntılı
biçimde yer vermektedir. Muhacirlerin, Türk kültürünün
değişim geçiren boyutlarından duydukları rahatsızlık da sadece
B. Kümbetoğlu’nun çalışmasında vurgulanmaktadır. Genç
kuşak göçmenlerin de görüş ve düşüncelerinin özellikle
belirtilmesi (örneğin içinde bulundukları kültüre göre farklı
olduklarını düşünmeleri) açısından B. Kümbetoğlu’nun
araştırması önem taşımaktadır. Diğer taraftan, N. Türkaslan ve
S. Kolukırık’ın araştırmaları da Bulgaristan göçmenlerinin
uyum
sürecinin
pek
çok
boyuta
sahip
olduğunu
göstermektedir. Örneğin, S. Kolukırık’ın İzmir’de gerçekleştirdiği
araştırmada işaret edildiği gibi, göçmenlerin kendi aralarında
“iç dayanışma” sergilemeleri uyum sağlamalarını kolaylaştırmaktadır.
Bulgaristan göçmenlerinin yerel düzeyde ekonomiye
katkıları N. Türkaslan ile T. Nichols ve N. Suğur’un
çalışmalarında ele alınmaktadır. N. Türkaslan, göçmenlerin
çalışmaya verdikleri önemin üzerinde durmak suretiyle,
Bursa’ya yerleşmenin ertesinde genellikle meslek lisesi mezunu
ve zanaat sahibi olan bu insanların fabrikalarda çalışmaya
başladıklarını ifade etmekte ve hane halkı reislerinin % 80’nin
çalıştığını eklemektedir. Bursa’da yaşayan göçmen işçilerin %
85’inin ücretli bir işte çalıştığını belirtmektedir.
T. Nichols ve N. Suğur’un çalışması ise, yerel ekonomide
göçmenlerin bulunduğu yeri göstermesi açısından önem
taşımaktadır. Bursa’da bulunan göçmen mahallelerinden
birinin içinde bulunduğu semtte yaşanan değişim de göz ardı
edilmemesi gereken bir konudur. Farklı algılar sonucu
420 Şirin
göçmenlerin, ekonomik alanda, bölge yerlileri tarafından
“ötekileştirilmesi” de altı çizilmesi gereken gerçeklerden biridir.
1989 Göçünün bazı boyutları bu çalışmada yer verilen
araştırmalar
kapsamında
ele
alınmamıştır.
Örneğin,
Bulgaristan’dan yapılan göçün kadın boyutu N. Türkaslan ve T.
Nichols ve N. Suğur’un araştırmalarında irdelenmiştir, ancak o
bile sınırlı ölçüde yapılmıştır, çünkü sadece istihdamlarına dair
bilgi verilmektedir. Kadın göçmenler arasındaki dayanışma
olgusu hakkında yeterli bilgi edinilememektedir. Ayrıca
çocukların durumunun başlı başına bir konu olarak irdelendiği
herhangi bir çalışmaya ulaşılamamıştır.
Bu çalışma kapsamında son olarak bir konu daha
vurgulanmalıdır. Bulgaristan’dan göç etmek zorunda bırakılan
soydaşlarımızın Türkiye’ye uyum süreçlerinin derinlemesine
irdelenmesi ve bu bağlamda göçmenlerin kendilerinin olumlu ve
olumsuz taraflarıyla süreci değerlendirmeleri gerekmektedir,
zira ancak bu şekilde Türkiye’de yaşama ve Türkiye’ye uyum
sağlamalarına ilişkin düşünce, değer ve deneyimlerini
anlamamız mümkün olabilir. Yapılacak araştırmalar için uygun
yerlerin başında Bulgaristan göçmenlerinin yoğun olarak
yerleştikleri Marmara ve Ege Bölgeleri gelmektedir.
Kaynakça
Avcı, Gamze / Kemal Kirişçi, “Turkey’s Immigration and
Emigration Dilemmas at the Gate of the European Union”,
Migration and Development: Perspectives from the South,
Der. S. Castles / R. Delgado Wise, Geneva 2008, s. 203252.
Çetin, Turhan, “The Socio-Economic Outcomes of the Last
Turkish Migration (1989) from Bulgaria to Turkey”, Turkish
Studies, 3 (7) (2008), s. 241-270.
European Foundation for the Improvement of Living and
Working Conditions, Integration of Migrants: contribution of
local and regional authorities, 2006, www.eurofound.eu.int
Sosyolojik Araştırmalar 421
European Forum for Migration Studies, Integration and
Integration Policies: IMISCOE Network Feasibility Study,
2006, www.efms.de
Kolukırık, Suat, “Bulgaristan’dan Göç Eden Türk Göçmenlerin
Dayanışma ve Örgütlenme Biçimleri: İzmir Örneği”, C. Ü.
Sosyal Bilimler Dergisi, 30/1, 2006, s. 1-13.
Kümbetoğlu, Belkıs “Göçmenlik Mültecilik, Yeni Bir Yaşam ve
Sonrası”, Toplum ve Göç temalı II. Ulusal Sosyoloji
Kongresi’nde sunulan bildiri, Mersin, 20-22 Kasım 1996.
Kümbetoğlu, Belkıs “Göçmen ve Sığınmacı Gruplardan Bir
Kesit: Bulgaristan Göçmenleri ve Bosnalı Sığınmacılar”,
Yeni Balkanlar, Eski Sorunlar, Der. K. Saybaşılı / G. Özcan,
İstanbul 1997, s. 227-259.
Nichols, Theo / Nadir Suğur, Global İşletme, Yerel Emek:
Türkiye’de İşçiler ve Modern Fabrika, İstanbul 2005.
Şimşir, Bilal, Bulgaristan Türkleri (1878-2008), Genişletilmiş 2.
Baskı, Ankara 2009.
Türkaslan,
Nesrin,
“Bursa’da
Meskun
Bulgaristan
Göçmenlerinin Ekonomik Durumları Üzerine Bir İnceleme”,
Toplum ve Göç temalı II. Ulusal Sosyoloji Kongresi’nde
sunulan bildiri, Mersin, 20-22 Kasım 1996.
1989 YILINDA TÜRKİYE’YE GÖÇ EDEN
BULGARİSTAN TÜRKLERİNDE GÖÇ VE
ADAPTASYON: DİNİN ROLÜ1
Magdalena ELÇİNOVA
Giriş
Bu makalede 1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç
edenlerin uyum sürecinde dinin rolünü ele almaktayım. Göç,
Bulgar toplumunda derin dönüşüm sürecinin başlangıcına
rastlar. Bu derin dönüşüm süreci, kamu hayatında ve aynı
zamanda gündelik hayat düzeyindeki bireysel uygulamada
dinin rolüne de etki göstermektedir. Somut olarak Bulgaristan
Türkleri için sosyal ve politik değişim, onların grup kimliğinin
inşasında dinin etnik açıdan başlıca ayrımlaşma (farklılaşma)
etkeni olarak ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Aynı zamanda
yüzeye bakılırsa, Bulgaristan’dan Türkiye’ye ailelerin bütün
olarak göç etmeleri, onların dil, din ve ona bağlı olan örf ve
adetleri ve değer yargı sistemleriyle birlikte, göç alan
toplumdaki çoğunluğun kültürel “envanteri”ni (Fredrik Barth)
paylaştıkları sosyal ve kültürel ortama yerleşmeleri anlamına
gelmektedir. İlk bakışta bu, göçmenlerin yeni ortama daha
kolay adaptasyonu (uyumu) ve göç alan toplum tarafından daha
sorunsuz kabul edilmesi için bir ön koşul olarak algılanabilir.
İşte bu çalışmada tartışılan soru şudur: ortak dinin 1989
yılında Bulgaristan’dan göç edenlerin Türk toplumunda daha
kolay ve başarılı adaptasyonu için bir temel olmuş mudur,
olduysa ne derece olmuştur? Antropologların evrensel dinlerin
Bu makale, “Bulgar-Türk Sınırının İki Tarafından Muhacirler ve Göçmenler:
Miras, Özdeşlik ve Kültürlerarası Etkileşimler”, 2009-2011 projesi
çerçevesinde Bulgaristan Cumhuriyeti Eğitim, Bilim ve Gençlik Bakanlığına
bağlı Ulusal “Bilimsel Araştırmalar” Fonunun finansal desteğiyle
hazırlanmıştır.
1
424 Elçinova
yerel varyantlarının araştırılmasına katkıda bulunduklarına2 ve
dikkatlerini ayrı ayrı grup kimlikleri kategorilerinin (örn.
“Türkler”, “Müslümanlar” vs.) dinamiği ve akışkanlığı üzerine
yoğunlaştırdıklarına
göre,
burada
kılavuzluk
eden
antropolojinin perspektifinden beklenen cevap tek anlamlı
değildir. Burada bir taraftan dinin, göç veren toplum (terk
ettikleri toplum) çerçevesinde grup kimliğinin temel direğine
dönüşmesi ve diğer taraftan dindar olmanın göç alan toplum
(yerleştikleri toplum) çerçevesinde göçmen topluluğunun
tanımlayıcı (belirleyici) bir özelliği olarak dışlanması olmak
üzere, göç şartlarında Bulgaristan Türklerinde grup kimliği
ifade etme stratejilerinde dinin tezatlı bir araç haline gelmesi
sürecini tartışacağım. Ayrıca ulusötesi topluluğun özel
temsilcileri olarak göçmenler, sınırdan geçerken bireysel
deneyimlerinde dine karşı bu iki zıt tutumlar arasında sürekli
“geçiş” mekanizmasını benimsemekte ve geliştirmektedirler.
Söz konusu tartışmanın odağında, Bulgaristan Türklerinde
topluluk kimliğinin inşasında dinin rolü, bunun yanı sıra bu
arada göç şartlarında da değişen sosyo-politik, ekonomik ve
kültürel bağlamın etkisiyle dinin dönüşümleri bulunmaktadır.
Aynı zamanda kimlik, rölatif (göreceli) ve diyalojik (diyaloğa
dayalı) bir yapı olarak ele alınır: bir topluluğun kimliğinin başka
(çoğu zaman komşu olan) topluluklarla etkileşim içinde ve onun
aracılığıyla kurulduğu, tanımlandığı ve yeniden tanımlandığı
kabul edilir. Razgrad iline bağlı Zavet kasabasında ve
Türkiye’de İzmir’de (1989 yılında Bulgaristan’dan göç edenler
arasında) yapılan antropolojik alan çalışmalarından gözlemler
karşılaştırılmıştır. Bu gözlemler sonucunda şu süreçler
saptanarak yorumu yapılmaktadır: din açısından farklı olanları
tam dışlama oluşturmadan dinin topluluklar arasında başlıca
ayırt edici etken olarak ortaya çıktığı durumlar (Zavet
kasabasında Sünni Türkler ile Hıristiyan Bulgarlar arasındaki
ilişkiler) ve de aynı din aidiyetinin, ilk bakışta benzer iki kültür
topluluğu arasında dışlamanın başlıca faktörüne dönüştüğü
Balkanlar’da islam hakkında bkz. Tone Bringa, Being Muslim the Bosnian
Way & Identity and Community in a Central Bosnian Village, Princeton 1995;
Ger Duijzings, Religion and the Politics of Identity in Kosovo, London 2000.
2
Göç ve Adaptasyon 425
durumlar (İzmir’de göçmenler ile yerli Türkler arasındaki
ilişkiler). Yer aidiyeti, cinsiyet farklılaşması ve kuşak farklarıyla
ilgili olarak dinin grup içi ayırt edici rolünün yönleri de
tartışılmaktadır. Çalışmada dinsel olanın yerel düzeyde
ifadelerinin yanı sıra, din aidiyeti ile yer aidiyeti arasında
etkileşimin bazı yönlerine de vurgu yapılmaktadır.
1989 Yılından Sonra Bulgaristan Türklerinde Din ve
Kimliğin İnşası
Sık sık sabit, belirli ve değişmez olarak düşünülmesine
rağmen kimlik, sosyal ortamdaki değişikliklerin etkisi altında
yeniden tanımlanabilen bir dinamik yapıdır. Belli bir
topluluğun veya bireyin kimliğinin ifade edildiği durumların
özelliğine göre kimliğin ayrı ayrı niteliklerini ön plana çıkarmak
mümkündür. Kimliğin dinamik inşasını şartlandıran önde gelen
etkenler arasında bir topluluğun, etkileşerek kendi imajını
kurduğu ve ifade ettiği somut “Ötekiler”dir.3 İşte tam bu bakış
açısı, yani Bulgaristan Türklerinin kimliğinin yerel bağlamda,
günlük hayatın somut durumlarında ve somut komşu
topluluklarla ilgili olarak inşası, burada sunulan analizde başta
gelmektedir. Amaç, grup kimliğinin dinamik ve diyalojik
doğasını göstermek, fakat her şeyden önce grup sınırlarını bazı
yeniden tanımlama mekanizmalarını çizmektir. Bütün bunlar
din açısından ele alınmıştır.
Sünni Türkler, Ortodoks Hıristiyan Bulgarlar ve Müslüman
Bulgarların (Pomaklar) somut yerli topluluklarındaki gözlemlere
dayanan önceden yaptığım bir incelemede4 her bir topluluğun
prensiple topluluk kimliğini ifade etmek için farklı egemen
simgesel dilleri kullandığı sonucuna varmış bulunuyorum.
Türklerde topluluğun kendi ayırıcı özelliklerini, bu arada etnik
ve yerel aidiyeti, kültürel edinimleri, “karakterin” özelliklerini
(etnopsikolojiyi) veya yaşam tarzını da belirlediği simgesel dil
olarak dine öncü rol tanınmaktadır. Topluluk kimliğinin
Örn. Fredrik Barth, Ethnic Groups and Boundaries, Boston 1969; Us and
Them: The Psychology of Ethnonationalism. Group for the Advancement of
Psychiatry, New York 1987.
4 Magdalena Elchinova, “Ethnic Discourse and Group Presentation in Modern
Bulgarian Society”, Development and Society, 30/1, 2000 (2001), s. 51-78.
3
426 Elçinova
inşasında ve ifadesinde dinin bu öncü rolü, sadece bazı
sosyolojik araştırmaların gösterdiği gibi
Bulgaristan’da
Türklerin Bulgarlardan daha dindar olduğu olgusuna borçlu
değildir.5 Bunun temelinde daha çok, topluluğun, ayrı ayrı
üyelerinin
sosyalleşmesi
süreci
konusundaki
anlayışı
bulunmaktadır. Burada önemli bir şeye açıklık getirmek
istiyorum: bu iddia kırsal tipten topluluklar için geçerlidir
(benim araştırdığım Türk toplulukları gibi).6 Bu topluluklarda,
topluluk kültürünün belirli bileşenlerinin (folklor, ayinler, töre
kuralları ve ilgili rol modelleri vs.) benimsenmesiyle ilgili olan
yaşam dönemleri ve geçişlerinin belli ve basitleştirilmiş dizisini
kapsayan bireyin geleneksel diyebileceğimiz sosyalleşme modeli
paylaşılmaktadır. Bu süreç sadece veya başlıca dinsel bilgiler,
kural ve değerlerin benimsenmesini kapsamayıp, topluluk
tarafından
bireyin
“gerçek
Müslüman”
“olması”
veya
“dönüşmesi” süreci olarak da kabul edilmektedir. Veya yaptığım
ankete katılan insanların sözlerini genelleştirerek aktarmaya
çalışırsam, insan Bulgar, Türk, Çingene veya başka doğar, fakat
kendi topluluğunun kültürünü benimsedikçe yavaş yavaş
gerçek Müslümana dönüşür. Bu kavram çok önemli bir sonuca
işaret ediyor: yerel düzeyde din, sadece bir dine inanma ve
dinin pratiği olarak değil, daha geniş kapsamlı, yani kültür
geleneği olarak anlaşılmaktadır.7
Krş. Georgi Fotev, Drugiyat Etnos, Sofya 1994, s. 163-164; aynı yazar, “Ot
Negativna kăm Pozitivna Polyarizatsiya na Religioznite Obštnosti”, Săsedstvo
na Relogioznite Obštnosti v Bălgariya, Sofya 2000, s. 24; Veselin Bosakov,
“Bălgarskite Turtsi meždu Kulturata na Săsedstvo i Religiozna Identičnost”,
Săsedstvo na Religioznite Obštnosti v Bălgariya, Ed. G. Fotev, Sofya, 2000, s.
71-148.
6 Aslında 1989 yılına kadar Bulgaristan Türklerinin çoğunluğu köylerde ve
kırsal tipten küçük kasabalarda yaşamıştır. Bu nüfusta 1989 yılının
ortasından başlayarak bugüne kadar devam eden yoğun göç süreçleri,
Bulgaristan Türklerinin Türkiye, Bulgaristan veya Batı Avrupanın büyük
şehirlerine geçici veya kalıcı yerleşmelerine yol açmaktadır. Kırsal ortamdam
kentsel ortama geçiş, göçmenlerin sosyal özelliklerini ve davranış modellerini,
bu arada sosyalleşme modellerini de oldukça etkilemektedir. Bu, ayrıntılı
olarak araştırılması gereken bir sorundur.
7 Alan çalışmalarımdaki gözlemler, dinin gelenek olarak anlaşılmasının sadece
Sünni Türklerde değil, Ortodoks Bulgarlar ve Müslüman Bulgarlarda da
(muhtemelen araştırmamın konusu olmayan başka topluluklarda da)
olduğunu göstermektedir. Ayrıntılar için bkz. Magdalena Elčinova, “Religiyata:
5
Göç ve Adaptasyon 427
Bulgaristan Türklerinin topluluk kimliği ifadesinde diğer
başta gelen özellikler de dinle ilgilidir: geniş aile ve yer aidiyeti.
Söylediğim gibi Bulgaristan Türklerinin dini, belli din kurumları
veya ortodoksluk ve ortopraksi (doğru ibadet, doğru davranış)
sistemiyle ilgili olmaktan çok, her şeyden önce belli bir ahlak
normunun benimsenmesi ve izlenmesiyle ilgilidir.8 Dinin,
topluluk
kültürü
ve
geleneğinin
cisimleşmesi
olarak
anlaşılmasında aile yapısı, cinsiyetin sosyal yapılandırılması ve
kuşaklar arasındaki ilişkiler gibi şeyler temellendiricidir. İşte
bunlar, kültürü aktarma ve geleneksel değerler sistemini
koruma modelini belirleyen şeylerdir. Ancak ilgili sosyal kültür,
davranış kuralları ve kültürel kazanımların yaşatılmasıyla
topluluğun anlayışına göre bir insan “gerçek bir Müslüman”
olabilir ve bu nitelik Türkleri yakında bulunan herhangi bir
etnik veya dinsel topluluğun üyelerinden ayırmaktadır (onların
bakış açısından). Böyle bir kavramın doğurduğu mantıksal
sonuçlardan biri, başka toplulukta sosyalleşmiş olan bireylerin
(ör. Bulgarca konuşan Müslümanlar ve Müslüman Romanlar)
Türklerle aynı din aidiyetleri olmasına rağmen “gerçek
Müslüman” olamadıklarıdır.9
Din hakkında böyle bir görüş, geniş ailenin (iki kuşaktan
fazla temsilciler içeren), topluluk geleneği ve etik sisteminin
aktarıldığı dolaysız bir ortam olarak önemini vurgulamaktadır.
Birçok kültürel, sosyo-politik ve ekonomik faktörün etkisiyle
bugüne kadar bile Bulgaristan Türklerinde geniş ailenin yapısı
büyük ölçüde korunmuştur.10
Promyana i Traditsiya (Obrazi na Religioznoto)”, Bălgarski Folklore, 4, 1999, s.
8-11.
8
Ayrıca bkz. Bringa, Being Muslim; Donka Dimitrova, “Bălgarskite Turtsi
Preselnitsi v Republika Turtsiya prez 1989 Godina”, Meždu Adaptatsiyata i
Nostalgiyata, Sofya 1998, s. 76-139.
9 Daha sonraları bu ayırımın Türklerde de yer aidiyeti açısından devam
ettiğini göstereceğim.
10 Bu, ayrı ayrı köyler çerçevesinde öncelikle üçüncü kuşak denilen yaştaki
insanlar olan komşuları Ortodoks Bulgarlarla karşılaştırıldığında apaçıktır.
Köyden kente kitlesel göç eşliğinde oluşan Bulgar toplumunun 20. yüzyılın
60’lı ve 70’li yıllarında yoğun kentleşmesi, tarım bölgelerinde Türklerden çok
Bulgarları daha büyük ölçüde etkilemiştir. Bunun sonucunda bugün bile bu
bölgelerde Türk nüfusunda hala geniş aile modeli egemendir. Bulgarlarda ise
428 Elçinova
1989 yılındaki zorunlu göç ve 1990 yılından bu yana göç bu
aile modelinin mutlaka yıkılmasına yol açmamıştır; ortak ev ve
yakın akrabalar arasındaki değişik yardımlaşma biçimleri bunu
göstermektedir. Elbette göç, geniş ailenin yapısında bazı
dönüşümlere yol açmaktadır: ona ulusötesi karakteri
kazandırmaktadır, kuşaklar ve cinsiyet açısından rollerin
yeniden paylaşımını gerektirmektedir.11 Geniş ailenin önemi,
aralarında dinsel, etnik ve yerel grup içi evliliklere (endogamiye)
uymanın ön plana çıktığı evlilik kurallarına bağlıdır. Bu
gereksinimin ihlali görülmesine rağmen Türkler de, komşuları
olan Bulgarlar da grup içi evlilikleri (endogamiyi) topluluk
kimliklerinin korunması için şart olarak kabul etmektedirler.
Geniş ailenin çerçevesinde cinsiyetler arasındaki rollerin
geleneksel paylaşımını sürdürmenin de buna benzer anlamı
vardır. Bu paylaşım, kadının ailede esas rolünü yürürlüğe
koyuyor, fakat aynı zamanda onun sosyal alanda faaliyetlerini
de sınırlandırıyor. Kadın, geleneğin cisimleşmesi ve ailenin ve
evin özüyken erkeğe düşen rol, aileyi kamusal alanda temsil
etmek ve geleneğin korunmasını garantilemektir. Kırsal
ortamda Türklerde ve Bulgarlarda cinsiyetlerin geleneksel rol
paylaşımında benzerlikler olmasına rağmen Bulgarlar, Türk
kadınlarının davranışındaki kural sınırlamalarını iki topluluk
arasında başlıca ayırıcı özelliklerden biri olarak ve Türklerin
geri kalmışlığı ve tutuculuğunun belirtisi olarak kabul
etmektedir.
Dinin gelenek olarak anlaşılması, geleneğin belli türleri
olmasına bağlı olduğu ölçüde, yer aidiyetinin önemini de ön
plana çıkarmaktadır. Dahası da var, toplulukların yerel
sınıflamalarında12 yer aidiyeti, mezhep ve etnik aidiyetle eşdeğer
bu model her yerde yıkılmıştır: yaşlı insanlar köyde yaşarken çocukları ve
torunları çoktan beri kente yerleşmişlerdir.
11 Bu da derinlemesine araştırılmayı bekleyen bir sorundur.
12 “Toplulukların yerel sınıflamaları”ndan kastım toplulukların belli bir
yerleşim yerinde veya bölgede günlük hayat düzeyinde güncel bölünmesi ve
onların konuşma dilindeki isimleridir, örn. “Ustalar”, “Kırcalililer”, “Pomaklar”
v.b. Bu yerel sınıflamalar, kamusal söylemlerde etnik ve dinsel belirtilere göre
benimsenmiş sınıflamalardan oldukça farklıdır ve onların ağırlıklı olarak bir
değerlendirme karakteri vardır. Ayrıntılar için bkz. Magdalena Elčinova,
Göç ve Adaptasyon 429
bir kategoridir. Örneğin bir köyde doğan ve yaşayan Türkler için
ülkenin başka bir bölgesinden gelen komşuları olan Türkler de
yerli Bulgarlardan az farklı değildir. Grup içi evlilik (endogami)
gereksinimi onlar için de geçerlidir, grup sınırları ise daha da
belirginleşiyor, bu da sınırları bulanıklaştıran birçok ortak
kültürel
özelliğin doğurduğu
tepkidir. Örneğin
Zavet
kasabasında yerli Türkler, onlarca yıl önce Kırcali bölgesinden
göç edip yerleşen komşularına bir küçümsemeyle bakıyorlar.
Onlar, “Kırcalililer”in ağzı, giyim ve yaşam tarzı hakkında alaylı
konuşuyor, onlarla karma evliliklere hoşgörülü bakmıyor ve her
fırsatta aralarındaki farkların altını çiziyorlar. Bu ayırımlar
Bulgaristan dışındaki göçmenler arasında görülür: çoğunlukla
Cebel ve Krumovgrad bölgesinden gelen İzmir’de görüştüğüm
kişiler, onlara göre “şehirliler”, daha iddialı ve daha eğitimli
insanlar olan Deliorman’daki “Kuzeyliler”le farklılıklarını
anlatıyorlardı.13
Kimlik inşasında yer aidiyetinin rolünden söz ederken belli
bir yerleşim yerinin kültür açısından farklı olan sakinleri
hakkında kullanılan “kendi Ötekileri” kategorisi üzerinde kısaca
durmak gerekir. Bu kategori araştırılan bölgedeki Ortodoks
Bulgarların konuşmasında aynen mevcuttur. Onlar “bizim
Türklerimiz”,
“bizim
Çingenelerimiz”
veya
“bizim
Protestanlarımız” hakkında konuşuyorlar; bütün bunlar, farklı
etnik ve/veya dinsel aidiyeti olmalarına rağmen kendilerini
birçok bakımdan “kendi” topluluğuna yakın değerlendiriyorlar.
Bu, özellikle “bizim Ötekilerimiz”in “yabancı Ötekiler”le (ör.
Türkiye’de veya Bulgaristan’ın başka bölgesindeki Türklerle)
karşılaştırıldığında son derece açıktır ve genellikle “yabancı
Ötekiler” birinci gruptan daha olumsuz değerlendirilmektedir.
“Kendi Ötekileri” kategorisi, grup sınırlarının belirlenmesinde
çok
etkin
rol
oynamaktadır,
bu
kategori,
onların
transactionalismi (iletişimsel etkileşimciliği) ve diyaloglaşmanın
“Modelirane na Etničniya Obraz v Situatsiya na Prehod”, Prehodăt na
Bălgariya prez Pogleda na Sotsialnite Nauki, Der. K. Bayčinska, Sofya 1997, s.
162-165.
13 Ayrıca bkz. Dimitrova 1998, s. 123-124.
430 Elçinova
altını çizer (Barth 1969) ve karmaşık kavramlar olan yakınlık ve
uzaklığı, dâhil etme ve dışlamayı tanımlamaktadır.
Grup kimliğinin inşasında ve ifadesinde Türklerle Bulgarlar
arasında tam ve detaylı bir karşılaştırma yapmadan önce
önemli olan birkaç husus üzerinde duracağım. Birincisi, etnik
ve dinsel aidiyet kategorilerinin karışmasıdır. Ortodoks
Bulgarlarda etnik terimler, din aidiyetini de işaretlemek için
kullanılmaktadır (krş. “Bulgar”/”Türk” imanı). Sünni Türklerde,
gösterdiğim gibi, bağlantı ters yönde gitmektedir – dinsel
sınıflama etnik aidiyeti “ima etmektedir” (krş. “gerçek
Müslüman"dan anlaşılan Türk’tür).
Her bir topluluğun, kendini öbüründen açıkça farklılaşmış
olarak (hatta bir anlamda zıt) tanımlamasına rağmen, aslında
onlar ortak kimlik inşası ilkesini izlemektedir. Burada daha
ayrıntılı bir açıklamaya gerek vardır. Yoğun Türk nüfusu olan
bölgelerde yerel düzeyde etnik ve dinsel toplulukların yerel
sınıflamalarında Bulgarların ve Türklerin benzer, üstelik saygın
bir konuma sahip olmalarıyla başlayacağım. Bu eşitlik, büyük
dereceye kadar Ortodoks Bulgarların milli çapta, Sünni
Türklerin yerel çapta olmak üzere ikisinin de çoğunluk
pozisyonuna
borçludur.
Birbirlerine
şu
açıdan
da
benzeşmektedir: üyeleri, kendi grubuyla öteki grubun “temiz”14,
dolayısıyla tartışmasız kimliğe sahip olduğunu düşünmektedir.
Bunun sonucunda yerel düzeyde bu kimlikler hem kültür
açısından (sabit kimlik belirtilerinin sahibi olarak), hem de
sosyo-psikolojik açıdan (nispeten yüksek grup öz güveni ve
gururu ve düşük grup tehlike korkusu paylaşanlar olarak) sabit
inşa ediliyor. Bu özellikler, Sünni Türklerle Ortodoks Bulgarları
yerel düzeyde başka komşu topluluklardan ayırmaktadır. Yine
“Temiz Bulgar” ve “temiz Türk” gibi kavramlar, sık sık konuşma dilinde
kullanılmaktadır. A priori ve kayıtsızca ve şartsızca belli bir etnik kategoriye
bağlı olarak benimsenmiş bellibaşlı kültürel özelliklerin varlığını
işaretlemektedir, örn. Bulgarlar Bulgar dilini konuşur, dini Ortodoks
Hıristiyanlıktır, Türkler Türk dilini konuşur, Sünni Müslümandır. Bu, aslen
primordiyalist (evveliyatçı) bakış açısından örn. Bulgarca konuşan
Müslümanlar, Gagavuzlar, Katolik Bulgarlar, Müslüman Romanlar veya
Alevilerin “temiz” ve tartışmasız kimlikleri yoktur.
14
Göç ve Adaptasyon 431
de “temiz” kimlikleri, etniklik (etnisite)/dil ve din arasında belli
bağlantılar olarak ifade edilmektedir: her etnik Bulgar “kurallı
olarak” Ortodoks Hristiyan’dır, her etnik Türk Sünni
Müslümandır.15 Yerel kavramlara göre bu karşılıklı bağıntılara
dayanan kimlikler, belirgin, sabit ve tartışmasızdır (daha
yüksek derecede savunmasızlığa sahip ve sık sık başka
toplulukların tartışma konusu olan, onlardan ayrılan
kimliklerden farklı olarak (ör. Bulgarca konuşan Müslümanlar).
Ek olarak böyle kimliklere sahip olan gruplar arasında etkileşim
kuralları da çok net ve belirlidir. Elbette bütün bunlar
gerçekten tanıtıldığından daha dinamik ve farklı olup bu sabit
ve değişmez görünen kimlikler aslında çok esnek yapılardır.
Bulgaristan’ın yakın tarihinin gösterdiği gibi bir takım
durumlar, böyle “sabit” toplulukların üyelerinde bile de
istikrarsızlık ve korunmasızlık duygularına yol açabildiği gibi
onların kimliklerini de sarsabilir.16 Fakat günlük düzeyde bu
“temiz” ve sabit olarak inşa edilmiş kimliklerin, gruplar
arasındaki sınırların tanınması ve sürdürülmesi şartıyla Bulgar
ve Türk toplulukları arasında net çizilmiş sınırları ve aynı
zamanda iyi komşuluk ilişkilerini belirlediği iddia edilebilir.
Sıradaki altı çizilmesi gereken özellik, incelenen her iki
topluluk için de yer aidiyetinin çok önemli oluşudur. Hatta o,
bir takım durumlarda etnik ve dinsel farklılıklara eklenir ve
onları kendi içine alır.
Buna benzer bir bağlamda ve şimdiye kadar söylendiği gibi,
Bulgaristan Türkleri için İslam’ın sadece dini bir inanç ve dini
Bir taraftan etnisite ile ana dil, diğer taraftan etnisite ile din aidiyeti
arasında benzer bir bağlılık, sadece belli bir milliyetçi ideolojinin sonucu değil,
aynı zamanda incelenen bölgede gözden geçirdiğimiz topluluklarda kimliğin
her günkü inşasının özelliğidir.
16 Örn. “Yeniden Doğuş” sürecinin ideolojik temeli böyledir. Bu süreçte tam
bir asimilasyon pratikleri sistemi, Bulgaristan Türklerinin Bulgar kökeni
karinesiyle motive ediliyor (ayrıntılar için bkz. Marie Gaille, “Reshaping
National Memory – The Policy of Bulgarian Government toward the Ethnic
Turks in Bulgaria from 1984 to 1989”, Balkan Forum 4/2 (15), 1996, s. 187253; Wolfgang Höpken, “From Religious Identity to Ethnic Mobilisation: The
Turks of Bulgaria before, under and since Communism”, Muslim Identity and
the Balkan State, Eds. H. Poulton / S. Taji-Farouki, The Hague 1997, s. 5481).
15
432 Elçinova
bir pratik olmayıp, topluluğun kültürel özelliği ve geleneğinin
cisimleşmesi olduğu hususu (yani zaman içerisinde topluluğun
devamlılığı ve istikrarı fikrini cisimleştiriyor) göz önüne alınarak
dinin birleştirici rolü ön plana çıkmaktadır. Din, nesilleri
(yaşlılar ve gençler, ebeveynler ve çocuklar arasındaki iç
anlaşmazlıklara üstün gelir), aileyi (eşler, ebeveynler ve
çocuklar, erkekler ve kadınlar arasında tam formülleştirilen
konumlar ve davranış kuralları aracılığıyla), yerel topluluğu
birleştirir. Bu şekilde anlaşılan din yerel topluluk düzleminde
farklı imanlarına rağmen bir anlamda Bulgarlarla Türkleri de
birleştirir. Dinin ve din farklılığının bayramlar, ayin ve adetler,
giyim tarzı, mutfak vs. üzerine yansıması, iki topluluk
arasındaki sınırı her birinin “görünürlüğü” ve varlığını tehdit
etmeyecek kadar yeterince net yapmaktadır. Yerel düzeyde ve
baskıyla empoze edilen siyasal asimilasyon uygulamaları ve
milliyetçi ideolojiler olmadığı sürece bu, en açık ifadesi köy
halkı için bazı ortak uygulamalar olan iki topluluk arasında
etkileşim ve işbirliği biçimlerini teşvik etmektedir (bütün köyün
katıldığı panayırlar, kurban kesmeleri, yağmur duaları vs.).
Alan çalışmaları, geleneksel olarak Türklerle başka Müslüman
topluluklar (ör. Müslüman Çingeneler veya Müslüman
Bulgarlar) arasında daha fazla gerilim biçimleri olduğunu
göstermektedir.17 Bunun sebebi, ortak dinin bu iki topluluk
arasındaki farkların kaybolmasına yardım etmesi ve bazen
değişik sebeplerden dolayı kendilerini Türk göstermek için Türk
olmayan Müslümanların bundan faydalanması, bunun da Türk
topluluğu üyeleri tarafından iyi karşılanmamasıdır.
Bu son gözlem, biraz çelişkili bir genellemeye yol
açmaktadır: farklı din birleştirebilir, ortak din ise değişik
toplulukların üyelerini ayırabilir. Bu sonuncusuyla ilgili olarak
dinin rolüne odaklanarak 1989 yılında Türkiye’ye göç eden
Bulgaristan Türklerinin topluluk kimliğinin inşasında ve
ifadesinde vurguların nasıl değiştiğini kısaca çizmeye
çalışacağım. Dikkati sadece yeni ortama adaptasyon süreçlerine
17
Ayrıca bkz. Fotev, 2000, s. 19.
Göç ve Adaptasyon 433
ve Bulgaristan’dan göç edenlerle yerli Türkler (İzmir’den
örneklere dayanarak) arasında karşılıklı etkileşime çekeceğim.
1989 yılında Bulgaristan’dan Göç Edenlerin Dini ve
Kültürel Adaptasyonu
1989 yazında Bulgaristan’dan Türkiye’ye Türklerin kitlesel
olarak zorunlu göçü, Türk toplumunda farklı fikir ve tepkilere
yol açmıştır. Ayşe Parla’nın belirttiği gibi18 hükümet, yeni
gelenleri eve dönen etnik soydaş olarak “Hoş Geldinizle”
karşılarken ve onların Türk toplumuna daha hızlı ve başarılı
bütünleşmesi için bir takım yasal ve idari önlemler alırken,
kamuoyunun göçmenlere karşı tutumu tek yönlü değildir. İyi
niyetli seslerin yanı sıra sebepleri farklı olan açıkça olumsuz
değerlendirmeler de görülmektedir. Ekonomik etken ön plana
çıkıyor: 1989 yılında göçmenleri sempatiyle karşıladıktan az
süre sonra, Türkiye’deki Türkler göçmenlerle emek piyasasında
ciddi rekabette bulunuyor. Ayrıca buna yeni gelenlerin, sosyal
kaynakların paylaşımına ve sosyal yardımlaşmaya katılımı da
eklenmektedir. Bir taraftan göçmenlerin sayıca çokluğu, sosyal
refah sistemine ciddi olarak zorlamaktadır, diğer taraftan
göçmenlere verilen yardım ve imtiyazlar (konut sağlama, eğitime
devam etme konusunda) sosyal kaynaklara erişimde eşitsizlik
duygusunu uyandırmaktadır. Bir bütün olarak kitlesel göç,
özellikle Türk toplumunun belli tabakalarında - az eğitim
görenler, düşük gelirli olanlar, durumları emek piyasasında
istikrarsız olanlarda – güvensizlik ve korku doğuruyor, bu
duygular çok güçlüdür. Bunlara düşünüş tarzı ve kültür
modellerindeki farklar da eklenmektedir. Bu açıdan ilk yaşanan
“kültürel şok” iki taraflıdır denilebilir, çünkü iki tarafın da ilk
beklentileri, dil, giyim, ev döşeme tarzı, yemek, iş, tatil, bayram
kutlaması alanında daha büyük kültürel benzerlik olacağı
doğrultusundadır.
Günlük
hayatta
bazen
komik
anlaşmazlıklardan başlayarak19 ahlak, erkek-kadın (cinsiyet)
Ayşe Parla, “Irregular Workers or Ethnic Kin? Post 1990s Labour Migration
from Bulgaria to Turkey”, International Migration, 45 (3), 2007, s. 158-180.
19 Örn. İzmir’de bir aile, günlük sofrası için ilk önce aldıkları ekmeğin
miktarıyla komşularını şaşırdığını anlattı. Orada satılan ekmeğin daha küçük
boyu, bol bol ekmek tüketme alışkanlığı ve başka, daha pahalı gıdalardan
18
434 Elçinova
rol modelleri, başarı, mutluluk, iş ve özel hayatta başarılı olma
gibi esas kategorilerin anlayışındaki ayrılıklara kadar ortaya
çıkan farklar aslında daha büyük ve pek çoktur. Bu da,
göçmenlerin göç alan topluma daha uzun bir adaptasyon süreci
için bir ön koşul olmaktan başka, yeni gelenler ile yerliler
arasındaki
farklılık
söylemlerinin
etkinleşmesine20
ve
göçmenlerde nostaljik duyguların artması ve geçmişin yeniden
değerlendirilmesine sebep oluyor.21 Yerli halk ve göçmenlerden
oluşan iki topluluk arasındaki etkileşimi engellemeyen, fakat
farklılığı destekleyen net sınırlar çiziliyor. İlginçtir ki,
farklılıklar, Bulgaristan Türklerinin göçe kadar kendi
kimliklerinin inşasında esas saydıkları özellikler üzerine
odaklanmaktadır: din, dil, adetler, giyim, mutfak. Yeni gelenler
için muhtemelen en büyük şok dil alanındadır – çok vakit
geçmeden Türk yazı dilini de, yerli lehçeyi de bilmediklerinin
veya başka deyişle Bulgaristan’da olduğu gibi burada da
çoğunluğun dilini konuşmadıklarının farkına varıyorlar. Fakat
yerlilerle göçmenler arasındaki en kuvvetli ayrılık din
konusundadır. Yaptığım araştırmalara katılan insanlar, bu
farkları, göçmenlerin yerli halkın gözünde pek o kadar “gerçek
Müslüman” görünmemesine sebep olan farklı değerler ve
davranış kurallarına uyma olarak anlatıyor. Cinsiyet
ayrımlaşmasıyla ilgili değerler ve davranış kuralları ilk sırada
yer almaktadır. Bulgaristan Türkleri, doğdukları yerlerde
para tasarruf etme çabaları yüzünden her gün yaklaşık on tane ekmek
alıyorlarmış, bu da komşuları olan yerli Türklerin düğün veya başka bir tören
için hazırlık yapıp yapmadıklarını sormalarına neden olmuştur.
20 Ayrıntılar için bkz. Magdalena Elchinova, “Alien by Default. The Identity of
the Turks of Bulgaria at Home and in Immigration” Developing Cultural
Identity in the Balkans: Convergence vs. Divergence, Eds. R. Detrez / P. Plas,
Brussels 2005, s. 87-110; Parla 2007.
21 Plamen Bočkov, “Rodinata v Diskursa na Sravnenieto”, Antropologični
Izsledvaniya, 3. cilt, Sofya 2002, s. 57-76; Ayşe Parla, “Remembering across
the Border: Postsocialist Nostalgia among Turkish Immigrants from Bulgaria”,
American Ethnologist, 36/4 ,2009, s. 750-767; D. Dimitrova, agm, s. 76-139.
Parla’nın, hakkıyla belirttiği gibi, gözlemcilerin sık sık sınıflandırdığı nostalji,
aslında göçmenlerin güncel durumu açısından geçmişi yeniden düşünme ve
yapılandırma sürecinin sonucudur (Parla 2009). Bulgaristan’da göçmenlerin
hayatının, komünist rejimin asimilasyon politikasının yanısıra göçten sonra
kendilerini buldukları yeni ortamla karşılaştırıldığında özellikle göze çarpan
kendine özgü bazı artıları da olduğu düşünülmektedir.
Göç ve Adaptasyon 435
komşuları olan
Bulgarlar tarafından kadınlara karşı
tutumlarında çok muhafazakâr olmaları yüzünden sık sık
eleştirilirken, göç ettiklerinde yerli Türkler tarafından kabul
edilmeyecek
kadar
liberal
olarak
değerlendiriliyorlar.
Göçmenleri yerlilerden ayıran en çarpıcı özellik çalışan
kadınlardır.22 Bu da yerli halkın, göçmenleri (özellikle onların
kadınlarını) toplumda herkesçe kabul edilen kuralları ihlal
ettikleri için ahlak açısından ‘temiz olmayan’ olarak
nitelendirmelerine yol açmaktadır. Fakat göçmenler için çalışan
kadınlar alışılmış olduğu kadar gerekli bir şeydir. Alışılmış bir
şeydir, çünkü terk ettikleri ülkede durum öyleydi (sosyalizm
döneminde en çok duyurulan sloganlardan biri cinsiyet (kadınerkek) eşitliğidir); gereklidir, çünkü bu olmadan yeni yaşadıkları
yerde hayatlarını kuramazlar – araştırmaya katılan insanların
hemen hepsi, Türkiye’de maddi refaha çabuk ulaşmalarının
başlıca sebebi olarak iki eşin de çalıştığını belirtiyorlar.
Yerlilerin,
Bulgaristan’dan
göç
edenlerin
davranışı
hakkındaki yeteri kadar ahlaki olmadığı, dolayısıyla yeteri
kadar dindar olmadığı doğrultusunda olumsuz değerlendirmesi,
göçmenleri kendi payına kimliklerinin temel bileşenlerini
yeniden düşünmeye sevk etmektedir. Onlar, bu sefer dinle
bağlantılı olmaksızın yeniden ön plana ahlaki özellikler
çıkarıyor. Bulgaristan Türkleri göç koşullarında en ağır işten
bile korkmayan, tutumlu ve alçakgönüllü, güçlüklerde, hatta
sık sık yoklukta yaşamaya alışmış olan çok çalışkan insanlar
olarak topluluk imajını oluşturmaktadır. Yaptığım ankete
katılan insanlara göre bu da onların göç şartlarında maddi
başarıyı elde etmelerinin açıklanmasıdır.23 Göçmenler dini,
artık bir değerler ve ahlaki kurallar toplamı olarak değil, daha
çok camiye gitme pratiği, yani işe gitmeyen insanlara özgü
pratik olarak yorumlamaktadır (onların burada kast ettikleri bir
taraftan yaşlılar, emekliler, diğer taraftan ise – yerlilere imada
Türk toplumunun, Bulgaristan göçmenlerinin büyük kısmının bulunduğu
daha alt sosyal katmanları söz konusudur (ayrıca bkz. Parla 2007).
23 Nispeten kısa bir süre için sıfırdan başlayarak Bulgarsitan’dan Türkiye’ye
göç edenler, çoğu defa yerlilerin evlerinden daha büyük ve daha iyi mobilyalı
birkaç katlı kocaman evler kurabiliyor (ayrıca bkz. Dimitrova, agm, s. 93-95).
22
436 Elçinova
bulunarak – çalışmak istemedikleri için böyle bahane uyduran
tembellerdir).24
Farklılaşma ve hatta dış ortam tarafından kabul edilmeyiş
bağlamında grup kimliğinin inşası süreçlerinde, ailenin ve de
yer aidiyetinin rolü büyümektedir. Aile ve yerel ilişkiler, hayatta
kalmanın ve göç ortamında hayata uyum sağlamanın gerekli
şartına dönüşür. Göçmenler, akrabalarının yaşadıkları veya
doğum yerlerinden ya da onlara yakın yerleşim yerlerinden
komşularının yerleşmiş oldukları yerlere yerleşiyorlar. Örneğin
İzmir’de göçmen semtlerinin bazıları öncelikle akrabalar ve
hemşehrilerden
ibarettir.
Akraba
ve
komşuların
yardımlaşmasıyla hayatlarına yeniden başlıyor, iş buluyor, yeni
kocaman evlerini kuruyorlar. Aileler, devlet sınırı yüzünden ayrı
oldukları zaman bile aile bağları etkin bir şekilde
sürdürülmektedir: göçmenler başlangıçta bundan önce
“Yerliler, kendi dindarlığı arkasına tembelliğini saklıyor” yolundaki aşırı
fikirler, kendi farklı davranış modelleri yüzünden yerliler tarafından güçlü bir
sosyal eleştiriye ve hatta bir izolasyona tabi tutuldukları zaman, yani
göçmenlere dış ortamın baskısı en güçlü ve aşırı olduğu hallerde ortaya
çıkmaktadır. Bu nitelikte örnekler İzmir’de çoktu, çünkü oradaki Bulgaristan
göçmenlerinin çoğu bu tiptendi: genellikle dikiş atölyelerinde işçi olarak
çalışan, çoğu hallerde Türkiye’de alt sosyal katmanların başka temsilcileriyle
beraber ayrı göçmen semtlerinde yaşayan düşük eğitimli ve profesyonel
açıdan düşük kalifiyeli insanlar. Son yılda (Mayıs 2009 – Haziran 2010)
Edirne’de ve İstanbul’da yaptığım alan araştırmaları sırasında görüştüğüm
daha farklı sosyal profili olan göçmenlerde din konusunun o kadar güncel
olmadığı, yerlilerle göçmenler arasındaki farklılıkların başka terimlerle
yorumlandığı ortaya çıktı. Bu şehirlerdeki göçmenlerin çoğu, daha yüksek
eğitimli ve kalifiye meslek sahibidir, bazıları üniversitelerde ve belediyelerde iyi
işlerde çalışıyor, bazıları özel sektörde iş kurdular. Dolayısıyla daha laik
eğilimli nüfus kesimleri arasında değişik kent semtlerinde dağılmıştır, bu da
erkek-kadın rol modellerini dini ahlak terimlerine bağlamaz. Örn. Edirne’de
göçmen kadınların girişimciliği ve etkinliği konusu yerlilerle göçmenler
arasında temel ayırt edici faktör olarak yine ortaya çıktı, fakat orada
görüştüğüm bayanlar onu aşırı hırs ve ailede emir verme isteği olarak
değerlendirdi. Açık değerlendirme karakterinin yanısıra bu iddia, göçten sonra
kadınların ev yardımcıları olarak daha kolay iş bulabildikleri gözlemiyle
dolaysız bir şekilde bağlantılıdır, bu da onları yıllar sonrası için ailenin temel
gelir kaynağı haline getirmiştir. Dolayısıyla ailede rollerin belli bir yeniden
paylaşımına etki göstermiştir. Bu şehirlerde gözlemlerim henüz başlangıç
düzeyinde olduğu için onları tartışmada temel kanıt olarak kullanamıyorum
ve bu yüzden bunları uzun bir dipnotta anlattım. Bu gözlemler, göç alan
toplum şartlarında göçmenlerin dine karşı tutumunun göçmen topluluğunda
var olan iç ayrışmalara bağlı olarak oldukça farklı olabildiğini gösteriyor.
24
Göç ve Adaptasyon 437
Türkiye’ye yerleşmiş olan ve Bulgaristan’da kalan akrabalarının
desteğini
buluyor,
daha
sonraları
zenginleşince
ve
Bulgaristan’ın ekonomik durumu kötüleşince kendi payına
Bulgaristan’daki yakınlarına yardım ediyorlar. Düğünler,
cenazeler ve seçimler en çok birbirinden ayrılan akrabaların bir
araya gelmesi ve aile bağlarının pekiştirilmesine vesilelerdir.
Tabii ki göç, yabancılaşma ve akrabalık ilişkilerinin zayıflaması
olan
ters
sürecin
kapısını
da
açmaktadır25,
fakat
Bulgaristan’dan gelen göçmenler için aile hala - en azından eski
ve orta kuşaklarda - kimliklerinin inşasında başlıca dayanaktır.
Önemli
ölçüde
yerliler
tarafından
izole
edilen
Bulgaristan’dan gelen Türkler için yer aidiyeti göçte yeni
boyutlara ve anlama kavuşmaktadır. Köy toplulukları sık sık
yeni ortamda (en çok büyük şehirlerde) yeniden kurulmaktadır.
Komşu ve arkadaşlar birbirlerine yakın yerleşirler. Böylece yerel
topluluk, geleneği yaşatma ve göçten önceki ve göçten sonraki
hayatın devamlılığını sağlama görevini yerine getirmeye
başlıyor. Böylece yeni ortamda bireyin ait olduğu grupta
sosyalleşmesi süreci de korunur. Bu süreç, geleneğin, adetler ve
ayinlerin iyi benimsenmiş mekanizmaları tarafından garanti
altına alınmış ve aile içinde ve daha dar sosyal ortamın
çerçevesinde sürdürülmüştür. Bu şekilde yerel topluluk,
kültürün yeniden üretimi ve biyolojik üreme için temel ortam
rolünü korumaktadır.
Sonuç
Bu makalede 1989 yılından sonra Bulgaristan Türklerinde
grup kimliğinin inşasında dinin kullanılması üzerinde durdum.
Burada gösterilen örnekler, gruplar arası etkileşim süreçlerinde
dinin topluluk kimliğinin şekillenmesinde ve ifadesinde oldukça
dinamik yorumlara sahip olduğunu gösteriyor (bireyler, din
aidiyetini kalıcı ve hayatları boyunca değişmeyen bir şey olarak
kabul ettikleri zaman bile). Ayrıca ortak dinin toplulukları
birleştirdiğini, farklı dinin ise onları ayırdığını, hatta birbirlerine
karşı koyduğunu iddia etmenin basit ve yanıltıcı olduğu
Tsvetana Georgieva, “Preselničeska Motivatsiya na Bălgarskite Turtsi”,
Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata, Sofya 1998, s. 58, 61.
25
438 Elçinova
ortadadır. Din aidiyetlerinden söz ederken insanların sık sık
benzer fikirler ileri sürmelerine karşın, bu kimliği nasıl inşa
ettikleri ve kavradıklarının tamamen anlaşılması için dinle ilgili
söylemlerin tüm çeşitliliğini izlemek ve gerçek pratiklerini de
göz önüne almak gerekmektedir. Bununla ilgili olarak dinin,
etnik, yerel, cinsel, siyasi, ekonomik vs. konulu söylemlerde
nasıl konumlandırıldığına da dikkat etmek önemlidir. Bu, aynı
zamanda din aidiyetinin güçlü bir şekilde bağlama bağlı
nitelikte olduğu anlamına geliyor.
Göçmenler ulusötesi bir topluluk olarak oluşmaktadır,
onların büyük kısmı çifte vatandaştır ve ikili sosyalleşme
sürecinden
geçmiştir:
ilk
önce
Bulgar
toplumunda
sosyalleşmişlerdir, ikinci olarak Türk toplumunda uzun süren
adaptasyon
ve
bütünleşme
(entegrasyon)
sürecinden
geçmişlerdir. İki değişik ulusal projenin, iki özel tip ulusal
farklılık politikasının etkisiyle oluştukları söylenebilir. Bunun
da ötesinde onlar, esnek ve dinamik grup ve birey aidiyeti
stratejilerini kurarak bunların aracılığıyla Bulgar-Türk sınırının
iki tarafındaki toplumların özel koşullarına uyum sağlamıştır ve
bazı bakımlardan birbirine karşıt olan siyasi ve kültürel
modeller arasında bağlayıcı unsur, aracı ve “tercüman” rolünü
oynamaktadırlar. Makalemde topluluk kimliği faktörü olarak
din açısından bu esneklik ve uyum sağlama yeteneğine
değindim. Aynı zamanda bu faktörün, göçmenlerin iki toplumda
çoğunluğun temsilcileriyle, yani Bulgaristan’da Hıristiyan
Bulgarlar ve Türkiye’de yerli Türklerle etkileşiminde etkileri
üzerine yoğunlaştım.
Göç veren toplumda (geldikleri toplumda) dinin kimlik
faktörü olarak rolü, Türklerin, dıştan bakılırsa milli
çoğunluğunkinden oldukça farklı kültürel repertuvarına
(birikimine) sahip bir etnik azınlık olarak konumu tarafından
belirlenir. Hatta 1970’lerde ve özellikle 1980’lerde resmi
komünist ideoloji, Türk azınlığının kültürel özelliklerini Bulgar
çoğunluğununkilere karşı koyarak, başlıca baskı dine ve
onunla ilgili niteliklere (isimler, giyim, ayin pratikleri,
bayramlar)
uygulanmıştır.
‘Yeniden
Doğuş
Süreci’nin
Göç ve Adaptasyon 439
asimilasyon
politikası,
hükümetin
uygulattığı
kültürel
farklılıkları ortadan kaldırma denemesi veya iletişimsel
etkileşimciliğin terimleriyle, Bulgarlarla Türkler arasında etnik
sınırların silinmesidir. Son 20 yılda Bulgaristan’da Türkler, bu
politikanın aksine, onlara göre toplulukları için esas olan ve
Bulgaristan’da diğer bütün topluluklardan onları farklı kılan
özelliklerini vurgulayarak kendi kimliklerini inşa etmektedirler.
Böylece onların kimlik inşalarında bir taraftan hala
unutulmamış geleneksel birey sosyalleşmesi modelinin devamı
olarak, diğer taraftan ise yakın geçmişte milliyetçi komünist
politikanın en güçlü saldırdığı şeyin karşıtı olarak ön plana din
çıkar. Üstelik dinin, grup kimliğinin direklerinden biri olarak,
yani kendi sosyal bütünleştirici rolünde değerlendirildiğinin
altını çizmek önemlidir. İnsanlar, İslam’ın bilinmesine dini
uygulama ve yaşamadan çok kendi topluluklarının gelenekleri
ve özelliğini bilme ve tanıma olarak bakıyorlar. Başka Balkan
ülkelerinde,
örneğin
Makedonya
ve
Kosova’da,
bazı
toplulukların uyguladıkları gibi Bulgaristan’da Türklerin, dini
siyasal seferberliğin aracı olarak kullanmadıkları önemlidir.
Din, topluluğun siyasi temsilcileri tarafından grup hakları veya
etnik özerklik (otonomi) aramak için kullanılmayıp daha çok
sosyalizm sonrası Bulgaristan’da dinsel ve etnik aidiyetleri ne
olursa olsun tüm vatandaşlara eşit bireysel hakların
verilmesinin ölçme aracıdır.
1989 yılında Bulgaristan’dan göç edenler, etnik azınlık
olmamalarına rağmen, Türkiye’de kendilerini yine azınlık
topluluğu konumunda buluyor. Dıştan bakılırsa Türk
toplumundaki çoğunluğun kültürel özelliklerini paylaşıyorlarsa
da, aslında onlar oldukça farklı anlayış, değer, davranış
modelleri ve gündelik hayatın pratiklerinin taşıyıcılarıdır.
Kültürel
farklılıklar,
sosyal
faktörler
tarafından
da
kuvvetleniyor: Bulgaristan’dan göçmenler bir bütün olarak orta
sınıfta ve orta sınıfın alt katmanında yer alıyor, orada geldikleri
toplumda (göç sırasında Türk toplumundan çok daha homojen
bir toplum) alıştıklarından çok farklı rol beklentileri ve davranış
modelleriyle karşılaşıyorlar. En büyük fark, ailede ve geniş
toplumda erkek-kadın (cinsiyet) rol modellerinde ortaya çıkıyor,
440 Elçinova
bunlar da kendi payına göçmenler ile yerliler arasındaki
farklılık söylemlerinde din ve ahlak terimlerinde yorumlanıyor.
Göçmenlerin bazı bakımlardan ahlak yetersizliği olarak da sık
sık
yorumlanan
dindar
olmayışı,
yerli
Türklerin
(Bulgaristan’dan gelenlerin çoğunun yaşadığı ve çalıştığı
tabakaların) eleştirisi ve kabul etmeyişinin başlıca konusu
haline gelmektedir. Göçmenlerin yeni yaşam ortamına
getirdikleri alışılmamış kültürel pratikler ve davranış
modellerinin eleştirisi ve kabul edilmeyişi, kültürel farklılıktan
doğan şokun sonucundan çok, yeni gelenlerin emek
piyasasında ve sosyal kaynakların paylaşımında yerlilerle
girdikleri rekabetin sonucudur.
1989 yılında Bulgaristan’dan göç edenler Türkiye’de bir
takım hızlı ve başarılı entegrasyon olanaklarına sahip olan
birinci kuşak göçmenler konumundadır, fakat aynı zamanda
kendi kültürel ve sosyal farklılıklarını korumaktadırlar. Üstelik
onların topluluk olarak ayrışmış konumu, sadece dıştan, göç
alan
(yerli)
toplumdan
kaynaklanmıyor.
Bu,
geçmiş
deneyimlerinden değer ve başarı olarak değerlendirdiklerini,
kendi topluluğunun geleneklerine bağladıkları pratikleri ve
tavırları korumak ve pekiştirmek için iç gereksinimlerinin
sonucudur. 1989 yılında Bulgaristan’dan göç edenler, Türk
toplumunda özel topluluk olarak kimliklerini inşa ederken, yine
dini kullanıyorlar, fakat bu sefer ters yönde – modernlik,
ilericilik, laik dünya bakışı olarak da anlaşılan dindar
olmayışlarını
vurguluyorlar.
Böylece
göçmenler,
Türk
toplumunda birinci nesil göçmenler olarak yer aldıkları pek o
kadar prestijli olmayan konuma karşılık olarak, prestijli (kendi
kriterlerine göre) bir grup imajını kuruyor. Yine de göçmenler,
kendi topluluklarının yukarıda çizilen iki imajı arasında onları
tutarsız ve birbirine zıt kabul etmeksizin kolayca geçiş
yapabiliyorlar. Bir taraftan dini (dindarlığı) gericiliğin,
tutuculuğun, çağdaş olmamanın ifadesi olarak göstermek,
onun sosyal bütünleştirici rolünü mutlaka inkâr etmek
anlamına gelmiyor. Ayrıca topluluk kimliğinin, biri dini grup
kimliğinin temeline koyan, diğeri dini olumsuz grup
özelliklerinin kaynağı olarak gören iki temel taşı, farklı sosyal
Göç ve Adaptasyon 441
ortamların, farklı “önemli Ötekiler”le etkileşimin ürünü ve
aracıdır. Göçmenlerin kimliğinin inşasında esneklik aslında
onların uyum sağlayabilirliğinin, geldikleri toplumla yerleştikleri
toplumu tanımanın ve bu toplumlara dâhil oluş derecelerinin
göstergesidir.
Makalede birkaç defa 1989 yılı göçmen topluluğunun iç
heterojenliği kaydedilmiştir; bu ayrışmanın grup ve topluluk
kimliğinin inşasına etkisi, bu analizin genişletilebileceği
yönlerden biridir. Zamanın seyri, yeni bir inceleme perspektifini
de
açıyor:
Türk
toplumunda
tamamen
sosyalleşmiş,
çoğunluğun kültürünü taşıyan ve Bulgar gerçekliği hakkında
daha sınırlı bilgi ve deneyim sahibi olan ikinci kuşak
Bulgaristan göçmenlerinin kimlik inşası ve özellikle onların dine
karşı tutumu.
Kaynakça
Barth, Fredrik, Ethnic Groups and Boundaries, Boston 1969.
Bosakov, Veselin, “Bălgarskite Turtsi meždu Kulturata na
Săsedstvo i Religiozna Identičnost”, Săsedstvo na
Religioznite Obštnosti v Bălgariya, Ed. Georgi Fotev, Sofya
2000, s. 71-148.
Bočkov, Plamen, “Rodinata v Diskursa na Sravnenieto”,
Antropologični Izsledvaniya, 3. cilt, Sofya 2002, s. 57-76.
Bringa, Tone, Being Muslim the Bosnian Way & Identity and
Community in a Central Bosnian Village, Princeton 1995.
Dimitrova, Donka, “Bălgarskite Turtsi Preselnitsi v Republika
Turtsiya prez 1989 Godina”, Meždu Adaptatsiyata i
Nostalgiyata, Sofya 1998, s. 76-139.
Duijzings, Ger, Religion and the Politics of Identity in Kosovo,
London 2000.
Elchinova, Magdalena, “Ethnic Discourse and Group
Presentation in Modern Bulgarian Society”, Development
and Society, 30/1, 2000 (2001), s. 51-78.
Elchinova, Magdalena, “Alien by Default. The Identity of the
Turks of Bulgaria at Home and in Immigration” Developing
Cultural Identity in the Balkans: Convergence vs. Divergence,
Eds. R. Detrez / P. Plas, Brussels 2005, s. 87-110.
442 Elçinova
Elčinova, Magdalena, “Modelirane na Etničniya Obraz v
Situatsiya na Prehod”, Prehodăt na Bălgariya prez Pogleda
na Sotsialnite Nauki, Der. K. Bayčinska, Sofya 1997, s. 161174.
Elčinova, Magdalena, “Religiyata: Promyana i Traditsiya (Obrazi
na Religioznoto)”, Bălgarski Folklore, 4, 1999, s. 4-14.
Fotev, Georgi, Drugiyat Etnos, Sofya 1994.
Fotev, Georgi, “Ot Negativna kăm Pozitivna Polyarizatsiya na
Religioznite Obštnosti”, Săsedstvo na Relogioznite Obštnosti
v Bălgariya, Sofya 2000, s. 11-39.
Gaille, Marie, “Reshaping National Memory – The Policy of
Bulgarian Government toward the Ethnic Turks in Bulgaria
from 1984 to 1989”, Balkan Forum 4/2 (15), 1996, s. 187253.
Georgieva, Ivanička, “Preselničeska Motivatsiya na Bălgarskite
Turtsi”, Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata, Sofya 1998, s.
45-75.
Höpken, Wolfgang, “From Religious Identity to Ethnic
Mobilisation: The Turks of Bulgaria before, under and since
Communism”, Muslim Identity and the Balkan State, Eds.
H. Poulton / S. Taji-Farouki, The Hague 1997, s. 54-81.
Parla, Ayşe, “Irregular Workers or Ethnic Kin? Post 1990s
Labour Migration from Bulgaria to Turkey”, International
Migration, 45/3, 2007, s. 158-180.
Parla, Ayşe, “Remembering across the Border: Postsocialist
Nostalgia among Turkish Immigrants from Bulgaria”,
American Ethnologist, 36/4, 2009, s. 750-767.
Us and Them: The Psychology of Ethnonationalism, Yayınlayan:
Group for the Advancement of Psychiatry, New York 1987.
Želyazkova, Antonina, “Bălgarskite Turtsi v Turtsiya”, Meždu
Adaptatsiyata i Nostalgiyata, Sofya 1998, s. 76-139.
‘HAYATIM FİLİM GİBİ’: BULGARİSTAN’DAN
TÜRKİYE’YE ULUS-AŞIRI GÖÇ
Barbara PUSCH
Başlarken
Ulus-aşırı göç teorileri ABD için geliştirilmiş olmasına
rağmen son senelerde Avrupa’daki göç akımlarını analiz etmek
için de kullanılmaktadır. Nedense Bulgaristan’dan Türkiye’ye
yönelik olan göç birçok ulus-aşırı öğeler taşımasına rağmen,
henüz bu teorik çerçeveyle ele alınmamıştır. Makalemde 1989
Bulgaristan göçünü bu teorik çerçeveyle ele alacağım.
Makalemin ampirik boyutu halen yapmakta olduğum bir
araştırmaya dayanmaktadır. Bu araştırmada Türkiye’ye
yerleşmiş farklı ülkelerden gelen göçmenlerin göç hikâyelerini
incelemekteyim. Araştırmanın yöntemi; Türkiye’de yaşayan
göçmenlerle yaptığım biyografik röportajlar ile Bohnsack’ın
oluşturduğu “dokümanter yöntem”in kurallarına göre yaptığım
analizlerden
oluşmaktadır.1
Araştırmam
Bulgaristan’dan
Türkiye’ye yönelen göçle sınırlı olmadığı için, yazmış olduğum
bu makale elimizdeki kitabın formatına uygun olarak
araştırmamın bütününe değil, sadece 1989’da Türkiye’ye gelen
Türk kökenli Bulgar vatandaşlarına odaklanmaktadır.
Makalemin ilk bölümünde ulus-aşırı göç literatürünün ana
hatlarını özetleyip, teorik bir çerçeve çizmeye çalışacağım.
“Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç” adlı bölümünde ise
Biyografik röportajlar için bkz. Fritz Schütze, “Biographieforschung und
Narratives Interview”, Neue Praxis, 3 (1983), s. 282-293; belgesel yönetim için
bkz. Ralf Bohnsack, Rekonstruktive Sozialforschung. Einführung in
Methodologie und Praxis qualitativer Forschung, Opladen 1991; belgesel
yönetimin İngilizce bir yayını için bkz. Ralf Bohnsack et al., Qualitative
Analysis and Documentary Method in International Educational Research,
Leverkusen 2010. Biyografik röportajlar belgesel yönetimiyle nasıl analiz
edilir sorusuna Arnd-Michael Nohl, Interview und dokumentarische Methode.
Anleitungen für die Forschungspraxis, Wiesbaden 2008 cevap vermekte.
1
444 Pusch
Bulgaristan’dan Türkiye’ye yönelen ulus-aşırı göç olgusu için üç
önemli noktaya − ortak tarih, bütünleşme ve hareketli (mobile)
yaşam tarzı − kısaca değineceğim. Makalenin sonraki
bölümlerinde ise Ayşe Hanım adını verdiğim bir Bulgaristan
Türkü kadının göç hikâyesini anlatıp Bulgaristan’dan
Türkiye’ye ulus-aşırı göçü genelleştireceğim. Bu bağlamda
Bulgaristan’ın Bulgaristan Türklerine uyguladığı zorunlu eritme
(forced assimilation) politikasının bir sonucu olarak ortaya
çıkan bir kitle göçünün, süreç içerisinde ulus-aşırı bir göç
olgusuna dönüşümünü anlatacağım.
Ulus-Aşırı Göç
Göç, insanlık tarihi kadar eski bir fenomen olmasına
rağmen göç araştırmaları nispeten daha yenidir. Georg Simmel
gibi 19. yüzyılda yaşamış sosyal bilimciler insanların yer
değiştirme hareketleriyle ilgilendilerse de, asıl göç araştırmaları
daha çok 20. yüzyılda gelişmeye başlamıştır. Türkiye’de ise göç,
Osmanlı’dan itibaren önemli bir toplumsal olgu olmasına
rağmen, göç çalışmaları ancak 1960’lardan sonra başlamıştır.2
Genel olarak göç araştırmalarına baktığımızda - uzun bir
süreden beri - yerleşiklik, modern ve istikrarlı bir ulus devlette
yaşamak ve varlığını sürdürmek için bir ön şart olarak kabul
edilmiştir. Buna bağlı olarak göçmenlerin A ülkesinden B
ülkesine yerleştikleri varsayılmış ve göç çalışmaları da,
göçmenlerin göç alan ülkelerdeki toplumsal bütünleşme
mekanizmalarına odaklanmıştır.3
Bu klasik uluslararası göç anlayışını küreselleşme ve
ulusaşırılık (transnationalism) çağında genişletmek gerekmekEkim 2009’da Koç Üniversitesinde yer alan Critical Reflections in Migration
Research: Views from the South and the East adlı kongrede Sema Erder ve
Deniz Yükseker’in belirttikleri gibi; bu durum genel olarak ülkede sosyal
bilimlerin geç gelişmesi, tabular ve resmi engeller gibi birçok nedenlere
bağlanabilir (Sema Erder, Deniz Yükseker, “New Directions in Migration
Research in Turkey”, Critical Reflections in Migration Research: Views from the
South and the East adlı konferansta yayınlanmamış sunuş, Koç Üniversitesi,
İstanbul 2009).
3 Ludger Pries, Internationale Migration, Bielefeld 2001, s. 12.
2
Ulus-Aşırı Göç 445
tedir. Nitekim 21’inci yüzyılda uluslararası göç hareketleri artık
tek seferlik ve tek yönlü bir insan hareketi olmaktan çıkmış
bulunmaktadır. Göç giderek daha fazla insan için hareketli
(mobile) bir yaşam tarzı halini almaktadır. Bu yeni göç biçimi,
1990’lardan itibaren, yeni bir teorik ve kavramsal çerçeveye
oturtulmaktadır. Bugün artık bilimsel çevrelerde ulus-aşırı göç
(transnational migration)’den bahsedilmektedir. Ulus-aşırı göç
hareketleri birçok gelişmelere bağlıdır. Bu gelişmeleri söyle
sıralayabiliriz:
a) ekonominin küreselleşmesi,
b) seneler süren bir süreç sonucunda, iki ülke arasında var
olan göç hareketlerinden doğan, ulus-aşırı ailelerin
çoğalması,
c) bilişim, iletişim ve ulaşım teknolojisinin gelişmesi ve
ucuzlaması,
d) göç veren ülkelerin, göçmenlerini kültürel ve ekonomik
olarak kendilerine bağlama çabaları.4
Bu çerçevede, 20. yüzyılın sonlarından itibaren genel olarak
insanların iletişim olanakları çoğalmış ve kolaylaşmıştır. Ayrıca
Thomas Faist’ın vurguladığı gibi5 ülkeler arasındaki uzun
soluklu ve tarihi ilişkiler ulus-aşırı göçü desteklemektedir,
çünkü ulus-aşırı göç kendiliğinden değil zamanla gelişen ağlar
ve bağlarla ortaya çıkmaktadır.
Geçici veya kalıcı olarak yurtdışında yaşayan ulus-aşırı
göçmenler, geldikleri ülke (country of origin) ve göç ettikleri ülke
(destination country) arasında çeşitli temaslar geliştirmekte veya
devam ettirmektedirler.6 Buna bağlı olarak sadece tek bir ulus
devlette değil iki veya daha fazla toplumda − yani hem geldikleri
hem de göç ettikleri ülkelerde − var olmaktadırlar. Bu durumda
gelişen ulus-aşırı gerçeklik bilimsel literatürde, ulus-aşırı
toplumsal
alan
(transnational
social
space)
olarak
Petrus Han, Soziologie der Migration, Stuttgart 2005, s. 69-85.
Thomas Faist, Transstaatliche Räume. Politik, Wirtschaft und Kultur in und
zwischen Deutschland und der Türkei, Bielefeld 2000.
6 Nina Glick-Schiller et al., “From Immigrant to Transmigrant: Theorizing
Transnational Migration”, Soziale Welt, Sonderband 12 (1997): Transnationale
Migration, Der. Ludger Pries, s. 121-140; Thomas Faist, age.
4
5
446 Pusch
adlandırılmaktadır.7 Söz konusu olan ulus-aşırı toplumsal
alanlar, coğrafi bölgelerden bağımsızdır ve ulus devletlerin sınır
ötesi “hayat alanıdır” (context of life). Bu bağlamda
bölgesizleştirilmiş (de-territorialized) toplumsal bir alandan ve
Anderson’un ifadesiyle hayali (imagined) toplumsal bir alandan
bahsedebiliriz.8 Dolaysısıyla ulus-aşırı alanlar, ulus devletlerin
var saydığı sosyal ve bölgesel denklik anlayışından farklıdır.
Ulus-aşırı toplumsal alanlar, ulus devletler ve küresel düzen
tarafından belirleyici bir düzeyde şekillendirilmesine rağmen
onlar tarafından inşa edilmiş değildir. Ulus-aşırı toplumsal
alanlar, insanların sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel
bağlarından oluşmaktadır.9 Smith ve Guarnizo bu bağlamda
aşağıdan gelen ulusaşırılıktan, yani transnationalism from
below’dan bahsetmektedirler.10 Böylece ulus-aşırı ağların ve
toplulukların oluşumu, somut toplumsallaştırma biçimleri
olarak ulus-aşırı teorilerin odak noktasında yer almaktadırlar.
Bu çerçevede ortaya çıkan tireli kimlikler11 için alışılagelmiş
toplumsal bütünleşme (integration) modelleri12 yeterli değildir.
Çünkü o modeller göçmenlerin göç ettikleri ülkelerle gittikçe
daha fazla bütünleştiklerini varsaymakta ve bir göçmenin iki
veya daha fazla toplumla bütünleşebileceği öngörüle-
Nina Glick-Schiller et al., agm; Alejandro Portes et al., “The Study of
Transnationalism: Pitfalls and Promise of an Emergent Research Field”, Ethnic
and Racial Studies, 22/2 (1999), s. 217-237; Thomas Faist, age.
8 Benedict Anderson, Imagined Communities: Reflections on the Origin and
Spread of Nationalism, London 1991.
9 Ludger Pries, Die Transnationalisierung der sozialen Welt, Frankfurt am
Main 2008.
10 Michael Peter Smith / Luis Eduardo Guarnizo, Transnationalism from
Below (Volume 6 of Comparative Urban/ Community Research), New
Brunswick/London 1999.
11 Ayşe Cağlar, “Tire’li kimlikler: Teori ve Yönteme İlişkin Bazı Arayışlar”,
Toplum ve Bilim, 84 (2000), s. 129-149.
12 Örneğin: Robert Park / Ernest Burgress, Introduction in the Science of
Sociology, Chicago 1921; Hartmut Esser, Aspekte der Wanderungssoziologie.
Assimilation und Integration von Wanderern, ethnischen Gruppen und
Minderheiten. Eine handlungstheorische Analyse, Darmstadt/Neuwield 1980;
Hans-Joachim Hoffmann-Novotny, “Gastarbeiterwanderungen und soziale
Spannungen“, Gastarbeiter. Analysen und Perspektiven eines sozialen
Problems, Der. Helga Reimann / Horst Reimann, Opladen 1987’nin teorileri.
7
Ulus-Aşırı Göç 447
memektedir.13 Berry’nin toplumsal bütünleşme teorisi14, daha
fazla geliştirilmiş olmasına rağmen, ulus-aşırı göçmenlerin iki
veya daha fazla toplumla bütünleşmesini öngörememiştir. O
yüzden yeni ulus-aşırı göç biçimine uygun, yeni bir metodolojik
ve politik bütünleşme anlayışı geliştirmek gerekmektedir.15
Ulus-aşırı göçmenlerin yeni geldikleri toplumla bütünleşme
süreçlerini tarif edebilmek için, Ludger Pries toplumsal
eklemlenme (social incorporation) kavramını önermektedir.16
Ona göre toplumsal eklemlenme, katı bir düşünceye
dayanmaktan çok, insanların ekonomik, kültürel, politik ve
sosyal bağlarının yerel, bölgesel, ulusal ve ulus ötesi düzeyde
ortaya konduğu açık sosyal bir süreç olarak algılanmalıdır.
Böylece göçmenlerin hem gittikleri, hem de göç ettikleri
ülkelerde topluma nasıl dâhil oldukları anlaşılabilir.17 Bu
düşünceye dayanarak, Kivisto ulusaşırılığın çoğunluğun potası
içinde
erimenin
(assimilation)
bir
biçimi
olduğunu
savunmaktadır.18 Sık sık Türkiye’ye gelen Alman sosyal bilimci
Thomas Faist Kivisto’ya yakın bir şekilde şunları belirtmektedir:
-
Göçmenlerin toplumsal bütünleşme süreçleri sık sık
ulus ötesi bağlar tarafından etkilenmektedir,
ulus ötesi bağlar göçmenlerin toplumsal bütünleşme
olanaklarını artırmaktadır ve
Birgit Glorius, Transnationale Perspektiven. Eine Studie zur Migration
zwischen Polen und Deutschland, Bielefeld 2007, s. 44; Ludger Pries,
“Transnationalismus, Migration und Inkorporation. Herausforderungen an
Raum-und Sozialwissenschaften”, Geographische Revue, 5/2 (2003), s. 32.
14 John W. Berry, “Psychology of Acculturation. Understanding Individuals
Moving between Cultures”, Applied Cross-Cultural Psychology, Der. Richard
W. Brislin, Newbury Park 1990, s. 232-253.
15 Paloma Fernàndez de la Hoz, Familienleben, Transnationalität und Diaspora,
Wien 2004, s. 6.
16 Ludger Pries, age; Dorothea Goebel / Ludger Pries, “Transnationale
Migration und die Inkorporation von Migranten. Einige konzeptionnell
theoretische Überlegungen zu einem erweiterten Verständnis gegenwärtiger
Inkorporationsprozesse von Migranten”, Migration-Integration-Minderheiten.
Neuere
interdisziplinäre
Forschungsergebnisse.
Materialien
zur
Bevölkerungswissenschaft, Der. Frank Swiaczny / Sonya Haug, Wiesbaden
2003, s. 35-48.
17 Pries, age.
18 Peter Kivisto, “Theorizing Transnational Immigration: A Critical Review of
Current Efforts”, Ethnic and Racial Studies, 24/4 (2001), s. 549-577.
13
448 Pusch
-
göçmenlerin toplumsal bütünleşmesi için göç alan
ülkelerin hukuki ve politik şartları daha belirleyicidir ve
göç veren ülkelere nazaran bütünleşme süreci için daha
büyük rol oynamaktadır.19
Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç
1989 Göçünden önce Bulgaristan’dan Türkiye’ye beş tane
büyük göç dalgası yaşanmıştır. İlk ikisi Osmanlı döneminde
meydana gelmiştir: İlki 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşından
(93 Harbi), ikinci ise 1912–1913 Balkan Savaşlarında
olmuştur.20 Geri kalan üç göç dalgası Cumhuriyet döneminde
yaşanmıştır: 1925’den sonra, 1950–51 seneleri arasında ve
1968’de.21 Bu süreçlerde yüzbinlerce Bulgaristan Türkü
Türkiye’ye gelip yerleşmişlerdir.
Thomas Faist, age.
Burada ilk olarak 18. yüzyıldan itibaren uzun bir göç tarihinden bahsetmek
lazım: 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yoğun bir şekilde
nüfus harekeleri yaşanmıştır. Gerçekleşen en yoğun göç hareketleri 1877–
1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) döneminde yaşandı: yaklaşık 1,5 milyon
kişi Osmanlı topraklarına sığınmıştır. Bu savaştan sonra da devamlı bir göç
hareketi yaşanmıştır. Bu göç hareketinin doruk noktası ise Balkan Savaşları
dönemidir (1912–1913): yaklaşık 400.000 göçmen Osmanlı topraklarına
sığınmıştır (Tevfik Bıyıkoğlu 440.000 kişiden bahsetmektedir, Trakya’da Milli
Mücadele, Ankara 1955). Justin McCarthy ise yaklaşık 413.000 kişi
varsaymaktadır, Ölüm ve Sürgün, Istanbul 1998. Balkan Savaşları sonrası
ayrıca ilk nüfus mübadeleleri gerçekleşmiştir; bu bağlamda Bulgaristan’dan
48.570 Müslüman ve Türkiye’den 46.764 Bulgar mübadele edilmiştir. Yıldırım
Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanların Makus Talihi Göç, İstanbul
2001, s. 122.
21
1925’te Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması yapılmıştır. Cumhuriyet’in
kuruluşundan II. Dünya Savaşı’nın başladığı 1939 yılına kadar
Bulgaristan’dan toplam 198.688 göçmen Türkiye’ye gelmiştir. II. Dünya
Savaşının başlamasıyla birlikte Bulgaristan’dan göçlerde bir azalma meydana
gelmesine rağmen 1940–49 yılları arasında yaklaşık 20.000 Bulgaristan
Türkü Türkiye’ye yerleşmiştir. II. Dünya Savaşından sonra Bulgaristan’da bir
rejim değişikliği yaşandı. Yeni rejimin asimilasyon politikaları Bulgaristan
azınlıklarını çok etkileyip 1950–1951 yılları arasında yeni bir göç dalgasına
neden olmuştur: yaklaşık 150.000 Bulgaristan Türkü Türkiye’ye yerleşmiştir.
1968–1978 seneleri arasında “yakın akraba göçü” olarak adlandırılan bir
dönemde 120.000’e yakın göçmen Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelmiştir. Nihan
Ciğerci-Ulukan, “Göçmenler ve İşgücü Piyasası: Bursa’da Bulgaristan
Göçmenleri Örneği”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü doktora
tezi, 2008, s. 70.
19
20
Ulus-Aşırı Göç 449
1984 yılında Bulgaristan’da Türklere yönelik baskılar
arttırılmış ve bilindiği gibi 1989 senesinde yeni bir göç
dalgasının oluşmasına neden olmuştur: “Hoş geldin soydaş”
olarak adlandırılan dönemde22 yaklaşık 300.000’den fazla kişi
Türkiye’ye sığınmıştır. Yaklaşık 100.000 kişi geri döndüğü için
Türkiye’de yerleşenlerin sayısı 200.000 kişi civarında tahmin
edilmektedir.23 1990lı ve 2000li yıllarda da devam eden göç,
dinamizmini değiştirmiştir.24 Politik veya zorunlu göç olarak
adlandırılan
89
Göçünde25
Türkiye
tarafından
bir
“misafirperverlik” sergilenmişken; daha sonraki yıllarda gelen
göçmenler aynı yaklaşımı bulamamış ve ekonomik göçmen
olarak algılanmıştır. Bu ekonomik göçmenlerin çoğu “düzensiz
göçmenler”
kategorisindedir.26
Türkiye’nin
Bulgaristan
Türklerine yönelik bu yaklaşım farkı, Bulgaristan Türklerinin
Türkiye’deki bütünleşme süreçleri için son derece önemlidir.
Bilindiği gibi göçmenlerin bütünleşme süreçleri birçok
faktörlere
bağlıdır.
Göçmenlerin
kişisel
bütünleşme
gayretlerinin27 yanı sıra, bu noktada özellikle göç ettikleri
ülkenin göçmenleri kabul etme biçimleri çok önemlidir. Bu
Nihan Ciğerci-Ulukan, age , s. 75.
Darina Vasileva, “Bulgarian Turkish Emigration and Return”, International
Migration Review, 26/2 (2009), s. 342-352.
24 Zeynep Kaslı / Ayşe Parla, “Broken Lines of Il/Legality and the
Reproduction of State Sovereignty: The Impact of Visa Policies on Immigrants
to Turkey from Bulgaria”, Alternatives. Global, Local, Political, 34/2 (2009), s.
203-227.
25 Bilimsel literatürde 1989 Bulgaristan göçü zorunlu veya politik göç olarak
tanımlanmaktadır. Ayşe Parla makalelerinde politik göç kavramını tercih
ederken, Nihan Ciğerci-Ulukan zorunlu göç kavramını tercih etmektedir.
Nihan Ciğerci-Ulukan, age; Ayşe Parla, “Irregular Workers or Ethnic Kin?
Post-1990s Labour Migration from Bulgaria to Turkey”, International
Migration, 45/3 (2007), s. 157-181.
26 Gelen kişilerin sayısını ise net olarak vermek mümkün değildir, çünkü son
dönemlerde olduğu gibi yeni gelen Bulgaristan Türkleri daha çok “düzensiz
göçmen” olarak gelmektedir. Türkiye’ye artan ilgi ancak Bulgaristan’dan
Türkiye’ye yapılmış giriş sayılarından tahmin edilebilir: 2000 senesinde
yaklaşık 380.000 Bulgar vatandaşı Türkiye’ye giriş yapmışken, 2003’te bu
rakam 1 milyona yaklaşmıştır. Ayşe Parla, agm, s. 158.
27 Neo-klasik iktisat teorilerine göre göçmenlerin ekonomik bütünleşme
başarısı eğitimleri, iş deneyimleri, dil bilgisi ve benzeri faktörlere bağlıdır.
22
23
450 Pusch
bağlamda devlet tarafından üretilen politikalar ile toplumun
genel tavırları göçmenlerin bütünleşme süreçlerinde esastır.28
Bulgaristan
Türklerinin
toplumsal
bütünleşmesine
baktığımızda; özellikle 1989’a kadar, devlet tarafından
desteklendiklerini görüyoruz. Somut destekleme mekanizmaları
“serbest” ve “iskânlı” göçmenler29 için farklı dönemlerde bir
takım değişikliklere uğramış olmakla birlikte, çok önemli ortak
bir nokta vardır: Göçmenler, Türkiye’ye vardıktan kısa bir
dönem sonra Türk vatandaşlığını alabilmişlerdir. Türk
vatandaşlığıyla birlikte haklar düzeyinde eşitlenmişlerdir.
Bulgaristan’dan Türkiye’ye olan uzun göç tarihi ve bu tarihsel
geçmişin yarattığı özel akraba ve göçmen ağları, bütünleşme
süreçlerini olumlu olarak etkilemektedir. Çoğunluk toplumu
tarafından da – en azından başka ülkelerdeki göçmenlere göre –
daha çok kabul görmüşlerdir. “Soydaşlarımız ana vatana
döndüler”
söylemi,
Türkiye’de
Bulgaristan
Türklerinin
yaşadıkları yabancılığı yok saydığı için yanlış olmakla birlikte30,
şunu itiraf etmek gerekir ki, bu söylem bu göçmen grubun
Türkiye’yle birçok alanda olumlu bir bütünleşme sürecine yol
açmıştır.31
Bulgaristan Türklerinin 89 Göçüyle Türkiye’ye gelmeleriyle
birlikte hayatları değişmiştir. Bu değişim sadece doğdukları
ülke dışında bir yaşam kurmakla sınırlı değildir. Göçmenlerin
çoğu çifte vatandaş oldukları için tek bir yere değil, iki yere
Bu bakış için bkz. Alejandro Portes, Economic Sociolgy of Immigration:
Essay on Networks, Ethnicity and Entrepreneurship, New York 1995.
29 2510 sayılı İskan Kanuna göre Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı
olan göçmenlere Türkiye’ye yerleşme hakkı verilmiştir. İskanlı göçmenler
devletin desteğiyle devlet tarafından ön görülmüş yerlere yerleşmişken serbest
göçmenler kendi imkanlarıyla Türkiye’ye gelmişlerdir.
30 Söz konusu bu yabancılık uzun bir dönem araştırmacılar tarafından dile
getirilmemişti. Nihan Ciğerci-Ulukan doktora tezinde tespit ettiği gibi 89
göçmenleri toplum tarafından yardım ve anlayış görmelerine rağmen, bir
takım olumsuz tepkilere de maruz kaldılar. Örneğin kendilerine “Bulgar” veya
“gavur” denmesi göçmenleri son derece üzmüştür. Nihan Ciğerci-Ulukan , age,
s. 173-174.
31 90lı yıllardan itibaren göçmenler için aynı şey söylenemez. Ayşe Parla, agm,
2007; Didem Danış / Ayşe Parla, “Nafile Soydaşlık: Irak ve Bulgaristan
Türkleri Örneğinde Göçmen, Dernek ve Devlet”, Toplum ve Bilim, 114 (2009),
s. 131-158; Kaslı / Parla, agm, 2009.
28
Ulus-Aşırı Göç 451
bağlı yaşamaya başlamışlardır. Bulgaristan’daki komünist
sistem boyunca “iki yere bağlı olan yaşam” aile ziyaretleri, göç
dayanışmaları vs. gibi konularla sınırlı iken32, 90’lı yıllardan
itibaren komünist sistemin sona ermesiyle birlikte ulus-aşırı
ekonomik faaliyetlerden ve mal ve mülk ilişkilerinden
bahsetmek mümkündür. 90lı yıllardan itibaren gelişen ve daha
çok “ekonomik Bulgaristan göçü” olarak adlandırılan göç türü33
sadece düzensiz mekik göçten ibaret değildir. 89 Göçüyle de
gelen, Türkiye’de yerleşmiş, Türk vatandaşlığını kabul etmiş
olan Bulgaristan Türkleri de ekonomik ulus-aşırı faaliyetlerde
yer almaya başlamışlardır. Bulgaristan Türklerinin Türkiye’de
ve Bulgaristan’da yoğun yaşadıkları bölgelerin arasında gidip
gelen otobüsler bu sıkı ilişkilerin bir sembolüdür.
Ayşe Hanımın Ulus-Aşırı Göç Hikâyesi
Şimdiye kadar teorik bir çerçevede anlattıklarımı Ayşe
hanımın34 göç hikâyesiyle canlandırmak istiyorum.35 Ayşe
Hanım şimdi 61 yaşındadır ve birkaç sene önce emekli
olmuştur. Kendisi İstanbul Bulgaristan göçmenlerinin yoğun
yaşadıkları bir bölgede oturmaktadır ve röportaja “ay neyle
başlayım” sözüyle başlamış ve “hayatım film gibidir, film” diye
devam etmiştir.
Ayşe Hanım Bulgaristan’da iyi bir hayat yaşamasına
rağmen, zorunlu isim değişikliğinden dolayı doğduğu ve
büyüdüğü ülkeden iyice soğumaya başlamış ve Türkiye’ye
gelme planları kurmuş. 89 senesinde sınırlar açıldığında 18
yaşını dolduran küçük oğlunu Bulgaristan’da askere
Nihan Çiğerci-Ulukan (2008, age) doktora tezinde tespit ettiği gibi birçok 89
göçmeni çifte vatandaşlığa sahiptir (araştırma grubunun % 78,9’u). Çifte
vatandaşların cifte vatandaşlığa özellikle Bulgaristan’daki malları ve mülkleri
için (% 26,3), aile ziyaretleri için (% 24,2), AB’de sağladığı serbest dolaşım için
(%13,7) ve emeklilikleri için (%5,3) önem vermektedirler.
33 Parla, agm, 2007.
34 İsim değiştirilmiştir.
35 Bu bölümü stajyerlerim olmadan yazamazdım. Ayfer Emin, Fatma Hanım
ile röportajı gerçekleştirdi; röportaj ise Bahar Demir tarafından yazıya
aktarıldı. Kendilerine projeye verdikleri desteklerinden dolayı teşekkür
ediyorum. Ayrıca Fatma Hanıma bizimle bir röportaj yapmayı kabul ettiği için
burada teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
32
452 Pusch
göndermemek için onu kaçak olarak Türkiye’ye getirmiş. Ayşe
hanımın Türkiye’ye giriş hikâyesi adeta bir film senaryosu:
Oğlunu, battaniyeler ve eşyalar altında arabaya saklayan kadın
saatlerce ve günlerce süren sınır trafiğinde ter dökerek
Türkiye’ye gelmiş. Büyük oğlu birkaç gün önceden giriş yapmış.
Geldiği gün sınırlar kapandığı için kalp hastası kocası, kayın
validesi ve kardeşleri Bulgaristan’da kalmış. Ayşe Hanım tüm
bunları anlatırken gözleri doluyordu ve “parçalanmıştık” diye
hıçkırıyordu.
Her neyse, kocası ve kardeşleri bir ay sonra vizeyle
Türkiye’ye girebilmişler. İki ay Lüleburgaz’da kaldıktan sonra,
büyük oğlu işe girmiş ve küçük oğlunu İstanbul üniversitesine
yazdırmış. Ailece daha önce Türkiye’ye gelmiş olan uzaktan bir
akrabanın evine yerleşip İstanbul’da yaşamaya başlamışlar.
Kocası kalp hastası olduğu için çalışamadığından, Türkiye’de
yeni bir hayat kurmak için Ayşe Hanım ve büyük oğlu kollarını
sıvamışlar. Türkiye’ye girdikten sonra “muhacir kâğıdı” aldığı
için işe girerken herhangi bir sorun yaşamamışlar ve ilk günden
itibaren sigortalı çalışma imkânına sahip olabilmişler. Büyük
oğlu bir şirkette çalışmaya başlamış; Ayşe Hanım ise ekonomi
mezunu olmasına rağmen Türkiye’de ilk önce bir ilaç
fabrikasında geçici işçi olarak çalışmış; daha sonra emekli
olana kadar bir devlet bankasında sekreter olarak çalışmış.
Bulgaristan’dan aldığı üniversite diploması Türkiye’de kabul
edilmiş ve denklik sorunları yaşamamış. Ayrıca Türkiye’ye
geldikten bir sene sonra Türk vatandaşlığı alıp göçmen
statüsünü resmi olarak aşmış. Artık Türk vatandaşı olmuş. Bu
yeni statü, Türk vatandaşlarıyla eşitlendiği anlamına gelse bile,
gündelik hayatında pek çok alanda bütün Türkiye hayranlığına
rağmen yabancılık hissini yok edememiş ve hala kendisini
“yabancı” bir ülkede hissetmiş. Göçle ilgili dramlar hala kafasını
meşgul etmiş ve maddi durumu bütün çabalara rağmen göçten
önceki seviyeye gelmemiş. Ama kendisinin ifade ettiği gibi
Türkiye’ye gelmekten memnundu. Bütün zorluklara rağmen
geri dönenleri de pek anlayamıyordu.
Ulus-Aşırı Göç 453
Ama hayat ona bir kez daha her şeyin planlandığı gibi
yürümediğini göstermiş. Eşinin sağlık durumu kötüleşince
küçük oğlu üniversiteyi bırakıp özel bir şirkette çevirmen olarak
çalışmaya başlamış. Seneler sonra çalıştığı şirket iflas ettikten
sonra, kendisi ilk önce geçici olarak, daha sonra uzun vadeli
Bulgaristan’a dönüp bir arkadaşıyla bir iş kurmuş.
Ayşe Hanım bu durumdan memnun olmamasına ve
Bulgaristan’daki isim değişikliğinden sonra doğduğu ve
büyüdüğü ülkesine sırtını dönmesine ve asla geri dönmemeye
karar vermesine rağmen, 90’lı yıllarda aile ziyaretlerini
kolaylaştırdığı için ailece çifte vatandaşlığa karar vermişler.
Ayşe hanımın küçük oğlunun Bulgaristan’da iş kurma kararı
bugün çifte vatandaşlığa, aile ziyaretleri dışında bir başka boyut
katıyor.
Ayşe Hanım halen Bulgaristan ve Türkiye arasında ticaret
yapan oğluna yardım ediyor. Ayşe Hanım hayatının merkezini
İstanbul’da görmesine rağmen, bugün iş için de Bulgaristan’a
gidip geliyor ve İstanbul’da bazı işler için koşuşturuyor. Daha
önce hiç ulus-aşırı çalışmayı düşünmediyse de bugün oğlundan
dolayı ulus-aşırı bir çalışma alanına dalmış durumda.
Sonuç Olarak: Politik veya Zorunlu Göçten Uluş-Aşırı
Yaşama
Ayşe Hanımın göç hikâyesine baktığımızda onun hikâyesi
yukarda anlattığımız gibi sadece “bir film gibi” değildir. Ayşe
Hanımın hayat hikâyesi aynı zamanda yakın tarihin de bir
aynasıdır. Yukarda anlattığımız gibi Ayşe Hanım yüz binlerce
başka Bulgaristan Türkü gibi 1984’den itibaren Türklere
artarak uygulanan zorunlu eritme politikasından kaçan bir
birey. Türkiye’ye yerleştikten sonra o dönemdeki siyasal
konjonktüre bağlı olarak Bulgaristan Türklerinin çoğu gibi zorlu
ama başarılı bir toplumsal bütünleşme süreci sergileyebilmiştir:
bir işe girmiş, ev sahibi olmuş; çocuklarını büyütmüş, Türk
vatandaşlığını almış ve sonunda emekli de olabilmiştir. Bütün
bunları yaşamışken 20 sene geçmiştir ve dünya siyasal ve
ekonomik olarak çok fazla değişmiştir. Küreselleşmeye paralel
454 Pusch
olarak hareketli yaşam tarzları çoğalmıştır ve uluş-aşırılık
yaygınlaşmıştır. Genel olarak yaşanmış olan bu değişim,
oğlunun iş hayatından dolayı Ayşe Hanımın yaşamını son
derece önemli bir şekilde etkilemiştir: Yukarda anlattığım gibi
Ayşe Hanım, göç hikâyesini hala bir dram olarak hatırlasa da,
bugün hem Türkiye’ye
hem de
Bulgaristan’a bağlı
yaşamaktadır. Çifte vatandaşlığı daha önce sadece aile
ziyaretleri için önemsemesine rağmen bugün kendisine ulusaşırı bir hayat biçimi sağlamıştır. Kuvvetli aile bağlarından ve
devlet tarafından verilmiş olan haklardan dolayı bugün her iki
ülkede de yer alan bir kadın, istemeyerek de olsa tipik ulusaşırı bir göçmen olarak hareket edip yaşamaktadır.
Bu bağlamda Ayşe Hanımın göç hikâyesini genelleştirip
şunu diyebiliriz: Türkiye’deki 89 Göçünü bir büyüteç altına
aldığımızda, Bulgaristan Türklerine uygulanan zorunlu eritme
politikasıyla başlayan, politik veya zorunlu olarak tanımlanan
89 Göçünün; üzerinden 20 sene geçtikten sonra birçok ulusaşırı boyut taşıyabileceğini öne sürebiliriz.
Kaynakça
Ağanoğlu, Yıldırım, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanların
Makus Talihi Göç, İstanbul 2001.
Anderson, Benedict, Imagined Communities: Reflections on the
Origin and Spread of Nationalism, London 1991.
Berry, John W, “Psychology of Acculturation. Understanding
Individuals Moving between Cultures”, Applied CrossCultural Psychology, Der. Richard W. Brislin, Newbury Park
1990, s. 232-253.
Bıyıkoğlu, Tevfik, Trakya’da Milli Mücadele, Ankara 1955.
Bohnsack, Ralf, Rekonstruktive Sozialforschung. Einführung in
Methodologie und Praxis qualitativer Forschung, Stuttgart
1991.
Bohnsack, Ralf et al., Qualitative Analysis and Documentary
Method in International Educational Research, Leverkusen
2010.
Ulus-Aşırı Göç 455
Cağlar, Ayşe, “’Tire’li kimlikler: Teori ve Yönteme İlişkin Bazı
Arayışlar”, Toplum ve Bilim, 84 (2000), s. 129-149.
Ciğerci-Ulukan, Nihan, “Göçmenler ve İşgücü Piyasası:
Bursa’da Bulgaristan Göçmenleri Örneği”, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü doktora tezi, 2008.
Danış, Didem / Ayşe Parla, “Nafile Soydaşlık: Irak ve
Bulgaristan Türkleri Örneğinde Göçmen, Dernek ve Devlet”,
Toplum ve Bilim, 114 (2009), s. 131-158.
Erder, Sema / Deniz Yükseker, “New Directions in Migration
Research in Turkey”, Critical Refelctions in Migration
Research: Views from the South and the East adlı
konferansta yayınlanmamış sunuş, Koç Universitesi,
İstanbul 2009.
Esser,
Hartmut,
Aspekte
der
Wanderungssoziologie.
Assimilation und Integration von Wanderern, ethnischen
Gruppen und Minderheiten. Eine handlungstheoretische
Analyse, Darmstadt/Neuwield 1980.
Faist, Thomas, Transstaatliche Räume. Politik,Wirtschaft und
Kultur in und zwischen Deutschland und der Türkei,
Bielefeld 2000.
Fernàndez de la Hoz, Paloma, Familienleben, Transnationalität
und Diaspora, Wien 2004.
Glick-Schiller, Nina / Linda Basch / Cristina Szanton Blanc,
“From
Immigrant
to
Transmigrant:
Theorizing
Transnational Migration”, Soziale Welt, Sonderband 12
(1997): Transnationale Migration. Der. Ludger Pries, BadenBaden, s. 121-140.
Glorius, Birgit, Transnationale Perspektiven. Eine Studie zur
Migration zwischen Polen und Deutschland, Bielefeld 2007.
Goebel, Dorothea / Pries Ludger, “Transnationale Migration
und die Inkorporation von Migranten. Einige konzeptionell
theoretische
Überlegungen
zu
einem
erweiterten
Verständnis gegenwärtiger Inkorporationsprozesse von
Migranten”, Migration − Integration − Minderheiten. Neuere
interdisziplinäre Forschungsergebnisse. Materialien zur
Bevölkerungs-wissenschaft, 107, Der. Frank Swiaczny /
Sonya Hang, Wiesbaden 2003, s. 35-48.
456 Pusch
Han, Petrus, Soziologie der Migration, Stuttgart 2005.
Hoffmann-Novotny, Hans-Joachim, “Gastarbeiterwanderungen
und soziale Spannungen”, Gastarbeiter. Analysen und
Perspektiven eines sozialen Problems, Der. Helga Reimann /
Horst Reimann, Opladen 1987.
Kaslı, Zeynep / Ayşe Parla, “Broken Lines of Il/Legality and the
Reproduction of State Sovereignty: The Impact of Visa
Policies on Immigrants to Turkey from Bulgaria”,
Alternatives. Global, Local, Political, 34/2 (2009), s. 203227.
Kivisto, Peter, “Theorizing Transnational Immigration: A Critical
Review of Current Efforts”, Ethnic and Racial Studies, 24/4
(2001), s. 549-577.
McCarthy, Justin, Ölüm ve Sürgün, Çev. Bilge Umar, İstanbul
1998.
Nohl, Arnd-Michael, Interview und dokumentarische Methode –
Anleitungen für die Forschungspraxis, Wiesbaden 2008.
Park, Robert / Ernest Bugress, Introduction in the Science of
Sociology, Chicago 1921.
Parla, Ayşe, “Irregular Workers or Ethnic Kin? Post-1990s
Labour Migration from Bulgaria to Turkey”, International
Migration, 45/3 (2007), s. 157-181.
Portes, Alejandro, Economic Sociology of Immigration: Essay on
Networks, Ethnicity and Entrepreneurship, New York 1995.
Portes, Alejandro et al., “The Study of Transnationalism: Pitfalls
and Promise of an Emergent Research Field”, Ethnic and
Racial Studies, 22/2 (1999), s. 217-237.
Pries, Ludger, Internationale Migration, Bielefeld 2001.
Pries, Ludger, “Transnationalismus, Migration und Inkorporation. Herausforderungen an Raum- und Sozialwissenschaften”, Geographische Revue, 5/2 (1999), s. 23-39
(http://opus.kobv.de/ubp/volltexte/2009/3064/pdf/gr2_0
3_Ess02.pdf).
Pries, Ludger, Die Transnationalisierung der sozialen Welt,
Frankfurt am Main 2008.
Schütze, Fritz, “Biographieforschung und narratives Interview”,
Neue Praxis 3 (1983), s. 282-293.
Ulus-Aşırı Göç 457
Smith, Michael Peter / Guarnizo, Luis Eduardo (Der.),
Transnationalism from Below (Volume 6 of Comparartive
Urban/ Community Research), New Brunswick / London
1999.
Vasileva, Darina, “Bulgarian Turkish Emigration and Return”,
International Migration Review, 26/2 (2009), s. 342-352.
TÜRKİYE-BULGARİSTAN SİYASETİNDE
SINIRÖTESİ VATANDAŞLIK VE GÖÇ
Nurcan ÖZGÜR-BAKLACIOĞLU
Küreselleşme ile birlikte ulus-devletin egemenlik alanı gerek
yerel, gerek bölgesel, gerekse sınırötesi oluşum ve hareketlerin
hızla siyaset, iktisat, iletişim, kültür vb. alanlarda
yaygınlaşması sonucunda aşındırılmaya başlanmıştır. 20.
yüzyıl uluslararası vatandaşlık hukukunun üzerinde durup
düzenlemek durumunda kaldığı başlıca normlar, vatansızlığın
önlenmesi ve vatandaşlık haklarının göçmenlere tanınması
mücadelesi iken (bkz. 1963 Strasburg Çoklu Vatandaşlık
Hallerinin Azaltılmasına İlişkin Konvansiyon), günümüzde
yükselişe geçen neoliberal vatandaşlık kurumu sermaye ve
hizmetlerin uluslararası serbest dolaşım alışkanlıklarını takiben
hareketlenen
emeğe
ulusötesi
vatandaşlık
nosyonu
atfetmektedir.
Örneğin,
1997
Avrupa
Vatandaşlık
Konvansiyonu çoklu vatandaşlığın intibakı ve yaygınlaşmasını
salık vermektedir. Sosyal vatandaşlık, ikamete bağlı yarıvatandaşlık (denizenship), çoklu vatandaşlık, sadece soy
ortaklığını esas alan etnik/soya dayalı vatandaşlık (kin-state
citizenship, ethnizenship) gibi yeni ulusötesi vatandaşlık
formları geleneksel ulus-devlet vatandaşlığının sınırlarını
zorlamaktadır.1
Modernitenin bölünmez ve tek devlete aidiyet bağlamında
tasarladığı geleneksel sadakat kurumu, çifte vatandaşlığın
yaygınlaşmasıyla birlikte sadece devletin egemenlik alanını
işaret eden özellik olmaktan çıkmakta, sadakat ilişkisini
tanımlama ve işlevselleştirme meselesini iki vatandaşlık taşıyan
bireyle de paylaşmak durumunda kalmaktadır. Çifte
Rainer Bauböck, “Stackeholder Citizenship and Transnational Political
Participation: A Normative Evaluation of External Voting”, Fordham Law
Review, 75, 2006, s. 2393-2447, s. 2395.
1
460 Özgür-Baklacıoğlu
vatandaşların
sınıraşan
pratiklerinin
çeşitlenip
yaygınlaşmasıyla birlikte devlet mutlak sadakat üzerine dayalı
egemenlik anlayışından gerek ülkesinde ikamet eden
yabancılar, gerekse yurtdışında yaşayan vatandaşları /
soydaşları lehine taviz verir duruma gelmektedir. Bununla
birlikte çifte vatandaşlık beraberinde sadece ulusötesi haklar ve
olanaklar değil, bireyleri çetrefilli bağlılık ilişkileri içine sokan
yükümlülükler ve ayrımcılıklar da gündeme getirmekte ve yeni
bir
kurumsallaşmayı
tetiklemektedir.
Örneğin,
Avrupa
Vatandaşlık Konvansiyonuna taraf devletlerin koydukları
çekincelerin büyük ölçüde çifte vatandaşların haklarının “tam
sadakat”
gerektiren
ulusal
güvenlik
alanı
açısından
sınırlandırılmasıyla ilgili olduğu dikkati çekmektedir. Özellikle
Doğu Avrupa ülkelerinde etnik/soy ortaklığı olduğu halde
yurtdışında yaşayan dış unsurlarla ilgili özel yasal düzenlemeler
(Dış Macarlar Kanunu, Dış Türkler Kanunu, Dış Bulgarlar
Kanunu vs.) ve kurumlar ortaya çıkmaktadır. Ulusal sınırları
aşkın hedefler ve ilgi alanları yaratan bu düzenlemeler, sadece
sınırötesi sonuçlar doğurmakla kalmaz, geleneksel ulus-devlet
vatandaşlığının sınırlarını zorlayan ülke-aşırı veya yurtdışında
seçimler türünden yeni siyasal pratikleri teşvik etmektedir.
Son yıllarda çifte vatandaşlık uygulaması özellikle Orta ve
Doğu Avrupa ülkeleri gibi göç veren ülkelerde yaygın bir pratik
haline gelmiş ve genelde “dış etnik unsurlar”a yönelik yasal ve
siyasal düzenlemelerle paralel şekilde gelişmiştir.2 Ek
kurumsallaşma ve bütçenin ayrılmasını gerektirse de, çifte
vatandaşlık hem göç sonucunda meydana gelen demografik,
sosyo-ekonomik
ve
politik
sorunların
sonuçlarının
hafifletilmesi, hem de siyasal elitin genel seçimler ve göçmen
gelirleri ile ilgili projeksiyonları açısından önemli uzlaşma
platformu sunmaktadır. Daha da önemlisi çifte vatandaşlık,
Balkanlar gibi uluslaşma süreçlerinin halen tarihsel önyargıları
gündemde tuttuğu bir bölgede, ülkeler arasında ortak değer ve
Miriam Feldblum, “Managing Membership: New Trends in Citizenship and
Nationality Policy”, From Migrants to Citizens: Membership in a Changing
World, Der. Alexander Aleinikoff / Douglas Klusmeyer, Washington 2000, s.
475-494.
2
Sınırötesi Vatandaşlık 461
normların gelişmesini teşvik edecek siyasal ve toplumsal ağların
oluşması ve ülkesel sınırların geleneksel dışlayıcı işlevlerini
zayıflatması açısından özel önem taşımaktadır. Özellikle
günümüzde coğrafi ve kurumsal, iç ve dış, milli ve toplumsal
sınırlardaki dışlayıcı gelenek ve pratikleri aşındırma potansiyeli
taşıyan çifte vatandaşlık pratikleri, yükselen milliyetçilik ve
yabancı düşmanlığını hem tetikleyen, hem de dengeleyen ve
aşındıran bir pratik olarak öne çıkmaktadır.
Uzun vadede değerlendirildiğinde, çifte vatandaşlık sürekli
değişim içinde olan farklı yerel kültürler arasında iletişim, değer
alışverişi ve aşinalığa ortam sağlayarak önyargıları aşındıran ve
işbirliğini teşvik eden bir pratik olarak öne çıkar. Genelde
bölünmüş, güvenilmez sadakat ilişkilerine dayandığı ileri
sürülse de, diğer yandan sadakat kurumunun ulus-devletin
üstünde ve toplumsal olarak inşa edilmiş, çok yönlü ve görece
özelliğini ortaya çıkarmaktadır. Böylece çifte vatandaşlık,
haklar, sorumluluklar, temsil ve sadakatin yeniden ve daha
içerleyici bir bakışla formüle edilmesini salık vermektedir. Bu
durum özellikle siyasal haklar alanında daha çarpıcı sonuçlarla
öne çıkabilmektedir. 1990’lı yıllarda bazı AB üyesi ülkelerde
ikamete dayalı yarı-vatandaşlıkla yerel seçimlere katılımla
sınırlı olan göçmenlerin siyasal katılımı, çifte vatandaşlıkla
birlikte parlamento seçimlerinde siyasal temsil olanağına
yükselmektedir. Ulusal seçimlere katılım olanağının sunulması
ise, çifte vatandaşlığı intibak eden ülkelerde iktidar ile oy veren
çifte vatandaşlar arasında sorumluluk bağları inşa etmektedir.
Bulgaristan-Türkiye siyasetine 90’lı yılların sonlarında giren
çifte vatandaşlık, ortak sınırı olan iki devletin siyasal, iktisadi
ve toplumsal coğrafyalarını aşkın siyasal ve sosyal varlık
gösteren bir göçmen topluluğunun gündelik pratik ve
söylemlerle dokuduğu sınıraşırı toplumsal ağlar sonucunda
ulusötesi vatandaşlıktan farklı, sınır mevhumunu da içeren bir
özellik kazanmıştır. Havayolu ulaşımında yaşanan gelişme
ülkelerarasında coğrafi mesafelerin önemini ortadan kaldırmış
olsa da, ülkesel egemenliği vurgulayan ulusal sınırların tarihsel
ve yerel özellikleri çifte vatandaşlık gibi ulusötesi pratiklere
462 Özgür-Baklacıoğlu
farklı boyutlar ekleyebilmektedir. Bu çerçevede sınırötesi
vatandaşlık, hem komşu devletler arasında müzakere edilen bir
olgu olması, hem de tarihsel gelişiminde sırtlandığı siyasi,
kültürel ve sosyal yük açısından kendine has özellikler
barındırabilmektedir.
Bulgaristan’dan Göç ve Çifte Vatandaşlığın Gelişimi
Türkiye-Bulgaristan ilişkileri bağlamında güncel haliyle
çifte vatandaşlık olgusu, Bulgaristan’ın 1998 Vatandaşlık
kanununda
getirdiği
değişiklikle
birlikte
Bulgaristan
göçmenlerinin gündemine girdi. Her on yılda bir yaşanan tehcir
siyaseti
sonucunda
Türkiye’de
biriken
Bulgaristan
muhacirlerinin yaşadıkları sosyal ve ekonomik kayıplar,
Bulgaristan Türklerinin siyasal yaşamında yaşanan temsil
olanaklarıyla birleşince, Bulgaristan-Türkiye sınırında mal ve
hizmet hareketlerini aşan yeni sınırötesi vatandaşlık ağ ve
pratikleri meydana geldi. İlk başlarda az sayıda insanı
kapsayacağı düşünülen bu gelişmeler, Bulgaristan’dan
Türkiye’ye
göç
tarihi
bağlamında
farklı
boyutlar
kazanabilmiştir.
Tablo
1.
Türkiye’de
Bulgaristan
Doğumlu Nüfus
Göç Yılları
Göçmen Sayısı
1935-49
109.884
1950-51
154.000
1969-1978
130.000
1989
245.000
1990 Sonrası
170.0003
Toplam
808.884
Meral Akşener’in TBMM’de verdiği rakamlara göre,
Bulgaristan’dan Türkiye’ye 1923-1996 yılları arasında 790.793
Bu rakam sürekli değişmekte ve bu konuda güvenilir veriler bulunmamakla
birlikte, bu sayının yarısından fazlası Bulgaristan göçmeninin Türkiye’de
yerleşerek 2000’li yılların başlarında Türkiye vatandaşlığını aldığı tahmin
edilebilir. Kemal Kirişçi, Refugees and Turkey since 1945, Araştırma Raporu,
Boğaziçi Üniversitesi, 1994, s. 16.
3
Sınırötesi Vatandaşlık 463
Türk ve Müslüman göç etmiştir.4 1935 yılından sonra kayda
alınan Bulgaristan’dan göç rakamlarına göre de, Türkiye’de
808.884 civarında Bulgaristan doğumlu muhacir ve göçmen
olduğu anlaşılmaktadır. Doğum yeri esasına göre Bulgaristan
vatandaşı olma olanağı bulunan bu göçmenlerin önemli kısmı
iskânlı göçmen olarak Türk vatandaşlığını almış, 1990’lı
yıllarda gelenlerin önemli bir kısmı da Türk vatandaşlığına geçiş
sürecinde bulunmaktadır. Benzer şekilde bu göçmenlerin
büyük kısmının aynı zamanda fiilen Bulgaristan vatandaşı
olduğunu söylemek de zor. Bulgaristan vatandaşlık kanununda
öngörülen doğum yeri esasına rağmen, farklı dönemlerde
Türkiye’ye göç etmek durumunda kalan Bulgaristan
göçmenlerinin hepsi doğrudan ve aynı koşullarla Bulgaristan
vatandaşı olma olanağına sahip değildir. Göç süreci ile birlikte
vatandaşlık durumları da farklı dönemlerde farklı yasal çerçeve
ve uygulamalara tabii olmuştur.
Nitekim 1940 Vatandaşlık kanunundan önce Türkiye’ye göç
etmek zorunda kalan Bulgaristan göçmenlerinin büyük kısmı,
1904 vatandaşlık kanunu çerçevesinde göçle birlikte
vatandaşlıklarından feragat etmek durumunda bırakılmışlardır.
Tek vatandaşlığın esas olduğu bu yıllarda 1904 tarihli
Vatandaşlık kanununu bazı küçük değişikliklerle benimseyen
1940 Vatandaşlık kanununun 14. maddesi de başka bir
vatandaşlığın kabulünü esas vatandaşlığın kaybına koşul
olarak düzenlemiştir. Kanunun 15. maddesi çerçevesinde
“Krallıktan göç eden Bulgar asıllı olmayan Bulgar tebaaları göçün
gerçekleşmesiyle tabiiyetini kaybeder… Anlaşmada farklı bir
şekilde düzenlenmediği sürece, Bulgaristan ile başka bir devlet
arasında yapılan anlaşma çerçevesinde Krallıktan göç edenler
de Bulgar tabiiyetini kaybederler.”5
II. Dünya savaşı esnasında Nazi rejimi sempatizanı
yönetimlerin olduğu ülkelerde Yahudilerin tehcir siyaseti
“İçişleri Bakanı Meral Akşener’in Konuşması”, Genel Kurul Tutanağı, 20.
Dönem, 2. Yasama Yılı, 60. Bileşim, Ankara, 25 Şubat 1997, s. 11-12.
5 “Zakon za Bălgarskoto Podanstvo”, Dăržaven Vestnik, No. 288, 20 Aralık
1940.
4
464 Özgür-Baklacıoğlu
bağlamında çıkarılan 1940 Vatandaşlık Kanunu, 1948
Vatandaşlık Kanunun 31. maddesiyle6 kaldırılmış, ancak göçle
vatandaşlığın kaybına ilişkin koşullar korunmuştur. 1948
tarihli Vatandaşlık kanununun 21. maddesi çerçevesinde7:
“Bulgar asıllı olmayan Bulgar tebaaları [...] faaliyetleriyle devlet
güvenliği ve toplumsal düzen için tehlikeli veya sadık
olmadıklarını gösterdikleri taktirde […] Bulgar tabiiyetinden men
edilebilirler.” 1989 Mayıs ayaklanmaları esnasında sınırdışı
edilen Türk aydınların büyük kısmı bu madde bağlamında
vatandaşlıktan çıkarılmış ve aşağıda değinilecek olan 1993
yılına ait Bakanlar Kurulu yazısında vatandaşlığa geri
alınmaları yönünde tarih engeli getirilmeye çalışılmıştır. Benzer
şekilde 1949’da ilk tehcir başladıktan sonra, 1950 yılında 1948
tarihli Vatandaşlık Kanununun 6. maddesinde yapılan8
değişiklikle, Bulgar asıllı olmayıp vatandaşlığını yitiren
göçmenlerin vatandaşlığa geri dönmeleri engellenmiştir.9
Kanunun 24. maddesi çerçevesinde 1950 göçmenlerinin
Bulgaristan vatandaşlığına geri dönmesi ancak Bulgar asıllı
Bulgaristan vatandaşıyla evlenmeleri ve 5 yıl kesintisiz ikamet
şartını sağlamaları halinde mümkündü. 1949-51 tehcirinden
sonra 1952 yılında yapılan değişikliklerle başka ülkenin
vatandaşlarının Bulgar vatandaşlığına geçmeleri kolaylaştırılmış, ancak çifte vatandaşlığın önlenmesi kaygısıyla eski
vatandaşlıktan vazgeçme beyanı Bulgar vatandaşlığına geçmek
için koşul oluşturmuştur.10
Akraba göçü olarak da bilinen 1968-78 göçünde 1952
yılındaki değişikliklere ek olarak 1963 yılında 6. madde yeniden
değiştirilmiş11 ve vatandaşlığın kaybı Adalet Bakanının ön
izniyle yabancı bir vatandaşlık kabul eden kişiler için söz
konusu edilmiştir. Avrupa Çoklu Vatandaşlılığı Önleme
“Zakon za Bălgarskoto Graždanstvo”, Dăržaven Vestnik, No. 70, 26 Mart
1948.
7 Dăržaven Vestnik, No. 70, 26 Mart 1948.
8 “Zakon za Bălgarskoto Graždanstvo”, Dăržaven Vestnik, Nova Alinea 2, No.
272, 1950.
9 Nova Аl. 2 - Dăržaven Vestnik, No. 272, 1950.
10 Dăržaven Vestnik, Br. 118, 1950 g., izmenenie, Izv., S. 65, 1952.
11 Izm. - Dăržaven Vestnik, No. 83, 1963.
6
Sınırötesi Vatandaşlık 465
Konvansiyonu’nun 1. maddesi kapsamında yapılan bu
düzenlemelerle başka vatandaşlık almak için izin isteyen bir
Bulgar vatandaşının 14. maddeye göre, hangi vatandaşlığı ve
neden kabul etmek istediğini belirten dilekçeyle başvuruda
bulunması şartı getirilmiştir. İzin almadan başka vatandaşlık
kabul edenler, 26. maddeye göre 400 leva para cezasına tabi
tutulmuştur.12 Bu çerçevede 1968-78 yılları arasında Ailelerin
Birleştirilmesine ilişkin göç anlaşmasıyla Türkiye’ye göç eden
Bulgaristan Türkleri vatandaşlıktan feragat yazısı imzalamak
durumunda
kalmış
ve
Adalet
Bakanlığının
onayıyla
vatandaşlıktan çıkarılmıştır. 1963 ve 1968 yıllarında yapılan bu
düzenlemeler 1998 yılına kadar geçerli olmuş ve 1968-78
göçmenlerinin
Bulgaristan
vatandaşlığını
geri
almaları
konusunda idari engellerin oluşmasına yol açmıştır.
1989 yılının baharında Türkiye’ye tehcir edilen Bulgaristan
Türk ve Müslümanları da 1963 yılına ait değişiklikleri
muhafaza eden 1948 tarihli Vatandaşlık kanunu koşullarına
tabi olmuş, ancak 1989 tehciri Bulgaristan Komünist Parti’nin
tek taraflı kararıyla polis eşliğinde ülkeden süratli bir şekilde
toplu sınırdışı etme şeklinde gerçekleştirilmesinden dolayı
feragat yazılarının teslim edilmesi şartı düzenli uygulanmayıp,
doğrudan taşınmazların kamulaştırılmasına gidilmiştir. 1989
tehcirinden sonra Bulgaristan’a geri dönen göçmenler
Bulgaristan vatandaşlığını fiilen kullanmaya devam etmiş,
ancak Türkiye’de kalanların vatandaşlıklarını geri alıp Türk
vatandaşlığı ile birlikte kullanabilmeleri için ek düzenlemelerin
yapılması gereği ortaya çıkmıştır. Nitekim 1992 yılında
başlayan 1925 Anlaşmasını yenileme görüşmeleri esnasında
Türkiye, Bulgaristan pasaportlarını göçmenlere iade etmeye
başlamış
ve
1993
yılında
göçmenlerin
Bulgaristan
vatandaşlığına
geri
alınması
meselesini
Bulgaristan’ın
gündemine getirmiştir. Bulgaristan, Adalet Bakanı Pavlin
Nedelçev’in 24 Haziran 1993 tarihli bir yazısıyla Bulgaristan’da
doğup 1912’den sonra Türkiye’ye göç eden Bulgaristan
Müslümanlarının Türk vatandaşlığını tanımayı kabul etmiş,
12
Izm. - Izv., No. 65, 1952, Dăržaven Vestnik, No. 26, 1968.
466 Özgür-Baklacıoğlu
ancak Bulgar vatandaşlıklarını kaybetmelerini
herhangi bir yasal düzenlemeye gitmemiştir.
önleyecek
13 Kasım 1997’de dönemin Adalet Bakanı Vasil Gotsev ise,
1912 yılından sonra göç edenleri kapsayan Nedelçev’in yazısına
atıfta bulunmadan Bakanlar Kurulu’nun 15 Haziran 1993
tarihli ilgili kararına ilişkin bir resmi yazıyla, 1 Haziran
1989’dan sonra göç eden bütün Bulgar vatandaşlarının, başka
vatandaşlığı kazanmalarına bakılmaksızın, vatandaşlığını
muhafaza ettiklerini belirtmiştir. Yayınlanmadığı için yürürlüğü
de tartışmalara konu olan bu kararın etrafındaki belirsizlik, söz
konusu dönemde HÖH, iktidar ve cumhurbaşkanı üçgeninde
yaşanan siyasi mücadelenin bir sonucu olmuştur. 1989
yılından önceki tehcirleri dışta bırakan bu kararın, sadece 1
Haziran 1989’dan sonra tehcir edilen Bulgaristan göçmenlerini
kapsayarak 1 Haziran 1989’dan önce Nisan ve Mayıs aylarında
uçaklarla sürgün edilen veya iltica eden Bulgaristan Türk ve
Müslüman aydınlarını dışarıda bıraktığı dikkati çekmektedir.
Bulgar milliyetçileri, Bakanlar Kurulu’nun 15 Haziran 1993
tarihli 54 No’lu protokolünde bu tür bir kararın söz konusu
olmadığını, yani Bulgaristan Bakanlar Kurulunun bu tarihte
böyle
bir
karar
almadığını
ileri
sürmüştür.
Ancak
Cumhurbaşkanı Jelyu Jelev’in Temmuz 1994 yılındaki Türkiye
ziyaretinden bir hafta sonra, Türkiye İçişleri Bakanlığı 15
Haziran 1993 tarihli karara atıfta bulunarak, 15 Temmuz 1994
tarihinde valiliklere 055917 no’lu genelgeyi göndererek
Bulgaristan’dan göç eden ve Türk vatandaşlığına kabul edilen
göçmenlerin, Bulgaristan’daki maddi ve manevi haklarının
korunduğunu bildirmiştir. Buna göre, göçmenlerin Bulgaristan
vatandaşlıklarını muhafaza ettikleri, Bulgaristan pasaportlarını
yenileyebilecekleri ve emeklilik ve sosyal güvenlik fonlarından
haklarını
talep
edebilecekleri
belirtilmiştir.
Akabinde
Türkiye’deki göçmenler Bulgaristan pasaportlarını geri almaya
başlamıştır.
7 Haziran 1995’te TBMM Bulgaristan göçmenlerinin Bulgar
vatandaşlıklarını muhafaza edebileceklerine dair bir kanun
kabul ederek çifte vatandaşlık sürecinin Türkiye ile ilgili boyutu
Sınırötesi Vatandaşlık 467
resmileşmiştir. Bununla birlikte çifte vatandaşlık gerçeğinin
göçmenlerin gündemine girmesi 1999-2000 yılını bulmuştur.
1989 göçmenlerinin vatandaşlıklarının tanınması Bulgaristan’da iktidarda olan partiler arasında uzun süre destek
bulmamış, HÖH’le yapılan siyasi pazarlıklara konu edilmiş ve
özellikle Bulgar milliyetçi çevreler tarafından engellenmeye
çalışılmıştır.13 Bulgaristan göçmenlerinin vatandaşlık statüsü,
1998 Vatandaşlık kanunu ve 1989 göçmenlerine ilişkin 2001
yılındaki ek düzenleme çıkarılana kadar yasal belirsizlik
içerisinde kalmıştır.
1996 ekonomik krizinden sonra başlayan beyin göçünden
sonra Kostov iktidarı yurtdışında yaşayan 1-1,5 milyon Bulgar
vatandaşının genel haklarını düzenleme ve siyasal haklar
çerçevesinde ülke seçimlerine katılmalarını sağlama yönünde
çalışmalar başlatmıştır. Bu dönemde kabul edilen 1998
Vatandaşlık kanununun14 aslında temel kaygısı işsizlik
nedeniyle veya eğitim için yurtdışına gidip geri dönmeyen bir
milyonu aşkın Bulgar gencinin Bulgaristan ile bağlarını devam
ettirmek olmuştur. Bu çerçevede, Türkiye’deki göçmenler oy
potansiyeli olan bir ”Bulgar diasporası” olarak değerlendiriliyordu.15
1990’lı
yıllarda
Bulgar
araştırmacılar
tarafından
Türkiye’de
yapılan
alan
araştırmalarında
Türkiye’deki göçmenlerin Bulgaristan özlemi ve Türkiye’ye
adaptasyon sorunları işleniyor, bu bağlamda göçmenler
arasında DGB’ye oy kayabileceği düşünülüyordu. Nitekim 1998
Vatandaşlık kanunu 1989 zorunlu göçmenlerini anmadı. Buna
karşın Bulgar milliyetçiliğinin “Romanlaşan ve yaşlanan
Bulgaristan” paranoyası, hem 1998 Vatandaşlık kanununun
hem de onunla birlikte yürürlüğe konulan Dış Bulgarlar
Kanununu ve Dış Bulgarlar Ajansı ile ilgili düzenlemelerin
temelinde yer aldı.
Milko Boyadžiev, “’Vănšnite’ Pensioneri na Bălgariya”, NIE Monthly, No. 2,
2001, Kaynak:
(http://members.tripod.com/~NIE_MONTHLY/nie2_01/pensioneri.htm)
14 “Zakon za Bălgarskoto Graždanstvo”, Dăržaven Vestnik, No. 136, 18 Kasım
1998, yürürlüğe giriş 20 Şubat 1999.
15 Nurcan Özgür (Baklacıoğlu), "1989 Sonrası Türkiye-Bulgaristan İlişkileri",
Türk Dış Politikası Analizi, Der. Faruk Sönmezoglu, İstanbul 2007, s. 609-684.
13
468 Özgür-Baklacıoğlu
Doğum
esasını
benimsese
de,
1998
Vatandaşlık
Kanunu’nda 1989 zorunlu göçmenlerinin vatandaşlık statüsü
ile ilgili olası istismar ve tartışmaları ortadan kaldıracak bir
düzenleme yoktu. Aksine, 1998 Vatandaşlık Kanununun 26.
maddesiyle vatandaşlığını göç sonucunda yitiren Bulgaristan
vatandaşlarına vatandaşlık yenileme başvurusundan sonra
Bulgaristan’da 3 yıl kesintisiz ikamet şartı getiriyordu. Nisan
2001’de 1998 vatandaşlık kanununun 12.,13. ve 15.
maddelerine getirilen yeni düzenlemelerden sonra önceki
vatandaşlıktan çıkma koşulu genel Bulgar vatandaşlığını
edinme koşulu olarak getirildi ve 26. maddede yapılan geçici
değişiklikle göç sonucunda Bulgar vatandaşlığını yitiren kişiler
vatandaşlıklarını yenilemek için bir yıl içerisinde başvurmaya
davet edildi.16 Uygulamada Bulgaristan Sosyal Güvenlik
Kurulumu’nun 2002 yılı verilerine göre, 1999’dan 2002 yılına
kadar 35.000 göçmen
Bulgar pasaportunu yenileyip
Bulgaristan’da emekli olmuş veya oradaki emekliliklerini
yenilemiştir.
1998 Vatandaşlık kanunu doğum yeri esasını ve çoklu
vatandaşlığı kabul etmekle birlikte, Madde 3 ile çifte
vatandaşlığı teşvik etmiyordu. 2001’de 12.,13. ve 15. maddelere
getirilen düzenlemelerle eski vatandaşlığın terk edilmesi,
Bulgaristan vatandaşlığına geçmenin koşulu olarak muhafaza
edilmiştir. 2001 yılında, HÖH’ün iktidar koalisyonuna girmek
üzere olduğu dönemde 1989 ve öncesi göçmenlerin
yararlanabileceği ek düzenlemeler getirildi. HÖH’ün iktidar
ortağı olduğu Mayıs 2002’de yapılan kapsayıcı düzenleme ile
1940 ve 1948 Vatandaşlık kanunlarının göç ile ilgili
düzenlemeleri sonucunda vatandaşlıklarını yitiren Bulgaristan
vatandaşları ile 1989 zorunlu göçmenlerinin vatandaşlıklarının
koşulsuz iadesi kabul edildi.17 Bu yılların dışında göç edenler,
özellikle 1968-78 aile birleşimi anlaşmasıyla ve bizzat
vatandaşlıktan feragat yazısı ibraz edenler ancak çok daha
State Gazette, 41/26 Nisan 2001
“Law for Bulgarian Citizenship”, Prom. State Gazette, 136/18 Kasım 1998;
and amend. State Gazette, 41/26 Nisan 2001; and suppl. State Gazette,
54/31 Mayıs 2002.
16
17
Sınırötesi Vatandaşlık 469
çetrefilli bir prosedürü içeren alelade yabancılar statüsünde,
Bulgaristan vatandaşlığını edinme olanağına sahiptirler.
Bu son düzenlemelerle 1940 yılından bu yana Türkiye’ye
göç eden Bulgaristan doğumlu 638.000 civarında göçmen
Bulgar vatandaşlığını herhangi bir ek koşul olmadan alma
hakkına sahip olmuştur. Nitekim HÖH’ün iktidar ortağı olduğu
dönemde bu konuda sorun yaşanmamış, başvuruda bulunan
eski göçmenler ve çifte vatandaşların çocukları ve eşleri
vatandaşlığa alınmıştır. En son 2007 Avrupa Parlamentosu
seçimleri vesilesiyle Bulgaristan Nüfus Kayıt Enstitüsü
GRAO’nun
yayınladığı
rakama
göre,
Türkiye’de,
Bulgaristan’daki seçimlerde oy kullanma hakkına sahip
185.000 Bulgar vatandaşı seçmen tespit edilmiştir.
Bu rakamın içerisinde 1991 sonrasında Türkiye’ye çalışmak
için gelen Bulgaristan göçmenleri de var. Eldeki düzensiz
istatistikler 2000’li yıllarda Türkiye’de ortalama olarak en
azından 100.000 civarında Bulgaristan Türkü göçmen işçinin
dolaştığını göstermektedir. Bulgaristan’ın 2007 parlamento
seçimleri öncesinde AB ülkeleri dışındaki ülkelerde yaşayan
230.000 Bulgaristan vatandaşından söz edilmiştir. Bu rakamın
önemli bir kısmının Türkiye’de yaşayıp çalışan Bulgaristan
Türkleri olduğu tahmin edilebilir. 2008’den sonra uygulamaya
konulan 3 ay Türkiye’de/3 ay Bulgaristan’da kalma
zorunluluğu Bulgaristan’dan Türkiye’ye çalışma amaçlı göçü
azalttı ve önceden sürekli ikamet kaydıyla Türkiye’de yaşayan
Bulgaristan Türklerinin kayıt dışı göçmen olarak Türkiye’de
kalmalarına neden oldu. Bu uygulama devam ettiği sürece
Türkiye’de kayıt dışı yaşayan ve çalışan herhangi sosyal ve
sağlık güvencesi olmadan çalışan Bulgaristan göçmenlerinden
söz etmek daha anlamlı olacaktır. Türkiye’nin seçimden seçime
ikamet affı uygulaması, bu kayıt dışı nüfus için ikametle kayıtlı
hale gelmelerine olanak veren, dolayısıyla vatandaşlığın yolunu
açan tek anahtar olarak önem kazanacaktır.
470 Özgür-Baklacıoğlu
Sınırın İki Tarafında Çifte Vatandaşlık Algı ve Pratikleri
1998 Vatandaşlık Kanunu ile birlikte gündeme gelen çifte
vatandaşlık esasen sınırın iki tarafındaki resmi çevrelerin
beklentileri etrafında tasarlanmış olsa da, yerel pratik ve
söylemlerle geliştirilerek son yıllarda yeni boyutlar kazanmıştır.
Türkiye’nin geleneksel Balkan Türkleri söylemi bağlamında
göçmenlerin Bulgaristan’a geri dönmesi ve oradaki varlıklarını
devam ettirmeleri esas olmuş, bu bağlamda da 1990’lı yıllarda
Türkiye’deki göçmenlere Bulgar pasaportları iade edilirken,
Bulgaristan’daki Türk asıllı Bulgaristan vatandaşlarına Türk
vizesi verilmemesi esas olmuştur.18 Çifte vatandaşlığın gündeme
gelmesiyle birlikte bu ayrımcı vize politikası terk edilmiş, ikamet
kaydında muafiyetler ve kolaylıklar sağlanırken, göçmenlerin
kayıt dışı çalışmaları hoş görülmüştür. Göçe müsamaha
gösterilirken, vatandaşlığa kabul süreci uzun süreler ve ek
bürokrasiyle caydırıcı hale getirilmiştir. Vatandaşlığa alınmış
göçmenlerle
yaptığım
görüşmelerden
anlaşıldığı
üzere,
vatandaşlığa kabul mülakatlarında belirleyici olan “aile
birleşimi” gerekçesi olmuştur. 1997-1999 yıllarında çifte
vatandaşlık daha çok 1989 zorunlu göçüyle gelen göçmenlerin
sosyal hakları ile ilgili sorunların çözümü için bir vasıta olarak
görülürken, 2001 yılından sonra sınırötesi seçimlerin başarısı
arttıkça çifte vatandaşlık Türkiye açısından yeni siyasi boyutlar
kazanmış ve sınırötesi demokrasi inşası projesi olarak sunulur
olmuştur. Son yıllarda çifte vatandaş olan göçmenlere oy
kullanma çağrısı yapılırken, Bulgaristan’dan gelen Türk asıllı
göçmen işçilere çalışma izni muafiyeti getirilmiş ve sınırın iki
yanındaki derneklerin işbirliğine yönelik yerel girişimler teşvik
edilmiştir.
Sınırın Bulgaristan tarafında çifte vatandaşlık, üstte
anlatılan süreçlerden de anlaşılacağı üzere Türkiye ve HÖH’ün
1993-1997 yılları arasında göçü önlemek için her Türk ailesinden sadece
birer kişiye turistik vize verilmiş, aileler birlikte Türkiye’ye gelebilmek için
Bulgar isimlerini almak veya yasadışı yollara başvurmak zorunda
kalmışlardır.
18
Sınırötesi Vatandaşlık 471
girişimleri sonucunda gündeme gelmiş ve uzun süre Bulgar
milliyetçileri tarafından muhalefetle karşılanmıştır. 1998
Vatandaşlık Kanununda çifte vatandaşlığın benimsenmesi,
esasen ülkede 1996 kriziyle %40’lara ulaşan işsizliğin tetiklediği
yurtdışına göçü yönetme çabasından ileri gelmiştir. Bu göçü
yönetme çabasının iki hedefi olmuştur. Birisi yaşlanan ve
“Romanlaşan” bir Bulgaristan’a dönüşme paranoyası karşısında
yurtdışındaki Bulgar vatandaşlarının ülke ile bağlarını canlı
tutmak, bu bağlamda da göçmen gelirleri üzerinde kontrol
kurmak. İkinci olarak da çifte vatandaşlık aracılığı ile Simeon II
gibi eski muhaliflerin Bulgaristan’a dönüşünü, siyasete
katılımını sağlamak ve ülkede 1997 seçimlerinde bazı bölgelerde
%59’a düşen seçimlere katılım oranını yükseltmek açısından
desteklenmiştir. Burada güdülen esas amaç yurtdışındaki
oyları ulusal seçimlere katmak ve yurtdışında yaşayan Bulgar
vatandaşları arasında siyasi ve milli seferberlik başlatmak
olmuştur. Son olarak çifte vatandaşlık, 90’lı yılların sonlarında
iki ülke ilişkilerinin gündemini meşgul eden göçmenlerin
emeklilik ve sosyal haklar sorununun en karlı şekilde
çözülmesine olanak sağlamıştır. Bulgaristan, çifte vatandaşlığa
müsamaha göstererek tazminat ödemeden göçmenlerin
Bulgaristan’da emekli olmasına olanak sağlamış, son yıllarda
ise göçmenlerin Bulgaristan’daki emeklilik primlerini satın
alarak Türkiye’ye transfer etmesiyle ciddi bir ek gelir elde
etmiştir.19
Göçmen derneklerinin her iki ülke nezdinde yaptıkları
girişimlere rağmen, iki ülke arasında sosyal güvenlik
anlaşmasının imzalanmasından kaçınılmıştır. Anlaşmanın
Türkiye ile Bulgaristan arasında Sosyal Güvenlik Anlaşması yapılsaydı
Bulgaristan hem göçmenlerin emeklilik tazminatlarını Türk lirası üzerinde
ödemek durumunda kalabilirdi, hem de 1993’ten bu yana Türkiye’de sosyal
güvencesi olmadan çalışan Bulgaristan vatandaşı Türk göçmen işçilerin
emekliliklerini tanımak ve Bulgaristan’da ödemek zorunda kalacaktı. Son
düzenlemelerle Bulgaristan tazminat ödemek bir yana, göçmenlerin
hâlihazırda zamanında yatırdığı emeklilik kesintilerini yeniden döviz
üzerinden ödetmiştir. 2009 yılında Bulgaristan’daki yıllarını satın alabilmek
için göçmenler kişi başına 5.000 ile 20.000 lira arasında para ödemek
zorunda kalmışlardır. Bulgaristan vatandaşlığını reddeden göçmenlerin
emeklilik haklarına ilişkin herhangi bir düzenleme söz konusu değildir.
19
472 Özgür-Baklacıoğlu
imzalanmasının yerine Türkiye Türk soylu yabancılara ilişkin
yasal düzenlemelerle Bulgaristan Türklerinin Türkiye’de
çalışma muafiyeti, kolaylaştırılmış ikamet kaydı, vatandaşlığa
başvuru olanağı gibi kolaylıklar sağlamıştır. Son yıllarda bu
kolaylıklar, 3 ay Türkiye’de, 3 ay Bulgaristan’da yaşama /
çalışma uygulamalarıyla sorunlu hale gelmiş ve Bulgaristan
Türklerini belli sosyal güvence ve haklara erişimin sağlandığı
koşullarda AB ülkelerinde iş aramaya yöneltmiştir. 2008
küresel mali krizinin AB iş piyasasında yol açtığı daralma
sonucunda Bulgaristan göçmenlerinin son iki yıldır yeniden
kayıt dışı ekonominin nispeten daha yaygın olduğu Türkiye’ye
yöneldikleri, ancak üstteki düzenleme nedeniyle kayıt dışı
çalışmak durumunda kaldıkları dikkati çekmektedir.
Popülist milliyetçi GERB iktidarı döneminde vatandaşlığa
alınma sürecinin yavaşlayacağı ve sınırötesi seçimlerle ilgili ek
düzenlemelere gidileceği düşünülmektedir. GERB’in en azından
26. maddeyi hedef alıp Türkiye’de çifte vatandaş sayısının
638.000’e ulaşmasını engellemeye çalışacağı düşünülebilir.
Çifte vatandaşlık alanındaki hareketliliğin himayeci politikalarla
kontrol altına alınmaya çalışılacağı da söylenebilir. Nitekim
2006 yılında Avrupa Vatandaşlık Konvansiyonunu imzalayan
Bulgaristan, Konvansiyonun üç maddesine, siyasi istismara
elverişli
bazı
çekinceler
koymuştur.
Konvansiyonun
vatandaşların hakları ile ilgili 11., 12. ve 17. maddelerine
çekince
koyan
Bulgaristan,
bu
çekincelerle
Bulgar
vatandaşlığının edinimi, kaybı, yenilenmesi ile ilgili gerekçeleri
yazılı olarak beyan etme yükümlülüğünü kabul etmemiş ve
başvurusu reddedilen kişilerin vatandaşlıktan çıkarma,
vatandaşlığı edinme ve vatandaşlığın yenilenmesi ile ilgili
kararlara idare ve yargı nezdinde itiraz hakkını kaldırmış
olmaktadır. Böylece Bulgaristan vatandaşlık işlemlerinin kendi
egemenlik alanına girdiğini ve bu konudaki kararları
konusunda sorgulanıp yargılanamayacağını da ortaya koymuş
olmaktadır. Konvansiyonun 17. maddesine koyduğu çekinceyle
de çifte vatandaşların Bulgaristan’da ikametleri sırasında
Bulgaristan vatandaşlarıyla aynı haklara sahip olmasını
engellemiştir. Geleneksel hukukta, bu türden hak sınırlaması
Sınırötesi Vatandaşlık 473
genelde ulusal güvenlikle ilgili stratejik mesleklere çifte
vatandaşların alınmaması ve seçilme hakkının sınırlandırılması
ile ilgili olur, çünkü geleneksel ulus-devlet algısında çifte
vatandaşlar genellikle sadakati bölünmüş unsurlar olarak
algılanırlar. Bu türden çekinceler devletlerin egemenlik hakları
bağlamında birçok devletin getirdiği sıradan çekinceler olarak
kabul edilir. Diğer yandan, azınlık politikaları bağlamında ele
alındığında bu türden içeriği kaypak çekinceler, milliyetçi
popülist iktidarlar tarafından istismar edildiğinde istenmeyen
hak ihlallerine ve ayrımcılıklara yol açabilmektedir. Dış
Bulgarlar Kanunu’nun Bulgar soylularına sağladığı ayrıcalıklar
bağlamında, Bulgar asıllı olmayan çifte vatandaşların haklarına
yönelik sınırlamaya gidilmesi olası görünmektedir. Popülist
milliyetçi söylemlerin genelde siyasi iktidarsızlığı örtbas etmek
için kullanıldığı dikkate alındığında, GERB’in ve hatta onu
izleyen iktidarların da çifte vatandaşların sayısını sınırlamaya
ve oy potansiyelini devre dışı bırakmaya çalışacağı beklenebilir.
Günümüzde de Bulgaristan vatandaşlığını almak karmaşık ve
caydırıcı bir süreç içerisinde ilerlemektedir.
Yurtdışında yaşayan Bulgar lobileri yurtdışında seçimlere
katılma hakkının kaldırılmasını istemediğinden, GERB’in bu
kesimlerin oy hakkını sınırlamadan, sadece HÖH’ün oy
potansiyelini sınırlama çabasına gireceği söylenebilir. Uzun
yıllardır dile getirilen ilk sınırlama yöntemi Bulgaristan
seçimlerinde oy kullanabilmesi için bir kişinin en az 6 ay
sürekli ikamet şartını tamamlamış olmasıdır ki bu uygulama
yurtdışında sürekli ikametle yaşayan Bulgar oylarını da
sınırlayacaktır. İkinci yöntem olarak ileri sürülen Avrupa
Parlamentosu seçimlerinde uygulanan modeldir. Bu model AB
ülkelerinde bulunan Bulgar vatandaşlarına seçimlere katılma
hakkı tanırken, Bulgar diasporasının yoğunlaştığı ABD,
Kanada, Avustralya gibi önemli bölgeleri dışta bırakmaktadır.
Bu çerçevede, uygulanma olasılığı en yüksek olan model
yurtdışından gelen oyların ulusal düzeydeki bütün seçim
bölgeleri arasında eşit şekilde dağıtılması, böylece çifte
vatandaşların ve HÖH’ün milletvekili çıkarma şansının
azaltılmasıdır. ABD’deki Bulgar diasporası tarafından önerilen
474 Özgür-Baklacıoğlu
diğer model ise yurtdışında kullanılan oyların kıtalar bazında
saptanan uluslararası seçim bölgeleri arasında paylaştırılmasını
öngörmekte ve Amerika kıtasına 6 sandalye, Avrupa/Afrika
kıtasına 4 sandalye ve Türkiye’nin de dâhil edildiği Ortadoğu
bölgesine 2 sandalyenin tahsis edilmesini önermektedir.20 Bu
şekilde çifte vatandaşların oyları iradeleri dışında, Amerika ve
AB’deki Bulgar diasporasına devredilmiş olmaktadır ki bu
demokratik olmayan ve ayrımcı bir model önerisidir.
Diğer yandan popülist milliyetçilikle iktidara gelen ve mali
krizin yol açtığı iktisadi darboğaz içinde kalan GERB iktidarının
Bulgar milliyetçiliğini seferberlik durumunda tutmak için çifte
vatandaşların siyasal eylemlerini desteklemesi de söz konusu
olabilir. 2010 yılı itibariyle GERB’in ülkedeki ekonomik
sorunları
çözme
konusundaki
başarısızlığı
ve
sosyal
patlamalarla karşı karşıya kalmadan iktidardan çekilme arayışı,
GERB’in azınlıklar arasında milliyetçi çıkışlara göz yummasını
da salık verebilir. Böylece çifte vatandaşların sahip oldukları
siyasal, kültürel ve iktisadi olanakların Bulgar halkı arasında
yaydığı
olumsuz
önyargılar
iç
siyaset
açısından
değerlendirilebilir. Bulgar halkı içerisinde çifte vatandaşların
sınırötesi oy kullanmaları bir ayrıcalık ve kendileri açısından
haksızlık
olarak
değerlendirilmektedir.
Onlara
göre,
Bulgaristan’da fiilen yaşamayan, siyasal
gelişmelerden
haberdar olmayan, yılda bir-iki kere gelen çifte vatandaş
göçmenler, Türkiye’nin kendilerine önerdiği HÖH partisine oy
vermekte ve Bulgaristan’ın siyasal yaşamını yönlendirmektedirler. Nitekim 5 Temmuz 2009’da yapılan genel
seçimlerde HÖH’ün yurtdışında kullanılan 153.000 oyun
100.000’inine yakınını kazanması, bu oyların 93.000’inin ise
Türkiye’deki çifte vatandaşlardan, geri kalanının da Belçika,
Fransa, Almanya ve Hollanda’da çalışan Bulgaristan Türk,
Pomak
ve
Romanları
tarafından
verilmesi,
Bulgar
milliyetçilerinin “Türk saldırısı” ve “Türkiye’nin Bulgaristan’ın
içişlerine
müdahalesi”
söylemini
geliştirmelerine
vesile
olmuştur. Bulgar milliyetçileri arasındaki yaygın beklenti
Lyubomir Gavrilov, “Kăm Novo İzborno Zakonodatelstvo”, Mediapool, 4
Kasım 2009.
20
Sınırötesi Vatandaşlık 475
GERB’in Bulgaristan Vatandaşlık Kayıt Kurumu GRAO’nun
tespitlerine göre, 2007 yılında 185.000 olan çifte vatandaş21
seçmenin oy hakkını sınırlamasıdır. Bu talep Türkiye’de
350.000 civarında Bulgaristan kökenli çifte vatandaş ve kayıt
dışı göçmen olduğu yönündeki tahminlerle daha sert söylemlere
bürünebilir. Türkiye’de, Bulgaristan Türk ve Pomak göçmenleri
ile
çifte
vatandaşlarının
sayısının
artması,
HÖH’ün
yurtdışındaki oy potansiyelini arttırmaktadır. Bulgaristan Sınır
İdaresinin verilerine göre, 2002 ve 2008 yıllarında yıllık
ortalama 925.795 22 ile bir milyon 23 civarında Bulgaristan
vatandaşı Türkiye’yi turistik veya öğrenim amacıyla ziyaret
etmektedir. Söz konusu yıllar arasında iki ülke arasındaki
gidiş-gelişler değişmezken, 2005 genel seçimlerden bu yana
yurtdışında oy kullananların sayısının ikiye katlandığı dikkati
çekmektedir. 2005 yılında 75.254 kişi yurtdışında oy
kullanırken, şimdi bu rakam 153.000’e yükselmiştir. Bu
yükseliş özellikle Türkiye’de dikkat çekici bir yansıma
bulmuştur. 2005’te Türkiye’de 75 seçim sandığı varken, diğer
ülkelerde 269 seçim sandığı açılmıştır. 2009’da Türkiye’de
açılan sandık sayısı 123’e yükselirken, diğer ülkelerde açılan
sandık sayısı 151’e düşmüştür. 2005 seçimlerinde 226 şehirde
seçim sandığı açılırken, 2009’da diğer ülkelerdeki 138 şehirde
seçim sandığı açılmıştır. Tek başına Türkiye’de 16 şehirde 123
seçim sandığı açılmıştır.(Tablo 2)24
“185.000 Izselnitsi v Turtsia Otpadat za Evrovota”, Sega, 6 Nisan
Rositsa Guencheva / Petya Kabakchieva / Plamen Kolarski,
Trends in Selected EU Applicant Countries, Bulgaria: The Social
Seasonal Migration, c. 1, Viyana 2003, s. 22.
23 NSI, Pătuvaniya na Bălgarski Graždani v Čužbina prez Mesets
2009 godina, 2009.
24 Gavrilov, “Kăm Novo Izborno Zakonodatelstvo”.
21
22
2007.
Migration
Impact of
Septemvri
476 Özgür-Baklacıoğlu
Tablo 2: Yurtdışında Yapılan Genel Seçimlerin
Karşılaştırılması
1997
Yurtdışından
gelen oy sayısı
Sandık sayısı
HÖH’ün
genel
oyu
HÖH’e
Yurtdışından
gelen oy
%
2001
%
2005
%
2009
50.000
75.254
153.500
323.429
340.395
344/75
467.400
274/123
610.521
-
38.840
3
koltuk
12
40.656
3
koltuk
9
93.903
5
koltuk
%
17
Bu rakamlar, Bulgar yazınında yoğun tartışmalara ve
seçilen bazı milletvekillerin milletvekilliklerinin iptaline ilişkin
davalara yol açmıştır. Bulgar halkı arasında çifte vatandaşlar
sadakati bölünmüş güvensiz unsurlar, Türkiye’nin “beşinci
kolu”, “Bulgaristan’ın aleyhinde çalışan bir etnik partinin
militanları” olarak algılanmıştır. Türkiye’deki göçmenlerin
dayanışması örnek gösterilirken, Bulgaristan dışında 31 ülkede
yaşayan 1.500.000 Bulgar vatandaşının milli fikirlere ihaneti ve
bencilliği eleştirilmiştir. Hem çifte vatandaşlık hem de
Türkiye’de
oy
kullanma
hakkı
bir
ayrıcalık
olarak
nitelendirilmiştir. Bütün tartışmaların arasında Türkiye’de
kullanılan oyların arasında 3000 oyun HÖH dışındaki partilere
verilmiş olması dikkat çekmemiştir. Yine seçim sandığı açılan
hemen her ülkede, seçim sandıklarında çıkan sonuçların %90
oranında belirli partilere yönelik olduğu göz ardı edilmiştir.
Yurtdışındaki oyların diğer partiler arasında dağılımına
baktığımızda yurtdışındaki oyların üçte ikisinin tek başına
HÖH’e gittiği görülmektedir. HÖH’ün yurtdışındaki en önemli
rakibi ise 2009 seçimlerinde GERB olmuştur (Tablo 3).
Sınırötesi Vatandaşlık 477
Tablo 3: 2009 Seçimlerinde Yurtdışındaki Oyların Partiler
Arasında Dağılımı
Parti
Kazanılan
% Oran Milletvekili
oy
Sayısı
HÖH
93.903
5
GERB
33.426
56.08
2
Mavi koalisyon
9058
15.2
½
Ataka
6258
10.5
BSP
3882
6.51
RZS
1585
2.66
Yurtdışı Toplam Oy 153.500
Toplam oy
4.300.000
Kaynak: Lyubomir Gavrilov, age.
HÖH için sınırötesi oyların özel önemi bulunmaktadır.
Öncelikle HÖH, 1989 tehciriyle birlikte kaybettiği demografik ve
sosyal potansiyelini çifte vatandaşlık kurumu aracılığı ile
kısmen geri kazanmıştır. Daha da önemlisi Bulgaristan’daki
sosyo-ekonomik sorunlar altında politikadan soğuyan azınlık
seçmeninin motivasyon eksikliğini, Türkiye’deki göçmenlerin
seçimlere katılma seferberliğiyle önemli ölçüde telafi etmiştir.
Böylece HÖH, azınlıklar arasında demokratik siyasal katılımı
yaygınlaştırma projesini sınırötesi alana yayma başarısını elde
etmiştir. Sınırötesi oy 2009 yılında HÖH’e önemli bir oy artışı
sağlamıştır. 1994 seçimlerinde oy potansiyelinin nerdeyse
1/3’ünü kaybeden ve 283.094 oyla yetinmek zorunda kalan
HÖH, azınlıkların yaşadığı bölgelerde seçime katılım oranının
%49’lara düştüğü25 1997 genel seçimlerinde 323.429 oyla seçim
barajını aşmayı başarmış, ancak katılımın %75 düzeyinde
seyrettiği 1991 seçimlerinde kendisine balansör güç avantajını
kazandıran 418.168 kişilik seçmen desteğine yaklaşamamıştı.
Yurtdışındaki Bulgaristan vatandaşlarına oy kullanma
olanağının sağlandığı 2001 seçimlerinden sonra, HÖH’ün
oylarında önemli bir artış sağlandı. İlk sınırötesi oy kullanma
deneyimi sunan 2001 seçimlerinde, Türkiye’deki seçim
hazırlıklarının yetişmemesi, yeterli sayıda sandığın açılmaması,
Rumen Yankov, Elektoralna Geografiya na Bălgariya: Malăk Učeben Atlas,
Veliko Tırnovo 2006, s. 18.
25
478 Özgür-Baklacıoğlu
oyların konsolosluklarda verilmesi ve Türkiye’de verilen oyların
manipülasyonuyla ilgili çekincelerden dolayı göçmenlerin
önemli bir kısmının derneklerin organizasyonuyla Bulgaristan’a
giderek oy kullanması, çifte vatandaş göçmenlerin sınırötesi
demokratik katılımı açısından önemli bir deneyim olmuştur.
Bulgaristan’daki seçim verilerine göre, Türkiye’den gelen
seçmenler özellikle kuzeydoğu Bulgaristan’ın Silistra, Razgrad
ve Dobriç kasabalarında seçimlere katılım oranını %70’lere
kadar yükseltebilmiş ve azınlıklara seçimlere katılma
motivasyonu vermiştir. 26
Harita 1: 2005 Seçimlerinde HÖH Oylarının Bulgaristan
Genelinde Dağılımı
Kaynak:
27
İlk
sınırötesi
seçim
tecrübesinin
yaşandığı
2001
seçimlerinde Türkiye’den HÖH’e 38.840 sınırötesi oy gitmiştir.
Bu oylar 2,5-3 milletvekiline denk gelmiş ve çifte vatandaş
göçmenler ilk defa Bulgaristan parlamentosunda temsil edilme
26
27
Yankov, age, s. 36.
Yankov, age, s. 41.
Sınırötesi Vatandaşlık 479
olanağı bulmuştur. 2005 seçimlerinde seçmen tabanını 467.400
kişiye ulaştıran HÖH, Bulgar milliyetçiliğinin en saldırgan hale
girdiği 2009 genel seçimlerinde 610.521 kişiyle tarihinin en
geniş seçmen tabanına ulaşmıştır. Bu yükselişte şüphesiz çifte
vatandaşların somut katkıları vardır. 2005 seçimlerinde HÖH
Türkiye’den 40.656, 2009 seçimlerinde de 93.903 oy aldı.
Ancak bu yıllardaki artışı Türkiye’deki oyun dışında etkili olan
bazı siyasi ve toplumsal faktörlerle de izah etmek mümkün.
Öncelikle HÖH’ün 2001 yılında bu yana koalisyonlar içerisinde
iktidarda bulunması ve bunun özellikle yerel yönetimler
düzeyinde önemli siyasi, idari ve ekonomik imtiyazlar
sağlaması, Bulgaristan genelinde ve farklı azınlıklar arasından
siyaset erbabının HÖH çatısı altında bir araya gelmesini teşvik
etmiştir. İktidar ortağı olması HÖH’ün tabanını diğer Pomak,
Roman, Makedon azınlıkları ve hatta azınlıkların olmadığı seçim
bölgelerini kapsayacak şekilde yaymasına yol açmış, böylece
HÖH ulusal düzeyde siyasal temsil olanağına kavuşmuştur
(Harita 1).
HÖH’ün ulusal parti olma çabası içerisinde 2005 seçim
listelerinde 34 sandalyeden Pomaklara 4, Müslüman
Romanlara 2 ve Bulgar asıllı milletvekillerine 5 sandalye tahsis
etmesi28, HÖH’ün seçmen tabanını diğer etnik toplulukları da
kapsayacak
şekilde
genişlediğini
göstermektedir.
HÖH
listelerinde Bulgar milletvekili sayısındaki artışı dolaylı şekilde
destekleyen diğer bir faktör ise, 2005 seçimlerinde diğer seçim
bölgelerine nazaran Kırcali, Tırgovişte, Şumnu ve Silistre
bölgelerinde 1 milletvekilliğin bedelinin 17.000 ila 19.000 oy
arasında, Bulgar nüfusunun yaşadığı Batı bölgelerinde ise 1
milletvekilliğinin bedelinin 12-14.000 oy civarında olmasıdır.29
HÖH’ün 2005 seçimlerinde elde ettiği başarı, aynı seçimlerde
Nadège Ragaru / Antonela Capelle-Pogacean, "Les partis minoritaires, des
partis ‘comme les autres’? Les expériences de l’UDMR en Roumanie et du
MDL en Bulgarie", Revue d’études comparatives Est-Ouest, 38/4, Aralık 2007,
s. 115-148.
29 Yankov, age, s. 41.
28
480 Özgür-Baklacıoğlu
Burgaz’da %12 oy alarak30 yükselen ATAKA milliyetçiliğinin
kışkırtmasıyla 2009 yılı genel seçimlerinde katlandı.
ATAKA ve kısmen GERB gibi milliyetçi partilerin örgütlediği
Bulgar milliyetçiliğinin azınlıklara yönelik saldırgan bir söylem
geliştirmesi, azınlıklar açısından önemli bir siyasi mobilizasyon
faktörü oldu. Bu seferberlik hali AB ülkelerindeki İslam
karşıtlığına dayalı ırkçı söylemlerle eklemlenen Bulgar
milliyetçiliğinin baskısıyla karşı karşıya kalan Belçika, Fransa
ve Almanya gibi ülkelerde çalışan Bulgaristan Türk ve
Romanları arasında da yaygınlaşmıştır. 2009 seçimlerinin
akabinde AB ülkelerindeki Bulgar asıllı vatandaşların
gösterdikleri tepkilerden ve seçim ihbar sitelerine gelen
ihbarlardan son 2009 seçimlerinde Belçika, Fransa, Almanya
vb. ülkelerde açılan sandıklarda HÖH’ün önemli bir oy sağladığı
anlaşılmaktadır.
Diğer yandan, 2001’den sonra yaşanan oy artışında rol
oynayan başlıca faktör sadece çifte vatandaşların oyları da
olmamıştır. Bu konuda diğer belirleyici faktör 2001 yılında
vizeyi kaldıran Türkiye’de genelde kayıt dışı çalışan Bulgaristan
Türklerinin, seçim dönemlerinde kendilerine uygulanan afla,
hem Türkiye’de ikamet kaydı yenileme olanağına sahip olmaları
bu vesileyle de seçimlere katılma olanağı bulmasıdır.
Türkiye’deki göçmenlerin, diğer ifadeyle otobüs seçmenlerinin
katılımının en belirgin olduğu dönem, seçim katılımının %56’ya
düştüğü 2005 seçimleri olmuş ve bu seçimlerde diğer bölgelerde
katılım oranı genelde %50 ile %54 arasında değişirken, Kırcali,
Tırgovişte, Razgrad ve Silistre’de seçimlere katılım oranı
%65’leri bulmuştur.31 Sürekli hareket halinde olmaları ve iki
devlet tarafından sağlanan verilerin yetersiz olması göçmenlerin
sınırötesi
hareketliliği
konusunda
ampirik
verilen
oluşturulmasını zorlaştırmaktadır. Bazı verilere göre, her yıl
30
31
Yankov, age, s. 41.
Yankov, age, s. 36.
Sınırötesi Vatandaşlık 481
ortalama 30.000 civarında Bulgaristan Türkü çalışmak üzere
Türkiye’de bulunmuştur.32
Tablo 4: Bulgaristan’dan Türkiye’yi ziyaret eden
Bulgaristan Vatandaşları
2000 Genel
Sayımı
2002
2008, Eylül
2009, Eylül
Nüfus
Yıl
bazında
Aylık
27 47033
925.79534
1.296.000
1,500.000
77.149
108.00035
127.00036
Türkiye, yakın zamana kadar Bulgaristan’da ve AB üye
ülkelerinde
istihdam
olanağı
bulamayan
Bulgaristan
Türklerinin ve Müslümanlarının iş olanakları buldukları başlıca
ülke durumunda olmuştur. Eylül 2009 Bulgaristan İçişleri
Bankalığı istatistiklerine göre, Türkiye 127.000 Bulgaristan
vatandaşı tarafından en fazla ziyaret edilen ülke olmuştur.
Bulgaristan’dan yurtdışına çıkan nüfusun ¼’ü Türkiye’ye
gelmektedir.37 Bu rakam Bulgaristan’ın 2007’de AB üyesi
olmasına kadar daha da yüksek olmuştur. Son yıllara kadar
Bulgaristan Türkleri için Türkiye’de çalışmak anlamlı geliyordu,
coğrafi ve dilsel yakınlık, akraba ve arkadaşlık bağları, 1989
göçmenlerinin söz sahibi olduğu istihdam alanlarının olması,
aileyle birlikte yaşama olanağı ve Türk soyundan olmanın
sağladığı Türkiye’de, vatandaşlık başvurusu yapma perspektifi
Türkiye’yi Batı Avrupa’ya nazaran daha cazip kılıyordu.
Özellikle,
Türkiye’nin
Bulgaristan
Türklerine
90’larda
uyguladığı sıkı vize rejiminin kaldırıldığı 90’lı yılların sonu ile
Ragaru / Pogacean, age, s. 14.
Ülkelere Göre Yurtdışından gelen Nüfus, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım
İstatistiklerı, DIE, 2000.
34 Guencheva / Kabakchieva / Kolarski, Migration Trends, s. 22.
35 NSI, Pătuvaniya na Bălgarski Graždani v Čužbina prez Mesets Septemvri
2009 godina, 2009.
36 NSI, age.
37 NSI, age.
32
33
482 Özgür-Baklacıoğlu
2000’li yılların başında Türkiye’de önemli bir Bulgaristan
kökenli göçmen nüfusu birikmişti. Bulgaristan Ulusal İstatistik
Enstitüsü verilerine göre 2002’de 925,795 Bulgaristan
vatandaşı Türkiye’yi iş veya turizm gerekçeleriyle ziyaret
etmiştir. Bu nüfusun içinde Türk ve Müslüman Bulgaristan
vatandaşları belirleyici çoğunluğu oluşturmuştur.38
25 Eylül 1981 tarihli 2527 sayılı Türk Soylu Yabancıların
Türkiye’de Meslek ve Sanatlarını Serbestçe Yapabilmelerine,
Kamu, Özel Kuruluş ve İşyerlerinde Çalıştırılabilmelerine İlişkin
Kanunun sağladığı “imtiyazlı Türk soylu yabancılar”39
statüsüne girmelerinden dolayı, yasal düzeyde sosyal güvence
olanaklarına sahip olmalarına rağmen, bu göçmenlerin önemli
bir kısmı kayıt dışı, herhangi bir sosyal ve sağlık güvencesi
olmadan çalışmak zorunda kalmıştır. Ailesini Bulgaristan’da
bırakarak Türkiye’ye gelen gençlerin önemli bir kısmı kayıt dışı
istihdam piyasasının zorlamasıyla ikamet yenilemeden ve
çalışma muafiyetinden yararlanamadan Türkiye’de yaşayıp
birikimlerini Bulgaristan’da kalan ailesine aktardı. Bu pratik
Bulgaristan açısından göçmen geliri kaynağı oluşturdu. Daha
da önemlisi, Türkiye’ye yaşanan emek göçü, Bulgaristan’da
azınlık bölgelerinde yüksek seyreden işsizlik oranının
düşürülmesi açısından işe yaramıştır. 2001 yılı verilerine göre
kuzeydoğu Bulgaristan ile Smolyan, Pazarcık, Kırcali
şehirlerinin
bulunduğu
güneydoğu
bölgelerle,
Roman
partilerinin
önemli
desteğe
sahip
olduğu
kuzeybatı
Bulgaristan’da işsizlik oranı %55 oranlarına seyretmiştir.40
Türkiye’nin vize rejimini gevşeterek azınlık içerisinde yükselen
işsizlik yükünü paylaşması karşılığında, 1989 göçmenlerinin
vatandaşlık bağıyla tekrar Bulgaristan’daki azınlığa katılması
Türkiye’nin Bulgaristan’daki azınlığın azalmasıyla ilgili
endişelerini karşılıyordu.
Guencheva / Kabakchieva / Kolarski, age, s. 22.
Mustafa Cin, “Türk Soylu Yabancıların Türkiye’de Çalışma Özgürlüğü”,
Mevzuat Dergisi, Yıl 8, Sayı 88, Nisan 2005,
http://www.mevzuatdergisi.com/.
40 Yankov, age, s.10, 31.
38
39
Sınırötesi Vatandaşlık 483
Son olarak, sınırın iki tarafındaki resmi söylemler açısından
çifte vatandaşların iki ülke açısından ne ifade ettiklerini
anlamaya çalışmak yararlı olabilir. Genelde, seçimler esnasında
göçmen bölgelerinde ziyaret ve açıklamalarda bulunan vali ve
derneklerle, Bulgaristan’ın Türkiye’de görevli erkânı ve
Bulgaristan’da devlet kurumlarında yer alan resmi erkân için
çifte
vatandaşlık
farklı
meseleleri
çağrıştırmaktadır.
Türkiye’deki
resmi
söylemde
genelde
1989
zorunlu
göçmenlerinin göçle kaybettikleri mülkiyet, vatandaşlık ve
sosyal hakların telafisi, Bulgaristan ile bağlarının devam
ettirilmesi ve Bulgaristan demokrasisinin gelişmesine katkıda
bulunmaları vurgulanmaktadır. Bulgaristan’ın yakın zamana
kadar resmi görüşmelerde başvurduğu ifadelere bakıldığında
ise, çifte vatandaşların meselelerinin genelde Trakya
Bulgarlarının kayıpları ve tazminat talepleri, dış Bulgarların
seçimlerdeki siyasal önemi ve AB parlamento seçimleri gibi belli
başlı konularla bir arada ele alındıkları dikkati çekmektedir.
Çifte vatandaşlık, Türkiye açısından sınırları dışında, ama
Osmanlı topraklarında yaşayan Türk soyundan gelen stratejik
bir
azınlığın
sorunlarının
çözümlenmesi
ve
göçünün
sınırlanması meselesi etrafında anlam ifade ederken,
Bulgaristan açısından daha kapsamlı pratik ve sonuçlar
sunmaktadır. Çifte vatandaşlıkla birlikte, Bulgaristan’ın vize
geliri azalmış olsa da, vatandaşlık, pasaport ve kimlik
bürolarının bütçesinde önemli bir harç geliri sağlanmaktadır.
Vize sorununun kalkması üzerine çifte vatandaşların
yoğunlaşan Bulgaristan ziyaretleri, özellikle kışın kayak
merkezlerinde ve yaz aylarında Bulgaristan’ın küçük
şehirlerinde
ve
tatil,
turizm
yörelerinde
ekonomik
hareketlenmeyi teşvik edebiliyor. Göçmen mahalleleri ve
semtleri Bulgaristan ürünlerinin yaygın talep bulabildikleri
başlıca mekânlar durumundadır. Emekli çifte vatandaşların
arasında Bulgaristan’a dönüp yerleşme eğiliminde dikkate değer
bir artış söz konusudur ki, bu yerel düzeyde de olsa
Bulgaristan’daki köy ekonomilerine belli bir nakit akışını ve
küçük girişimciliği ifade etmektedir. Çifte vatandaşlık küçük
ölçekli yatırımların artmasını da teşvik ederek iki ülke
484 Özgür-Baklacıoğlu
arasındaki ticaretin canlanması açısından kolaylaştırıcı bir
faktör oldu. Son yıllarda ise, çifte vatandaşların çocukları
Bulgaristan üniversite turizminin başlıca itici gücünü
oluşturdular. Bulgaristan İstatistik Enstitüsü verilerine göre,
Eylül 2009’da Türkiye’den Bulgaristan’a 10.080’e yakın
öğrencinin gittiği tahmin edilmektedir.41 Buna Türkiye doğumlu
öğrencilerin de katılmasıyla, Bulgaristan ciddi bir üniversite
turizm geliri elde etmiş olmaktadır. Siyasal sonuçları açısından
ele alındığında ise, sınırötesi oy pratiği bağlamında
Cumhurbaşkanı Pırvanov ve ODS milletvekillerinin Bursa’da
seçim öncesi yaptıkları seçim ziyaret ve konuşmaları ise, iki
ülke arasında sınırötesi siyasetin ilk örnekleri arasında yer
almaktadır. Dolayısıyla, sınırötesi seçim olgusu sınırötesi
siyaset alanı ve bu alana ilişkin sınırötesi propaganda ve lobi
çalışmalarının gelişmesine uygun ortam sağlamıştır. İç siyasetin
sınırların dışına taşınması ise hem göçmenlerin, hem de
göçmen dernekleri ile diğer yerel kurumların gündemlerinde
değişimi tetiklemiştir. Osmanlı geçmişine dayanan ülküsel
söylemlerin tekerrüründen arındırılan bir “hak ve özgürlüklerin
savunulması” fikri öne çıkmıştır. Bu geçişin desteklenmesi,
Bulgaristan Türkleri ve göçmenler arasında Bulgaristan’da
vatandaş olarak demokratik siyaset yoluyla haklarını elde etme
farkındalığının gelişmesi açısından önem taşımaktadır.
Çifte vatandaşlık pratikleriyle birlikte vatandaşlığın anlamı
ve önemi göçmenlerin ve azınlık mensuplarının hayatında yeni
boyutlar
kazanmıştır.
Dernekler
sınırötesi
seçmen
organizasyonlarıyla
siyasal
işlevler
kazanırken,
kardeş
belediyeler ve okullar sınırın iki tarafında yaşayan insanlara iki
kültür, değer ve normları da kapsayan yeni bir sınırötesi kimlik
nosyonu sunabilmektedir. Balkan Türkleri festivalleri, yerel
kardeş belediye festivalleri, eğitim ve sosyal projeler çoğu zaman
sınırın iki yanında var olan kaygı ve beklentilerin özgün bir
bileşimini sunabilmektedir. Sınırın her iki tarafında da öteki
tarafın siyasetine ilgi artarken, göçmenlerin eski ülkelerine
karşı sorumlulukları, dolayısıyla da bağları güçlenmektedir.
41
NSI, age.
Sınırötesi Vatandaşlık 485
Çifte vatandaşlıkla birlikte olanaklı olan sınırötesi siyasal
katılım, göçmenlerin göçle birlikte parçalanan geçmiş-gelecek
birlikteliğini telafi etmekte ve sınırın iki tarafındaki siyasette de
söz hakkı olan güçlü siyasal aktörler inşa etmektedir.
Bulgaristan’da söylenenin aksine, sınırötesi siyasal aktör olarak
öne çıkan göçmenler, oy kullanırken çok farklı beklentilerle
sandıkların başına gitmektedir. İstanbul, İkitelli Göçmen
Konutları seçim sandığında oy kullanmış göçmenler arasında
yaptığım görüşmelerde çıkan sonuçlar, oy kullanımında zorunlu
askerlik hizmetini hafifletmek, emeklilik hakkı, akraba bağları
ve mülkiyet, veraset işleri veya ikamet süresinin uzatılması gibi
oldukça pratik, gündelik sorunlara ilişkin nedenlerle hareket
edildiğini göstermektedir. Oy kullanma nedeni olarak HÖH ön
sıralarda yer almakla birlikte iki söylem bağlamında öne
çıkmaktadır: birisi, Bulgaristan’da artan milliyetçilik (Bulgarlar
yine kudurdular), diğeri de göçmen kimliğini temsil eden bir
partiye sahip olma düşüncesi (HÖH bizim partimizdir,
desteklememiz lazım). Oy kullanma nedenleri arasında üçüncü
sırada da Bulgaristan’ın vatandaşı olma ve vatandaş olarak oy
kullanma hakkını icra etme gerekçesi öne çıkmaktadır.
Görüştüğüm göçmenlerin %30’u bu üç açıklamaya ilişkin cevap
verirken, “herkes veriyor, ben de verdim” açıklamasına da
yaygın bir şekilde başvuruluyor. Seçimlerin vesilesiyle ikamet
süresini uzatan göçmenler, genellikle Bulgaristan’a giderek oy
kullanmayı tercih ediyorlar, böylece ailelerini görme imkânını
elde etmiş oluyorlar.
Çifte vatandaşlık gerek Türkiye, gerekse Bulgaristan
kamuoyunda genelde göçmenlere sağladığı avantajlar ve çifte
vatandaşların
bölünmüş
sadakat
sorunuyla
birlikte
değerlendirilse de, çifte vatandaşların kendileri için çifte
vatandaşlık zorunlu göçle birlikte parçalanmış ve kayıplarla
dolu yaşamlarının ve kimliklerinin yeniden bütünleşmesi
anlamına gelmektedir. Çifte vatandaşlıkla birlikte göçmenlerin
doğum yeri bağı ile soy ortaklığı arasında yaşadıkları kopukluk
eskisinden daha kolay katlanılabilir bir hal almaktadır.
Bulgaristan vatandaşlığı onlar için zorunlu göçle birlikte
yitirilen geçmiş, çocukluk ve doğum yeri bağını ifade ederken,
486 Özgür-Baklacıoğlu
Türk vatandaşlığı anavatanı, yerleşikliği, çocuklar için güvenli
geleceği ifade etmektedir. Türk vatandaşlığı Türk ve Müslüman
kimliklerinin güvenceye alınmasını sağlarken, Bulgaristan
vatandaşlığı çocukluktan bu yana edinilmiş ve benimsenmiş
kültürün kendi mekânında yaşanmasına olanak sağlamaktadır.
Bu bağlamda Bulgaristan’daki köy, “damak tadı”, aile yadigârı
topraklar ve aile mezarları sınırın öte tarafında bulunan ve
özlemi çekilen başlıca imgelerdir. Görüşülen göçmenler
arasında, emekli olunca Bulgaristan’daki köyüne dönüp, orada
yaşama isteği çok yaygın ifade bulmaktadır. Emekli olanlar
arasında Mayıs ile Ekim ayları arasında Bulgaristan’daki köyde
kalıp “memleketteki damak tadına” uygun et, tavuk, peynir,
süt, meyve ve sebze tüketmek, konserve yapmak ve
Türkiye’deki çocuklara, torunlara getirmek önemli çünkü
onlara göre “Bulgaristan’da köyde üretilen her şeyin tadı farklı”.
Bu tadı özlüyorlar, ama köylerinden aldıkları eti, sütü,
yumurtayı, Konyalı komşularının yaptığı şekilde kolayca
İstanbul’a getiremeyeceklerini, ürünlerinin bir kısmının Türkiye
sınır gümrük denetimi esnasında gümrük görevlileri tarafından
atılacağını biliyorlar. Çifte vatandaşlık onların önündeki birçok
siyasi, idari sınırı kaldırdı, ama ticari sınırlar özel tercihlerini
sınırlamaya devam etmektedir. Damak tadı sorunu kendilerine
Karadenizli,
Kayserili
komşusundan
farklı
olarak,
memleketlerinin, köylerinin hala bir siyasi-idari sınırın öteki
tarafında olduğunu hatırlatmaktadır. Her iki ülkenin vatandaşı
durumundalar, ama sınıra geldiklerinde ortada bir yerde,
tarafsız bölgede bir yabancı oluyorlar. Çifte vatandaşlığın
çözemediği temel sorun da bu “arada olma” durumunda
yatmaktadır. Türkiye’de “Bulgar göçmeni” ve daha ender olarak
soydaş veya Bulgaristan Türkü olarak tanımlanan göçmenler,
Bulgaristan’da bazen “bizim Bulgaristan Türklerinden”
anlamında, bazen de “Bulgar” veya “Bulgaristan’da doğmuş
büyümüş biri” anlamında kullanılan “naşenets” olarak
karşılanabilmektedir.
Sınırötesi Vatandaşlık 487
Sonuç
Sınırları aşkın bir özelliği olmakla birlikte ulusal
vatandaşlık nosyonuna dayanan çifte vatandaşlık, özellikle
göçmenler ve çifte vatandaşlar açısından ülkeselliği aşkın geniş
olanaklar sunan, ancak devletler tarafından tedirginlikle
karşılanan ve kaldırmaktan çok siyasal ve iktisadi
kazanımlarını yönetmek istedikleri bir ikili aidiyet durumudur.
Özellikle Balkanlar gibi ulusallaşmanın geç yaşandığı ve etnik
çeşitliliğin bol olduğu bölgelerde çoklu vatandaşlık milliyetçi ve
himayeci söylemlerle birlikte gündemde yer alabilmektedir.
Bulgaristan ile Türkiye arasında var olan çifte vatandaşlık,
sınırın iki tarafında farklı pratiklerle yaşanmakla birlikte, çifte
vatandaş topluluğunun azınlık mensubu olması milli kimliğin
üzerinde özel bir vurgu bırakmaktadır. Göç edilen ülke
durumunda olan Türkiye açısından çifte vatandaşlık daha çok
sınırları dışında, ama Osmanlı topraklarında yaşayan Türk
soyundan
gelen
stratejik
bir
azınlığın
sorunlarının
çözümlenmesi ve göçünün sınırlanması meselesi etrafında
anlam ifade ederken, göç öncesi ülke durumunda olan
Bulgaristan açısından ekonomik, siyasi ve sosyal boyutlar
içeren ancak milli egemenlik boyutunun önde olduğu daha
kapsamlı pratik ve sonuçlara yol açmaktadır.
Türkiye’deki resmi söylemde göç sonucunda yaşanan hak
ve kayıplar ve demokrasi teşviki öne çıkarken, vatandaşlıkla
birlikte azınlıklara mensup kişilerin vatandaş olarak “geri
dönüşünün” söz konusu olduğu Bulgaristan tarafında çifte
vatandaşlık, milliyetçilik, çözümlenmemiş tarihsel sorunlara
yönelik rövanş, bölünmüş sadakat ve milliyetçi siyasetle birlikte
gündeme gelmektedir.
Çifte vatandaşlığın en anlamlı ve kendine özgü sonuçlar
ortaya koyduğu alan göçmenlerin ve azınlık mensuplarının
günceli ve mekânıdır. Her şeyden önce, çifte vatandaşların
kendileri için çifte vatandaşlık zorunlu göçle birlikte
parçalanmış ve kayıplarla dolu yaşamlarının ve kimliklerinin
yeniden
bütünleşmesi
anlamına
gelmektedir.
Çifte
488 Özgür-Baklacıoğlu
vatandaşlıkla birlikte göçmenlerin doğum yeri bağı ile soy
ortaklığı arasında yaşadıkları kopukluk eskisinden daha kolay
katlanılabilir bir hal almakta ve göç öncesi geçmiş ile göç
sonrası yaşanmışlıklar daha net bir şekilde tanımlanıp yerini
bulabilmektedir. Bulgaristan vatandaşlığı göçmenler için
zorunlu göçle birlikte yitirilen geçmiş, çocukluk ve doğum yeri
bağını, çocukluktan bu yana edinilmiş ve benimsenmiş kültürü
kendi mekânında yaşamayı ifade ederken, Türk vatandaşlığı
ise, Türk ve Müslüman kimliklerinin güvenceye alınmasını,
anavatanı, yerleşikliği, çocuklar için güvenli geleceği ifade
etmektedir. Sınırın iki tarafındaki mekânlar arasında gidişgelişler devam etmekle birlikte bunların işlevsel rolleri ve güncel
içerisindeki konumları netleşmiş olmaktadır. Yaşı ilerlemiş
göçmenler için yaşamlarının büyük kısmını geçirdikleri
topraklarda yaşamının son demlerini yaşama arayışı öne
çıkarken, diğer genç kuşaklar için göç edilen ülke ile bağlar
netlik kazanmış ve göçmen yaşamına has bölünmüşlük ve
ikirciklik [işkillilik - Editörün notu] özelliği önemini yitirmeye
başlamaktadır.
Çifte vatandaşların oy kullanması göçmenler arasında
Bulgaristan siyasetine ilgiyi ve eski ülkelerine karşı
sorumluluklarını,
bağları
güçlendirirken,
sivil
toplum
örgütlenmesini de teşvik etmektedir. Bu şekilde göçmenler
sınırın iki tarafına bilgi, değer, hizmet, önyargı ve söylemler
taşıyan aktörler durumuna gelmiştir. Sınırötesi söylem alanı
genişlerken ve çeşitlenirken sınırın iki tarafında daha fazla
insan öteki ile ilgili bilgi edinme ve onu tanıma olanağına sahip
olmuştur. Bu karşılıklı farklılıklarla yüzleşme durumu ileride
daha fazla iktisadi, siyasi, kültürel ve toplumsal işbirliği
olanaklarının oluşmasını salık verme potansiyeli içermektedir.
Diğer yandan, kendisini çifte vatandaşlığı göçmenlere
bahşeden taraf olarak gören Bulgaristan için çifte vatandaşlık,
ulusal egemenlikle ve milli kimlikle birebir ilişkilendirdiği
vatandaşlık hakkından bir Bulgar kökenli olmayan bir azınlık
lehine ileri düzeyde bir fedakârlığı ifade etmektedir. Bu nedenle
yıllardır Bulgaristan’da çifte vatandaşların özellikle siyasal
Sınırötesi Vatandaşlık 489
hakları konusunda sınırlama modelleri geliştirilmektedir.
2000’li yılların başlarında gündeme gelen ve ulusal düzeyde
düzenlemeleri öngören modellerden birincisi, çifte vatandaşların
seçimlerde oy kullanma hakkını Avrupa parlamentosu
seçimlerinde olduğu gibi 3-6 aylık oturma şartı ile sınırlamayı
öngörmektedir. İkinci model ise yurtdışından gelen oyların parti
bakılmaksızın bütün seçim bölgeleri arasında eşit şekilde
dağıtılmasını önermektedir.
İkinci gurup modeller dünya haritasındaki siyasal ve coğrafi
bölgeleri esas almakta ve bunları dış Bulgarların yaşadığı
mekânlarla buluşturmaktadır. Bu modellerden biri, sınırötesi
oy kullanma hakkının sadece AB üyesi ülkelerde yaşayan
Bulgar vatandaşları için söz konusu olması gerektiğini
önermektedir. Bu modelde, AB parlamento seçimlerinde sadece
AB ülkelerinde bulunan AB üyesi ülke vatandaşlarının oy
kullanması anlamlı görülmekle birlikte siyasal temsil hakkının
AB coğrafyasıyla sınırlandırılmış olması, AB ülkelerinin dışında
yaşayan AB üyesi ülke vatandaşlarının siyasal temsil hakkını
da sınırlandırmakta ve onlara siyasal tercihlerini ifade etme
olanağı
sunmamaktadır.
Esasen
ABD,
Kanada
ve
Avustralya’daki dış Bulgarları dışta bıraktığı için de bu model
eleştirilere hedef olmuştur.
ABD’deki Bulgar diasporası tarafından önerilen diğer
bölgesel model ise, yurtdışından gelen oyların kıtalar bazında
saptanan uluslararası seçim bölgeleri arasında paylaştırılmasını
ve Bulgar nüfusunun yoğunluğu dikkate alınarak Amerika’ya 6
sandalye, Avrupa/Afrika bölgesine 4 sandalye ve Türkiye’nin
dâhil edildiği Ortadoğu bölgesine 2 sandalyenin verilmesini
önermektedir.42 Bu modellerin önemli bir kısmının uygulamada
ayrımcılığa yol açacakları aşikârdır. Azınlıkların haklarının
savunuculuğu doğrultusunda siyaset yapan ve HÖH’ün
iktidarda olması muhtemelen bu modellerin uygulanmasını
engelledi. Ancak Bulgaristan’ın AB üyesi olmasından
kaynaklanan bir gerekçeyle veya milliyetçi popülist bir siyaset
42
Gavrilov, age.
490 Özgür-Baklacıoğlu
sonucunda
kendi
egemenlik
hakkı
bağlamında
çifte
vatandaşlığı sona erdiren veya hak alanını sınırlandıran
tedbirler alacağı beklentileri sürekli olarak gündemde yer
almaktadır. Son kertede, ulusaşırı vatandaşlık uygulamalarında
yaşanan çeşitlenmeye rağmen bütün bu modellerin hala ulusal
vatandaşlık anlayışı ve kavramsallığına dayandıkları dikkate
alındığında, bu kaygıların yersiz olmadıkları söylenebilir. Ancak
göz ardı edilemeyecek olan diğer bir husus günümüzde çifte
vatandaş nüfusun on milyonları aşan rakamlarda hızla artması
ve devletlerin genişleyen siyasal ve iktisadi alanları karşısında
bu eğilimi sınırlamak yerine yönetme çabasında olmasıdır.
Neoliberal gidişat çifte vatandaşlık olgusunun da göç yönetimi
söylemini andırır şekilde vatandaşlık yönetimi yönünde
gelişeceğinin ipuçlarını vermektedir. Bu bağlamda, Bulgaristan
ile Türkiye arasında son on yıl içerisinde yaşanan çifte
vatandaşlık ve sınırötesi seçim deneğimi bütün taraflar için
sadece milliyetçi paradigmalara yönelen bir meydan okuma
değil, önemli sınırötesi olanaklar ve fırsatlar ve de bölgesel
işbirliği zemini inşa etmektedir.
Kaynakça
“185.000 Izselnitsi v Turtsia Otpadat za Evrovota”, Sega, 6 April
2007. www.segabg.com.
Bauböck, Rainer, “Stackeholder Citizenship and Transnational
Political Participation: A Normative Evaluation of External
Voting”, Fordham Law Review, 75, 2006, s. 2393-2447.
Boyadžiev, Milko, “’Vănšnite’ Pensioneri na Bălgariya”, NIE
Monthly, 2, 2001,
http://members.tripod.com/~NIE_MONTHLY/nie2_01/pen
sioneri.htm)
Cin, Mustafa, “Türk Soylu Yabancıların Türkiye’de Çalışma
Özgürlüğü”, Mevzuat Dergisi, Yıl 8, Sayı 88, Nisan 2005,
http://www.mevzuatdergisi.com/
ECRI, Report on Bulgaria, February 2009.
Dăržaven Vestnik, No. 70, 26 Mart 1948.
Dăržaven Vestnik, No. 118, 1950, izmenenie., Izv., No. 65,
1952.
Sınırötesi Vatandaşlık 491
Feldblum, Miriam, “Managing Membership: New Trends in
Citizenship and Nationality Policy”, From Migrants to
Citizens: Membership in a Changing World, Der. Alexander
Aleinikoff / Douglas Klusmeyer, Washington 2000, s. 475494.
Gavrilov, Lyubomir, “Kăm Novo Izborno Zakonodatelstvo”,
Mediapool, 4 Noemvri 2009.
Guencheva, Rositsa / Petya Kabakchieva / Plamen Kolarski,
Migration Trends in Selected EU Applicant Countries,
Bulgaria: The Social Impact of Seasonal Migration, c. 1,
Viyana 2003.
Yankov, Rumen Elektoralna Geografiya na Bălgariya: Malăk
Učeben Atlas, Veliko Tırnovo 2006.
“İçişleri Bakanı Meral Akşener’in Konuşması”, Genel Kurul
Tutanağı, 20. Dönem, 2. Yasama Yılı, 60. Birleşim, Ankara:
25 Şubat 1997, s. 11-12.
Izm. - Dăržaven Vestnik, No. 83, 1963.
Izm. - Izv., No. 65, 1952, Dăržaven Vestnik, No. 26, 1968.
Kirişçi, Kemal, Refugees and Turkey Since 1945, Araştırma
Raporu, Boğaziçi Üniversitesi, 1994
“Law for Bulgarian Citizenship”, Prom. State Gazette, 136/18
Nov 1998; and amend. State Gazette. 41/26 April 2001;
and suppl. State Gazette. 54/31 May 2002.
Nova Аl. 2 - Dăržaven Vestnik, No. 272, 1950.
NSI, Pătuvaniya na Bălgarski Graždani v Čužbina prez Mesets
Septemvri 2009 godina, 2009.
Ozgur Baklacioglu, Nurcan, Constituting Identity in Crossborder
Discourse: Turkish Migrants in Bulgarian- Turkish Politics,
Frankfurt am Main 2010.
Özgür (Baklacıoğlu), Nurcan, "1989 Sonrası TürkiyeBulgaristan İlişkileri", Türk Dış Politikası Analizi, Der. Faruk
Sönmezoglu, İstanbul 2007, s. 609-684.
Özgür Baklacıoğlu, Nurcan, “AB üyesi Bulgaristan’da süreklilik
ve değişim”, Avrasya Dosyası: Balkanlar Özel Sayısı, Cilt
14, Sayı 1, 2008.
Özgür Baklacıoğlu, Nurcan, “Dual Citizenship, Extraterritorial
Elections and National Policies: Turkish Dual Citizens in
492 Özgür-Baklacıoğlu
the Bulgarian Political Sphere”, Post-Communist NationBuilding or Post-Modern Citizenship, Hokkaido 2006, s. 319359.
Özgür, Nurcan, Etnik sorunların Çözümünde Hak ve Özgürlükler
Hareketi 1989-1995, İstanbul 1999.
Ragaru, Nadège / Antonela Capelle-Pogacean, "Les partis
minoritaires, des partis ‘comme les autres’? Les expériences
de l’UDMR en Roumanie et du MDL en Bulgarie", Revue
d’études comparatives Est-Ouest, 38/4, décembre 2007, s.
115-148.
Soysal, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları 1920-1945, I.
Cilt, Ankara 1989
State Gazette, 41, 26 April 2001.
Stoyanov, Valeri, Bălgarskite Turtsi sled Vtorata Svetovna
Voyna, Sofya 1992.
Şimşir, Bilal, Bulgaristan Türkleri 1878-1985, Ankara 1986.
“Zakon za Bălgarskoto Graždanstvo”, Dăržaven Vestnik, No.
136, 18 Kasım 1998, yürürlüğe girişi 20 Şubat 1999.
“Zakon za Bălgarite Ziveešti Izvăn Bălgaria”, Dăržaven Vestnik.
No. 30, 11 Nisan 2000. Kaynak:
http://www.legiswatch.org/minorities.php in May 2004, s.
1-7.
“Zakon za Bălgarskoto Podanstvo”, Dăržaven Vestnik, No. 288,
20 Aralık 1940.
“Zakon za Bălgarskoto Graždanstvo”, Dăržaven Vestnik, No. 70,
26 Mart 1948.
“Zakon za Bălgarskoto Graždanstvo”, Dăržaven Vestnik. Nova
Alinea 2, No. 272, 1950.
ÇİFTE VATANDAŞLARIN İSİM TERCİHLERİ1
Sevim HACIOĞLU
“Hürriyetinize kavuşuyorsunuz
ama yaşamak zorundasınız…”*
Ömer E. Lütem
Giriş
İsim tercih edilebilir mi? Bir ismi taşıyor olmak, o ismin
tercih edildiğine ispat mıdır? Yanıtları yaşanmış bir örnek
üzerinden arayalım.
Amerikalı hukukçu J.Sh. Kushner “Kişinin ismini kontrol
hakkı” başlıklı makalesinde bir dizi hukuki vaka aktararak, özel
isimler
üzerindeki
hükümet
iradesini
(kontrolünü)
sorgulamıştır. Bu vakalardan birinde, 1936 yılında ABD’nin
Connecticut Eyaletinde Herman Cohen adlı Musevi, ismini
mahkeme yoluyla İrlandaca tınılı Albert Connely şeklinde
değiştirmek istemiştir. Cohen’in hâkimlere sunduğu gerekçe, bu
isimle kendisine daha fazla iş imkânı doğması olmuştur.2
Cohen, Connely ismini işlerini artırmak amacıyla gayrı resmi
olarak hâlihazırda kullanıyormuş, dolayısıyla mahkemeden
talebi bu ismin resmileşmesi yönündeymiş. Fakat mahkeme
Cohen’in, hem Musevi olmayan hem de Musevi toplumun
saygısını yitireceği; ayrıca “sahte bir kimlik” edinmiş olacağı
gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir.3
Kim bilir, Cohen kendisini hâlihazırda Connely olarak
tanıtmakla her iki kesimin saygısını zaten yitirmişti. Ya da
aksine, Musevi olmayan kimseler onu “Connely” adıyla daha
Bu makale, 7-8 Aralık 2009 tarihlerinde T.C. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde
gerçekleştirilen “20. Yılında 89 Göçü” Uluslararası Sempozyumuna sunulan
aynı başlıklı bildirinin, düzeltilmiş, genişletilmiş ve geliştirilmiş halidir.
* Emekli Büyükelçi Ömer E. Lütem’in “20. Yılında 89 Göçü” Uluslararası
Sempozyumundaki konuşmasından alıntıdır.
2 Julia Shear Kushner, “The right to control one’s name”, 57 UCLA Law
Review 313 (2009), Los Angeles, p. 317, http://uclalawreview.org/pdf/57-17.pdf [30.07.2010]
3 A.y.
1
494 Hacıoğlu
çok benimsemişti; Cohen’i ismini resmiyette de değiştirmeye
iten, “Connely” ile çalışmaya meyilli kişilerin mevcudiyeti değil
miydi? Diğer yandan, aynı dertten mustarip bazı dindaşları
Cohen’in davranışını belki de destekleyecekti ya da zaten
destekliyordu. Öyle ya da böyle, mahkemenin tüm bu
ihtimalleri görmezden geldiğini düşünmemek ayrıca asıl ret
gerekçesini merak etmemek elde değildir.
1963 yılında New York’ta ve diğer eyaletlerde benzer
taleplerin aynı gerekçeyle reddedildiği başka örnekler de
yaşanmıştır. Kushner bu örnekleri, mahkemelerin kararlarını
“toplumsal karmaşaya yol açar”, “genel siyasete / uygulamalara
aykırı” gibi gerekçelere dayandırdıklarını göstermek adına
anmıştır.
Yazar
ayrıca
günümüzde
genç
nesillerin,
mahkemelerin “gerekçe”ye dönüştürdüğü bu toplumsal koşul ya
da kabulleri sıklıkla, “eski”, “sığ zihniyetli”, hatta “ayrımcı”
olarak değerlendirdiklerini belirtmiştir4. Diğer yandan bu
makaleyle, özel isimden hareketle birey-toplum-hükümet
ilişkisinin sorgulanması, 21. yüzyıla yakışan bir gelişmedir.
Söz konusu toplumsal koşul ve kabuller üzerinde kısaca
durmak gerekirse: Herman Cohen’in doğuştan sahip olduğu
ismi, onu bu ismiyle kabullenmeyen ve bu sebeple onunla
çalışmaktan kaçınan toplumsal zihniyeti bir şekilde “alt etmek”
niyetiyle değiştirmeye yöneldiği akla gelmektedir. “Herman
Cohen” o toplumda bir isim olduğundan değil, belki milli, belki
dini aidiyeti yahut her ikisini ama her halükârda, dışlanan bir
kimliği belli ettiğinden “istenmeyen” bir isimdi. Dolayısıyla bu
A.y., “Sometimes courts have used the potential for public confusion or general
policy arguments as justifications for decisions that seem to be based more on
either personal or greater social values. Often, these values seem to future
generations to be at best outdated and at worst small-minded and
discriminatory. For example, in Connecticut in 1936, the court denied Herman
Cohen’s petition to change his name to Albert Connelly. Mr. Cohen had been
using the Irish-sounding name because it enabled him to secure more work. The
court explained that Mr. Cohen “would lose the respect of Gentile and Jew alike
by such a move… Each race has its virtues and faults and men consider these
in their relations with one another. The applicant would be travelling under
false color, so to speak, if his request were granted…”
4
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 495
örnekte mahkeme, “gerekçe” olarak görmeye değer bulduğu
toplumsal kabulleri hiç sorgulamamıştır.
Belli ki, Herman Cohen ismini değiştirmeye bir anda karar
vermemiştir. Müvekkil toplumda “Cohen” yahut “Connely”
olarak tanıtmanın ve bilinmenin sonuçlarını tecrübe ettikten
sonra daha fazla iş olanağı sağlayan, yani ekonomik getirisi
olan “Connely” ismini tercih etmiştir. Bu anlamda Cohen,
“öğrenmeye dayalı” davranış sergilemiştir. Musevilerin siyasi
baskı ya da toplumsal dışlanmadan ötürü isim değiştirerek
“izini kaybettirme” davranışını esasında yüzyıllar evvel
öğrenmeye başlamışlardır.
Bu çerçevede Cohen, iyi geçim amacıyla aslını kalıcı olarak
gizlemek yani kimliğini resmen değiştirmek yönündeki kararını,
toplumsal koşulların şekillendirdiği hür iradesiyle almıştır.
Dolayısıyla Cohen’in içinde yaşadığı toplumun değerlerine,
geçim uğruna yenik düştüğü ifade edilebilir. Fakat İrlandaca
tınılı bir ismi Musevi ismine, milli ya da dini kimliğine tercih
ettiği söylenemez. Nitekim mahkeme bu “yenilgiye” müsaade
etmeyip Cohen’in “bireysel” iradesi aleyhine karar vermiştir.
Hukuk, toplumsal koşulların mahkûm ettiği bir bireyi ikinci kez
mahkûm etmiştir. Dolayısıyla özel isim tercih konusu olsa dahi,
sahip olunan ismin (kişinin hür iradesiyle) tercih edilip
edilmediğini saptamak zordur.
Araştırmanın Amacı
Bizlere siyasi idarenin dayattığı bir ismi benimseyebilir
miyiz? Bu ismi, ebeveynlerimizce verilen öz-ismimize tercih
edebilir miyiz?
Bu makalede bireylerin, öz-isimleri yerine siyasi sebeplerle
dayatılan
isimleri
eninde
sonunda
benimseyip
benimsenmedikleri; başlangıçta reddedilen bu isimlere yönelik
tutumların zamanla değişip değişmediği; değişiyorsa hangi
yönde,
hangi
oranda
değiştiği
soruları
sorulmuştur.
Araştırmanın odaklanacağı toplumsal grup olarak, çifte
vatandaş olan 1989 Bulgaristan göçmenleri seçilmiştir. Bu
496 Hacıoğlu
grup, 1984-1985 yıllarında Hükümet baskısıyla ismi
değiştirilen tüm Türk nüfustan, Bulgaristan’dan göç etmesi;
halen Türkiye’de ikamet etmesi ve her iki ülkenin vatandaşı
olmasıyla
farklılaşmaktadır.5
Söz
konusu
nüfus
Bulgaristan’daki soydaşlarından, ayrıca isim değiştirme
siyasetinin önceki mağdurları olan Pomaklar, Çingeneler ve
aynı siyasetten 1985 sonrasında nasibini alan bazı
Ermenilerden de ayrışmaktadır.
Yanıtları bulmada anket ve kısa mülâkat yöntemleri
kullanıldı. İsim ve kimlik konularında bazı yabancı eserlerden;
1984 ve sonrasındaki dönemi aktarmada kişisel anılardan ve
diğer bazı kaynaklardan istifade edildi. Anket sorularını
oluşturmada ise göçmenlerin düşünce ve ifadelerinden yola
çıkıldı.6
Benzer araştırmalarla, doğuştan edindiğimiz bireysel ve
toplumsal kimliğimizin “erime derecesi”ni tespit etmeye katkı
sağlanacağı düşüncesindeyim. Bireysel deneyimlere dayanan
bu veriler, bireysel ile toplumsal kimlik inşası / çözülmesi
konularına ışık tutacaktır.
Bu Araştırmaya Neden İhtiyaç Duyuldu
1984-1985 döneminde Bulgaristan hükümeti, Türk nüfusa
Bulgar isimlerin dayatıldığı bir kampanya yürütmüş, Türkçe
konuşma, dini ibadet, geleneksel kıyafetler, çeşitli örf ve adetler
vs. yasaklanmıştı.7 Bu dönemde yaklaşık 9 milyon nüfusa sahip
Bulgaristan’da bir milyona yakın Türk asıllı nüfus yaşıyordu.
Bunlardan 300.000’den fazlası8 4 yıllık bir baskı sürecinin
Çifte vatandaş olmayan 1989 ve sonrası Bulgaristan göçmenleri de
mevcuttur. Bunların sayısına dair bir istatistiğe şu an için erişmek mümkün
olmamıştır.
6
Sonuçlar, katılımcılarının özgün ürünüdür. Fikirlerini paylaşıp küçük bir
arşiv oluşturmaya katkıda bulunan ve yeni incelemeler için ilham veren bu
kişilere teşekkür ederim.
7 Ömer E. Lütem, Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989, Cilt I, Ankara 2000, s. 439
vd.
8 Birgül Demirtaş Coşkun, Bulgaristan’la Yeni Dönem, Ankara 2001, s. 20, 22,
32.
5
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 497
ardından Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakılmıştı (1989)9.
Bulgaristan’daki Türk nüfus esasında 1950’lerin sonundan
itibaren bir “toplum mühendisliği”nin hedefiydi10. Daha 19501951 döneminde 154.000, 1969-1978 yıllarında ise yaklaşık
130.000 kişi Türkiye’ye göç etmişti.11 1989 Göçünü hazırlayan
sebep ise, söz konusu toplum mühendisliğinin şiddetlenerek
Bulgar hükümetinin silahlı tehdidine dönüşmüş olmasıydı.
Bununla birlikte 1989 zorunlu göçünün bilinen ve dillendirilen
sebebi olarak tarihe, “isimlerin değiştirilmesi” yani Türk nüfusa
Bulgar isimlerinin dayatılması eylemi geçmiştir.
1990’larda Bulgaristan zorla göç ettirdiği bu nüfustan özür
diledi;12 isim, dil, din, kültür, vatandaşlık, sosyal güvence gibi
haklarını iade etti. Ancak özelde isim hürriyeti konusunda
zamanda geriye giderken 1984 öncesine değil, 1989’a dönüldü.
Türk nüfusunun 1984-1985’te İçişleri Bakanlığınca alıkonulan
asıl nüfus kimlikleri sahiplerine teslim edilmedi. Yeni Hükümet,
eski Hükümetin dayattığı Bulgar isimlerini “zorunlu” olmaktan
çıkardı fakat dileyenler, Türk isimlerini bireysel çabayla geri
kazanmak zorunda bırakıldı. Kişiler bir dönem mahkeme
yoluyla, son zamanlarda ise belediyelerce yürütülen ve Bulgarca
tabiriyle “văzstanovyavane na ime” (İng.: recover/recuperation
of a name, Tr.: ismin istirdadı, ihyası, geri alınması, geri
kazanılması) adlı idari işlemle kimliklerindeki Türk isimleri
Bu göç pek çok kişi için “zorunlu sürgün” mahiyetindeydi. Fakat siyasi baskı
henüz silahlı tehdide dönüşmemişken, ülkedeki bir kısım Türk nüfusun bir
gün “Türkiye’ye gitme” (göç etme; yerleşme) düşüncesiyle yaşadığı
belirtilmelidir. İsim değiştirme kampanyası sonrasında ise, çoğu Türkler için
bu düşünce bir arzu ve sınırların açılması bekleyişine dönüşmüştü. Ancak
ağırlıkla ekonomik sebeplerden bir kısım nüfus bu arzuyu gerçekleştirme
imkânından yoksundu. Söz konusu kişiler için bu “zorunlu” bir göç olmuştu
(kişisel anı).
10 Bk. Sevim Hacıoğlu, Bulgaristan Türklerinin Sosyo-Kültürel Değişimi (19441989), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışma: Prof. Dr. Mehmet Saray,
İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2002; Bulgaristan’da II. Dünya
Savaşının ardından Bulgarlar ve azınlıklar dâhil olmak üzere tüm toplum,
Hükümet politikalarıyla ekonomik, siyasi, kültürel, dini dönüşüm odağı
olmuştur. Fakat azınlıklar bağlamında bu politikaların Bulgarlara kıyasla,
farklı etkileri olmuştur.
11 Bilâl N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri, Ankara 1986, s. 19-20.
12
Bkz. “Alkışlanacak özür”, Hürriyet gazetesi, 7 Kasım 1998,
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id =-46457, [12.03.2010].
9
498 Hacıoğlu
“canlandırmalıydı”. Fiilen bu işlem, evraklardaki (dayatılmış)
Bulgar isimlerin yerine, ailede ve yakın çevrede kullanılmaya
devam eden Türk isimlerin yeniden “resmileştirilmesi” /
“resmiyette de geçerli kılınması”ndan ibaretti. Zamanla
sağlanan tek kolaylık söz konusu işlemin hukuki değil, idari
yolla yapılması olmuştu. Fakat uygulamada bazı çifte
vatandaşlar bunu sorunsuzca yaptırıyor, bazıları ise gereğinden
fazla
çabalamak
durumunda
kalıyordu.
Bazı
kişiler
Bulgaristan’a ancak izin döneminde gidebildiğinden zaman alan
bu idari işleme teşebbüs edemiyordu.13
1989 zorunlu göçünün ardından 20 yıl geçti. Bulgaristan’ın
ülkedeki Türk nüfusa iade-i itibar etmesini takiben, ülkeden
göç etmeyen bazı bireylerin yanı sıra, Türkiye’de ikamet eden
bir kısım çifte vatandaşlar resmiyette dayatılmış Bulgar
isimlerini kullanmaya devam etti, yani Türk isimlerini
resmileştirmedi. Hatta anketimiz sonuçlarının da teyit ettiği gibi
Türk isimlerini geri kazandıktan bir müddet sonra çeşitli
sebeplerle resmiyette Bulgar isimlerini yeniden kullanmaya
başlayan kişiler mevcuttur. Türkiye’de doğan çocuklarını
Bulgaristan’daki nüfus kütüğüne özel isim Türkiye’deki isimle
aynı bırakılarak, orada kullanılan Bulgar soyadıyla kaydeden
ailelere rastlamak mümkündür.14
Bulgaristan’dan göç etmeyen Türklerin öz isimlerini neden
geri kazanmadıkları meselesi ayrı bir araştırmanın konusudur.
Çifte vatandaşların örneğinde bu sebepler farklı bir merak
uyandırmaktadır. Çünkü Bulgar isimlerinin dayatılmış olması
Türkiye’ye göçlerinin bilinen başlıca nedeniyken, eski Hükümet
işbaşından gider gitmez “Türk ismi taşıma hürriyeti” iade
edilmişti. Bulgaristan’a sıklıkla gidip geldikleri halde çoğu çifte
vatandaşın Türkiye’de ikamet ediyor ve çalışıyor olması,
yukarıda andığımız Herman Cohen gibi “daha iyi bir geçim”
adına Bulgar ismini “tercih” etmesi gerekmiyordu. Dolayısıyla
Bulgaristan’da yerel belediyelerin hizmet bedellerini bizzat düzenleme
yetkilerinden dolayı, isim iadesi işlemi bazı illerde (örneğin Shumen)
ücretsizken, diğer illerde farklı ücretler karşılığında yapılmaktadır.
14 Kişisel gözlem.
13
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 499
bazı çifte vatandaşların Bulgaristan’daki nüfus kimliklerini
Türk isimleriyle düzenletmemek için özel sebepleri olmalıydı.
Bu sebepleri ortaya çıkarmak hayli yakın bir 25 yıllık süreci
şimdiki zamanda anlamamızı sağlayabilirdi. Zira geçmişte
başka toplumlarda yaşanmış fakat anıları, kayıtları kaybolmuş
benzer durumların şu anki görünümüne şahit olsak da bunlara
yol açan tarihsel sebep-sonuç zincirini takip edemiyoruz. Bu
nedenle tarih, sıklıkla yanlış çıkarım ve yargıların odağıdır.
Hâlbuki tarihin sağlıklı yorumlanmasına her daim ihtiyaç var.
Diğer
yandan
çifte
vatandaşı
olan
Bulgaristan
göçmenlerinin örneğini incelemek, sınırların kalktığı ve kültürel
etkileşimin arttığı günümüzde, kimlik dönüşümünün seyrini
takip edebilmek, toplumsal dönüşüme şahit olmak bakımından
önemli ipuçları sunabilirdi.
Türk isimlerini resmileştirmeyen çifte vatandaşları sayısı
konusunda hem Bulgar, hem de Türk İçişleri Bakanlıkları
tarafından yayınlanmış bir istatistik yoktur. Haziran-Temmuz
2010’da bilgi danıştığımız her iki ülkenin ilgili Bakanlıkları bu
konuda tasnifleri olmadığını belirtti. Dolayısıyla nicel bir
saptama yapmak şu an için mümkün değilse de
araştırmamızda, meselenin nedenlerini anlamaya, yani
niteliksel bir çözümleme yapmaya çalıştık.
Tarihte İsim / Kimlik Değiştirme
Bu türden pek çok bireysel vakanın yanı sıra tarih, çeşitli
toplumlarda kişilerin
özel
isimlerinin siyasi
iradenin
dayatmasıyla değiştirildiğine şahitlik etmiştir. Eskiçağı takiben
bu en sık din değiştirmeyle birlikte seyretmiştir. Başka dine
geçmelerde bazen bir toplumu ilgili inanışa bağlamanın siyasi
faydaları öncelik teşkil etmiştir. Bulgarların 9. yüzyılda
Hıristiyanlığa geçmeleri buna önemli bir örnektir.
Konstantin İreçek’e göre 863-864 yılında dönemin Bulgar
Hanı Boris, “…Hıristiyanlığa geçmeden devletinin, Frank,
Moravalı ve Doğu Romalı güçlü Hıristiyan komşuları arasında
fazla tutunamayacağını…” görmüştü. Bundan dolayı, yani
500 Hacıoğlu
İreçek’in ifadesiyle “kısmen siyasi sebeplerle” devletinin
Hıristiyanlığa geçmesine
karar vermişti. Fakat bunu
gerçekleştirmeden önce Katolik Kilisesi’ne başvurmuştu. Aldığı
cevap tatminkâr olmayınca Han Boris bu konuda Doğu Roma
Kilisesi’ne başvuranların örneğini takip etmiş ve dönemin
Bizans İmparatoru tarafından vaftiz edilerek Mihail adını
almıştı. Boris, Gök-Tengri dininden vazgeçmeyi reddeden ve
isyan başlatan devlet ileri gelenlerini, aileleriyle birlikte idam
ettirmişti.15
Yakın dönemde Bulgaristan’ın en büyük Üniversitesinde
okutulmak üzere hazırlanan tarih kitabında farklı bir anlatıma
rastlıyoruz. Buna göre bir dizi savaşta yenilen Han Boris’in 863
yılı sonunda Bizans İmparatoru ile İstanbul’da, tarihe “Derin
Barış” adıyla geçen bir antlaşma akdetmişti. Bizans Devleti’ne
siyasî bağlılığının nişanı olarak “Knez” unvanı verilen Boris, bu
anlaşmayla tüm tebaasının Hıristiyanlığa geçmesini kabul
etmişti. Bulgar halkı, yapılan toplu vaftiz törenleriyle 2–3 yıl
içinde ve Gök-Tanrı dinine bağlı kalmayı savunanlar bertaraf
edilerek, bir siyasî antlaşma gereği din değiştirmişti.16 Neticede
Bulgar Devleti kalıcı olarak farklı bir ruhanî ve siyasî eksene
geçerken Orta Asya’dan getirilen eski Bulgar isimleri büyük
ölçüde terk edilmiştir.
Bir devlet adamının halkı adına yaptığı bu seçimi bugün,
bakış açımıza bağlı olarak farklı biçimlerde adlandırabilir ve
değerlendirebiliriz. Bulgar toplumu için bu tarihin özgün bir
anlamı olabilir, başka toplumlar bunu farklı yorumlayabilir.
Fakat bu görecelilikten ayrı ve esas olan, geçmişte, Bulgar
kavminin bir kültür ve gelenek kaybını gerçek anlamda
yaşadığıdır. Fakat bugünkü nesiller bundan haberdar
olmayarak, isim-kimlik-milli aidiyet vb. konularda, tarihten
günümüze uzanan çizgiye baktığımızda, anlamdan yoksun
fikirler üretebilmektedir.
Konstantin Ireček, Istoriya na Bălgarite, Sofya 1999, s. 154-155.
Dimitar Sazdov, Radoslav Popov, Lyudmil Spasov, Istoriya na Balgariya
(681-1944), c. II, Sofya, 2003, s. 72-73.
15
16
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 501
Yaklaşık 1770’den itibaren İspanyol misyonerleri Orta
California Kızılderililerini, bunlara Hıristiyan isimler vererek
vaftiz etmeye başlamışlardır.17
Yahudiler, siyasi, dini ya da kültürel ve toplumsal baskı
yüzünden kimliklerini gizlemek ve bu amaçla isimlerini
değiştirmek zorunda kalan toplumların eski bir örneğidir. Bir
kısım
Yahudiler,
yaşadıkları
toplumda
dışlanmamak;
hayatlarını kolaylaştırmak ve belki de o toplumla bütünleşmek
uğruna ismin ötesinde dillerini ve kültürlerini değişikliğe
uğratmışlardır. Böylece yabancı bir topluma uyum sağlamak
adına asıl kültürlerinden farklılaşıp yeni kültürler meydana
getirmişlerdir.18 Ancak özelde isim değiştirme, bireysel bir karar
ve eylem olmuştur. Zira aynı baskıyı gören her Yahudi ailesi
ismini değiştirmemiştir. Hatta bazı devirlerde aynı ailenin
mensupları farklı isimler taşımıştır.19
Türk/Bulgar isim özelinde tarihsel boyutu olan bir konuya
değinmeliyiz: her iki toplumda isimlere dair “doğru” sanılan bazı
yanlış bilgiler yaygınlaşıp kökleşmiş haldedir. Günümüzde
“Bulgar” olarak bilinen ve öyle olduğu öğretilen isimler aslında
Slav ya da Hıristiyan isimlerdir. Ortodoksluğa geçen Bulgar
kavminin Orta Asya’dan getirdiği çoğu isim tarihe karışmıştır.
Aynı şekilde “Türk” olarak bilinen pek çok isim köken itibariyle
Arap, Fars vs. isimlerdir.
Linda E. Dick Bissonnette, “Indian Names and Naming Practices in the
Sierra Nevada Foothills”, Journal of California and Great Basin Anthropology,
21/1, 1999, s. 9, http://escholarship.org/uc/item/5t63g845 [04.07.2010].
18 Bk. Les cultures des Juifs, Une Nouvelle Histoire, ed: David Biale, Paris
2005,http://www.lekti-ecriture.com/contrefeux/Pour-une-histoire-culturelledes.html, [22.02.2010].
19 Bz. “D'autre part, dans la même famille, à certaines époques, les membres
d'une même famille portaient des noms différents, donc les noms dans la même
bourgade ne prouvent pas une filiation si on n'a pas les actes d'état-civil ou les
actes notariés qui le prouvent” [Diğer yandan, aynı ailede, bazı devirlerde, o
ailenin ayrı mensupları farklı isimler taşıyordu, dolayısıyla, aksini gösteren
nüfus kimlikleri ya da noter onayı yoksa, aynı kasabada rastlanan isimler
aynı soydan gelindiğinin ispatını oluşturmaz], Questions des lectures et
réponses,
page
6,
par
le
Rav
Yehoshua
Rahamim
Dufour,
http://www.modia.org,
http://www.modia.org/infos/infos/questions-liste6.html, [22.02.2010].
17
502 Hacıoğlu
Ulus-devletin ve ulus kuramlarının yükseldiği 20. yüzyılda
tek milletli yeni uluslar yaratmak uğruna bireylere yeni milli
kimlikler kazandırmak gibi yeni hedefler ortaya çıkmıştır. Bu
doğrultuda ilgili toplumun egemen milli unsuruna ait sosyokültürel özelliklerin tüm toplumda yaygınlaşması istenmiştir.
Özel isimler bu özelliklerin “vitrini” olduğundan isim değişikliği
bireylerin
o
milli
kimliği
kazandıklarının
göstergesi
addedilmiştir.
Günümüzde bu çabanın farklı halini bireylere, egemen milli
unsur ile kendi milli aidiyetleri arasında seçim yaptırma
uygulamalarında, hatta “topluma uyum sağlama” yönündeki
bazı söylemlerde görebiliriz. Ancak bireysel ve toplumsal kimlik
konulu siyasetler öyle ya da böyle, toplum ve hükümet
karşısında yalnız kalan bireyin yaşadığı ikilemler ve içhesaplaşmalar sonucundaki kişisel tecrübe ve çözümlerin
gölgesinde kalmaktadır.
İsme, Bireysel ve Toplumsal Kimliğe Dair
1990’ların
başında
Bulgaristan’da
yaşanan
büyük
ekonomik krizin ardından bir kısım Bulgar kamuoyunda, 19841985 isim değiştirme kampanyasının olduğundan büyük bir
soruna dönüştürüldüğü fikri yaygınlaşmıştı. Bu fikre göre Türk
nüfus sadece siyasi baskı görmüştü; Bulgar toplumu ise eski
idarecilerinin ihanetine uğrayarak sefalete terk edilmişti. Özelde
Türkiye’ye göç eden Türk nüfusun, Bulgaristan’da kalan
Bulgarlara kıyasla iyi bir ekonomik duruma kavuştuğu
belirtiliyor; bu nedenle Türklerin eski Hükümeti eleştirmeye
sebepleri kalmadığı ifade ediliyordu. Bu dönemde sıklıkla dile
gelen “İsminiz değiştirildi, evet, haksızlığa uğradınız, ama bu
sadece bir isim…” ifadesi, isim değişikliği kampanyasının
affedilmez bir hata olmadığı düşüncesinin dışavurumuydu.
Yani Türklere yönelik asimilasyon siyaseti uluslararası hukuk
bağlamında suç olsa da, “önemsiz”di ve unutulmalıydı. Aslında
bu haksızlık unutulduğunda, Bulgaristan’a uluslararası
kamuoyunca yöneltilen eleştiriler bertaraf olacak ve bu ülke
eski saygınlığını yeniden kazanabilecekti.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 503
İsim değişikliğinin pek mühim bir sorun olmadığı fikri Türk
kamuoyunda da gözlemleniyordu. Ekonomik zorlukların
üstesinden gelmekle meşgul kesimler, yerini yurdunu ismi
değiştirildiği için (daha doğrusu siyasi baskı sebebiyle) bırakan
göçmenleri anlamakta güçlük çekiyordu. Bu yaklaşım bireylerin
en çok ekonomik güçlüklere duyarlı olduklarının göstergesiydi.
Nitekim Türkiye’ye yerleşen bir kısım göçmenler aynı
zorluklarla karşı karşıya kalınca Bulgaristan’a geri dönmüştü20.
Maddi güvence (geçinebilmek) manevi güvenceye (öz-ismini
kullanabilmeye, siyasi hürriyete) galip gelmiş ve ekonomik
sıkıntının en ciddi toplumsal sorun olduğu anlaşılmıştı. Algı ve
düşünme biçimindeki paralelliğe bakıldığında, Bulgar ve Türk
toplumu, ayrıca göçmenler arasında ciddi
bir fark
bulunmuyordu.
Nedir gerçekten isim? Bir kısım Bulgar ve
kamuoyunun algısında olduğu gibi “sadece” isim midir?
Türk
Gündelik hayatta ismimizin bizler için ne ifade ettiğini,
anlamını, işlevini pek sorgulamayız. “İsim” gibi bir kavram
olmadan toplumda nasıl bir düzenin süreceğini merak etmeyiz.
İsimlerimiz, bizler anımsamaya başlamadan bilinçaltımıza
işlenmiştir bile. Bu yüzden dünyaya geldiğimiz anı
hatırlamadığımız gibi, ismimizin bizlere verildiği anı da
hatırlamayız. Ebeveynlerimizin bahşettiği isme irademiz dışında
sahip olsak ve bazılarımız ismini pek beğenmese de, bunu bir
gün değiştirmeyi aklımızdan geçirmeyiz. İsmimiz, bilinçdışı
benimsediğimiz parçamız, belki kişilik yapımız ya da karakter
özelliğimiz, “toplumsal kodumuz”dur.21
İsmin Bilinçaltı Bireysel Halleri
Kişisel gözlem ve anılar.
19.-20. yüzyılda özel isim - toplumsal kimlik; farklı toplum ve kültürlerde
isim verme örf-adet ve gelenekleri, isimlerin aile, soy, cinsiyet vb. aidiyetlerin
göstergesi olma işlevleri; günümüzde isim verme eğilimlerinin yaşanılan
toplumdaki koşullara uyum sağlaması vs. pek çok konuda araştırma
yapılmıştır. Bu konuda eski bir çalışma için bk. Nathan Miller, “Some aspects
of the name in culture-history”, American Journal of Sociology, 32/4 (January
1927), s. 585-600.
20
21
504 Hacıoğlu
Dünyanın farklı toplumlarında yeni doğana isim verme
gelenekleri çeşitlidir. Bu konuda gelenekten mi, inanışlardan mı
geldiği pek ayrıştırılamayan değişik kabuller vardır. Örneğin
toplumumuzda, ismi doğar doğmaz değil de günler sonra verilen
bebeğin hayatındaki pek çok şeyin gecikeceğine inanılır. Bu
inanç esasında, ismin kişinin hayatına ivme veren, bunu
şekillendiren bir yüklem olduğunun kabulüdür.
Geleneğimizde bir yeni doğanın ismi kulağına fısıldanıp,
bilinçaltına bir ömürlüğüne mühürlenir. İsim, basit bir sesler
bütünü olmadığı, kişiye anlam yüklediği ve hem onu hem
çevresini etkilediği bilinciyle verilir. Yeni doğana isimle birlikte,
o ismin anlamının da bahşedildiği kabulü bundandır: “Yiğit”
gibi adam olsun, “Eda” gibi edalı olsun, “Can” gibi can
kaynasın, “Gonca” olsun çiçek açsın… Bu aynı zamanda, annebabanın yahut ismi veren akraba ve yakınların bebeğin kaderi
konusundaki dileğidir. Hatta “Bebeğin iyi kaderi olsun!”
dileğinin ağır basması, yeni doğana dede-nine ismini vererek
büyüklere saygı ve soyun devamı geleneğinin kırılmasına yol
açmaktadır; “dedesi-ninesinden daha çilesiz bir hayatı olsun”
temennisiyle yepyeni “dertsiz” isimler aranır. Dolayısıyla bir
yeni doğan için isim seçerken özen gösterilmesi gerektiği
içgüdüsel olarak bilinir. Aynı doğrultuda, ismin değişmesi
bilinçaltına yüklenen anlamın değişmesi demektir.
Kişi, kendisine ismiyle bahşedilen anlamın timsali
olabileceği gibi bundan kuvvet ve ilham alabilir. Yani özel isim,
bireye özgü motivasyon kaynağı olabilir. Bunu bir anket
katılımcımızın paylaşımında okuyoruz: “…ismim “Şen-Ay”
olarak verilmiş ve ben hem şen olmaya hem Ay gibi sessiz ve
sakin olmaya çalışırım”.
Kızılderililer gibi, bazı toplumların eski geleneğinde
bireylere, hayatlarının farklı safhalarında yeni isimler
verilebilmekteydi. Bu toplumun algı ve inanışlarından
kaynaklanan yeni isimler yoluyla ergenlik, yetişkinlik gibi yeni
hayat safhalarında bireye yeni bir kimlik, belki de yeni
toplumsal rol yakıştırılmaktaydı. Bu gelenek kişinin benliği ve
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 505
bilinçaltı üzerinde “yenilenme” anlamında, olumlu bir etki
yaratırdı. Filmlere de konu olduğu gibi eski Kızılderili
toplumunda bazen kişi kendisine yakıştırılacak isme, bir
kahramanlığı, beceri ya da başarısı dolayısıyla “layık”
görülebilmekteydi.
İsmin yazılış biçiminin değişmesi dahi bilinçaltında
yankılanır. Kore’de doğan ve ismini önce Kore alfabesiyle
yazmaya öğrenen küçük kız Yoon, bir hikâye kahramanıdır.
Ancak onun hikâyesi gerçek hayatın ilginç bir yansımasıdır. Bu
küçük kız “Parlayan Bilgelik” anlamına gelen ismini (Yoon) önce
anadilinde yazmayı öğrenmiştir. Ailesiyle ABD’ye taşınıp orada
okula gitmeye başlayan Yoon, ismini İngiliz alfabesiyle yazmayı
reddeder. Ona göre İngiliz alfabesiyle yazıldığında “Yoon” adı,
anlamını yitirmektedir. Ebeveynleri Yoon’u alfabenin isminin
anlamını değiştirmeyeceğine anlatmaya çalışır.22
İlk öğrendiği yazı dili anadilinden farklı olan bir çocuğun
zihnine, ismini o yabancı alfabeyle yazma konusunda bir
özdeşlik yerleşir. Bu bakımdan ismini anadilinde de yazmayı
bilen bir çocuğun bunu önce ilk öğrendiği yazıyla, ondan sonra
anadilinde yazdığı gözlemlenebilir23. Bu noktada gündelik
hayatta hangi yazı dilinin ağırlıkla kullanıldığı da etkilidir. İsimbilinçaltı-bireysel kimlik ve bunu yazıya dökme arasındaki
doğrudan bağın mevcudiyeti, Bulgaristan’da Türk okullarının
kapatılması, Türkçe’nin müfredattan çıkarılmasını açıklayıcıdır.
Özel isimleri baskı yoluyla değiştirilmekle ve bunların yerine
başka isimler dayatmakla, bilinçaltına yüklenen anlamın
farklılaşması ve bazen tahrip edilmesi olasıdır. En basiti, bir
çocuğa arkadaşları tarafından aşağılayıcı bir lakap takılması
dahi “ömürlük” etki yaratabilir. Bireysel hayatlara dayatılan bir
isim yoluyla yapılacak yönlendirmenin olumsuz olacağı
şüphesizdir. Tek tek bireylerin bilinçaltını ve toplumsal
kimliğini değiştirmekle tüm toplumun istenen doğrultuda şekil
Helen Recorvits, My name is Yoon, Pictured by Gabi Swiatkowska, 1-st
edition, 2003.
23 Kişisel gözlem.
22
506 Hacıoğlu
alması sağlanabilir. Böyle bir “mühendislik”le toplumsal
dönüşüm elde edilebilir. Bulgaristan’da Hükümetçe önce
Pomaklara, ardından Çingene ve Türklere topyekûn Bulgar
isimlerin dayatılması, radikal bir toplumsal dönüşümün
hedeflenmiş olduğunun göstergesidir.
Kişilerin zihnine doğar doğmaz yüklenen isim ile anlamın
kolaylıkla unutulmadığı görülmektedir. Ya da ilk ismin
baskılanıp ikinci plana atılması, bunun tümden unutulmasıyla
sonuçlanmamaktadır. Aksine, yaptığımız iki anket sonucunda,
bireylerin, dayatılan isimleri bir formalite olarak algılayıp, Türk
isimlerini aile hayatında kullanmaya devam ettikleri ve kişilik
bölünmesi yaşamadıkları ortaya çıkmıştır.
İsmin Yorumlanan Halleri
Bir Bulgar araştırmacıya göre “…1984-1985 dönemindeki
isim değiştirme kampanyası zoraki bir uygulama değildi ve
Bulgar isimleri dayatılmadı, Türkler gönüllü olarak isim
değiştirdi”.24 Günümüzde Türk asıllı Bulgaristan vatandaşlarının nüfus cüzdanındaki Bulgar isminin mevcudiyeti, bu
iddianın ispatı olarak yorumlanabilmektedir.
Diğer bir Bulgar araştırmacı, dayatılmış Bulgar isimlerinin
nüfus kimliklerinde günümüzde dahi muhafaza eden
göçmenlerin bunu öncelikle Bulgar devletine bağlılık
duymalarına ardından bizzat “Bulgar” olmalarına yormuştur.
Araştırmacı bu yorumu
aşağıdaki
alıntıda rahatlıkla
gözlemlenen kavramsal karışıklığa sarmalayarak yapmıştır.
Kimlikteki Bulgar ismini aslında, “Bulgar asıllı olmak”tan
apayrı sebeplerle açıklamak gerektiğini bizzat dile getirdiği
halde Maeva’nın ısrarla aynı sonuca ulaşması şaşırtıcıdır:
“…Bulgaristan vatandaşlığının edinilmesi ve korunmasının
Bulgar etnik benliğinin idrak edilmesiyle bağlantılı olduğu ifade
edilemez. Milli kimlik meselesi ile göçmenlerin, Bulgar vatandaşı
11-13 Mayıs 2005 tarihlerinde Eskişehir’de yapılan “Osmanlı ve
Cumhuriyet Dönemi Türk-Bulgar İlişkileri Uluslararası Sempozyumu”nun
kapanışında St. Andreev’in konuşmasından alıntıdır.
24
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 507
sıfatıyla kendilerini Bulgar toplumunun bir parçası olarak
hissedip hissetmedikleri daha önemlidir. Burada yeni nüfus
kimlikleri ve pasaportlarında göçmenlerin çoğunlukla Bulgar
isimleri taşıdıkları belirtilmelidir: ‘Pasaportumuz var, Bulgar
adıyla’. Bunun temel sebebi, en çok ‘Gastarbeiter’ (konuk işçi)
olarak gittikleri Batı ülkelerinde Türk vatandaşı değil de Bulgar
vatandaşı olarak daha iyi kabul görmeleridir. Pasaport
çıkarmanın - çoğunlukla illegal - her yolu kullanılmaktadır.
Bulgar adının bulunduğu Bulgar kimlik belgelerine sahip olmak
arzusu, göçmenlerin Bulgaristan’a bağlantılı hissetmeye devam
ettiklerini göstermektedir ve göçmenler sadece resmi yabancı
yetkililer nezdinde dahi olsa sıklıkla kendilerini ‘Bulgar’ olarak
tanımlamaktadır.
Bulgaristan
vatandaşlığının
ekonomik
getirilerine ilaveten bunun duygusal sebebi de var. Göçmenler,
çocukluk ve gençlik dönemlerini geçirdikleri ve pek çok yakın ve
tanıdıklarını bıraktıkları ülkeye halen bağlılık duymaktadır. Bu
yüzden çoğu göçmen, (Bulgaristan’ın sebep olduğu) acı ve hayal
kırıklığından bağımsız olarak ve sadece resmi yetkililer nezdinde
Bulgaristan’a olan
bağlarını
beyan etmekteler.
Fakat
göçmenlerde bu aidiyet duygusu Bulgar ulusuna değil de Bulgar
devletine karşıdır” .25
Vatandaşlık ile milli aidiyet arasında bir bağıllık ve kayıtlılık
bulunmamasına karşın ifadesinin başında araştırmacı,
Bulgaristan vatandaşlığı ile Bulgar etnik aidiyetin örtüştükleri
varsayımıyla hareket etmiştir. Maeva “Bulgar toplumunun
parçası olma”yı ve Türk asıllı kişilerin resmiyette Bulgar ismi
taşımalarını (1984-1985 isim değiştirme kampanyasını göz
önüne almaksızın) özdeş tutmuştur. Araştırmacı hissettirmeden
eklediği bir-iki cümleyle çifte vatandaşların Bulgaristan’daki
nüfus kimliklerindeki Bulgar ismini hem “Bulgar devletine
bağlılık”la hem de “Bulgar” olmakla bağdaştırmayı başarmıştır.
Oysa Bulgaristan’da doğan binlerce göçmen, “Bulgar” olarak
hissetmeden ve bu milli kimlikle özdeşlik kurmadan ülkenin
Mila Mileva Maeva, Bălgarskite Turtsi-Preselnitsi v Republika Turtsiya
(Kultura
i
Identičnost),
Sofya
2006,
s.
110;
http://www.imirbg.org/imir/books/balgarskite%20turci%20preselnici1.pdf [10.06.2010].
25
508 Hacıoğlu
Türk asıllı vatandaşları olarak dünyaya gelmiştir26. Dolayısıyla
1990’lar sonrasındaki koşullarda Bulgaristan vatandaşı olan
Türk asıllı kişilerin Bulgar toplumunun parçası olmaları için
kendilerini milli aidiyet itibariyle “Bulgar” hissetmeleri ya da
Bulgar ismi taşımaları gibi bir bağıllık ve zorunluluk
bulunmamaktadır.
Aynı araştırmacı bu ifadelerinden önce, 1989 ve sonrası
göçmenlerin örneğinde Bulgaristan vatandaşlığının korunması
ya da yenilenmesinin (pek çok akraba ve yakınların bulunduğu
ülkeye kolay ve sorunsuz gidiş-dönüş ayrıca Batı Avrupa
ülkelerine vizesiz seyahat olanağı gibi) genellikle hayli
“pragmatik”
sebeplere
dayandığını
belirtmiştir.
Maeva
göçmenlerin Bulgaristan’a “dünyaya geldikleri memleket”
sıfatıyla duydukları bağlılığın, vatandaşlıklarını korumak veya
yenilemek konusunda etkili olmadığına da değinmiştir27. Yani
pragmatik sebepler, memleket sevgisine (ayrıca Maeva’nın
ifadesiyle 1- “Bulgar devletine duyulan bağlılığa”, 2- “Bulgar
toplumunun parçası hissetmeye ya da öyle olmaya”) ağır
basmaktadır. Devir, pragmatizm devridir.
Yukarıdaki ifadelerinden sonra ise Maeva, dayatılan Bulgar
isimlerinin evraklarda halen mevcut oluşunu, Türk isimlerinin
geri kazanmadaki bürokratik engellerle açıklamıştır. Yazarın
sözleriyle, bazı çifte vatandaşların pasaportlarına vurulan siyah
mühür (Schengen ülkelerine giriş yasağının konulması) onları,
“eski” Bulgar ismiyle “yeni” kimlikler çıkarmaya sevk etmiştir28.
Zira ilgili ülkelerin kayıtlarında henüz bulunmayan bu isimler
giriş yasağını aşmanın bir yolu olmuştur.
Aynı durum ülkede halen yaşayan Türk nüfus için de geçerlidir. Yapılan
çeşitli tartışmalara ve yaygınlaşan tezlere rağmen pek çok modern ülkede
“vatandaşlık” ve “milli aidiyet” arasındaki fark uzun zaman doğallığıyla
korunmuştur.
27 Age, s. 107.
28 Age, s. 169-170. Bundan ayrı olarak Bulgaristan’da ve AB’de yetkililerce
aranan ve aslen Türk olmayan pek çok kişi idari yolla Bulgar ismi alarak yeni
kimlik çıkarmış ve suç kayıtlarını kaybettirmiştir. Bk.: “Banditi Stavat Svettsi
s Novi Imena” [Gangsterler yeni ismiler alarak azizlere dönüşmektedir],
Standart, 9.9.2005, http://paper.standartnews.com/bg/article.php?d=200509-09&article=18133, [04.09.2010].
26
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 509
Bazı çifte vatandaşların iki ülkede iki isim kullanmalarının
tek bir izahı olamayacağını da ilave eden Maeva, genç ve orta
yaşlardaki eğitimli göçmenlerin kendilerini hem Bulgar hem
Türk isimleriyle takdim ettiklerini belirterek, kendilerini sadece
Türk ismiyle tanıtan daha yaşlı ve eğitimsiz kişilerin Bulgar
toplumuna yeterince entegre olmadıkları gibi temelsiz bir
genelleme de yapmıştır. Bazı genç çifte vatandaşların ise,
kendilerini sadece Bulgar isimle tanıttıklarına değinerek, bu
gençlerin Türkiye’ye göç etmeden evvel Bulgar toplumuna
tamamıyla uyum sağladıkları, bu kişilerin Bulgar devletine ait
hissetmeye devam ettikleri ve bu sayede kendilerini “Bulgar”
olarak tanımlamalarına yormuştur29. Fakat özellikle 19841985’te dayatılan isimlerin “paravan” olarak kullanıldığının
bilindiği koşullarda, bu davranışı bir milli aidiyet, bir
entegrasyon, hatta bir eğitimlilik derecesi göstergesi olarak
değerlendirmek, hem “Bulgar toplumunun parçası olmak”, hem
“Bulgar olmak” kavramlarına zarar vermektedir. Yani Maeva
belki de istemeyerek “Bulgar milli kimliği” tabirinin anlamını
olumsuz yönde değiştirmektedir.
Esasında bu değerlendirme tarzıyla, Bulgar nüfus
kimliğindeki Türk ismi Bulgaristan vatandaşıyken Türkiye’ye
yani başka; “yabancı” bir ülkeye aidiyetle açıklanabilir. Gerçi
“çifte vatandaşlık” statüsünde bu keyfiyet pek tezat
görülmeyebilir.
Başka bir alt-başlıkta araştırmacı yukarıdaki satırlarla
çelişir biçimde, ismin “bireylerin belirli bir soya, yerel ya da dini
gruba olan aidiyetlerinin” göstergesi olduğunu belirtmiştir30. Bu
tanımlamayla
Maeva
1984-1985
isim
değiştirme
kampanyasının ardındaki asıl gerekçelere (belki de istemeyerek)
atıf yapmış ayrıca göçmenlerin (hayli “pragmatik” sebeplerle de
olsa) halen Bulgar ismi taşıyor olmalarını neden özellikle
“Bulgar”
oldukları
şeklinde
yorumlamaya
çalıştığını
açıklamıştır. Bu bağlamda Türk asıllı kişilerin Bulgaristan
nüfus kimliğindeki Bulgar ismini pragmatik sebeplerle açıklayıp
29
30
Age, s. 170-171.
Age, s. 166.
510 Hacıoğlu
aynı
zamanda
bireylerin
kendilerini
“Bulgar”
olarak
tanımladıklarıyla özdeşleştirmek, 1990 evvelindeki siyasi
zorlamanın bir türevidir.
Asıl sorun, bu düşünme biçimiyle isim ile “milli aidiyet”
arasındaki denklemin, önce içerikten yoksun hale getirilmesi
ardından siyasete kurban edilmesidir. Zira Bulgaristan
koşullarında kimliklerdeki Türk ismi sadece soy, yerel ya da
dini grup değil, gerçekten de bir milli aidiyet göstergesidir.31
Bundan hareketle bazı Bulgar araştırmacıları, evraklardaki
Bulgar ismini “Bulgar olmak”la özdeşleştirmeyi aykırı
bulmamak gerektiğini savunacaktır. Ancak bu mantık yürütme
biçimi sadece ve sadece 1984-1985 isim değiştirme kampanyası
vuku bulmamış olsaydı geçerli olabilirdi.
İsimden Ayrı, İsimden Öte “Kimlik” Meseleleri
Aynı araştırmacı, Türkiye’de Türk ismi taşıyan çifte
vatandaşları bir toplumsal grup sıfatıyla tanımlamaya
çalışırken, yine zorlamalı tasniflere başvurmuştur.
Maeva’ya göre, Türkiye’ye yerleştikleri halde TürkiyeBulgaristan ayrıca Türkiye-ABD ve diğer batı ülkeleri arasında
mekik dokumaları, yani günümüz tabiriyle “mobil” olmaları,
Bulgaristan göçmenlerini küreselleşen dünyamızın tipik bir
topluluğu haline getirmiştir. Onları bu sebeple “incelenmeye
değer” addeden araştırmacı, ayrıca bu göçmen Türklerin
“Bulgaristan’a has” bazı kültürel özellikleri benimsemiş
olduklarını dile getirmiştir. Maeva’nın ifadesiyle göçmenler,
“Bulgaristan’dan getirdikleri” ve onları Türkiye’nin kültüründen
farklılaştıran bu özellikleri, büyük şehirlerin belirli semtlerinde
gettolaşarak korumuşlardır32.
Serbest dolaşım, Bulgaristan göçmenleri örneğinde ise çifte
vatandaşlık sayesindeki “mobilite”, gerçekten de küreselleşen
dünyanın “sade” topluma bir armağanıdır. Katı sınırların
31
Nitekim 1984-1985 isim değiştirme kampanyası Türk isimlerinin, Bulgar
yönetimince de “milli” olarak algılandığına ispattır.
32 Age, s. 5-6.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 511
yumuşatılmasıyla 1989 Bulgaristan göçmenleri, Türkiye’nin
çeşitli yörelerinden İstanbul’a yerleşmiş olan Anadolulu aileler
misali memleketlerine (yani Bulgaristan’a) serbestçe gidip gelme
imkânına kavuşmuşlardır. Bu çerçevede 1950-1951 ve 1971,
1978 Bulgaristan göçmenleri için aynı “mobilite” söz konusu
değildir. Ayrıca “mobil” olmak Türkiye’nin her yöresinden
insanına has bir özellik görünümündedir. Bu sebeple,
Bulgaristan’ın nispeten durağan koşullarında göçmenleri
“mobil” nitelemek tek yönlü bir yaklaşımdır.
Bu nüfusun ne kadar “Bulgaristan’a has özelliklere sahip”
olduğu da görecelidir. Zira Maeva’nın da kullandığı tabirle
“edinna Bălgarska socialističeska Natsiya”, yani “bileşik Bulgar
sosyalist ulusu”nu yaratmak uğruna Bulgaristan’da yaşayan
Türk ve diğer azınlıklara yönelik 1950’li yıllardan itibaren uzun
vadeli bir kültür siyaseti yürütülmüştür. Bu bakımdan
Bulgaristan göçmenlerine “edindirilen” kültürel özelliklerin
onların “gelenekleri” olduğu ifade edilemez.
Bulgaristan’ın kırsal kesiminden gelen göçmenler özelinde
söz
konusu
kültürel
farklılaşma
rahatlıkla,
Türkiye
koşullarındaki
“yerel
özelliklerin
şehre
taşınması”yla
açıklanabilir. Yani, Maeva yerellik ile büyük şehir arasındaki
karşıtlığı “ülkeler arası” kültür farkıyla özdeş tutmuştur.
Aslında Bulgar bilim adamları Türk nüfusunu sahiplenmeye
çalıştıklarında, göçmenlerin Bulgar kültürünü benimsediklerini
hatırlatırlar. Nitekim bu nüfusa yönelik kültür siyasetinin bir
ölçüde başarıya ulaştığı bir gerçektir. Ancak, bunu belirten bazı
Bulgar araştırmacıların eski yönetimlerin asimilasyon siyasetini
haklı çıkarmaya çalıştığı gözden kaçmamalıdır.
Maeva’nın bir diğer tespiti göçmenlerin kendilerini “Türk” ve
“Müslüman” olarak hissettikleri fakat bu durumun onların
“Bulgar” ve “Avrupalı” olmalarını engellemediğidir. Ona göre bu
durum göçmenlerin kendilerini tanımlama sorunu ile “transnasyonal” (milletlerarası) bir grup yahut “farklı tip göçmen”
512 Hacıoğlu
grubu olarak tasnif edilmeleri meselesini gündeme getirmiştir33.
Fakat uygulamada 1- bireylerin kendilerini tanımlamaları ile 2bireylerin bilim adamlarınca tasnife tabi tutulmaları ve
“bilimsel” tabirlere “layık” görülmeleri (belki de bilimin kendi
gerçekliğini yaratma çabasından) iki apayrı düzeydir. Bu
anlamda kişilerin “hissettikleri” aidiyete farklı düzeydeki bir
aidiyeti eklemlemek, bilimsel etiğin dışındadır.
Esasen “Türk” ve “Müslüman” tanımlarının yanına milliyet
ve din göstergesi olmayan “Avrupalı” tabirinin ilave edilmesi
günümüzde aykırı düşmemektedir34. Fakat “Türk” ve
“Müslüman” göçmenlerin aynı zamanda “Bulgar” olarak
tanımlanması zorlamadır. Bu çerçevede Bulgar bilim
adamlarının 1990’ları takiben “Bulgar” kimliğini yeniden
tanımlamaya çalıştıkları hatırlanmalıdır (aslında bu çabanın
1950’lerde başladığı da ifade edilebilir). Küreselleşen
dünyamızda ve AB’nin üyesi olma yolunda “Bulgar” kimliğine
yeni anlam ve kapsam kazandırarak toplumu da güncel biçimde
tanımlama ihtiyacı yepyeni bir kavram üretilerek de
karşılanabilir. Oysa yeni anlam ve kapsamı ne olursa olsun,
Türk azınlığına aynı “Bulgar” tanımının atfedilmesi doğrudan,
1990 evvelindeki resmi siyasetlerin devam ettirildiği şeklinde
algılanır.
Resmiyette Bulgar ismini kullanıyor olmaları bazı çifte
vatandaşlarını “Bulgar” yapmadığından, yukarıdaki zorlamalı
yorumların tesadüf olmadığı akla gelmektedir. Bu yorumlara
bakarak sınırdaşımızda, Türk nüfusun Bulgar toplumuna
entegre olmasından kıvanç duyulduğu anlamını çıkarmak
zordur.
Dolayısıyla bilimsel kavram ve değerlendirmelerin dikkatlice
inşa edilmesi gerektiği yeniden gündeme gelmektedir.
Age, s. 7.
AB’nin kurulmasıyla yeni bir kavramsal tartışmanın konusu haline geldiyse
de uygulamada “Avrupalılık” şimdilik milli, dini kimlikleri bertaraf etmeyen bir
üst-kimlik olarak algılanmaktadır. Bulgaristan Türklerinin, AB üyesi olan bir
ülkenin vatandaşları olarak mı, bir üst-kimlik olarak mı “Avrupalı” oldukları
ayrı bir tartışmanın konusudur.
33
34
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 513
Hükümetlerin isim, milliyet, din, kültür vs. gibi bireysel
aidiyetler üzerindeki kontrolünün tartışılmaya başlandığı
çağımızda bilimin, bireyleri istenilen kalıp tanımlara sığdırma
çabası da kuvvetten düşmektedir. Kitlelerin, hükümetlerin bu
çabalarına kendilerince direnç gösterdikleri düşünülürse bu
baskı-direnç karşıtlığının istenmeyen sonuçlar doğuracağı
daima hatırlanmalıdır.
Neticede
bazı
Bulgar
araştırmacıları,
günümüz
küreselleşme koşullarında sadece Bulgaristan penceresinden
bakabilmektedir. Bu sebeple çifte vatandaşlarının fikir, eğilim
ve tutumlarının incelenmesi, sosyal bilimcilerin gerçekçi
saptamalar yapabilmeleri bakımından da önem kazanmaktadır.
Birinci Anket ve Sonuçları
Çifte
vatandaşı
olan
bazı
1989
göçmenlerinin
Bulgaristan’da resmiyette Bulgar isimlerini kullanma, yani Türk
isimlerini geri kazanmama sebeplerini anlamak üzere 24 Kasım
- 5 Aralık 2010 tarihleri arasında internet ortamında tek
soruluk bir anket yürütüldü. Sorumuz,
“Bulgaristan’da resmiyette Bulgarca isim kullanıyorum,
çünkü...
ya da Bulgaristan’da resmiyette Bulgarca isim kullanmak
daha avantajlı, çünkü…” şeklinde düzenlenerek muhtemel
yanıtlar olarak aşağıdaki şıklardan birinin işaretlenmesi istendi;
mevcut şıklardan farklı yanıtlar için “başka bir cevabım var”
şıkkı eklendi:
a. Türk olduğumuz anlaşılmıyor ve Bulgarlar bizi dışlamıyor;
b. Türk olduğumuz (bir şekilde) anlaşılsa bile, Bulgarlar daha
iyi davranıyor;
c. Türk olduğumuz anlaşılmadığı için, Bulgarlar bürokratik
prosedürlerde zorluk çıkarmıyor;
d. Yabancı turist muamelesi görmüyoruz ve her şey daha
ucuza mal oluyor;
e. Türk ismimizi mahkeme yoluyla alacak kadar vaktimiz
yok;
514 Hacıoğlu
f. Türk ismimizi mahkeme yoluyla almak için paramız yok /
bunun için para verilmez;
g. Benim başka bir cevabım var: (lütfen belirtiniz)
……………………………….
12 günde düşük sayıda (49) yanıtın alındığı bu anketin
sonucu şöyleydi:
g. şıkkı – 26 yanıt (Başka bir cevabım var). Başka bir cevabı
olanların 6’sı Türk isimlerini soru şıklarında işaret edilmeyen
sebeplerle geri kazanmamıştı. Bazı yanıtlar ise muhtemel
sebeplere benzer ifadelerdi.
e. şıkkı – 17 yanıt (Türk ismimizi mahkeme yoluyla alacak
kadar vaktimiz yok).
a. şıkkı – 5 yanıt (Türk olduğumuz anlaşılmıyor ve
Bulgarlar bizi
dışlamıyor). Bu yanıtların
3’ü
halen
Bulgaristan’da üniversite öğrencisi olan gençlerden geldi.
c. şıkkı – 1 yanıt (Türk olduğumuz anlaşılmadığı için,
Bulgarlar bürokratik prosedürlerde zorluk çıkarmıyor). Bu
yanıtı veren kişi Bulgaristan’da Türk ismini kullanıyor.
b., d., f. şıklarına yanıt gelmedi.
Anketin sayısal sonucu g. şıkkına işaret ettiyse de yanıtları
tek bir grupta sınıflamak mümkün olmadı. Bazı katılımcılar
anket sorusunun dar kapsamlı olduğunu dile getirdi. Ancak bu
anket ayrıntılara odaklanmadığından, “başka cevabım var”
şıkkıyla alınan geri bildirimler daha kapsamlı olan ikinci bir
anketi şekillendirdi. Söz konusu cevaplar aynı zamanda bir fikir
ve paylaşım yelpazesi / arşivi oluşturdu. Bunlardan bazılarına,
kayıtlara geçmeleri amacıyla aşağıda yer verilmiştir.
Dolayısıyla tek soruluk bu pilot anketin sonucu 17 yanıtla
e. şıkkı oldu: “Türk ismimizi mahkeme yoluyla alacak kadar
vaktimiz yok”. Bu seçeneği Bulgaristan’da Türk ismini
resmileştiren 2 kişi de işaretledi. Bu sonuca göre ismini geri
kazanmak için bugün uygulanan idari prosedürün “uzun
sürdüğü” tespit edildi. Bazı katılımcılar söz konusu işlemin
memurlarca “uzatıldığını” ifade etti. Gelen yanıtlarda çoğu çifte
vatandaş Bulgaristan’a sadece izin dönemlerinde 2-3 gün ya da
1 haftalığına gidebildiklerini ve istedikleri halde bu işlemi
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 515
yaptıramadıklarını belirtiyordu. Bazıları ise meseleyi vekâlet
yoluyla halledebilmişti.
Netice olarak bu küçük ankete katılan kişilerin %35’inin
Bulgaristan’da Türk ismini geri kazanma hakkını zaman
yetmezliğinden dolayı kullanamadığı saptandı. Değerlendirme g.
şıkkını işaretleyenler hariç tutulup 23 kişiden 17’sinin beyanı
üzerinden yapıldığında, bu oran %74’e tekabül etmektedir.
Göreceliliğe rağmen her iki sonuç kayda değer oranlardır.
Buna ilâveten, işaretledikleri şıklardan bağımsız olarak,
konuyla ilgili doğrudan beyanda bulunanlardan hareketle, çifte
vatandaşları arasında 49 kişiden 23’ünün, yani katılımcıların
%47’sinin
Bulgaristan’da
Türk
ismini
geri
kazandığı
anlaşılıyordu.
Ne yazık ki bu rakam ve oranlar tesadüfidir ve oldukça
kaba bir fikir vermektedir. Dolayısıyla doğru ve gerçekçi
değerlendirmeler yapabilmemiz için konuyla ilgili her iki ülkede
resmi istatistiklerin oluşturulmasının önemi ortaya çıkmıştır.
Ankete dair önemli bir hususa değinmeliyiz: soru
hazırlanırken e. şıkkında ne yazık ki bir “doğru bilinen yanlış”
hatasına düşülmüştü. İsmin geri kazanılması işlemi 1990’larda
mahkeme yoluyla yapılıyordu. Fakat 1 Temmuz 2001
tarihinden beri yürürlükte olan Bulgaristan Nüfus Kaydı
Kanununun 19. maddesinin a. fıkrası uyarınca35 bu işlem il ve
ilçe belediyelerinde yapılmaktadır. Kişinin isim iadesi talebi
konusundaki karar Belediye Başkanının onayına tabidir. Talebi
onaylandığı halde kişi
ayrıca ilgili
kararı
temyizini
36
istemeyeceğini bildirmelidir . Yani bireylere hükümetçe tanınan
Türk ismini resmileştirme hakkı halen hükümetin tekelindedir.
Yetkili bir merciin onayı, mahkeme usulünü andırdığından ilgili
prosedürün halen “mahkeme yoluyla” yapıldığı yanılgısının
akıllarda kaldığı ifade edilebilir. Nitekim anket katılımcılarından
Zakon za graždanskata registraciya, [(Bulgar) Nüfus Kaydı Kanunu], Kanun
metni için bk.
http://www.mrrb.government.bg/index.php?lang= bg&do=law&type=5&id=5.
36 Bk. Ek-1.
35
516 Hacıoğlu
sadece 3’ü, “Bulgaristan’da isimlerin mahkeme yoluyla geri
alınmadığını” belirtmişti.
Esasında 1984-1985 mağduru olan bireylerin (ailelerince
verilen ve bizzat hükümetçe onaylanan) Türk isimlerini, 2001
yılı itibariyle idari yolla resmileştirme iradelerini aracısız, yani
“doğrudan” kullanamamaları, ilgili hakkın gerçekte “yarım”
tanındığını düşündürmektedir. Yukarıdaki anket sonucuyla
birlikte değerlendirildiğinde bu hal, isim iadesi konusunda
hükümetçe tanınan hakkın işlemlerin zaman alması sebebiyle, %
35 oranında kullanılamadığı neticesine ulaşıyoruz.
İlk Anket Sonrası Bazı Düşünceler
Pek çok çifte vatandaşın Bulgaristan’da Türk ismini geri
kazanmadığı bilgisiyle yola çıkılan bu ankette, cevap şıkları
arasında “kendimi Bulgar hissettiğimden resmiyette Bulgar ismi
kullanıyorum” ifadesine yer verilmemişti. Göçmenler arasında
böyle bir yaklaşıma rastlanmıyordu - yukarıda belirtildiği gibi
soru ile cevap şıkları göçmenlerin görüş ve ifadelerinden
hareketle oluşturulmuştu. Nitekim g. şıkkı kapsamında olsun
ya da cevap şıklarından bağımsız olarak, bu yönde bir geri
bildirim alınmadı. Bazı Bulgar araştırmacılarının yukarıda
anılan yorumları aksine, “kendimi Bulgar toplumunun bir
parçası olarak hissettiğim için”, “kendimi Bulgaristan devletine
bağlı hissettiğim için” gibi yanıtlar da ulaşmadı. Yani anket
sonuçları, ilgili yorumların zorlamalı olduğunun teyidiydi.
Diğer yandan aynı sonuçlar bir zihniyet kırılmasının vuku
bulduğuna işaret ediyordu. Bunu daha net görebilmek amacıyla
zamanda biraz geriye gitmeliyiz.
Türkiye’ye 1989 zorunlu göçüyle gelen bir kısım göçmenler
kısa süre sonra Bulgaristan’a dönünce, kamuoyunda genel
anlamda muhacirlere yönelik tepki oluşmuştu. 1990’ların ikinci
yarısında gündeme çifte vatandaşlık meselesi geldiğinde, Türk
vatandaşlığını aldıktan sonra Bulgaristan vatandaşlığını da
yenileyenler istemeyerek, göçmenleri ikinci kez tenkit odağı
haline getirmişti.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 517
Bulgaristan vatandaşlığını yenileyenlerin o dönemde bizzat
göçmenler arasında da eleştirildiğine şahit olunuyordu. Bu
vatandaşlığı yenileme eğilimi, 1989 yılında hürriyeti için
muhaceret edilmesine, ayrıca Türk vatandaşlığına kabul edilmiş
olmaya bir nevi sadakatsizlik addediliyordu. Fakat zamanla,
ağırlıkla vize kuyruklarında beklemekten “kurtulmak” amacıyla
çifte vatandaşı göçmenlerin sayısı arttı. İmkânlar ve hedefler
değiştikçe aynı anda iki ülkenin vatandaşı olabilmek; hürriyeti
uğruna vazgeçilen Bulgaristan vatandaşlığını yeniden almak
gibi gelişmeler “olağan aykırılıklar” haline geldi.
Bulgaristan’ın Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilmesiyle, bu
ülkenin vatandaşları AB vatandaşlığına “doğrudan terfi” etmişti.
Bununla, evvelce çifte vatandaşlık konusunda tereddüt eden
göçmenler Bulgaristan vatandaşlığını yenilemeye meyletti.
Avrupa’ya sorunsuz seyahat olanağına imrenen pek çok Türk
vatandaşı şimdi göçmenleri eleştirmek bir yana, “şanslı” sayar
olmuştu. Bu kez “gururlu” davranıp çifte vatandaşlığa heves
etmeyen 1989 göçmenlerini; şanslarını neden kullanmadıklarını
anlamak zorlaşmıştı. Yani göçmenler ve göçmen olmayan Türk
vatandaşları arasında çifte vatandaşlık hakkı bir “avantaj”
olarak algılanmaya başlanmıştı. Evvelce tenkit konusu olan
şimdi “makul” ve “kabul edilebilir” addedilir olmuştu.
Bir müddet sonra göçmenler arasında Bulgaristan
vatandaşlığını yenileyip resmiyette Bulgar isimlerini kullanmaya
devam eden çifte vatandaşlar eleştirilmeye başlandı. Anket
katılımcılarının aşağıdaki ifadelerinden de anlaşıldığı gibi bu
konuda her kişinin özel gerekçeleri vardı. Bulgaristan’da ikamet
eden ve Türk isimlerini geri kazandıktan sonra Avrupa’da iş
bulabilmek ümidiyle 1984-1985’te dayatılan Bulgar isimlerini
yeniden alan kişilere rastlanır olmuştu: söylenenlere göre
Avrupalı işverenler, Türk değil de Bulgar bir isimle iş başvurusu
yapanları istihdam etmeye daha meyilliydi. Nitekim yukarıda da
değinildiği gibi bazı kişiler bu yönteme, siyah mühür vurulan
pasaportlarını “yenilemek” adına başvuruyordu.
518 Hacıoğlu
Bu son durum Bulgaristan’daki Türk nüfus arasında
olduğu gibi çifte vatandaşlar arasında da “…hayat, geçim ve işgüç bulma zorluğu insana neler yaptırmıyor…” yaklaşımının
yadırganmadan yaygınlaşmasına yol açtı37. Elbette bu
gelişmeler Türkiye’de iş sahibi olan çifte vatandaşların
sınırdaşımızda Bulgar ismi kullanma sebeplerini açıklamıyor.
Fakat bu tablo ilginç bir zihniyet ve eğilim kırılmasının; başka
bir ifadeyle “tutum dönüşümü”nün göstergesidir.
Diğer yandan bu kırılmanın, bir benlik ve toplumsal kimlik
dönüşümü olmadığı açıktır. Öyle ki, bu pilot ankete verilen ve
e. şıkkı haricindeki bazı yanıtlardan, bir kısım çifte vatandaşlar
için Bulgaristan’da resmiyetteki (Bulgar ya da Türk) isimle,
“kişilik”, “bireysel ve toplumsal kimlik”, “milli kimlik” kavram ve
algıların birlikte yürümediği görülmektedir. Bu kişiler,
Bulgaristan’da resmiyette 25 yıl evvel dayatılmış Bulgar
isimlerini halen taşıyorsa veya yeniden kullanmaya başladıysa
da hayatlarını, bu keyfiyetin onları milli bakımdan “Bulgar
yapmadığı” bilinciyle sürdürmektedir. Aynı zamanda Türk
isimlerini geri kazanan bir kısım çifte vatandaşların, bu
isimlerini “benliğin”, “bireysel / toplumsal kimliğin”, “milli
kimliğin” göstergesi olarak algıladıkları gözlenmektedir.
Bazı katılımcılar özellikle küçük yerleşimlerde, bireylerin
birbirini özüyle tanıdıklarını belirtmiştir. Başka yanıtlara göre
ise isimleri Bulgar olsa da Bulgarların gözünde Türkler daima
“Türk” kalacaktı.
Bu tabloda karşıt ve karmaşık tutumlar bir arada seyretse
de anketin sonucu, çifte vatandaşlar örneğinde 1984-1985’te
dayatılan Bulgar isimlerin özümsenmediğidir. Bununla birlikte
(aşağıdaki paylaşımlardan da izlenebileceği gibi) değişen dünya
koşullarında çifte vatandaşlar, 1989’dakilerden hayli farklı algı
ve tutumlar geliştirdikleri ortaya çıkmaktadır. Bu doğrultuda,
evvelce zorla benimsetilmeye çalışılan ve Türk nüfus tarafından
“onur kırıcı” olarak algılanan (ayrıca özdeşlik kurmadıkları)
Bulgar isimlerini “paravan” olarak kullanmaya başlamışlardır.
37
Kişisel gözlem ve anılar.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 519
Bunun sık rastlanan gerekçesi ise “sorun yaşamamak”,
“sıkıntılı durumlara düşmemek”tir. Dolayısıyla günümüzde
bireyler dışlanmadıkları ve sorunsuz olan bir hayatı, evvelce
kendilerine uygulanan siyasi baskının timsali olan isimleri
taşımaya tercih edebilmektedir. Yeniden vurgulamak gerekirse
burada tercih edilen “milli Bulgar isimler” değil, “sorun gideren
isimler”dir.
Birinci Ankete Katkılar
Yanıt olarak a. şıkkını seçen bir katılımcı şöyle bir
paylaşımda bulunmuştur: …Bulgaristan’da resmiyette Bulgar
ismi taşıdığımızda… “Türk olduğumuz anlaşılmadığı için,
Bulgarların bürokratik prosedürlerinde zorluk çıkarma ihtimalleri
0 (sıfır)’a iniyor ve Türk olduğumuz anlaşılmadığı sürece bazı
yerlerde Bulgarlar daha iyi davranıyor”.
c. şıkkını işaretleyen bir katılımcı “…belirtmek isterim ki
esasında biz Türk adlarımızı mahkeme yolu ile geri aldık ancak
ara sıra buna pişman olmuyor değilim…” demiştir.
e. şıkkını seçerek Türk ismini iade almak için vakti
olmadığını
belirten
katılımcıların
paylaşımları
aşağıda
sıralanmıştır:
“(Bulgaristan’a) Sadece iki kez ve çok kısa (süreliğine) 1 ve 2
günlüğüne gidebildim. Benim ismim halen Bulgar ve son derece
rahatsızım. Ama iki tane çocuğum var, onlar İstanbul’da
doğdular. Onları da Bulgaristan vatandaşı yaptım. Sadece Türk
nüfusunun fazla olması için. Göç sırasında 19 yaşında olup, pek
çok şeyin farkında değildik. … İçimde hep bir yaradır aslında.
Fakat hep öncelik başka şeylere vermek zorunda kaldım
burada”.
Bu sözler çifte vatandaşların yaklaşımına ilginç bir örnektir:
katılımcının, sınırdaşımızda resmiyette Bulgar ismi taşıması ile
İstanbul’da
doğan
çocuklarını
“Bulgaristan’daki
Türk
nüfusu(nun) fazla olması” amacıyla çifte vatandaş yapması
arasında bir çelişki algılamadığı anlaşılıyor. Yani kişi,
520 Hacıoğlu
resmiyette Bulgar ismi taşıdığı halde, aslen Türk olduğu
bilincine sahiptir. Diğer yandan son cümle, kimlik meselesinin
pek çok sebeple ikinci plana atıldığının teyididir.
Benzer bir paylaşım: “Cevabım “e” şıkkı, her gidişimizde (3-4
yılda bir) en fazla bir hafta kadar kalabiliyorum, gerçekten
vaktim yoktu”.
Bir başka katılımcı, Türk ismini “kolay yoldan alabilmek”
için ne yapmak gerektiğini soruyordu. Bu da “vakit alan”
prosedürün akıllarda bir “zorluk” olarak kaldığını gösteriyordu.
Bir diğer paylaşım: “…(Türk isimlerini) kendiliğinden…
kolayca verebilirler (iade edebilirler) neden yapmıyorlar
insanları uğraştırıyorlar?” .
Yine benzer bir paylaşım38: “…çünkü biz adlarımızı isteyerek
değiştirmedik ((isimlerimiz) zorunlu olarak değiştirildi), tüm resmi
evraklarımız – nüfus kaydı, diploma, doğum ve evlilik belgeleri
gibi evraklar bir hafta içinde elimize verildi. Bu evraklarda da
eski resmimizden çoğaltılmış resimler vardı. Şimdi de mahkeme,
dava vs. uğraşlar sonucunda adlarımızı vereceklermiş. Adları
değiştirdikleri gibi, uğraş(tır)madan bana adımı geri versinler”.
Diğer bir katkı: “Ciddi zaman ve prosedürler gerektiriyor. Ve
aslında şu an burada kullandığımız soyadı ile ayni isim olmalı.
Ama maalesef bunun yapmak çok zor”.
1989’da Türk nüfusuna geçerken çoğu göçmen yeni bir
soyadı almış; Bulgaristan vatandaşlığını yenilerken ise oradaki
Türk ismini eski şekliyle geri kazanmıştı. Böylece her iki ülkeye
ait kimliklerde Türk ismi bulunduğu halde soyadı farkı ortaya
çıkmıştı. Bu katılımcıya göre böyle bir fark dahi olmamalıydı.
Yani Bulgaristan’da Türk ismi taşıyan bir kişinin iki ülkede iki
farklı soyadı taşıması dahi bazı kişilerce onaylanmamaktadır.
Bu katılımcı cevabını g. şıkkı kapsamında vermiştir ancak belirttikleri e.
şıkkını işaretleyen başka kişilerin ifadeleriyle örtüştüğünden bu kısma
eklenmiştir.
38
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 521
Bu yaklaşıma başka bir örnek ise Türk isminin
“Türkiye’deki halini” Bulgaristan’da aynen resmileştiren çifte
vatandaşlardır: “Türk ismimi aldım. Hatta çifte vatandaşlıkta
karışıklık olmasın diye Türkiye’deki ismimi mahkeme kararı
ile Bulgaristan’da tescil ettirdim”. Esasında çeşitli idari
işlemlerde bizzat Bulgar mercileri, iki farklı ismin aynı kişiye ait
olduğunu belgeleyen resmi evraklar talep etmektedir. Fakat bu
evrakları da, isim ve nüfus kayıtlarındaki karışıklığı gidermeyen
merciiler yerine yine şahıslar çıkarttırmak zorundadır.
Burada dikkat çeken, dünyaya gelindiği anda edinilen ismin
yerine, Türkiye’de taşınan soyadının ön plana geçmiş olmasıdır.
Yani Bulgaristan’daki Türk soyadını mahkeme yoluyla
Türkiye’de resmileştirme olanağına rağmen, çeşitli sebeplerden
bunun tersi tercih edilebilmektedir.
Herhangi bir cevap şıkkını seçmeyen bir katılımcının
ifadesinden, Türk ismini geri kazanma işleminin aslında
kolaylıkla yaptırılabildiğini, fakat kişilerin aklında “zor bir
işlem” olarak kaldığından, buna teşebbüs edilemediğini
anlıyoruz: “Hem eşim hem ben T.C. ve Bulgaristan vatandaşıyız.
Ben Türk ismimi daha 90’lı yıllarda aldım ama eşim 2006’ya
kadar Bulgaristan’da Bulgar ismini kullandı. İsim değiştirme
prosedürü uzun ve zor olduğundan dolayı bir türlü adım
atmıyordu isminin değişmesine. Çocuğumuz olduktan sonra onun
ismini Türk ismi olarak yazdırdık Bulgaristan’da ve eşim de
kendi Türk adını o zaman geri aldı. Prosedür çok basit ve hiç zor
değildi. Her zaman Bulgaristan’da (adınızın) İvan değil de
İbrahim… (olduğunu belirttiğinizde) sizlere karşı tavır değişir ama kötüye (kötü yönde) değişir”.
Bu ifadeye yansıyan algıya göre kişinin Türk ismi “kendi”
ismidir; Bulgar ismi ise “yabancı”dır.
Benzer39 bir algılama: “Bu konuda size bir şık
yazamayacağım çünkü gerçek ismim olan Türk ismimi
Bu da e. şıkkını teyit eder bir paylaşım olmuştur, bu sebeple aynı şık
kapsamında değerlendirildi.
39
522 Hacıoğlu
kullanıyorum. Genelde
olmuyormuş. Ben Türk
Almanya ve daha birçok
görmedim. Ama genelde
sebebi, Bulgaristan’da
olmaması(ymış)”.
milletin söylediği; yurtdışında sorun
ismimle Amerika, Kanada, Hollanda,
ülkeye gittim ama en ufak bir dışlama
çevremdekilerin Bulgar ismiyle kalma
daha çok kalacak zamanlarının
Bu ifadeye göre Türk ismi kişinin “gerçek” ismidir.
Dolayısıyla Bulgar ismi “yapay”, “gerçek ismin yerine dayatılan,
ekletilen” isimdir. Diğer yandan katılımcı, gittiği ülkelerde
“gerçek” ismiyle “dışlama görmeme”yi “sorun olmama”sıyla
özdeş algılamaktadır. Bu algılamayı başka katılımcıların
ifadelerinde de okuyoruz.
g. şıkkını seçen, yani “başka cevabı” olanların paylaşımları:
“Çünkü ben Türk ismimi kullanıyorum; bu biraz zahmetli ve
masraflı da olsa önemli olduğunu düşünüyorum”.
“Bulgar ismimi kullanmıyorum, Türk ismimi gerekli hukuki
yollara başvurarak aldım. Bugüne kadar da herhangi bir
sıkıntıyla karsılaşmadım”.
“Benim Bulgaristan pasaportum ve vincle kartımda adım
Türk’tür. Türk adımı Bulgaristan’a gittiğimde hiç kimseden
çekinmeden kullanıyorum. Hiç bir şekilde Bulgar adımı
kullanmadım, kullanmak lüzumu da görmüyorum. …kimsenin
hele Bulgarların iyi davranmalarına iyimser yaklaşmalarına
ihtiyacımız yok çok şükür”.
“…ben Bulgaristan’da ve her yerde olduğu gibi gerçek
ismimi kullanıyorum. Sorunuzla ilgili yazmış olduğunuz cevaplar
çok net değil bence. Benim düşüncem cevaplar bunlar olmamalı.
Bir kere ne kadar da Bulgar ismini kullanmakta olsalar da her
haliyle Türk oldukları belli oluyor. Ve bu durum çok komik
(yolculuklarda bununla çok sık karşılaşıyorum (bir) nene 85
yaşında(ydı) ve adı Ana(ydı) ama sor(un) - nene tek bir kelime
Bulgarca bilmiyor). Ona ne gibi avantaj sağlayabilir bu (Bulgar)
isim düşünüyorum da cevabını bulamıyorum. Bürokratik
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 523
işlemlere gelince de, sadece Türk olduğumuz için engel ve zorluk
çıkmıyor bu genelde vardır burada da, resmi dairelerde ne
şekilde çalıştıklarını bilirsiniz”. Aynı katılımcı 85 yaşındaki
nenenin Türk ismini geri kazanmamış olmasını “…Belki de
gençler ilgilenmediği ve önemsemedikleri içindir. Uğraşmak
istemiyorlardır” olasılığıyla açıklamaya çalışmıştır.
“Kesinlikle Türk ismimi kullanıyorum, verilen Bulgar ismi(ni)
kabul etmiyorum. Ailemin tüm fertleri (5 kişi) özellikle Türk
isimlerimizi noterde zaman ve para harcayarak aldık. Türk
isimleri almış olmamıza rağmen memurun bilgisayarında Bulgar
ismin de yazılı olduğunu fark ettim. Zorla verilen, dayatılan
Bulgar isimleri kullanan insanları eleştiriyorum, üzücü
bence... Göç etmemizin sebebi kimliğimizi, benliğimizi korumak
değil mi!”
“Başta sorduğunuz soru ve cevap şıkları zaten sinir bozucu
olduğunu ve birçok kimsenin cevap yazmayacağını düşündüğüm
için yazıyorum. Kişilerin Türk isimleri mahkeme yoluyla geri
alınmıyor. Ayrıca, çifte vatandaşlara değil, Bulgaristan’da kalıp
hala ismini değiştirmeyenlere sormak lazım aslında bu soruyu.
Yani biz ne kadar Türk’üz? Ya Bulgar adıyla ölenlerin hali ne
olacak? Vakitsizlikten ve parasızlıktan isim değiştirmeyen
çok yaşlımız var... Oradaki uzun prosedürü biliyorsunuzdur.
Babam da Bulgar adıyla vefat etti. Fakat kanunen ölenlerin dahi
- hepsi değil - isimleri değiştirilebiliyor. Yıllardır bunun
mücadelesini verdim ve maalesef ki bırakın halkı, memurların
bile
bu
kanundan
haberi
yok.
Belediye
çalışanları
bilmediklerinden dolayı zorluk çıkarıyorlar, noter zorluk çıkarıyor,
avukat oyalıyor... vs. Sonuçta ben bunu (Türk isimi
resmileştirmeyi) başardım...” Bu paylaşıma göre Türk ismi, Türk
olmak demektir. Bulgaristan’daki Türk ismini geri kazanma
işlemi ise, kimliğini korumak uğruna bir mücadeledir. Bu
bağlamda anket sorusu, yani Bulgar isimlerin neden
kullanıldığı sorusu ise “sinir bozucu”dur. Hatta bu düşünceye
sahip göçmenler Bulgar isimlerini değiştirmeyen çifte
vatandaşlar kadar bunu yapmayan Bulgaristan’daki Türklerini
da eleştirmektedir.
524 Hacıoğlu
“Türklüğümle
her
zaman
gurur
duymuşumdur.
Bulgaristan’daki Türk adlarının geri alınması için mahkemeye
falan hiç gerek yok. …İsteyenler kolaylıkla gidip adlarını geri
alabilirler. Bulgarlara karşı Türk olduğumu hiçbir zaman
gizlemeye çalışmam, bilakis ön plana çıkarırım”.
“Benim için çok değerli olan öz Türk adımı 1992 de aldım
(-ov, -ev) eksiz ve anavatanımda kullandığım soyadımla.
(Bulgaristan’a) Sık gidiyorum hiç de umurumda değil Bulgarların
bana karşı isim nedeniyle davranışları. Ben anne ve babamın
duayla verdiği Türk ismimle gurur duyuyorum”.
Son iki paylaşımda isim ve milli kimliğin tam anlamıyla
örtüştüğünü görüyoruz fakat burada anket sorusunun biraz
yanlış anlaşıldığı dikkat çekiyor. Zira Bulgaristan’daki nüfus
kimliğinde Bulgar isminin mevcudiyeti, anketin de ortaya
koyduğu
gibi,
Türk
isminden
utanıyor
olmaktan
kaynaklanmamaktadır.
Aksine
bazı
çifte
vatandaşlar
Bulgaristan’a
gidemedikleri,
orada
uzun
süre
kalamadıklarından, arzuladıkları halde Türk isimlerini
resmileştiremiyordu. Aralarında evraklardaki Bulgar isminden
rahatsızlık duyanlar mevcuttu.
Diğer yandan isim ile bireysel, toplumsal, milli kimlik
arasındaki bağ konusunda net fikri olmayanlara da
rastlanıyordu: “Tüm evraklarım Bulgar adında olduğundan
dolayı, Bulgar adım kaldı, ama, ben Türk nüfusunda yine Türk
adındayım”.
Aynı katılımcının devam eden ifadesi: “Bulgaristan’da
olduğumda, Bulgarcayı kırık konuştuğumuz (Türk olduğumuzu)
belli ediyor yani isim de değişse onlar bizi kabul etmezler…
Bulgaristan’a sık giderim ve bizim millet çekiniyor Türkçe
konuşmaktan. …doktora gittim ve orada da (hakkımızda) ‘ha
bunlar Türk ama Bulgar isminde’ (denildiğine şahit oldum)…”
Yani, sadece Bulgarcayı “kırık” konuşmak Türk olunduğunu
“belli” etmektedir. Neticede çifte vatandaşların isimleri Bulgar
olsa da “Türk” oldukları bir şekilde anlaşılabilmektedir.
Dolayısıyla resmiyetteki Bulgar isminin “paravan” işlevi de
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 525
özellikle Bulgarca dil bilgisi ve telaffuzu iyi olmayanlar için
geçersizdir. Bu ifadeler, Türklerin dayatılan Bulgar isimlerini ne
derece benimsedikleri meselesinin bizzat bazı Bulgarlar
tarafından önemsemediğini göstermektedir. Bunlar aynı
zamanda, aşağıda da görülebileceği gibi zoraki isim
değişikliğinin
kişileri
ve
toplumun
“eski”
kabullerini
değiştirmediğine örnektir. Hatta belki de isim ile bireysel,
toplumsal, milli kimlik arasındaki bağa özgün bir teyittir.
Yine son paylaşımdan öğrendiğimiz üzere, Bulgaristan’daki
Türk nüfusun (isim meselesinden bağımsız olarak) anadilini
konuşmaktan çekinmesi manidardır. Aşağıdaki cümleler
yukarıdakiyle aynı doğrultudadır: “Türk adımı kullanıyorum en
başından beri… Çok büyük çoğunluğumuzun Türk olduğu zaten
konuşma, tavır vb. hallerimizden hemen belli oluyor. Kim aksini
(ben çok güzel Bulgarca konuşuyorum, onların kültürünü iyi
biliyorum vb.) iddia ederse kendini kandırıyor. Bu durumda
oradaki varlığımızın Türklüğümüzle bir olması gerekiyor. Bu da
önce dil sonra ad değil midir. Üstte yazan (anket sorusu)
şıkların(ın) hepsi doğrudur, ancak Bulgar isimli olduğunuzda da
bir şey değişmiyor Bulgaristan’ın sosyal hayatında”.
“…ben bu güne kadar bu ismi (Türk ismimi) kullandığım için
bir zorluk çektiğimi ya da gördüğümü düşünmüyorum ve
rastlamadım. Avrupa’ya da gittim Bulgar pasaportuyla kesinlikle
hiç bir sorun yaşamadım. Ben bu ismi kullanmaktan çok
memnunum”. Katılımcının yaklaşımında Türk ismini taşımaktan
dolayı “zorluk çekmeme” ve isminden bu bakımdan “memnun
olma” halleri bileşmiştir. Türk ismi bir kişilik, kimlik, aidiyet
unsuru olmaktan çıkmış ve “memnuniyet öznesi” haline
gelmiştir. Hatta bu memnuniyet sanki kişinin Türk ismiyle
“zorluk çekmemesi”nden kaynaklanmaktadır. Aslında bu
tutumun, doğuştan taşıdığımız ismi özümsemenin kişisel bir
yolu olduğunu söylenebilir.
Diğer yandan başka yanıtlarda olduğu gibi bu cevapta da
göçmenler arasında yadırganmayan, belki de ince anlamı fark
edilmeyen, Türk ya da Bulgar ismini “kullanmak” tabiri dikkat
526 Hacıoğlu
çekmektedir. Bizzat anket sorusu, göçmenler arasında yaygın
olan bu algılamadan hareketle düzenlenmiştir. Bu tabirle,
isimde saklı kişisel ve toplumsal kimliğin birey tarafından
“taşınması”na işaret edilebildiği gibi, değiştirilebilen bir “etiket”
ya da “araç” da kastedilebilmektedir. Bu çerçevede kişinin
ismine yönelik tutumu, satır aralarından okunabilmektedir.
“İsmimden dolayı beni yargılayanlarla aynı ortamda
bulunmak istemem. Herkes kendi özüyle güzeldir”. İsminin dışa
vurduğu aidiyet sebebiyle yargılanmak, istenmeyen durumdur.
Bununla birlikte önemli olan kişilerin aidiyetleri değil özleridir.
Başka bir paylaşıma göre ise herkes birbirini (ismiyle dahi değil)
özüyle tanımaktadır: “1992 yılında Bulgaristan’dan göç ettik,
(Bulgaristan’a) sadece bir defa çifte vatandaş olmak için gittim ve
Türk ismimi aldım, özellikle Türklerin yoğun olarak yaşadığı
Kırcali ve köylerinde ismin Türk veya Bulgar olmasının o kadar
da önemli olmadığına inanıyorum”.
Esasında bu yaklaşım ismin, bir kişilik ve kimlik tezahürü
olduğu fikrine hayli ilginç bir antitezdir. Katılımcıya göre isim
bir kimlik göstergesi değildir. Öz, bunu belirten isimden daha
önemli, asli bir kimliktir. Kişilerin “Türk” olduklarının
bilincinde olmaları yeterlidir ve bireysel/toplumsal kimliğin bir
Türk isimle “desteklenmesi” gereksizdir. Bu çerçevede milli
aidiyet bilinci dahi, isimle sınırlandırılmayacak kadar özgün ve
“besbelli”dir. Fakat böylesi ilginç yaklaşıma sahip bu
katılımcının, Türk ismini neden aldığı sorusu ister istemez akla
geliyor.
Bir
başka
paylaşım40:
“Bulgaristan’da
Bulgar
ismi kullanmak zorundayım çünkü Türk ismimi almak biraz
zahmetli ve 4. sınıf öğrencisi olmam sebebiyle buna ayıracak
vaktim yok. Bununla birlikte okulu bitirdiğim an diplomamı Türk
ismimle almak için hemen Bulgaristan’a gidip gereken işlemleri
yapacağım. Türk ismine sahip olmamanın daha fazla avantajı
olması sebebiyle göçmenler biraz çelişkide olsa da T.C. sınırları
Bu katılımcı çifte vatandaş değildir, ancak soruyu “çifte vatandaş olsaydım”
düşüncesiyle cevapladığı ve yaklaşımı ilginç bulunduğu için aktarılmıştır.
40
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 527
içerisinde Türk olup da Bulgar muamelesi görmenin ne demek
olduğunu benim durumumda olanlar çok daha iyi bilir. Ancak
benimde T.C. vatandaşlığım olsaydı emin olduğum bir şey var,
Türk ismimi almazdım. Sebebi de Bulgaristan’daki Bulgar(lar)ın
tavrı değil; zaten ne kadar iyi Bulgarca bilirsen bil biraz onlarla
takılınca senin Türk olduğunu anlıyorlar. Benim için önemli olan
Avrupa’nın herhangi bir yerine ya da daha değişik yerlere
gittiğimde Türk olduğum anlaşılmasın çünkü bize olan tavırları
belli”. Yani Bulgar ismi, Bulgaristan’da kimliğini gizlemenin bir
yolu değildir zira Türk olunduğu öyle ya da böyle
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Bulgaristan’da dışlanmamak ve (bir
önceki paylaşımda da geçen ifadeyle) “isminden dolayı
yargılanmamak” için Bulgar ismi gibi bir “paravan”a ihtiyaç
yoktur. Asıl Avrupa’nın herhangi bir yerinde ilk bakışta,
konuşma veya tavırlardan Bulgar ya da Türk olunduğu pek
anlaşılmayacağı için, burada resmiyetteki Bulgar ismiyle “Türk
kimliğini gizleyerek dışlanmaktan sıyrılmak” mümkündür.
“…Tarihsel sorgulamanın birçok etkeni olabileceği gibi
büyük bir etkeni de ekonomik sebeplerdir. Bundan dolayı
anketinizi başta genel kategorilere ayırıp, örneğin genel, sosyal,
ekonomik, kültürel vb. (ana başlıklarına) daha sonra da her bir
ana başlığın altına alt seçenekler koymanız çalışmanın daha
etkili olmasını sağlayacaktır. …Örneğin, benim Türk ve Bulgar
ismim var çünkü ben yurtdışına çıkışlarda Bulgar
kimliğimi kullanıyorum ve Türk vatandaşlarımızın çektiği
sıkıntıları çekmek zorunda kalmıyorum. …Gördüğünüz gibi
ana nedenler değişebilse de aslında ana nedenlerin altındaki
diğer nedenlerden dolayı da 2 isim kullananlar olabiliyor”. Bu
paylaşımda dikkat çeken, “iki isimli olma” algısı ve durumudur.
Yukarıdaki satırlar, yurtdışına çıkışlarda Türk vatandaşlarının
“sıkıntı çektikleri"ne ve bazı çifte vatandaşların resmiyette
(geçmişte
dayatılan) Bulgar isimlerini kullanarak bu
sıkıntılardan kaçmaya çalıştıklarına şahitlik etmektedir. 20-21
yıl önce yerini yurdunu terk etmeye sebep olan isim dayatma
sorunu, belki de kaderin cilvesiyle, yıllar sonra bir muhafazaya
dönüşmüş görünmektedir. Burada “iki isimlilik” toplumsal
dışlamanın yaratacağı psikolojik sorunları önlemek üzere
528 Hacıoğlu
devrededir. Oysa yukarıda görüldüğü gibi bazı çifte vatandaşlar
için evraktaki Bulgar ismi; Türk olsa dahi iki farklı soyadı
taşımak gibi durumlar rahatsızlık sebebiydi. Bu paylaşıma göre
ayrıca, anket sorusu “sinir bozucu” olmayıp hayli doğal bir
durumu araştırmaktaydı.
Son iki katkının yansıttığı algıya göre Bulgaristan nüfus
kimliğindeki Bulgar ismi, “bir zamanların siyasi baskı timsali”;
Türk ismine ve Türk milli kimliğine getirilen ve “mücadele
edilmesi gereken” bir yasak olmaktan çıkmıştır. Bazı çifte
vatandaşların yeni vizyonu, “sorunsuz, sıkıntısız Avrupa”
vizyonudur ve bu uğurda “çift isimli”, “çift kimlikli” olmak,
psikolojiyi rahatlatıcıdır. Dolayısıyla bazı çifte vatandaşlarının
anket
sorusuna
cevabı
“Avrupa’da
Türk
olduğumuz
anlaşılmıyor ve Avrupalılar bizi dışlamıyor” ifadesine tekabül
etmiştir.
Bu noktada kişinin, (Türk) kimliği dolayısıyla dışlanmaya,
yargılanmaya nasıl direnç göstereceği, yani kimliğini gizlemek
yerine güçlü bir psikolojiyi nasıl inşa edeceği ya da mevcut
maneviyatını nasıl koruyacağı meselesi gündeme gelmektedir.
Cevabı yine bir katılımcının paylaşımında bulur gibiyiz: güçlü
özgüven, daha doğrusu “öz-saygı”.
“…(Bulgaristan’daki) Tüm belgelerimi şu an kullandığım
ismimle düzenlettirdim ve şunu özellikle belirtmek istiyorum ki,
bırakın zorluk çıkarmayı, Bulgar görevlilerin bana hizmet etmek
için yarıştıklarını söyleyebilirim. Bence sorun Türk ya da
Bulgar ismini kullanmak değil, insanın kendisine
özsaygısı olduktan sonra, karşısındakiler kim olursa
olsun saygı göstereceklerdir. Maalesef çoğu Bulgaristan
Türkleri
2.
sınıf
vatandaş
sendromundan
kurtulamamışlardır. Bulgarları bizden üstün varlıklar olarak
görüp önlerinde eziliyorlar. Bence durum bundan ibaret. Ayrıca
Bulgaristan’da yaşayan Türkler dâhil Bulgarcayı düzgün
konuşabilen insanımız çok az. Bu da bence utanç verici”.
Bulgaristan’da Türklerin ikinci sınıf vatandaş sendromunu
yaşıyor oldukları tespiti ilginçtir. Burada mevcut tutumun, yani
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 529
Bulgaristan’da Bulgar ismi taşıyor olmanın sebebi “düşük
özgüven” olarak tanımlanmıştır. Bu aynı zamanda anket
sorusuna önemli bir cevaptır. Fakat fikrimce bu düşük
özgüveni oluşturan koşul ve sebepleri ortaya çıkarmak asıl
önemli meseledir. Ne oldu ki bazı Bulgaristan Türkleri “üstün
varlık” Bulgarların önünde ezik hisseder hale geldi? Üstelik 2025 yıl sonra halen bu hissin hükmünde yaşıyor olup
kimliklerini neden hâlâ örtbas etme ihtiyacını duymaktalar?
Aynı merak, Avrupalıların Türklere karşı “belli” olan, yani
dışlayıcı, yargılayıcı tavırları çerçevesinde de geçerlidir. Elbet
cevap az çok bilinmektedir: Osmanlı döneminden, Soğuk Savaş
döneminden kalma Türk aleyhtarlığı, Avrupa’da gurbetçilere
yönelik genel “ötekileştirme” yaklaşımı; Bulgaristan özelinde
genç nesilleri Osmanlıların ve onların devamı günümüz
Türklerin “zalim, kötü, acımasız” millet oldukları yönünde
yetiştirme siyaseti vs. Ve neticede Türk toplumunun ve çeşitli
ülkelerde yaşayan Türk asıllı nüfusun bu eleştirel yaklaşımlara
itibar etmesidir. Yine de bu sebep ile sonuç arasındaki “süreç”
kısmını, yani ayrıntıları bilmek geçmişi iyi anlayıp geleceği
doğru kurgulamamızı sağlar.
Diğer yandan yukarıdaki paylaşımlardan görüldüğü gibi,
“ikinci sınıf vatandaş sendromu” anket katılımcılarının tümü
için geçerli değildir. Bu anlamda özsaygı yahut özgüven, kişisel
karakter eğilimlerinin, ailede ve toplumda yetiştirilme tarzının
ve halen bulunulan toplumsal ortamın şekillendirdiği bir
özelliktir. Bulgaristan ve Bulgar toplumuyla - son birkaç yıl ise
Avrupa toplumuyla karşılaşma ve yaşanan “sorunların”
(dışlayıcı durumların) sıklığı ve bunlara direnme yeterliliği,
özsaygıyı/özgüveni
kuvvetlendiren
ya
da
zayıflatan
“törpüler”dir.
Son bir paylaşım: “Türk ismimi kullanıyorum ve Bulgar
hükümetini bizi Türk ismi Bulgar ismi ayrımını yapmaya mecbur
kıldığı için kınıyorum”. Teorik olarak Türk ve Bulgar ismi taşıyor
olmak gerçekten de ayrı kavramlardır. Bu anlamda katılımcının
ifadesi yanlış anlaşılmaya müsaittir. Burada kınanan
530 Hacıoğlu
muhtemelen ismi, doğal; siyasetin uzanamadığı; kimlik ve
aidiyetin masum ifadesi olmaktan çıkaran dayatmadır.
Bu katkılara (ismini vakit darlığı sebebiyle geri
kazanamayan katılımcılar hariç tutulup) bakıldığında sonuç
olarak iki tutum gözlenmektedir: 1- Türk ismini, bir kimlik
ayrıca bir milli aidiyet göstergesi olarak geri kazanma eğilimi ve
2- Bulgar isminin sağladığı “sorunsuz hayat”ın yeğlenmesi.
Bu sonuç, başlangıçta sorduğumuz “isim tercih edilebilir
mi?” sorusuna ilginç bir cevaptır esasında. Hatta bu sonuçla
“tercihte
bulunma”
fiili
farklı
bir
anlam
kazanmış
görünmektedir. Zira “sıkıntısız” bir hayatın tercih edilmesinin,
sorunları dolaylı yoldan atlatmaktan ibaret bir “kaçış” olduğu
söylenebilir.
Bu
anlamda
tercih
edilen,
sorunlarla
yüzleşmemektir. Ancak “tercih” fiili (salt bir eğilime sahip
olmadan ayrı), bilinçli bir seçimde bulunmayı ifade ettiğinden,
kolay yolun “seçildiği” değil de “yeğlendiği” belirtilebilir.
Dolayısıyla yukarıdaki sonuca bakarak, burada kastedilen
anlamıyla
“tercihte
bulunma”nın,
zor olanı seçmekle
özdeşleştiğini görüyoruz. Bu anlamı göz önünde tuttuğumuzda,
20 yılda Türk olunduğu için başka toplumlarda sıkıntı
yaşandığı koşulunun değişmediği fakat bireylerin bu koşula
cevabi tutumlarının dönüştüğü neticesine ulaşıyoruz. Öyle ki
(Türk ismini vakit darlığı sebebiyle resmileştiremeyen
katılımcılar yine hariç olmak üzere) günümüzde Bulgaristan’da
Türk ismini geri kazanmak, bir nevi (zor olanı) “tercih” konusu
haline gelmiştir. Aynı şekilde bir çifte vatandaşın Bulgar nüfus
kimliğinde Türk ismi taşıyor olması, onun hem bu ismi hem de
bu isimle varlık göstermeyi tercih ettiği sonucu çıkmaktadır.
Diğer yandan söz konusu “dışlayıcı” koşul çerçevesinde
Bulgaristan’da resmiyette Bulgar ismiyle varlık göstermek, bir
aidiyetin tercihi değil, “kolay” olanın yeğlenmesidir. Bu
bakımdan eski hükümetlerin asimilasyon siyasetinin ürünü
olan Bulgar isimlerden rahatsız olmak bir yana, bunlardan
yararlanmak ilginç bir “uyum” olmuştur.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 531
Daha Kapsamlı İkinci Bir Anket: Ayrıntıların Peşinde
İlk anketten sonra yaptığımız birkaç kısa mülakattan
anlaşıldığı üzere,
- sınırdaşımızda Bulgarların Türk ismi taşıyan kişilere
halen “ters baktıklarından” bazı çifte vatandaşlar toplumda
kendilerini (isimlerini açığa çıkarmayan) lakaplarıyla tanıtmayı
yeğliyor;
- Türk asıllı olmayan fakat Müslüman ismi taşıyan bazı
kişiler (kimlikleriyle ilgili gereksiz sorular ve rencide edici
davranışlarla karşılaşmamak için) geçici olarak tanıştıkları
kişilere kendilerini Bulgar bir isimle takdim edebiliyor. Böyle bir
tercihte bulunan Z.R., Türk asıllı Bulgar vatandaşı kişilerde
aynı davranışı gözlemlediğini belirtiyor.
- ticaretle meşgul olan bazı çifte vatandaşlar belki mesleki,
belki bürokratik sebeplerle Bulgaristan’da Bulgar ismi taşımayı
tercih ediyor;
- buna karşın sadece Bulgaristan vatandaşı olan ve Türk
ismi taşıdığı halde ciddi bir ticari başarı elde eden kişiler de
mevcuttur. Böyle bir kişinin bildirdiği üzere Bulgar ismi
taşımak, mesleki bakımdan hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bununla
birlikte aynı kişi, mesleki başarısıyla tanınması ve sevilmesinin,
Türk asıllı kimliğinden dolayı ayrımcılığa maruz kalmasını
engellemediğini de belirtiyordu.
Dolayısıyla bir çifte vatandaşın Bulgaristan’da hangi ismi
taşıdığı sorusu her bireysel örnekte farklı bir yankıyı meydana
getirmektedir
Başta andığımız Herman Cohen örneğinden yaklaşık 60 yıl
sonra 1992’de California’lı Mr. Lee isminin (“Mister”
telaffuzuyla) “Misteri Nigger”, yani “Bay Zenci” olarak
değiştirilmesi talep etmiştir. Lee’ye göre böyle bir değişiklik
“Nigger” (“Zenci”) sıfatının olumsuz anlamdaki kullanımını
zayıflatabilirdi. Fakat İstinaf Mahkemesi bu talebi reddetmiştir.
532 Hacıoğlu
2004 yılında New Mexico İstinaf Mahkemesi Snaphappy
Fishsuit Mokiligon adlı kişinin isminin “Variable”, yani
“Değişken/Kararsız” şeklinde değişmesini onaylamıştır. Fakat
aynı kişinin 4 yıl sonra bu kez “Fuck Censorship”
(“Sansürün/Denetimin Canı Cehenneme”) ismini alma talebi
reddedilmiştir.
Bu ret kararları, talep edilen yeni isimlerin “ağıza
alınmayacak, saldırgan ve toplumsal ahlaka aykırı” oldukları
gerekçesine dayandırılmıştır. Yani yargı yine toplumsal kaideleri
ön planda tutmuştur. Her iki müvekkil verilen ret kararlarına,
ABD Anayasasından doğan bireysel haklarını ihlal ettiği
nedeniyle itiraz etmişlerdir. Ancak mahkemeler, saldırgan bir
içeriğe sahip isimlere izin vermekle şiddeti teşvik edecek ya da
kavgacı ifadeler olarak algılanacak başka isimlerin talep
edilmesine fırsat verileceği gerekçesiyle itirazları kabul
etmemiştir41.
Konumuz çerçevesinde bu örneklerde, ret gerekçelerinden
ziyade bireylerin toplumsal kabul ve kurallara adeta isyan
etmeleri dikkat çekiyor. 1936 yılında Herman Cohen söz
konusu kabulleri sessizce alt etmeye çalışırken son yıllara ait
bu iki örnekte bireyler, (kendilerini muhtemelen yıpratan)
toplumsal koşulları açıkça mahkûm etmektedir. Böylesi bir
cesaret bireylerin çok güçlü bir özgüven sahibi olduklarıyla ya
da tam tersine tümden bıkkınlık ve çaresizlikten kaynaklanan
bir çeşit “intihar”larıyla açıklanabilir. Fakat kimliğini gizlemek
yerine, toplumca dışlanan kimliğiyle varlık gösterebilmek bireytoplum ilişkisi bağlamında önemlidir. Zira bu medeni cesaretten
ya da kuvvetten yoksun bireylerden müteşekkil toplumla,
güçlü, özgüvenli bireylerin meydana getirdiği toplum arasında
ciddi farklar olur ve bunlarda bireylerin toplumsal uyumu
bağlamında apayrı tutum ve kaideler gözlemlenir.
İlk anketimize katılan kişilerin paylaşımlarından hareketle
daha ayrıntılı bir anketin yapılması ihtiyacı doğmuştu.
Yaptığımız kısa mülakatlar, tek örnek etki-tepkilerin
41
Kushner, “The right to control one’s name”, s. 314-315.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 533
bulunmadığına işaret ediyordu. ABD’de yaşanan örnekler ise
bireylerin, özel isimleri konusunda toplumsal kabullerden hayli
bağımsız tutum sergileyebildiklerini gösteriyordu. Bu anlamda
çifte vatandaşların özgüven sorunu olup olmadığını; varsa,
sebeplerini mikro düzeyde araştırmak önem kazanmıştı.
Yine internet ortamında yapılan 39 soruluk ankete 9
Haziran – 6 Ağustos 2010 tarihleri arasında 60 kişi katıldı.
İnternet kullanımının yaygın olduğu göz önüne alındığında
düşük
katılımın
sebepleri
merak
konusudur.
Çifte
vatandaşların konuyla ilgili fikir bildirmekten çekiniyor
olabilecekleri akla gelmektedir. Meselenin halen siyasetten
bağımsız algılanamayıp, siyasetten ayrı tutulamaması; diğer
yandan “Bulgaristan’da Bulgar isminizi neden kullanıyorsunuz?”
türünden
soruların
göçmenler
ve
genelde
Bulgaristan’daki Türkler arasında eleştiri olarak algılanması;
yukarıda da görüldüğü gibi bazı kişilerin soruları “sinir bozucu”
bulması; bazılarının ise belki ankete genel anlamda ilgisiz
kalmasından, esasında zahmet gerektirmeyen bu anket nicel
bakımdan amacına ulaşamadı. Yüz yüze mülakatta yaşanması
muhtemel çekinmenin internet ortamında bertaraf edildiği ve
katılımcıların anonim kalacağı önceden bildirildiği halde yüksek
katılım sağlanamadı. Bu sebeple birinci ankette olduğu gibi
tesadüfi ve çok genel sonuçlar olarak değerlendirilmesi gereken;
bununla birlikte birbirinden farklı tutumlara örnek teşkil eden
yanıtlar alındı.
Bu ankette üzerinde yoğunlaştığımız konu, ilk anketin
katılımcılarından ulaşan paylaşımdan da hareketle, çifte
vatandaşları arasında hangi oranda “özsaygı” yani özgüven
eksikliği olduğuydu. Zira (Bulgaristan’da Türk ismini iade alma
işlemine vakit bulamayan kişilerden ayrı olarak) “Bulgarların
nezdinde
kendilerini
ezik
hissetmek”
istemeyen
çifte
vatandaşların davranış sebeplerine inilmeliydi. Bu ana fikir
çerçevesinde ikinci anketimizde çifte vatandaşların:
Türkiye’ye ve yerleştikleri topluma uyumları;
hürriyetlerine kavuştuklarında hissettikleri;
534 Hacıoğlu
Türkiye’ye yerleştikleri dönemdeki ekonomik durumları ve
bu durumlarının ne kadar zamanda iyileştiği;
çifte vatandaşlık uygulaması konusundaki düşünceleri;
Bulgaristan vatandaşlığını yeniledikleri yıllar;
Bulgaristan’daki Türk ismini ne zaman geri kazandıkları;
Bulgar nüfus kimliğindeki ismin Türk ya da Bulgar olması
konusundaki düşünceleri;
Bulgaristan’da Türk ismi taşımaktan dolayı olumsuz tavırla
karşılaşıp karşılaşmadıkları;
milliyetinden dolayı dışlanma konusundaki fikirleri;
toplumda milli aidiyeti sebebiyle dışlanan bir kişinin ne
yapması gerektiği konusundaki yaklaşımları;
genel anlamda Bulgaristan Türklerinin, özelde çifte
vatandaşların
düşük
özgüvenli
olduklarını
düşünüp
düşünmedikleri;
bu düşünceyi paylaşanların söz konusu düşük özgüveni
hangi sebeplerle açıkladıkları;
Bulgaristan’da dışlayıcı tavırla karşılaşmamak amacıyla
Bulgar ismi kullanmayı tercih edip etmeyecekleri;
Bulgaristan’da Türk ismini geri kazanmayış sebepleri olarak
hangi muhtemel nedenleri tanımladıkları;
iki ayrı ülkede iki ayrı isim taşımayı nasıl tanımladıkları;
doğuştan edindikleri Türk isimlerine ayrıca dayatılan
Bulgar isimlerine yönelik günümüzdeki düşünceleri;
milli aidiyet ve milli kültür konularındaki fikirleri;
günümüzde Bulgaristan’a yerleşme olasılıkları incelendi.
İkinci
yapıldı:
anketimizde
değerlendirmeler
iki
eksende
1- Bulgaristan’da resmiyette hangi ismi taşıdıkları ölçütüne
göre 60 katılımcıdan 35’i “Türk ismini geri kazanan grup”u;
kalan 24 kişi de “Bulgar ismini halen kullanan grup”u oluşturdu
(1 kişinin hangi ismini kullandığı belirlenemedi).
2- Yaş grubu ölçütüne göre tüm katılımcılardan gelen
cevaplar ile halen 21-34 yaşlarındaki “genç grup”un (30 kişi)
yanıtları karşılaştırıldı. Genç grup, 1984-1985 isim değiştirme
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 535
kampanyası dönemini bizzat yaşayan ve hatırlayan, bugün 35
ve üstü yaşlarındaki yetişkinler ile o dönemde henüz doğmamış
ya da ilkokul çağına gelmemiş olan, halen 21-34 yaşlarındaki
gençler ayrılarak belirlendi.
Araştırmada genç grup iki sebeple: 1- 60 kişilik “tüm
grup”un yarısını oluşturup 1984-1989 dönemini bizzat
yaşamamış olması; 2- bugün Avrupa Birliği’ne açılmayı
rahatlıkla hedef edinebilecek, yani Bulgaristan’daki evraklarını
AB’deki “bilinen” toplumsal tavrı/ortamı dikkate alarak
düzenleyebilecek, başka bir ifadeyle AB eksenli düşünmeye
bulunulan yaş ve karşılaşılan koşullar gereği meyilli olması
nedeniyle odak haline geldi.
Bu çerçevede Türk ismini geri kazanan 35 kişiden 16’sı;
Bulgar ismi halen kullanan 24 kişinin ise 13’ü “genç
grup”tandı.
Katılımcıların
gibiydi42:
yaş
grubuna
göre
dağılımı
aşağıdaki
1984-1985
dönemindeki yaş
Şimdiki
yaklaşık
yaş
Katılımcı sayısı
Tüm
katılımcılara oranları
Türk
ismini
iade
alanlar
Türk ismini
alanlara
oranları
Doğmayanlar
0-8 yaşlarında
9-16
yaşlarında
17-26
yaşlarında
27-40
yaşlarında
41ve
üstü
yaşında
21-25
26-34
35-42
8
22
12
%14
%38
%21
5
11
8
%15
%32
%23
43-52
13
%22
8
%23
53-66
1
%2
0
%0
2
%3
2
%6
67
üstü
ve
Tüm katılımcıların yaş oranları ile Türk ismini geri kazanan
kişilerin yaş oranlarının paralel dağılımı, isim konusundaki
tercihin nesil farkıyla açıklanamayacağını göstermektedir. Bu
tabloya göre ankete katılanlar arasından bugün 21-34
42
İki katılımcı yaşlarını belirtmemiştir.
536 Hacıoğlu
yaşlarındaki gençlerin %50’si Bulgaristan’daki nüfus kâğıdında
Türk ismi, %50’si de Bulgar ismi taşımaktadır. Dolayısıyla
1984-1985 dönemini hatırlayabilecek bir yaşta olmamanın,
günümüzde
resmiyette
hangi
ismin
kullanılacağını
belirlememektedir.
Eğitim düzeyi bakımından 60 katılımcıdan 33’ü yani %55’i
üniversite, 16’sı (%27) lisansüstü, 9’u (%15) lise, 2’si (%3) de
ortaokul mezunuydu. Şu an 21-34 yaşlarında olan
katılımcıların 18’i üniversite, 7’si lisansüstü, 3’ü lise, 2’si
ortaokul mezunuydu. Dolayısıyla tüm katılımcılar iyi eğitimli;
21-34 yaş grubu ise mesleki kariyeri yurt dışında yapmak için
gayet yeterli bir eğitim düzeyindeydi.
Katılımcıların
meslekleri
ve
çalışma
alanlarına
bakıldığında teknik dalların ağır bastığı görülmektedir.
Katılımcıların
meslekleri
(alfabetik
sırayla):
Akademisyen, avukat, bankacı, bilgi işlem ve enformasyon
uzmanı, bilgisayar mühendisi, bilgisayar öğretmeni, diş hekimi,
elektronik mühendisi, elektronik teknikeri, endüstri mühendisi,
esnaf, filolog, finans uzmanı, flüt sanatçısı ve koro şefi, iç
mimar, iktisatçı, inşaat teknikeri, işçi, işletmeci, makine
mühendisi, matematik mühendisi, medikal cihazlar uzmanı,
muhasebeci, öğrenci, öğretmen, pazarlama, psikolog, satış ve
pazarlamacı, sosyolog, stok sorumlusu, teknik ressam,
tercüman, tıp doktoru, torna tesviyeci, turizmci, uluslararası
ticaret uzmanı.
Ankete katılanların çalışma alanları (alfabetik sırayla):
Ayakkabı üretim, bankacılık, belirsiz, bilgi teknolojileri, bilişim
ve bilgisayar, cnc, eğitim (lise; dershane; üniversite), elektrik –
elektronik, enerji, finans, hidrolik, hukuk, inşaatçılık, inşaat
boyaları, mimarlık, muhasebe, mühendislik, organizasyon,
plastik sektörü, proje üretimi ve yürütme, reklamcılık, sağlık
(tıp, dişçilik, medikal teknoloji), senfoni orkestrası ve çocuk
korosu şefliği, sigortacılık, tekstil, tekstil makineleri ve projeleri
ihracatı, telekomünikasyon.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 537
Anket soruları ile verilen yanıtlar aşağıda sırasıyla
sunularak tüm grup dâhilinde en çok işaretlenen seçenek asıl
cevap olarak kabul edilerek grup düzeyindeki farklılıklar ayrıca
belirtilmiştir.
Günümüzde çifte vatandaş
Türkiye’ye
yerleştiklerinde
yaşamadıkları, yani göçmenlerin
alışmadıkları” sorusuna cevaben,
alındı.
Yanıt seçenekleri
a. Epey
zorlandım
b. Başta biraz
zorlandım ama
çabuk uyum
sağladım
c. Hiç
zorlanmadım
d. Türkiye’ye hiç
alışamadım
e. Başka bir
cevabım var
olan 1989 göçmenlerinin
uyum
sorunu
yaşayıp
tabiriyle bu ülkeye “alışıp
60 (genç gruptan 30) yanıt
Türk
ismini
geri kazanan
grup (35 kişi)
Yanıt
%
sayısı
9
26
Bulgar isim
kullanan
grup (25 kişi)
Yanıt
%
sayısı
7
29
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
16
%
%
27
Yanıt
sayısı
6
14
40
11
46
26
43
15
50
8
23
4
17
12
20
5
17
0
0
2
8
2
3
1
3
4
11
0
0
4
7
3
10
20
Mevcut seçenekler dışındaki katkılar:
“Zorlandım”; “Zorlanmadım ama alışamadım da”; “2
yaşındaydım hatırlamıyorum”; “Göç ettiğimizde küçük yaşta
olduğum için zorlanmadım”; “4 yaşında olduğum ve Bulgaristan’ı
doğru dürüst hatırlamadığım için zorlanmadım”; “Geldiğimde
daha küçüktüm burada büyüdüm”.
“Bazıları (yerli halktan bazı kişiler) bizi Türk yerine
koymuyor. Halk bilgisiz. Bilgili olanların da sabit fikirleri var.
Benim dedemin babası Çanakkale şehidi. Ama bize Bulgar
gözüyle bakıyorlar”.
“Türkiye’ye göç döneminde gelmedim. 2006 yılında evlilikten
dolayı yerleştim Türkiye’ye. Eşim 1989 göçmeni. Ben kendim
buradaki 4 yıl içerisinde zor alıştım Türk vatandaşın zihniyetine.
538 Hacıoğlu
Eşim 1989’dan sonra iki yıl yalnız kalmış ve 1991 yılında
ailesine kavuşmuş. Bu dönem ve sonraki 10 yıl epey
zorlanmışlar. Sadece çalışmışlar ve sosyal yaşamları en alt
düzeye inmiş – sadece geçim sıkıntısı ve gelecekten korku. Bu
yıllar içerisinde hiçbir kez tatile gitmemişler – sinemaya
gitmemişler, tiyatro izlememişler, vs”.
1989 göçmenlerinin Bulgaristan’daki siyasi baskıdan
uzaklaşıp
Türkiye’de
hürriyetlerine
kavuşunca
ne
hissettikleri sorusuna 60 (genç grup için 30) yanıt geldi.
Yanıt seçenekleri
a. Epey rahatladık
b. Siyasi baskılar
bitti ama bu kez
ekonomik
sıkıntılar başladı
c. Eski sorunları
tamamen unuttuk
d. Huzura kavuştuk
ama Bulgaristan’da
yaşadıklarımızı hiç
unutamadık
e. Rahatladık ama
Bulgaristan’da
yaşadığımız
korkuyu unutana
kadar çok zaman
geçti
f. Başka bir
cevabım var
Türk ismini
geri kazanan
grup (35 kişi)
Yanıt
sayısı
4
18
%
11
51
Bulgar isim
kullanan
grup
(25
kişi)
Yanıt
%
sayısı
3
12
18
72
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
7
36
%
%
12
60
Yanıt
sayısı
22
0
1
3
0
0
1
1
1
3
6
17
1
4
7
12
2
7
0
0
0
0
0
0
0
0
6
17
3
12
9
15
5
17
73
0
Katılımcıların paylaşımları:
“(Bulgaristan’da gördüğümüz) Siyasi baskılar bitti ama
buradaki dinin getirdiği bazı baskılar başladı”;
“Bir baskıdan kurtulmuş gibi olduk ve başka baskıyla
karşılaştık. Yaşananlar asla unutulmadı”.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 539
“Son derece mutlu oldum – Batı’ya göç (etme) hayallerim
gerçek oldu”43.
“Hiç
gerçekleşmeyeceğini
düşündüğüm
bir
hayalin
gerçekleşmesinin verdiği şaşkınlık ve başarılı olmak için
sorumluluk ve çalışma azmi”.
21-34 yaş grubundan gelen farklı cevaplar ise üç farklı
yöndeydi:
“baskı görmedim”, “dönemi hatırlamıyorum”, “o yaşımda
daha siyaset neydi bilmiyordum”;
“hayata tekrar sıfırdan başlamanın ve yeni bir hayat
kurmanın zorluklarını yaşadık”;
“Bugünkü aklım olsa Türkiye’ye gelmezdim. Başka ülkeye
çıkardım”.
1989 yılında göçmen geldikleri
Türkiye’de nasıl
karşılanmış hissettikleri ya da düşündükleri sorusuna 60
(genç gruptan 30) yanıt geldi:
Yanıt seçenekleri
a. Bulgaristan’da
“Türk”tük,
Türkiye’de
“göçmen” olduk
b.
Gayet
iyi
karşılandık
c. Yakın çevremiz
(akraba,
arkadaşlar)
bizi
çok iyi karşıladı
fakat yerli halk
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(35
kişi)
Bulgar isim
kullanan
grup
(25
kişi)
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
%
Yanıt
sayıs
ı
%
Yanıt
sayısı
%
Yanıt
sayısı
%
18
51
11
46
29
48
16
53
4
11
4
17
9
15
3
10
6
17
7
29
13
22
5
17
1989 yılında 25, şimdi 47 yaşında olan bu katılımcı için o dönemde Türkiye
“Batılı” bir ülkedir. Bu algı belki de Türkiye’de ikamet eden çifte vatandaşı
gençlerin günümüzde Avrupa’ya açılma hevesleriyle özdeşleştirilebilir.
Eskiden Türkiye’ye yerleşmek bir hayalken, bugünkü genç kuşak için
Türkiye’den ayrılmak bir hayaldir. Dolayısıyla ideallerin koşullara göre
değişen algı kalıplarıyla şekillendiği ortaya çıkmaktadır.
43
540 Hacıoğlu
bizi
pek
kabullenmedi
d. 1951 ve 19711978
göçmenlerine
göre
daha
iyi
karşılandık
e.
Başka
bir
cevabım var
3
9
0
0
3
5
1
3
4
11
2
8
6
10
5
17
Katılımcıların ilâveleri:
“Kabul
edilebileceğimiz
babamın
kuzeni
tarafından
reddedildik, sonra annemin uzak akrabalarının yanında gittik ve
bir hafta onlarda kaldık”.
“Bize hala ‘Bulgar’ diye hitap edenler var. ‘Bulgar göçmeni’,
‘Bulgar Türkü’ gibi son derece düşüncesiz ve cahilce kavramlara
maruz kaldım. Bir insan hem Türk hem Bulgar nasıl olabilir ki?”.
“Akrabalar sağ olsun”;
“Görünürde iyi karşılandık, fakat her ekonomik kriz
çıktığında yerli halk bize istenmediğimizi hissettirdi”;
“Bulgaristan’da ‘Türk’tük burada ‘Bulgar göçmeni’ olduk”;
“Bulgaristan’da ‘Türk’tük, Türkiye’de ‘Bulgar’ olduk”;
“Yakın çevremiz iyi karşıladı, fakat burada “Bulgar”
Bulgaristan’da ‘Türk’ olduk. Bazı kesim(ler)e göre hala öyleyiz”.
Ankete katılanlar Türkiye’ye göç ettikleri dönemdeki
ekonomik durumlarını şöyle tanımladı (toplam 60; genç grup
için 30 yanıt):
Yanıt seçenekleri
a. Biz bavulla
gelenlerdeniz,
sıfırdan başladık
b.
Eşyamızı
getirebilmiştik
fakat
hiç
birikimimiz yoktu
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(35
kişi)
Yanıt
%
sayısı
Bulgar isim
kullanan
grup
(25
kişi)
Tüm grup
Genç grup
%
Yanıt
sayısı
%
%
63
35
58
Yanıt
sayıs
ı
17
25
20
33
8
27
20
57
Yanıt
sayı
sı
15
13
37
6
57
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 541
c. Biz hazırlıklı
gelmiştik,
ekonomik sorun
yaşamadık
d.
Çok
kötü
durumdaydık,
toparlanmak için
çok
çalışmamız
gerekti
e.
Başka
bir
cevabım var
0
0
1
4
1
2
1
3
1
3
1
4
2
3
2
6
1
3
1
4
2
3
2
6
Göç sonrası ekonomik bakımdan rahat bir hayata
yaklaşık kaç yılda kavuştukları sorusunu toplam 54 (genç
gruptan 28) katılımcı yanıtladı.
Yanıt
seçenekleri
6 ayda
2-5 yılda
6-8 yılda
10 yılda
10-20 yılda
“yeni yeni”
“henüz
ulaşamadık”
“rahat
bir
hayat
asla
mümkün değil”
Türk
ismini
geri kazanan
grup (31 kişi)
Yanıt
%
sayısı
0
0
7
23
6
19
10
32
4
13
1
3
2
6
Bulgar
isim
kullanan grup
(22 kişi)
Yanıt
%
sayısı
1
4
7
32
2
9
5
23
5
23
0
0
2
9
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
1
14
9
15
9
1
4
%
%
2
26
16
28
17
2
7
Yanıt
sayısı
1
8
3
8
5
0
3
1
0
1
2
1
3
3
0
3
28
10
28
18
0
10
1998 yılında dönemin Bulgar Başbakanı Kostov, Bursa’da
karşılaştığı 1989 göçmenlerinden, önceki yönetimin uyguladığı
siyasi baskıdan dolayı özür dilemişti44. Başbakan Kostov’un
özrü sizce samimi miydi? sorusuna 60 / 30 yanıt alındı.
44
Bk. 12. dipnot.
542 Hacıoğlu
Yanıt seçenekleri
a.
Siyasi
bir
hamleydi, Kostov
Bulgarların
prestijini
kurtarmaya
çalışıyordu
b.
Bence
samimiydi, Kostov
samimi
bir
siyasetçiydi
c. Özür dilemesi
açılmış yarayı hiç
kapatamadı
d.
Bulgarlar
en
sonunda Türklerle
iyi
geçinmesi
gerektiğinin farkına
vardı, bu yüzden
özür
dileme
ihtiyacını duydular
e.
Başka
bir
cevabım var
Türk ismini
geri kazanan
grup (35 kişi)
Yanıt
sayısı
17
%
49
Bulgar isim
kullanan
grup
(25
kişi)
Yanıt
%
sayısı
12
48
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
29
%
%
48
Yanıt
sayısı
14
1
3
0
0
1
2
1
3
8
23
4
16
12
20
5
17
4
11
4
16
8
13
3
10
5
14
5
20
10
17
7
23
47
Katılımcıların ilâveleri:
“(Bulgaristan) AB’ye girmek için komşularıyla sorun
yaşamamalıydı”;
“Yorum yok”; “Siyaseti pek bilmiyorum”;
“Mantıklı bir özür”;
“Sadece sözden ibaret”;
“Bulgar ne kadar samimi olabilir ki?”;
“Baskı başka formatta hâlâ devam ediyor”;
“Rus boyunduruğu altında olan bir Bulgar(lar)dan ne
beklenirdi ki. SSCB yıkıldıktan sonra böyle bir özür dilemesi son
derece manidar. Bence aslında ne başından beri yaptıklarının
yanlış olduğunu biliyorlardı ancak emirler büyük yerden
geliyordu”.
Dönemin Başbakanının özründen ayrı olarak, 1989
göçmenlerine isim, vatandaşlık, emeklilik gibi siyasi ve sosyal
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 543
hakların iadesi politik bir hamle miydi? sorusuna toplam 55
(genç gruptan 28) yanıt verildi:
Yanıt seçenekleri
a. Bence politik
bir hamleydi
b. Bulgaristan’ın
Türkiye’yle
iyi
geçinmesi
için
gerekli olan bir
adımdı
c. Bulgaristan’daki
yeni yönetim, eski
yönetimin
hatalarını
düzeltmek istedi
d. Bulgarlar, bu
kadar
nüfus
kaybı, işgücü ve
beyin
göçünden
sonra halka nasıl
davranmaları
gerektiğini
anladılar
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(31
kişi)
Yanı %
t
sayı
sı
16
52
Bulgar isim
kullanan
grup
(24
kişi)
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
%
Yanıt
sayıs
ı
%
%
8
35
24
44
Yanı
t
sayı
sı
13
5
16
7
30
12
22
7
25
7
22
1
4
8
14
2
7
3
10
8
30
11
20
6
21
46
Ankete katılanların ekledikleri ifadeler:
“İade kelimesi yanlış, isimlerle ilgili tüm işlemleri kendimiz
yapmaktayız, hatta bu işlem sonunda farklı üçüncü bir isimle
karşılaşıyoruz, emeklilik kazanılmış bir haktır, vatan haini
olmadığımız sürece hiç kimse bizi vatandaşlıktan çıkaramaz”.
“Bence uluslararası antlaşmalardan doğan haklardı ve
(Bulgar yönetimi bunları Türk nüfusuna) vermek zorunda kaldı”.
“(Bu gelişme) AB uyum yasalarının sonucudur. Ayrıca şu an
Bulgarların buradaki (Türkiye’ye yerleşmiş bulunan göçmen)
Türklere ihtiyacı var”.
“(Haklar iadesinin asıl amacı) nüfus sayısının fazlalaşması
ile Avrupa Birliği’nden alınacak yardım(ın artırılmasıdır)”.
544 Hacıoğlu
Bulgaristan vatandaşlığını hangi yıl yeniledikleri
sorusuna tüm katılımcılardan toplam 30 (14) geçerli yanıt geldi.
Anket katılımcılarının bazıları Türkiye’ye 1989 zorunlu toplu
göçünden sonra yerleşmişti, bu bakımdan Bulgaristan
vatandaşlığını kaybetmemişti.
Yanıt
seçenekleri
1990-1998
yılları
arasında
2000-2004
yılları
arasında
2005-2010
yılları
arasında
Türk ismini geri
kazanan grup
(16 kişi)
Yanıt
%
sayısı
5
31
Bulgar
isim
kullanan grup
(14 kişi)
Yanıt
%
sayısı
4
29
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
9
%
%
30
Yanıt
sayısı
2
5
31
5
35
10
33
3
21
6
38
5
35
11
37
9
64
14
Çifte vatandaş olmak sizin için tam olarak neyi ifade ediyor?
sorusuna 60 (genç grup için 30) yanıt alındı:
Yanıt seçenekleri
a.
Güzel
bir
uygulama
b. Yıllar önce olsa,
aklımıza böyle bir
kolaylık
olacağı
gelmezdi
c.
Artık
vizeyle
uğraşmak yok
d. Almak için çok
uğraştık
fakat
Bulgaristan’a
sık
gitmiyoruz,
uğraşımız
biraz
boşuna oldu
e.
Mesleğim
açısından
çok
isabetli
bir
uygulama oldu
f.
Başka
bir
cevabım var
Türk ismini
geri kazanan
grup (35 kişi)
Yanıt
%
sayısı
14
40
Bulgar isim
kullanan
grup (25 kişi)
Yanıt
%
sayısı
12
50
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
26
%
%
43
Yanıt
sayısı
14
4
11
1
0
5
8
3
10
9
26
6
25
15
25
6
20
1
3
2
8
3
5
1
3
2
6
3
13
5
8
4
13
5
14
1
4
6
10
2
7
47
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 545
Katılımcıların ekledikleri:
“Maalesef halen ailelerimizden bir kısmı orada ve çifte
vatandaş olmamız bizim için çok iyi bir şey. İstediğimiz zaman
Bulgaristan’a
gidebiliyoruz
ve
akrabalarımızı
ziyaret
edebiliyoruz.
Ailelerin
parçalanmasından
kaynaklanan
acılarımızın biraz teselli etmesine (bulmasına) yardımcı olan bir
durum”;
“Türk olduğumu için Türk vatandaşıyız. Bulgaristan’da
doğduğumuz için Bulgar vatandaşıyız. Normal bir durum”45;
“Memleketimi seviyorum ve bu uygulama sayesinde oradan
kopmuyorum”;
“En önemlisi (Bulgaristan’ın) siyasi hayatından kopmadık”;
“Yıllarını, iş gücünü, emeğini Bulgaristan için harcayan
ailelerin çocukları olarak bu bir hak”;
“Avrupa’ya gitmem için faydası oldu onun dışında bir
ifadesi yok”;
“Avantajı çok”;
“EU içinde serbest dolaşım hakkı, daha ne olsun”;
“AB vatandaşı olduk”;
“Doğduğum topraklara daha zahmetsizce gidebiliyorum”;
“Ayrıcalık tabi ki, oradaki akraba, eş dost, yakınlarımızı
Ankara’ya İstanbul’a gider gibi ziyaret edebiliyoruz. Her zaman
ulaşım da var”;
“Akraba, arkadaş ziyaretleri çok kolaylaştı”.
Vatandaşlığınızı yeniledikten ne kadar zaman sonra Türk
isminizi geri alabildiniz? sorusuna 58 (29) yanıt alındı.
Bu yaklaşım genç bir katılımcıya aittir. Özelde 1989 göçmenleri için Türk
vatandaşlığı iltica etmekten dolayı doğmuş olan bir haktır. Aslen Türk
olmayan kişilerin de Türk vatandaşlığına geçebilir.
45
546 Hacıoğlu
Yanıt seçenekleri
a. Vatandaşlıkla
birlikte
ismimi
de hemen aldım
b.
Ertesi
yıl
ismimi geri almak
için Bulgaristan’a
tekrar gittim
c. İsim işlemlerini
yapmak
için
ancak birkaç yıl
sonra
Bulgaristan’a
gidebildim
d.
Vatandaşlığımı
aldım
ama
ismimi
almak
için
işlemleri
yaptıramadım
e. İsim işlemlerini
yaptırmadım
f.
Başka
bir
cevabım var
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(35
kişi)
Yanı
%
t
sayı
sı
15
43
Bulgar isim
kullanan
grup
(23
kişi)
Tüm grup
Genç grup
Yanı
t
sayı
sı
0
%
Yanıt
sayıs
ı
%
Yanıt
sayı
sı
%
0
15
26
7
24
3
9
0
0
3
5
0
0
5
14
0
0
5
8
2
7
0
0
16
70
16
27
9
31
0
0
7
30
7
12
4
14
12
34
0
0
12
21
7
24
Tüm cevaplardan hareketle 59 katılımcının 24’ü, yani %41’i
Türk ismini geri kazanmamıştı.
Bazı katılımcılar “zaman yok, uzun zaman lazım”; “öğrenci
olduğum için değiştirme fırsatım olmadı çünkü maddi durumum
iyi değildi ama kısmetse 1 ay sonra değiştirme fırsatım olacak”;
“Bu (Bulgar) isimleri verirken (dayatırken) olduğu gibi çok
kolay (bir prosedür) olmalı. Hatta istemeden iade etmeliler”
paylaşımlarını eklemişlerdir.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 547
f. şıkkına bazı yanıtlar:
“(vatandaşlığımı yeniledikten sonra Türk ismimi geri
kazanmak için) 6 yıl sonra tekrar gittim”; “14 Nisan 2010’da
aldım”;
“İsmimi Türkiye’ye gelmeden önce mahkemeye başvurarak
iki şahit nezdinde aldım. Dolayısıyla pasaportum zaten Türk
ismiyle düzenlenmişti”;
“Ben Türk ismimi 1990-lı yıllarda aldım, Bulgaristan’da
yaşadığımdan dolayı. Eşimse, bizim evliliğimizden dolayı Türk
ismini aldı - 15 yıl sonra”;
“adımı değiştirmek için uğraşmadım ben küçükken ailem
bunu halletmiş, 1986 doğumluyum”;
“Ailem ismimi almıştı, vatandaşlığımı doğrudan Türk ismimle
yeniledim”.
Katılımcıların, Bulgaristan’daki Türk isimlerini hangi yıl
geri kazandıkları sorusuna genç gruptan 13 olmak üzere
toplam 28 geçerli yanıt alındı.
Yanıt
seçenekleri
1990-1995
yılları
arasında
2000-2005
yılları
arasında
2008-2010
yılları
arasında
Türk ismini geri
kazanan
grup
(28 kişi)
Yanıt
%
sayısı
10
36
Bulgar isim
kullanan
grup
Yanıt
%
sayısı
0
0
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
10
%
12
43
0
0
6
21
0
0
%
36
Yanıt
sayısı
5
12
43
5
38
6
21
3
23
38
“Türk isminizi almak zor bir işlem miydi?” sorusuna gelen
52 (genç grup için 23) yanıtın dağılımı şöyleydi:
548 Hacıoğlu
Yanıt seçenekleri
a. Hayır (zor bir
işlem değildi), biz
hemen hallettik
b. Çok uğraştık,
evrak
işinden
bunaldık
ama
hallettik
c. Zor değil ama çok
vakit alan bir işlem
olsa da halettik
d.
Çok
uğraştık
ama Bulgaristan’da
fazla
kalamadığımızdan
halledemedik
e. Çok uğraşmak
gerektiğini duyduk,
o yüzden bu işlemi
yaptırmaya
hiç
niyetlenemedik
f. Hiç uğraşmadık,
Bulgaristan
isimlerimizi kendisi
iade etsin
g.
Başka
bir
cevabım var
Türk ismini
geri kazanan
grup (34 kişi)
Yanıt
sayısı
%
17
50
Bulgar
isim
kullanan
grup
(18
kişi)
Yan %
ıt
say
ısı
2*
11
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
%
%
19
38
Yan
ıt
say
ısı
7
7
20
0
0
7
14
3
14
4
12
0
0
4
8
2
10
0
0
1
5
1
2
0
0
0
0
6
33
6
12
4
19
0
0
4
22
4
8
2
10
6
18
5
28
11
18
5
14
33
Katılımcıların paylaşımları:
“(İsmini geri kazanmak) artık zor değil, fakat karışık bölgede
yaşadığım için gene de bazı sorunlarla karşılaşıyoruz”;
“Benim ismim belli. Kimlikte Bulgar adı yazması hiç önemli
değil. Ben orada da Türk ismiyle çağrılıyorum”;
g. şıkkına cevaplar:
“denemedim”, “uğraşmadık”;
Bulgaristan’da halen dayatılan Bulgar ismiyle kayıtlı olan kişi de bu şıkkı
seçmiştir - soru ya da cevap şıkları yanlış anlaşılmış olmalıdır.
*
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 549
“ailem çok uğraştı”;
“Ailem mahkeme kararı ile aldı Türk ismimizi, ama eşim
2006’da aldığından dolayı çok fazla işlem yaptırmadan haletti
bu izlek çalışmalarını – Belediye’ye bir dilekçede bulundu ve
sanırım 1 ek evrak sundu sadece”.
“Hiç Türk’ün olmadığı bir şehirde doğmuşum (Gabrovo).
Sosyalist zamanında annem ve babam oraya çalışmaya gitmiş
ve orada doğmuşum. Bu yıl tek başıma ismimi almaya gittiğimde
bayağı zorlandım. (Türk ismimi) 2 ayda (geri) alabildim”.
“Gerçekten hiç vaktimiz yoktu, işlemlere başlamak için”.
“Benim ismimi zorla değiştirdiler. Bulgaristan hükümeti
samimi ise tekrar kendiliğinden bizleri uğraştırmadan eski
isimleri iade etmesi gerekir - ben değiştirmedim bundan dolayı”.
“Bulgaristan yönetimi isimlerimizi değiştirirken mahkeme
kararı istememişti, ancak en doğal hakkımız olan Türk
isimlerimizi geri alırken mahkeme kararı ve şahit istemiştir. Bu
da tabi ki süreci uzatıyor ve zorlaştırıyor.
“Kendileri iade etmeli. Ve özür dilemeli. Bunun için de tekrar
koşturmamız gerekmemeli”.
Sizce Bulgaristan nüfus kâğıdınızda Türk ya da Bulgar ismi
olması fark eder mi? sorusu 57 (genç gruptan 27) katılımcı
tarafından yanıtlandı.
Yanıt seçenekleri
a. Elbette fark
eder, böyle bir
soru
sorulamaz
zaten
b. Fark eder elbet,
ismimiz
kimliğimiz,
kişiliğimizdir
c. Hem fark eder
hem fark etmez,
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(34
kişi)
Yanıt
%
sayısı
Bulgar isim
kullanan
grup
(23
kişi)
Tüm grup
Genç grup
%
Yanıt
sayısı
%
Yanıt
sayısı
%
13
19
33
6
22
16
47
Yanıt
sayı
sı
3
11
32
7
30
18
32
6
22
5
15
5
22
10
17
6
22
550 Hacıoğlu
içinde
o
an
bulunduğunuz
duruma
göre
değişir
d. Fark etmez, biz
kendimizi
ve
birbirimizi
biliriz
zaten
e.
Fark
etmez,
evraklar tamamen
formalitedir benim
için
f.
Bulgaristan’da
siyasi
baskı
olmadıkça,
fark
etmez
g.
Başka
bir
cevabım var
2
6
8
35
10
17
9
33
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
Katılımcıların eklediği ifadeler:
“Provokasyon sorusu bu!”;
“Aslında fark eder ama kenarda duran bir kimlik ayda yılda
bir sınırda lazım olur benim kimliğim var zaten Türk ismiyle”.
Bulgaristan’da Türk ismini alma işlemi için “çok uğraşmak
gerektiğini duyup buna niyetlenmeyen” bu katılımcı ilginç bir
yaklaşıma sahiptir. (Türkiye’de) Türk isminin mevcut olduğu bir
kimliği
zaten
varken
ve
bunu
sürekli
kullanırken,
(Bulgaristan’da) Türk isminin bulunacağı ikinci bir kimlik
gereksizdir. Bununla birlikte, Bulgaristan’daki kimlikte Bulgar
isminin bulunması “fark etmez…”; “aslında fark eder ama…”
(kişinin ifadesine göre) bu sürekli kullanılan, kullanıldığı için
“hakiki bir işlevi ve (manevi) etkisi” bulunan bir kimlik için
geçerli görünmektedir.
Yukarıdaki tabloda özellikle genç grubun cevap dağılımı
dikkat çekiyor. Bunu tüm grubun cevabıyla birlikte
değerlendirdiğimizde önemli bir fark gözlemliyoruz. Bulgar
ismini halen kullanan kişiler ismi kimlikle bağdaştırmakla
birlikte, burada kendilerini milli anlamda “Bulgar” addettikleri
sonucu çıkmamaktadır. Zira Bulgar ismine rağmen bu kişilerin
çoğu “kendilerini ve birbirini bilmektedir”.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 551
1989 sonrasında Bulgaristan’da Türk ismi taşıdığınız için
hiç dışlayıcı bir davranışla karşılaştınız mı? sorusuna 56 (genç
grup için 27) yanıt geldi.
Yanıt seçenekleri
a. Hayır, 1989
sonrası dönemde
benzer bir tavırla
karşılaşmadım
b.
Bulgaristan’daki
tanıdıklarım gayet
saygılı
ve
hoşgörülü insanlar
c. Nadir de olsa
beni
tanımayan
Bulgarların
dışlayıcı
tavrını
hissetmişimdir
d.
İsmimi
duymadan
bile
Türk
olduğumu
anlayıp bana hoş
davranmayan
Bulgarlarla
çok
karşılaştım
e. Göç etmeden
önce
ne
yaşıyorduysam,
aynısını
her
gidişimde
tekrar
yaşıyorum
f.
Başka
bir
cevabım var
Türk
ismini
geri kazanan
grup (34 kişi)
Yanıt
sayısı
%
14
41
Bulgar
isim
kullanan
grup (22
kişi)
Yan %
ıt
say
ısı
7
31
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayıs
ı
%
%
21
38
Yanı
t
sayı
sı
11
6
18
3
14
9
16
2
7
10
29
4
18
14
25
8
30
1
3
3
14
4
7
2
7
0
0
3
14
3
5
2
7
3
9
2
9
5
9
2
7
41
Başka cevabı olan kişilerden konuyla ilgili paylaşımları:
“Bu dışlayıcılık bazen açık ve net bazen de gizli olsa daima
kalacak ne yazık ki”;
“Çok sık gelip gidiyorum. Hiç ters bir durumla
karşılaşmadım”;
552 Hacıoğlu
“Özellikle karşılaştım diyemem”;
“İsmimi henüz yeni aldığım için böyle bir durumu gözlemleme
fırsatım olmadı”;
“Ben hala Bulgaristan’a ısınamıyorum mecburen gidiyorum 5
yılda (bir)”.
Milliyetinden dolayı dışlanmak sizce nasıl tarif edilebilir?
sorusunu 59 (gençlerden 29) kişi yanıtladı.
Yanıt seçenekleri
a.
Sebebi
ne
olursa
olsun,
genel
anlamda
dışlanmak kâbus
gibi
b.
Kim
takar
dışlanmayı?
c.
Özellikle
milliyetinden
dolayı dışlanmak
artık
resmen
çağdışı
d. Hoş bir duygu
değil, kimsenin
yaşamasını
istemezdim
e. Çok rahatsız
edici bir duygu,
çok sıkıntı veren
bir durum
f.
Sırf
dışlandığımı
tekrar
hissetmemek için
Bulgaristan’a
artık
gitmek
istemiyorum
g. Beni dışlayan,
kendini dışlar
h.
Başka
bir
cevabım var
Türk
ismini
geri kazanan
grup (34 kişi)
Yanıt
%
sayısı
10
29
Bulgar
kullanan
(25 kişi)
Yanıt
sayısı
6
3
9
7
isim
grup
Tüm grup
Genç grup
%
27
Yanıt
sayısı
7
%
24
Yanıt
sayısı
16
1
4
4
7
3
10
21
7
28
14
24
8
28
10
29
7
28
17
29
6
21
1
3
0
0
1
1
1
3
0
0
0
0
0
0
0
0
1
3
2
8
3
5
3
10
2
6
2
8
4
7
1
3
%
24
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 553
Katılımcıların paylaşımları:
“Dil, din, ırk ayrımı günümüze hiç yakışmıyor”;
“Bulgaristan’a
gitmek
istiyorum
ama
dışlandığımı
anladığımda onlara bu beni hiç üzmediğini ve sadece onlar(ın)
kendi kendine zarar verdiklerini göstermek benim hoşuma
gidiyor. Onların tavrını umursamıyorum artık - vatanım
Bulgaristan olarak yetiştirildim ama milleti dışlarsa beni - bu
vatana saygım kalmaz”;
“Böyle bir durum veya davranışla karşılaşmadım”;
“Hiç dışlandığımı hissetmedim”;
“Dışlayanların cahilliği”;
“Belirli ekonomik düzeye geldiğinizde kimse sizi dışlayamaz.
Dışlasa bile kimsenin umurunda olmaz”.
Milliyetinden dolayı dışlandığını hisseden bir insan ne
yapmalıdır? sorusuna 56 (genç gruptan 27) yanıt alındı.
Yanıt seçenekleri
a.
Hiç
kulak
asmamalıdır,
dünyanı
çoğu
ülkesinde
dışlama, yabancı
düşmanlığı var
b.
Kendisine
sadece
dostça
davranan kişilerle
iletişim
kurmalıdır
c.
Kendini
korumak
için
milliyetini
gizlemelidir
d. O da kendisini
dışlayanları
dışlamalıdır
e. İlgili mercilere
insan
hakları
ihlalinden
Türk ismini
geri kazanan
grup (33 kişi)
Yanıt %
sayı
sı
Bulgar isim
kullanan
grup (23 kişi)
Yanıt
%
sayısı
Tüm grup
Genç grup
%
Yanıt
sayıs
ı
%
48
Yanı
t
sayı
sı
26
15
45
11
46
13
48
7
21
3
13
10
18
4
15
0
0
0
0
0
0
0
0
3
9
2
9
5
9
1
3
2
6
4
17
6
11
4
15
554 Hacıoğlu
şikâyette
bulunmalıdır
f.
Bu
devirde
kimse
milliyetinden
dolayı dışlanmıyor
artık
g.
Başka
bir
cevabım var
1
3
1
4
2
3
1
3
5
15
2
9
7
13
4
15
Katılımcıların ilâve ettiği ifadeler:
“Milliyet mi kalmış, 72 millet birbirine karışmış”;
g. şıkkına cevaplar:
“Çok iyi davranırım her zamanki gibi”;
“Dışlandığı kişilere kendini tanıtmalıdır, onlardan uzak
durmamalıdır”;
“Dışlanmıyormuş gibi samimi ve içten davranarak kişinin
utanmasını sağlayabiliriz”;
“Sebebinin ne olduğunu merak etmeli ve kendini
dışlayanlara bunu sormalı”;
“Beni dışlayanı ben de dışlarım”;
“Dışlayanları utandıracak tutum ve davranışlarda bulunacak
kadar olgun ve erdemli davranmalıdır”;
“Milliyetimizi kabullendirene (kabul ettirene) kadar kendimizi
feda etmemiz gerekir. Biz Osmanlı torunuyuz dedelerimiz gibi
davranmak gerek”.
Milliyeti bir yana, herhangi bir sebeple dışlandığı zaman
kişinin kendini kötü hissetmesi onun kendine güveninin
yetersiz olduğunu gösterir mi? sorusunu 58 (gençlerden 28)
katılımcı yanıtladı.
Yanıt seçenekleri
a. Tabi ki gösterir
b.
Hayır,
göstermez. Kimse
dışlanmayı
hak
etmez, bu yüzden
Türk ismini
geri kazanan
grup (34 kişi)
Yanıt
sayısı
4
23
%
12
67
Bulgar isim
kullanan
grup
(24
kişi)
Yanıt
%
sayısı
3
13
19
79
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
7
42
Yanıt
sayısı
3
19
%
12
72
%
11
68
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 555
dışlanan
bir
kişinin
kötü
hissetmesi
normaldir
c. Hem evet hem
hayır
d. Bilemiyorum
e. Öyle denebilir
f.
Başka
bir
cevabım var
3
9
1
4
4
7
2
7
0
3
1
0
9
3
0
1
0
0
4
0
0
4
1
0
7
2
0
4
0
0
14
0
Katılımcıların paylaşımları:
“1989 yıllar tam çocukluk yıllarımdı ve bu dönemler kendi
okul ‘arkadaşlarım’ bana çek git buradan diye söyledikleri
olmuştu. Bu beni çok ezdi - çok etkiledi. Ama şimdi aynı kişiler
başka ülkelere göç etmişler ve bana bir dost gibi yazıyorlar…
ama hiçbir zaman olmazlar- ne onlar ne de onların aileleri”.
“Milliyetinden dolayı dışlanmak kötü ama ekonomik
durumundan dolayı dışlanmak çok daha kötü. Tecrübeyle sabit”.
“Bir anlık
toparlarsınız”.
duraksayabilirsiniz.
Ama
sonra
durumu
f. şıkkına gelen bir yanıt: “Hiç umurumda olmaz, ben de
beni dışlayanı dışlarım-her şey karşılıklıdır”.
Sizce 1989 Bulgaristan göçmenlerinin ve genel olarak
Bulgaristan Türklerinin kendine güvenleri yetersiz midir?
sorusuna 57 (genç gruptan 28) yanıt alındı.
Yanıt seçenekleri
a. Hayır, değil
b. Evet, yetersiz
c. Bence bu soru
yanlış
d. Olabilir, bunu
hiç
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(33
kişi)
Yanıt
%
sayısı
Bulgar isim
kullanan
grup
(24
kişi)
Tüm grup
Genç grup
%
Yanıt
sayısı
%
%
12
17
8
14
13
3
25
23
5
Yanıt
sayıs
ı
7
5
2
12
6
10
2
7
11
9
1
33
27
3
Yanıt
sayıs
ı
3
4
2
3
9
3
25
18
7
556 Hacıoğlu
sorgulamadım
e.
Kendine
güvenleri
gibi,
milli
duyguları
da yetersiz
f. Hayır, gayet
özgüvenli
ve
“uyanık”
olduklarını
düşünüyorum
g.
Başka
bir
cevabım var
1
3
1
4
2
3
2
7
5
15
10
42
15
26
9
32
3
9
1
4
4
7
1
4
Kişilerin eklediği ifadeler:
“Sahip olduğumuz genel kültür, eğitim seviyesi, altyapı ve
birikime göre olmamız gereken yerde değiliz. Galiba bize göre
doğru olan aile terbiyesi bunu engelliyor -zaman geçtikçe bu
‘kusur’ da ortadan kalkar”.
“Kendi Türkiye vatanına geldiler ama bu ülkenin ne
siyasetini,
ne
sosyal
yaşamını
ne
de
mantalitesini
tanımadıklarından dolayı ezildiler. Bir yandan ekonomik
sıkıntılar, bir yandan arkalarında destek olacak biri olmaması,
tutunacak tanıdıkları bulunmaması onları ezdi. Hala bizler resmi
işlemlerden korkarız, kamu kurum ve kuruluşlarına başvuruda
bulunmaya korkuyoruz - kendi evlerimizi yaptık, bir işimize gelip
gidiyoruz ama bizden daha fazlasını istemeyin - hala bu ülkenin
işleyişine yabancıyız ve onun hükümet politikasına, sosyal
yapımında uzak duruyoruz”.
“Bu çevreye ve kişiye göre değişir. Bizim nesil için en kötüsübizi hep mütevazı üretici olarak yetiştirdiler. “mütevazılık insanı
güzelleştirir” (ilkesi) ile yetiştik. Bunu kırmamız -ne kadar
kırabildik tartışılır- senelerimizi aldı”.
“Ben her yaz Bulgaristan’a gidiyorum ve oradaki Türklerin
artık Türk olmaktan çıkmaya başladıklarını görüyorum, özellikle
gençlerde Bulgarlara özenme var. Bu çok üzücü bir durum. Türk
gençleri kendi anadilini öğrenmeden çatır çatır Bulgarca
öğreniyorlar. Bulgarların amaçladığı asimilasyon politikası hiç
zorlanmadan artık meyvelerini veriyor - bizim Türk olduğu için
utanan ve dışlanma korkusu yaşayan gençlerimizden dolayı.
Oysa gençlerimizin bu kadar ‘kör’ olmamaları gerek. Türklük
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 557
utanılacak bir ‘kimlik’ değil tam tersine gurur duyulacak bir
kimliktir”46.
“Birlik olma konusunda yetersizler. Fakat kişisel güven
olarak güvenleri tamdır”.
“Bulgaristan göçmenlerinin çalışkanlığı ve zekiliği tüm
Türkiye’de bilinmektedir”.
g. şıkkına verilen cevaplar:
“Böyle bir genelleme çok yanlış”;
“Eğer bir kişinin eğitim durumu, ekonomik bağımsızlığı varsa
daima kendine güvenendir”;
“Kişiden kişiye değişir”;
“Sahip oldukları yaşlara göre değişiyor. …(Yaşça) büyük
olanların (özgüvenleri) biraz yetersiz, genç nesilde yeterli”.
Sizce genelde Bulgaristan Türklerinin düşük özgüveni,
Bulgar hükümet politikalarının bir sonucu mudur? sorusunu
56 (genç gruptan 28) katılımcı yanıtladı.
Yanıt seçenekleri
a.
Bulgaristan
Türklerinin
düşük özgüvenli
olduklarını
düşünmüyorum
b.
Kesinlikle
hükümetin
yarattığı
bir
sonuçtur
c.
Soruyu
anlamadım
d. Bence bu soru
yanlış
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(32
kişi)
Yanı %
t
sayı
sı
14
44
Bulgar isim
kullanan
grup
(24
kişi)
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayıs
ı
%
Yanıt
sayıs
ı
%
%
11
46
25
45
Yanı
t
sayı
sı
13
4
13
4
16
8
14
3
11
0
0
0
0
0
0
0
0
5
16
2
8
7
13
4
14
46
Bu ifade, ikinci anketle ayrıntısına ulaşmaya çalıştığımız; Bulgaristan’da
Türk olduğundan dolayı utanmanın, kişinin kendince yarattığı bir algı mı
olduğu yoksa bu algının dışarıdan (toplumca) empoze mi edildiği konusuyla
ilgiliydi. Bir sonraki soru özellikle bu sebeple sorulmuştu.
46
558 Hacıoğlu
e.
Hükümet
politikalarının
yarattığı bir sonuç
olabilir
f. Hükümet ne
kadar
baskı
kurarsa
kursun,
her şey kişinin
kendisine bağlıdır
g.
Başka
bir
cevabım var
5
16
3
13
8
14
4
14
1
3
4
16
5
9
2
7
3
9
0
0
3
5
2
7
Katılımcıların paylaşımları:
“(Bu
durum)
sistemin
insanları
(bu
doğrultuda)
yetiştirmesinden kaynaklanıyor”;
“2. sınıf ya da 3. sınıf vatandaş olarak yaşamak yapı
itibariyle en yüksek özgüvene sahip insanları bile olumsuz
etkiler”;
“Bulgaristan Türklerinin özgüvensiz olduklarını anketörlerin
beynine çakıyorsunuz!”;
“Onlardan (Bulgarlar tarafından) dışlanmamız bizim için
önemli değil yani (Bulgaristan) vatandaşı olmamız ama
vatandaşı olarak aynı haklara sahip olmamamız bizi çok
etkilemiyor. Yeter ki Türkiye Cumhuriyeti bizim haklarımızı
korusun, bu daha önemli. (Türkiye’nin) kesin beyan etmesi
gerekiyor -göçmen Türkler benim vatandaşlarım ve onların
haklarının korunmasında ve 100% uygulanmasında kararlıyım(diye)”.
g. şıkkına verilen yanıtlar:
“bilmiyorum”;
“Bulgarcayı uzun süre kullanmadığımız için kısmen dilde
gerileme yaşanıyor. Dil eksikliğinden diyebiliriz. Kendini
yeterince ifade edememek”;
“Düşük özgüvenin nedeni, genelde toplumumuzun kırsal
alandan göç etmiş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum”.
Bulgaristan’da dışlanmamak için Türk ismi yerine Bulgar
ismi kullanır mıydınız? sorusuna 58 (genç gruptan 28) yanıt
geldi.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 559
Yanıt seçenekleri
a.
Hayır,
kullanmazdım
b.
Kullanırdım,
formalitede
Bulgar
görünmeyi,
sıkıntılı
anlar
yaşamaya tercih
ederdim
c. Dışlanacağımı
bile bile Türk
ismimi
kullanırdım
d.
Bulgarların
tavrını denemek
için Bulgar ismi
kullanıp
sonradan aslında
Türk olduğumu
açıklardım
e.
Olayların
üzerinden
bu
kadar
zaman
geçtikten sonra,
ha Türk ismi, ha
Bulgar ismi, fark
etmez
f.
Kesinlikle
kullanmazdım
g.
Başka
bir
cevabım var
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(34
kişi)
Yanıt %
sayıs
ı
Bulgar isim
kullanan
grup
(24
kişi)
Tüm grup
Genç grup
%
Yanıt
sayısı
%
Yanıt
sayıs
ı
%
33
33
57
14
50
25
73
Yanı
t
sayı
sı
8
2
6
3
13
5
9
3
11
3
9
3
13
6
10
3
11
0
0
3
13
3
5
2
7
0
0
4
16
4
7
3
11
3
9
2
8
5
9
1
3
1
3
1
4
2
3
2
7
Katılımcıların paylaşımları:
“Kesinlikle (kullanmazdım) - dışlanmayı yaşadım – her iki
ismimle de!”;
“(Bulgaristan’da resmiyette) zaten Bulgar ismi kullanıyorum
ama (buna rağmen Bulgarlar) hala diyor ‘onlar hani isimleri
değiştirilmiş Türk’türler’”;
“Kimin ne olduğu zaten belli idi; Filiz Fidanka olunca”;
560 Hacıoğlu
“Provokasyon sorularına devam… haklarımı bildiğim sürece
hiç kimse beni dışlayamaz”;
“(Bulgaristan’da) Bulgar ismi kullanıyorum ama
dışlandığım için değil”;
“Şu ana kadar hiçbir Bulgar’dan ismimi gizlemedim. Gerek
yok”.
Bulgaristan’da Bulgar ismi Türkiye’de Türk ismi kullanmak
sizce nasıl bir durum? sorusu 57 (gençlerden 27) katılımcı
tarafından yanıtlandı.
Yanıt seçenekleri
a. Bazen gerekli
bir durum
b.
Bildiğim
kadarıyla bazıları
için
maalesef
mecburiyet
c. Benim için iyi
ya
da
kötü,
herhangi
bir
anlamı yok
d.
İlginç
bir
durum, böyle bir
ihtimal yıllar önce
aklımızın
ucundan
bile
geçmezdi
e.
Berbat
bir
durum,
aynı
anda
iki
kişi
olmak gibi
f.
Bazı
özel
durumlarda
avantajlı
bir
durum
g.
Başka
bir
cevabım var
Türk
ismini
geri kazanan
grup (33 kişi)
Yanıt
%
sayısı
4
12
Bulgar isim
kullanan
grup (24 kişi)
Yanıt
%
sayısı
5
21
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
9
%
%
16
Yanıt
sayısı
7
7
21
2
8
9
16
4
15
4
12
8
33
12
21
6
22
5
15
3
13
8
14
3
11
9
27
3
13
12
21
5
19
1
3
1
4
2
3
2
7
3
9
2
8
5
9
0
0
26
Bir paylaşım: “Bence kişi ne olursa olsun - Türk ya da
Bulgar, kişinin tek ismi olmalı”.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 561
g. şıkkına yanıtlar:
“Ben Bulgaristan’da da Türk ismini kullanıyorum”;
“Çok saçma bir durum”;
“Saçma bir durum Bulgarlar önünde aşağılayıcı, Türkler
önünde trajikomik”;
“Ben çok seyahat ediyorum utanç verici başkaların hataları
için hala dünyada anlatıyorum bize zulüm yapıldığını ve haksiz
yere bu uygulama yapıldığını”;
“Kötü bir durum. Ancak iadesi bu şekilde olmamalı”.
Sizce çifte vatandaşlar Bulgaristan’da Bulgar ismini en çok
hangi sebeple kullanmaya devam ediyor? sorusu 58 (genç
gruptan 28) kişi tarafından yanıtlandı.
Yanıt seçenekleri
a. Formalitelerle
uğraşmaya
vakitleri yoktur
b. Bilemiyorum
c.
Bulgarlar
tarafından
dışlanmamak için
d.
Hem
Bulgaristan’da
hem
diğer
ülkelerde
milliyetlerinin
anlaşılmaması
için
e. Bulgaristan’da
Türkiye’den farklı
bir
isim
ve
kimlikleri
olmasından
hoşlanıyorlardır
f.
Başka
bir
cevabım var
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(34
kişi)
Yanı
%
t
sayı
sı
15
44
Bulgar isim
kullanan
grup
(24
kişi)
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
%
Yanıt
sayıs
ı
%
Yanıt
sayı
sı
%
16
67
31
53
14
50
8
4
23
12
0
1
0
4
8
5
14
9
3
3
11
11
6
18
3
12
9
16
5
18
0
0
3
12
3
5
3
11
1
3
1
4
2
3
0
0
562 Hacıoğlu
Katılımcıların ekledikleri ifadeler:
“Avrupa’da rahat gezebilmek için” (!);
“Bu duruma da hiç anlam veremiyorum”
g.
şıkkına
yanıtlar:
“(Bu
meseleyi)
önemsemiyorum”; “(Bu konuyla) hiç ilgilenmedim”.
artık
pek
1984-1985 döneminde size verilen ismi şimdiki koşullarda
sempatik bulduğunuz oluyor mu? sorusu 57 (genç gruptan 28)
yanıt aldı.
Yanıt
seçenekleri
a.
Asla,
anmak bile
istemiyorum
b. Hayır, çok
uyduruk bir
isimdi
c. Evet, güzel
bir isimdi
d. Bu soruyu
kendime hiç
sormadım,
bilemiyorum
e.
Bulgar
ismimi hâlâ
kullanıyorum
f.
Bana
verilen ismi
değil
ama
başka Bulgar
isimlerini çok
güzel
buluyorum
g. Başka bir
cevabım var
Türk
ismini
kazanan grup
kişi)
geri
(33
Yanıt sayısı
%
18
55
Bulgar
isim
kullanan
grup
(24
kişi)
Yanıt
%
sayısı
6
25
5
15
6
25
11
19
5
18
1
3
2
8
3
5
2
7
3
9
4
17
7
12
6
21
0
0
4
17
4
7
3
10
1
3
0
0
1
2
1
4
5
15
2
8
7
12
4
14
Bazı katılımcıların ifadeleri:
“İsimlerin suçu yok ki”;
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
24
%
%
42
Yanıt
sayısı
7
25
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 563
“Bulgar ismimi hala kullanıyorum, ama sadece formalite
için”.
g. şıkkına cevaplar:
“Bilmiyorum”;
“Güzel bir ismim var aslında çoğu kez forumlarda
kullanıcı adı olarak kullanıyorum” (!);
“Kendinize uygun diğer Türk isimler de sempatik
gelecektir”47;
“O isimle geçen bir zamanı yaşamadığım için daha
doğrusu küçük yaşta olduğum için ismin ne kötü tarafını
ne de güzel tarafının farkında değilim”;
“Bulgar ismi sadece formalite, fiilen kullanmıyoruz”48;
“Kendi isminden nefret etmediğin müddetçe başka isimlere
sempati duymak ancak kendi çocuklarına isim verirken vuku
bulur, onların isimleri de Türk ismi. Kısaca, ne eski Bulgar
ismime, ne de başka milliyetleri isimlerine sempati duymam söz
konusu değildir”;
“Tamamen gereksiz bir soru”.
Doğduğunuzda
isminizi
verirken
ailenizin
isabetli
davrandığını düşünüyor musunuz? sorusuna 58 (genç gruptan
28) yanıt geldi.
Yanıt seçenekleri
a. Evet, gayet
güzel bir isim
bulmuşlar
b. Bana dedemin,
ninemin
(anneanne,
babaanne
vs.)
ismi verilmiş
c. Hayır, biraz
özensiz
davranmışlar
47
48
Türk
ismini
geri kazanan
grup (34 kişi)
Yanıt
%
sayısı
28
82
Bulgar isim
kullanan
grup (24 kişi)
Yanıt
%
sayısı
12
50
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
40
%
%
69
Yanıt
sayısı
19
5
15
6
25
11
19
5
18
0
0
2
8
2
3
2
7
Sorunun muhtemelen yanlış anlaşıldığı bir cevap.
Sorunun yanlış anlaşıldığı başka bir cevap.
68
564 Hacıoğlu
d. Çocuğuma asla
kendiminki
gibi
uyduruk bir isim
takmam
e.
Başka
bir
cevabım var
0
0
1
4
1
2
1
3
1
3
3
13
4
7
1
3
Katılımcıların paylaşımları:
“Babamın sevdiği ve seçtiği bir isim, babamı rahmetle
anıyorum ismim sayesinde”;
“Kendi Türk ismimi sevmiyorum çünkü sonuçta bir Arap ismi
çocuğum olursa eski Türk isimlerinden koymayı düşünüyorum
örneğin Atilla”.
e. şıkkına verilen yanıtlar:
“Benim ismim - evet. Ancak benim oğluma verdiğim ismi şu
an asla koymazdım”;
“Gereksiz bir soru”;
“İlk ismimi seviyorum, hala onu kullanıyorum; Bulgar ismi
formalite, kullanmıyorum”.
Doğduğunuzda size verilen isminizi hangi özelliği sebebiyle
beğeniyorsunuz? sorusu 57 (gençlerden 28) yanıt aldı.
Yanıt seçenekleri
a.
İsmimin
anlamını
seviyorum
b. Tınısı güzel
c.
Orijinal
(özgün) bir isim
olmasını
d. Sempatik bir
isim olmasını
e. Başka bir isim
verebilirlerdi ama
bun
vermişler
işte
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(33
kişi)
Yan %
ıt
sayı
sı
17
52
Bulgar isim
kullanan
grup (24 kişi)
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
%
%
Yanıt
sayıs
ı
%
13
54
Yan
ıt
say
ısı
30
53
17
61
3
6
9
18
0
2
0
8
3
8
5
14
0
3
0
11
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
4
17
4
7
1
3
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 565
f.
İsmimi
beğenmiyorum
aslında
g.
Başka
bir
cevabım var
2
6
2
8
4
7
3
11
5
15
3
13
8
14
4
14
Katılımcıların paylaşımları:
“İsmimin anlamını seviyorum ve ismimi Bulgarca tercüme
ediyorum aslında Bulgar arkadaşlarla konuşurken – İsmimin
anlamı ‘Vesela Luna’ (‘Şen Ay’) diye söylüyorum”;
“(İsmimin) Aileden birinin ismi olmamasından memnunum.
Çünkü kendimi kimse ile kıyaslanmasını istemiyorum. Herkes
farklıdır”.
g. şıkkına verilen yanıtlar:
“Beni doğuran insana saygım var onlar uygun gördüyse
demektir ki bu(dur)”;
“Bu isimle doğdum bu isme daha alışkınım”;
“(İsmim) Klasik Türk erkek isimlerinden biri. Artık benim bir
parçam”;
“Dedemin ismi olduğundan seviyorum”;
“Gereksiz bir soru”;
“Üzerinde durulacak bir konu değil”.
Size göre kişinin anne-babasının verdiği ismi değiştirme
özgürlüğü var mıdır? sorusunu 57 (genç gruptan 28) katılımcı
yanıtladı.
Yanıt seçenekleri
a. Teorik olarak
var
b. Ne gerek var
c. Hukuken var
fakat bu rencide
edici isimler için
geçerli
d.
Kişiler,
Türk ismini
geri
kazanan
grup (33 kişi)
Yanı %
t
sayı
sı
11
33
Bulgar isim
kullanan
grup (24 kişi)
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayıs
ı
%
Yanıt
sayısı
%
Yanıt
sayıs
ı
%
8
33
19
33
8
28
6
6
18
18
1
2
4
8
7
8
12
14
4
3
14
11
6
18
6
25
12
21
8
28
566 Hacıoğlu
kendileriyle ilgili
konularda
her
türlü özgürlüğe
sahiptir
e. Olabilir, bunu
hiç
sorgulamadım
f.
Başka
bir
cevabım var
3
9
5
21
8
14
5
18
1
3
2
8
3
5
0
0
Katılımcıların eklediği ifadeler:
“Anne baba bu durum karşısında biraz alınabilir”;
“Kişiler, kendileriyle ilgili konularda her türlü özgürlüğe
sahiptir – anne-babamız da olmuş olsa, biz onların sahibi olarak
yetişmiyoruz – yani kendi düşüncelerimiz ve hislerimiz,
korkularımız oluyor. Annemiz babamız bizleri kucaklarına
kendilerin verdikleri ismimizle alıyorlar ve bizleri ilk günümüzden
itibaren bir isim altında seviyorlar. Bence bu isim içerisinde
onların bizleri istememeleri, onlara zorluk olduğumuzu
göstermişlerse, bizler bu ismi değiştirmemizde haklı oluruz –
çünkü senin isminde ailene bir zorluk, ağırlık olduğunu
görünürse, bir kişi böyle bir isimle nasıl yaşayabilir. Ama eğer ki
sevgi ile ve güzel şeyleri gösteren bir isim verildiyse annemizbabamızın tarafından, bu ismin değiştirilmesi bizleri yetiştiren
kişilere haksızlık olur”.
f. şıkkına verilen yanıtlar:
“Olmaması gerekir çünkü onlar bizi dünyaya getirmiş biz
onların evladıyız saygı duymamız gerekir”; “Rahatsızlık
duyuluyorsa, değiştirme hakkı olmalı, ama bunlar ekstrem
durumlarda olur ancak”; “Gereksiz bir soru”.
Ailenizin tercihi ve çeşitli formaliteler bir yana, isminizi
dilediğinizde değiştirmek ister miydiniz? sorusuna 54 (genç
gruptan 27) yanıt alındı.
Yanıt seçenekleri
a.
Hayır,
Türk ismini
geri kazanan
grup (31 kişi)
Yanıt
%
sayısı
22
71
Bulgar isim
kullanan
grup (23 kişi)
Yanıt
%
sayısı
15
65
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
37
Yanıt
sayısı
14
%
68
%
52
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 567
istemezdim
b. Buna hiç gerek
duymadım
c. Böyle bir olasılık
hiç
aklıma
gelmemişti
d.
Evet,
değiştirirdim
e.
Kırk
yıl
düşünsem bu soru
aklıma gelmezdi
f. Kaç hakkımız
olduğuna
bağlı,
sadece
bir
hakkımız olsaydı
ismi iyi seçmek
gerekirdi
g.
Başka
bir
cevabım var
4
13
7
30
11
20
11
41
2
6
1
4
3
6
1
3
0
0
0
0
0
0
0
0
3
10
0
0
3
6
1
3
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
Filmlerde gördüğümüz kadarıyla Kızılderililerin eski
kültüründe kişilerin isimleri, bir kahramanlığı ya da beceriyi
ifade ediyormuş. Yani Kızılderililerde isim, kişi kendisini ispat
ettiğinde veriliyormuş. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
sorusunu 54 (genç gruptan 27) katılımcı yanıtladı.
Yanıt seçenekleri
a. Hiç dikkatimi
çekmemişti
b.
İlginç
bir
durum
c. Anlamadım
d.
Bir
şey
düşünmüyorum
e.
İsmimi
vermeleri için bir
kaplanla
yarışmayı ya da
bir
bufalonun
karşısına çıkmayı
göze almazdım
f.
Başka
bir
cevabım var
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(30
kişi)
Yanı %
t
sayı
sı
4
13
Bulgar isim
kullanan
grup
(24
kişi)
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
%
Yanıt
sayıs
ı
%
%
4
17
8
15
Yanı
t
sayı
sı
3
16
53
13
54
29
54
15
56
0
3
0
10
0
0
0
0
0
3
0
5
0
0
0
0
3
10
5
21
8
15
5
18
4
13
2
8
6
11
4
15
11
568 Hacıoğlu
Katılımcıların ilâve ettikleri:
“Bence güzel”;
“Zamanın gerektirdiği bir şeydir, sadece ilkel topluluklarda
geçerlidir modern toplulukta lakap ile halledilir”;
“Her milletin kültürü farklıdır, Türk geleneği ve kültürüyle
yetişmiş bir insan bu sorunun cevabı hakkında pek fazla olumlu
şeyler düşünemeyebilir. Sonuçta her toplum kendi değerleriyle
var olur, isim verilmesi için kişinin illa ki hayatını tehlikeye
atması gerekmez”.
f. şıkkına cevaplar:
“Biliyordum o zamana göre mantıklı bir olaymış”;
“Bir anlık bir kahramanlık için ömür boyu bir isim verilmesi
saçma”;
“Çağ dışı”;
“Kişinin isminin onun karakterini yansıtması gerektiğini
düşünüyorum. Bence çok güzel bir uygulamaymış”;
“Bence dünyaya gelince isim verilmeli sonra herkes kendini
ispat eder”;
“Onların benimsediği bir uygulama, olumlu ve olumsuz
yanları var, bugünkü dönemde pek pratik değil”.
2000’lerin
başında
Bulgaristan’da
yaşayan
bazı
soydaşlarımızın Avrupa’da iş bulabilmek için Bulgar isimlerini
tekrardan aldıkları söylentisi çıkmıştı, bunun doğruluğuna
inanıyor musunuz? sorusuna 58 (genç gruptan 28) yanıt geldi.
Yanıt seçenekleri
a. Ne söylentiyi
ne
de
bunu
yapan
birileri
olduğunu
duydum
b. Böyle kişiler
tanıyorum
c.
Olabilir,
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(34
kişi)
Yanıt
%
sayısı
Bulgar isim
kullanan
grup
(24
kişi)
Tüm grup
Genç grup
%
Yanıt
sayısı
%
%
37
20
34
Yanıt
sayıs
ı
7
11
32
Yanıt
sayıs
ı
9
4
12
4
17
8
14
5
18
11
32
8
33
19
33
12
43
25
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 569
mümkündür, iş
bulmak için ne
hallere düşüyor
insanlar
d.
Geçmişte
yaşanan bunca
sıkıntıdan sonra
buna
inanamıyorum
doğrusu
e. Bu söylenti
tamamen
provokasyon
f.
Başka
bir
cevabım var
3
9
0
0
3
5
1
3
3
9
0
0
3
5
2
7
2
6
3
12
5
9
1
3
Katılımcıların paylaşımları:
“Bu konuyu ilk defa duydum”;
“Çevremden duymuştum ama inanma konusunda tereddüt
yaşadım”.
f. şıkkına cevaplar:
“Milletin işi gücü yok böyle siyasi şeyler yapıyorlar”;
“Doğruysa - çok kötü bir durum”;
“Gerçek olması durumunda üzerinde düşünülmesi gerekiyor;
sebebini bulmak lazım”;
“Hoş bir durum değil ama Avrupalılar isme bakmıyor
ülkesine bakıyor, yanlış yapıyorlar”;
“Kesinlikle umurumda değil” (!)
1989 göçmenlerinin isim değiştirme kampanyasında maruz
kaldığı siyasi baskılara rağmen milli duygularının 1951 ve 1971
/ 1978 göçmenlerine göre daha zayıf olduğu ifade ediliyor. Sizce
bu doğru mu? sorusunu 58 (genç gruptan 28) katılımcı
yanıtladı.
Yanıt seçenekleri
a. Hiç doğru değil
Türk
ismini
geri kazanan
grup (34 kişi)
Yanıt
sayısı
%
14
41
Bulgar isim
kullanan
grup
(24
kişi)
Yanı %
t
sayı
sı
7
29
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayı
sı
%
21
36
Yan
ıt
say
ısı
7
%
25
570 Hacıoğlu
b.
1989
göçmeniyim
ve
bunun benim için
geçerli olduğunu
kesinlikle
düşünmüyorum
c.
Doğrudur,
katılıyorum
d.
Ben
dahil,
çevremdekiler için
bu geçerli sayılır,
bunda bir mahsur
görmüyorum
e. Olabilir ama
devir
artık
küreselleşme
devri, milli bilinç
herkeste zayıflıyor
f. Bu durum beni
pek
ilgilendirmiyor,
çünkü çalıştığım
ortamda kişilerin
milliyetinin
ve
milli bilinçlerinin
önemi yok
g.
Söylenti
çıkarma
konusunda
en
başarılı milletiz
h.
Başka
bir
cevabım var
11
32
6
25
17
29
6
21
2
6
0
0
2
4
2
7
0
0
1
4
1
2
1
4
1
3
2
8
3
5
3
11
1
3
1
4
2
4
2
7
1
3
5
21
6
10
4
14
4
12
2
8
6
10
3
11
h. şıkkına gelen yanıtlar:
“Göçmenler dışındakilerin "milli" duyguları daha mı
güçlüymüş? Şuna açık açık "dini" duygular desenize…”;
“Diğer göçlerin içyapısı hakkında bilgim yok”;
“Kime ne başkasının milli duygularından, ben milliyetçi
değilim”;
“Bilmiyorum”; “Bilemiyorum”; “Bir yanıtım yok”; “Yorum
yok”;
“Bilemiyorum ama milliyetçilik ön plana çıktığında her zaman
iyi şeyler olacağına inanmıyorum”;
“51 / 71 veya 78 göçmenlerini tanımıyorum böyle garip bir
karşılaştırma gerektiren bir soruya bir yanıtım yok”;
“Ben tam bir milliyetçiyim isim ve dişim ve öyle kalacağım”.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 571
Bulgaristan’da 1970’lerden beri yapılan araştırmalar, Türk
nüfusun geleneklerinden giderek uzaklaştığını göstermiştir.
Sizce bu doğru mu? sorusuna 57 (genç gruptan 27) yanıt geldi.
Yanıt seçenekleri
a. Doğrudur
b.
Kesinlikle
doğru
c. Bilemiyorum
d. Olabilir
e.
İyi
ki
uzaklaşmışlar
f.
Başka
bir
cevabım var
Türk ismini
geri kazanan
grup (34 kişi)
Yanı
%
t
sayı
sı
16
47
2
6
Bulgar isim
kullanan
grup (23 kişi)
Yanıt
%
sayıs
ı
Tüm grup
Genç grup
%
Yanıt
sayıs
ı
%
30
4
Yanı
t
sayı
sı
23
3
7
1
40
5
10
3
37
11
6
6
0
17
17
0
5
7
0
22
30
0
11
13
0
19
23
0
3
9
0
11
33
0
4
12
3
13
7
12
2
7
f. şıkkına gelen yanıtlar:
“Eğer başka bir ülkede yaşıyorsanız zamanla uyum
sağlamanız normal”;
“Biraz sapma var geleneklerimizde”;
“Doğru olduğunu düşünüyorum, ancak geleneğin de eğitimle
öğrenildiğini düşünüyorum. Bulgaristan bu doğrultuda bize
eğitim vermemek için uğraştı ve büyük ölçüde başardı”;
“Ona bakarsanız bu sadece Bulgaristan’daki Türk nüfusu
için geçerli değildir, küreselleşme ile dünyanın tüm milliyetleri
için geçerlidir”;
“Artık düğünlerimiz salonlarda, eski geleneklerimizi
uygulamadan yapıyoruz. Anneannelerimizin yaptıkları sosyal
faaliyetlerden hiç birini yapmadığımızı düşünüyorum: toplanıp
şarkılar söylemek, manalar söylemek, vs.”;
“Nasıl Bulgaristan’daki geleneklerden uzaklaştık aynısı
üzüm üzüme bak baka kararır”;
“Zamanla ortama ayak uydurma çabasının neticesi olabilir,
lakın zayıflasa da kaybolmamıştır zira temel değerler bence
sapasağlam yerinde durmaktadır”;
572 Hacıoğlu
“Bence soru gereksiz çünkü bu tarz gelenek görenekler her
millette değişikliğe uğramıştır. Yozlaşma denen şey. Bence. Ya
da bir yabancı özentisi”;
“Eğer böyle bir araştırma var ise bana mail ile gönderebilir
misiniz? Ayrıca bu sorunun olabilirliğine inanıyorum”;
“Asimilasyon propagandası ve her köye kadar restoran
yapıldıktan sonra ayakta kalmak bile bir mucize ve uzaklaşma
var”;
“Hangi geleneklerinden? Daha açık bir soru lütfen?”;
“Hayır”;
“Yanlıştır”;
“Bence tam tersi oldu, artık (Bulgaristan’da) Kuran kursları
var, Hacca gidebiliyorlar”.
Göçmenler arasında Jivkov’un Türklere aslında iyilik yapıp
milli kimliklerine sahip çıkmalarını hatırlattığı söylenir. Buna
katılıyor musunuz? sorusu 55 (gençlerden 25) kişi tarafından
yanıtlandı.
Yanıt seçenekleri
a. Doğrudur
b. Katılmıyorum,
kendini
bilen
hep bildi bence
c.
Kesinlikle
katılıyorum
d. Mümkündür
e. Fikrim yok
f.
Başka
bir
cevabım var
Türk ismini
geri kazanan
grup (34 kişi)
Yanıt
sayısı
%
3
21
9
61
Bulgar isim
kullanan
grup
(21
kişi)
Yan %
ıt
say
ısı
2
9
9
43
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
%
Yanıt
sayıs
ı
%
5
30
9
55
3
12
12
48
2
6
4
19
6
11
2
8
3
3
2
9
9
6
2
3
1
9
14
5
5
6
3
9
11
5
1
5
2
4
20
8
Katılımcıların eklediği düşünceler:
“(T. Jivkov) bizi (Bulgaristan’daki Türk nüfusu) kullanmak
istedi ve (bizden) korktuğunda bizi Bulgarlaştırmaya çalıştı”;
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 573
“Katılmıyorum, Jivkov ve hükümetinin asimilasyon kararını
kendileri verecek kadar inisiyatif sahibi ve "akıllı" oldukları
düşünmüyorum. (Jivkov’un siyaseti) dış -Rusya eksenlipolitikanın ürünüdür”.
f. şıkkına yanıtlar:
“Milli kimliklerimize sahip mi çıktık? İsimlerimiz değiştirildi,
baskı altında kaldık ama Bulgaristan’da yaşamaya devam ettik,
yeni evler yaptık, işimizde yükselmeye çalıştık, ırkçı, mill(iy)etçi
bir toplum olmaktan uzak durduk. Ancak işten atıldığımızda ve
bizlere tüm kapılar kapandığında bagajımızı topladık, çünkü
yaşadığın yerden kopmak-kovulmak gibi acı bir şey yoktur. Ama
bavullarımızı Türklüğümüzü, milli kimliğimizi korumak için
topladığımızı ve yollara düştüğümüzü sanmıyorum. Kendimizi,
bireysel olarak hayatımızı korumak için yaptık. Hatırlarsanız o
dönem önemli bir kısmımız Avrupa’nın batı ülkelerine gitmeye
karar verdi ve yaptı. Orada kendi milli kimliğini savunabilir
miydi? Şu an Bulgaristan’da yaşayanlara sorsanız kendi milli
kimliğinizi korumanız için neler yapıyorsunuz üzerlerinde Türk
olduklarını göstermemelerine hiçbir baskı olmadığı durumda hiç
bir şey derler, hatta Bulgarların geleneklerini almaya ve
uygulamaya razılar”;
“Saçma bir düşünce tarzı. Eminim Jivkov bunu bir nebze
olsun aklından geçirmemiştir”;
“Bizim yörede hep Türk kimliklerine sahip çıktılar
alınmasınlar kuzeyde yasayan arkadaşlar onlarda bu olmuştu”.
Bugünkü koşullarda Bulgaristan’a yerleşir
sorusuna 58 (genç gruptan 28) yanıt alındı.
Yanıt seçenekleri
a. Yerleşirdim
miydiniz?
Türk ismini
geri
kazanan
grup
(34
kişi)
Yanıt %
sayıs
ı
Bulgar
isim
kullanan grup
(24 kişi)
Tüm grup
Genç grup
Yanıt
sayısı
%
2
5
21
Yanı
t
sayı
sı
7
Yan
ıt
say
ısı
6
6
%
12
%
21
574 Hacıoğlu
b. Bulgaristan’da
değişen bir şey
yok
bence,
yerleşmezdim
c. Yerleşmezdim,
işim,
ailem
Türkiye’de
d.
Yerleşirdim,
Bulgaristan’da
hayat
pahalılığı
yok
e.
Yılın
bir
bölümünü zaten
Bulgaristan’da
geçiriyorum
f.
Başka
bir
cevabım var
7
20
4
17
11
19
4
14
16
47
11
46
27
47
13
46
2
6
0
0
2
3
1
4
2
6
1
4
3
5
0
0
5
15
3
12
8
14
4
14
Katılımcıların ilâveleri:
“Türkiye daha güzel; zaten Bulgarca bilmiyorum”;
“Ben Bulgaristan’a son 15 yılda 4 defa gittim pasaport
değiştirmek için”.
f. şıkkına cevaplar:
“Bulgaristan’da ne kadar çok yaşamak istediğimi
anlatamam size. Oraya gidince nefes aldığımı ve yaşadığımı
hissediyorum. Ama oradaki işimi, kariyerimi, evimi, annemi ve
babamı terk edip Türkiye’ye yerleştim ve sadece bir sebeple:
oğlumun başka bir ülkede azınlık olarak büyümemesi için ve
bizlerin yaşadıklarımızı yaşamaması için”;
“Güzel bir işim olursa tabi yerleşirim”;
“İyi bir iş bulduğum sürece dünyanın her yerine giderim.
Bulgaristan’a niye gitmeyeyim”;
“Kesinlikle yerleşmezdim”;
“Hayır”;
“Sanmıyorum”;
“Ekonomik olarak oradaki şartlardan bağımsız olabilirsem,
yerleşirdim”;
“Evet, her şey eskisi gibi olursa babalarımız dönemimdeki
gibi Türkçe okumak saygı vs. (olursa), orası sonuçta
memleketimiz”.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 575
Anketimizin sonunda katılımcıların anket soruları haricinde
eklemek ya da belirtmek istedikleri düşünceleri olup olmadığı
soruldu. Bazı yanıtlar aşağıdadır:
“Bulgaristan’da Türk’lere yönelik propagandalar durmuyor,
duracağını da sanmıyorum. Ben artık onları (Bulgarları) millet
olarak değil tamamen insan olarak ayırt ediyorum. İyileri de var
kötüleri de. Her millette olduğu gibi”;
“(Doğduğumda ismim) Aslen ‘Resan’ (idi). (1984-1985’de
dayatılan) Bulgar (ismi) ‘Rusin’ (idi). Türk(iye’de halen resmiyette
taşıdığım isim): ‘Hasan’ -Kapıkule’de muhacir kâğıdını
hazırlayan memur (asıl ismimi) beğenmemiş olacak ki isim
Hasan oluverdi- hadi gel çık şimdi işin içinden”49;
“Ne mutlu Türküm diyene”;
“Herkesin sadece bir ismi vardır, Bulgarların bize zorla
taktıkları isimleri kullananları kınıyorum…”;
“Bunca sene geçti bu yaralar sarılmıyor bunun ilacı nedir
acaba. Saygılarımla”;
“Bence biraz Bulgarları köşeye sıkıştırmağa yakın gözüken
bir anket olmuş. Artık olaylara tarafsız bakmayı öğrenmemiz
gerek. 20 senede derenin altından çok sular aktı şu an için
Bulgaristan’da sen Türksün sen Bulgarsın mantığı yok bence.
Buna alıştılar, alışmak zorundalar. Bulgaristan halkı bu konuları
bu kadar dert etmezken biz göçmenler olarak lafın deyişiyle arı
kovanına niye çomak sokuyoruz? Böyle yapmaya devam
edersek kendi kendimize yaparız”;
“Maalesef nesillerdir bu Balkanlar’daki göç olayları çok
yaşanmıştır, savaşlar, baskılar, korkunç olaylar bunlara sebep
olmuşlardır. Evet, çok toplumlar bir arada dostluk içinde
yaşamaya çalışmaktadır ama hepimiz ve her birimizin hayatı
maalesef kirli politika ve ülkelerin çıkarları yüzünden
mahvediliyor. Böyle yetiştirildik - Türkler Pomaklara düşman,
Pomaklar Bulgarlara dost ama onlardan altta olan bir toplum ve
Türklere düşman, Bulgarlar herkesten üsttün… Bunlar tamamı
insanların mantığına sokulan bir politika uygulamaları ve halen
biz böyle düşünmeye devam ediyoruz;
49
Bu katılımcı aile ortamında halen “Resan” olarak anıldığını belirtti.
576 Hacıoğlu
“Bir sorum olacak: Yeni nesil Bulgaristan göçmenlerin su
Bulgar müziğine düşkünlüğünü anlayamıyorum. Sebebi nedir
acaba? Düğünlerde mutlaka var”.
Memleketinizi, ayrıca vatandaşlık işlemlerini yaptırdığınız ili
/ ilçeyi belirtir misiniz? sorusuna 40 geçerli yanıt alındı.
Yanıt
seçenekleri
Balchik
Dobrich
Harmanli
Haskovo
Kărdžali
Krumovgrad
Momchilgrad
Peshtera
Provadiya
Razgrad
Ruse
Shumen
Sofya
Tărgovishte
Varna
Toplam
Türk
ismini
kazanan grup
1
geri
Bulgar
ismini
kullanan grup
1
1
1
10
2
1
1
2
2
1
2
24
1
3
1
1
1
2
2
1
1
2
16
Tüm
grup
1
1
1
2
13
3
1
1
1
3
2
4
1
2
4
40
Genç
grup
1
2
7
2
1
2
1
16
Sonuç
İkinci
anketin
sonuçlarına
baktığımızda
öncelikle,
Bulgaristan’da halen 1984-1985 döneminde dayatılan ismi
kullanan kişilerin kendilerini “Bulgar” yahut “Bulgar
toplumuna bağlı / uyumlu” hissettiklerine dair bir neticeye
ulaşmıyoruz. Bu bakımdan ikinci anket, ilk anketimizin
neticesini teyit etmiştir. Hatta ikinci ankette de yönelttiğimiz
“Sizce çifte vatandaşlar Bulgaristan’da Bulgar ismini en çok
hangi sebeple kullanmaya devam ediyor?” sorusuna cevaben
“Formalitelerle uğraşmaya vakitleri yoktur” seçeneğinin öne
çıkması kayda değerdir.
Tüm katılımcıların cevap oranına bakıldığında “muhtemel”
sebepler aşağıdaki gibi sıralanmaktadır:
a. Formalitelerle uğraşmaya vakitleri yoktur.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 577
d. Hem Bulgaristan’da, hem diğer ülkelerde milliyetlerinin
anlaşılmaması için.
b. Bilemiyorum.
c. Bulgarlar tarafından dışlanmamak için.
e. Bulgaristan’da Türkiye’den farklı bir isim ve kimlikleri
olmasından hoşlanıyorlardır.
f. Başka bir cevabım var.
Bulgaristan’da Türk ismini resmiyette de kullanan
katılımcıların cevaplarına göre sebep sıralamasında küçük bir
fark olmakla birlikte e. şıkkı (Bulgaristan’da Türkiye’den farklı
bir isim ve kimlikleri olmasından hoşlanıyorlardır) hiç
işaretlenmemiştir:
a. Formalitelerle uğraşmaya vakitleri yoktur.
b. Bilemiyorum.
d. Hem Bulgaristan’da hem diğer ülkelerde milliyetlerinin
anlaşılmaması için.
c. Bulgarlar tarafından dışlanmamak için.
f. Başka bir cevabım var.
Bulgaristan’da Bulgar ismi kullanan kişilere göre ise
sebepler aşağıdaki gibidir:
a. Formalitelerle uğraşmaya vakitleri yoktur.
d. Hem Bulgaristan’da hem diğer ülkelerde milliyetlerinin
anlaşılmaması için.
e. Bulgaristan’da Türkiye’den farklı bir isim ve kimlikleri
olmasından hoşlanıyorlardır.
c. Bulgarlar tarafından dışlanmamak için.
f. Başka bir cevabım var.
Türk ismini geri kazanmamanın ikinci sebebi olarak
“milliyetinin
anlaşılmaması”
seçeneği
2.-3.
sırada
seyretmektedir. Formalitelerle uğraşmak nispeten vakit ve emek
sarfıyla ilgili bir nedenken; milliyetini/kimliğini gizleme ihtiyacı,
bulunulan yahut karşılaşılan toplumsal koşulların dolaylı
tasviri olarak nitelenebilir. Bu sonuç aynı zamanda bireylerin
özgüveni ile toplumsal koşullara direnç gösterme eğilimlerinin
aynasıdır. Fakat, aşağıda görüleceği gibi bu tutuma sahip
578 Hacıoğlu
kişilerin oranı, bu sonucun ehemmiyetini azaltabilmekte ya da
artırabilmektedir.
Diğer yandan katılımcılardan gelen ilginç bir cevapla, ilk
ankette de olduğu gibi sonuç farklı bir yön kazanmıştır. Sebep,
“Avrupa’da rahat gezebilmek”tir50 (Bulgaristan’daki toplumsal
ortamın olumlu/olumsuz etkileri; 1984-1985 isim değiştirme
kampanyası; ismi / kimliği / siyasi hürriyeti uğruna göç
etmenin (1989) ve hayata yeniden başlamanın sıkıntıları vs.
“hesaba” katılmamıştır bile). 25 yıl evvelinde akla gelmeyen,
hatta geçmiş boyutuyla birlikte değerlendirildiğinde “şaşırtıcı”
bir sonuç. Bununla birlikte bireylerin, kendilerini içinde
buldukları koşullara uyum sağlama becerilerini gösteren bir
sonuç.
Bu
aynı
zamanda
(sınır
kapılarının
açılıp
açılmayacağının merakla beklendiği eski dönemlere nispet
olarak) değişen dünya koşullarında kişilerin geliştirdikleri yeni
hayat görüşüdür: “rahat” ve “gezebilmek” (uğruna kimliğini belli
etmemek)…
Yine Türk ismini geri kazanmayan bir katılımcı bu soruya
“artık pek önemsemiyorum” yanıtını vermiştir. 25 yılda değişendönüşen bireysel yaklaşımları; kişilerin kimlik meseleleri
konusundaki tutumları değerlendirirken bu ifade, belki de
üzerinde düşünülmesi gereken asıl sonuçtur.
İkinci
anketteki
soruların
yanıtlarına
bakıldığında
katılımcıların Türkiye’de karşılaştıkları yerleşik toplum
tarafından halen, kendilerini rahatsız eden “Bulgar göçmeni”
(“Bulgar”, “Bulgar Türkü”) tabiriyle adlandırıldıkları ve 1989’u
takip eden ilk zamanlarda az/çok zorlandıkları halde Türkiye’ye
uyum sağladıkları; göçle birlikte karşılaştıkları ekonomik
sıkıntıları 5-10 yıllık bir sürede atlattıkları görülmektedir. Bu
noktada ekonomik zorluklara sebebiyet veren göçün
Bulgaristan’daki siyasi baskıya çözüm getirdiği anlaşılmaktadır.
Ankete göre, günümüzde 60 çifte vatandaşın üçte ikisi
Bulgaristan’a yerleşmeyi düşünmemektedir. Genç gruptan 2
Bu ifade Bulgar nüfus kimliğinde Bulgar ismi taşıyan, yani konuyu
“içeriden bilen” bir katılımcıya aittir.
50
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 579
kişi ise iş bulmak uğruna Bulgaristan’a yahut başka ülkelere
gidebileceklerini ifade etmiştir.
Katılımcılar çifte vatandaşlık uygulamasını ve diğer sosyal
hakların iadesini “olumlu” gelişmeler olarak niteledikleri ve
bunlardan faydalandıkları halde, bunları “siyasi” bir hamlenin
sonucu olarak değerlendirmiştir. Onlara göre, “güzel bir
uygulama” olan çifte vatandaşlığın en büyük yararı bireyleri,
vizeyle “uğraşmak”tan kurtarmasıdır. Bu uygulamanın daha
önemli “getirisi” ise sadece çifte vatandaş değil, Avrupa Birliği
vatandaşı olunmasıdır. Hatta katılımcılardan biri için çifte
vatandaşlığın “Avrupa’ya gitmem (gitmek) için faydası oldu
onun dışında bir ifadesi yok”. Yani AB vatandaşlığı
Bulgaristan
vatandaşlığı
sayesinde
gerçekleştiği
halde,
sonuncusu ikinci plana geçmiş durumdadır. Bu bağlamda bir
diğer katılımcının ifadesiyle çifte vatandaşlığın “hediyesi” olan
serbest dolaşımın ötesinde arzulanacak bir avantaj yok gibidir:
“EU içinde serbest dolaşım hakkı, daha ne olsun”.
Çifte vatandaşların hangi dönemde -Bulgaristan’ın AB üyesi
olması öncesi ya da sonrasında- Bulgar vatandaşlığını
yeniledikleri konusunda anketle net bilgiye ulaşıldığı
söylenemez. Ancak katılımcıların ifadelerinden hareketle AB
dâhilinde serbest dolaşım hakkının, Bulgaristan vatandaşlığını
yenilememiş olanlar için bir teşvik olduğu doğallıkla tahmin
edilebilir.
Konumuz açısından kişilerin çifte vatandaş olmaları ile
Bulgaristan’da Türk isimlerini geri kazanmaları arasında nasıl
bir bağ bulunduğuna baktığımızda 60 kişiden,
16’sının vatandaşlıklarını yeniledikleri fakat isim işlemlerini
yaptıramadıkları;
15’inin vatandaşlıkla birlikte isimlerini de geri kazandıkları;
7’sinin
ise
vatandaşlık
yenileyip
isim
işlemlerini
yaptırmadıklarını görüyoruz.
Türk isimlerini geri kazanan 35 kişilik tüm gruba
bakıldığında 15 kişinin vatandaşlıklarını yeniledikleri esnada
580 Hacıoğlu
isimlerini de aldıkları; 3 kişinin bir yıl sonra; 5 kişinin de birkaç
yıl sonra Bulgaristan’a bu amaçla gittikleri anlaşılmaktadır.
(Bazıları isimlerini 1989 hükümet değişikliğini takiben geri
kazanıp Türkiye’ye Türk isimleriyle göç etmişti).
Kendilerine 1984-1985’te dayatılan Bulgar isimlerini
değiştirmeyen grup incelendiğinde toplam 23 kişiden 16’sının
ilgili işlemi “yaptıramadığı” ve 7’sinin “yaptırmadığı”nı (ayrıca
bu 7 kişiden 4’ünün genç grupta olduğunu) öğreniyoruz.
Ankette isim değiştirme işleminin, mahiyet itibariyle
bireyleri teşvik edici yahut caydırıcı mı olduğu üzerinde de
durulmuştu. Bu bağlamdaki soruya verilen yanıtlardan, 19
kişinin bu işlemi kolaylıkla halledebildiği, 11 kişinin ise
bürokratik işlemlere vakit ayırmak durumunda kaldığı
anlaşılmıştır. Türk ismini Bulgaristan’da kalamadığından geri
kazanamayan sadece 1 kişi varken, “uğraştırıcı” olduğundan 6
kişi bu işleme hiç niyetlenmemişti; 4 kişi ise Bulgar
Hükümetinin Türk isimlerini kendiliğinden iade etmesini tercih
ediyordu.
Bu sorunun g. şıkkına verilen cevaplardan sadece 2 tanesi
(“denemedim”, “uğraşmadık”) Türk isminin vakitsizlik; işlemin
zorluğu sebebiyle buna niyetlenememek; isimlerin Hükümetçe
iadesini beklemek haricindeki “nedensizlik”le izah edilebilir.
Bulgar ismini halen kullanan 6 kişi bu soruyu yanıtlamamıştır.
Dolayısıyla, Bulgaristan’da ve Avrupa’da özelde sıkıntı
yaşamamak amacıyla Bulgar ismi kullanan kişilerin yaklaşık
oranı tespit edilememiştir. Bununla birlikte Bulgaristan’da
resmiyetteki Bulgar ismi, bu ankete katılanlar çerçevesinde
kabaca %13 oranında (aslen Bulgar hissetmek ve olmak
haricindeki) muhtelif sebeplerle, kişisel bir tercih olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Bu sonuca rağmen konuyla ilgili bireysel tutumların
çeşitlilik arz ettiği ve anketimizle bunların ancak bir kısmına
ulaşıldığı hatırlanmalıdır.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 581
Ankette
Bulgaristan’da
resmiyette
hangi
ismin
taşındığından ve bireysel tercihlerden bağımsız olarak, kişilerin
doğuştan sahip oldukları Türk isimlerine ayrıca dayatılan
Bulgar isimlere yönelik algı ve tutumlarına dair aşağıdaki
sonuçlara ulaşıldı.
Tüm katılımcıların %65’ine göre, Bulgar nüfus kâğıdında
yer alan ismin Türk ya da Bulgar olması arasında fark vardır.
Katılımcıların %17’sine göre bunun önemi, içinde bulunulan
durumla kayıtlıdır. %17’sine göre ise bu önemsizdir, kişilerin
birbirine özleriyle tanımaları esastır.
Buna ilaveten Bulgar ismini halen kullanan 23 kişiden 10’u
kimlikte hangi ismin yer aldığının önemli olduğu fikrindedir.
Ayrıca Türk ismini geri kazanmış 34 kişiden 5’i bunun o ana
göre önemli/önemsiz olduğunu; 2’si ise kimlikte Türk yahut
Bulgar ismin mevcudiyetinin “fark etmediğini” düşünmektedir.
Dolayısıyla resmiyette hangi ismin tercih edildiğinin, isme
olan içsel tutumu yansıtmadığından, esas sonucumuz bu
konuda herhangi bir değerlendirme yapmanın hayli zor
olduğudur. Bu nedenle bazı Bulgar araştırmacılarına ait ve
yukarıda anılan yorumların neden “zorlamalı” olduğunu bir kez
daha anlıyoruz.
Bu arada, katılımcılardan birinin ilgili soruyu “provokasyon
sorusu” olarak nitelemesi, meselenin “tercihte bulunma”ktan
çok farklı manalarda algılandığını ve algılanabileceğini
göstermiştir. Kimlik meseleleri siyasete konu oldukça bu yapay
algılamanın ne yazık ki kaçınılmaz olacağını hatırda tutmalıyız.
Anketin devamında katılımcılar, Bulgaristan’da Türk ismi
taşımaktan dolayı dışlayıcı tavırla karşılaşıp karşılaşmadıkları
konusunda ağırlıkla olumsuz yanıt vermişlerdir. 60 kişiden
sadece 3’ü günümüzde karşılaştıkları tavrın 1989’da göç
etmeden evvelki tavırdan farksız olduğunu belirtmiştir. Özelde
Türk ismini geri kazanmayan grubun, böyle bir tavırla
karşılaşma oranı %28 olarak yansımıştır. Dolayısıyla resmiyette
582 Hacıoğlu
Türk ismini kullanmama eğilimi Bulgaristan’da dışlanmakla
kısmen açıklanabilir.
Anket sonuçlarına göre milliyetinden dolayı dışlanma
duygusu nahoş hatta kâbus misali olduğu ve dışlanan bir kişi
kendisini
doğal
olarak
“kötü”
hissedeceğiyle
birlikte
katılımcıların fikrince bireyler böyle bir tavra prensipte kulak
asmamalıdır. Bu yaklaşım paralelinde bazı çifte vatandaşların
dayatılan Bulgar isimlerini halen kullanıyor olmaları, genelde
Bulgaristan Türklerinin özelde çifte vatandaşların zayıf
“özsaygı”larından (özgüvenlerinden) kaynaklanmamaktadır.
Bu noktada 60 kişi arasından sadece 5’i Bulgaristan’da
sıkıntılı anlar yaşamamak uğruna resmiyette Bulgar ismini
kullanmayı tercih edeceğini beyan etmiştir. Bu 5 kişiden 2’si
anılan ülkede halen Türk isimlerini; 3’ü ise Bulgar isimlerini
kullanmaktadır. Katılımcılardan 4’üne göre ise 25 yıl sonra
Türk yahut Bulgar ismi kullanılması “fark etmez”.
Aynı doğrultuda iki ülkede (Türkiye ve Bulgaristan’da)
resmiyette iki farklı isim kullanmanın nasıl algılandığı
konusunda ilginç bir sonuç ortaya çıkmıştır.
Tüm grup bağlamında sebep sıralaması şöyledir:
c. Benim için iyi ya da kötü, herhangi bir anlamı yok / e.
Berbat bir durum, aynı anda iki kişi olmak gibi
a. Bazen gerekli bir durum / b. Bildiğim kadarıyla bazıları
için maalesef mecburiyet
d. İlginç bir durum, böyle bir ihtimal yıllar önce aklımızın
ucundan bile geçmezdi
g. Başka bir cevabım var
f. Bazı özel durumlarda avantajlı bir durum
Bulgaristan’da Türk ismini iade almış olan grubun algısına
göre sebepler aşağıdaki gibidir:
e. Berbat bir durum, aynı anda iki kişi olmak gibi
b. Bildiğim kadarıyla bazıları için maalesef mecburiyet
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 583
d. İlginç bir durum, böyle bir ihtimal yıllar önce aklımızın
ucundan bile geçmezdi
c. Benim için iyi ya da kötü, herhangi bir anlamı yok / a.
Bazen gerekli bir durum
g. Başka bir cevabım var
f. Bazı özel durumlarda avantajlı bir durum
Bulgar ismini halen kullanan gruba göre sebep sıralaması:
c. Benim için iyi ya da kötü, herhangi bir anlamı yok
a. Bazen gerekli bir durum
e. Berbat bir durum, aynı anda iki kişi olmak gibi / d.
İlginç bir durum, böyle bir ihtimal yıllar önce aklımızın
ucundan bile geçmezdi
b. Bildiğim kadarıyla bazıları için maalesef mecburiyet / g.
Başka bir cevabım var
f. Bazı özel durumlarda avantajlı bir durum
Bu sonuçlarda özelde Türk ismini geri kazananlar arasında,
ilgili durumu birinci sırada “berbat” olarak niteleyip, ikinci
sırada bunun bazı kişiler için bir “mecburiyet” olduğunu kabul
etmeleri dikkat çekmektedir. 20-25 yıl öncesi göz önüne
alındığında bir yaklaşım/algı kırılmasının meydana geldiği ifade
edilebilir.
Neticelere göre 60 kişiden 24’ü 1984-1985 döneminde
dayatılan Bulgar ismini “anmak istemiyor”, 11’i ise bu ismi
“antipatik” olarak niteliyor. Bulgar ismini halen kullanan 24
kişiden 6’sı da bu ismi anmak istemiyor, 6’sı ise bunu
“uyduruk” buluyor.
Toplam 60 kişiden sadece 3’ü dayatılan Bulgar isminin
“güzel bir isimdi” ifadesiyle tanımlıyor (bu 3 kişiden 1’inin
Bulgaristan’da halen Türk ismini kullandığını ilave etmeliyiz).
Durumun açıklaması bizzat bir katılımcıdan gelmiştir:
“İsimlerin suçu yok ki”. Bu açıklamayı, Bulgaristan’da Türk ya
da Bulgar adı taşımanın fark edip etmediği sorusunu
“provokatif” olarak tanımlayan katılımcının ifadesiyle yan yana
584 Hacıoğlu
koyduğumuzda
yitirmektedir.
bir
sonuca
ulaşma
çabamız
anlamını
Dayatılan Bulgar ismini sempatik bulmak ve bunu
günümüzde kullanıyor olmak arasında, kimlik ve milli aidiyet
bağlamında doğrudan bağlantı olmadığı halde, ilgili seçeneğe
ankette yer verilmişti. Bu seçeneği işaretleyen 4 kişiden 1’i
“Bulgar ismimi hala kullanıyorum, ama sadece formalite için”;
bir diğeri de “Bulgar ismi sadece formalite, fiilen kullanmıyoruz”
açıklamasını yapmıştır. Dolayısıyla hem bu seçeneğin (4 kişi
tarafından da olsa) işaretlenmesi hem bu açıklamalar çifte
vatandaşlar arasında rastlanabilecek “tasnife tabi tutulamayan”
yaklaşım/algılara örnek olarak kabul edilmelidir.
Bu noktada en ilginç olan bir katılımcının, “Güzel bir ismim
var aslında çoğu kez forumlarda kullanıcı adı olarak
kullanıyorum” cevabıdır. Bu katılımcı 1985 doğumludur ve Türk
ismini geri kazanma işlemine zaman bulamadığını belirtmiştir.
Diğer yandan çifte vatandaşların doğuştan sahip oldukları
Türk isimlerini doğallıkla benimsedikleri ve bunu bir gün kendi
iradeleriyle değiştirmeyi düşünmedikleri ortaya çıkmıştır. 60
kişiden sadece 4’ü ismini beğenmediğini belirtmiştir. Bu
kişilerden 1’i ismini, Arapça olması ve günümüzde Türkiye’deki
siyasi gelişmeler paralelinde farklı bir anlamda yorumlanmaya
başlanmasından dolayı (artık) beğenmemektedir.
Anket
sonuçlarından
hareketle
çifte
vatandaşlar
bağlamında saptayabildiğimiz bir başka algı kırılması, tüm
katılımcılar (60 kişi) arasından 19 kişinin, (Avrupa’da) iş
bulmak uğruna Bulgar ismini yeniden resmileştirmeyi “olağan”,
“hayatın getirdiği bir çare arayışı” olarak görmeye başlamış
olmalarıdır.
Buna ilaveten genel sonuca bakıldığında çifte vatandaşlar,
1970’lerden itibaren Bulgaristan’da kendilerine yönelik
uygulanan kültür asimilasyonu politikalarının nispeten
başarıya ulaştığını düşünmekle birlikte, milli duygularının zayıf
olduğu ifadesine katılmamaktadır. Yani çifte vatandaşlar
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 585
bağlamında isim ile milli duygu/aidiyet, milli kültür arasında
doğrudan bir ilginin aranmasını bir kez daha engelleyen bir
sonuçla karşı karşıyayız.
Bulgaristan Türkleri, özelde çifte vatandaşlar kapsamında
milli ve kültürel kimlik konusunda birey-hükümet düzeyinde
25 yıllık baskı-direnç-uyum sağlama döngüsündeki son
gelişme; bireylerin, “istenmeyen” durumlardan korunmak üzere
kendi “gerçek” ve “sanal” dünyalarını yaratıp bu dünyalarında
ikileme düşmeden ve Bulgar kimliğini gerçek anlamda tercih
etmeden yaşamayı başladığı ortaya çıkmaktadır.
İki ülkede iki farklı Türk soyadı taşımamak amacıyla
bunları aynı kılma eğilimine nazaran, iki ülkede iki farklı
milliyeti işaret eden iki ayrı ismi yadırgamamak, çifte
vatandaşlar bağlamında yeni, fakat artık “hayatın parçası”na
dönüşmüş olan bir psikolojidir. Bu noktada Bulgaristan’da
Türk ismini neden geri kazanmadıkları sorusu yöneltildiğinde
bazı çifte vatandaşlar halen tedirgin/gergin olurken, 1985-1989
dönemi ve sonrasını bizzat yaşamayan ve özellikle “Avrupa
vatandaşı” olmaktan mutluluk duyan bazı genç çifte
vatandaşlar için “çift kimlik” bir çeşit “ayrıcalık”tır.
Kaynakça
“Alkışlanacak özür”, Hürriyet gazetesi, 7 Kasım 1998.
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-46457,
[12.03.2010].
“Banditi stavat svetci s novi imena”, Standart, 0.09.2005,
http://paper.standartnews.com/bg/article.php?d=200509-09&article=18133, [04.09.2010].
Demirtaş Coşkun, Birgül, Bulgaristan’la Yeni Dönem, Ankara
2001.
Dick Bissonnette, Linda E., “Indian Names and Naming
Practices in the Sierra Nevada Foothills”, Journal of
California and Great Basin Anthropology, 21/1, 1999, s. 616, http://escholarship.org/uc/item/5t63g845
586 Hacıoğlu
Hacıoğlu, Sevim, “Bulgaristan Türklerinin Sosyo-Kültürel
Değişimi (1944-1989)”, İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi, 2002.
Ireček, Konstantin, Istoriya na Bălgarite, Sofya 1999.
Kushner, Julia Shear, “The Right to Control One’s Name”, 57
UCLA
Law
Review,
313
(2009),
s.
313-364,
http://uclalawreview.org/pdf/57-1-7.pdf [30.07.2010]
Les cultures des Juifs, Une Nouvelle Histoire, Ed. David Biale,
Paris
2005,
http://www.lektiecriture.com/contrefeux/Pour-une-histoire-culturelledes.html, [22.02.2010].
Lütem, Ömer E., Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989, Cilt I, Ankara
2000.
Maeva, Mila Mileva, Bălgarskite Turtsi-Preselnitsi v Republika
Turtsiya
(Kultura
i
Identičnost),
Sofya
2006,
http://www.imirbg.org/imir/books/balgarskite%20turci%20preselnici1.pdf
[10.06.2010].
Miller, Nathan, “Some Aspects of the Name in Culture-History”,
American Journal of Sociology, 32/4 (January 1927), s. 585600.
Questions des lectures et résponses, page 6, par le Rav
Yehoshua
Rahamim
Dufour,
http://www.modia.org,
http://www.modia.org/infos/infos/questions-liste6.html,
[22.02.2010].
Recorvits, Helen, My name is Yoon, Pictured by Gabi
Swiatkowska, 2003.
Sazdov, Dimitar / Radoslav Popov / Lyudmil Spasov, Istoriya
na Bălgariya (681-1944), Cilt II, Retsenzent: Andrey Pantev,
Sofya 2003.
Şimşir, Bilâl N., Bulgaristan Türkleri, Ankara 1986.
“Zakon za Graždanskata Registratsiya” [(Bulgar) Nüfus Kaydı
Kanunu];
http://www.mrrb.government.bg/index.php?lang=
bg&do=law&type=5&id=5.
Çifte Vatandaşların İsim Tercihleri 587
Ek-1: İsim iadesine dair Belediye kararı örneği.
588 Hacıoğlu
Ek-1’in çevirisi:
Varna Belediyesi
Karar
No: 694
Varna, 24.11.2003.
İlgi: 27.11.2003* tarihli ve S-22 sayılı beyanname.
Talepte bulunan şahıs: SEVDA RANGELOVA SOLAKOVA
Bulgaristan vatandaşlık no: ….. Doğum yeri: …..
İkamet adresi: …..
Talebin ilişkin olduğu husus: (Bulgar) Nüfus Kaydı
Kanununun 19-a maddesi uyarınca isim geri kazanma
işlemini
yaptırmak.
Beyannamedeki
verilerin
ayrıntılı
incelemesinden sonra, isim geri kazandırma işleminin aşağıda
gösterilen doğrultuda yapılmasına müsaade ediyorum:
Sevda Rangelova Solakova (isminin)
Sevim Rahmi Hikmet (şeklinde geri kazanılmasına).
Gerekçe: (Bulgar) Nüfus Kaydı Kanununun 19-a
maddesiyle kapsanan kişilerden olması sebebiyle talep sahibi
şahsın, ismini idari yoldan geri kazanma hakkı söz konusudur.
Şahsın sunduğu beyanname, Bölgesel Kalkınma ve Bayındırlık
Bakanının belirlediği, ilgili kanunun 19-a maddesini Uygulama
Yönergesi koşul ve düzenlemelerine uygun bulunmuştur.
Bu karar dört nüsha: şahsın kendisi için, beyannameye,
doğum kütüğüne ve evlilik kütüğüne eklenecek birer nüsha
olarak düzenlenmiştir.
Varna Belediyesi Başkanı:
(imza, mühür)
Kiril Yordanov
17.07.2001 tarihli 1515 sayılı
emirname uyarınca
Sol alt köşede, el yazısıyla: Şahıs vekilinin 05.03.2004 tarihli
“(Bu kararın) Temyizini talep etmeyeceğim” beyanı ve imzası.
Tarihte bir hata söz konusudur. Zira Beyanname tarihi (27.11.2003), Karar
tarihinden (24.11.2003) sonraya tekabül edemez.
*
DEĞERLENDİRME
1989 GÖÇÜ NASIL KONUMLANDIRILABİLİR VE
SİSTEMATİK MİDİR?
Mustafa TÜRKEŞ
Giriş
Bulgaristan’da yaşama tutunmaya çalışan Türklerin maruz
bırakıldıkları göçün 20. yılı münasebetiyle düzenlenen bu
sempozyumda sunulan tebliğlerin içerikleri kadar sunum yapan
kişilerin kimlikleri bakımından da oldukça ilginçtir. Tebliğ
sunanların önemli bir kısmının çocukluk veya ilk gençlik
yıllarında bu zorunlu göçe doğrudan veya dolaylı, bir
aşamasında bu süreç içinden geçen ve yaşamlarının ileriki
yıllarında doktora yapıp konuyu akademik yetkinlikle irdeleyen
kişilerden oluşması oldukça dikkat çekicidir. Dinleyicilerin
büyük çoğunluğunun da bu sürecin içinden gelenlerden
olduğu, soruları, katkıları ve duydukları öfke, umut ve yaşama
tutunma kaygılarından anlaşılmaktadır.
89 Göçünü tetikleyen isim değiştirme politikasının
uygulanmaya başladığı 1984/5 yılından, krizin doruğa ulaştığı
1989 yılına kadar geçen süreçte olayları adım adım izleyen,
diplomatik çıkışlarla sorunların daha büyük çaplı çatışmalara
dönüşmesini önlemeye gayret eden dönemin politika yapımı
sürecinde yer almış kişilerin bulunması da konferansın içeriğini
zenginleştirmiştir.
Konferansa katılanlar arasında isim değiştirme politikasına
direnişle cevap veren 20 yıl öncesinin aktivistlerinin de şimdi
konuyu sükûnetle akademik bağlamda irdelemeye gayret
etmeleri konferansa ayrı bir derinlik kazandırmıştır.
Bu sempozyum, salt zorunlu göçe maruz kalanların
katılımıyla gerçekleşen bir konferans değildir: Göç üzerine
çalışan, tarihsel sosyolojik bakış açılarından hareket eden,
konunun sosyo-psikolojik yönlerini irdeleyen, konuyu cinsiyet
592 Türkeş
açısından ele alan akademisyenlerin bulunması ve göçe maruz
kalanların
Türkiye’de
karşılaştıkları
sorunlara
yönelik
incelemelere de yer verilmiş olması, 89 Göçünün artık
akademik bir konu haline dönüştüğünü göstermektedir. Bu
sempozyum, bu dönüşümü göstermesi bakımından ilklerdendir.
Bu tanıtıcı girişten sonra, bu makalenin araştırma
sorunsalı üzerine odaklanmaya başlayabiliriz. Bu çalışmada iki
soruya cevap aranacaktır. Öncelikle 1989 yılında yaşanan
göçün nasıl konumlandırılabileceği üzerine bir deneme
yapılacaktır. İkinci olarak da bu göçün sistematik bir
politikanın ürünü olup olmadığı tartışılacaktır.
1989 Göçü Nasıl Konumlandırılabilir?
14. yüzyıl öncesinde Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara
doğru yönelen Türk boyları Balkanlara yönelik ilk göç
dalgalarını oluşturmuş, 14.yüzyıldan 16. yüzyıla kadar ise
Osmanlı devletinin izlediği iskân politikası ve başka nedenler
sonucu Anadolu’dan Balkanlara Türk göçleri gerçekleşmiştir.
19. yüzyılda ise Osmanlı devletinin güç kaybetmesine bağlı
göçün yönü değişmiş ve bu kez Balkanlar’dan Anadolu’ya doğru
göç dalgaları ortaya çıkmıştır.1 20. yüzyılda Bulgaristan’dan
Türkiye’ye doğru yaşanan göç dalgalarına bakıldığında
bazılarının savaş koşulları altında zorunlu, bazılarının ise iki
devlet arasında varılan anlaşmalara dayanarak gerçekleştiğini
görmek mümkündür. 1989 Göçü bir antlaşmaya dayalı değildir.
Bulgaristan’dan Türkiye’ye yönelik göç dalgaları topluca
incelendiğinde, göç çalışmalarının sunduğu itici-çekici ve
gelişme-kalkınma
eksenli
nedenselliklerin
farklı
göç
döngülerinde
farklı
düzeyde
etkili
olduğunu
görmek
mümkündür. Göç çalışmaları bağlamında Ayhan Kaya’nın bu
Balkanlar’dan Trakya ve Anadolu’ya yönelik göçler için bkz. Nedim İpek,
Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877-1890), Ankara 1994; H. Yıldırım
Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Maküs Talihi, İstanbul
2001; Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri 19121913, Ankara 1995; Cem Behar, Osmanlı İmparatorluğunun ve Türkiye’nin
Nüfusu 1500-1927, Ankara 1996; Türker Acaroğlu, Bulgaristan Türkleri
Üzerine Araştırmalar, 2 Cilt, İstanbul 2007.
1
Değerlendirme 593
konferansta yaptığı vurgu; 89 Göçü sonrasında ve özellikle
günümüzde “yeni bir durumun ortaya çıktığı, göç edenlerin bir
kısmının bugün hem Türkiye hem de Bulgaristan’da yaşadığı ve
bu durumun iki coğrafya arasında üçüncü bir uluslarüstü alan
yarattığı” görüşü göç çalışmaları bakımından ilginçtir. Fakat
konuya tarihsel örneklerden yola çıkarak bakıldığında bunun
yeni olmadığını, yapılan antlaşmalarda göç edenlere iki coğrafya
arasında serbest dolaşım hakkının geçmişte de tanındığını,
fakat Bulgaristan yönetimlerinin bu hakkın kullanılmasında
kısıtlayıcı politikalar izlediğini görmek mümkündür.
Nitekim 1878 Berlin antlaşması çok taraflı uluslararası bir
antlaşmadır. Buna göre, Tuna vilayetine (yeni Bulgaristan
Prensliği) ve Edirne (Berlin antlaşmasını takiben Doğu Rumeli)
vilayetine bağlı bölgelerde yaşayan Türk (Berlin antlaşmasında
Türk olarak tanımlanır) ahalinin mal, mülk, dini ve kültürel
kurumlarının muhafaza edileceği, yönetim ilişiklerinin nasıl
düzenleneceği ve İstanbul ile ilişkilerinin nasıl olacağı
tanımlanmıştır. 1877/78 Osmanlı-Rus savaşı sürecinde savaş
koşullarında zorunlu göçe tabi tutulan Türk azınlık, 1885
yılında Doğu Rumeli Vilayetinin kasabaları tek taraflı olarak
Bulgaristan Prensliğine ilhak edilince de Berlin antlaşmasında
öngörülen Türk azınlık hakları adeta yokmuşçasına Türk ahali
tekrar zorunlu göçe tabi tutulmuştur. 1908’de bağımsızlığını
ilan eden Bulgaristan’ın 1909’da İstanbul Protokolü ile
bağımsızlığının tanınmasına karşılık Müslüman azınlık
antlaşma hükümlerine göre korunma altına alınmış, fakat kısa
süre sonra uygulanan baskı politikaları sonucu Müslüman ve
Türk ahali Trakya ve Anadolu’ya göçe zorlanmışlardır. Balkan
Savaşları (1912-13) sırasında Müslüman ve Türk ahali daha zor
koşullarda zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Bunu takiben, 1913
İstanbul Antlaşması (burada Müslüman ahali olarak geçer) ile
azınlık hakları yeniden tanınmakla birlikte, baskı ve zorunlu
göç devam etmiştir. 1919 Neuilly Antlaşmasından (Türk tarafı
bulunmamasına rağmen azınlıkların hakları bölümü vardır)
1923 yılına kadar Bulgaristan’da yaşanan Stamboliyski
yönetimi döneminde Türk azınlığı nisbi de olsa bir iyileşme
dönemi yaşamıştır. Bu dönemde bir taraftan siyasal azınlık
594 Türkeş
hakları tanınmakla birlikte, öte taraftan gerçekleştirilen toprak
reformu ile Türk-Müslüman ahalinin elinde bulunan topraklar
büyük ölçüde tasfiye edilme sürecine girmiştir. Bu zaman
zarfında göreceli de olsa siyasal bağlamda azınlık hakları
bakımından nisbi bir iyileşmeden söz etmekle birlikte, yasal
boşluğun doğması ve iki bağımsız ulus devletin azınlık hakları
düzenlemelerini yapmak istemeleri nedeniyle 1925 yılında yeni
bir antlaşma yapılarak azınlık ve azınlıkla ilgili hak ve görev
tanımlamaları yeniden düzenlenmemiştir. Lozan ve özellikle
1925 Dostluk Antlaşması ve İkamet Sözleşmesi gereğince
(burada yeniden Türk ve Müslüman ahali olarak geçer)
Bulgaristan’da bulunan Türk azınlığın mal, mülk, eğitim, dini
ve kültürel kurum ve kuruluşlarının nasıl muhafaza edileceği ve
yönetileceği ayrıntılandırılmıştır. 1925 Dostluk Antlaşması ve
eklerinde dikkat çeken nokta iki bağımsız devletin azınlık
hakları meselesini Lozan’ın genel kuralları çerçevesine uygun,
karşılıklılık ilkesine dayandırmasıdır. Ne var ki, Bulgaristan
hükümetleri, özellikle 1934 darbesi [Kimon Georgiev Darbesi]
ile birlikte Türk karşıtlığı ve Bulgarlaştırma stratejisini hayata
geçirmeye başlamıştır. Bütün bu süreçlerde uluslararası
antlaşmaların öngördüğü iki ülke arasında göç edenlerin
serbest dolaşım hakkı Bulgar yönetimleri tarafından yok
sayılmıştır. Bütün bu uluslararası çok taraflı ve/veya iki taraflı
antlaşma maddelerinde açıkça yazıldığı üzere bu konuda bir
devamlılık vardır: göçe müsaade edilmeli, fakat iki tarafın
uzlaşısı ile kararlaştırılmalı, göç edenlerin iki ülke arasında
serbest dolaşımları garanti altına alınmalı, mal, mülk, eğitim ve
dini ve kültürel kurumları muhafaza edilmeli, bunların
gerektiğinde üçüncü şahıslar tarafından işletilmesine müsaade
eden yasal düzenlemeler yapılmalı ve zorlamaya maruz
bırakılmamaları gibi hususlar esas alınmıştır. Buna rağmen,
Bulgar
yönetimlerinin
uluslararası
antlaşmaların
imzalanmasını müteakip birkaç yıl zarfında bu esaslara dikkat
ettiklerini, fakat daha sonra hızla bu esasları aşındırmaya, yok
saymaya yönelik iç hukuk düzenlemeleri yaptıklarını tespit
etmek mümkündür.
Değerlendirme 595
1923-1951 arasındaki göçler, göreceli de olsa gönüllülük
esasına dayanan göçlerdir. Bu dönemde Türk hükümetleri
gönüllü göçü kabullenmiş, fakat tedrici olmasına özen
göstermeye
çalışmışlardır.2
1951-1968
yılları
arasında
Bulgaristan yönetimi Türkiye istikametinde yapılacak bir göçe
izin vermemiştir. 1968 yılında ise parçalanmış aileleri
birleştirmek üzere 1978’e kadar devam eden göçler, ikili
antlaşma gereğince ve tanımlanan hedefe göre, parçalanmış
aileleri birleştirmek üzere yapılmıştır. 1978 yılından sonra ise
herhangi bir ikili göç antlaşması yapılamamıştır.
1989 Göçü ise gönüllülük esasına dayanmamakta ve
bununla ilgili herhangi bir antlaşma bulunmamaktadır. Ayrıca
zor kullanılarak yapılmıştır. 1989 Göçü, ilk dönemde (18771919) gerçekleşen göçe zor kullanımı bakımından benzemekle
birlikte savaş koşulları bakımından ayrışmaktadır. 1968-78
arası dönemde gerçekleşen göçten ise antlaşma olmadığı için
farklılaşmaktadır. Bütün bunlar göz önüne alındığında 1989
Göçünün diğer göçlerden farklı konumlandırılması gereği ortaya
çıkmaktadır. Bu durumda 89 Göçünü uluslararası antlaşmaları
açıktan ihlal eden Zorunlu Göç olarak konumlandırmak
gerekmektedir.
1989
müdür?
Zorunlu
Göçü
Sistematik
Politikanın
Ürünü
Artık, bu makalenin ikinci sorusuna geçebiliriz: 89 Zorunlu
Göçü sistematik politikanın ürünü müdür? Bu soruya yanıt
bulmak için öncelikle Bulgaristan yönetimlerinin azınlıklara
karşı izlediği politikalar ile göç arasındaki ilişkiyi irdelemek ve
Bulgaristan yönetimlerinin izlediği politikalardaki devamlılığı
incelemek gerekmektedir.
Kuşku yoktur ki, Bulgaristan yönetimleri, 1878’den itibaren
düzenli olarak Türk ve Müslüman ahaliyi Bulgaristan’dan
uzaklaştırmak için ısrarla dışlayıcı ve zorlayıcı politikaları
uluslararası konjonktürün verdiği ilk fırsatta hayata
2
Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri, Ankara 1986, s. 378.
596 Türkeş
geçirmişlerdir. Bu politikanın gerisinde yatan siyasi dürtünün
ulus-devlet inşasından kaynaklandığı ileri sürülebilir. Ulusdevlet inşası sürecinin homojenleşmeyi öngörmesinden
hareketle bunun kısmen açıklayıcı olduğu düşünülebilir. Fakat
resmin bütününü açıklamaktan uzaktır. Çünkü ulus-devlet
inşası süreci ille de etnik temele dayanmak zorunda değildir.
Homojenleşmenin içselleştirici, asimile edici politikalarla da
gerçekleştirildiğini gösteren örnekler mevcuttur. Bulgaristan
yönetimlerinin izlediği politikayı başka örneklerden ayıran
nokta buradadır. Bulgaristan’da azınlıklara karşı dışlayıcı
tutum ve zor kullanımı devamlılık arz etmekte ve sistematik
olarak uygulanmaktadır. Bu konuda, iki istisna dönem, olarak
1919-1923 ve 1944-51 dönemlerini gösterebiliriz. İlki, 1919-23
arasında
hükümette
bulunan
Çiftçi
Partisi
başkanı
Stamboliyski’nin komşularıyla iyi ilişki kurmak için irredentist
politikalardan uzaklaşma girişimine paralel olarak iç politikada
devlet-toplum ilişkisini eşitlikçi halkçılık (egalitarian populism)
temeline dayanarak yeniden tanımlandığı döneme denk düşer.
Eşitlikçi halkçılık ilkesinden hareketle yurttaşlık tanımlaması
yapılır. İktisadi alanda ise kişi başı 34 hektarı geçmeyecek
düzeyde toprak reformu yapılır. Bu bağlamda kırsal alanda
yaşayan Türk ve Müslüman ahalinin rızası alınmış olacaktır.
Fakat bu uzun sürmedi. Stamboliyski 1923 yılında sokak
çatışmasının da yaşandığı zor kullanımı ile iktidardan
düşürülmüştür. Stamboliyski’nin Bulgar devletinde farklı
kanatların savunduğu irredentizme öncelik vermemesi ve
komşu devletlerle ilişkilerini normalleştirme sürecine sokmak
için müzakerelere girmesi, onun iktidardan uzaklaştırılması için
yeterli olmuştur. Stamboliyski’yi deviren ittifak içinde Bulgar
yanlısı Makedon örgütleri, ordunun irredentizmi savunan
kanadı ve Bulgar milliyetçiliğini yaygınlaştıran kilisenin
bulunması tesadüfi değildir.3 Stamboliyski’nin iktidardan
devrilmesi yurttaşlık temeline dayalı ulus-devlet oluşturma
girişimini ortadan kaldırmış, toprak reformu sonucu Türk ve
Müslüman ahalinin elinde bulunan toprak ve dini-kültürel
Joseph Rothschild, East Central Europe between the two World Wars,
Seattle, London 1989, s. 323-355.
3
Değerlendirme 597
varlıkların kısmen tasfiye edildiği fiili bir durum ortaya
çıkmıştır. Bunu takiben ve özellikle 1934’de gerçekleşen ikinci
darbe ile teknokratlardan oluşan faşist bir kabinenin
kurulması, Bulgar olmayanların hepsine yönelik faşizan
uygulamalara sahne olmuştur. Kendilerini Bulgar görmeyen
Makedonlar ve Pomaklar, şiddetli baskılara maruz kalmış, Türk
azınlık ise, bu dönemde Türk hükümetlerinin izlediği gönüllü
göçe tedrici müsaade edilmesi politikasından faydalanarak
Türkiye’ye göç etmeyi tercih etmişlerdir. Bulgaristan
yönetimlerinin izlediği politikalardaki devamlılığı ve bu
politikanın sistematik olduğunu göstermesi bakımından önemli
bir gösterge şudur: Bulgaristan yönetimleri yalnızca Türk ve
Müslüman azınlığa karşı dışlayıcı ve zorlayıcı politikalar
geliştirmemiş, azınlıkların hepsine karşı zor kullanmıştır.
Makedonları ayrı bir ulus olarak tanımayan Bulgar yönetimleri,
Makedonları asimile etmeye çalışmış, pro-Bulgar tutum içinde
bulunan Makedonları asimile etmiş, anti-Bulgar tavır geliştiren
Makedonları ise şiddetli baskı altında tutmuştur. İlginç olan,
Bulgar yönetimleri, Makedonlara karşı izlediği politikalarda elde
ettiği kısmi başarıyı diğer azınlıklar üzerinde de denemeye
çalışmasıdır. İkinci istisna dönemi 1944-1951 arası dönemdir.
II. Dünya Savaşı sırasında pro-Nazi tutum takınan Bulgar
silahlı kuvvetleri ve Bulgaristan yönetimi, savaş sona erince
meşruiyetini kaybetmiş ve iktidarı Sovyetler Birliği’nin açıkça
desteklediği diğerlerine göre daha örgütlü durumda bulunan
Komünist partililere bırakmak durumunda kalmıştır. İktidara
gelen Komünist parti yönetimi, Stamboliyski döneminde olduğu
gibi, devlet-toplum ilişkisini yeniden tanımlamaya çalışmıştır.
Bu yıllarda Türk azınlığa Türkçe eğitim veren okulların
açılması, sisteme entegre etmek için gayret gösterilmesi tesadüfi
değildir. Tito Yugoslavya’sında üretilen halkların kardeşliği
teması, kısmen Bulgaristan’da da işlenmiş ve Türk azınlığın
rızası alınmaya çalışılmıştır. Fakat Stalin-Tito uyuşmazlığı 1948
yılında
Yugoslavya’nın
Cominform’dan
atılmasıyla
sonuçlanınca, Bulgar yönetimleri hızla azınlıklara karşı zor
kullanma yöntemine tekrar dönerek, bu kez büyük bir kitle
oluşturan Türk azınlığın haklarını kısıtlamaya yönelmişlerdir.
598 Türkeş
İşte 1950/51 göçü bu dönüşümün sonucu ortaya çıkmıştır.
1951 yılı sonunda göçün Bulgar yönetimi tarafından adeta
yasaklanmasının ana nedeni, Bulgaristan’da karşılaşılan işgücü
noksanlığı ile ilgilidir. Bundan dolayı 1968 yılına kadar Bulgar
yönetimleri göçe müsaade etmemişlerdir. 1944-51 arası nisbi
iyileşmenin sona ermesiyle birlikte Bulgaristan yönetimlerini
oluşturan Çervenkov ve daha sonra iktidarı uzun süre elinde
tutan Jivkov, azınlıkları bir taraftan asimile etmeye, öte taraftan
asimile edemediklerini baskı altında tutmaya çalışmıştır. 1968
yılında iki devlet arasında varılan anlaşma ile Türk azınlığın
göçüne müsaade edilmesinin ana nedeni, Bulgaristan’da nüfus
dengesinin değişmeye başlamasından ileri gelmektedir.
Parçalanmış ailelerin birleştirilmesi gerekçesi insani bir
gerekçedir, fakat Jivkov yönetiminin, bunu nüfus dengesinin
Bulgarlar aleyhine dönüşmesini önlemek amacıyla yaptığı çok
açıktır. Aksi halde şu durum açıklanamaz: Bulgaristan’da
yaşayan Türklerin istisnasız hepsinin Türkiye’de akrabaları
mevcuttur. Bu durumda göç anlaşmasının sürekliliği olması
beklenirdi. Hâlbuki parçalanmış aileleri birleştirme anlaşması
1978 yılında sona erdirilmiş ve bundan sonra da Bulgaristan
yönetimi Türkiye ile bir anlaşmaya yanaşmamıştır.
1980’li yılların başında Türkiye’de gerçekleşen askeri darbe
ve onun devlet-toplum ilişkisinde takındığı yasakçı tavrı bahane
eden Bulgaristan yönetimi, 1912-1973 yılları arasında çeşitli
tarihlerde defalarca Pomaklar, 1982’de Müslüman Çingeneler
üzerinde denediği zorla Bulgar ismi verme politikasını, 1984/85
yılında bu kez çok büyük bir kitle üzerinde denemeye kalkışmış
ve buna karşı çıkışın dalga dalga kitleselleşmesi üzerine önce
bu geniş kitlenin siyasi önderlerini yurtiçi ve daha sonra
yurtdışı
sürgüne
göndermiş,
bu
direnişin
önüne
geçemeyeceğinin anlaşılması üzerine başarısızlığı kabullenmek
yerine, direniş gösteren yaklaşık 350 000 kişiyi 1989 yılında tek
taraflı kararla Türkiye’ye göndermeye karar vermiştir. Türk
hükümetinin ısrarlı göç anlaşması teklifini geri çevirmesinin
Bulgaristan yönetiminin fırsatçı öngörüsünden kaynaklandığını
ileri sürmek mümkündür. Doğu Bloku içindeki tartışmaları
yakından takip eden Bulgaristan yönetimi, Gorbaçov’un iktidarı
Değerlendirme 599
ele geçirmesiyle birlikte Doğu Avrupa devletlerinde bulunan
Komünist parti yönetimlerine verdiği ilişkilerin yeniden
yapılandırılacağı
(böylece
Sovyetlerin mali
yardımlarda
bulunmayacağı) ve artık Sovyet Tank faktörünün (Sovyetler
Birliği’nin onların iç işlerine askeri yöntemlerle müdahale
etmeyeceği) işletilmeyeceği mesajlarını Bulgaristan yönetimi
kendilerinden kaynaklanan endişe-güvensizlikle birleştirerek,
1984/5’te uygulamaya koyduğu zorla isim değiştirme
politikasını zorunlu göçe dönüştürmeye karar verdiği
anlaşılmaktadır. Burada da görüldüğü üzere, Bulgaristan
yönetimleri uluslararası konjonktürün değişmeye başladığını
algıladığı noktada, asimilasyon politikasının çalışmadığı
durumlarda hızla zor kullanma ve göç ettirme politikasına
sarıldığını tespit etmek mümkündür.
İsim değiştirme ve zorunlu göçe tabi tutma kararlarını
kimin aldığı sorusunun cevabı “açık sır”dır (open secret).
Bulgaristan’da iktidara gelen partilerin büyük çoğunluğu
bunun sorumluluğunun Jivkov’un kendisinde olduğunu, BKP
(Bulgaristan Komünist Partisi)’nin “beceriksiz ve aptal”
politikasının ürünü olduğunu kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
Bu noktadan hareketle Ivan Kostov da Türklerden nisbi olarak
ileri bir tarihte özür dilemiştir.
Fakat altı çizilmelidir ki, Bulgaristan’da bulunan elitin
küçük bir kesimi de olsa bunun “açık sır” olduğunu
belirtmektedir.4 Nitekim Kasım 1989’da parti içi sivil darbe
yapılarak Jivkov’un yerine Petır Mladenov’un genel sekreter ve
devlet başkanı atanması, suçun Jivkov’a yüklenerek bu işten
sıyrılıp çıkma arayışının ifadesidir. Öte yandan, Mladenov’un 14
Aralık 1989 sokak gösterisine karşı tank kullanılması emri
verdiğinin video kaydının yayınlanması üzerine 6 Temmuz
1990’da istifa5 etmek zorunda kalışı, bu politikanın Jivkov ile
Petăr Krăstev, "Večni Podopečni”, Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata.
Bălgarskite Turtsi v Turtsiya, Der. Antonina Želyazkova, Sofya 1998, s. 140181 (“Understated, Overexposed”, Between Adaptation and Nostalgia, The
Bulgarian Turks in Turkey, Ed. Antonina Zhelyazkova, Sofya 1998).
5 Joseph Rothschild, Return to Diversity, New York, Oxford 1993, s. 256.
4
600 Türkeş
sınırlı kalmadığına işaret etmektedir. 1984/85 yılından 1990
yılına kadar geçen sürede yönetimin hiyerarşik yapısı içinde
yukarıdan aşağıya doğru içinde yer alan herkes bu politikaya
çeşitli düzeylerde katkı sağlamıştır. Mladenov da bu hiyerarşi
içinde yer almış ve hatta göstericilere karşı güç kullanımı
emrini vermiştir. Asayişten sorumlu bürokrasi, ordu, yargı ve
ideoloji üretiminde yer alan elit de bu sürece katkı sağlamıştır.
Zaten 2 Ağustos 1990’da Jelyu Jelev’in Cumhurbaşkanı
seçilmesine kadar geçen zamanda devlet-toplum ilişkilerinde
tedirginlik ve güvensizlik devam etmiştir. Bundan sonra devam
eden göçler ise, Bulgaristan’ın içinde bulunduğu ekonomik
zorluk ve işsizlik sorunundan kaynaklanmıştır. Çünkü geçiş
süreci öncelikle azınlıkları olumsuz etkilemiş ve Türkiye’nin
nispeten iyi durumda oluşu Türkiye’ye göçü çekici hale
getirmiştir.
1984/85 yılından itibaren Bulgaristan yönetiminin BM’nin
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde tanımlanan temel hakları
açıktan ve zor kullanarak ihlal etmesi, sıradan insanların
isimlerini zorla Bulgar ismine değiştirmeye zorlanması, isim
değiştirmeye karşı çıkanların yurtiçi ve yurtdışı sürgüne
gönderilmesi ve isim değiştirme politikasının başarısız olduğu
anlaşılınca da büyük bir insan kitlesini zorla Türkiye’ye göç
ettirmesi, açıkça BM’in şart ve sözleşmelerine aykırıdır.
Unutulmamalıdır ki, Bulgaristan ek protokollerini 1990’lı
yıllarda imzalasa da BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni
BM’ye üye olurken kabul etmişti. Bu nedenle, Bulgaristan
yönetiminin izlediği isim değiştirme ve zorunlu göçe tabi tutma
politikası temel hak ve özgürlüklerin ihlalidir ve uluslararası
hukuk açısından ayrıntılı ele alınıp işlenen suçun hangi
kategoride ele alınması gerektiği üzerine çalışılmalıdır.
89 Zorunlu Göçünü takip eden ve özellikle 1990’lı yılların
başında devam eden göçler büyük ölçüde kalkınma-gelişme
eksenli, büyük ölçüde Bulgaristan’da geçiş dönemine denk
düşen yıllarda ortaya çıkan işsizlik, yaşam koşullarının
kötüleşmesi ve Türkiye’nin daha cazip-çekici-olması ve bunlara
paralel akraba ilişkilerinin önemli olduğu bilinen gerçektir.
Değerlendirme 601
Akraba ilişkisi daha önceki göç anlaşmalarında da etkili bir
faktördür. Nitekim daha önce de belirtildiği gibi, 1968 göç
anlaşması parçalanmış aileleri birleştirmek adına yapılmıştır.
Unutulmamalıdır ki, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin
Türkiye’de mutlaka bir akrabası mevcuttur. Bulgaristan’da
yaşayan Türk azınlık için Türkiye aynı zamanda bir yurttur. Bu
aynı zamanda aidiyet meselesidir.
Göç araştırmaları literatüründe dile getirilen uluslararası
alan, bu bakımdan yeni olmamakla birlikte 89 öncesi göçlerin
gösterdiği durum gelecekte de benzer durumun yeniden
üretilmesi kuşkusunu ortadan kaldırmamaktadır. Bu nedenle,
iki ülkede de yaşayabilen çifte vatandaşlık hakkı elde eden
kişilerin bu uluslararası alanı kullanabilir kılınması, bu
durumun sürdürülebilir hale getirilmesi Bulgar yönetimlerinin
izleyeceği politikalara ve Türk hükümetlerinin gösterecekleri
yaklaşımlara bağlıdır. Bulgaristan yönetimlerinin tutumu, adı
geçen uluslararası alanın devam edip etmeyeceğini doğrudan
etkileyecektir. Bu noktada devreye başka bir faktör daha
girmiştir. Avrupa Birliği’nin takınacağı tutum oldukça
önemlidir. Çifte vatandaşlık fikrine sıcak bakmayan Almanya ve
Fransa yönetimlerinin atacağı yanlış bir adım veya Bulgaristan
yönetimlerine verecekleri yanlış bir mesaj, Bulgar yönetimlerini
bu hakkın kısıtlanması doğrultusunda teşvik edebilir. Bu
faktörler bütünlük içinde ele alındığında adı geçen uluslararası
alanın
sürdürülebilir
olduğunu
varsaymak
kolay
gözükmemektedir. Göç döngülerinin sona ermesini temenni
etmekle birlikte, kriz sarmallarının sona erdiğini ileri sürmek
mümkün değildir.
Sonuç olarak, yukarıda sorduğum iki ana soruya net cevap
vermek gerekirse; 1989 Göçü Zorunlu Göç’tür. Bulgaristan
yönetimlerinin azınlıklara karşı izlediği baskıcı, dışlayıcı ve göçe
zorlayıcı politikaların devamlılık sunduğunu ve sistematik
olduğunu belirtmek mümkündür.
602 Türkeş
Kaynakça
Acaroğlu, Türker, Bulgaristan Türkleri Üzerine Araştırmalar, 2
Cilt, İstanbul 2007.
Ağanoğlu, H. Yıldırım, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın
Maküs Talihi, İstanbul 2001.
Behar, Cem, Osmanlı İmparatorluğunun ve Türkiye’nin Nüfusu
1500-1927, Ankara 1996.
Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata. Bălgarskite Turtsi v
Turtsiya [Between Adaptation and Nostalgia, The Bulgarian
Turks in Turkey], Ed. Antonina Zhelyazkova, Sofya 1998.
Halaçoğlu, Ahmet, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk
Göçleri 1912-1913, Ankara 1995.
Rothschild, Joseph, East Central Europe between the two World
Wars, Seattle, London 1989.
Rothschild, Joseph, Return to Diversity, New York, Oxford 1993.
Şimşir, Bilal N., Bulgaristan Türkleri, Ankara 1986.
BİBLİYOGRAFYA
“185.000 Izselnitsi v Turtsia Otpadat za Evrovota” [Türkiye’de
185.000 göçmen AB oylamasının Dışında], Sega, 6 April
2007. www.segabg.com.
Abadan-Unat, Nermin, Bitmeyen Göç: Konuk İşçilikten UlusÖtesi Yurttaşlığa, İstanbul 2002.
Acaroğlu, Türker, Bulgaristan Türkleri Üzerine Araştırmalar, 2
Cilt, İstanbul 2007.
Ağanoğlu, H. Yıldırım, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın
Makûs Talihi Göç, İstanbul 2001.
Aleksandrieva, Lilyana, Nyakoga v 89-ta. Intervyuta i Reportaži
ot Arhiva na Žurnalistkata ot Radio “Svobodna Evropa
Rumyana Uzunova [Geçmişte, 89’da. Hür Avrupa Radyosu
Gazetecisi Rumyana Uzunova’nin Arşivinden Konuşma ve
Röportajlar] Sofya 2007.
Aleksiev, Božidar, “Rodopskoto Naselenie v Bălgarskata
Humanitaristika” [Bulgar İnsani Bilimlerinde Rodop
Nüfusu], Myusyulmanskite Obštnosti na Balkanite i v
Bălgariya. Istoričeski Eskizi [Bulgaristan ve Balkanlarda
Müslüman Toplulukları. Tarih Notları], der. A. Želyazkova,
Sofya 1997, s. 57-112.
“Alkışlanacak özür”, Hürriyet gazetesi, 7 Kasım 1998.
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-46457,
[12.03.2010].
Alp, İlker, Belge ve Fotoğraflarla Bulgar Mezalimi (1878-1989),
Ankara 1990.
Alp, İlker, Bulgarian Atrocities. Documents and Photographs,
London 1988.
Alp, İlker, Pomak Türkleri (Kumanlar-Kıpçaklar), Edirne 2008.
Anagnostou, Dia, "Nationalist legacies and European
trajectories: post-communist liberalization and Turkish
minority politics in Bulgaria", Southeast European and
Black Sea Studies, 5 (1) 2005, s. 89-111.
Ananieva, Nora, "The role of self-government for the
consolidation of the Bulgarian ethnic model", National
604 Bibliyografya
Minorities in South-east Europe: Legal and Social Status at
the Local Level, Zagreb 2002, s. 57-70.
Anderson, Benedict, Imagined Communities: Reflections on the
Origin and Spread of Nationalism, London 1991.
Anderson, John, "The treatment of religious minorities in
South-Eastern Europe: Greece and Bulgaria compared",
Religion, State and Society, 30 (1) 2002, s. 9-31.
Andreyčin, Lyubomir, Iz Istoriyata na Našeto Ezikovo Stroitelstvo
[Dilimizin Teşekkül Tarihine Bakış], Sofya 1986.
Angelov, Veselin, Sekretno! Protestnite akcii na Turtsite v
Bălgariya. Yanuari-May 1989 [Gizli! Bulgaristan’daki
Türklerin Protestoları. Ocak-Mayıs 1989], Sofya 2009.
Angelov, Veselin, Strogo Poveritelno! Asimilatorskata Kampaniya
Sreštu Turskoto Natsionalno Maltsinstvo v Bălgariya (19841989) [Çok Gizli! Bulgaristan’daki Türk Milli Azınlığa Karşı
Asimilasyon Siyaseti. (1984-1989)], Sofya 2008.
Appadurai, Arjun, “Disjuncture and difference in the global
cultural
economy,”
Global
Culture:
Nationalism,
Globalisation and Modernity, Der. M. Featherstone, London
1990, s. 295-310.
Aretxaga, B., "A Fictional Reality: Paramilitary Death Squads
and the Construction of State Terror in Spain", Death
Squad: The Anthropology of State Terror, Ed. J. A. Sluka,
Philadelphia 2000, s. 46-69.
Asenov, Bončo, Văzroditelniyat Protses i Dăržavna Sigurnost
[Soya Dönüş Süreci ve Devlet Güvenliği], Sofya 1996.
Avcı, Gamze / Kemal Kirişçi, “Turkey’s Immigration and
Emigration Dilemmas at the Gate of the European Union”,
Migration and Development: Perspectives from the South,
Der. S. Castles / R. Delgado Wise, Geneva 2008, s. 203252.
“Ayın Tarihi”, T.C. Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon
Genel
Müdürlüğü,
http://www.byegm.gov.tr/ayintarihi.aspx
Aziz Bey, Demokratičnata Liga na Turtsite v Bălgariya (Noemvri
1988 - May 1989) [Bulgaristan Türklerinin Demokratik Ligi
(Kasım 1988-Mayıs 1989)], Sofya 2004.
Bibliyografya 605
Baeva, Iskra / Evgeniya Kalinova, “Văzroditelniyat protses”.
Bălgarskata dăržava i bălgarskite Turtsi (sredata na 30-te –
načaloto na 90-te godini na XX vek), Tom I, [“Yeniden Doğuş
Süreci”. Bulgar Devleti ve Bulgaristan Türkleri (XX. Yüzyılın
30’lu Yılları Ortası ve 90’lı Yılların Başı], cilt I, Sofya 2009.
Bakalova, Maria, “The Bulgarian Turkish Name Conflict and
Democratic Transition”, Innovation, 19 (3/4), 2006, s. 233246.
Baleva, Martina / Ulf Brunnbauer (Der.), Batak kato Myasto na
Pametta. Izložba / Batak ein bulgarischer Erinnerungsort.
Ausstellung, Sofia 2007.
“Banditi stavat svetci s novi imena” [Gangsterler yeni isimler
alarak azizlere dönüşmektedir], Standart, 0.09.2005,
http://paper.standartnews.com/bg/article.php?d=200509-09&article=18133, [04.09.2010].
Barth, Fredrik, “Enduring and emerging issues in the analysis
of ethnicity”, The Anthropology of Ethnicity: Beyond ‘Ethnic
Groups and Boundaries’, Der. H. Vermeulen / C. Govers,
Amsterdam 1994, s. 11-32.
Barth, Fredrik, Ethnic Groups and Boundaries: The Social
Organisation of Cultural Difference, London 1969 (Türkçe
çevirisi, Ayhan Kaya / Seda Gürkan, Etnik Gruplar ve
Sınırları, İstanbul 2003).
Basch, Linda et al., Nations Unbound: Transnational Projects,
Postcolonial Predicaments and Deterritorialized NationStates, Langhorne, PA 1994.
Batak kato Myasto na Pametta [Belleğin Mekanı Olarak Batak],
Der. Martina Baleva / Ulf Brunbauer, Sofya (t.y., önsöz 2007).
Bates, D. G., “What's in a Name? Minorities, Identity, and
Politics in Bulgaria”, Identities, 1 (2-3), (1994), s. 201-225.
Bauböck, Rainer, “Stackeholder Citizenship and Transnational
Political Participation: A Normative Evaluation of External
Voting”, Fordham Law Review, 75, 2006, s. 2393-2447.
Behar, Cem, Osmanlı İmparatorluğunun ve Türkiye’nin Nüfusu
1500-1927, Ankara 1996.
606 Bibliyografya
Bell, John D., "The 'Revival Process': the Turkish and Pomak
Minorities in Bulgarian Politics", Ethnicity and Nationalism
in East Central Europe and the Balkans, Eds. Thanasis D.
Sfikas / Christopher Willimans, Aldershot 1999, s. 237268.
Berry, John W, “Psychology of Acculturation. Understanding
Individuals Moving between Cultures”, Applied CrossCultural Psychology, Der. Richard W. Brislin, Newbury Park
1990, s. 232-253.
Bhabha, Homi K., “The Third Space. Interview with Homi
Bhabha”, Identity, Community, Culture and Difference, Der.
J. Rutherford, London 1990, s. 207-221.
BHC (Bulgarian Helsinki Committee), The Human Rights of
Muslims in Bulgaria in Law and Politics since 1878, Sofya
2003.
Bıyıklıoğlu, Tevfik, Trakya’da Milli Mücadele, c. I, Ankara 1988.
Bikov, Toma, Dosieto na Dogan [Doğan’ın Dosyası], Sofya 2009.
Blagoeva, Evgenia Krăsteva, “Za Imenata i Preimenuvaniyata na
Bălgarite Myusulmani (1912-2000)”, Etnografski Institut s
Muzey pri BAN, Bălgarska Etnologiya, godina 27, Kniga 2,
2001, s. 126-148.
Bočkov, Plamen, “Rodinata v Diskursa na Sravnenieto”
[Karşılaştırma Söyleminde Yurt], Antropologični izsledvaniya
[Antropolojik Araştırmalar], 3. cilt, Sofya 2002, s. 57-76.
Bohnsack, Ralf et al., Qualitative Analysis and Documentary
Method in International Educational Research, Leverkusen
2010.
Bohnsack, Ralf, Rekonstruktive Sozialforschung. Einführung in
Methodologie und Praxis qualitativer Forschung, Stuttgart
1991.
Bojkov, Victor D., "Bulgaria's Turks in the 1980s: A Minority
Endangered", Journal of Genocide Research, 6 (3), 2004, s.
343-369.
Bosakov, Veselin, “Bălgarskite Turtsi meždu Kulturata na
Săsedstvo i Religiozna Identičnost” [“Komşuluk Kültürü ile
Dinsel Kimlik Arasında Bulgar Türkleri], Săsedstvo na
Religioznite Obštnosti v Bălgariya [Bulgaristan’da Dinsel
Bibliyografya 607
Toplulukların Komşuluğu], Ed. Georgi Fotev, Sofya 2000, s.
71-148.
Bosakov, Vesselin P., "Bulgarian Turks in the Context of
Neighborhood with Other Ethno-religious Communities in
Bulgaria," International Journal of the Sociology of
Language, 179/2006, s. 29-40.
Bosakov, Vesselin P., Bălgarskite Turtsi meždu Kulturata na
Săsedstvo i Religioznata Identičnost [Komşuluk Kültürü ve
Dini Kimlik Arasında Bulgaristan Türkleri], Sofya 2000.
Bourdieu, Pierre, Distinction, Cambridge 1984.
Boyadžiev, Milko, “’Vănšnite’ Pensioneri na Bălgariya”
[Bulgaristanın Yurtdışındaki Emeklileri]. NIE Monthly, No.
2, 2001, Kaynak:
(http://members.tripod.com/~NIE_MONTHLY/nie2_01/pen
sioneri.htm)
Brah, Avtar, Cartographies of Diaspora: Contesting Identities,
London 1996.
Brecher, John et al., Global Visions: Beyond the New World
Order, Boston 1993.
Bringa, Tone, Being Muslim the Bosnian Way & Identity and
Community in a Central Bosnian Village, Princeton 1995.
“Bulgar İftirası Yalan Çıktı”, Hürriyet, 27.04.2007.
Büchsenschütz, Ulrich, Maltsinstvenata Politika v Bălgariya.
Politikata na BKP kăm Evrei, Romi, Pomatsi i Turtsi 19441989 [Bulgaristan’da Azınlık Politikası. BKP’nin Musevi,
Çingene, Pomak ve Türklere Karşı Politikası], Sofya 2000.
Cağlar, Ayşe, “’Tire’li kimlikler: Teori ve Yönteme İlişkin Bazı
Arayışlar”, Toplum ve Bilim, 84 (2000), s. 129-149.
Ciğerci-Ulukan, Nihan, “Göçmenler ve İşgücü Piyasası:
Bursa’da Bulgaristan Göçmenleri Örneği”, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü doktora tezi, 2008.
Cin, Mustafa, “Türk Soylu Yabancıların Türkiye’de Çalışma
Özgürlüğü”, Mevzuat Dergisi, Yıl 8, Sayı 88, Nisan 2005,
http://www.mevzuatdergisi.com/.
Clifford, James, Routes: Travel and Translation in the Late
Twentieth Century, Cambridge 1997.
608 Bibliyografya
Considérations générales, Objectifs de la Convention Cadre,
Approches et concepts fondamentaux, www.coe.int
Crampton, Richard, A Concise History of Bulgaria, Cambridge
2007.
Çetin, Turhan, “The Socio-Economic Outcomes of the Last
Turkish Migration (1989) from Bulgaria to Turkey”, Turkish
Studies, 3 (7) (2008), s. 241-270.
Danış, Didem / Parla, Ayşe, “Nafile Soydaşlık: Irak ve
Bulgaristan Türkleri Örneğinde Göçmen, Dernek ve Devlet”,
Toplum ve Bilim, 114 (2009), s. 131-158.
Dăržaven Vestnik [Resmi Gazete], No. 118, 1950, izmenenie.,
Izv., No. 65, 1952.
Dăržaven Vestnik [Resmi Gazete], No. 70, 26 Mart 1948.
Das, V., “Official Narratives, Rumour, and the Social Production
of Hate”, Social Identities, 4 /1 (1998), s. 109-130.
Dayıoğlu, Ali, “Policies of the Bulgarian Administration towards
the Turkish Minority between 1984 and 1989”, TurkishBulgarian Realtions: Past and Present, Ed. Mustafa Türkeş,
İstanbul 2010, s. 89-114.
Dayıoğlu, Ali, Toplama Kampından Meclis’e Bulgaristan’da Türk
ve Müslüman Azınlığı, İstanbul 2005.
Deleuze, Gilles / Felix Guattari,
A Thousand Plateaus:
Capitalism and Schizophrenia, Translated by B. Massumi,
Minneapolis 1987.
Demirtaş-Coşkun, Birgül, Bulgaristan’la Yeni Dönem: Soğuk
Savaş Sonrası Ankara-Sofya İlişkileri, Ankara 2001.
Devlet-i Aliye-i Osmaniyye’nin 1313 Senesine Mahsus İstatistik-i
Umumisi (İstatistik-i Umûmi İdâresi-Nezaret-i Umûr-ı Ticaret
ve Nafia), İstanbul 1316.
Dick Bissonnette, Linda E. “Indian Names and Naming
Practices in the Sierra Nevada Foothills”, Journal of
California and Great Basin Anthropology, 21/1, 1999, s. 616, http://escholarship.org/uc/item/5t63g845
Dimitras, P. / N. Papanikolatos, “Reflections on Minority Rights
Politics for East Central European Countries”, Can Liberal
Pluralism Be Exported? Western Political Theory and Ethnic
Bibliyografya 609
Relations in Eastern Europe, W. Kymlicka / M. Opalski,
Oxford 2001.
Dimitrov, V., “In Search of a Homogeneous Nation: The
Assimilation of Bulgaria’s Turkish Minority, 1984-1985”,
Journal of Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 1 (4),
(2001), s. 1-22.
Dimitrov, Vesselin, “Learning to Play the Game: Bulgaria’s
Relations with Multilateral Organisations”, Southeast
European Politics, 2 (2000), s. 101-114.
Dimitrova, Donka, “Bălgarskite Turtsi Preselnitsi v Republika
Turtsiya prez 1989 Godina” [1989 yılında Türkiye’ye Göç
Eden Bulgar Türkleri], Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata.
Bălgarskite Turtsi v Turtsiya [Adaptasyon ile Nostalji
Arasında, Türkiye’de Bulgar Türkleri], Sofya 1998, s. 76139.
Doty, R. L., “Immigration and the Politics of Security,” Security
Studies, 8 (2-3), 2000, s. 71-93.
Duijzings, Ger, Religion and the Politics of Identity in Kosovo,
London 2000.
Dyulgerov, Petăr, Razpănati Duši. Moyata Istina za
Văzroditelniya Protses sred Bălgarite Mohamedani [Çarmıha
Gerilmiş
Ruhlar.
Bulgar
Müslümanları
arasında
Yenidendoğuş Süreci Hakkında Benim Gerçeğim], Sofya
1996.
Džoeva, Tania, “Represirat Piesa zaradi ‘Politiçeski Riskove’”,
Tema, sayı 31 (147), Ağustos 2004, s. 9–15.
“ECRI Report on Bulgaria” (forth monitoring cycle), adopted on
20 June 2008, published on 24 February 2009.
Elchinova, Magdalena, “Alien by Default. The Identity of the
Turks of Bulgaria at Home and in Immigration”, Developing
Cultural Identity in the Balkans: Convergence vs. Divergence.
Eds. R. Detrez / P. Plas, Brüksel 2006, s. 87-110.
Elchinova, Magdalena, “Ethnic Discourse and Group
Presentation in Modern Bulgarian Society”, Development
and Society, 30/1, 2000 (2001), s. 51-78.
Elchinova, Magdalena, “Reformulating Identity in Transition:
The Turks of Bulgaria after 1989”, Europe and the Historical
610 Bibliyografya
Legacies of the Balkans, Eds. R. Detrez / B. Segaert,
Brüksel 2008, s. 129-142.
Elchinova, Magdalena, “Spreminjanje identitete: konstrukcija in
sprememba identitete pri borgarskih Turkih”, Borеc, LVI,
(Ljubljana 2004), s. 25-42.
Elčinova,
Magdalena,
“Instrumentalizirane
na
Mita
(‘Văzroditelniyat Protses’ v Bălgariya i Etničniyat Konflikt v
Republika Makedoniya)”, Antropologični Izsledvaniya,
4/2003, s. 9-37.
Elčinova, Magdalena, “Modelirane na Etničniya Obraz v
Situatsiya na Prehod” [Geçiş Durumunda Etnik İmajın
Biçimlendirilmesi], Prehodăt na Bălgariya prez Pogleda na
Sotsialnite Nauki [Sosyal Bilimlerin Bakış Açısından
Bulgaristan’da Geçiş], Der. K. Bayčinska, Sofya 1997, s.
161-174.
Elčinova, Magdalena, “Religiyata: Promyana i Traditsiya (Obrazi
na Religioznoto)” [Din: Değişim ve Gelenek (Dinsel Olanın
İmgeleri)], Bălgarski Folklore, 4 (1999), s. 4-14.
Eldărov, Svetlozar, “Bălgarskata Pravoslavna Tsărkva i Bălgarite
Myusyulmani 1878-1944” [Bulgar Ortodoks Kilisesi ve
Bulgar
Müslümanlar
1878-1944],
Istoriya
na
Myusyulmanskata Kultura po Bălgarskite Zemi [Bulgar
Topraklarında Müslüman Kültürünün Tarihi], Der. Svetlana
Ivanova / Rositsa Gradeva, Sofya 2001, s. 592-666.
Eminov, Ali, “The Turks in Bulgaria: Post-1989 Developments”,
Nationalities Papers, 27 (1), 1999, s. 31-55.
Eminov, Ali, “Turks and Tatars in Bulgaria and the Balkans”,
Nationalities Papers, 28 (1), 2000, s. 129-164.
Eminov, Ali, Turkish and Other Muslim Minorities in Bulgaria,
London 1997.
Erder, Sema / Deniz Yükseker, “New Directions in Migration
Research in Turkey”, Critical Refelctions in Migration
Research: Views from the South and the East adlı
konferansta yayınlanmamış sunuş, Koç Universitesi,
İstanbul 2009.
Bibliyografya 611
Erdinç, Didar, “Bulgaristan’daki Değişim Sürecinde Türk
Azınlığın Ekonomik Durumu”, Türkler, c. XX, Ankara 2002,
s. 394-400.
Erendoruk, Ömer Osman, Istıraphaneden Mektuplar, İstanbul
2007.
Eroğlu,
Hamza,
“Milletlerarası
Hukuk
Açısından
Bulgaristan’daki Türk Azınlığı Sorunu”, Bulgaristan’da Türk
Varlığı I, Bildiriler, 7 Haziran 1985, 1. Baskı 1985, Ankara
1987, s. 15-46 (Aynı derlemenin İngilizcesi: The Turkish
Presence in Bulgaria, Communications, 7 June 1985, Ankara
1986).
Ersoy, Neriman, “Bulgaristan Prensliği’nde Türk Emlaki”,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, 1996.
Esser,
Hartmut,
Aspekte
der
Wanderungssoziologie.
Assimilation und Integration von Wanderern, ethnischen
Gruppen und Minderheiten. Eine handlungstheoretische
Analyse, Darmstadt, Neuwield 1980.
“European Forum for Migration Studies”, Integration and
Integration Policies: IMISCOE Network Feasibility Study,
2006, www.efms.de
“European Foundation for the Improvement of Living and
Working Conditions”, Integration of Migrants: contribution of
local and regional authorities, 2006, www.eurofound.eu.int
Faist, Thomas, “The Border-Crossing Expansion of Spaces:
Common Questions, Concepts and Topics,” Intitute for
Intercultural and International Studies (InIIS), University of
Bremen & Department of Public Administration and
Economics, Middle East Technical University (METU),
Anakara. German-Turkish Summer Institue Working Paper,
No. 1, 2000.
Faist, Thomas, The Volume and Dynamics of International
Migration and Transnational Social Spaces, Oxford 2000
(Türkçesi, Uluslararası Göç ve Ulusaşırı Toplumsal Alanların
Dinamikleri, çev. Zana Gündoğdu / Can Nacar, İstanbul
2003).
612 Bibliyografya
Faist, Thomas, Transstaatliche Räume. Politik, Wirtschaft und
Kultur in und zwischen Deutschland und der Türkei,
Bielefeld 2000.
Featherstone, Mike, Global Culture: Nationalism, Globalization
and Modernity, London 1994.
Feldblum, Miriam, “Managing Membership: New Trends in
Citizenship and Nationality Policy”, From Migrants to
Citizens: Membership in a Changing World, Der. Alexander
Aleinikoff / Douglas Klusmeyer, Washington 2000, s. 475494.
Fernàndez de la Hoz, Paloma, Familienleben, Transnationalität
und Diaspora, Wien 2004.
Fotev, Georgi, “Ot Negativna kăm Pozitivna Polyarizatsiya na
Religioznite Obštnosti” [“Dinsel Toplulukların Olumsuz
Kutuplaşmasından
Olumlu
Kutuplaşmasına
Doğru],
Săsedstvo
na
Relogioznite
Obštnosti
v
Bălgariya
[Bulgaristan’da Dinsel Toplulukların Komşuluğu]. Sofya
2000, s. 11-39.
Fotev, Georgi, Drugiyat Etnos [Öteki Millet], Sofya 1994.
Foucault, M., "The Subject and Power," Michel Foucault: Beyond
Structuralism and Hermeneutics Eds. H. L. Dreyfus / P.
Rabinow, New York ve diğ. 1982, s. 208-226.
Foucault, Michel, “Governmentality” Power: Essential Works of
Foucault 1954-1984, Vol 3, Ed. J. D. Faubion, London
2000, s. 201-222.
Gaille, Marie, “Reshaping National Memory – The Policy of
Bulgarian Government toward the Ethnic Turks in Bulgaria
from 1984 to 1989”, Balkan Forum 4/2 (15), 1996, s. 187253.
Gandev, H., “Pronikvaneto i Ukrepvaneto na Bălgarite văv Vidin
kăm Kraya na XVII i prez XVIII v.”, [XVII. Yüzyılın Sonuna
Doğru ve XVIII. Yüzyılda Bulgarların Vidin’e Girmesi ve
Kuvvetlenmesi/Yerleşmesi], Izvestiya na Etnografskiya
Institut i Muzey, 4 (1961), s. 5-26.
Gandev, H., Zaraždane na Kapitalističeskite Otnošeniya v
čifliškoto Stopanstvo v Severozapadna Bălgariya prez XVIII
vek. Problemi na Bălgarskoto Văzraždane [XVIII. Yüzyılda
Bibliyografya 613
Kuzeybatı Bulgaristan’da Çiftlik Ekonomisinde Kapitalist
İlişkilerin Doğması-Bulgar Rönesansının Problemleri], Sofya
1976.
Gandev, Hr., Bălgarskata Narodnost prez XV-ti Vek [XV.
Yüzyılda Bulgar Milleti], Sofya 1972.
Gavrilov, Lyubomir, “Kăm Novo Izborno Zakonodatelstvo” [Yeni
Seçim Kanununa Doğru], Mediapool, 4 Noemvri 2009.
Georgiev, Veličko / Stayko Trifonov, Pokrăstvaneto na Bălgarite
Mohamedani,
1912-1913.
Dokumenti
[Bulgar
Müslümanlarının
Hıristiyanlaştırılması,
1912-1913.
Belgeler], Sofya 1995.
Georgieva,
Tsvetana,
“Preselničeskata
Motivatsiya
na
Bălgarskite
Turtsi”
[Bulgar
Türklerinin
Göçmenlik
Motivasyonu],
Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata.
Bălgarskite Turtsi v Turtsiya, Der. Antonina Jelyazkova,
Sofya 1998, s. 45-75.
Giddens, Anthony, The Consequences of Modernity, Cambridge
1990.
Glick-Schiller, Nina / Linda Basch / Cristina Szanton Blanc,
“From
Immigrant
to
Transmigrant:
Theorizing
Transnational Migration”, Anthropological Quarterly, 68/1
(1995), s. 48-63.
Glick-Schiller, Nina / Linda Basch / Cristina Szanton Blanc,
“From
Immigrant
to
Transmigrant:
Theorizing
Transnational Migration”, Soziale Welt, Sonderband 12:
Transnationale Migration. Der. Ludger Pries, Baden-Baden
1997, s. 121-140.
Glorius, Birgit, Transnationale Perspektiven. Eine Studie zur
Migration zwischen Polen und Deutschland, Bielefeld 2007.
Goçeva, Paunka, DPS v Syanka i na Svetlina [Gölgede ve
Aydınlıkta HÖH], Sofya 1991.
Goebel, Dorothea / Pries Ludger, “Transnationale Migration
und die Inkorporation von Migranten. Einige konzeptionell
theoretische
Überlegungen
zu
einem
erweiterten
Verständnis gegenwärtiger Inkorporationsprozesse von
Migranten”, Migration − Integration − Minderheiten. Neuere
interdisziplinäre Forschungsergebnisse. Materialien zur
614 Bibliyografya
Bevölkerungswissenschaft, Der. Frank Swiaczny / Sonya
Hang, Wiesbaden 2003, s. 35-48.
Grouev, Ivaylo, “Beyond Essentialism Bulgarian Inclusive
Nationalism – The Case of Turkish Minority”, Doktora Tezi,
University of Ottawa, 2005.
Grozdanova, Elena / Stefan Adreev, “Falšifikat li e Letopisniyat
Razkaz na Pop Metodi Draginov?” [Papaz Metodi
Draginov’un Vekayinamesi Sahte Midir?], Istoričeski
Pregled, 2 (1993), s. 146-157.
Gruev, Mihail / Aleksey Kalyonski, Văzroditelniyat Protses.
Myusyulmanskite Obštnosti i Komunističeskiyat Režim:
Politiki, Reaktsii i Posleditsi [Yeniden Doğuş Süreci:
Müslüman Toplulukları ve Komünist Rejimi: Politikalar,
Reaksiyonlar ve Sonuçları], Sofya 2008.
Guencheva, Rositsa / Petya Kabakchieva / Plamen Kolarski,
Migration Trends in Selected EU Applicant Countries,
Bulgaria: The Social Impact of Seasonal Migration, 1, Vienna
2003.
Haberman, Clyde, “Bulgaria Forces Turkish Exodus of
Thousands”, The New York Times, 22/6/1989, s. 1.
Hacıoğlu, Sevim, “Bulgaristan Türklerinin Sosyo-Kültürel
Değişimi (1944-1989)”, İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi, 2002.
Hacısalihoğlu, Mehmet / Fuat Aksu (eds.), Proceedings of the
International Conference on Minority Issues in the Balkans
and the EU, İstanbul 2007.
Hacısalihoğlu, Mehmet, Doğu Rumeli’de Kayıp Köyler: İslimye
Sancağı’nda 1878’den Günümüze Göçler, İsim Değişiklikleri
ve Harabeler, İstanbul 2008.
Halaçoğlu, Ahmet, “Balkanlar’dan Anadolu’ya Yönelik Göçler”,
Türkler, c. XIII, Ankara 2002, s. 887-895.
Halaçoğlu, Ahmet, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk
Göçleri 1912-1913, Ankara 1995.
Hall, Stuart, “The Local and the Global: Globalization and
Ethnicity”, Culture, Globalization and the World System,
Der. Anthony King, London 1991, s. 19-40.
Bibliyografya 615
Hamdiev, Sabri, Pătyat kăm Svobodniya Svyat [Özgürlüğe Giden
Yol], Plovdiv 2009.
Han, Petrus, Soziologie der Migration, Stuttgart 2005.
Hannerz, Ulf, Transnational Connections, London 1996.
Harvey, David, Spaces of Global Capitalism: Towards a Theory
of Uneven Geographical Development, London 2006.
Hoffmann-Novotny, Hans-Joachim, “Gastarbeiterwanderungen
und soziale Spannungen”, Gastarbeiter. Analysen und
Perspektiven eines sozialen Problems, Der. Helga Reimann /
Horst Reimann, Opladen 1987.
Höpken, Wolfgang, “Aussenpolitische Aspekte der bulgarischen
‘Türken-Politik’”, Südost-Europa, 34. Jahrgang, Heft 9,
1985, s. 477-485.
Höpken, Wolfgang, “Die bulgarisch-türkischen Beziehungen”,
Südost-Europa, 36. Jahrgang, Heft 2-3, 1987, s. 75-95.
Höpken, Wolfgang, “Im Schatten der nationalen Frage: Die
bulgarisch-türkischen Beziehungen (II)”, Südost-Europa, 36.
Jahrgang, Heft 4, 1987, s. 178-194.
Höpken, Wolfgang, Die ungeliebte Minderheit. Die Tűrken
Bulgariens, 1878-1993, Münih 1994.
Höpken, Wolfgang, “From Religious Identity to Ethnic
Mobilisation: The Turks of Bulgaria before, under and since
Communism”, Muslim Identity and the Balkan State, eds. H.
Poulton / S. Taji-Farouki, London 1997, s. 54-81.
Hughes, James / Gwendolyn Sasse, “Monitoring the Monitors:
EU Enlargement Conditionality and Minority Protection in
the CEECs”, Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 4
(2002), s. 1-37, www.ecmi.de/jemie.
Human Rights Watch, World Report, Bulgaria: 1998, 1999.
Huysmans, John, “The Question of the Limit: Desecuritization
and the Aesthetics of Horror in Political Realism”, Millenium:
Journal of International Studies, 27 (3), 1989, s. 569-589.
“İçişleri Bakanı Meral Akşener’in Konuşması”, Genel Kurul
Tutanağı, 20. Dönem, 2. Yasama Yılı, 60. Birleşim, Ankara:
25 Şubat 1997, s. 11-12.
İpek, Nedim, “1864 Kafkaç Göçü Araştırmalarında Kaynaklar ve
Yöntem Sorunu”, 146. Yılında 1864 Kafkas Göçü: Savaş ve
616 Bibliyografya
Sürgün, İstanbul 6-7 Aralık 2010, tarihli uluslararası
sempozyumda sunulan bildiri.
İpek, Nedim, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, Ankara 1999.
İpek, Nedim, Selanik’ten Samsun’a Mübadiller, Samsun 2010.
Ireček, Konstantin, Istoriya na Bălgarite [Bulgarların Tarihi],
Sofya 1999.
Isov, Myumyun, Nay-različniyat Săsed. Obrazăt na Osmantsite
(Turtsite) i Osmanskata Imperiya (Turtsiya) v Bălgarskite
Učebnitsi po Istoriya prez Vtorata Polovina XX vek [En Farklı
Komşu. Osmanlılar (Türkler) ve Osmanlı İmparatorluğu
(Türkiye)’nin 20. Yüzyılın İkinci Yarısında Bulgar Tarih Ders
Kitaplarındaki İmajı], Sofya 2005.
Istinata za “Văzroditelniya Protses”. Dokumenti ot Arhiva na
Politbyuro i TsK na BKP [“Yeniden Soyadönüş Süreci”
Hakkında Gerçekler. BKP Politbürosu ve Merkez Komitesi
Arşivinden Belgeler], Proje başkanı Ahmed Dogan, Der.
Samuel Levi, Institut za Izsledvane na Integratsiyata, Sofya
2003.
Ivanova, Evgenia, Othvărlenite “Priobšteni” ili Protsesăt, Narečen
“Văzroditelen” (1912-1989) [Reddedilen “Katılanlar” ya da
“Yeniden Doğuş” Adlandırılan Süreç (1912-1989)], Sofya
2002.
Ivanova, Evgeniya, Othvărlenite “Priobšteni” [Reddedilmiş
“Birleştirilenler”], Sofya 2002.
Izstratana Obič po Bălgariya. Razkazvat Zavărnali se ot Turtsiya
Bălgarski Graždani [Bulgaristan’a Azaplı Sevgi. Türkiye’den
dönen Bulgar Vatandaşları Anlatiyor], Sofya 1987.
Johnson, Carter, “Democratic Transition in the Balkans:
Romania’s Hungarian and Bulgaria’s Turkish Minority
(1989-1999)”, Nationalism and Ethnic Politics, 8 (1), Spring
2002, 1-28.
Kalinova, Evgenia, “Bulgarian-Turkish Diplomatic Relations
(1980-1985)”, Turkish-Bulgarian Relations Past and Present,
Ed. Mustafa Türkeş, İstanbul 2010, s. 79-85.
Kalinova, Evgeniya / Iskra Baeva (Yayına Hazırlayanlar),
“Văzroditelniyat Protses”[Yeniden Doğış Süreci]. Cilt 1:
Bălgarskata Dăržava i Bălgarskite Turtsi (Sredata na 30-te –
Bibliyografya 617
načaloto na 90-te godini na XX vek), Cilt 2: Meždunarodni
izmereniya (1984-1989), Sofya 2009.
Kalinova, Evgeniya / Iskra Baeva, “’Văzroditelniyat Protses’ –
Vărhăt na Aysberga: Bălgarskata Dăržava i Turkskata
Etničeska Obštnost v Stranata (sredata na 30te – načaloto
na 90te godini na XX vek) [Yeniden doğuş süreci- Buzdağın
Tepesi: Bulgar Devleti ve Ülkede Türk Etnik Topluluğu],
“Văzroditelniyat Protses”. Bălgarskata Dăržava i Bălgarskite
Turtsi, Cilt 1, Eds. Evgeniya Kalinova / Iskra Baeva, Sofya
2009, s. 5-40.
Kalinova, Evgeniya / Iskra Baeva, Bălgarskite prehodi 19392002[Bulgar Geçişleri 1939-2002], Sofya 2002.
Kalinova, Evgeniya, “Nasilieto v Politikata na Bălgarskata
Dăržava kăm Bălgarskite Turtsi” [Bulgar Devletinin
Bulgaristan Türklerine Karşı Uyguladığı Politikada Zulüm],
Istoriya 3 (2004), s. 52-64.
Kănev, Krassimir, "Muslim Minorities and the Democratization
Process in Bulgaria", Proceedings of the International
Conference on Minority Issues in the Balkans and the EU,
Eds. Mehmet Hacısalihoğlu / Fuat Aksu, İstanbul 2007, s.
79-88.
Karpat, Kemal H. (ed.), The Turks of Bulgaria: The History,
Culture and Political Fate of a Minority, Istanbul 1997.
Karpat, Kemal H., “Balkanlar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, c. V, s. 25-32.
Karpat, Kemal H., Balkanlarda Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk,
Ankara 2004.
Kaslı, Zeynep / Ayşe Parla, “Broken Lines of Il/Legality and the
Reproduction of State Sovereignty: The Impact of Visa
Policies on Immigrants to Turkey from Bulgaria”,
Alternatives. Global, Local, Political, 34/2 (2009), s. 203227.
Kaya, Ayhan et al, Günümüz Türkiyesi’nde İç Göçler, İstanbul
2009.
Kaya, Ayhan, Berlin’deki Küçük İstanbul, İstanbul 2000.
Kaya, Ayhan, Sicher in Kreuzberg: Constructing Diasporas,
Turkish Hip-Hop Youth in Berlin, Bielefeld 2001.
618 Bibliyografya
Kayapınar, Ayşe, “Le sancak ottoman de Vidin du XVe à la fin
du XVIe siècle”, Basılmamış Doktora Tezi, EHESS/Paris
2004.
Kayapınar, Ayşe, “Tuna Bulgar Devleti (679-1018)”, Türkler, c.
2, ed. H. C. Güzel / K. Çiçek / S. Koca, Ankara 2002, s.
630-640.
Kayapınar,
Ayşe,
“Türkiye-Bulgaristan
İlişkilerinin
Bulgaristan’da
Yaşayan
Türkler
Açısından
Değerlendirilmesi”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, 2 (2003),
s. 201-220.
Kayapınar, Levent, “Türklerin Balkan Tarihindeki Yerleri ve
Günümüz Balkanlarındaki Durumu” I. Uluslararası Türk
Dünyası Kültür Kurultayı, 09-15 Nisan 2006 (İzmir-Çeşme),
Bildiri Kitabı-III, Ed. Fikret Türkmen / Güler Gülsevin,
İzmir 2007, s. 1309-1317 .
Kiel, Machiel, “Dimetoka”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, c. IX, s. 305-308.
Kil, Mahiel, “Razprostranenie na Islyama v Bălgarskoto Selo
prez Osmanskata Epoha (XV-XVIII v.) [Osmanlı Döneminde
Bulgar Köyünde İslam’ın Yayılması (15-18. yüzyıllar)],
Myusyulmanskata
Kultura
po
Bălgarskite
Zemi.
Izsledvaniya, Der. Rositsa Gradeva / Sv. İvanova, Sofya
1998, s. 56-126.
Kirişçi, Kemal. Refugees and Turkey Since 1945, Araştırma
Raporu, Boğaziçi Üniversitesi, 1994
Kivisto, Peter, “Theorizing Transnational Immigration: A Critical
review of Current Efforts”, Ethnic and Racial Studies, 24/4
(2001), s. 549-577.
Kocacık, Faruk, “Balkanlar’dan Anadolu’ya Yönelik Göçler
(1878-1890)”, Osmanlı Araştırmaları, c. 1 (1980), s. 137190.
Kolukırık, Suat, “Bulgaristan’dan Göç Eden Türk Göçmenlerin
Dayanışma ve Örgütlenme Biçimleri: İzmir Örneği”, C. Ü.
Sosyal Bilimler Dergisi, 30 (1) (2006), s. 1-13.
Köse, Hüseyin, Kanlı İzler: Şehitlerimizin Belgesel Öyküleri,
Razgrat 2001.
Bibliyografya 619
Krăsteva-Blagoeva, Evgeniya, “Za Imenata i Preimenuvaniyata
na
Bălgarite
Myusyulmani
(1912-2000)”
[Bulgar
Müslümanların
Adları
ve
Adlarının
Değiştirilmesi
Hakkında], Etnografski Institut s Muzey pri BAN, Bălgarska
Etnologiya, Godina XXVII, Kniga 2 (2001), s. 126-148.
Krăsteva-Blagoeva, Evgeniya, Ličnoto Ime v Bălgarskata
Traditsiya [Bulgar Geleneğinde Kişisel İsim], Sofya 1999.
Kushner, Julia Shear, “The Right to Control One’s Name”, 57
UCLA
Law
Review,
313
(2009),
s.
313-364,
http://uclalawreview.org/pdf/57-1-7.pdf
Kutlu, Sacit, “Bulgar Kolektif Bellek ve İnşasında bir “Hatırlama
ve Unutma Yeri”: Batak”, Toplumsal Tarih, 181 (Ocak 2009),
s. 38-39.
Kümbetoğlu, Belkıs “Göçmenlik Mültecilik, Yeni Bir Yaşam ve
Sonrası”, Toplum ve Göç temalı II. Ulusal Sosyoloji
Kongresi’nde sunulan bildiri, Mersin, 20-22 Kasım 1996.
Kümbetoğlu, Belkıs, “Göçmen ve Sığınmacı Gruplardan Bir
Kesit: Bulgaristan Göçmenleri ve Bosnalı Sığınmacılar”,
Yeni Balkanlar, Eski Sorunlar, Der. K. Saybaşılı / G. Özcan,
İstanbul 1997, s. 227-259.
Kymlicka, Will, Multicultural Citizenship: A Liberal Theory of
Minority Rights, Oxford 1995.
Kymlicka, Will, “Multiculturalism and Minority Rights: West
and East”, Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 4
(2002), s. 1-25, www.ecmi.de/jemie
Kymlicka, Will, “Western Political Theory and Ethnic Relations
in Eastern Europe”, Can Liberal Pluralism Be Exported?
Western Political Theory and Ethnic Relations in Eastern
Europe, W. Kymlicka / M. Opalski, Oxford 2001, s. 13-106.
Laber, Jeri, Destroying Ethnic Identity: the Turks of Bulgaria, A
Helsinki Watch Report, New York, NY 1987.
Laitin, David, Identity in Formation. The Russian-speaking
Populations in the Near Abroad, Ithaca 1998.
“Law for Bulgarian Citizenship”, Prom. State Gazette, 136/18
Nov 1998; and amend. State Gazette. 41/26 April 2001;
and suppl. State Gazette. 54/31 May 2002.
620 Bibliyografya
Leggewiel, Claus / Zafer Şenocak (derl.), Deutsche Türken, Türk
Almanlar, Hamburg 1993.
Les cultures des Juifs, Une Nouvelle Histoire, ed: David Biale,
Paris
2005,
http://www.lektiecriture.com/contrefeux/Pour-une-histoire-culturelledes.html, [22.02.2010].
“Les problèmes des Roms entraveront-ils la marche vers l’UE? ”,
mediapool.bg, fransızcaya çeviren Dessislava Raykova,
Courrier des Pays des Balkans, 2 Mayıs 2003.
Levi, Samuel (der.), Istinata za “Văzroditelniya Protses”.
Dokumenti ot Arhiva na Politbyuro na TsK na BKP [“Yeniden
Doğuş Süreci”nin Gerçeği. BKP Merkez Komitesi Siyasi
Bürosü Arşivinden Belgeler], Sofya 2003.
Lory, Bernard, “Razsăždeniya vărhu Istoričeskiya Mit “pet veka
ni klaha” [“Beş Asır Bizi Kestiler” Tarihsel Mitosu Üzerine
Düşünceler], Istoričeski Pregled, 1 (1997), s. 92-98.
Lory, Bernard, Le sort de l’héritage ottoman en Bulgarie.
L’example des villes bulgares 1878-1900, Istanbul 1985.
Ludžev, Dimităr, Revolyutsiyata v Bălgariya 1989-1991. Kniga
1 [Bulgaristan İnkılabı 1989-1991. 1. Kitap], Sofya 2008.
Lütem, Ömer E., Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989, Cilt I, 19831985, Ankara 2000.
Lütem, Ömer E., Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989, Cilt II, 19861987, Ankara 2006.
Maeva, Mila Mileva, Bălgarskite Turtsi-Preselnitsi v Republika
Turtsiya (Kultura i Identičnost) [Türkiye’deki Bulgaristan
göçmeni Türkler (kültür ve kimlik)], Sofya 2006,
http://www.imirbg.org/imir/books/balgarskite%20turci%20preselnici1.pdf
[10.06.2010].
Mahon, M., “The Turkish Minority under Communist Bulgaria:
Politics of Ethnicity and Power”, Journal of Southern Europe
and the Balkans, 1 (2), (1999), s. 149-162.
Mandacı, Nazif / Birsen Erdoğan, Balkanlarda Azınlık Sorunu:
Yunanistan, Arnavutluk, Makedonya ve Bulgaristan’daki
Azınlıklara Bakış, Ankara 2001, s. 109-123.
Bibliyografya 621
Marušiakova, Elena / Vasil Popov, Tsiganite v Bălgariya
[Bulgaristan’da Çingeneler], Sofya 1993.
McCarthy, Justin, Ölüm ve Sürgün, Çev. Bilge Umar, İstanbul
1998.
Mehmedov, Alaydin, “Mayskite săbitiye” i moyata săprotiva
sreštu tošizma”, [“Mayıs Olayları ve Jivkovizme Karşı
Mücadelem]
Bălgarskata
1989,
http://bulgaria1989.wordpress.com/2010/05/20/alqjdin/
30.05. 2010.
Mehmet Türker, Belene Adası. Zulmün Ateş Çemberinden Anılar,
İstanbul 2004.
Memişev, Yusein, Zadružno v Sotsialističeskoto Stroitelstvo na
Rodinata. Priobštavane na Bălgarskite Turtsi kăm
Izgraždaneto na Sotsializma [Anavatan’ın
Sosyalist
Kuruculuğunda Birlikte. Bulgar Türklerinin Sosyalizmin
Kurulmasına İştirakı, Sofya 1984.
Memişoğlu, Hüseyin, “Bulgaristan Türklerinin Sosyo-Ekonomik
ve Kültürel Yapısı”, Türkler, c. XX, Ankara 2002, s. 361370.
Memişoğlu, Hüseyin, Bulgar Zulmüne Tarihi Bir Bakış, Ankara
1989.
Memişoğlu, Hüseyin, Bulgaristan’da Türk Kültürü, Ankara
1995.
Merdjanova, Ina, “Bulgaria”, Yearbook of Muslims in Europe, 1,
Eds. Jorgen S. Nielsen et.al., Leiden 2009, s. 61-65.
Mičev, Nikolay / Petăr Koledarov, Rečnik na Selištata i Selištnite
Imena v Bălgariya 1878-1987 [Bulgaristan Yer ve Yer Adları
Sözlüğü 1878-1987], Sofya 1989.
Mihail Gruev/Aleksey Kalyonski, “Văzroditelniyat Protses”.
Myusyulmanskite Obštnosti i Komunistiçeskiya Režim
[“Yeniden Soya Dönüş Süreci”. Müslüman Toplulukları ve
Komünist Rejimi], Sofya 2008.
Mihaylov, Stoyan, Văzroditelniyat Protses v Bălgariya
[Bulgaristan’da Yeniden Doğuş Süreci], Sofya 1992.
Miller, Nathan, “Some Aspects of the Name in Culture-History”,
American Journal of Sociology, 32/4 (January 1927), s. 585600.
622 Bibliyografya
Millman, Richard, “The Bulgarian Massacres Reconsidered”,
The Slavonic and Eastern European Review, 58/2, April
1980, s. 218-231.
Mizsei, Kalman / Ben Slay / Dotcho Mihailov / Niall O'Higgins
/ Andrey Ivanov, “The Roma in Central and Eastern
Europe, Avoiding the Dependency Trap”, UNDP Regional
Human
Development
Report
2003,
http://hdr.undp.org/en/reports/regionalreports/europethe
cis/name,3203,en.html;
Mladenov, Petăr, Životăt. Plyusite i Minusi [Hayat. Artılar ve
Eksiler], Ruse (Rusçuk) 1992.
Mutafçieva,
Vera,
“Nyakoi
Razsăždeniya
Otnosno
Razsăždeniyata na Bernar Lori vărhu Istoričeskiya mit “pet
veka ni klaha” [Bernar Lori’nin “Beş Asır Bizi Kestiler”
Tarihsel Mitosu Üzerine Düşüncelerine Dair Bazı
Düşünceler],
http://www.libsu.unisofia.bg/Statii/Mutafchieva.html.
National Statistical Institute Census 2001, Final Results, Sofya
2004.
Neuburger, Mary, “Bulgaro-Turkish Encounters and the Reimagening of the Bulgarian Nation (1878-1995)”, East
European Quarterly, XXXI (1), March 1997, s. 1-20.
Neuburger, Mary, The Orient Within. Muslim Minorities and the
Negotiation of Nationhood in Modern Bulgaria, London 2004.
Nichols, Theo / Nadir Sugur / Serap Sugur, “Muhacir
Bulgarian Workers in Turkey: Their Relation to
Management and Fellow Workers in the Formal
Employment Sector”, Middle Eastern Studies, 39/2, April
2003, s. 37-54.
Nichols, Theo / Nadir Suğur, Global İşletme, Yerel Emek:
Türkiye’de İşçiler ve Modern Fabrika, İstanbul 2005, s. 83103.
Nikolaeva, Radost, “Tyutyunăt e Tsvete, a Izkustvoto Rabota”
[Tütün Çiçektir, Sanat ise Emektir], Dialog, 59 (2010).
Nikova, Ekaterina, “La Modernisaiton à travers l’integration la
Bulgarie et l’Union Européenne”, Transitions, 2001/1, s.
107-122.
Bibliyografya 623
Nikova, Ekaterina, “La Modernisaiton à travers l’integration la
Bulgarie et l’Union Européenne”, Transitions, 2001/1, s.
107-122.
Nohl, Arnd-Michael, Interview und dokumentarische Methode –
Anleitungen für die Forschungspraxis, Wiesbaden 2008.
Norveç Hesinki Komitesi, “Bulgaristan’daki Türk ve İslam
Azınlığına Baskı”, Çev. Yaşar Yücel, Belleten, LI/201, Aralık
1987, s. 1445-1467.
NSI, Pătuvaniya na Bălgarski Graždani v Čužbina prez Mesets
Septemvri 2009 godina, [Bulgaristan Vatandaşlarının
Yurtdışı Seyahatleri Eylül 2009]. 2009.
Offener Brief einer Gruppe Bulgaren aus der Volksrepublik
Bulgarien, die ihre bulgarischen Namen wieder angenommen
haben, an den Ministerpreasidenten der Republik Türkei,
Sofia-Press, 1985.
Oran,
Baskın,
“Balkan
Türkleri
Üzerine
İncelemeler
(Bulgaristan, Makedonya, Kosova)”, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 48 (1-4), Ocak-Aralık
1993, s. 121-147.
Ozgur Baklacioglu, Nurcan, Constituting Identity in Crossborder
Discourse: Turkish Migrants in Bulgarian- Turkish Politics,
Frankfurt am Main 2010.
Özerman, Elif, Avrupa’da Dil Hakları: Genel Bir Çerçeve, çev.
Burcu Toksabay, Helsinki Yurttaşlar Derneği, 2003,
http://www.hyd.org.tr/tr/rapor.asp?rapor_id=14,
[06.07.2005].
Özgür (Baklacıoğlu), Nurcan, "1989 Sonrası TürkiyeBulgaristan İlişkileri", Türk Dış Politikası Analizi, Der. Faruk
Sönmezoglu, İstanbul 2007, s. 609-684.
Özgür Baklacıoğlu, Nurcan, “AB üyesi Bulgaristan’da süreklilik
ve değişim”, Avrasya Dosyası: Balkanlar Özel Sayısı, Cilt
14, Sayı 1, 2008.
Özgür Baklacıoğlu, Nurcan, “Dual Citizenship, Extraterritorial
Elections and National Policies: Turkish Dual Citizens in
the Bulgarian Political Sphere”, Post-Communist NationBuilding or Post-Modern Citizenship, Hokkaido 2006, s. 319359.
624 Bibliyografya
Özgür, Nurcan, Etnik sorunların Çözümünde Hak ve Özgürlükler
Hareketi 1989-1995, Istanbul 1999.
Özkan, Ayşe, “Bulgaristan Siyasetinde Türkler”, Stratejik Analiz,
5/54, Ekim 2004, s. 83-89.
Öztürk, Ahmet, “Tarihi Gelişim İçinde Bulgaristan’da Türk
Azınlığı ve Sorunları”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü yükseklisans Tezi, 1990.
Park, Robert / Ernest Bugress, Introduction in the Science of
Sociology, Chicago 1921.
Parla, Ayşe / Didem Danış, “Nafile Soydaşlık: Irak ve
Bulgaristan Türkleri Örneğinde Göçmen, Dernek ve Devlet”,
Toplum ve Bilim, 114, 2009, s. 131-158.
Parla, Ayşe / Zeynep Kaslı, “Broken Lines of Il/legality and the
Reproduction of State Sovereignty: The Impact of Visa
Policies
on
Turkish
Immigrants
from
Bulgaria”,
Alternatives: Global, Local, Political, 34/2, 2009, s. 203-227.
Parla, Ayşe, “Irregular Workers or Ethnic Kin? Post-1990s
Labour Migration from Bulgaria to Turkey”, International
Migration, 45/3, 2007, s. 157-181.
Parla, Ayşe, “Longing, Belonging and Locations of Homeland
among Turkish Immigrants from Bulgaria”, Journal of
Southeast European and Black Sea Studies, 6/4, 2006, s.
543-557.
Parla, Ayşe, “Marking Time along the Bulgarian-Turkish
Border”, Ethnography, 4/4, 2003, s. 561-575.
Parla, Ayşe, “Remembering across the Border: Postsocialist
Nostalgia among Turkish Immigrants from Bulgaria”,
American Ethnologist, 36/4, 2009, s. 750-767.
Parla, Ayşe, “Terms of Belonging: Turkish Immigrants from
Bulgaria in the Imagened Homeland”, Doktora Tezi, New
York University, 2005.
Petkov, Krăstio / Georgi Fotev (eds.), Etničeskiyat Konflikt v
Bălgariya 1989[1989 Bulgaristan’da Etnik Çatışma].
Sotsiologičeski Arhiv, Sofya 1990.
Petkova, Lilia, “The Ethnic Turks in Bulgaria: Social Integration
and Impact on Bulgarian-Turkish Relations, 1947-2000”,
Bibliyografya 625
The Global Review of Ethnopolitics, 1/4, June 2002, s. 4259.
Petrov, Petăr, Po Sledite na Nasilieto. Dokumenti i Materiali za
Pomohamedančvaniya i Poturčvaniya [Zorbalığın İzlerinde.
İslamlaştırma ve Türkleştirmeye Dair Belgeler ve
Malzemeler], Sofya 1972, 2. Kısım, Sofya 1987-1988.
Plasseraud, Yves, Les minorités, Paris 1998.
Poirmeur, Yves, “L’Union Européenne sous contrainte
d’Elargissement”, Etudes sur l’Elargissement de l’Union
Européenne, Ed. Thuan Cao-Huy, Paris 2002, s. 43-71.
Portes, Alejandro (ed.), The Economic Sociology of Immigration:
Essays on Networks, Ethnicity, and Entrepreneurship, New
York 1995.
Portes, Alejandro / L. E. Guarnizo / P. Landolt, “The Study of
Transnationalism: Pitfalls and Promise of an Emergent
Research Field”, Ethnic and Racial Studies, 22/2, 1999, s.
217-237.
Poulton, Hugh, The Balkans, Minorities and States in Conflict, 2.
Baskı, London 1994.
“Prejudice and Pride, Interview with Dr.Petar Beron”, Sofia Echo
18
Temmuz
2005,
http://sofiaecho.com/2005/07/18/642612_prejudice-andpride.
Pries,
Ludger,
“Transnationalismus,
Migration
und
Inkorporation.
Herausforderungen
an
Raumund
Sozialwissenschaften”, Geographische Revue, 5/2 (1999), s.
23-39
(http://opus.kobv.de/ubp/volltexte/2009/3064/pdf/gr2_0
3_Ess02.pdf).
Pries, Ludger, Die Transnationalisierung der sozialen Welt,
Frankfurt am Main 2008.
Pries, Ludger, Internationale Migration, Bielefeld 2001.
Radushev,
Evgeni
“Komünizmin
Çökmesinden
Sonra
Bulgaristan’da Osmanlı Araştırmaları. Yeni Bir Yaklaşıma
Doğru”, Güneydoğu Avrupa ve Balkanlar’da Osmanlı Tarihi
Araştırmaları ve Tarih Yazıcılığı. Seminer Bildirileri (İstanbul,
12 Temmuz 2008), Der. Halit Eren, İstanbul 2010, s. 35-40.
626 Bibliyografya
Ragaru, Nadège / Antonela Capelle-Pogacean, "Les partis
minoritaires, des partis ‘comme les autres’? Les expériences
de l’UDMR en Roumanie et du MDL en Bulgarie", Revue
d’études comparatives Est-Ouest, 38/4, décembre 2007, s.
115-148.
Ragaru, Nadège, "En quête de notabilité : vivre et survivre en
politique dans la Bulgarie post-communiste", Politix, 17/67,
nov. 2004, s. 71-100.
Ragaru, Nadège, "Islam in Post-communist Bulgaria : An
Aborted ‘Clash of Civilizations’ ?", Nationalities Papers,
29/2, June 2001, s. 293-324.
Ragaru, Nadège, "L’émergence d’un parti nationaliste radical en
Bulgarie : Ataka ou le mal-être du post-communisme",
Critique internationale, 30, janvier 2006, s. 42-56.
Ragaru, Nadège, "L’islam de la transition en Bulgarie postcommuniste", Le nouvel islam balkanique. Les musulmans,
acteurs du post-communisme, 1990-2000, Der. Xavier
Bougarel / Nathalie Clayer, Paris 2001, s. 241-288.
Ragaru, Nadège, "ONG et enjeux minoritaires en Bulgarie: audelà
de
‘l’importation/exportation’ des
modèles
internationaux", Critique internationale, 40, 2008, s. 27-50.
Ragaru, Nadège, "Recompositions identitaires chez les
musulmans de Bulgarie: entre marqueurs ethniques et
religieux", Balkanologie, 3/1, September 1999, s. 121-146.
Ragaru, Nadège, “’Rendre service’: politique et solidarités
privées en Bulgarie post-communiste", Cahiers d’études sur
la Méditerranée orientale et le monde turco-iranien, 31,
janvier-juin 2001, s. 9-56.
Rechel, Bernd, “The ‘Bulgarian Ethnic Model’- Reality or
Ideology?”, Europe-Asia Studies, 59/7, November 2007, s.
1201-1215.
Reuter, Jens, “Die Entnationalisierung der Türken in Bulgarien.
Sofias Politik der Zwangsbulgarisierung aus jugoslawischer
Sicht”, Südost-Europa, 34. Jahrgang, Heft 3-4, 1985, s.
169-177.
Robertson, Roland, Globalization, London ve diğ. 1992.
Rothschild, Joseph, East Central Europe between the Two World
Wars, Seattle, London 1989.
Bibliyografya 627
Rothschild, Joseph, Return to Diversity, New York, Oxford 1993.
Săbev, Orlin, “Stereotipi na Vzaimnoto Văzpriemane Meždu
Myusyulmani i Nemyusyulmani i Diskriminatsionni
Praktiki” [Müslüman ve Gayrimüslimlerin Birbirlerini
Anlama Önyargıları ve Diskriminasyon Uygulamaları],
Otvăd Različieto. Kăm Tolerantnost i Dialog Meždu
Hristiyanstvo i Islyam v Bălgariya [Farklılığın Ötesinde.
Bulgaristan’da Hıristiyanlık ve İslam arasında Hoşgörü ve
Diyaloğa Doğru], Der. E. Ilieva, Sofya 2004, s. 34-40.
Sabev, Orlin, “The Village of Chikendin/Liliak (Bulgaria): A
Place-name
Palimpsest”,
Uluslararası
Osmanlı
ve
Cumhuriyet Dönemi Türk-Bulgar İlişkileri Sempozyumu 11-13
Mayıs 2005, Eskişehir, Türkiye. Bildiriler, Eskişehir 2005, s.
237-242.
Sazdov, Dimitar / Radoslav Popov / Lyudmil Spasov, Istoriya
na Bălgariya (681-1944) [Bulgaristan Tarihi (681-1944)], c.
II, Retsenzent: Andrey Pantev, Sofya 2003.
Scarry, E., The Body In Pain: The Making and Unmaking of the
World, Oxford 1985.
Schütze, Fritz, “Biographieforschung und narratives Interview”,
Neue Praxis 3 (1983), s. 282-293.
Scott, J. C., Tahakküm ve Direniş Sanatları: Gizli Senaryolar,
İstanbul 1995.
Shanduorkov, G., “Terrorism in Bulgaria”, Prehospital and
Disaster Medicine, 18/2, (2003), s. 66-70.
Shaw, Standford J. / Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu
ve Modern Türkiye, çev. Mehmet Harmancı, c. II, İstanbul
1993.
Sklair, Leslie, Sociology of the Global System, Hertfordshire
1991.
Smith, Michael Peter / Luis Eduardo Guarnizo (Der.),
Transnationalism from Below (Volume 6 of Comparartive
Urban/ Community Research), New Brunswick, London
1999.
Soysal, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları 1920-1945, I.
Cilt, Ankara 1989.
628 Bibliyografya
Spendzharova, Aneta Borislavova, “Bringing Europe in? The
Impact of EU Conditionality on Bulgarian and Romanian
Politics”, Southeast European Politics, IV/2-3 (Kasım 2003),
s.141-156.
Spisăk na Naselenite Mesta v Tsarstvo Bălgariya ot
Osvoboždenieto (1879) do 1910 Godina [Bağımsızlıktan
1910 Yılına Kadar Bulgaristan Çarlığındaki Yerleşim Yerleri
Listesi], Sofya 1921.
State Gazette. 41/26 April 2001.
Stoyanov, Valeri, Bălgarskite Turtsi sled Vtorata Svetovna Voyna
[II. Dünya Savaşından Sonra Bulgaristan Türkleri ], Sofya
1992.
Stoyanov, Valeri, Turskoto Naselenie v Bălgariya Meždu
Polyusite na Etničeskata Politika [Bulgaristan’da Etnik
Politika Kutupları Arasında Türk Topluluğu], Sofya 1998.
Stranitsi ot Bălgarskata Istoriya. Očerk za Islyamiziranite Bălgari
i Natsionalnovăzroditelniya Protses [Bulgar Tarihinden
Sayfalar. İslamlaşmış Bulgarlara Dair bir İnceleme ve Soya
Dönüş Ulusal Süreci], ed. Hr. Hristov, haz. Georgi Yankov,
Sofya 1989.
Süleymanoğlu Yenisoy, Hayriye, İkinci Dünya Savaşından Bu
Yana
Bulgaristan
Türklerinin
Türkçe
Eğitimi,
http://kircaalihaber.com/yazi_hoca2011.doc, 03.03.2011.
Şerefli, Ahmet Şerif, Türk Doğduk Türk Öldük (Soy Kırımı
Yaşantıları), 1. Baskı 1990, 2. Baskı, Ankara 2002.
Şimşir, Bilal N., “Bulgaristan Türkleri ve Göç Sorunu”,
Bulgaristan’da Türk Varlığı, Ankara 1987, s. 47-66.
Şimşir, Bilal N., “The Turkish Minority in Bulgaria: History and
Culture”, The Turks of Bulgaria: The History, Culture and
Political Fate of a Minority, Ed. Kemal H. Karpat, Istanbul
1990, s. 159-178.
Şimşir, Bilal N., Bulgaristan Türkleri, 1878-1985, Ankara 1986.
Şimşir, Bilal, Bulgaristan Türkleri (1878-2008), Genişletilmiş 2.
Baskı, Ankara 2009.
Tatarlı, İbrahim, Hak ve Özgürlükler Hareketi, Yurtta ve
Balkanlar’da Demokrasi, İşbirliği ve Güvenliğin Etkin
Faktörüdür, Etütler / Dviženie za Prava i Svobodi, faktor za
Bibliyografya 629
Demokratsiya, Razbiratelstvo i Sigurnost v Strana i na
Balkanite, Studii, Sofya 2003.
Taussig, M., The Nervous System, Terror As Usual: Walter
Benjamin’s Theory of History as State of Siege, New York
1992.
Todorova, Maria, Balkan Identities: Nation and Memory, New
York 2004.
Todorova, Mariya, “Islamizatsiyata kato Motiv v Bălgarskata
Istoriografiya, Literatura i Kino” [Bulgar Tarih Yazımında,
Edebiyatında ve Sinemasında Bir Motif Olarak İslamlaşma],
Kritika i Humanizăm, 12/3, 2001, s. 7-30.
Toğrol, Beğlan, 1989 Yazında Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç
Eden Türklerin Psikolojik İncelemesi, İstanbul 1990.
Toğrol, Beğlan, Direniş. Bulgaristan Türklerinin 114 Yıllık Onur
Mücadelesinin Karşılaştırmalı Psikolojik İncelemesi, İstanbul
1991.
Topaloğlu, İ., Rodoplar’da Türk Kalmak, İzmir 2006.
Trifonov, Stayko, “Myusyulmanite v Politikata na Bălgarskata
Dăržava
(1944-1989)”
[Bulgar
Devlet
Siyasetinde
Müslümanlar (1944-1989)], Stranitsi ot Bălgarskata
Istoriya. Săbitiya, Razmisli, Ličnosti. Čast 2 [Bulgar
Tarihinden Sayfalar. Olaylar, Düşünceler, Şahıslar. 2
Kısım], Sofya 1993, s. 211-224.
Troebst, Stefan, “Von bulgarischen Türken und ‘getürkten’
Bulgaren”, Südost-Europa, 34. Jahrgang, Heft 6, 1985, s.
359-367.
Troebst, Stefan, “Zur bulgarischen Assimilationspolitik
gegenüber der türkischen Minderheit: Geschichten aus
Politbüro und 1001 Nacht”, Südost-Europa, 34. Jahrgang,
Heft 9, 1985, s. 486-506.
Tsvetkov, Plamen S., Bălgariya i Balkanite ot Nay-stari Vremena
do Naši Dni [En Eski Zamanlardan Günümüze Kadar
Bulgaristan ve Balkanlar], Cilt 2: Săvremenna Bălgariya,
Sofya 1996.
Tucny, Edwige, L’Elargissement de l’Union Européenne aux Pays
d’Europe Centrale et Orientale, la conditionnalité politique,
Paris 2000.
630 Bibliyografya
Turan, Ömer, “Bulgaristan Türklerinin Bugünkü Durumu”,
Yeni Türkiye, 3, Mart-Nisan 1995, s. 294-301.
Turan, Ömer, “XX. Yüzyılda Türk Toplulukları”, Türkler, c. XX,
Ankara 2002, s. 331-360.
Turan, Ömer, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908),
Ankara 1998.
Türkaslan,
Nesrin,
“Bursa’da
Meskun
Bulgaristan
Göçmenlerinin Ekonomik Durumları Üzerine Bir İnceleme”,
Toplum ve Göç temalı II. Ulusal Sosyoloji Kongresi’nde
sunulan bildiri, Mersin, 20-22 Kasım 1996.
Türker, Mehmet, Belene Adası. Zulmün Ateş Çemberinden
Anılar, 3. Baskı, İstanbul 2004.
Türkeş, Mustafa, “Double Processes: Transition and its Impact
on the Balkans”, Towards Non-violence and Dialogue Culture
in Southeast Europe, Der. Ivan Hadjsky, Sofya 2004.
Türkeş, Mustafa, “Geçiş Sürecinde Dış Politika Öncelikleri:
Bulgaristan Örneği”, Türkiye’nin Komşuları, Der. Mustafa
Türkeş / İlhan Uzgel, Ankara 2002, s. 171-210.
Türkeş, Mustafa, “Türkiye-Avrupa İlişkilerinde Balkanlar
Faktörü ve Yeni Eğilimler”, Türkiye ve Avrupa, Der. Atila
Eralp, Ankara 1997, s. 305-349.
U. S. Department of State, Country Reports on Human Rights
Practices, Bulgaria: 1994, 1999, 2002, 2004, 2005.
U. S. Department of State, International Religious Freedom
Report, Bulgaria: 2005, 2006.
Us and Them: The Psychology of Ethnonationalism, Yayınlayan:
Group for the Advancement of Psychiatry, New York 1987.
Vasilev, Rossen, “Bulgaria’s Ethnic Problems”, East European
Quarterly, XXXVI/1, March 2002, s. 103-125.
Vasileva, Darina, “Bulgarian Turkish Emigration and Return”,
International Migration Review, 26/2, 2009, s. 342-352.
Vassaf, Gündüz, Daha Sesimizi Duyuramadık: Avrupa’da Türk
İsçi Çocukları, İstanbul 1982.
Vermeersch, Peter, “EU Enlargement and Minority Rights
Policies in Central Europe: Explaining Policy Shifts in the
Czech Republic, Hungary and Poland”, Ethnopolitics and
Bibliyografya 631
Minority Issues in Europe,
4 (2002), s. 1-31,
www.ecmi.de/jemie.
Vertovec, Steven, “Diaspora”, Dictionary of Race and Ethnic
Relations, Ed. E. Cashmore, London 1997, s. 99-101.
Virilio, Paul, The Information Bomb, London 2000.
V-к “Аtака” [“Ataka” gazetesi], sayı 1145, 15.07.2009.
Warhola, James W. / Orlina Boteva, “The Turkish Minority in
Contemporary Bulgaria”, Nationalities Papers, 31/3,
September 2003, s. 255-279.
Wolff, Stefan, “Beyond Ethnic Politics in Central and Eastern
Europe”, Journal on Ethnopolitics and Minority Issues in
Europe, 4 (2002), s. 1-20, www.ecmi.de/jemie.
Yalămov, Ibrahim, Istoriya na Turskata Obštnost v Bălgariya
[Bulgaristan’da Türk Topluluğunun Tarihi], Sofya 2002.
Yankov, G. / S. Dimitrov / O. Zagorov (Der.), Problemi na
Razvitieto na Bălgarskata Narodnost i Natsiya [Bulgar
Halkının ve Ulusunun Gelişmesinde Problemler], Sofya
1988.
Yankov, Rumen, Elektoralna Geografiya na Bălgariya: Malăk
Učeben Atlas [Bulgaristan’ın Seçim Coğarfyası: Küçük
Atlas], Veliko Tırnovo 2006.
Yapov, Petăr, Dogan. Demonăt na DS i KGB [Bulgar İstihbaratı
ve KGB’nin Şeytanı Doğan], Sofya 2009.
Yeğen, M., Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, İstanbul 1999.
Zagorov, Orlin, Văzroditelniyat Protses. Teza-Antiteza. Otritsanie
na Otritsanieto [Yeniden Doğuş Süreci. Tez-Antitez. Redde
Ret], Sofya 1993.
“Zakon za Bălgarite Ziveešti Izvăn Bălgaria” [Bulgaristan
Dışında Yaşayan Bulgarlar Hakkında Kanun], Dăržaven
Vestnik. No. 30, 11 Nisan 2000. Kaynak:
http://www.legiswatch.org/minorities.php in May 2004, s.
1-7.
“Zakon za Bălgarskoto Graždanstvo” [Bulgar Vatandaşlık
Kanunu]. Dăržaven Vestnik, No. 136, 18 Kasım 1998,
yürürlüğe giriş 20 Şubat 1999.
“Zakon za Bălgarskoto Graždanstvo” [Bulgar Vatandaşlık
Kanunu], Dăržaven Vestnik, No. 70, 26 Mart 1948; “Zakon
632 Bibliyografya
za Bălgarskoto Graždanstvo” [Bulgar Vatandaşlık Kanunu],
Dăržaven Vestnik, Nova Alinea 2, No. 272, 1950.
“Zakon za Bălgarskoto Podanstvo” [Bulgar Vatandaşlık
Kanunu], Dăržaven Vestnik, No. 288, 20 Aralık 1940.
“Zakon za Graždanskata Registratsiya” [(Bulgar) Nüfus Kaydı
Kanunu];
http://www.mrrb.government.bg/index.php?lang=
bg&do=law&type=5&id=5.
Zang, Ted, Destroying Ethnic Identity: The Expulsion of the
Bulgarian Turks, U.S. Helsinki Watch Committee, New York,
NY 1989.
Želyazkova, Antonina (Ed.), Meždu Adaptatsiyata i Nostalgiyata.
Bălgarskite Turtsi v Turtsiya [Adaptasyon ile Nostalji
Arasında Türkiye’de Bulgar Türkleri], Sofya 1998
Želyazkova, Antonina, “Formirane na Myusyulmanskite
Obštnosti i Kompleksite na Balkanskite Istoriografii”
[Müslüman Topluluklarının Oluşumu ve Balkanlarda Tarih
Yazıcılığının Kompleksleri], Myusyulmanskite Obštnosti na
Balkanite i v Bălgariya. Istoričeski Eskizi [Bulgaristan ve
Balkanlarda Müslüman Toplulukları. Tarih Notları], Der. A.
Želyazkova, Sofya 1997, s. 11-56.
Želyazkova, Antonina, “Osmanlı Mirası ve Balkan Tarihçiliğinin
Oluşumu”, Osmanlı, c. 7, Ankara 1999, s. 690-703.
Želyazkova, Antonina, “Sotsialna i Kulturna Adaptatsiya na
Bălgarskite Izselnitsi v Turtsiya” [Türkiye’de Bulgar
Göçmenlerinin Sosyal ve Kültür Adaptasyonu], Meždu
Adaptatsiyata i Nostalgiyata. Bălgarskite Turtsi v Turtsiya,
Der. Antonina Želyazkova, Sofya 1998, s. 11-44.
Živkov, Todor, Memoari [Hatıralar], Sofya, V. Tırnovo 1997.
Zlatarsky, V., Istoriya na Bălgarskata Dăržava prez Srednite
Vekove [Ortaçağda Bulgaristan Devletinin Tarihi], c. I/1,
Sofya 1918.
KRONOLOJİ
1870, Osmanlı Devletinde Bağımsız
(Eksarhhanenin) Kurulması
Bulgar
Kilisesinin
1877-1878, Osmanlı Rus Savaşı ve Bulgaristan Prensliğinin ve
Doğu Rumeli Vilayetinin Kuruluşu
1878-1912, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç (yaklaşık 350.000
kişi)
1879, Bulgaristan’da ilk Anayasasının (Tırnova Anayasası) İlanı
1885, Bulgaristan’ın Doğu Rumeli Vilayetini İlhakı
1906, 21 Aralık: Bulgaristan’da İlk Toplu Yer İsimlerini
Değiştirme Kararı
1908, 5 Ekim: Bulgaristan Prensliğinin Bağımsızlık İlanı
1909,
9
Nisan:
Osmanlı
Bağımsızlığını Tanıması
Devletinin
Bulgaristan’ın
1912-1913, Balkan Savaşları ve Rodoplarda Pomakların Zorla
Hıristiyanlaştırılması ve Bulgarlaştırılması Politikasının
Uygulamaya Konması
1915-1918, Bulgaristan’ın I. Dünya Savaşı’na Girmesi
1919, 27 Kasım: Neuilly Antlaşması
1923-1933: Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç (101.507 kişi)
1925, 18 Ekim: Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması ve
Türk-Bulgar İkamet Sözleşmesi
1927, Rodna reç (Ana dili) Dergisinin Stefan Mladenov ve Stefan
Popvasilev ile Birlikte Yayımlamaya Başlaması (17 yıl
boyunca yayınlanmış ve Bulgarcayı yabancı kelimelerden,
özellikle Türkçeden arındırma siyaseti takip etmiştir).
1929, Bulgaristan Türklerinin Büyük
Toplanması (yaklaşık 400 delege)
Milli
Kongresinin
634 Kronoloji
1934, 19 Mayıs: Bulgaristan’da Kimon Georgiev Askeri Darbesi
ve Milliyetçi Zveno Rejiminin Kuruluşu
1934, 14 Ağustos ve 7 Aralık: Bulgaristan’da İkinci Büyük Yer
isimlerini Değiştirme Kararı (bu kararla 1971 yer ismi
değiştirilmiştir).
1934-1939, Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç (97.181 kişi)
1934-1944, Bulgaristan’da
Dergilerin Kapatılması
Yayınlanan
Türkçe
1937,
Rodina
Derneğinin
Kuruluşu
Bulgarlaştırma Kampanyaları
ve
Gazete
ve
Pomakları
1940-1949, Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç (21.353 kişi)
1941-1944, Bulgaristan’ın II. Dünya Savaşına Girmesi
1942, Fakülte (Факултета/Fakulteta) Olarak Bilinen Sofya
Mahallelerinden Birinde Yaşayan Müslüman Çingenelerin
Adlarının Bulgarlaştırılması
1944-1989, Bulgaristan’da Komünist Rejim
1947-1958,
TKZS
(Trudovo
Kooperativno
Zemedelsko
Stopanstvo / Emek Ziraat Kooperatif İşletmesi) Adıyla
Tarım
Arazilerine
El
Konularak
%
92’sinin
Kolektifleştirilmesi
1947, 10 Şubat: Bulgaristan ile Müttefik Devletler Arasında
Barış Antlaşmasının İmzalanması (2. Madde Bulgaristan’da
Din, Dil ve Cinsiyet Ayrımı Gözetilmeyecektir).
1947, 4 Aralık: Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Anayasasının
İlanı
1950, Kore Savaşı (Türkiye’nin Savaşa ABD’nin Yanında Yer
Alması Nedeniyle SSCB ve Dolaylı Olarak Bulgaristan ile
İlişkilerde Gerilim)
1950-1951, Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç (154.198 kişi),
1953, Stalin’in Ölümü ve Stalinizmden Arınma Politikasının
Başlaması
Kronoloji 635
1954-1989, Todor Jivkov Bulgaristan Komünist Partisi Birinci
Sekreteri
1955, Bulgaristan’ın Birleşmiş Milletler Örgütüne üye olması,
Bulgaristan’ın Varşova Paktına Kurucu Üye Olarak
Katılması
1962-1964, Pomaklar Arasında Ad Değiştirme Kampanyası
1968, Bulgaristan-Türkiye Göç Anlaşması (Yakın Akraba Göçü)
1969-1978, Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göç (114.356 kişi)
1970-1974, Pomaklar Arasında Ad Değiştirme Kampanyası
1971, 18 Mayıs: Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Anayasası
1974, Bulgaristan’da Türkçe Eğitimin Bütünüyle Kaldırılması
1974, Türkiye’nin Kıbrıs’a Çıkarma Yapması
1982, 18 Şubat: Georgi Djagarov’un Todor Jivkov’a yazdığı İç
Milli Birliğin Güçlendirilmesinin Devamı İçin Faktör Olan
Manevi Değerler (Genel Fikirler) Başlıklı Rapor
1984, 8 Mayıs: Bulgar Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin,
Bulgaristan Türklerini Sosyalizme ve Bulgaristan Komünist
Partisi’nin Politikasına Yakınlaştırmak ve Kazandırmak
Kararını Alması
1984-1989, Soyadönüş/Yeniden doğuş Süreci (Vızroditelniyat
Protses)
1984 Aralık – Ocak 1985: Bulgaristan Türklerinin İsimlerinin
Zorla Değiştirilmesi
1984 Aralık: Kırcaali ve Çevresinde İsim Değiştirmeye Karşı
Protestolar ve Yürüyüşler
1985, Ocak: Uzun Kış Derneği Adlı Bir Direniş Örgütünün
Kuruluşu (Muhammed Hüseyinov tarafından Burgaz’da)
1985, 11 Ocak: T.C. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Sedat
Güneral’in Sofya’da Todor Jivkov ile Görüşmesi (Jivkov
zorla ad değiştirme kampanyasını reddediyor).
636 Kronoloji
1985, 18 Ocak: Bulgar Komünist Partisi İl Komite
Sekreterlerinin
Toplantısında
Güney
Bulgaristan’da
Uygulanan Ad Değiştirme Kampanyasının Başarıyla
Sonuçlandığının İlanı ve Kampanyanın Bulgaristan’ın
Tamamına Yaygınlaştırılması
1985, 22 Şubat: Türkiye’nin Bulgaristan’a Görüşme Çağrısı
(Notası)
1985, Gorbaçov’un SSCB Komünist Partisi Lideri Oluşu
1985, Mart: Benkovski Grubu Adıyla Asimilasyona Karşı Bir
Derneğin Kuruluşu ve Üyelerin Tutuklanarak Bir Kısmının
Belene Adasına Gönderilmesi
1985, Mayıs (ve daha önce): Razgrad ve Şumnu Bölgesinde
Türk Kurtuluş Hareketi ve Kuzeydoğu Bulgaristan Müslüman
Türklerinin Dayanışma Derneği Adlı Örgütlerin Kuruluşu
1985, 8 Aralık: Ahmed Doğan’ın Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş
Hareketi Adlı Direniş Örgütünün Başına Geçmesi
1986, Haziran: Türk Milli Kurtuluş Hareketi Örgütünün Lideri
Ahmed Doğan ve Diğer Üyelerin Tutuklanarak Hapse
Atılması
1986, 7 Kasım: Viyana’da Türkiye Dışişleri Bakanı Vahit
Halefoğlu ile Bulgaristan Dışişleri Bakanı Petır Mladenov’un
Bulgaristan’daki Türklerin Durumu Hakkında Görüşmesi
1987, Haziran-1988, Mart: İslam Konferansı Örgütü,
Bulgaristan Temas Grubu’nun kurulması ve Bulgaristan
Raporu
1986, 9-10 Aralık: Naim Süleymanoğlu’nun (Bulgarlaştırılmış
ismiyle Naum Şalamanov), Melbourne’de Düzenlenen
Dünya Halter Şampiyonası’nda Türkiye Büyük Elçiliğine
Sığınması ve Türkiye’ye Gelişi
1986, 13 Aralık: Naim Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye Gelişi
1987, 31 Aralık: Aysel’in Türkiye’ye Gelişine İzin Verilmesi:
Başbakan Turgut Özal Ankara'da bir basın toplantısı
düzenleyerek, TV dizisi “Yeniden Doğmak"ın yayından
Kronoloji 637
kaldırılması karşılığında Türkiye'ye gönderilen ve 5 yıldır
ailesinden ayrı yaşayan Aysel Özgür'ü basına tanıttı ve
konunun Balkan Konferansına götürüleceğini söyledi.
(Ailesi Türkiye’ye gelen ve kendisi Bulgaristan’da kalan
Aysel, TRT’nin yayınlamaya başladığı “Yeniden Doğmak”
adlı diziyle Türk kamuoyunda Bulgaristan’da yapılan
zulümlere maruz kalan Türklerin simgesi olarak tanınmıştı.
Dizinin durdurulması karşılığında Bulgar hükümeti Aysel’in
Türkiye’ye gelmesine izin verdi). Aysel Türkiye’de Özgür
soyadını aldı.
1988, 16 Ocak: Bulgar Muhalifler Tarafından Bağımsız İnsan
Haklarını Koruma Derneği’nin kurulması ve Türklere
Destek Vermeye Başlaması
1989, 3-4 Mayıs: Bağımsız İnsan Haklarını Koruma
Derneği’nin Türk Şubesinin Nöbetli Açlık Grevini
Başlatması
1989, 9 Mayıs: Bulgaristan’da Pasaport ve Vatandaşlık
Kanunlarının
Değiştirilmesi
(Pasaport
almak
kolaylaştırılmış ve çok sayıda Türk pasaport almak için
başvurmuştur).
1989, 20 Mayıs’tan itibaren: “İstenmeyen” Türklerin Zorla
Avusturya’ya Gönderilmesi / Sınırdışı Edilmesi (ardından
bazı Bulgar muhalifler de benzer şekilde sınırdışı edildi).
1989, 21 Mayıs: Kuzey Bulgaristan’da (Bohçalar/Kaolinovo ve
Mahmuzlu/Todor Ikonomovo Köylerinde Bulgar Milisi ile
Türkler Arasında Pasaport Kanunu Uygulaması Tartışması
ve 7 Türk’ün Öldürülmesi.
1989, 24 Mayıs: TBMM’nin Bulgaristan’daki Ölümler Nedeniyle
Kınama Kararı Alması
1989, 29 Mayıs: Todor Jivkov televizyon konuşmasında ‘Eğer
kapitalist
Türkiye’yi
Sosyalist
Bulgaristan’a
tercih
ediyorlarsa etnik Türkler ülkeyi terk etmekte özgürdür’
diyerek, Türkiye'nin, Bulgaristan'dan göç etmek isteyen
Türklere sınırlarını açmasını istedi.
638 Kronoloji
1989, 30 Mayıs: Bulgaristan'dan zorunlu pasaport verilerek
sınırdışı edilen 180 kişilik bir grup Viyana ve Belgrad'dan
getirildi.
1989, 30 Mayıs: Başbakan Turgut Özal, Bulgaristan Devlet
Başkanı Todor Jivkov’un “sınırları açın" önerisi üzerine
Sofya'ya göç anlaşması çağrısı yaptı.
1989, 30 Mayıs - 20 Ağustos: Yaklaşık 321.800 Türk ve
Müslüman’ın
Bulgaristan’dan
Türkiye’ye
Göçü
(Bulgaristan’da “Büyük Seyahat” olarak da adlandırılıyor)
1989, 31 Mayıs: Bulgaristan'ın zorunlu pasaport vererek sınır
dışı ettiği Türklerden 212 kişilik ikinci gruptan başka, 17'si
Kapıkule, 20'si İpsala sınır kapılarından olmak üzere
toplam 450 kişi daha yurda giriş yaptı.
1989, 8 Haziran: Bulgaristan'dan zorunlu göç nedeniyle
Türkiye'ye 600 kişinin daha geldiği ve mayıs ortasından
bugüne kadar gelen Türklerin sayısının 4 bine ulaştığı
bildirildi.
1989, 13 Haziran: Bulgaristan'dan zorunlu göç nedeniyle
Türkiye'ye gelenlerin sayısı 17 bine ulaştı.
1989, 15 Haziran: Bulgaristan'dan zorunlu göç eden Türklerin
sayısı 24 bine ulaştı.
1989, 16 Haziran: Bulgaristan hükümetinin zorunlu pasaport
vererek sınır dışı ettiği Türklerin sayısı 30 bine yaklaşırken,
Türkiye, Bulgaristan'a en kısa sürede görüşme masasına
oturma çağrısını resmen iletti. Başbakan Turgut Özal'ın
dün yaptığı "BM Mülteciler Yüksek Komiserinin de hazır
bulunacağı şekilde, her iki tarafça uygun görülecek
mahalde, en kısa zamanda buluşma önerisi" Dışişleri
Bakanlığı'na çağrılan Bulgaristan'ın Ankara Büyükelçilik
yetkililerine iletildi.
1989, 17 Haziran: Başbakan Turgut Özal, Edirne Kapıkule
sınır kapısında Bulgaristan'dan sınır dışı edilen ve sayıları
35 bini bulan Türkleri ziyaret ederek, çevrede incelemelerde
bulundu.
Kronoloji 639
1989, 18 Haziran: Bulgaristan'dan sınır dışı edilenlerin sayısı
40 bine ulaştı.
1989,19 Haziran: Bulgaristan yönetiminin Türk azınlığa
yaptıklarını anlatabilmek amacıyla yabancı ülkelerin
Ankara'daki diplomatik temsilcilerini Bulgar sınırına
götürme davetine 59 temsilci katıldı.
1989, 23 Haziran: Bulgaristan'dan sınır dışı edilerek zorunlu
göç eden Türklerin sayısı 58.000'e yükseldi. Bulgaristan
Devlet Başkanı Todor Jivkov, resmi bir ziyaret için gittiği
Moskova'da SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov ile bir
görüşme yaptı.
1989, 24 Haziran: Bulgaristan'ın ülkesindeki Türk azınlığa
uyguladığı baskılar ve "zorunlu göç" uygulaması, ANAP,
SHP ve DYP'nin Taksim Alanı'nda düzenlediği "Bulgaristan'ı
Telin Mitingiyle protesto edildi. Mitingde Kültür Bakanı
Namık Kemal Zeybek, SHP Genel Sekreteri Deniz Baykal ve
DYP milletvekili Hüsamettin Cindoruk partileri adına
yaptıkları konuşmalarda" Bulgaristan'ın, ülkede yaşayan
Türk nüfusuna yönelttiği baskıları ağır bir dille eleştirdiler
ve dünya kamuoyunu, 'soykırım' olarak niteledikleri
uygulamalara karşı daha etkin tepki göstermeye çağırdılar.
Belçika'nın başkenti Brüksel'de toplanan 3 bin Türk de
Bulgar hükümetinin baskı politikasını protesto etti.
1989, 27 Haziran: Bulgaristan'dan gelenlerin sayısı 80 bine
yaklaştı. SSCB'nin Ankara Büyükelçisi Albert Sergeyeviç
Çernişev, Bulgaristan Devlet Başkanı Todor Jivkov ile
görüşüp, Sovyet yetkililerle teması sonunda Ankara'ya
gelerek Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz'a konu ile ilgili
mesajları iletti ve Türkiye ile Bulgaristan arasında
"arabuluculuk" yapabileceğini ifade etti.
1989, 30 Haziran: Bulgaristan'dan zorunlu göçe tabi tutulan
Türklerin sayısı 90bine ulaştı.
1989, 1 Temmuz: Bulgaristan'ın göçe zorladığı Türklerin sayısı
100 bine yaklaştı. Sofya'yı kınayan ülke sayısının giderek
640 Kronoloji
arttığı bildirildi. Londra'da dün
amacıyla bir yürüyüş düzenlendi
Bulgaristan'ı
protesto
1989, 4 Temmuz: Bulgaristan Devlet Konseyi, zorunlu
pasaport vererek sınır dışı ettiği Türklerin göçü nedeniyle,
ülke ekonomisinde baş gösteren sıkıntılara gerekli çözüm
bulmak amacıyla ülke genelinde "sivil seferberliği" ilan etti.
1989, 16 Temmuz: Bulgaristan'dan zorunlu göç ederek
Türkiye'ye gelen Türklerin sayısı160 bine ulaştı. Bu arada,
Dünya Sağlık Örgütü, Bulgaristan'daki Türklere yapıldığı
iddia edilen ve içeriği bilinmeyen aşı konusunda incelemeler
için Türkiye'ye geldi.
1989, 17 Temmuz: Bulgaristan'ın sınır dışı ettiği Türklerin
durumları ile ilgili olarak Ankara Moskova ve Sofya
arasındaki 3. tur görüşmelerini tamamlayan Sovyetler
Birliği'nin Ankara Büyükelçisi Albert Çernişev, Türkiye'ye
döndü.
1989, 19 Temmuz: Bulgaristan'ın zorla sınırdışı ettiği
Türklerin sayısı 166 bine ulaştı. Edirne ve Kapıkule'de,
Bulgaristan'dan zorla sınır dışı edilen Türklerle görüşen
Dünya Sağlık Örgütü'nden gelen heyet incelemelerini
tamamladı.
1989, 21 Temmuz: Bulgaristan'ın zorunlu pasaport vererek
sınır dışı ettiği Türklerin sayısı 177 bine ulaştı.
1989, 23 Temmuz: Bulgaristan'dan gelen Türklerin sayısı 185
bine ulaşırken, 70'inin son bir hafta içinde Bulgaristan'a
geri döndüğü bildirildi.
1989, 31 Temmuz: Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Ankara'da
bulunan İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Hamid el
Gabid ile Kuveyt Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Macid el
Şahin'i kabul ederek Bulgaristan'dan göçe zorlanan Türkler
konusunu görüştü. Daha sonra Gabid ile Şahin, Sofya'ya
gitmek için Türkiye'den ayrıldılar.
1989, 12 Ağustos: Bulgaristan'dan gelen Türklerin sayısı 274
bine ulaştı.
Kronoloji 641
1989, 16 Ağustos: Bulgaristan'dan göç eden Türklerin
sayısının 290 bine ulaştı. Bulgaristan'ın bütün uyarılara
rağmen Türkleri eşyalarından ayrı göndermeye devam
etmesi nedeniyle, göçmenlerin gönderildiği özel trenin
yarından itibaren Türkiye'ye kabul edilmeyeceği açıklandı.
1989, 20 Ağustos: Bulgaristan'dan gelen Türklerin sayısı 303
bine ulaşırken, geri dönenlerin sayısının 1330'u bulduğu
bildirildi.
1989, 21 Ağustos: Sınırın Kapatılması: Bulgaristan'dan
zorunlu göçü durduran Bakanlar Kurulu Kararı saat
02.00'da uygulamaya konuldu. Kapıkule ve Dereköy sınır
kapılarında güvenlik bölgeleri oluşturuldu. Sınır kapılarının
Bakanlar Kurulu Kararı ile kapatılmasından sonra Dışişleri
Bakanlığı'ndan yapılan bir açıklamada, bu durumda
Türkiye'ye girişlerin ancak vize uygulamasıyla mümkün
olabileceği belirtildi. Türkiye'nin, Bulgaristan'dan zorunlu
olarak göç ettirilen Türklere vize uygulaması kararı,
Bulgaristan Hükümeti tarafından kınandı.
1989, 22 Ağustos: Başbakan Turgut Özal, Bulgaristan'dan
gelen Türklere sınırın kapatılmasıyla ilgili olarak yaptığı
açıklamada, sözlerinden caymadıklarını, Bulgaristan Devlet
Başkanı Todor Jivkov'u masaya çekmek için bu kararı
aldıklarını açıkladı.
1989, 23 Ağustos: 13-19 Temmuz tarihleri arasında
Bulgaristan'ı ziyaret eden Avrupa Konseyi Heyeti Raportörü
Probst tarafından hazırlanan raporda, "Bulgaristan
yönetiminin Türk azınlığa karşı uyguladığı baskılara son
vermesi" çağrısında bulunuldu.
1989, 25 Ağustos: Bulgaristan'ın Svilengrad istasyonuna gelen
ve Avrupa'daki Türk işçilerini de taşıyan Avrupa trenine,
Kapıkule'ye giriş izni verilmedi. Bunun üzerine yolcular
yürüyerek Türkiye'ye giriş yaptılar.
1989,
27
Ağustos:
Bulgaristan'dan
vizeli
girişlerin
başlamasından bu yana gelenlerin sayısı 136'ya yükseldi.
642 Kronoloji
1989, 7 Eylül: Bulgaristan'dan zorla göç ettirilen Türklerden,
geri dönenlerin sayısı 9674'e ulaştı.
1989, 16 Eylül: Bulgaristan'dan, vize alarak Türkiye'ye
gelenlerin sayısının1450'ye ulaştığı, bu arada Bulgaristan'a
geri dönenlerin sayısının ise 18 bini geçtiği bildirildi.
1989, 19 Eylül: Bulgaristan, BM Genel Kurul çalışmalarının
başlaması sırasında Sağlık Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı
aracılığıyla iki basın bildirisi yayımladı. Sağlık Bakanlığı
bildirisinde Türkiye'de kolera olduğu iddiasına yer
verilirken, Dışişleri Bakanlığı bildirisinde ise Türkiye'den
dönen Bulgar vatandaşlarının Türk resmi makamlarınca
işkence gördüklerini öne sürdükleri kaydedildi. Bu arada
Yunanistan da Türkiye'den yaptıkları hayvansal ve bitkisel
ürün ithalatını "kolera" görüldüğü iddiasıyla askıya aldı.
Dışişleri
Bakanlığı, Bulgaristan
ve
Yunanistan'dan
kaynaklanan bu iddialar üzerine bu ülkelere, Türkiye'de
kolera vakası görülmediği yolunda bilgi verdi.
1989, 22 Eylül: Sovyetler Birliği'nin Ankara Büyükelçisi Albert
Çernişev, Bulgaristan sorunu hakkında gazetecilerin
sorularını yanıtlarken, Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz ile
Sovyetler birliği Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze'nin
bir araya geleceklerine işaret ederek, "görüşme masasına
yaklaşıyoruz" dedi. İslam Konferansı Genel Sekreteri Hamid
el Gabid, 43 ülkenin dışişleri bakanlarına birer mesaj
göndererek, Bulgaristan'daki Türk azınlığın sorunlarını
görüşmek üzere Birleşmiş Milletlerde toplantı çağrısı yaptı.
1989, 23 Eylül: Sovyetler Birliği'nin Ballık Cumhuriyetleri'nden
Litvanya'da parlamento ülkenin1940 yılında Sovyetler
Birliği'ne katılmasını geçersiz ilan eti. Litvanya Komünist
Partisi, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nden bağımsızlık
istedi.
1989, 3 Ekim: BM Genel Kurulu'nda Türk ve Bulgar
Temsilciler görüşlerini açıkladılar. Bulgaristan Dışişleri
Bakanı Petır Mladenov, iki ülke arasındaki bütün
sorunların çözümünde Belgrad Protokolü'nün temel
Kronoloji 643
oluşturduğunu belirterek önkoşulsuz görüşmeye hazır
olduklarını yineledi. Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz da,
Bulgar Bakan'ın konuşmasının iyimser görüntüsüne
karşın, yeni bir öğe getirmediğini belirtti.
1989, 4 Ekim: İslam Konferansı Örgütü Dışişleri Bakanlarının
New
York'ta
yapılan
olağanüstü
toplantısında,
Bulgaristan'ın yürüttüğü "insanlık dışı asimilasyon
kampanyası" kınanarak, Türkiye ve Bulgaristan 30 Ekim'de
Kuveyt'te görüşmeye davet edildi.
1989, 6 Ekim: Bulgaristan'a geri dönen Türklerin sayısı 35
bine ulaştı.
1989, 7 Ekim: Demokratik Almanya'nın kuruluşunun 40. yıl
dönümü törenlerine katılan Sovyetler Birliği Devlet Başkanı
Mihail Gorbaçov, Demokratik Almanya Devlet Başkanı
Erich Honecker ile görüştü. Kutlama törenlerine Polonya
lideri General Wojciecz Jaruzelski, Romanya lideri Nikolay
Çavuşesku, Çekoslovakya lideri Yakes ve Bulgaristan Devlet
başkanı Todor Jivkov da katıldı.
1989, 11 Ekim: Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Murat Sungar
düzenlediği basın toplantısında Dünya Sağlık Örgütü'nün
Türk asıllı Bulgar vatandaşlarına yapılan aşıyı inceleyen
raporu hakkında bir açıklama yaparak, aşının "sağlığa
zarar verici" olmadığının belirlendiğini, ancak aşı
uygulamasının "uluslararası kurallara aykırı nitelik
taşıdığını" söyledi.
1989, 16 Ekim: Bulgaristan'a geri dönen Türklerin sayısı 43
bin 923'e ulaştı.
1989, 18 Ekim: Demokratik Almanya'da Komünist Parti Genel
Sekreteri ve Devlet Başkanı Erich Honecker istifa etti.
Yerine Politbüro üyesi Egon Krenz atandı. Macaristan
Parlamentosu'nun bugünkü oturumunda alınan kararlarla
Macaristan'ın çoğulcu demokrasiyle yönetilmesi, siyasal
partilerin serbestçe kurulması, işçi sınıfının "halkın öncü
gücü" olduğu yolundaki hükmün kaldırılması ve
644 Kronoloji
Macaristan
Halk
Cumhuriyeti
yerine
Cumhuriyeti adının kullanılması onaylandı.
Macaristan
1989, 25 Ekim: Romanya Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku,
Komünist Partisi toplantısında yaptığı konuşmada, Doğu
Bloku ülkelerindeki reformları kınayarak, bunların
"Sosyalizmi terk etmek anlamına" geldiğini ve "Sosyalizmin
pazarlık konusu olmayacağını" söyledi.
1989, 26 Ekim: Bulgaristan'a geri dönen Türklerin sayısının,
49 bin 703 kişiye ulaştığı bildirildi.
1989, 31 Ekim: Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanlığına başbakan
Turgut Özal seçildi; Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Georgios
Vasiliu'nun
Bulgaristan'a
yapacağı
resmi
ziyaretin
ertelendiği bildirildi.
1989, 3 Kasım: Demokratik Almanya'da, Devlet Başkanı Egon
Krenz, Komünist Parti Politbürosu'nun üyesinin de gelecek
hafta istifa edeceklerini açıkladı. Fransız - Alman zirvesi
sonunda Bonn'da Federal Almanya Başbakanı Helmut Kohl
ile ortak bir basın toplantısı düzenleyen Fransa
Cumhurbaşkanı
François
Mitterrand,
"Almanya'nın
birleşmesi sorununun bu yüzyıl sonunun en önemli
konularından biri olduğunu konunun barışçı ve demokratik
biçimde çözülmesi halinde Fransa'nın bu birleşmeden
korkmaması gerektiğini" söyledi. Bulgaristan'ın başkenti
Sofya'da, ilk kez demokrasi ve reform istemiyle bir gösteri
düzenlendi.
1989, 7 Kasım: Demokratik Almanya hükümeti istifa etti.
1989, 9 Kasım: Demokratik Almanya aldığı kararla Doğu
Alman vatandaşlarının istedikleri sınır kapısından Federal
Almanya'ya gidebileceğini açıkladı. Federal Almanya
hükümeti bütün göçmenleri almaya hazır olduklarını
açıkladı.
1989, 10 Kasım: Bulgaristan Devlet Başkanı ve Komünist
Partisi Genel Sekreteri Todor Jivkov iki görevinden de istifa
Kronoloji 645
etti. Komünist Partisi Liderliğine Dışişleri Bakanı Petır
Mladenov getirildi.
1989, 11 Kasım: Bulgaristan'da Todor Jivkov'un Komünist
Parti liderliği, Politbüro üyeliği ve Devlet Konseyi
Başkanlığı'ndan istifa etmesi üzerine parti liderliğine
getirilen Dışişleri Bakanı Petır Mladenov, "Sosyalist sınırlar
içinde kalmak koşuluyla demokratik bir toplumdan
yanayız" dedi. Demokratik Almanya'da Berlin Duvarı'nda
açılan kapılardan son iki günde 1 milyon D. Alman'ın
Batı'ya geçtiği, vize alanların sayısının ise 2,7 milyonu
bulduğu bildirildi.
1989, 17 Kasım: Bulgaristan'da dün KP Merkez Komitesi'nde
Todor Jivkov yanlısı üç üyenin Politbüro'dan çıkarılmasının
ardından, partinin yeni Lideri Petır Mladenov, Devlet
Başkanlığı'na seçildi. Mladenov verdiği demeçte, ülkede
serbest seçimlerden yana olduğunu söyledi.
1989, 18 Kasım: Bulgaristan'da görevinden alınan eski Devlet
Başkanı Todor Jivkov'un yolsuzluk suçundan yargılanması
ve serbest seçimler yapılması istemiyle başkent Sofya'da,
bağımsız gruplar tarafından yaklaşık 100 bin kişinin
katıldığı bir miting düzenlendi. Yürüyüşlere Türkler de
katıldı.
1989, 7 Aralık: Bulgaristan’da Demokratik Güçler Birliği’nin
isimli siyasal parti kuruldu (lider Jelyu Jelev); Polonya'da
hükümet ile muhalefet arasında yapılan görüşmeler
sonunda, serbest seçimlerin 6 Mayıs 1990'da yapılması
kararlaştırıldı. Bulgaristan'da muhalefet tarafından başkent
Sofya'da düzenlenen gösterilerde, çok partili demokratik
sisteme geçiş, Komünist Parti'nin öncü rolünden
vazgeçilmesi ve ülkedeki Müslüman azınlıklar için inanç
özgürlüğü sağlanması isteminde bulunuldu.
1989, 9 Aralık: Bulgaristan'da eski Devlet Başkanı Todor
Jivkov'un Müslüman Türk azınlığa karşı uyguladığı
646 Kronoloji
politikanın olumsuz etkileriyle mücadele amacıyla "Ulusal
Uzlaşma Komitesi" kuruldu.
1989, 11 Aralık: Bulgaristan'dan zorunlu göç nedeniyle
Türkiye'ye gelen Türklerden geri dönenlerin sayısı 76 bin
573'e ulaştı. Bulgaristan KP Merkezi Komitesi toplantısında
bir konuşma yapan Devlet Başkanı ve Komünist Parti Genel
Sekreteri Petır Mladenov, erken serbest seçimlerin
yapılmasını, 1990 sonuna kadar yeni bir anayasa
hazırlanmasını önerdi ve Komünist Parti'nin öncü rolünün
kaldırılacağını bildirdi.
1989, 13 Aralık: Bulgaristan Komünist Partisi Merkez komitesi
toplantısında, eski Devlet Başkanı Todor Jivkov, oğlu
Vladimir ve yakın çalışma arkadaşı Milko Balev'in Komünist
Parti'den ihraç edildiği, Parti'nin "toplum ve devlet içindeki
öncü rolünün" kaldırıldığı bildirildi.
1989, 15 Aralık: Bulgaristan Parlamentosu'nun bugünkü
oturumunda, siyasi tutukluların affedilmesine ilişkin bir
yasa tasarısı kabul edildi.
1989, 20 Aralık: Balkan Türkleri Mülteci Dernekleri Başkanı
Mümin Gençoğlu, Bulgaristan'da yeni Devlet Başkanı Petır
Mladenov'un Türklere karşı yumuşama politikası sonucu
geri dönüşün hızlanacağını söyledi.
1989, 22 Aralık: Romanya'da, 24 yıldır iktidarda bulunan
Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku, bir haftadır süren
protesto gösterileri sonunda, Bükreş'te ordunun da
ayaklanan halkın yanında yer alması sonucu devrildi.
1989, 24 Aralık: Göçmen işlerinden sorumlu Devlet Bakanı
Ercüment Konukman, Balkan Türkleri Göçmen ve Mülteci
Dernekleri Federasyonu tarafından Bursa'da düzenlenen
"Göçmenlerin Sorunları" konulu toplantıda, Bulgaristan'a
geri dönenlerin sayısının 90 bini aştığını belirtti.
Bulgaristan'da
Türklerin
adlarının
değiştirilmesiyle
başlayan asimilasyon politikasına karşı gelişen olayların 5.
yılı çeşitli toplantılarla kınandı.
Kronoloji 647
1989, 29 Aralık: BKP Merkez Komitesi Sekreteri Aleksandır
Lilov “Yeniden Doğuş Süreci”ni hata olarak ilan etti.
Bulgaristan
Komünist
Partisi
Merkez
Komitesi
toplantısında, ülkede yaşayan Türklere isimlerini, dillerini
ve dinlerini seçme özgürlüğünün verilmesi kabul edildi.
1989 Aralık sonu – 1990 Ocak: Parlamento’nun Asimilasyonu
Durdurma Kararına Karşı Bular Milliyetçilerinin Özellikle
Sofya, Kırcali, Razgrad Bölgelerinde Protesto Gösterileri ve
Grevler
1990, 5 Ocak: Bulgaristan'da Türklere tanınan hakları protesto
ederek, referandum isteyen göstericilerin bu istekleri
yönetim tarafından reddedildi. Göstericiler Kırcali, Varna,
Şumnu ve Rusçuk kentlerinde genel greve başladılar.
1990, 7 Ocak: Bulgaristan'da Türklere tanınan hakları protesto
etmek amacıyla yeni gösteriler yapıldı, Türkler aleyhinde
"ulusal çıkarları koruma komitesi" adlı bir komite kuruldu.
1990, 9 Ocak: Türkiye ve Bulgaristan arasında, Türk azınlığın
durumu da dâhil olmak üzere ikili ilişkilerin ele alındığı
görüşmelerin ikinci turu Kuveyt' te başladı. Görüşmelere
Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz ve Bulgaristan Dışişleri
Bakanı Boyko Dimitrov’un yanı sıra İslam Konferansı
örgütü Genel Sekreteri Hamid El Gabid de katıldı.
Bulgaristan Devlet Başkanı Petır Mladenov, yaptığı bir
konuşmada Jivkov yönetiminin Türk azınlığa karşı
uyguladığı politikaların "ciddi bir siyasal hata" olduğunu
söyledi.
199O, 10 Ocak: Sosyalist Rejimden Demokratik Sisteme Geçiş
(Parlamento tek parti rejiminden çok partili rejime geçiş
kararını onayladı).
1990,12 Ocak: Bulgaristan'da Türk azınlığa haklarının iade
edilmesi ve ardından milliyetçi unsurların başlattıkları
gösteriler nedeniyle Bulgar yönetiminin, Türk azınlık ve
muhalefet temsilcileriyle yaptığı görüşmeler sonunda
anlaşma sağlandı. Yayımlanan deklarasyonda "herkesin
istediği dili konuşabileceği, isteyen kişinin ismini
648 Kronoloji
değiştirebileceği ve bu hakların garanti altına alındığı"
belirtildi. Devlet Başkan Yardımcısı Vasil Mruçkov
toplantıdan sonra yaptığı açıklamada deklarasyonun taslak
niteliğinde
olduğunu,
son
halini
aldıktan
sonra
parlamentoya sunulacağını söyledi.
1990, 15 Ocak: Bulgaristan Parlamentosu. ülkede yaşayan
Türklere temel hak ve 'özgürlüklerinin verilmesini içeren
Sosyal Forum kararını oy birliği ile kabul etti. KP'-nin öncü
rolüne son verilmesi konusunda da ilke kararı alındı.
1990, 18 Ocak: Bulgaristan'da eski Devlet Başkanı Todor
Jivkov, özel bir komisyon tarafından yapılan soruşturma
sonucu, etnik düşmanlık ve nefret yaratmak ile kamu
fonlarını
zimmetine
geçirmekten
suçlu
bulundu.
Bulgaristan Başsavcılığı Jivkov'un tutuklanması için karar
çıkardı.
1990, 21 Ocak: Bulgaristan'a geri dönen Türklerin sayısı 100
bin 75'e yükseldi.
1990, 23 Ocak: Bulgaristan'dan İsveç'e kaçan Türklerden
yaklaşık bin kadarı, İsveç tarafından sınır dışı edilmeleri
yolunda alınan kararı protesto etmek amacıyla açlık grevine
başladı.
1990, Şubat-Kasım: Bulgaristan’da İlk Demokratik Hükümet
(Andrey Lukanov Hükümeti)
1990, 5 Mart: Bulgaristan Parlamentosu'nda
oylamada,
Türk
ve
Müslümanların
eski
alabilmelerini öngören yasa teklifi kabul edildi.
yapılan
adlarını
1990,
1
Ağustos-3
Kasım
Cumhurbaşkanı Seçilmesi
Jelyu
Jelev’in
Bulgarca
Sonek
1996:
1990, 16 Kasım: Türkçe Soyadlara
Zorunluluğunun Kaldırılması.
1990, Aralık-1991 Ekim: Geçiş Hükümeti (Dimitır Popov
hükümeti)
Kronoloji 649
1991, Mart’a kadar: Türkçe İsimlerini Geri Almak İçin Dilekçe
Verenlerin Sayısı 600.000’e ulaştı.
1991, 12 Temmuz: Bulgaristan Yeni Anayasasının Kabulü
1991, 16 Eylül: Türklerin Türkçe Dersi Talebiyle Okul Boykotu
Başlatması
1991, Kasım-1992, Aralık: Filip Dimitrov Hükümeti
1991, 25 Kasım: Türkçe’nin Okul Saatleri Dışında Haftada 4
Saat Olarak Okutulmasının Kabulü ve Okul Boykotunun
Sonlandırılması
1992, Aralık-1994 Eylül: Geçiş Dönemi Hükümeti (Lyuben
Berov Hükümeti)
1994,
Todor
Jivkov’un
Yetkilerini
Kötüye
Kullandığı
Suçlamasıyla Yargılanması ve 7 Yıl Hapis Cezasına
Çarptırılması
1994, 5 Eylül: Okullarda 1. Sınıftan 8. Sınıfa Kadar Haftada 4
Saat Anadilde Eğitim Hakkını Sağlayan Bakanlar Kurulu
Kararnamesi (Bulgar milliyetçilerinin tepkileri, okulların
çıkardığı engeller, öğretmen yetersizliği gibi nedenlerle
2009’da Türkçe derslerine katılan öğrenci sayısı 20.00030.000 civarındadır).
1994, 18 Aralık: Genel Seçimler
1995, Ocak-1997, Şubat: Jan Videnov Liderliğinde Sosyalist
Parti (BSP) Hükümet
1995, 14 Aralık: Bulgaristan’ın Avrupa Birliğine Katılım
Başvurusu
1996, Bulgaristan’da Ekonomik Kriz
1996, Şubat: Todor Jivkov’un Hapis Cezasının
Mahkeme Tarafından Ev Hapsine Çevrilmesi
Yüksek
1996, 25 Mayıs: 1946’dan Beri Sürgünde Bulunan Eski Bulgar
Çarı Simeon’un Bulgaristan’a Dönüşü
1996, 3 Kasım: Demokratik Güçler
Stoyanov’un Cumhurbaşkanı Seçilişi
Birliği
adayı
Petır
650 Kronoloji
1997, Şubat-Nisan: Stefan Sofiyanski Liderliğindeki Geçiş
Hükümeti
1997, Mayıs-2001, Temmuz: Ivan Kostov hükümeti
1998, 6 Ağustos: Todor Jivkov’un Ölümü
2001, Temmuz-2005, Ağustos: Eski Çar II. Simeon Hükümeti
2004, 29 Mart: Bulgaristan’ın NATO’ya Girişi
2005, Ağustos-2009, Temmuz: Sergey Stanişev Hükümeti
2007, 1 Ocak: Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne Girişi
2009, Temmuz: Boyko Borisov Hükümetinin Kurulması
YAZARLAR
DAYIOĞLU, ALİ, Yardımcı Doçent Dr., Yakın Doğu
Üniversitesi (Kıbrıs), Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim
Üyesi
ELÇİNOVA, MAGDALENA, Associate Prof. Dr., Nov
Bılgarski Universitet (Yeni Bulgar Üniversitesi), Antropoloji
Bölümü Başkanı
ERSOY-HACISALİHOĞLU, NERİMAN, Yardımcı Doçent Dr.,
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
Öğretim Üyesi
HACIOĞLU, SEVİM, Yardımcı Doçent Dr., Kırklareli
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim
Üyesi
HACISALİHOĞLU, MEHMET, Doçent Dr., Yıldız Teknik
Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
Öğretim Üyesi, Balkan ve Karadeniz Araştırmaları Merkezi
(BALKAR) Müdürü
KAYA, AYHAN, Profesör Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi,
Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Avrupa Enstitüsü
Müdürü
KAYAPINAR, AYŞE, Doçent Dr., Abant
Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
İzzet
Baysal
KAYAPINAR, LEVENT, Doçent Dr., Abant İzzet Baysal
Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
LÜTEM, ÖMER ENGİN, Emekli Büyükelçi, 1983-89 Arası
Türkiye’nin Bulgaristan Büyükelçisi, Avrasya İncelemeleri
Merkezi Müdürü
652 Yazarlar
MEVSİM, HÜSEYİN, Doçent Dr., Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi, Bulgar Dili ve Edebiyatı Bölümü
Öğretim Üyesi
ÖZGÜR-BAKLACIOĞLU, NURCAN, Yardımcı Doçent Dr.,
İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası
İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
ÖZTÜRK, SAİT, Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü,
Yüksek Lisans Öğrencisi
PUSCH, BARBARA, Dr., Orient-Institut İstanbul
RÜMA, ŞADAN İNAN, Yardımcı Doçent Dr., İstanbul Bilgi
Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
SABEV, ORLİN (Orhan Salih), Associate Prof. Dr.,
Bulgaristan Bilimler Akademisi, Balkanistik Enstitüsü Öğretim
Üyesi
ŞİRİN, N. ASLI, Yardımcı Doçent Dr., Marmara Üniversitesi,
Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü ve Avrupa Birliği
Enstitüsü Öğretim Üyesi
TÜRKEŞ, MUSTAFA, Profesör Dr., Ortadoğu Teknik
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
ZAFER, ZEYNEP, Profesör Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi, Bulgar Dili ve Edebiyatı Bölümü
Öğretim Üyesi
Yerli ve yabancı çok sayıda siyaset bilimci,
tarihçi ve sosyoloğun yazdığı makalelerden
meydana gelen bu eserde 1984-1989 yılları
arasında
Bulgaristan’da
Jivkov
rejimi
tarafından Türklere / Müslümanlara karşı
uygulanan zorunlu isim değiştirme ve
asimilasyon politikaları, 1989 Göçüne giden
süreç,
1989
Göçü,
1990
sonrasında
Bulgaristan’da Türk azınlığın durumu ve
nihayet
89
Göçmenlerinin
Türkiye’de
entegrasyonu kapsamlı bir şekilde ele
alınmaktadır.
Derlemede yer alan her makale alanında
yetkin bilim adamları tarafından birinci el
kaynaklara dayanarak hazırlanmıştır ve 89
Göçü konusuyla ilgili birçok soruya açıklık
getirmektedir. Ayrıca dönemin Bulgaristan
Büyükelçisinin ve bizzat 89 Göçü sürecini
yaşayan uzmanların da anıları veya anılarıyla
desteklenen incelemelerini içermektedir. Bu
eser bütünüyle 89 Göçüne vakfedilmiş ilk
eserdir.