“Sosyal Medya Yasası”
Bakan Binali Yıldırım’ın “”Sosyal medya büyük toplulukları gaza getirebiliyor. Bu bir tehdittir. Tedbir alınması lazım” çıkışının ardından, iktidarın sosyal medyadan duyduğu rahatsızlığın bir ifadesi olarak ortaya çıkan sansür denemelerinden Eylül 2012’de yine bu köşede söz etmiştim: “Sosyal medyaya sansür mü?” (http://goo.gl/Wt6pU). Sosyal medyanın gerçek zamanlı akışına anlık sansür uygulanması o dönem tartışılmış, sonra da hükümet bunu yalanlamıştı. Ben de bunu bir tür “tepki yoklaması” olarak okumuştum (http://goo.gl/88bRh).
Mayıs sonunda başlayan ve hala devam eden Gezi olaylarıyla birlikte, iktidarın sosyal medyaya yönelik tehdit algısı da tavan yaptı. Önce Başbakan Twitter’ı bir “baş belası” olarak niteledi ve Suudi Arabistan, Kuveyt, İran, Belarus gibi ülkelerin yöneticileri arasındaki yerini aldı (http://goo.gl/q0ZEP). Sonra da bakanlardan başlayarak bir çok yetkili bu minvalde açıklamalar yaptı (http://goo.gl/Kqkmg). Nitekim bu algının uygulama düzeyindeki yansımaları da gecikmedi ve önce rastgele Twitter kullanıcılarına yönelik gözdağı operasyonları yapıldı (http://goo.gl/gxr5a), sonra da sosyal medyaya yönelik yeni düzenleme haberleri anaakım medyada boy göstermeye başladı (http://goo.gl/vxMIG; http://goo.gl/QPrTL; http://goo.gl/p2pDj; http://goo.gl/FMW43). Daha sonra Bakan Binali Yıldırım, bir “sosyal medya düzenlemesi” yapıldığını yalanladı ve bunun “siber güvenlik” ile ilgili bir “altyapı çalışması” olduğunu söyledi (http://goo.gl/3kHdS; http://goo.gl/Aj0FN). Bu arada “Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve Eylem Planı” da yürürlüğe girdi (http://goo.gl/leJF1). Bütün bunlar, ya hükümet kanadında sosyal medya ile ilgili kafaların karışık olduğunu gösteriyor ya da yine tepki yoklama çalışması yapılıyor.
Daha önce defalarca dile getirdiğim gibi, iktidarların sosyal medyadaki devasa ve gerçek zamanlı akışa diledikleri gibi müdahale etmeleri ve bunu seçici olarak sansürlemeleri pek mümkün değil (http://goo.gl/eFhSp; http://goo.gl/rF9U7; http://goo.gl/pZIjr). Bunun için mesela Twitter gibi bir şirketin tam işbirliğine ihtiyaç duyarlar, ki artık ifade özgürlüğüne yaptığı saldırıların tüm dünya gözünde tescillenmiş olduğu hükümetin bu tür bir işbirliği elde etmesi zor. “Hassas zamanlarda” sosyal medya erişimini duraklatmak, zorlaştırmak gibi geçici teknik önlemlere de başvurulabilir, ama erişim engellemeyi boşa çıkartan çok sayıda yöntemin varlığında bu da pek kesin bir “çözüm” değil. Veya Çin ve İran gibi sosyal medya erişimini tamamen engellerler; bu durumda da kullanıcıların ve uluslararası toplumun ağır tepkisini göğüslemeleri gerekir.
Şimdiye kadar iktidarın tercih ettiği yöntem, seçilmiş sosyal medya kullanıcılarına yönelik gözdağı operasyonlarına girişip, onları gözaltına alıp veya yargılayıp bu operasyonun etkisi altında tüm kullanıcıların oto-sansüre yönelmesini ummak oldu. Ama gelişmeler gösteriyor ki, halkın büyük bir bölümünde olduğu gibi, sosyal medya kullanıcılarında da belli bir “korku” eşiği” aşılmış durumda. Üstelik, bu tür suçlamaların hukuki dayanağı fena halde temelsiz olduğu için, herhangi bir davanın ayakta durması da zor görünüyor. Hakaret, tehdit, açık şiddet kastiyle kışkırtma gibi belli sayıda suç zaten ceza yasalarında tanımlı ve bunların sosyal medyada işlenmesi halinde kavuşturulmaları için bir engel bulunmuyor. Ama iktidarın derdi muhalif içeriği ve sosyal medya üzerinden örgütlenmeyi bastırmak olduğu için, mevcut ceza hukukundaki çerçeve onlar için yerli değil. Bu yüzden akıllarında sosyal medyaya özel yeni “içerik suçları” yaratacak bir ceza düzenlemesi var diye tahmin ediyorum. Yetkililerin açıklamalarının bir kısmı da bu plana işaret ediyor.
Daha önce 5651 sayılı internet sansür kanunu veya merkezi filtre uygulamaları için yaptıkları gibi, yetkililer girişimlerini meşrulaştırmak için harıl harıl Batı’da sosyal medya düzenlemesi örneği bulmaya çalışıyor. Alternatif Bilişim Derneği, İnternet Yayıncıları Derneği (İYAD) gibi sivil toplum kuruluşları, iktidara bu arayışın nafile olduğunu, sosyal medyada ifade özgürlüğünü baskılayacak düzenleme örneği arıyorlarsa, demokratik ülkelere değil, Çin, İran, Suudi Arabistan, bir ölçüde Rusya, Kuzey Kore, Bahreyn gibi ülkelere bakmaları gerektiğini duyurdu ve bir ceza düzenlemesi girişimini hem Anayasa hem de imza koyduğumuz uluslararası sözleşmelerin açık ihlali olarak mahkum etti (http://goo.gl/G8MjL; http://goo.gl/CEENu).
Böyle bir cezai düzenlemenin kuşkusuz korkutucu ve oto-sansüre zorlayıcı bir etkisi olur. Zaten bu yüzden bu tür bir düzenleme girişimi sansür mantığının temel hak ve özgürlüklerin köküne kibrit suyu dökecek kadar genişletilerek oto-sansür dayatmasına dönüşmesi olarak görülmeli ve mahkum edilmelidir. Öte yandan bugün ulaştığımız teknolojik düzeyde, böyle bir yaklaşımın iktidarın öngöremediği başka sonuçları da olacaktır: “Bizdeki 5651 kod adlı İnternet sansür yasası ve merkezi filtre denemeleri toplumumuzu zorla bilgi toplumu yaptı. Artık herkes sansürü nasıl aşacağını biliyor. Bu toplum TİB’in ruhu duymadan tweet atmayı da öğrenir.” (http://goo.gl/eFhSp)
Bakalım önümüzdeki dönemde iktidar ve sosyal medya cephesinde ne gibi gelişmeler olacak? Her şey mümkün: “Sosyal Medya Ceza Kararnamesi”, sosyal medyaya yönelik “teknik arıza” etiketli hin engellemeler, siber güvenlik polisi (SOME – Siber Olaylara Müdahale Ekipleri / ben buna “siber TOMA” diyorum – http://goo.gl/RQHtf), başka gözdağı ve oto-sansür operasyonları, McCharty’yi aratmayacak cadı avları…
Bunların ilk defa yaşanmadığını ve halkın iletişim hakkına saldırmanın sonucunun “zafer” olmadığını birisi yetkililere hatırlatabilir mi?