Vaşington ve Tahran ile Tom ve Jerry

Geçen hafta Orta Doğu’daki çatışma ortamını arttırıcı gelişmeler devam etti. ABD’nin İran Nükleer Anlaşmasından çekilme ve Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararlarının yarattığı sonuçlar bölge istikrarını olumsuz şekilde etkilemeyi sürdürdü.

Haberin Devamı

İran Dini Lideri Hamaney’in Vaşington’u Tom ve Jerry hikayesindeki (hiçbir zaman başarılı olamayan) meşhur kediye benzetmesi ilgiçti. Hameney, ABD’nin (rejim değişikliğinden bu yana) İran aleyhine kurduğu bütün komploların amacının (İran’da) rejimi devirmek olduğunu, ancak (Tom ve Jerry hikayesindeki kedi gibi) başarısız olduğunu söyledi. Hamaney, ABD’nin İran’a karşı derin bir düşmanlık beslediğini, (rejim değişikliğinden bu yana) ABD’nin İran’a karşı yaptığı tüm saldırıların başarısızlıkla sonuçlandığını, Trump Yönetimi’nin (İran’a yönelik) son saldırısının da başarısızlığa mahkum olduğunu ifade etti.

Diğer ilginç bir benzetme de (Orta Doğu konusunda kitapları olan) Amerikalı gazeteci ve yazar Thomas Friedman’dan geldi. Friedman uluslararası bir televizyon kanalında ABD Büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması nedeniyle 14 Mayıs tarihinde yapılan töreni “diplomatik pornoya” benzetti. Friedman, (İsrail Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile Amerikan Maliye Bakanı, Trump’ın kızı ve damadının da katıldığı) törene Amerikalı önde gelen evangelist liderlerin katılmasını ve törende konuşma yapmalarını eleştirerek, Trump’ın aklındaki esas hususun iç politika (ve evangelist oy tabanını tatmin etmek) olduğunu vurguladı.

Haberin Devamı

ABD’nin İran Nükleer Anlaşması’ndan çekilmesinden sonra, Vaşington-Tahran hattında en önemli gelişme ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun ABD’nin İran’dan yerine getirmesini istediği 12 hususu açıklaması oldu. Pompeo (Tahran ABD’nin isteklerini yerine getirmezse) ABD’nin İran’a yoğun yaptırımlar uygulayacağını (İran’ı şiddetle cezalandıracağını) ifade etti. İran Dışişleri Bakanı Zarif, Cumhurbaşkanı Ruhani ve (nihayet) Dini lider Hamaney ise bu istekleri kabul etmeyeceklerini (ABD’ye yönelik sert sözlerle) açıkladılar.

Esasında Pompeo’nun İran’dan yapmasını istediği hususlar yeni değildir ve Trump Yönetimi’nin uzun zamandan beri İran’a yönelttiği eleştirilerdir. Başkan Trump ABD’yi İran Nükleer Anlaşması’ndan çekerken bu hususları neden olarak göstermiştir. Vaşington’un İran’a yönelttiği 12 isteği üç grupta toplamak mümkündür. Bu isteklerin ilk grubunda İran’ın nükleer ve füze programlarının tam olarak durdurulması gelmektedir. ABD, her şeyden önce,  Tahran’dan İran nükleer programının önceki askeri boyutlarının tam bir dökümünü Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na bildirmesini ve bu çalışmaları daimi olarak sonuçlandırdığını kanıtlamasını; (ağır su reaktörünün kapatılması da dahil) uranyum zenginleştirmeye son vermesini ve plütonyumu yeniden işlemeden vazgeçmesini; ülkedeki bütün nükleer tesislere (askeri üsler dahil) Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın girmesine izin vermesini istemektedir.

Haberin Devamı

ABD için İran’ın füze programının durdurulması da önemlidir. Tahran’dan istenilenler arasında İran’ın yeni balistik füzeler üretmekten vazgeçmesi, nükleer kabiliyeti olan füzelerin geliştirilmesi ve üretilmesi programlarına son vermesi de vardır. Vaşington Tahran’dan “sahte iddialarla” tutuklanan veya kendilerinden haber alınamayan bütün ABD ve ABD’nin “müttefiki” veya “ortağı”” olan ülkelerin vatandaşlarını serbest bırakılmasını da talep etmektedir.

ABD’nin Tahran’a yönettiği diğer istekler, İran’ın bölgesel politikalarıyla ilgili ve İran dış politikasını kontrol altına almayı amaçlamaktadır. Vaşington, Tahran’ı 4 bölge ülkesine (Irak, Suriye, Yemen ve Afganistan) müdahale etmeyi durdurmaya çağırmaktadır. Vaşington’a göre İran, Irak hükümetinin egemenliğine saygı göstermeli, Irak’taki Şii milislerin silahsızlandırılması ve yeniden entegrasyonuna izin vermeli; Yemen’deki Hutsi milislere desteğini kesmeli, Yemen’de barışçıl siyasi bir çözüm için çalışmalı; Suriye’deki kendi komutası altındaki tüm güçleri çekmeli; Afganistan’ın iç işlerine karışmayı durdurmalı, bu ülkede Taliban’a ve diğer teröristlere desteği kesmeli, El Kaide’ye sığınak olmaktan vazgeçmelidir.

Haberin Devamı

ABD’nin 12 isteği içinde İran’ın Hizbullah, Hamas ve Filistin İslami Cihadı başta olmak üzere Orta Doğu’daki “terör örgütlerine” destek vermemesi, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nün terörist ve militan ortaklarına desteğini kesmesi de bulunmaktadır. ABD, İran’dan çoğu ABD’nin müttefiki olan komşularına yönelik tehditkar davranışlarına son vermesini, İsrail’e yönelik tehditlerini ve Suudi Arabistan’a  (Yemen’den)  füze atışlarını durdurmasını da istemektedir.

İran, ABD Dışişleri Bakanı tarafından ortaya konulan bu 12 talebi hemen reddetmiştir. Önümüzdeki günlerde ABD’nin İran’a yönelik yaptırımların arttırması, Vaşington ile Tahran arasındaki gerginliğin giderek büyümesi beklenmektedir. Trump Yönetimi’nin ABD’yi İran Nükleer Anlaşmasından çekmesi ve daha sonra İran’a yönelik açıkladığı 12 talep, Vaşington’un iki bölgesel müttefiki İsrail ve İran tarafından kuvvetle desteklenmiştir. Bu çerçevede Orta Doğu’da tırmanacak Vaşington-Tahran çatışmasına İsrail ile Suudi Arabistan’ın (ve yerel müttefiklerinin) aktif bir şekilde katılması kaçınılmaz olacaktır.

Haberin Devamı

İran’ın bölgesel politikalarının İran’ı (diğer iki bölgesel güç) İsrail ve Suudi Arabistan ile karşı karşıya getirdiği esasen bilinmektedir. Suudi Arabistan (ve müttefikleri Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır) ile İran arasında (bölgesel mezhep bölünmeleri temelinde) çatışma ve mücadele bir süreden beri devam etmektedir. Suudi Arabistan’ın özellikle Tahran’ın Yemen’deki varlığından ve bu ülkede Hutsilere verdiği destekten büyük ölçüde tedirgin olduğu izlenmektedir. Yemen’de iç savaşa doğrudan müdahale eden Suudi Arabistan ile Yemen’i kontrol altına almaya çalışan Hutsilerin yanında yer alan İran bu ülkede (Yemen’i büyük bir insani felakete sürükleyen) bir çatışmanın içindedir.

Haberin Devamı

Yemen’den atılan ve başkent Riyad’a kadar ulaşan füzeler Suudi Arabistan için ciddi bir güvenlik riski oluşturmaktadır. Suudi yetkililer bu füzeleri Hutsilere İran’ın sağladığını belirtmekte ve doğrudan Tahran’ı suçlamaktadır. Hint Okyanusu’ndan (Aden Körfezi’nden) Kızıl Deniz’e (Süveyş Kanalı’na) girişi kontrol eden Babül Mendep Boğazı’nın kıyısındaki Yemen jeostratejik önemini korumakta ve İran-Suudi Arabistan mücadelesinin önemli bir odak noktası durumuna gelmiş bulunmaktadır.

Suudi Arabistan-İran mücadelesinin (artan bir şekilde) devam ettiği diğer ülkeler Bahreyn, Suriye, Irak ve Lübnan olarak ortaya çıkmaktadır. Bu dört ülkede de yoğun Şii Müslüman nüfus yaşamakta, Şii parti ve gruplar bu ülkelerin siyasi hayatında önemli bir rol oynamaktadır. Arap ülkesi olan bu dört ülkede de İran’ın oynadığı rol Suudi Arabistan’ı tedirgin ve rahatsız etmekte, dört ülke de Tahran ve Riyad’ın doğrudan veya dolaylı müdahalelerine hedef olmaktadır.

Orta Doğu bölgesinde İsrail ile İran arasında da bir çatışma ve mücadelenin yaşandığı bilinmektedir. İsrail-İran çatışması (daha önceki bir yazımda değindiğim şekilde) 1979 yılından (Tahran’daki rejim değişikliğinden) bu yana sürmektedir. İsrail-İran mücadelesinin yoğunlaştığı ülke ise Lübnan’dır. İsrail, İran’ın (Hizbullah yoluyla) Lübnan’da kurduğu nüfuz ve etkiden rahatsızlık duymaktadır. İsrail’in Filistinli grupların (Hamas ve İslami Cihat) İran’la kuruduğu ilişkilerden ve Tahran’ın bu gruplara silah sağlamasından da tedirginlik duyduğu bilinmektedir.

İsrail’in İran’ın (Esad ailesi yönetimindeki) Suriye’de oluşturduğu nüfuz ve etkiden duyduğu rahatsızlığın giderek büyüdüğü de bilinen diğer bir husustur. Suriye iç savaşı sırasında İran’ın Suriye’de olan askeri varlığı büyük ölçüde büyümüş; Şam rejimi, Hizbullah ve İran arasındaki askeri ittifak çok daha görünür olmuştur. İsrail’in (Suriye’deki iç savaşı Şam rejiminin kazanmakta olduğu bir ortamda) Suriye’de artan İran askeri varlığından büyük bir tedirginlik duyduğu ortaya çıkmakta, İsrail’in Suriye’deki İran askeri varlığına karşı düzenlediği askeri operasyonların sayısı giderek artmaktadır. Suriye’nin hızla İsrail ile İran arasında açık bir çatışma alanı haline geldiği izlenmektedir.

Tahran’ın bölge politikalarına karşı İsrail ile Suudi Arabistan arasında meydana gelen yakınlaşma (zamanla) daha fazla görünmeye başlamıştır. İran karşıtlığı İsrail ile Suudi Arabistan (ve yerel müttefikleri) arasında yakınlaşmayı ortaya çıkartmıştır. İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki bu yakınlaşmanın (aralarında resmi diplomatik ilişki bile bulunmayan) bu iki ülke arasında bir ortaklığa (hatta ittifaka) dönüştüğüne işaret edenler bile bulunmaktadır. Şimdi Trump Yönetimi (ABD’nin siyasi, ekonomik ve askeri gücüyle ve Obama Yönetimi politikalarından ayrılarak) İran karşıtı İsrail-Suudi Arabistan cephesinin yanında yer almaktadır. ABD’nin İran nükleer anlaşmasından çekilmesinin ve (İran’a yönelik) 12 maddelik talep listesinin arkasında yatan tablo budur.

Ancak bu tabloda Suudi Arabistan (ve Arap ülkesi müttefikleri) için önemli bir sorun bulunmaktadır. Başbakan Netanyahu (İran’a karşı) sertleşirken, Filistin sorununda da çözümden giderek uzaklaşmakta ve (İsrail topraklarını Filistinliler aleyhine) genişleten politika ve uygulamalara ağırlık vermektedir. Netanyahu, Arap ve İslam Dünyalarının içinde bulunduğu kötü, bölünmüş durumdan istifade ederek, Filistin sorununu (uluslararası beklentileri hiçe sayarak) kendi istediği şekilde “çözmek” için harekete geçmiş, artık gerçek bir “iki devletli çözümden”  tamamen uzaklaşmıştır. Trump Yönetimi de (yine kendinden önceki ABD Yönetimlerinin tutumlarından ayrılarak) Başbakan Netanyahu’nun bu uzlaşmaz ve genişlemeci politikalarını desteklemektedir.

Başbakan Netanyahu’nun uzlaşmaz, şiddet eğilim ve ağırlıklı politikaları ve Trump Yönetiminin bu politikaları destekleyen kararları karşısında, Filistinliler Arap ve İslam Dünyalarından, uluslararası toplumdan yardım ve müdahale beklemektedir. İran tehdidini ön plana çıkartan Körfez Arap ülkeleri hükümetleri Filistin sorununu ve Başbakan Netanyahu’nun Filistinlilere yönelik şiddet politikalarını görmemezlikten gelmeye ve unutmaya (daha) eğilimli gözükmektedir. Ama (bu ülkelerinki dahil) Arap halklarının görüş ve tutumları (kendilerini yönetenlerden) oldukça farklıdır. Arap halkları için Filistin sorunu, Filistinlilerin (ve Kudüs’ün) geleceği hala önemlidir. Arap Yönetimleri (demokratik çoğulcu seçimle iktidara gelmeseler de) halklarının Filistin sorunu konusundaki tutum ve görüşlerini görmezden gelememekte, tamamen bir kenara itememektedir. Filistin sorunu Orta Doğu’daki (bölgesel güçler arasındaki) cepheleşmeleri daha da dengesiz ve karmaşık hale getirmektedir.    

                            

   

    

      

Yazarın Tüm Yazıları