Murathan Mungan …

MURATHAN MUNGAN ŞAİRİN ROMANINDAN
Şairin ayakları doğduğu topraklara sağlam basarken, sözlerini bütün yerküreye söyleyebilmelidir. Bazı çiçeklerin varlıklarını yalnızca yetiştikleri iklime borçlanmış olmaları elbette onların güzelliğini azaltmaz, ama başka iklimlerde yaşayamamaları varlıklarını eksiltir.

Yalnızca kendi toprağında okunur, okunabilir olmak, iyi şiire yetmez. iyi şiir, doğduğu toprağın iklimini başka iklimlere dönüştürebilme gücüne, yeteneğine sahip olmalıdır. Şiir doğduğu yerlerin sesi, kokusudur.Kendi güneşini, kendi rüzgarını, kendi yağmurunu her yere taşır. Hem de gittiği yerin güneşi, rüzgârı, yağmuru olur. İyi şiir tıpkı bir çömlek gibi, vücut bulduğu toprağını başka diyarlara taşıyabilmeli, oralarda da kullanılabilmelidir. Gündeliğin yalınlığında unutmayın: Şiir kullanışlı bir şeydir. Bir eşya gibi kullanışlı bir şey.

Murathan Mungan
Şairin Romanı’ndan

Kadırga – Murathan Mungan

MURATHAN MUNGAN KADIRGA

Senelerce, senelerce evveldi;
Bir deniz ülkesinde… ve belki de
birbirine aktardığım defterlerin hepsinde
bu şiir vardı:
Senelerce , senelerce evveldi;
Biz seninle orada, o deniz ülkesinde tanıştık

uzak denizler, uzak yakınlıklar içinde
bir Kadırgada iki korsan
tarih, yarın, ütopya dolu sandıklar arasında
birbirimizi yaralarından tanıdık
dışı korsan, içi iç denizlerde yaşayan çocuklardık
konuşamadıklarımız bir bulut kalınlığında
duruyordu aramızda
oysa konuşsak, ya da dokunsak birbirimize
çekip gidecekti içimizdeki o korkunç noksanlık
batık gemilerin deniz diplerini saran
umutsuzluğu vurmuştu yüzümüze
birbirimizden ve aşkın keşfedilmemiş gizlerinden
ürküyorduk
bir definenin ikiye paylaştırılmış haritasında
bilmeden
birbirimize doğru ilerliyorduk

kara görünüyordu yokluğumuzda
kara çok uzakta
sahiller millerce
uzaktaydı birbirimizin yokluğunda
neyimiz vardı öfkeli bir gençlikten
mağrur inceliklerimizden
ve geceler boyu kısık yıldızlar altında anlatılan
ihanetlerin kara bilgisinden başka
biliyorduk geldiğimiz yer Atlantis
o yitik ütopya
gittiğimiz yer de ora
Senelerce, senelerce evveldi;
sen yoktun
bu aşk başladığında
Senelerce, senelerce evveldi;
sen yoktun
ben de yoktum
bu aşk başladığında

bizi yola çıkaran ne varsa
yol üzerindedir,
öyledir sanıyorduk
geleceği seçmeye çalışıyordu kısılmış gözlerimiz
adasız denizlerin ufkunda
Bilge ve hırsız. Çocuk ve katil. Ölüm ve oğul
oluyorduk. Denizler, meydanlar, kavgalar ortasında
fırtına bilgisi yoklarken
çözülmemiş zamanların altın bilmecelerini
bir daha hiç çıkamadık daldığımız karanlıktan
kara ruhların büyük bayramlarından sonra

Aşk giz tutmuş tuğra
Aşk 1988
Bir yıldır yoldayız
Aşkımız sağlam sularda
Aşk 1988
gideceğimiz yer atlantis
o ütopya sıla
ayrılsak bile biliyoruz
başka bir anlamda
senelerce, senelerce sonra
sağlam, ödeşmiş, mutlu âşıklar için
bir randevudur
aynı yolculukta Kadırga

Aşk 1992
Ayrılık 1992
şimdi biliyor muyuz
gömülüp gideni batıklarda

kaç kıyıdan toplanmış taşlarla
batıyordu dibe
şarap fıçılarıyla, zeytin dallarıyla
yarım kalmış bir gravürde
yelkenleri sönen kadırga
batıyordu
sarışın hurmalar, gümüş paralar
uzak otlar, ipek topları, amber kokularıyla
çıkmamak üzere bir daha
bir başka mürekkebin kıyılarına

daldığımız solgun gravürden
birbirimize baktığımızda
diriliyordu deniz diplerinde
boğulmuş beyaz kentlerden
geçilen yolculuk
aynı takım yıldızların altında
dünyaya gelen aşkların benzerliği gibi
başka çağları haber verir kimi denizler
yoksa nerden çıkardı bu rüzgâr
bu zeytin dalları, baş döndüren şarabın kokusu
ağzımızdaki bu hurma tadı
ipeğine uzandığım bu amber nerden

yüreğimdeki dövme çok eski bir gravürden

buluşurdu sessizliğimiz
okuduğumuz sayfaların derinliğinde
ne zaman sussak
aramızdan geçerdi hayalet gemileri
karşılıklı kıyılarda
aynı denize bakan
iki koltuk, iki lamba, iki ay
aynı pencerenin derinleştirdiği gecede
gemilerin ıslığını dinlerdik
tek bir söz bile etmeden konuşurduk saatlerce

kapkara hayalet gemileri geçerdi
geçmişten gelen
sessizliğin yarattığı sis içinde
kapkara hayalet gemileri
geçerdi gözlerimizin önünde
gecenin içinden
yeniden döndüğümüz sayfaların derinliklerinde
dilsiz kırılganlığıyla dip iklimi
yüzeydeki çalkantılarını unuttururdu
gömüldüğümüz denizin
som bir bütünlük içindeydik
koltuk, lamba,kitap
sayfasını kapatırken
kahramanı olduğumuz şiirin
ay sönerdi penceremizde

hayalet gemileri geçerdi
uykularımızın içinden
uzun denizlerde yorulmazdı gözlerimiz
birbirimizin güneşine baktıkça
en yeni yerlerimizi birbirimize borçlandık
çünkü âşıktık, kararlıydık, haklıydık
bir denize kaç dalga sığarsa

güz denizini ayıran halatlar
yaz denizinden geniş melankolisi
ıssız bir adaya düşecek olsan
hangi şiirleri alırdın yanına
hangi mevsimleri, ikindileri
çarşafını değiştir denizin sevgilim
tropikal yaprakların, ayın
yüzüne düşen perçemlerini kaldır
hafızandan bütün lekeleri sil
alışmak çürütür gövdenin derinliğini

hangi denizi seçtiysen o türlü
varlığın kıstırıldığı seyir defteri
yaz denizini güz denizinden
ayıran halatlar gibi
çözülür adaların dağınık belleğinden

savat gece
çakıllarda şarkısı
ay ışığıyla ayrılır denizin ipeği ikiye
yalınlığın vurgununda çözülen derinlik
gövdenin uykulu tarihi
aydınlanır karasına vurduğu sahilde
avucunda tenimin taçyaprakları
kalbimde kalabalık yeminler
vahşiyim, vahşiyiz
bu defne günlerinde

çıplaklığımızla
dağlıyoruz
birbirimizi
gökle karışıyor tenimiz
kumun zamanlarıyla
suyun yeniden elde edilmesi
bulutun dumanı
yağmurun kırbacı
yaprağın buharıyla
sevişmek için değil
yaşamak içindir çıplaklığın önemi
tanımlara zorlanmış itiraflardan
firar ediyor gövdelerimiz

bir ejderha uyuyor ay ışığında
ay ışığında uyuyoruz ilk defa
kendiliğinden yolunu bulan
hayvanlar gibi
ateş, hava, su, toprak ve aşk
birbirimize çıkıyor her defasında
kendiliğinden yolunu bulan
birbirimizin kollarındaki
ejderha

gecenin bütün burçları
inmişti sahile
ürperen kumların üzerinde
hiç görmedikleri bir sabah gibi
bakıyorlardı yüzümüze

gecenin göğsümüzde unuttuğu
bir avuç ay ışığı
senin göğsünde bıraktığım
en derin uykumdu
orada kaldım
orada kaldı

ne kadar tutkunduk birbirimize
ufuk daralırdı tenimizin yankısından
o kaçak sahil köyü, Kadırga
şimdi iki ayrı yaz kaldı bize
birlikte geçirdiğimiz o büyük yazdan

solak defterlerde uğru
erkek denizlerde mitoloji
korsan haritalarında define kalbim
bir senden birçok âşık edindi
Zamanı bizden ayrı parlayan bir şeydi
kanımda kımıldayan tutku
gecenin sözleşmesindeki mürekkep
her şeyi aşka ve ateşe dönüştüren
derin bir ayindi
sen gittin
buluştuğumuz körfezler şimdi başka denizlerin çekiminde
sen gittin
ama doksan dokuz adın kaldı kalbimde

ne kadar gitsen de uzağa
vücudumda dolaşıyor zincirin
kurduğun bütün tuzakları
tapınak bildim

tenim çöl tenim çöl tenim çöl

bedenimi lincine bırakıp
çekip giderim
çekip giderim
giderim
tenim çöl

aysberg tül
ne zaman dondu pusula
ne zaman geldik bu iklime
aramızdaki siste kaybolmuş
buzkıran gemiler
kaybolmuş kelimeler
sen yoksun
ben de yokum
kutuplar kadar yalnızız ikimiz de

rüyamızı emanet etmedik
hiç uyumadık sığda
ölümün uykusuna güvenir gibi
bırakırdık kendimizi
birbirimizin düşlerinin yastığına
aşktı bu, beraberlikti
yol arkadaşlığıydı
ve daha binlerce kelimeler

aşk bitmiyor bitmeden
denizi tükenmemiş Kadırga
bir çifte vav yokuşundan aşağı
doksan dokuz adımın
en güzeli sevgilim
yeniden bulmanın suları
denizi geçenlerin adımlarından sonra

taş kadar kör
taşbakısı gravür
diri mürekkep
kör aşk, kör levha
büyük bir fırtınada
yıkanmış aydınlığıyla
iniyor hat
güvercin dönüyor
bir dal zeytinle
aşk bitmiyor bitmeden
tükenmemiş deniziyle
masalına dönüyor Kadırga

bir türkü
Meyve bile dalına güvenir
Meyve kadar hükmüm yoğ imiş
bir dize
Denizim ben batık aşklarla dolu
bir fotoğraf
şiirde görünmüyor
ve görünmeyen nice ayrıntı
kim bilir ne zaman kendini yazmaya başlamış
başka şiirlere taşmış
taşırmış içindekileri
seyir defterinin kazalara uğradığı Kadırga
yeni dalgalarla yamıyor
yarıldığı denizi

gönderinden ithafına kazıdığı tarihi
gönderme yaptığı başka denizler yarattı kendine
kimi zaman başka şiirlerin gövdelerinde
denize açılarak sürdürdü, sürdürüyor kendini
duruyor yürekteki define, korsanlar yaşlandı
deniz zamansız
ne sen, ne ben, ne şu mai deniz
ne de melâli anlamayan diğerleri
senelerce, senelerce evveldi
senelerce senelerce evvel bir sonraki

Murathan Mungan
1988-1992
– Yaz Geçer-

 

 

 

 

 

 

 

Eskidendi, Çok Eskiden Murathan Mungan

 

Hani erken inerdi karanlık
Hani yağmur yağardı inceden
Hani okuldan, işten dönerken
Işıklar yanardı evlerde
Hani ay herkese gülümserken
Mevsimler kimseyi dinlemezken
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken

Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Hani çerçeveler boş
Hani körkütük sarhoş gençliğimizden
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken
Eskidendi, eskidendi, çok eskiden

Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi
Gitmiyor üzerimizden
Geçen geçti
Geçen geçti
Hadi geceyi söndür kalbim
Şimdi uykusuzluk vakti
Gençlik de geceler gibi eskidendi

Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Hani çerçeveler boş
Hani körkütük sarhoş gençliğimizden
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken
Eskidendi, eskidendi, çok eskiden

Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Kimse bize ihanet etmemiş
Biz kimseyi aldatmamışken
Hani biz kimseye küsmemiş
Hani hiç kimse ölmemişken
Eskidendi,çok eskidendi

Murathan Mungan

Maskeli Balo, Murathan Mungan


Yaredir sinede eski sevgili
Eski sevgili eski günler
Hayata baksana takmıyor kimseyi
Hiçbir şey diriltmez artık geçmişi
Yaredir yine de

Yaktım gemilerimi
Dönüş yok artık geri
Tak etti canıma bu maskeli balo
Bu maskeli balo
Ve onun sahte yüzleri

Yaredir sinede eski sevgili
Ne yapsan kolay unutulmaz
Ağlama geçmişe yaşadık bitti
Anılar bizi yalnız bırakmaz
Yalnızız yine de

O kadar – Murathan Mungan

MURATHAN MUNGAN O KADAR

karanlıkta yolunu şaşırmış yağmurlar
gibi birbirine sarılan
sırasını şaşırmış ölüler
bilmediğimiz masalların
ormanlarında karşımıza çıkar
yol sorarlardı
aynı ağaca dolanmış kolları
çözen zaman
ve gereğinden fazla şeylerin yandığı
ilk yangınlar
ilk hatıra defterleri
ilk boğazlı kazaklar
ilk aşklar
yağmurların ölülere
ölülerin yangınlara
benzediği
bir mevsim
geldiğinde
unula yazdı
şimdi bir şiirde dile gelme tutkusundan
başka hiçbir şey
kımıldatamaz onları
lav altında söndükleri yerden
kimi zaman işte böyle bir şiirin içinden geçerler
kimi zaman başkalarının gözlerinden

Murathan Mungan
-Eteğimdeki Taşlar-

Öteki Mithosu – Murathan Mungan

MURATHAN MUNGAN ÖTEKİ MİTHOSU

göze alırsanız eğer
kırılır
dağılır aynadan
sandığınız resimler
sözcükler kalır geriye
cam kırıklarına saklanmış
az ışıklı odalarda sözcükler
Ayna: anlam ve görüntü için sırlanmış kiler
bulur çıkarırsınız bir yerlerden
daha bulurken kararırsınız
çok önce öğrenmiştiniz: Bedel
özlenir ve kalır geriye
gerekenler

Sonra bir gün
Sizin için bir gün
Tehlikesiz, eski bir harita gibi
uyuttuğunuz aynaların tozunu silerken
elinize batar
bir zamanlar yaranızı kanatmış sözcükler
olaylar silinmiş, adlar unutulmuş, belirsiz bir geometride
yerini bir türlü bulamaz kişiler, ilişkiler
yalnızca bir duygu
dipdiri bir acı çok eski tarihli bir çağrışıma eşlik eder
bu nedir ki, yıllar sonra, telâşsız bir gün, ömrümüzün durulmuş
bir mevsiminde, içinizin kazınmış yerlerinden
ölümcül bir ağrı ansızın geri teper

Eğilip bakrsınız aynaya
Siz çoktan gitmişsiniz
Yerinizde sözcükler
Böyle zamanlarda sözcükler
Bütün bir hayatın yerine ikâme eder

Sözcükler.Tutmamış ömürlerin teyel yerleri
camlatılmış kelebekler, kurutulmuş akrepler gibi
başkalarına kaldınız
bir zamanlar sanmıştınız ki hayat
kitaplardan ve sözcüklerden geçer
kendinizi eskiten oyunlara daldınız
örneğin uzun tutulmuş bir önsöz yüzünden
kitaba geç kaldınız
Ki ‘hayatınız’ su içinde birkaç roman eder
Sözcükler.Büyülenmiş, içi doldurulmuş, bekletilmiş, kullanılmış,
anlamı çoğaltılmış, yani sizin
yerinizi bekler, diye
öğrendiğiniz
Bütün sözcükler yaşamı çaldı sizden
Aynadaki sandığınız şimdi bütün hayatınızı temellük eder

Bilirsiniz
aynalarla konuşur çok odalı evlerde büyüyenler
düşün yerine ayna
anların, durumların, duyguların yerine
sözcükler
masalın en iyi yani yeniden söylenebilmesidir
söylendikçe büyülenirler
birleşir nehirler, dağlar yer değiştirir, tılsım ve tehlike
çığ ve lâv, kılıç ve ipek, coğrafya ve tarih yeniden keşfedilir
ışığın kırılma yerlerinden geçerken
sırlanır yüzlerin kuytu yerleri
gümüş bir alaşımdır ilk imge: sınır ve melankoli
yani bütünlük ve binbir gece
ışıksız aynanın yalnız
olduğunu böyle öğrenirler
bir gün bir ışık sızar bir kapı aralığından
giz ve ihanet ödeşir
düş erir.masal biter.büyü tutmaz sözcükler
G ö r ü l m ü ş t ü r l e r.
erken parçalanır çok odalı evlerde büyüyenler

Ya da böyle sağlamlaşırlar belki
her parçası kuzey yıldızıyken dağılmış aynanın
yola düşüp, yoldan çıkıp
hiçbir şeyi unutmadan, her şeyi yeniden öğrenirler
aynayı, mithosu ve ötekini
yeniden düşünmeye
erken gecikenler

ayna, mithos ve öteki
özgeçmişin vazgeçilmez elementleri
Ayna.Anayurdu ayna hepimizin.İçinden çıkıp kavuştuk dile
ve eyleme geçtik, ve kendimizi sınadık
ağır taşlar koyduk kişiliğimizin köşelerine
yani kendi kanunlarımızı varlığımızın yerçekimine
bilmeden ve böylelikle bütün yolcuları yasakladık kendimize
kırılmıştı sözcükler, parçalanmıştı ayna
anladık imgemizin yalnızca bir kovuk olduğunu
ve bunu öğrenmenin göçünde
dağıldık kuzey yıldızlarına
Şimdi uzak yollardan ve uzun maceralardan sonra yeniden
dönüyoruz
ülkemize, kimliğimize; imgemizi orada bıraktık
imge oyunlarını da
bırakarak yaşlandık birçok şeyi
Bırakmayı kabullendiğimiz günden beri.
ağır yalnızlıklardan geçtik, ödeştik kendimizle
bir uçtan bir uca savrulurken onca şey harcadık hiç
düşünmeden
oysa hâlâ ayrıntılar ve ayrımlar arasındaki
yollar kapalı bize

olgunlaşmakla göze aldığınız birşeydir bu, ya da düpedüz
yaşanmakla, umudun bazı çeşitlerinden boşanmakla, gelecek
için bunca zaman taşıdığınız birçok yükü atmakla
adına ne derseniz deyin, göze aldığınız birşeydir bu
yani başlar bir gün
sizin için bir gün
geç kalmış yüksek sesli soruların dönemi
sürçmeye başlar Dil sandığınız tekerlemeler
gündeme gelir yeniden
değişik çağlardan ödünç alınmış bilmeceler
gizini çözersiniz
kendiniz için kurduğunuz bütün Serüvenin
yaşlanmayan ve gerçekleşmeyen portrenizin
tozu alınmamış her şey yalnızca geçmişi yineler

sfenksi kendini sorulamış bunca yıl
tek kişilik korosu yanıtlamış
paradoksları kullanmayı hayatı anlamanın yolu sanmış
okuduklarından artıp, okuduklarına kalmış
göze aldığınız birşeydir bu
aynada portre, mithosda serüven, ötekinde giz
saklı dururken
yolculuklar taşımaz sizi hiçbir yere
Bunu çok önceleri öğrenmeliydiniz

oysa oturduğunuzda soruların başına, kaç saatiniz vardı?
ölecek ve yetecek
kaç saatiniz?
Zaman’ın saydam sırrı portreyi aynadan ayırmaktaydı
Başlangıçtı.
kazılarda eksilmiş bir kabartma gibiyidi imgeniz
sözcükler örselenmiş, aynalar pantimento
çıkmaz sokaklardı adresiniz.sığındığınız kalelerde birer birer
eksildiniz.
Çekip gidiniz buralardan.Her yaşın uçurtmaları vardır
birinin ipini çekiniz
şimdi gözlerinizin ermediği bir yerden yeni bir ufkun başladığını göreceksiniz

çok yaşar, çabuk ölür, ilk tuttuğu sipere tüm bir hayatın kalesini
inşa edenler
ayna silinir, mithos biter, gider öteki
kitaplar yalnızca ölümü erteler
yaşam çıplak.siz giyinik.Utanırsınız
kuşandığınız kavramlar kullanılmaz silâhlar gibi sizi terkeder
Öteki: çoktan eskimiş bir metafor, Dostoyevski’yi
ve onu izleyen sonrakileri anımsamak neye yarar şimdi?
Geçmiş bizi bırakıp gitti
O kadar çok şey öğrendik ki,
kendimiz için bile bir klişeyiz artık
En çok buna katlanamıyoruz
Farkındayız.Ve çürüyoruz.
Hepimiz artık gençliğin bizi terkeden kuşağındayız
Eğer göze alıyorsanız bu kadarı da size yeter
yedi renk, taze su, parlak ışık
her zaman yeniden okunacak bir kitap bulunur
öğrenilecek yeni sözcükler
durduğunuz yerde, her yere aynı mesafeden bakıyorsunuz
buraya geldiyseniz eğer, daha ne istiyorsunuz?

Murathan Mungan
-Neon Kanı /Doğduğum Yüzyıla Veda-

Bekleme hattı – Murathan Mungan

MURATHAN MUNGAN BEKLEME HATTI

I.

Neden gücenmiyorum beni sevmeyenlere
Benim de bazı şairleri sevmem
yıllar aldı.

biliyorum, insan bazen yıllar sonra tanır
bazı akrabalarını

biliyorum, sevmek için yitmemi bekliyor bazıları
gözlerini kaçırıyorlar şiirlerimden
uzağımda duruyor yakınlıkları
Yollarına çıkmam sanıyorlar, bir gün
Kendileriyle karşılaşmaya gittikleri bir kavşakta
bekliyor yaprağını dökmemiş kelimelerim
elinden tutmak için zamanla birbirine benzeyen yalnızlıkları

Nasıl herkes hayatında bir büyük gün beklerse,
şairler de başkalarının  gününe bağlar ömür düğümlerini
boşinan, karaumut, belki, yoksa
şairler de şiirler de ölüp giderler

II.

ne zaman konur
saklı vaatlerle içini gülümseyen
kitabın adı

kitabın adı kitabın adı kitabın
Bir ada
sebep yapılır bazı büyüler
Anlamı tenhada duran yalınlıkta gizlenirken
Kitaba adını veren şiir
Gün gelir almasını da bilir.

III.

Opak doku, kapalı çıplaklık
gözle görülmez
som sanatın yasaları
birbirine benzemeyen ketum kurallarla işler
her yaşı bir çağ gibi geçer de, ustalık
acemilik kadar tehlikelidir
yeniden kurulmamışsa gününe açı
Kimdir ölene kadar şair?
Kim bilebilir öldükten sonrasını?
İçinde yaşanılan an
Her zaman aynı değildir.
Şair bilmez, şiirin bildiğini
Adını koyduğun hayat şiire gider
Adını koyduğun hayat kitabın adı

Zaman bağışlamaz hayatıyla kitabı
birbirini tutmayanları

Bir ada
sebep büyür bazı ölüler

IV.

anlarsan korkarsın bazı şiirleri
İçini çok saklayanların içinde yaşadıkları
hayatın beni korkuttuğu gibi
anlama daha iyi

hem anlamak söz konusu olduğunda şiir ne ki?

V.

ey şiire küs evlerde oturanlar
taş kapı sırça sevinç kör anahtar
nasıl anlayacaksınız yaşadığınızı
bunca azalmışken içiniz
bir zamanlar yaşama hakkı tanımadığınız şiirler
gün gelir söyler nerede yanıldığınızı
kapınızın altından atılmış zarflar
bulamaz adres değiştirdiğiniz hayatlarınızı

Murathan Mungan
Eteğimdeki Taşlar

Madem – Murathan Mungan

MURATHAN MUNGAN MADEM

Madem âşığım sana
Niye kendime inanayım
Sana inanmak varken

Kim geçebilir kendini
kuşatan varlığın çekim ilkelerinden
Niye geçeyim senden
aşkın gerçekliğiyle
hayatın yanılmasaması
doğrulanırken

kendinin kainat olduğunu
yaşatan bu duyguyla
varlığa yeniden borçlanırken

niye inanayım sana ya da kendime
aşk…. durup dururken

aşk neyi açıklayabilir ki
insan kendine bile akıl erdiremezken…

Murathan Mungan
-Eteğimdeki Taşlar-